hafız_32
Tue 5 October 2010, 09:42 pm GMT +0200
ASR-I SAADETTE YAZI VE VAHİY KATİPLERİ
Dr. Mustafa el-Azamî
MUSTAFA 1932 Yılında Hindistan'ın Uttar Pradeş eyaletine EL-A'ZAMÎ bağlı Mau-nath Bhanajan şehrinde doğdu, tik, orta ve yüksek tahsilini Hindistan'da tamamladı. Yüksek lisansım 1955 yılında Ezher'de, doktorasını 1966 yılında Cambridge'de bitirdi. 1955-1964 yılları arasında Katar Milli Kütüphanesinde çalıştı. Suudi Arabistan, ingiltere ve ABD'nin değişik üniversitelerinde Öğretim üyeliği görevinde bulundu. Hadis sahasındaki araştırmalarıyla tanınan yazar 10'u aşkın eserin sahibidir. [1]
Birinci Bölüm
ÜMMİ PEYGAMBER DİVANI (ARŞİVİ) VE KÂTİPLERİ
1- İslamın Başlangıcında Arap Yarımadasında Yazı
Araplar câhiliyye döneminde bile yazının değerini ve önemini takdir etmişlerdi. Çünkü onlar okuma yazma bilmeyi, insanın kâmillerden olabilmesi için itibar ettikleri üç temel esastan biri saymışlardı, tbn Sa'd demiştir ki: "Araplar, câhiliyye döneminde ve islamın başlangıcında Arapçayı yazan, yüzücülük ve ok atmayı iyi bilenlere "el-kâmil" derlerdi."[2]
Araplar bazı işleri yapmak istemiyorlar, onu yapanları da hakir görüyorlardı. Buna rağmen onların büyükleri ve eşrafı câhiliyye ve îslam döneminde öğrenim işiyle meşgul olmuşlardır.[3]
Araplar câhiliyye döneminde bile yazının önemini biliyorlardı. Fakat yazıyı kullanma bakımından câhil idiler. Genellikle bunun sebebi de günlük hayatlarında buna ihtiyaç duymamaları idi. Bu sebeple okuma yazma bilenlerin sayısı azdı. Hatta denilmiştir ki: "îslam geldiğinde Kureyş içerisinde yazı bilen on yedi erkek vardı."[4] el-Vâkidî (Ö.207/822), Medine'de de on bir şahsın yazı bildiğini zikreder.[5] Her halükârda, Özellikle Mekke'nin coğrafî, ticarî ve dînî merkez olmasına baktığımızda bu listeyi sağlam bir istatistik saymamız mümkün değildir. Bütün bunlara rağmen şurası açık bir gerçektir ki, o zaman Arap yarımadasında okuma yazma bilmemek hakimdi. Hatta Allah teâlâ bu toplumu "ümmî", onlara gönderilen peygamberi de "Ümmî Peygamber" olarak vasıflamıştır. Yüce Allah şöyle buyuruyor: "Ümmîler içerisinde, kendilerine âyetlerini okuyan, onları arıtan, onlara kitabı ve hikmeti öğreten bir Peygamber gönderen odur."[6] "Allah'a ve ümmî olan peygambere inanın. Ki o peygamber Allah'a ve sözlerine inanmıştır."[7]
Hz.Peygamber (s.a.v.) de o zaman islam toplumunu: "Biz ümmî bir topluluğuz, yazı ve hesap bilmeyiz."[8] sözleriyle tavsif etmiştir.
Nur ve hidayet kaynağı olan Kur'ân-ı Kerîm ümmî bir toplum içerisinde olan ümmî bir peygambere inmiştir. Buna rağmen Peygamber'e gelen ilk hitap okumakla ilgili olmuştur: "Yaratan Rabbinin adıyla oku. O, insanı bir kan pıhtısından yarattı. Oku, kalemle öğreten ve insana bilmediklerini bildiren Rabbin en büyük kerem sahibidir."[9]
Müşrikler islam davetine karşı koydular, bütün şer kuvvetler bu hususta toplandılar. Nihayet Resûlullah (s.a.v.) ashabı ile beraber Medine-i Münevvere'ye hicret etti. Resûlullah'ın hicreti ile islam tarihinde yeni bir safha başladı. Çünkü islam, başlangıçta küçük de olsa, Resûlullah'ın, ilim ve amel bakımından, islam akîde ve şeriatım ekebileceği bir yer buldu.
Bu durum, Resûlullaht(s.a.v.) Medine'ye hicret edip, bir cihetten Müslümanlarla Yahudiler, diğer cihetten Muhacirlerle Ensar arasındaki münasebetleri düzenleyen -bazı araştırıcıların ifadesiyle - yeni devletin anayasasını yazmcaya kadar devam etti.[10] Böylece Müslümanların Medine'de bir devleti oldu. Devletin düzeni ve idarî organları olması gerekir.
