- Asr-ı saadette yazı

Adsense kodları


Asr-ı saadette yazı

Smf Seo Versiyon , -- Seo entegre sistem.

Array
hafız_32
Tue 5 October 2010, 09:42 pm GMT +0200
ASR-I SAADETTE YAZI VE VAHİY KATİPLERİ


Dr. Mustafa el-Azamî
 

MUSTAFA 1932 Yılında Hindistan'ın Uttar Pradeş eyaletine EL-A'ZAMÎ bağlı Mau-nath Bhanajan şehrinde doğdu, tik, or­ta ve yüksek tahsilini Hindistan'da tamamladı. Yüksek lisansım 1955 yılında Ezher'de, doktorası­nı 1966 yılında Cambridge'de bitirdi. 1955-1964 yılları arasında Katar Milli Kütüphanesinde çalış­tı. Suudi Arabistan, ingiltere ve ABD'nin değişik üniversitelerinde Öğretim üyeliği görevinde bu­lundu. Hadis sahasındaki araştırmalarıyla tanı­nan yazar 10'u aşkın eserin sahibidir. [1]

 

Birinci Bölüm


ÜMMİ PEYGAMBER DİVANI (ARŞİVİ) VE KÂTİPLERİ


1- İslamın Başlangıcında Arap Yarımadasında Yazı

 

Araplar câhiliyye döneminde bile yazının değerini ve önemini takdir etmişlerdi. Çünkü onlar okuma yazma bilmeyi, insanın kâmillerden olabilmesi için itibar ettikleri üç temel esastan biri saymışlardı, tbn Sa'd demiştir ki: "Araplar, câhiliyye döneminde ve islamın başlangıcında Arapçayı yazan, yüzücülük ve ok atmayı iyi bilenlere "el-kâmil" derlerdi."[2]

Araplar bazı işleri yapmak istemiyorlar, onu yapanları da ha­kir görüyorlardı. Buna rağmen onların büyükleri ve eşrafı câhiliy­ye ve îslam döneminde öğrenim işiyle meşgul olmuşlardır.[3]

Araplar câhiliyye döneminde bile yazının önemini biliyorlar­dı. Fakat yazıyı kullanma bakımından câhil idiler. Genellikle bu­nun sebebi de günlük hayatlarında buna ihtiyaç duymamaları idi. Bu sebeple okuma yazma bilenlerin sayısı azdı. Hatta denilmiştir ki: "îslam geldiğinde Kureyş içerisinde yazı bilen on yedi erkek vardı."[4] el-Vâkidî (Ö.207/822), Medine'de de on bir şahsın yazı bil­diğini zikreder.[5] Her halükârda, Özellikle Mekke'nin coğrafî, ticarî ve dînî merkez olmasına baktığımızda bu listeyi sağlam bir istatistik saymamız mümkün değildir. Bütün bunlara rağmen şu­rası açık bir gerçektir ki, o zaman Arap yarımadasında okuma yazma bilmemek hakimdi. Hatta Allah teâlâ bu toplumu "ümmî", onlara gönderilen peygamberi de "Ümmî Peygamber" olarak vasıflamıştır. Yüce Allah şöyle buyuruyor: "Ümmîler içerisinde, kendilerine âyetlerini okuyan, onları arıtan, onlara kitabı ve hik­meti öğreten bir Peygamber gönderen odur."[6] "Allah'a ve ümmî olan peygambere inanın. Ki o peygamber Allah'a ve sözlerine inanmıştır."[7]

Hz.Peygamber (s.a.v.) de o zaman islam toplumunu: "Biz ümmî bir topluluğuz, yazı ve hesap bilmeyiz."[8] sözleriyle tavsif et­miştir.

Nur ve hidayet kaynağı olan Kur'ân-ı Kerîm ümmî bir toplum içerisinde olan ümmî bir peygambere inmiştir. Buna rağmen Peygamber'e gelen ilk hitap okumakla ilgili olmuştur: "Yaratan Rabbinin adıyla oku. O, insanı bir kan pıhtısından yarattı. Oku, kalemle öğreten ve insana bilmediklerini bildiren Rabbin en büyük kerem sahibidir."[9]

Müşrikler islam davetine karşı koydular, bütün şer kuvvetler bu hususta toplandılar. Nihayet Resûlullah (s.a.v.) ashabı ile beraber Medine-i Münevvere'ye hicret etti. Resûlullah'ın hicreti ile islam tarihinde yeni bir safha başladı. Çünkü islam, başlangıç­ta küçük de olsa, Resûlullah'ın, ilim ve amel bakımından, islam akîde ve şeriatım ekebileceği bir yer buldu.

Bu durum, Resûlullaht(s.a.v.) Medine'ye hicret edip, bir cihet­ten Müslümanlarla Yahudiler, diğer cihetten Muhacirlerle Ensar arasındaki münasebetleri düzenleyen -bazı araştırıcıların ifade­siyle - yeni devletin anayasasını yazmcaya kadar devam etti.[10] Böylece Müslümanların Medine'de bir devleti oldu. Devletin dü­zeni ve idarî organları olması gerekir.

