- Ayran Destanı

Adsense kodları


Ayran Destanı

Smf Seo Versiyon , -- Seo entegre sistem.

Array
reyyan
Tue 18 October 2011, 07:55 pm GMT +0200
Ayran Destanı



Ocak 2005 73.SAYI


Akif GÜLER
kaleme aldı, TAVAN ARASI bölümünde yayınlandı.


Yeni nesiller kendi bağının bostanını küçümseyip komşunun tavuğunu kaz görme illetine müptela olsa da, ALLAH'a şükür, bizim olanın kıymetini bilen de yok değil.

“Yerli malı, her Türk onu kullanmalı” hamasetini tekrar ısıtıp sofraya sürmek değil muradımız. Yeterince kıymet vermediğimiz, versek de estetize edemediğimiz için gözden düşen nice kıymetlerimiz olduğunu söylemeye çalışıyoruz.

“Durduk yerde bu da nereden çıktı?” diye sual edecek olursanız söyleyelim: Birincisi, nev-zuhur icatların pek çoğu, reklamla cilalanıp palazlandırılmış içi üfürüklü birer balondur. Mesela hamburger, mesela kola ve bilumum gazlı içecekler. Bunların her gün, bir yenisi ortaya çıkan zararları da işin cabası. “Olsun, devir pazarlama devri, satabiliyorsan ahırdaki boz eşeğin anırtısı bile kıymetli!” derseniz, bu da sizin bileceğiniz iş.

İkincisi, bizim olana biz sahip çıkmayınca elalem sahipleniveriyor. Gidip tescil neyim ettirip “benimdir” deyi kalkışıveriyor. Bizim meşhur Karagözümüz bu akıbete düçar olmadı mı?

Bu ahlâksız dünyada çağların “test edip onayladığı” hem ruha hem bedene şifa kıymetlerimizi hatırlayalım ve sahip çıkalım.

İşte böyle bir hatırlatma kabilinden bir destan sunuyoruz size: Ayran Destanı. 19. asrın meşhur ozanlarından Aşık Ruhsatî söylemiş. Sorun bakalım Frenklere, onların kara ayranı için böyle içli bir destan yazılmış mı?

Gene oldun gözümüzde tutiya
Eski bildiğimiz koca boz ayran.
Gündüz gündüz hayaline yelerdik
Girdin düşümüze gece boz ayran.

Yoksulluğun zincirini kırasın
Darıla da vara çoban durasın
Düşmanlar başına gele göresin
Gör bir yol yoksulluk nice boz ayran.

Kadir Mevlâm şemimizi yandırsa
Pervanemiz serimize döndürse
Herkes muhtacına bir tas gönderse
Nail olur sekiz hacca boz ayran.

Seni görenlerin yüreği yağlı
Seni görmeyenin yüreği dağlı
Kaymağın torunu yağın öz oğlu
Alçak mertebeli yüce boz ayran.

Ben neyleyim baklavayı böreği
Sen soğuttun ancak yanık yüreği
Mevlâm eksik etme dinin direği
Yanısıra bir güzelce boz ayran.

Terkeyledin Ruhsat gibi yiğidi
Davar sahibine verdin öğüdü
Bilmem muhannetler senin nen idi
Döndürdün yüreğim tunca boz ayran.

Yolda Yürümenin Adabı


Tariku'l - Edeb ( Edeb Yolu), Alaaddin Çelebi diye tanınan Ali b. Hüseyin el- Amasî'nin İstanbul'un fethinden hemen sonra kaleme aldığı bir eserdir. Doğumdan ölüme değin adab -ı muaşeret konularının işlendiği eserde, büyüklere yapılacak muameleden ilim tahsiline, yürüme adabından hamam adabına kadar birçok konuya yer verilmiş.

Alaaddin Çelebi, bu eseri kendisinden ilim tahsil etmeye gelen, ancak bir türlü hizaya gelmeyen bir talebesi yüzünden yazmış. Talebenin babası Alaaddin Çelebi'ye gelerek: “Behey hoca, üstadınız size hiç edep-erkân öğretmemiş ki, sen de benim oğluma edep ve terbiye öğretesin!” der. Anlayışsız adamın bu tutumu karşısında Alaaddin Çelebi cevaben bu kitabı yazar.