Aşağıdaki sahifelerde idarî düzenle ilgili, yani Resûlullah (s.a.v.) zamanında divanların veya sekreteryanın meydana gelmesi ile ilgili kısa bir fikir vermeye çalışacağız. Sonra bu görevi kimlerin üslendiğinden ve bize bu bilginin nasıl ulaştığından bahsedeceğiz.
Daha önce zikretmiştik ki islam geldiği zaman yazı bilenlerin sayısı azdı. Fakat Resûlullah (s.a.v.)'in öğretimle ilgili üstün siyaseti sayesinde okuma yazma gerçekten kısa bir zaman içerisinde yayıldı. Hatta Resûlullah'ın Kâtipliğini yapanların sayısı elliye ulaştı. Şimdi elimizdeki bol kaynaklara müracaat ettiğimiz zaman Resûlullah zamanındaki yazı veya idarî faaliyetlerle ilgili geniş bir plan çizebiliriz. [11]
2- Resûlullah Zamanında Dîvanların (Sekreteryanın) Ortaya Çıkışı
Dîvân, kâtiplerin oturduğu yerin ismidir.[12] Sahîfelerin toplandığı yere, askerlerin ve kendilerine maaş verilecek olan kimselerin isimlerinin yazıldığı deftere de dîvân denir.[13]
Anlaşıldığına göre îslamın başlangıcmda üç türlü divan vardı:
1- Dîvânül-inşâ',
2- Dîvânü'1-ceyş,
3- Beytü'1-mâle gelen vergi ve haraçların ve müslümanlara verilecek atiyyelerin tesbit edildiği dîvânü'l-haraç veya dîvânü'l-cibâye.
Dîvanları tanzim edenin Mü'minlerin Emîri Hz.Ömer'in olduğu yaygın bir şekilde bilinmektedir. Nitekim Ebû Hilâl el-Askerî (ö.395/1005): "Dîvânı ilk meydana getiren Ömer'dir." demiştir.[14]
a) Dîvânü'1-inşâ': Kalkaşendî (Ö.821/1418), islamda ilk meydana getirilen dîvânın dîvânü'1-inşâ' olduğunu, bunun Resûlullah (s.a.v.) zamanında meydana getirildiğini söylemiştir.14
b) Dîvânü'1-ceyş: Kalkaşandî onun hakkında da: "Bunu ilk ortaya koyan ve düzenleyen, hilafeti döneminde Mü'minlerin Emîri Hz.Ömer olmuştur." der.15
c) Dîvânü'l-haraç'a gelince bu konuda ve dîvânül-ceyş hakkında Hasen ibrahim Hasen şöyle demiştir: "islâm fetihleri genişleyince Ömer b. el-el-Hattâb Iran sınır muhafızlarından biri ile istişare ettikten sonra dîvân düzenini benimsedi." O, başka bir defa da şöyle demiştir: "Ömer dîvân düzenini Farslardan aldı. Askerlerin yazılması için ordu dîvânını (dîvânü'1-cünd) inşa etti. Beytü'1-mâle gelen vergi ve haraçların ve müslümanlara verilecek atiyyelerin tesbit edildiği dîvânü'l-haraç'ı da inşa etti.[15]
Fakat bu söylenenlerin üzerinde durulması gerekir. Öyle anlaşılmaktadır ki basit şekliyle dîvânlar Resûlullah (s.a.v.) zamanında kullanılmıştır. Hz.Ömer'in hilafeti zamanı gelip de devletin sınırları genişleyince idarî düzenin geliştirilmesi zarurî oldu. işte bunun üzerine Hz.Ömer öncekinden daha şümullü olarak dîvânın tanzimini emretmiştir. Bunun delili, Kalkaşendî'nin daha önce zikreredilen: "Islamda ilk meydana getirilen dîvânın dîvânü'l-inşâdır. Bu, Resûlullah (s.a.v.) zamanında meydana getirildi." sözüdür.
Dîva^ü'l-ceyşe gelince bu konuda Sahîh-i Buhârî'de rivayet edildiğine göre: Huzeyfe (r.a.) şöyle demiştir: Resûlullah (s.a.v.): "Bana müslumanlarm isimlerini yazınız." buyurdu. Biz de ona 1500 kişinin ismini yazdık."[16]
Buhârî'nin Sahîh'indeki aşağıdaki rivayeti de, gazveye gidenlerin isimlerinin yazılmasının sahâbîlerin adetleri olduğunu ifade eder: Ibn Abbas'dan rivayet edilmiştir ki, kendisi Resûlullah (s.a.v.)'in şöyle buyurduğunu işitmiştir: "Bir kimse mahremi olmayan bir kadınla başbaşa kalmasın. Ve hiç bir kadın da yamnda mahremi olmaksızın sefere çıkmasın." buyurdu. Bunun üzerine bir adam kalkarak: "Yâ Resûlellah! Ben şu ve şu gazveye yazıldım. Hanımım da hac yapmak üzere gitti." dedi.[17]
Bundan, onların cihada gitmek isteyenlerin isimlerini yazdıkları anlaşılmaktadır. Buna "dîvânü'1-ceyş" denilmesi veya "dîvânü'l-ceyş'in çekirdeği kabul edilmesi mümkündür.