Aşağıdaki sahifelerde idarî düzenle ilgili, yani Resûlullah (s.a.v.) zamanında divanların veya sekreteryanın meydana gel­mesi ile ilgili kısa bir fikir vermeye çalışacağız. Sonra bu görevi kimlerin üslendiğinden ve bize bu bilginin nasıl ulaştığından bah­sedeceğiz.

Daha önce zikretmiştik ki islam geldiği zaman yazı bilenlerin sayısı azdı. Fakat Resûlullah (s.a.v.)'in öğretimle ilgili üstün siyaseti sayesinde okuma yazma gerçekten kısa bir zaman içerisinde yayıldı. Hatta Resûlullah'ın Kâtipliğini yapanların sayısı elliye ulaştı. Şimdi elimizdeki bol kaynaklara müracaat ettiğimiz zaman Resûlullah zamanındaki yazı veya idarî faaliyetlerle ilgili geniş bir plan çizebiliriz. [11]

 

2- Resûlullah Zamanında Dîvanların (Sekreteryanın) Ortaya Çıkışı
 

Dîvân, kâtiplerin oturduğu yerin ismidir.[12] Sahîfelerin top­landığı yere, askerlerin ve kendilerine maaş verilecek olan kimse­lerin isimlerinin yazıldığı deftere de dîvân denir.[13]

Anlaşıldığına göre îslamın başlangıcmda üç türlü divan var­dı:

1- Dîvânül-inşâ',

2- Dîvânü'1-ceyş,

3- Beytü'1-mâle gelen vergi ve haraçların ve müslümanlara verilecek atiyyelerin tesbit edildiği dîvânü'l-haraç veya dîvânü'l-cibâye.

Dîvanları tanzim edenin Mü'minlerin Emîri Hz.Ömer'in ol­duğu yaygın bir şekilde bilinmektedir. Nitekim Ebû Hilâl el-Askerî (ö.395/1005): "Dîvânı ilk meydana getiren Ömer'dir." de­miştir.[14]

a) Dîvânü'1-inşâ': Kalkaşendî (Ö.821/1418), islamda ilk mey­dana getirilen dîvânın dîvânü'1-inşâ' olduğunu, bunun Resûlullah (s.a.v.) zamanında meydana getirildiğini söylemiştir.14

b) Dîvânü'1-ceyş: Kalkaşandî onun hakkında da: "Bunu ilk ortaya koyan ve düzenleyen, hilafeti döneminde Mü'minlerin Emîri Hz.Ömer olmuştur." der.15

c) Dîvânü'l-haraç'a gelince bu konuda ve dîvânül-ceyş hak­kında Hasen ibrahim Hasen şöyle demiştir: "islâm fetihleri geniş­leyince Ömer b. el-el-Hattâb Iran sınır muhafızlarından biri ile istişare ettikten sonra dîvân düzenini benimsedi." O, başka bir defa da şöyle demiştir: "Ömer dîvân düzenini Farslardan aldı. Askerlerin yazılması için ordu dîvânını (dîvânü'1-cünd) inşa etti. Beytü'1-mâle gelen vergi ve haraçların ve müslümanlara verilecek atiyyelerin tesbit edildiği dîvânü'l-haraç'ı da inşa etti.[15]

Fakat bu söylenenlerin üzerinde durulması gerekir. Öyle an­laşılmaktadır ki basit şekliyle dîvânlar Resûlullah (s.a.v.) zama­nında kullanılmıştır. Hz.Ömer'in hilafeti zamanı gelip de devletin sınırları genişleyince idarî düzenin geliştirilmesi zarurî oldu. işte bunun üzerine Hz.Ömer öncekinden daha şümullü olarak dîvânın tanzimini emretmiştir. Bunun delili, Kalkaşendî'nin daha önce zikreredilen: "Islamda ilk meydana getirilen dîvânın dîvânü'l-inşâdır. Bu, Resûlullah (s.a.v.) zamanında meydana getirildi." sö­züdür.

Dîva^ü'l-ceyşe gelince bu konuda Sahîh-i Buhârî'de rivayet edildiğine göre: Huzeyfe (r.a.) şöyle demiştir: Resûlullah (s.a.v.): "Bana müslumanlarm isimlerini yazınız." buyurdu. Biz de ona 1500 kişinin ismini yazdık."[16]

Buhârî'nin Sahîh'indeki aşağıdaki rivayeti de, gazveye giden­lerin isimlerinin yazılmasının sahâbîlerin adetleri olduğunu ifade eder: Ibn Abbas'dan rivayet edilmiştir ki, kendisi Resûlullah (s.a.v.)'in şöyle buyurduğunu işitmiştir: "Bir kimse mahremi ol­mayan bir kadınla başbaşa kalmasın. Ve hiç bir kadın da yamnda mahremi olmaksızın sefere çıkmasın." buyurdu. Bunun üzerine bir adam kalkarak: "Yâ Resûlellah! Ben şu ve şu gazveye yazıldım. Hanımım da hac yapmak üzere gitti." dedi.[17]

Bundan, onların cihada gitmek isteyenlerin isimlerini yaz­dıkları anlaşılmaktadır. Buna "dîvânü'1-ceyş" denilmesi veya "dîvânü'l-ceyş'in çekirdeği kabul edilmesi mümkündür.

