neslinur
Mon 19 July 2010, 02:28 pm GMT +0200
Asr-ı Saadetten İbretli Bir Misal:
Mekke'nin fethi günü Manzum kabilesinin soylu ailelerinden bir kadın hırsızlık yapmış, suçüstü yakalanmıştı. Cezalandırılması gerekiyordu. Fakat soylu bir aileye mensup olduğu için, ailenin şerefinin lekelenmesinden korkuluyor, bu yüzden kadının cezadan affedilmesi isteniyordu. Fakat bunu nasıl sağlayacaklardı? Hz. Peygamber'e bunu nasıl söyleyeceklerdi. Nihayet, Peygamberimizin çok sevdiği Üsâme bin Zeyd'i O'na elçi olarak göndermeye karar verdiler. Üsâme, Hz. Peygamber'in huzuruna çıkarak durumu anlattı. Ondan suçlu kadını affetmesini istedi. Hz. Peygamber (s.a.v.) bu teklife çok kızdı. Derhal dışarı çıkarak şu tarihî konuşmayı yaptı:
"Ey müslümanlar, sizden evvelki milletlerin yıkılıp helak olmalarının, tarihten silinip gitmelerinin sebebi nedir, biliyor musunuz? Onlar; ileri gelenlerden biri suç işlediğinde ona ceza vermezlerdi. Halktan biri suç işlediğinde ise, cezanın tatbiki için adetâ can atarlardı. Bu zulüm onların yıkılıp gitmelerine sebep oldu. Yemin ederim ki, suçu işleyen kızım Fatıma bile olsaydı, onu cezalandırmakta hiç tereddüt etmezdim."
Bunun üzerine ceza hemen uygulandı. Hz. Ebû Bekir'in, halife seçildiği zaman yaptığı konuşmasındaki şu cümleler de, bu noktadan dikkat çekicidir:
"İçinizden zayıf olanlar, haklarını alıncaya kadar benim nazarımda en kuvvetlidir; Kuvvetliler de ben onlardan başkalarının haklarını alıncaya kadar, benim yanımda en zayıftırlar."
8. Cezaların Şahsîliği ve Kanuniliği. İslâm'da kanunsuz ceza olmaz ve ayrıca suç işleyenin yerine başka birinin cezalandırılması da söz konusu değildir. Bu konuda bir hadîs-i şerifte şöyle buyurulur:
"Muhakkak ki Allah Teâlâ, miktarı belli cezalar dışında kanlarınızı akıtmayı, mallarınızı almayı, ırz ve namusa tecavüzü haram kılmıştır."
Cezaların şahsîliği prensibi, En'âmi sûresinde şöyle ifade edilmiştir: "Herkesin kazandığı, ancak boynunadır. Kimse, başkasının (günah) yükünü taşımaz.." [337]
9. Mahkemelerin Bağımsızlık ve Tarafsızlığı. İslâm'da adalet müessesesi olan mahkemeler, her türlü dış baskıdan, şahsî kin ve garazlardan, keyfî tasarruflardan uzak tutulmuş,hâkimlerin tarafsızlıklarını kaybetmelerine müsaade edilmemiştir. İslâm mahkemelerinde devlet reisleri sıradan vatandaşlarla birlikte hakim önüne çıkmışlar, suçlu görüldükleri takdirde de cezalandırılmışlardır.
10. Mesken masuniyeti ve hususî hayatın dokunulmazlığı. İslâm'da şahsın hususî hayatına karışmaya, meskenine izinsiz girmeye kimsenin hakkı yoktur. İnsanların gizli hallerini araştırmak, İslâm'da yasaktır.
11. Seyahat Hürriyeti. İslâm'da seyahatin ibret almaya ve sıhhat bulmaya sebep olduğu kabul edilir. Bu sebeple seyahat yapılması teşvik edilmiştir. Kanunsuz ve keyfî olarak şahısların seyahat hürriyetinin engellenmesi söz konusu değildir.