Dîvânü'l-haraç veya dîvânü'l-cibâye'ye gelince, biraz sonra göreceğimiz gibi, Resûlullah (s.a.v.)'in kâtipleri içerisinde ganimetleri yazanlar vardı. O zaman bu, devletin gelirleri idi, kaydedilirdi. Buna "dîvânü'l-haraç" ismini veremesek bile daha sonra "dîvânü'l-haraç" şeklini alan şeyin başlangıç noktası diyebiliriz. Hz.Ömer'in dîvânları tanzim etmek için îran sınır muhafız ile istişare ettiği meselesine gelince bu, hemen kabul edilebilecel bir durum olarak görülmemektedir. Çünkü daha önce yazı bilin mekte idi. Müslümanlar Resûlullah (s.a.v.) zamanında Önemi: şeyleri yazıyorlardı. Kitap ve sahifeler de Resûlullah (s.a.v. zamanında bilinmekte idi. Dîvân da, içerisine askerlerin isimler yazılan bir defterden başka bir şey değildir. Konuya bu bilgilerir ışığı altında bakılınca dîvân düzeninin İranlılardan alınması meselesi şüpheli olur. [18]
3- Sekreterya Ve Birimleri
ihtisasları açısından Resûlullah'm kâtiplerine baktığımızda bir takım kimselerin Kur'ân'ı yazdıklarını görürüz.[19] Bazj kâtiplerin de devlet işleriyle ilgili yazışmada ihtisas kazandıklarını görürüz.[20]
içlerinde Zeyd b. Sabit gibi Resûlullah'm hükümdarlara gönderdiği mektupları yazan vardı.
Ali b. Ebû Tâlib gibi muahedeleri yazan, el-Muğîre b. Şu^e gibi ortaya çıkan ihtiyaçlarını yazan, Abdullah b. el-Erkam ve diğerleri gibi insanlar arasındaki akitler ve borçları yazan,
Muaykıb b. Ebû Fâtıma ed-Devsî gibi Resûlullah'm ganimet lerini yazan,
Huzeyfe b. el-Yeman gibi Hicaz hurmalarım tahmin edip ya zanlar vardı.
Resûlullah'ın kâtipleri içerisinde "Hanzala el-kâtib" isminde biri vardı ki, Resûlullah'm diğer kâtibleri olmadığı zaman işlerini bu yazardı. Bu sebeple "el-kâtib" deyince anlaşılan o idi.[21]
4- Tercüme Kısmı
Abd b. Humeyd, Sabit b. Ubeyd tarikiyle Zeyd b. Sâbit'in şöyle dediğini rivayet etmiştir: "Resûlullah (s.a.v.) bana: "Ben bir takım kimselere yazı yazdırıyorum ki onların fazla veya noksan yapmalarından korkuyorum. Süryânîceyi Öğren." buyurdu. Ben de on yedi gün içerisinde Öğrendim.[22]...Nihayet Resûlullah'm yahudilerle olan yazışmalarını yazdım, onların Resûlullah'a yazdıklarım da okudum."[23]
5- Mektuplara Verilecek Cevaplarla İlgili Bazı Prensipler
Biz Cehşiyârî (ö.331/943) zikretmiştir ki Hz.Peygamber (s.a.v.) Kâtib Hanzala b. er-Rabî' b. el-Murakka'a kendisinden ayrılmamasını ve her şeyi kendisine üçüncü gününde zikretmesini emretti. Bunun manası,.Resûlullah.(s.a.v.) gelen yazılara üç gün içerisinde cevap verilmesini emretti, olmaz mı? Herhalükarda bu mana uzak değildir.