Dîvânü'l-haraç veya dîvânü'l-cibâye'ye gelince, biraz sonra göreceğimiz gibi, Resûlullah (s.a.v.)'in kâtipleri içerisinde gani­metleri yazanlar vardı. O zaman bu, devletin gelirleri idi, kaydedi­lirdi. Buna "dîvânü'l-haraç" ismini veremesek bile daha sonra "dîvânü'l-haraç" şeklini alan şeyin başlangıç noktası diyebiliriz. Hz.Ömer'in dîvânları tanzim etmek için îran sınır muhafız ile istişare ettiği meselesine gelince bu, hemen kabul edilebilecel bir durum olarak görülmemektedir. Çünkü daha önce yazı bilin mekte idi. Müslümanlar Resûlullah (s.a.v.) zamanında Önemi: şeyleri yazıyorlardı. Kitap ve sahifeler de Resûlullah (s.a.v. zamanında bilinmekte idi. Dîvân da, içerisine askerlerin isimler yazılan bir defterden başka bir şey değildir. Konuya bu bilgilerir ışığı altında bakılınca dîvân düzeninin İranlılardan alınması me­selesi şüpheli olur. [18]

 

3- Sekreterya Ve Birimleri
 

ihtisasları açısından Resûlullah'm kâtiplerine baktığımızda bir takım kimselerin Kur'ân'ı yazdıklarını görürüz.[19] Bazj kâtiplerin de devlet işleriyle ilgili yazışmada ihtisas kazandıkları­nı görürüz.[20]

içlerinde Zeyd b. Sabit gibi Resûlullah'm hükümdarlara gön­derdiği mektupları yazan vardı.

Ali b. Ebû Tâlib gibi muahedeleri yazan, el-Muğîre b. Şu^e gibi ortaya çıkan ihtiyaçlarını yazan, Abdullah b. el-Erkam ve diğerleri gibi insanlar arasındaki akitler ve borçları yazan,

Muaykıb b. Ebû Fâtıma ed-Devsî gibi Resûlullah'm ganimet lerini yazan,

Huzeyfe b. el-Yeman gibi Hicaz hurmalarım tahmin edip ya zanlar vardı.

Resûlullah'ın kâtipleri içerisinde "Hanzala el-kâtib" isminde biri vardı ki, Resûlullah'm diğer kâtibleri olmadığı zaman işlerini bu yazardı. Bu sebeple "el-kâtib" deyince anlaşılan o idi.[21]

 
4- Tercüme Kısmı
 

Abd b. Humeyd, Sabit b. Ubeyd tarikiyle Zeyd b. Sâbit'in şöyle dediğini rivayet etmiştir: "Resûlullah (s.a.v.) bana: "Ben bir takım kimselere yazı yazdırıyorum ki onların fazla veya noksan yapma­larından korkuyorum. Süryânîceyi Öğren." buyurdu. Ben de on ye­di gün içerisinde Öğrendim.[22]...Nihayet Resûlullah'm yahudilerle olan yazışmalarını yazdım, onların Resûlullah'a yazdıklarım da okudum."[23]

 

5- Mektuplara Verilecek Cevaplarla İlgili Bazı Prensipler

 

Biz Cehşiyârî (ö.331/943) zikretmiştir ki Hz.Peygamber (s.a.v.) Kâtib Hanzala b. er-Rabî' b. el-Murakka'a kendisinden ay­rılmamasını ve her şeyi kendisine üçüncü gününde zikretmesini emretti. Bunun manası,.Resûlullah.(s.a.v.) gelen yazılara üç gün içerisinde cevap verilmesini emretti, olmaz mı? Herhalükarda bu mana uzak değildir.

Bu, ifade etmektedir ki, Hz.Peygamber (s.a.v.) her şeyi unut­madan zamanında yapması için Hanzala'dan, bunları kendisine hatırlatmasını istemiştir. Bu da Resûlullah'm meşguliyyetinin çokluğunu ve hiç bir şeyi üç günden fazla geciktirmeden yapmak istediğini ifade ediyor. [24]

 

6- Katiblerin Bürosu
 

O zaman katiblerin oturup yazmaları için özel bir yer var mı idi? Buna müsbet ya da menfi kesin olarak cevap vermek kolay de­ğildir. Fakat genellikle Kur'ân-ı Kerîm'in yazılması için özel bir yer vardı. Devletle ilgili yazışmalar için de durum böyle idi. Nite­kim Ibn Abbas'dan şöyle rivayet edilmiştir: "Mushaflar satılmaz­dı. Bir mushafa sahip olmak isteyen kimse bir kağıt ile Resûlullah'm yanına gelir, yazı bilen bir kimse kalkar hasbî olarak yazmaya başlar, sonra diğeri kalkar, bu, mushaf bitinceye kadar böyle devam ederdi."[25] Bundan, Resûlullah'ın meclisinde mushaf yazılması için özel bir yerin olduğu anlaşılmaktadır. Mektuplar da burada yazılmış olabilir. [26]

