- Asr-ı saadette yahudi ilişkileri

Adsense kodları


Asr-ı saadette yahudi ilişkileri

Smf Seo Versiyon , -- Seo entegre sistem.

rray
hafız_32
Mon 4 October 2010, 11:56 am GMT +0200
ASR-I SAADETTE YAHUDİLERLE İLİŞKİLER
 

Dr. Nadir Özkuyumcu
 

(Dokuz Eylül Üniversitesi ilahiyat Fakültesi Öğretim Görevlisi, izmir)

Nadir Özkuyumcu 1961 yılında Manisa'da doğdu. İlk, orta ve lise tah­silini aynı şehirde tamamladı. 1982-83 öğretim yı­lında îzmir Dokuz Eylül Üniversitesi İlahiyat Fakültesinden mezun oldu. 1985 yılında "Hz. Pey­gamber Devrinde Yahudilere Karşı Güdülen Siya­set" konulu yüksek lisans tezini, 1993 yılında da "Fethinden Emevîlerin Sonuna Kadar Mısır ve Kuzey Afrika" konulu doktora tezini tamamlaya­rak "Doktor" unvanını aldı.

1985 yılından bu yana Dokuz Eylül Üniversitesi İlahiyat Fakültesinde Araştırma Görevlisi olarak çalışmaktadır.[1]

 

GİRİŞ
 

L.Kaynaklar Ve Araştırmalar
 

Öncelikle şunu belirtelim ki, konumuz Hz. Peygamber devri olduğundan, müracaat ettiğimiz eserler klâsik îslâm Tarihi eser­leri olmuştur. Kaynak bulma yönünden fazla sıkıntımız olmama­sına rağmen, bu kaynak eserlerde bulunan rivayetlerin genellikle birbirini tekrardan ibaret olduğu tarafımızdan müşahede edil­miştir.

Klasik îslâm Tarihi eserleri içinde elimizde bulunan en eski iki kitap îbn Ishak'ın (151/768) Slre'si[2] ve bu eserin tamamlayıcısı durumunda olan Ibn Hişâm'm (218/833) Stresidir.[3] Muhammed Hamidullah'ın tahkikini yaparak ilim alemine kazandırdığı tbn Ishak'ın Sîre'sinde konumuzla ilgili fazla bilgi bulamadık. Ancak; bazı şahısların müslüman oluşlarını naklederken Yahudilerin islâm öncesi durumlarına da temas etmektedir. Ibn Hişâm'ın Sîre'si ise; tezimizi hazırlarken en fazla istifâde ettiğimiz eser oldu. Ibn Hişâm hem islâm öncesi ve hem de konumuzla ilgili olarak, özellikle Hz. Peygamberin Medine'ye hicretinden sonra, burada Yahudilerle arasında meydana gelen, gerek münferid hadiseler ve gerekse yapılan savaşlar ile, bunların neticelerinde yapılan anlaşmalar hakkında doyurucu bilgiler vermektedir. Ayrıca bu eser, Hz. Peygamberin Yahudiler'i islâm'a daveti ve bu davetler sırasında meydana gelen çekişmelerin hemen ardından nazil olan ayetleri zikretmesi, Hz. Peygamber'in Yahudi siyaseti­ni, hicretin ilk yıllarından itibaren zaman içindeki değişimini ayetlere müstenid olarak göstermemiz bakımından da önemli bir yer tutmuştur.

Vâkidî'nin (207/822) Kitâbul-Meğâzisi[4] ise, Hz.Peygam-ber'in Yahudilerle yaptığı savaşlar ve bunlar hakkında en teferru­atlı bilgileri vermektedir.

Belâzurî (279/892)'nin Fut ûhu'I-Buldan[5] isimli eseri ise Ya­hudilerle yapılan savaşlar hakkında kısa bilgiler verdikten sonra, alman ganimetler ve bunların taksimi ile ilgili bilgiler vermekte­dir.

İbn Sa'd (230/884)'m et-Tabâkâtü'l-Kübrâ'sı[6] ve Taberî (3lO/922)'nin Tarih'i[7] genel olarak yukarıda zikrettiğimiz eser­lerdeki rivayetleri nakletmekle beraber, zaman zaman bir konu hakkında farklı rivayetleri de vermektedirler.

Bu temel eserler dışında bazı muahhar kaynaklardan da[8] isti­fademiz oldu.