Bu, ifade etmektedir ki, Hz.Peygamber (s.a.v.) her şeyi unutmadan zamanında yapması için Hanzala'dan, bunları kendisine hatırlatmasını istemiştir. Bu da Resûlullah'm meşguliyyetinin çokluğunu ve hiç bir şeyi üç günden fazla geciktirmeden yapmak istediğini ifade ediyor. [24]
6- Katiblerin Bürosu
O zaman katiblerin oturup yazmaları için özel bir yer var mı idi? Buna müsbet ya da menfi kesin olarak cevap vermek kolay değildir. Fakat genellikle Kur'ân-ı Kerîm'in yazılması için özel bir yer vardı. Devletle ilgili yazışmalar için de durum böyle idi. Nitekim Ibn Abbas'dan şöyle rivayet edilmiştir: "Mushaflar satılmazdı. Bir mushafa sahip olmak isteyen kimse bir kağıt ile Resûlullah'm yanına gelir, yazı bilen bir kimse kalkar hasbî olarak yazmaya başlar, sonra diğeri kalkar, bu, mushaf bitinceye kadar böyle devam ederdi."[25] Bundan, Resûlullah'ın meclisinde mushaf yazılması için özel bir yerin olduğu anlaşılmaktadır. Mektuplar da burada yazılmış olabilir. [26]
7- Müsveddelerin Yazılması
Ibnü'l-Kâsim'in imam MâliVten rivayet ettiğine göre Mâlik demiştir ki: Bana ulaştığına göre Resûlullah'a bir mektup gelince:
"- Benim adıma buna kim cevap verecek?" buyurdu. Abdullah b. el-Erkam:
"- Ben." dedi ve ona cevap yazdı. Bu, Resûlullah'a getirildi, hoşuna gitti, gönderilmesini emretti.[27]
Bu rivayetin ışığında: Kâtipler önce yazıyorlardı, sonra Resûlullah'a arzedip muvafakatim alıyorlardı, diyebiliriz. Gayet açıktır ki Resûlullah (s.a.v.) onu değiştirebilir, veya yerine başkasını yazdırabilir ya da ona muvafakat edebilir. Yazı son şeklini ancak Resûlullah'm muvafakatından sonra alabilirdi. Bu işe,, müsveddelerin hazırlanması diyebiliriz. Tabi, bu bizzat Resûlullah (s.a.v.) yazdırmadığı zaman olurdu. [28]
8- Yazıların Bir Suretinin Muhafaza Edilmesi
Kâtiplerin bütün yazdıkları yazıyı istinsah ederek bir nüshasını sakladıklarıyle ilgili açık bir delil bulamadım. Ancak hepsini değilse de bazı yazışmaların istinsah edildiği söylenebilir. Şöyle ki:
1- Nesh kelimesi cahiliyye döneminde Araplarca bilinmekte idi.
Nitekim Allah teâlâ: "Biz sizin yaptıklarınızı yazıyorduk."[29] buyurmuştur. "Lisanü'1-Arab" da en-nesh: "Bir yazının tıpkısını harf be harf yazmaktır." denir.[30]
Hudeybiye Sulhu iki nüsha olarak yazılmıştı. Bir nüshasını Resûlullah (s.a.v.), diğerini de Süheyl b. Beydâ' almıştı. el-Vâkıdî (Ö.207/822) demiştir ki: "Hudeybiye Sulhu yazılınca Süheyl: "Benim yanımda olacak", dedi. Resûlullah de: "Hayır bende kalacak", demişti. Bunun üzerine bir nüsha daha yazıldı. Resûlullah (s.a.v.) ilk yazılanı aldı, Süheyl de istinsah edileni aldı."[31]
Abdullah b. Amr b. el-As demiştir ki: "Elimle yazdığım ilk yazı Hz.Peygamber (s.a.v.)'in Mekke halkına yazdırmış olduğu yazıdır."[32] Açıktır ki bu, Resûlullah (s.a.v.)'in yazdırdığı yazının bir nüshasıdır. Çünkü Abdullah b. Amr b. el-As Hudeybiye Sulhu'nda muahedeyi yazan değildi. Öyle ise o, Resûlullah'da bulunan aslî nüshadan istinsah etmiştir, ya da sahabelerden birinin yanında muhafaza edilen muahedenin suretinden yazmıştır. Bütün bunlardan resmî vesikaların muhafaza edildiği anlaşılmaktadır.
Hz.Peygamber (s.a.v.) tarafından muhtelif cihetlere gönderilen yazılar bazı sahâbîlerin yanında mevcut olduğu gibi, Ibn Ab-bas'm,[33] Ebû Bekir b. Hazm'in [34] ve Urve b. ez-Zübeyr'in yanında da mevcuttu.
Bu bilgilerin ışığında diyebiliriz ki, sahâbîler, Resûlullah (s.a.v.)'in muhtelif cihetlere gönderilen mektuplarının suretini alıyorlardı. Bu yazılar ve suretler genel idarede muhafaza ediliyordu. Sahâbîlerin yanında bu suretler muhafaza edilmiş olmasaydı, hiç bir kimsenin Resûlullah'm bu yazılarım bir araya getirmesi mümkün olmazdı.