Günümüze ne kadar uyar bilemem, ancak yolda yürümenin adabını bakın üstad nasıl yazmış:

Yürümeği Dahi Anın Edeblerin Bildirür


Evvela yürümenin edebi oldur ki, şehir sokağında süratle, tiz tiz yürümeye ve giderken gâh gâh dönüb ardına bakmaya ve kimse harîmin gözlemeye ve aşıru bakmaya, gözetmeye... Yolın gözleyü yürüye...

Ve sokakda âvâz idüb ve şiir okıyub ve sokranu gümrenü (homurdanarak, savsaklanarak) yürümeye ve yolda kimseyi basub ilerü geçmeye, ilerü geçer olsa selam vere, dahî edeble geçe ve yaşda kendüden uluya ve âlâ mertebelü kimseye saval demeye (yüksek perdeden konuşmaya). Ve abdestlü kişi namaza yetişem deyü kati seğirtmeye. Ve üstadun ve atanun ve ekabirün ve efazilun ve pirlerün (büyüklerin, fazilet sahibi kimselerin ve yaşlıların) önince yürümeye. Meğer kim bunlar izin vereler ve yahud kılağuzluk ider ola...

Ve meclisde ve mahfilde adam ve kişi önünden geçmeyeler ve yoldaşsız sefere gitmeyeler.

Ve yürümekde yoldaş yoldaşa güveneler ve tebevvüle ve tağayyuta (ihtiyaç gidermek için) otursa koyub gitmeyeler ve yürüdüğü yerde tecebbür (kibirli) ve tefahur (öğünerek) ile salını salını yürümeyeler ve kimseye tokunub ve hayvanat ve haşeratı incidüb ve kimse atına taş atmaya ve ayağı altında canavarcukları basmaya ve kadem basduğı yerleri gözleyü yürüye ve seferde giceye karşu yata ve erteye karşu revan ola vesselam...

Tûtîname'den Musiki Tarihine Bakış


Ne kadar güvenilir bilinmez ama musiki ilminin nerede nasıl başladığı Tûtîname'de ilginç bir hikayeyle anlatılır. Bir girizgâhla başlayan hikaye şöyle:

“Musiki ilmi öyle engin bir denizdir ki, dalgalarının nerede başlayıp nerede bittiği bilinmez. Lezzetinde son olmaz. Sanırım ki sen bu hususta sanatkâr düşünür ile maymunun hikayesini de işitmedin?

Hindistan alimlerinden birisinden şöyle duyulmuştur:

Bir filozof dağlarda seyahat ederken ve ağaçların gölgesinde dolaşırken, daldan dala sıçrayan bir maymun gördü. Tam bu sırada maymunun karnı keskin bir dala takılıp yırtıldı. Bağırsakları iki dalın arasında kaldı. Bir zaman sonra bağırsaklar kurudu. Rüzgar bağırsaklara çarptıkça çok güzel sesler çıkmaya başladı. Filozof bağırsakları daldan indirdi. İki ağaç parçası alıp bunların arasına bağladı. Öncekinden daha güzel sesler çıktı. Sonra bir deriyle kaplayarak yaptığı bu aleti çalmaya koyuldu. Daha sonra bundan ilham alarak insanlar çeşitli sazlar icad eylediler.

Musiki ilmindeki makamların başlangıcı da şöyledir: Hind diyarında bir kuş vardır. Adına Kaknüs derler. Bu kuşun burnunda sayısız delikler bulunmaktadır. Kuş ne zaman ötecek olsa, gagasının her deliğinden ayrı bir ses çıkar. Hind bilginleri işte bu sesleri düzene koyup makamları vücuda getirmişlerdir.

Eğer bu derin ilmin içine dalmak istersen, bu iş sözle olmaz; mutlaka içine girmen gerekir. Neyse, sen bu konuşmalarla vaktini geçirme; hemen sevdiğine yönel. Fırsatı kaybeden, ömrünü nâdânlıkla geçirir. Sonra muradın hasıl olmaz. Kedinin, farelerin hepsini öldürdükten sonra pişman oluşu gibi sen de pişman olursun.”