12. Yaşama hakkı, can, mal ve namusların tecavüzden korunma teminatı. Bu husus, Veda Hutbesinde Allah Resulü tarafından en güzel bir şekilde ortaya konulmuştur:
"İnsanlar! Bugünleriniz nasıl mukaddes bir gün ise, bu aylarınız nasıl mukaddes bir ay ise, bu şehriniz Mekke nasıl mübarek bir şehir ise, can, mal ve namuslarınız da öyle mukaddestir. Her türlü tecâvüzden korunmuştur."
13. Sosyal Güvenlik. İslâm dîni insanın, yaşlılık, hastalık, felâket ve kazalar karşısında mağdur ve perişan olmaması için, onu himaye etmiş, getirdiği sosyal güvenlik tedbirleri ile muhtaç durumda kalan fertlerin geleceğini teminat altına almıştır. İslâmiyet, herşeyden önce insanları çalışmaya sevkederek malî bakımdan kendilerini güvenceye almalarını teşvik etmiştir. Ayrıca getirdiği çeşitli tedbirlerle onlara aile içinde, «komşu ve akraba muhitinde, ayrı bir güvenlik sağlamıştır. Bütün bu güvenlik tedbirleri yetersiz kaldığı yerlerde de devlet bizzat ferdin güvenliğini teminat altına almıştır. Zekât müessesesi ve vakıflar en mükemmel sosyal güvenlik kurumlarıdır.
14. Çalışma hürriyeti, ücret adaleti ve eşitliği. İslâm'da çalışma, emek sarfetme büyük bir değer ve teşvik görmüştür. Dilenmek, başkasına yük olmak, hoş karşılanmamıştır. Hatta ailesinin nafakasını helâl yoldan temin etmek için çalışmak, farzları yerine getirmek şartıyla ibadet bile kabul edilmiştir. "İnsan, ancak çalıştığının karşılığını alır" âyet-i kerimesi de, İslâm'ın emek ve çalışmaya verdiği ehemmiyeti gösterir...
Çalışma hürriyetini meşru kazanç yolundan olmak şartıyla tam bir teminat altına alan İslâm, işçi ile işveren arasındaki münasebetleri de en güzel şekilde tanzim etmiştir. İşveren, işçisinin emeğini hakkıyla ödemek zorundadır. Onun saflık ve bilgisizliğinden istifade edip düşük ücretle çalıştırması veya ücretini zamanında ve tam ödememesi yasaklanmıştır.
"İşçinin ücretini, alın teri kurumadan ödeyin" prensibi, işçinin hakkını en mükemmel şekilde teminat altına almıştır.
Bir hadis-i kudsî'de Cenabı Hak: "Bir işçi çalıştırıp ta ondan istediği randımanı aldığı halde ücretini ödemeyen kimseye ben kıyamet gününde hasım olurum" buyurmuştur.
Buna mukabil, işçi de kendine tevdi edilen işi, eksiksiz, kusursuz yapmaya çalışacak, aldığı ücreti hak etmeyi prensip edinecektir.
15. Çocukların Himayesi. İslâmiyet, doğumundan itibaren çocuklara sahip çıkmış, onların beslenme ve giyim masrafları için anne babaya çeşitli yardımlar yapmış, bu iş için hazineden ödenekler ayırmıştır. Bugün çocuk parası adı altında bütün zengin devletlerde bu yardım yapılmaktadır. Resûlüllah Efendimiz, harpte kadınların ve bilhassa çocukların öldürülmemesini, İslâm ordusuna ısrarla tenbih etmiştir.
16. Temel Eğitim Mecburî ve Parasızdır. "İlim öğrenmek kadın erkek her müslüman üzerine farzdır." hadis-i şerifi, temel eğitim mecburiyetini getirmektedir. İslâm'da temel eğitim müfredatı titizlikle hazırlanmıştır.