 

7- Müsveddelerin Yazılması
 

Ibnü'l-Kâsim'in imam MâliVten rivayet ettiğine göre Mâlik demiştir ki: Bana ulaştığına göre Resûlullah'a bir mektup gelince:

"- Benim adıma buna kim cevap verecek?" buyurdu. Abdullah b. el-Erkam:

"- Ben." dedi ve ona cevap yazdı. Bu, Resûlullah'a getirildi, ho­şuna gitti, gönderilmesini emretti.[27]

Bu rivayetin ışığında: Kâtipler önce yazıyorlardı, sonra Resûlullah'a arzedip muvafakatim alıyorlardı, diyebiliriz. Gayet açıktır ki Resûlullah (s.a.v.) onu değiştirebilir, veya yerine başka­sını yazdırabilir ya da ona muvafakat edebilir. Yazı son şeklini an­cak Resûlullah'm muvafakatından sonra alabilirdi. Bu işe,, müs­veddelerin hazırlanması diyebiliriz. Tabi, bu bizzat Resûlullah (s.a.v.) yazdırmadığı zaman olurdu. [28]

 

8- Yazıların Bir Suretinin Muhafaza Edilmesi
 

Kâtiplerin bütün yazdıkları yazıyı istinsah ederek bir nüsha­sını sakladıklarıyle ilgili açık bir delil bulamadım. Ancak hepsini değilse de bazı yazışmaların istinsah edildiği söylenebilir. Şöyle ki:

1- Nesh kelimesi cahiliyye döneminde Araplarca bilinmekte idi.

Nitekim Allah teâlâ: "Biz sizin yaptıklarınızı yazıyorduk."[29] buyurmuştur. "Lisanü'1-Arab" da en-nesh: "Bir yazının tıpkısını harf be harf yazmaktır." denir.[30]

Hudeybiye Sulhu iki nüsha olarak yazılmıştı. Bir nüshasını Resûlullah (s.a.v.), diğerini de Süheyl b. Beydâ' almıştı. el-Vâkıdî  (Ö.207/822) demiştir ki: "Hudeybiye Sulhu yazılınca Süheyl: "Be­nim yanımda olacak", dedi. Resûlullah de: "Hayır bende kalacak", demişti. Bunun üzerine bir nüsha daha yazıldı. Resûlullah (s.a.v.) ilk yazılanı aldı, Süheyl de istinsah edileni aldı."[31]

Abdullah b. Amr b. el-As demiştir ki: "Elimle yazdığım ilk yazı Hz.Peygamber (s.a.v.)'in Mekke halkına yazdırmış olduğu yazı­dır."[32] Açıktır ki bu, Resûlullah (s.a.v.)'in yazdırdığı yazının bir nüshasıdır. Çünkü Abdullah b. Amr b. el-As Hudeybiye Sulhu'nda muahedeyi yazan değildi. Öyle ise o, Resûlullah'da bulunan aslî nüshadan istinsah etmiştir, ya da sahabelerden birinin yanında muhafaza edilen muahedenin suretinden yazmıştır. Bütün bun­lardan resmî vesikaların muhafaza edildiği anlaşılmaktadır.

Hz.Peygamber (s.a.v.) tarafından muhtelif cihetlere gönderi­len yazılar bazı sahâbîlerin yanında mevcut olduğu gibi, Ibn Ab-bas'm,[33] Ebû Bekir b. Hazm'in [34] ve Urve b. ez-Zübeyr'in yanında da mevcuttu.

Bu bilgilerin ışığında diyebiliriz ki, sahâbîler, Resûlullah (s.a.v.)'in muhtelif cihetlere gönderilen mektuplarının suretini alıyorlardı. Bu yazılar ve suretler genel idarede muhafaza edili­yordu. Sahâbîlerin yanında bu suretler muhafaza edilmiş olma­saydı, hiç bir kimsenin Resûlullah'm bu yazılarım bir araya getir­mesi mümkün olmazdı.

Ebû Bekir es-Sıddîk'in yanında Hz.Peygamber'in zekatla (sadakat) ilgili yazısı vardı.[35]

Ömer b. el-Hattâb, bazı şahıslardan alınan bütün muahede ve vesikaları muhafaza ediyordu.[36]

Hz.Peygamber (s.a.v.)'in vefatından sonra çeyrek asır geçme­mişti ki başlangıçta okuma yazma bilmeyenlerin şehri olan Medine'de Hz.Osman'm evine bitişik "Beytü'l-karâtîs" yani çeşitli evrakların muhafaza edildiği arşiv oluşmuştu.[37] Buna İslam Dev­letinin Sekreteryası diyebiliriz. [38]

 