Ebû Bekir es-Sıddîk'in yanında Hz.Peygamber'in zekatla (sadakat) ilgili yazısı vardı.[35]
Ömer b. el-Hattâb, bazı şahıslardan alınan bütün muahede ve vesikaları muhafaza ediyordu.[36]
Hz.Peygamber (s.a.v.)'in vefatından sonra çeyrek asır geçmemişti ki başlangıçta okuma yazma bilmeyenlerin şehri olan Medine'de Hz.Osman'm evine bitişik "Beytü'l-karâtîs" yani çeşitli evrakların muhafaza edildiği arşiv oluşmuştu.[37] Buna İslam Devletinin Sekreteryası diyebiliriz. [38]
9- Mektupların Yazılış Şekli
A) Başlangıcı
Hz.Peygamber (s.a.v.)'in mektupları "Bismillâhi'r-rahmâni'r-rahîm" sözü ile başlardı. Şa'bî (ö.l03/721 )'den zikredildiğine göre mektupların başında "bismillah..." in yazılması muhtelif merhalelerden geçmiştir. İbn Sa'd (ö.230/845) demiştir ki: Bize el-Hey-sem b. Adiy et-Tâî haber verdi, o dedi ki bize Mücâlid b. Saîd ve Zekeriyyâ b. Ebû Zaide Şa'bî'nin şöyle dediğini haber verdiler: "Resûlullah (s.a.v.) başlangıçta Kureyş'in yazdığı gibi "bismi-ke'llâhümme" şeklinde yazıyordu. "Gemiye binin, onun yürümesi ve durması Allah'ın ismiyledir."[39] anlamındaki âyet inince "bismillah" şeklinde yazdı. Daha sonra "Deki: Gerek Allah deyin, gerek Rahman deyin....."[40] anlamındaki âyet inince "Bismi'llâhi'r-
rahman" yazdı. Daha sonra "Şüphesiz ki o, Süleyman'dandır ve o, hakîkaten rahman ve rahînı olan Allah'ın adiyle."[41] anlamındaki âyeti inince "Bismillâhi'r-rahmâni'r-rahîm" şeklinde yazdı.[42]
Bu rivayet zayıf olup sabit değildir. el-Heysem b. Adiy et-Tâî yalancıdır,[43] onun için bu rivayet kabul edilmez[44].
B) Unvan
Resûlullah (s.a.v.)'in mektuplarında önce kendi ismi, sonra kendisine mektup gönderilenin ismi yazılırdı.[45] Bu, eski adetlerdendi. Ancak nâdir olarak büyük ve şerefli kimsenin ismi ile başlandığı da olurdu. Bu sebeple sahâbîler Hz.Peygamber'e yazdıkları zaman önce onun isimim yazarak "Allah'ın elçisi Muhammed'e" diye başlarlardı.[46]
Buhârî'nin , Ravh b. Abdülmü'min, Ebû Üsâme ve Hişam b. Urve tarikiyle rivayetine göre Hişam demiştir Ki; "Resûlullah'm mektuplarından birini gördüm. Her fıkra bitince "emmâ ba'dü'diyordu."[47]
D) Kâtibin Îsmi
Mektubun sonunda çoğukez kâtip ismini zikrederdi. Zaman zaman şahitlerin ismini yazdığı da olurdu.[48]
E) Mektubun Mühürlenmesi
Zamanımızda resmî yazıların resmiyet ifade etmesi için imzalanması adettir. Öyle anlaşılıyor ki eskiden imza yerine mühürle iktifa ediliyordu, imza yerine mührün kullanılması Japonya ve Çin'de Hz.Isâ'dan bir kaç asır öncesine kadar ulaşır. Batıda da kırallann veya hükümdarların imzası yerine mühür kullanılagelmiştir.[49]
işte bu sebeple Resûlullah (s.a.v.) yabancı hükümdarlara mektup yazıp onları Islama davet etmek istediği zaman, kendisine: "Bunlar mühürsüz yazıyı okumaz." denilmiş, bunun üzerine Resûlullah (s.a.v.) mühür olarak kullanılmak üzere gümüşten bir yüzük yaptırmıştı. Kaşında "Muhammedün Resûlullah" yazısı vardı.[50] Bu yazı islam Devletinin sembolü olmuştu. Onun için Resûlullah (s.a.v.) başkasının yüzüğünün kaşında bu ibarenin olmasını yasaklamıştı. Resûlullah (s.a.v.), mührü bulunmadığı zaman isminin altına parmak bastığı da olurdu.[51]
F) Mektuplara Tarih Konulması
Resûlullah'ın yazdıkları mektuplara tarih konuluyor muydu, yoksa konulmuyor muydu? Veya başka bir ifade ile Resûlullah (s.a.v.) Mektuplarında tarih kullanmış mıdır, yoksa kullanmamış mıdır? Şüphe yokki genel olarak Resûlullah'ın mektupları tarihsiz idi. Ancak bazı vesikalarda senenin zikredildiği görülmektedir. Muhammed Hamidullah'm "el-Vesâiku's-siyâsiyye (s.33)" de zikrettiğine göre Resûlullah'ın Mikna halkı ile yaptığı muahedeyi hicretin dokuzuncu senesinde Ali b. Ebû Tâlib yazmıştır.