Temel eğitimin içine dinî, ahlâkî, edebî bilgilerin öğretilmesi yanında, meslekî eğitim de girmektedir. İslâmiyet, dinî bilgilerle birlikte çocuğun meslek sahibi kılınmasını da zaruri görmektedir. Temel eğitim devletin himayesi altında ve meccanî, yani parasızdır.[338]
Mekke'nin fethi günü Manzum kabilesinin soylu ailelerinden bir kadın hırsızlık yapmış, suçüstü yakalanmıştı. Cezalandırılması gerekiyordu. Fakat soylu bir aileye mensup olduğu için, ailenin şerefinin lekelenmesinden korkuluyor, bu yüzden kadının cezadan affedilmesi isteniyordu. Fakat bunu nasıl sağlayacaklardı? Hz. Peygamber'e bunu nasıl söyleyeceklerdi. Nihayet, Peygamberimizin çok sevdiği Üsâme bin Zeyd'i O'na elçi olarak göndermeye karar verdiler. Üsâme, Hz. Peygamber'in huzuruna çıkarak durumu anlattı. Ondan suçlu kadını affetmesini istedi. Hz. Peygamber (s.a.v.) bu teklife çok kızdı. Derhal dışarı çıkarak şu tarihî konuşmayı yaptı:
"Ey müslümanlar, sizden evvelki milletlerin yıkılıp helak olmalarının, tarihten silinip gitmelerinin sebebi nedir, biliyor musunuz? Onlar; ileri gelenlerden biri suç işlediğinde ona ceza vermezlerdi. Halktan biri suç işlediğinde ise, cezanın tatbiki için adetâ can atarlardı. Bu zulüm onların yıkılıp gitmelerine sebep oldu. Yemin ederim ki, suçu işleyen kızım Fatıma bile olsaydı, onu cezalandırmakta hiç tereddüt etmezdim."
Bunun üzerine ceza hemen uygulandı. Hz. Ebû Bekir'in, halife seçildiği zaman yaptığı konuşmasındaki şu cümleler de, bu noktadan dikkat çekicidir:
"İçinizden zayıf olanlar, haklarını alıncaya kadar benim nazarımda en kuvvetlidir; Kuvvetliler de ben onlardan başkalarının haklarını alıncaya kadar, benim yanımda en zayıftırlar."
8. Cezaların Şahsîliği ve Kanuniliği. İslâm'da kanunsuz ceza olmaz ve ayrıca suç işleyenin yerine başka birinin cezalandırılması da söz konusu değildir. Bu konuda bir hadîs-i şerifte şöyle buyurulur:
"Muhakkak ki Allah Teâlâ, miktarı belli cezalar dışında kanlarınızı akıtmayı, mallarınızı almayı, ırz ve namusa tecavüzü haram kılmıştır."
Cezaların şahsîliği prensibi, En'âmi sûresinde şöyle ifade edilmiştir: "Herkesin kazandığı, ancak boynunadır. Kimse, başkasının (günah) yükünü taşımaz.." [337]
9. Mahkemelerin Bağımsızlık ve Tarafsızlığı. İslâm'da adalet müessesesi olan mahkemeler, her türlü dış baskıdan, şahsî kin ve garazlardan, keyfî tasarruflardan uzak tutulmuş,hâkimlerin tarafsızlıklarını kaybetmelerine müsaade edilmemiştir. İslâm mahkemelerinde devlet reisleri sıradan vatandaşlarla birlikte hakim önüne çıkmışlar, suçlu görüldükleri takdirde de cezalandırılmışlardır.
10. Mesken masuniyeti ve hususî hayatın dokunulmazlığı. İslâm'da şahsın hususî hayatına karışmaya, meskenine izinsiz girmeye kimsenin hakkı yoktur. İnsanların gizli hallerini araştırmak, İslâm'da yasaktır.
11. Seyahat Hürriyeti. İslâm'da seyahatin ibret almaya ve sıhhat bulmaya sebep olduğu kabul edilir. Bu sebeple seyahat yapılması teşvik edilmiştir. Kanunsuz ve keyfî olarak şahısların seyahat hürriyetinin engellenmesi söz konusu değildir.