9- Mektupların Yazılış Şekli
 

A) Başlangıcı
 

Hz.Peygamber (s.a.v.)'in mektupları "Bismillâhi'r-rahmâni'r-rahîm" sözü ile başlardı. Şa'bî (ö.l03/721 )'den zikredildiğine göre mektupların başında "bismillah..." in yazılması muhtelif merha­lelerden geçmiştir. İbn Sa'd (ö.230/845) demiştir ki: Bize el-Hey-sem b. Adiy et-Tâî haber verdi, o dedi ki bize Mücâlid b. Saîd ve Zekeriyyâ b. Ebû Zaide Şa'bî'nin şöyle dediğini haber verdiler: "Resûlullah (s.a.v.) başlangıçta Kureyş'in yazdığı gibi "bismi-ke'llâhümme" şeklinde yazıyordu. "Gemiye binin, onun yürümesi ve durması Allah'ın ismiyledir."[39] anlamındaki âyet inince "bismillah" şeklinde yazdı. Daha sonra "Deki: Gerek Allah deyin, gerek Rahman deyin....."[40] anlamındaki âyet inince "Bismi'llâhi'r-

rahman" yazdı. Daha sonra "Şüphesiz ki o, Süleyman'dandır ve o, hakîkaten rahman ve rahînı olan Allah'ın adiyle."[41] anlamındaki âyeti inince "Bismillâhi'r-rahmâni'r-rahîm" şeklinde yazdı.[42]

Bu rivayet zayıf olup sabit değildir. el-Heysem b. Adiy et-Tâî yalancıdır,[43] onun için bu rivayet kabul edilmez[44].

 

B) Unvan
 

Resûlullah (s.a.v.)'in mektuplarında önce kendi ismi, sonra kendisine mektup gönderilenin ismi yazılırdı.[45] Bu, eski adetler­dendi. Ancak nâdir olarak büyük ve şerefli kimsenin ismi ile baş­landığı da olurdu. Bu sebeple sahâbîler Hz.Peygamber'e yazdıkla­rı zaman önce onun isimim yazarak "Allah'ın elçisi Muhammed'e" diye başlarlardı.[46]

Buhârî'nin , Ravh b. Abdülmü'min, Ebû Üsâme ve Hişam b. Urve tarikiyle rivayetine göre Hişam demiştir Ki; "Resûlullah'm mektuplarından birini gördüm. Her fıkra bitince "emmâ ba'dü'diyordu."[47]

 

D) Kâtibin Îsmi
 

Mektubun sonunda çoğukez kâtip ismini zikrederdi. Zaman zaman şahitlerin ismini yazdığı da olurdu.[48]

 

E) Mektubun Mühürlenmesi
 

Zamanımızda resmî yazıların resmiyet ifade etmesi için imzalanması adettir. Öyle anlaşılıyor ki eskiden imza yerine mühürle iktifa ediliyordu, imza yerine mührün kullanılması Japonya ve Çin'de Hz.Isâ'dan bir kaç asır öncesine kadar ulaşır. Batıda da kırallann veya hükümdarların imzası yerine mühür kullanılagelmiştir.[49]

işte bu sebeple Resûlullah (s.a.v.) yabancı hükümdarlara mektup yazıp onları Islama davet etmek istediği zaman, kendisi­ne: "Bunlar mühürsüz yazıyı okumaz." denilmiş, bunun üzerine Resûlullah (s.a.v.) mühür olarak kullanılmak üzere gümüşten bir yüzük yaptırmıştı. Kaşında "Muhammedün Resûlullah" yazısı vardı.[50] Bu yazı islam Devletinin sembolü olmuştu. Onun için Resûlullah (s.a.v.) başkasının yüzüğünün kaşında bu ibarenin olmasını yasaklamıştı. Resûlullah (s.a.v.), mührü bulunmadığı zaman isminin altına parmak bastığı da olurdu.[51]

 

F) Mektuplara Tarih Konulması
 

Resûlullah'ın yazdıkları mektuplara tarih konuluyor muydu, yoksa konulmuyor muydu? Veya başka bir ifade ile Resûlullah (s.a.v.) Mektuplarında tarih kullanmış mıdır, yoksa kullanmamış mıdır? Şüphe yokki genel olarak Resûlullah'ın mektupları tarih­siz idi. Ancak bazı vesikalarda senenin zikredildiği görülmekte­dir. Muhammed Hamidullah'm "el-Vesâiku's-siyâsiyye (s.33)" de zikrettiğine göre Resûlullah'ın Mikna halkı ile yaptığı muahedeyi hicretin dokuzuncu senesinde Ali b. Ebû Tâlib yazmıştır.