Ibn Fadlullah el-Umerî, Resûlullah'ın Temîm ed-Dârî'ye hicretin dokuzuncu senesinde yazılan mektubunu görmüştür."[52]
es-Süyûtî (Ö.911/1505) demiştir ki: "Ibnü'1-Imâd (0.1089/ 1679)'m bir mecmuasında kendi hattıyla Ibnü's-Salâh'ın (0.643/ 1245) şöyle dediğini gördüm: "Üstat Ebû Tâhir Muhammed b. Muhammed ez-Ziyâdî'nin bir kitabında Resûlullah (s.a.v.)'in Necrân Hıristiyanlarına yazdırdığı bir mektubunda hicreti tarih olarak kullandığını gördüm. Resûlullah Hz.Ali'ye "hicretin beşinci yılı" diye yazmasını emretmiştir. Buna göre hicreti tarih başlangıcı olarak kullanan Hz.Peygamber (s.a.v.) olmuş, daha sonra Hz.Ömer de ona tabi olmuştur."[53]
Ibn Asâkir (Ö.571/1176), Ibn Şihâb'dan şöyle nakletmiştir: "Hz.Peygamber (s.a.v.) Rebîu'l-Evvel ayında Medine'ye gelince bunun tarih yazılmasını emretti."[54]
Ibn Hacer (Ö.852/1447) demiştir ki: "el-Hâkim "el-Iklü" isimli eserinde tbn Güreye ve Ebû Seleme, tarikiyle Ibn Şihâb ez-Zührî'den şöyle rivayet etmiştir: Hz.Peygamber (s.a.v.) Medine'ye gelince taârihinin yazılmasını emretti, Rebîulevvel ayı yazıldı. Bunun anlaşılması güçtür, ileride geleceği gibi meşhur olan, hicretin tarih başlangıcı olarak kabul edilmesi Hz.Ömer'in hilafeti zamanında olmuştur."[55]
Kalkaşandî (Ö.821A418) de demiştir ki: "Ebû Ca'fer en-Nehhâs "Smâatü'l-kitâb" isimli eserinde Muhammed b. Cerîr tarikiyle îbn Şihâb'dan rivayet etmiştir ki Hz.Peygamber (s.a.v.) Medine'ye geldiği zaman, -ki Rebîulevvel ayında gelmişti-, târihinin yazılmasını emretti. Buna göre tarih başlangıcı hicret yılında olmuştur."[56]
Bilginler yanında yaygın olan hicretin tarih başlangıcı olarak kabul edilmesi Hz.Ömer'in hilafeti döneminde idâri bir işten dolayı olmuştur.
eş-Şa'bî'den şöyle dediği rivayet edilmiştir: "Ebû Mûsâ el-Eş'arî, Hz.Ömer'e: "Bize yazılar geliyor, bunların tarihini bilemiyoruz." diye yazdı. Bunun üzerine Hz.Ömer sahâbîlerle istişare ettikten sonra Hz.Peygamber (s.a.v.)'in hicretinin tarih başlangıcı olarak yazılmasını emretti.[57]
Ebû Hilâl el-Askerî (ö.395/1005)"el-Evâü" isimli eserinde zikrettiğine göre Ebû Mûsâ el-Eş'arî, Ömer b. el-el-Hattâb'a: "Bize Mü'minlerin Emîri tarafından yazılar geliyor, bunların hangisini uygulayacağımızı bilemiyoruz. Yazıların üzerinde Şaban ayı zikredilmektedir. Fakat hangi Şaban, geçen Şaban mı, gelecek Şaban mı, bilemiyoruz?" diye yazdı. Bunun üzerine Hz.Ömer hicreti tarih başlangıcı kabul etti.[58]
Kalkaşandî de başka bir şey rivayet etmiştir ki onun da muhtevası şudur: Sahabe tarih problemi ile karşı karşıya gelince, bunu iranlılardan öğrenmemiz gerekir, dediler. Bunun üzerine Hz.Ömer, Hürmüzânı toplayıp sordu. Onlar da bizim bir hesabımız yar ona "ayların ve günlerin hesabı" diyoruz, dediler. Böylece Hz.Ömer de tarihi kabul etmiş oldu.[59]
Öyle anlaşılıyor ki Hürmüzân olayı, sebepsiz olarak bu konuya girdirilmiştir. Çünkü Kur'ân-ı Kerîm'in de belirttiği gibi günler, aylar ve sene Araplarca bilinmekte idi. Hatta onlar câhiliyye döneminde târih de kullanıyorlardı. Fakat sabit bir tarihleri yoktu, her önemli olayı tarih başlangıcı kabul edip kullanıyorlardı.[60]
Bazıları Sel'in düşmesine tarih koymuşlar, Durûz dağlarının kuzey bölgesindeki Bahran el-Lüca Kilisesinin kapısının üzerinde de bir yazı bulmuş ve bu yazının altında: "Hayber'in bozulmasmdan bir yıl sonra 463 senesinde yazıldı."[61] denilmiştir.
Araplar bi'setten önce fil yılını tarih olarak kullanıyorlardı.[62] Buna göre Islâmî takvimin meydana gelmesi olayına Hürmü-zan'm girdirilmesi için geçerli bir sebep yoktur. Çünkü Araplar câhiliyye döneminde de tarih kullanıyorlardı. Bundan dolayı Peygamber efendimizin bazı yazılarına tarih koymuş olması pekâlâ mümkündür, fakat tarih kullanımı yaygın değildir. Hz.Ömer zamanında yazılara tarih konulmasına ihtiyaç duyduklarında Resûlullah'm hicretini tarih başlangıcı olarak kabul etmişlerdir. [63]
10-Zarf
Öyle anlaşılıyor ki Resûlullah (s.a.v.) bazı mektuplarını bir şeye sararak göndermiştir, veya mektubu durup üzerini mühürle-miştir. Resûlullah, Amr b. el-As'ı Ceyfer'e ve Abd b. el-Cülendî'ye göndermişti. Amr, Abd b.Cülenda ile görüşmüş, o da kendisini kardeşi Cayfer ile görüştürmüştür. Amr b. el-As demiştir ki: "Onun yanına girdim. Mühürlü mektubu ona verdim. Mektubu açtı ve okudu."[64] işte bu rivayetten mektupların kapalı gönderildiği anlaşılmaktadır.