12. Yaşama hakkı, can, mal ve namusların tecavüzden korunma teminatı. Bu husus, Veda Hutbesinde Allah Resulü tarafından en güzel bir şekilde ortaya konulmuştur:
"İnsanlar! Bugünleriniz nasıl mukaddes bir gün ise, bu aylarınız nasıl mukaddes bir ay ise, bu şehriniz Mekke nasıl mübarek bir şehir ise, can, mal ve namuslarınız da öyle mukaddestir. Her türlü tecâvüzden korunmuştur."
13. Sosyal Güvenlik. İslâm dîni insanın, yaşlılık, hastalık, felâket ve kazalar karşısında mağdur ve perişan olmaması için, onu himaye etmiş, getirdiği sosyal güvenlik tedbirleri ile muhtaç durumda kalan fertlerin geleceğini teminat altına almıştır. İslâmiyet, herşeyden önce insanları çalışmaya sevkederek malî bakımdan kendilerini güvenceye almalarını teşvik etmiştir. Ayrıca getirdiği çeşitli tedbirlerle onlara aile içinde, «komşu ve akraba muhitinde, ayrı bir güvenlik sağlamıştır. Bütün bu güvenlik tedbirleri yetersiz kaldığı yerlerde de devlet bizzat ferdin güvenliğini teminat altına almıştır. Zekât müessesesi ve vakıflar en mükemmel sosyal güvenlik kurumlarıdır.
14. Çalışma hürriyeti, ücret adaleti ve eşitliği. İslâm'da çalışma, emek sarfetme büyük bir değer ve teşvik görmüştür. Dilenmek, başkasına yük olmak, hoş karşılanmamıştır. Hatta ailesinin nafakasını helâl yoldan temin etmek için çalışmak, farzları yerine getirmek şartıyla ibadet bile kabul edilmiştir. "İnsan, ancak çalıştığının karşılığını alır" âyet-i kerimesi de, İslâm'ın emek ve çalışmaya verdiği ehemmiyeti gösterir...
Çalışma hürriyetini meşru kazanç yolundan olmak şartıyla tam bir teminat altına alan İslâm, işçi ile işveren arasındaki münasebetleri de en güzel şekilde tanzim etmiştir. İşveren, işçisinin emeğini hakkıyla ödemek zorundadır. Onun saflık ve bilgisizliğinden istifade edip düşük ücretle çalıştırması veya ücretini zamanında ve tam ödememesi yasaklanmıştır.
"İşçinin ücretini, alın teri kurumadan ödeyin" prensibi, işçinin hakkını en mükemmel şekilde teminat altına almıştır.
Bir hadis-i kudsî'de Cenabı Hak: "Bir işçi çalıştırıp ta ondan istediği randımanı aldığı halde ücretini ödemeyen kimseye ben kıyamet gününde hasım olurum" buyurmuştur.
Buna mukabil, işçi de kendine tevdi edilen işi, eksiksiz, kusursuz yapmaya çalışacak, aldığı ücreti hak etmeyi prensip edinecektir.
15. Çocukların Himayesi. İslâmiyet, doğumundan itibaren çocuklara sahip çıkmış, onların beslenme ve giyim masrafları için anne babaya çeşitli yardımlar yapmış, bu iş için hazineden ödenekler ayırmıştır. Bugün çocuk parası adı altında bütün zengin devletlerde bu yardım yapılmaktadır. Resûlüllah Efendimiz, harpte kadınların ve bilhassa çocukların öldürülmemesini, İslâm ordusuna ısrarla tenbih etmiştir.
16. Temel Eğitim Mecburî ve Parasızdır. "İlim öğrenmek kadın erkek her müslüman üzerine farzdır." hadis-i şerifi, temel eğitim mecburiyetini getirmektedir. İslâm'da temel eğitim müfredatı titizlikle hazırlanmıştır.
Temel eğitimin içine dinî, ahlâkî, edebî bilgilerin öğretilmesi yanında, meslekî eğitim de girmektedir. İslâmiyet, dinî bilgilerle birlikte çocuğun meslek sahibi kılınmasını da zaruri görmektedir. Temel eğitim devletin himayesi altında ve meccanî, yani parasızdır.[338]