Ibn Fadlullah el-Umerî, Resûlullah'ın Temîm ed-Dârî'ye hic­retin dokuzuncu senesinde yazılan mektubunu görmüştür."[52]

es-Süyûtî (Ö.911/1505) demiştir ki: "Ibnü'1-Imâd (0.1089/ 1679)'m bir mecmuasında kendi hattıyla Ibnü's-Salâh'ın (0.643/ 1245) şöyle dediğini gördüm: "Üstat Ebû Tâhir Muhammed b. Mu­hammed ez-Ziyâdî'nin bir kitabında Resûlullah (s.a.v.)'in Necrân Hıristiyanlarına yazdırdığı bir mektubunda hicreti tarih olarak kullandığını gördüm. Resûlullah Hz.Ali'ye "hicretin beşinci yılı" diye yazmasını emretmiştir. Buna göre hicreti tarih başlangıcı olarak kullanan Hz.Peygamber (s.a.v.) olmuş, daha sonra Hz.Ömer de ona tabi olmuştur."[53]

Ibn Asâkir (Ö.571/1176), Ibn Şihâb'dan şöyle nakletmiştir: "Hz.Peygamber (s.a.v.) Rebîu'l-Evvel ayında Medine'ye gelince bunun tarih yazılmasını emretti."[54]

Ibn Hacer (Ö.852/1447) demiştir ki: "el-Hâkim "el-Iklü" isimli eserinde tbn Güreye ve Ebû Seleme, tarikiyle Ibn Şihâb ez-Zührî'den şöyle rivayet etmiştir: Hz.Peygamber (s.a.v.) Medine'ye gelince taârihinin yazılmasını emretti, Rebîulevvel ayı yazıldı. Bunun anlaşılması güçtür, ileride geleceği gibi meşhur olan, hic­retin tarih başlangıcı olarak kabul edilmesi Hz.Ömer'in hilafeti zamanında olmuştur."[55]

Kalkaşandî (Ö.821A418) de demiştir ki: "Ebû Ca'fer en-Nehhâs "Smâatü'l-kitâb" isimli eserinde Muhammed b. Cerîr tarikiyle îbn Şihâb'dan rivayet etmiştir ki Hz.Peygamber (s.a.v.) Medine'ye geldiği zaman, -ki Rebîulevvel ayında gelmişti-, târihinin yazılmasını emretti. Buna göre tarih başlangıcı hicret yılında olmuştur."[56]

Bilginler yanında yaygın olan hicretin tarih başlangıcı olarak kabul edilmesi Hz.Ömer'in hilafeti döneminde idâri bir işten dola­yı olmuştur.

eş-Şa'bî'den şöyle dediği rivayet edilmiştir: "Ebû Mûsâ el-Eş'arî, Hz.Ömer'e: "Bize yazılar geliyor, bunların tarihini bilemi­yoruz." diye yazdı. Bunun üzerine Hz.Ömer sahâbîlerle istişare ettikten sonra Hz.Peygamber (s.a.v.)'in hicretinin tarih başlangıcı olarak yazılmasını emretti.[57]

Ebû Hilâl el-Askerî (ö.395/1005)"el-Evâü" isimli eserinde zik­rettiğine göre Ebû Mûsâ el-Eş'arî, Ömer b. el-el-Hattâb'a: "Bize Mü'minlerin Emîri tarafından yazılar geliyor, bunların hangisini uygulayacağımızı bilemiyoruz. Yazıların üzerinde Şaban ayı zik­redilmektedir. Fakat hangi Şaban, geçen Şaban mı, gelecek Şa­ban mı, bilemiyoruz?" diye yazdı. Bunun üzerine Hz.Ömer hicreti tarih başlangıcı kabul etti.[58]

Kalkaşandî de başka bir şey rivayet etmiştir ki onun da muh­tevası şudur: Sahabe tarih problemi ile karşı karşıya gelince, bu­nu iranlılardan öğrenmemiz gerekir, dediler. Bunun üzerine Hz.Ömer, Hürmüzânı toplayıp sordu. Onlar da bizim bir hesabı­mız yar ona "ayların ve günlerin hesabı" diyoruz, dediler. Böylece Hz.Ömer de tarihi kabul etmiş oldu.[59]

Öyle anlaşılıyor ki Hürmüzân olayı, sebepsiz olarak bu konu­ya girdirilmiştir. Çünkü Kur'ân-ı Kerîm'in de belirttiği gibi gün­ler, aylar ve sene Araplarca bilinmekte idi. Hatta onlar câhiliyye döneminde târih de kullanıyorlardı. Fakat sabit bir tarihleri yok­tu, her önemli olayı tarih başlangıcı kabul edip kullanıyorlardı.[60]

Bazıları Sel'in düşmesine tarih koymuşlar, Durûz dağlarının kuzey bölgesindeki Bahran el-Lüca Kilisesinin kapısının üzerinde de bir yazı bulmuş ve bu yazının altında: "Hayber'in bozulmasmdan bir yıl sonra 463 senesinde yazıldı."[61] denilmiştir.