Netice olarak diyebiliriz ki: Resûlullah (s.a.v.) zamanında dîvânü'1-inşâ meydana getirildi, dîvânü'1-cünd ve dîvânü'l-harâc'm esası ortaya konuldu. Arapçadan yabancı dillere ve yabancı dillerden Arapçaya tercüme için özel bir bölüm oluşturuldu. Yazı işleri düzenli idi. Yazı ile ilgili işler ihtisas sahiplerine verilirdi.
Şimdi Allah'ın izni ile Peygamber efendimizin gözetiminde bu idarî işleri yerine getirenlerden bahsetmeye başlayacağız. [65]
[1] Dr. Mustafa el-Azamî, Bütün Yönleriyle Asr-ı Saadet’te İslam, Beyan Yayınları: 1/365-366.
[2] İbn Sa'd, Tabakât, III, 542.
[3] İbn Habîb el-Bağdâdî, el-Muhabber, 475, 477.
[4] Belâzari,Fütûku'l-büldân, 660-661. Ayrıca bk. el-Ikdü'l-ferîd, IV, 175; İbn Kuteybe, Muhtelifü'l-hadls, 287.
[5] Belâzurî, Fütûhu'l-büldân, 663-664.
[6] Cuma sûresi: 62/2.
[7] A'râf sûresi: 7/158.
[8] Buhârî, Savm, 13,15; Ahmed b. Hanbel, Müsned, II, 122.
[9] Alak sûresi: 96/1-4.
[10] Hamîdullah, el-Vesâiku's-siyâsiyye, Vesika no:l.
[11] Dr. Mustafa el-Azamî, Bütün Yönleriyle Asr-ı Saadet’te İslam, Beyan Yayınları: 1/367-369.
[12] Subhu'l-A'şâ, 1,89.
[13] Lisânü'1-Arab, dvn maddesi.
[14] el-Askerî, el-Evâil, 133 (14)Subhu'l-A'şâ, 1,91 (15)Subhu'l-A'şâ, I, 91.
[15] en-Nuzumü'1-îslâmiyye, 170.
[16] Buharı, Cihad, 181.
[17] Buhârî, Cihad, 140. İbn Hacer, Buhârî'nin şerhi "Fethu'1-bârî' isimli eserinde (VI, 143) hadisin şerhinde: "Hadis, askerleri yazmanın meşru olduğuna ve devlet başkanının halkının maslahatını gözetmesi gerektiğine delalet eder." der.
[18] Dr. Mustafa el-Azamî, Bütün Yönleriyle Asr-ı Saadet’te İslam, Beyan Yayınları: 1/369-371.
[19] bk. Fethu'l-bârî, IX, 22; Müsned, VI, 250; el-Mesâhif, 3.
[20] el-Mes'ûdî, et-Tenbîh ve'1-îşrâf, 282-284; el-Vüzerâü ve'1-küttâb, 12-14 îbn Miskeveyh, Tecârübü'1-ümem.
[21] el-Vuzerâ' ve'I-küttâb, 12-13.
Dr. Mustafa el-Azamî, Bütün Yönleriyle Asr-ı Saadet’te İslam, Beyan Yayınları: 1/371.
[22] el-İsâbe, I, 561.
[23] Suhârî, et-Târîhu'l-kebîr, II/l, 381;el-îsâbe, I, 561.
Dr. Mustafa el-Azamî, Bütün Yönleriyle Asr-ı Saadet’te İslam, Beyan Yayınları: 1/372.
[24] Dr. Mustafa el-Azamî, Bütün Yönleriyle Asr-ı Saadet’te İslam, Beyan Yayınları: 1/372.
[25] Beyhakî, es-Sünenü'l-kübrâ, VI, 16.
[26] Dr. Mustafa el-Azamî, Bütün Yönleriyle Asr-ı Saadet’te İslam, Beyan Yayınları: 1/372-373.
[27] el-Misbâhu'1-mudî', 31.
[28] Dr. Mustafa el-Azamî, Bütün Yönleriyle Asr-ı Saadet’te İslam, Beyan Yayınları: 1/373.
[29] Câsiye sûresi: 45/29.
[30] Lisânü'1-Arab, Nesh maddesi.
[31] Vâkıdî, el-Megâzî, 612.
[32] Bk. et-Terâtîbü'l-idâriyye, II, 244.
