- Ateşten bir gül

Adsense kodları


Ateşten bir gül

Smf Seo Versiyon , -- Seo entegre sistem.

Array
sumeyye
Sun 12 September 2010, 11:23 am GMT +0200
Ateşten bir gül

Kelam biraz eksik kalır Çanakkale denilince.

Kalem de utangaçtır aslında satırlara işlerken.

Zira Çanakkale’yi ifade etmek o kadar basit değildir.

Birçok şeyi rahatlıkla yazarsız ama Çanakkale’yi asla!

Onlarca cilt kitap yazılsa dahi bitirilemez ve eksik kalan bir taraflar olur. Üzerinden bir asır geçmesine rağmen orada olup bitenler bütün bütün gün yüzüne çıkmadığını biliyoruz.

O zamana gitmeden, hayalen olsun gözlerimizin önüne o mahşeri hadiseyi getirmeden bir cümle dahi kurmak ne mümkün. Tarih sayfalarında Çanakkale’yi okurken, şahit olduğunuz o müthiş manzaraları önce yaşayacaksınız ve sonra o ruhla başlayacaksınız yazmaya.

Şükür ki tarihimizde bir Çanakkale var!

Düşmanlarımızın adeta dillerini yutup hayretler ettiği bu büyük muharebe, her ülkenin imrendiği, iman kuvvetiyle bir vatan müdafaasının nasıl yapıldığının aşikâr resmidir. Çok olmadı daha, üzerinden bir asır bile geçmedi. Öyle ki acıları, sızıları hâlâ içimizde taze bir yara gibi durur. Ne kahramanlıklar gösterildi, ne fedakârlıklar yapıldı. Bebeğinin üzerini değil de mermileri örtüyle kaplayan annelerin kahramanlıklarını ne ile ifade edeceğiz.

Çanakkale Savaşını mahiyetini anlamadan millî ruhu kazanmanın mümkün olamayacağını anladık.

Bir söz vardı hani; bir mıh (çivi) bir nalı, bir nal bir atı, bir at bir süvariyi, bir süvari bir orduyu kurtarabilir diye. Çanakkale savaşının kazanılmasına bu sır yatar işte.

Edremitli Seyit Onbaşı, topun ağzına mermi süren vinç tesisatı bombardımanda kullanılamaz hale gelince “Ya Allah Bismillah” diyerek üç tane 275 kiloluk mermiyi tek başına arka arkaya kaldırarak top yatağına sürüp ateşlemişti. Üçüncü atışında İngilizlerin “Ocean” zırhlısının dümenini parçalamış ve dümeni kırılan “Ocean”ın sarhoş bir serseri gibi mayınlara sürüklenmiş sonra da bir mayına çarparak batmıştı. İşte o gün 18 mart 1915’ti. Daha nice kahramanlar vardı Seyit Onbaşı misali. 15 yaşında çocuklar vardı, bıyıkları bile terlememişti onların. Ana kuzusuydu onlar. Kına Hasanlardı, Hüseyinlerdi. Öleceğini bile bile o küçük yaştaki çocukları hangi inanç savaş alanına sürüklemişti ki. Ya da bunu biz ne ile tarif edebiliriz.

Ah Çanakkale’m!..

Dünya tarihinde ender rastlanan bir harpte rol almış ve savaşta dahi olsa düşmanına merhamet eden insanlık portresi çizmiştin yeryüzünde merhamet bilmeyen canavarlarına!

Kendi yarasına ot basarken, düşmanının yarasına gömleğini saran... Yaralıya ateş etmediği gibi birde kucağında karşı sipere taşıyarak, düşmanının bile takdirini kazanan yiğitlerin otağıydı Çanakkale.

Evet savaşta düşmanına bile merhamet eden bir ruh vardı orada. Bu ruhu taşıyan vatan evlatları yenilir miydi acaba?

Onların gayeleri savaş kazanmak yada vatan topraklarını biraz daha büyütmek değildi. Tek gayeleri vardı o da bu kutsal vatana ecnebi postallarının ayak basmaması ve bu topraklarda kıyamete kadar din-i islamın hâkim olmasıydı. Çünkü İslamiyetin, son kalesi Osmanlı devleti can çekişiyordu. “Hasta Adam” diyorlardı ve aç kurtlar misali lokma lokma yiyeceklerdi Devlet-i Âl-i Osmaniyeyi. Fakat vatan evlatlarının bu uğurda malları giderse onlar için sadaka, can vermişlerse bu da onlara şehadet mertebesini kazandıracaktı. Yani müslümanın bu dünyada kaybedeceği hiçbir şeyi yoktu. Bunu bilerek, küçük-büyük demeden dönmeyeceklerini bile bile, birer birer gittiler harp meydanına. Gittiler ve bir daha da geri dönmediler.



Zafer ŞIK