Araplar bi'setten önce fil yılını tarih olarak kullanıyorlardı.[62] Buna göre Islâmî takvimin meydana gelmesi olayına Hürmü-zan'm girdirilmesi için geçerli bir sebep yoktur. Çünkü Araplar câhiliyye döneminde de tarih kullanıyorlardı. Bundan dolayı Pey­gamber efendimizin bazı yazılarına tarih koymuş olması pekâlâ mümkündür, fakat tarih kullanımı yaygın değildir. Hz.Ömer za­manında yazılara tarih konulmasına ihtiyaç duyduklarında Resûlullah'm hicretini tarih başlangıcı olarak kabul etmişlerdir. [63]

 

10-Zarf
 

Öyle anlaşılıyor ki Resûlullah (s.a.v.) bazı mektuplarını bir şeye sararak göndermiştir, veya mektubu durup üzerini mühürle-miştir. Resûlullah, Amr b. el-As'ı Ceyfer'e ve Abd b. el-Cülendî'ye göndermişti. Amr, Abd b.Cülenda ile görüşmüş, o da kendisini kardeşi Cayfer ile görüştürmüştür. Amr b. el-As demiştir ki: "Onun yanına girdim. Mühürlü mektubu ona verdim. Mektubu açtı ve okudu."[64] işte bu rivayetten mektupların kapalı gönderildi­ği anlaşılmaktadır.

Netice olarak diyebiliriz ki: Resûlullah (s.a.v.) zamanında dîvânü'1-inşâ meydana getirildi, dîvânü'1-cünd ve dîvânü'l-harâc'm esası ortaya konuldu. Arapçadan yabancı dillere ve ya­bancı dillerden Arapçaya tercüme için özel bir bölüm oluşturuldu. Yazı işleri düzenli idi. Yazı ile ilgili işler ihtisas sahiplerine verilir­di.

Şimdi Allah'ın izni ile Peygamber efendimizin gözetiminde bu idarî işleri yerine getirenlerden bahsetmeye başlayacağız. [65]


[1] Dr. Mustafa el-Azamî, Bütün Yönleriyle Asr-ı Saadet’te İslam, Beyan Yayınları: 1/365-366.

[2] İbn Sa'd, Tabakât, III, 542.

[3] İbn Habîb el-Bağdâdî, el-Muhabber, 475, 477.

[4] Belâzari,Fütûku'l-büldân, 660-661. Ayrıca bk. el-Ikdü'l-ferîd, IV, 175; İbn Kuteybe, Muhtelifü'l-hadls, 287.

[5] Belâzurî, Fütûhu'l-büldân, 663-664.

[6] Cuma sûresi: 62/2.

[7] A'râf sûresi: 7/158.

[8] Buhârî, Savm, 13,15; Ahmed b. Hanbel, Müsned, II, 122.

[9] Alak sûresi: 96/1-4.

[10] Hamîdullah, el-Vesâiku's-siyâsiyye, Vesika no:l.

[11] Dr. Mustafa el-Azamî, Bütün Yönleriyle Asr-ı Saadet’te İslam, Beyan Yayınları: 1/367-369.

[12] Subhu'l-A'şâ, 1,89.

[13] Lisânü'1-Arab, dvn maddesi.

[14] el-Askerî, el-Evâil, 133 (14)Subhu'l-A'şâ, 1,91 (15)Subhu'l-A'şâ, I, 91.

[15] en-Nuzumü'1-îslâmiyye, 170.

[16] Buharı, Cihad, 181.

[17] Buhârî, Cihad, 140. İbn Hacer, Buhârî'nin şerhi "Fethu'1-bârî' isimli ese­rinde (VI, 143) hadisin şerhinde: "Hadis, askerleri yazmanın meşru oldu­ğuna ve devlet başkanının halkının maslahatını gözetmesi gerektiğine de­lalet eder." der.

[18] Dr. Mustafa el-Azamî, Bütün Yönleriyle Asr-ı Saadet’te İslam, Beyan Yayınları: 1/369-371.

[19] bk. Fethu'l-bârî, IX, 22; Müsned, VI, 250; el-Mesâhif, 3.

[20] el-Mes'ûdî, et-Tenbîh ve'1-îşrâf, 282-284; el-Vüzerâü ve'1-küttâb, 12-14 îbn Miskeveyh, Tecârübü'1-ümem.

[21] el-Vuzerâ' ve'I-küttâb, 12-13.

Dr. Mustafa el-Azamî, Bütün Yönleriyle Asr-ı Saadet’te İslam, Beyan Yayınları: 1/371.

[22] el-İsâbe, I, 561.

[23] Suhârî, et-Târîhu'l-kebîr, II/l, 381;el-îsâbe, I, 561.

Dr. Mustafa el-Azamî, Bütün Yönleriyle Asr-ı Saadet’te İslam, Beyan Yayınları: 1/372.

[24] Dr. Mustafa el-Azamî, Bütün Yönleriyle Asr-ı Saadet’te İslam, Beyan Yayınları: 1/372.

[25] Beyhakî, es-Sünenü'l-kübrâ, VI, 16.

[26] Dr. Mustafa el-Azamî, Bütün Yönleriyle Asr-ı Saadet’te İslam, Beyan Yayınları: 1/372-373.

[27] el-Misbâhu'1-mudî', 31.

[28] Dr. Mustafa el-Azamî, Bütün Yönleriyle Asr-ı Saadet’te İslam, Beyan Yayınları: 1/373.

[29] Câsiye sûresi: 45/29.

[30] Lisânü'1-Arab, Nesh maddesi.

[31] Vâkıdî, el-Megâzî, 612.