[33] ez-Zeyleî, Nasbu'r-râye, IV, 420.
[34] Bk. İbn Tolon, î'lâmü's-sâilîn, 48-52.
[35] Geniş bilgi için bk. el-Vesaikü's-siyâsiyye, 104b, 104c.
[36] el-Makrizî, Hıtat, I, 295.
[37] Belâzurî, Ensâbü'-eşrâf, I, 22; Ayrıca bk. Târîhu't-Taberi, li, 790.
[38] Dr. Mustafa el-Azamî, Bütün Yönleriyle Asr-ı Saadet’te İslam, Beyan Yayınları: 1/373-374.
[39] Hûd sûresi 11/41.
[40] îsrâ'sûresi: 17/110.
[41] Nemi sûresi: 27/30.
[42] îbn Sa'd, et-Tabakât, I, 263,264. Ayrıca bk. Ebû Dâvûd, 1,291; Ebû Ubeyd, Fedâüü'l-Kur'ân, 52a.
[43] Bk. Mlzânü'l-t'tidâl, el-Heysem b. Adî'nin tercemesi.
[44] Dr. Mustafa el-Azamî, Bütün Yönleriyle Asr-ı Saadet’te İslam, Beyan Yayınları: 1/375.
[45] Hamîdullah'm "el-Vesâiku's-siyâsiyye" isimli eserindeki vesikalardan herhangi bir vesikaya mesela Resûlullah'm Necâşî'ye mektubuna bak.
[46] Misal olarak bk. Ahmed, Müsned, IV, 339. İbn Hacer demiştir ki: Ahmed ve Ebû Dâvûd, el-Alâ' b. el-Hadramî, Bahreyn'de Resûlullah'in valisi iken ona mektup yazıp, mektubuna kendi ismini yazarak başlamıştır. Ibn Ömer de Muaviye'ye yazarken kendi ismi ile başlamıştır. Bezzâr da zayıf bir senedle Hanzale el-Kâtib'den rivayet etmiştir ki: Hz.Peygamber (s.a.v.), Ali ve Halid b. Velid'i bir yere görevlendirdi. Halid yazdığı mektuba kendisi ile başladı, Ali de Resûlullaîı ile başladı. Hz.Peygamber (s.a.v.) onlardan hiç birine itapta bulunmadı. Cbk. Fethu'l-bârî, VIII, 223).
[47] Buhârî, el-Edebü'l-müfred, II, 559.
Dr. Mustafa el-Azamî, Bütün Yönleriyle Asr-ı Saadet’te İslam, Beyan Yayınları: 1/375-376.
[48] bk, Hamîdullah el-Vesâiku's-siyâsiyye, 34, 41, 44,124 noîu vesikalar. Şahitlerin ismi için ise 43, 48 ve 124. vesikalar.
Dr. Mustafa el-Azamî, Bütün Yönleriyle Asr-ı Saadet’te İslam, Beyan Yayınları: 1/376.
[49] bk. Dâiratü'l-maârif el-Biritâniyye, SEAL maddesi.
[50] Buhârî, Libas, 25; İbn Sa'd, Tabakât, I, 471.
[51] el-tsâbe, II, 431.
Dr. Mustafa el-Azamî, Bütün Yönleriyle Asr-ı Saadet’te İslam, Beyan Yayınları: 1/376.
[52] Hamîdullah, age., Vesika 33 (Belâzurî'nin Fütûhu'l-büldân'ından naklen).
[53] Salâhuddîn el-Müncid, Târîhu'l-hattı'l-Arabî (el-Mesâlik ve'1-Memâlik, s. 173-175 den naklen).
[54] es-Süyûtî, eş-Şimârih fi ilmi't-târîh, 50-51.
[55] îbn Hacer, Fethu'l-bârî, VII, 268.
[56] Subhu'1-a'şâ, VI, 240.
[57] Târîhu Halîfe b. Hayyât, I, 8. Ayrıca bk. Buhârî, et-Târîhu's-sağîr, 9.
[58] Subhu'1-a'şâ, VI, 240-241.
[59] Subhu'1-a'şâ, VI, 241.
[60] Cevad Ali, Târîhu'l-Arab kable'l-lslâm, I, 44-53.
[61] Nâsıruddîn el-Esed, Masâdıru'ş-şı'ri'l-câhilî, 29; R. Bilaşer, Târîhu'l-ede-bi'l-Arabî, 72-73.
[62] Nâsıruddîn el-Esed, Masâdıru'ş-şı'ri'l-câhilî, 29. Bundan milâdî Mesîhî takvimini kullanmadıkları anlaşılmaktadır.
[63] Dr. Mustafa el-Azamî, Bütün Yönleriyle Asr-ı Saadet’te İslam, Beyan Yayınları: 1/377-379.
[64] İbn Sa'd, Tabakât, I, 262.
[65] Dr. Mustafa el-Azamî, Bütün Yönleriyle Asr-ı Saadet’te İslam, Beyan Yayınları: 1/379.