[32] Bk. et-Terâtîbü'l-idâriyye, II, 244.

[33] ez-Zeyleî, Nasbu'r-râye, IV, 420.

[34] Bk. İbn Tolon, î'lâmü's-sâilîn, 48-52.

[35] Geniş bilgi için bk. el-Vesaikü's-siyâsiyye, 104b, 104c.

[36] el-Makrizî, Hıtat, I, 295.

[37] Belâzurî, Ensâbü'-eşrâf, I, 22; Ayrıca bk. Târîhu't-Taberi, li, 790.

[38] Dr. Mustafa el-Azamî, Bütün Yönleriyle Asr-ı Saadet’te İslam, Beyan Yayınları: 1/373-374.

[39] Hûd sûresi 11/41.

[40] îsrâ'sûresi: 17/110.

[41] Nemi sûresi: 27/30.

[42] îbn Sa'd, et-Tabakât, I, 263,264. Ayrıca bk. Ebû Dâvûd, 1,291; Ebû Ubeyd, Fedâüü'l-Kur'ân, 52a.

[43] Bk. Mlzânü'l-t'tidâl, el-Heysem b. Adî'nin tercemesi.

[44] Dr. Mustafa el-Azamî, Bütün Yönleriyle Asr-ı Saadet’te İslam, Beyan Yayınları: 1/375.

[45] Hamîdullah'm "el-Vesâiku's-siyâsiyye" isimli eserindeki vesikalardan herhangi bir vesikaya mesela Resûlullah'm Necâşî'ye mektubuna bak.

[46] Misal olarak bk. Ahmed, Müsned, IV, 339. İbn Hacer demiştir ki: Ahmed ve Ebû Dâvûd, el-Alâ' b. el-Hadramî, Bahreyn'de Resûlullah'in valisi iken ona mektup yazıp, mektubuna kendi ismini yazarak başlamıştır. Ibn Ömer de Muaviye'ye yazarken kendi ismi ile başlamıştır. Bezzâr da zayıf bir senedle Hanzale el-Kâtib'den rivayet etmiştir ki: Hz.Peygamber (s.a.v.), Ali ve Halid b. Velid'i bir yere görevlendirdi. Halid yazdığı mektuba kendisi ile başladı, Ali de Resûlullaîı ile başladı. Hz.Peygamber (s.a.v.) on­lardan hiç birine itapta bulunmadı. Cbk. Fethu'l-bârî, VIII, 223).

[47] Buhârî, el-Edebü'l-müfred, II, 559.

Dr. Mustafa el-Azamî, Bütün Yönleriyle Asr-ı Saadet’te İslam, Beyan Yayınları: 1/375-376.

[48] bk, Hamîdullah el-Vesâiku's-siyâsiyye, 34, 41, 44,124 noîu vesikalar. Şa­hitlerin ismi için ise 43, 48 ve 124. vesikalar.

Dr. Mustafa el-Azamî, Bütün Yönleriyle Asr-ı Saadet’te İslam, Beyan Yayınları: 1/376.

[49] bk. Dâiratü'l-maârif el-Biritâniyye, SEAL maddesi.

[50] Buhârî, Libas, 25; İbn Sa'd, Tabakât, I, 471.

[51] el-tsâbe, II, 431.

Dr. Mustafa el-Azamî, Bütün Yönleriyle Asr-ı Saadet’te İslam, Beyan Yayınları: 1/376.

[52] Hamîdullah, age., Vesika 33 (Belâzurî'nin Fütûhu'l-büldân'ından naklen).

[53] Salâhuddîn el-Müncid, Târîhu'l-hattı'l-Arabî (el-Mesâlik ve'1-Memâlik, s. 173-175 den naklen).

[54] es-Süyûtî, eş-Şimârih fi ilmi't-târîh, 50-51.

[55] îbn Hacer, Fethu'l-bârî, VII, 268.

[56] Subhu'1-a'şâ, VI, 240.

[57] Târîhu Halîfe b. Hayyât, I, 8. Ayrıca bk. Buhârî, et-Târîhu's-sağîr, 9.

[58] Subhu'1-a'şâ, VI, 240-241.

[59] Subhu'1-a'şâ, VI, 241.

[60] Cevad Ali, Târîhu'l-Arab kable'l-lslâm, I, 44-53.

[61] Nâsıruddîn el-Esed, Masâdıru'ş-şı'ri'l-câhilî, 29; R. Bilaşer, Târîhu'l-ede-bi'l-Arabî, 72-73.

[62] Nâsıruddîn el-Esed, Masâdıru'ş-şı'ri'l-câhilî, 29. Bundan milâdî Mesîhî takvimini kullanmadıkları anlaşılmaktadır.

[63] Dr. Mustafa el-Azamî, Bütün Yönleriyle Asr-ı Saadet’te İslam, Beyan Yayınları: 1/377-379.

[64] İbn Sa'd, Tabakât, I, 262.

[65] Dr. Mustafa el-Azamî, Bütün Yönleriyle Asr-ı Saadet’te İslam, Beyan Yayınları: 1/379.