Tarih kitapları dışında, konumuz Hz.Peygamber devri ile alakalı olduğundan, hadis kitaplarından da faydalandık.[9] Tefsir kitaplarından ise; bazı ayetlerin nüzul sebebleri ve açıklamaları yönü ile yararlandık.[10]

Araştırma mahsulü eserlerden Şevki Dayfın el-Asru'l-Câhilî[11], Muhammed Ahmed Câdbek ve iki arkadaşı tarafından kaleme alınan Eyyâmü'1-Arab fTl-Câhiliyye[12], Muhammed İzzet Derveze'nin Asru'n-Nebî ve Bietühû Kable'l-Bi'se[13], Cevâd Ali'nin Târihu'1-Arab Kable'l-Islâm[14] ve Neşet Çağatay'ın îslâm Öncesi Arap Tarihi ve Câhiliye Çağı[15] isimli eserlerinden Yahudilerin islâm öncesi durumlarının tesbiti açısından faydalandık. Mu­hammed Hamidullah'm islâm Peygamberi[16] isimli eseri ise her yönüyle istifâde ettiğimiz bir kitap oldu.

Bunların dışında Mustafa Faydanın îslâmiyetin Güney Ara­bistan'a Yayılışı isimli Doktora tezinden Yemen'deki Yahudiliğin durumu hakkında faydalanırken, aynı müellifin Hz.Ömer Dev­rinde Gayr-i Müslimlerin Durumu isimli Doçentlik tezinden de Hz. Peygamber'in çeşitli bölgelerdeki Yahudilerle yaptığı anlaş­malardan bahsetmesi sebebiyle istifademiz oldu.[17]

İsmail el-Buhârî, el-Câmiu's-Sahîh, c.I-VIII, İstanbul ,1981; Ebû'l-Hüseyn Müslim b. el-Haccâc el-Kuşeyrî, el-Câmiu's-Sahîh, c.I-V,Mısır 1955-1956; Ebû Davud Süleyman b. el-Eş'as es-Sicistânî, Sünen,c.I-V, İstanbul 1981; Ebû Abdullah Muhammed b. Yezîd el-Kazvinî b. Mâce, Sünen, c.I-II, İstan­bul 1981; Ebû Abdurrahman Ahmed b. Şuaybb. Ali en-Nesei, Sünen, c.I-VI­II, İstanbul 1981; Ebû İsa Muhammed b. İsa Tirmizî, Sünen, İstanbul 1981; Ebû Bekr Ahmed b. el-Hüseyn, es-Sünenü'l-Kübrâ, c.I-X Haydarabat 1935. [18]

 

2.İslâm'dan Önce Arapyaramadası'nda Yahudiler
 

Yakub (a.s.Yun neslinden gelip ibranî[19], Benî îsrâil [20]ve Musevî[21] gibi isimlerle anılan Yahudilerin[22] Arapyanmadası'na ne zaman geldikleri tam olarak belli olmamakla beraber, onların, Bâbil Kralı[23] Buhtünnassar'm[24] M.Ö.587 [25] yılında Kudüs'ü işgal edip halkını esir etmesi ve Bâbil'e götürmesinden[26] veya M.S. 70 yılında Suriye Rum kayserlerinden[27] Titus'un Kudüs'e saldırma­sından sonra birkaç Yahudi kabilesinin kaçarak bu bölgeye geldikleri[28] sanılmaktadır.

Arapyanmadası'na bu şekilde geldikleri tahmin edilen Yahu­diler, bölgenin Hicaz, Vâdi'1-Kurâ, Hayber, Teyma, Yesrib ve Eyle gibi muhtelif yerlerine yerleşmişlerdir.[29] Arapyanmadası'nm değişik bölgelerine yerleşen bu Yahudiler, bulundukları yerlerde ziraatı geliştirmişler[30], açılan panayırlara katılarak ve kervan ti­caretinde ön safa çıkarak[31] ticaret hayatını ellerine geçirmişler­dir.

Yesrib Yahudileri ilk olarak şehrin kenar kısımlarına yerleş­mişler, zamanla güçlenerek buranın yerlileri Cürhüm ve Ameri­kalıları yurtlarından çıkarmışlar ve böylece şehrin kontrolünü el­lerine geçirmişlerdir.[32]

Yahudiler şehrin kontrolünü ellerine aldıktan sonra, sık sık Yesrib çevresinde oturan bedevilerin saldırılarına uğramaya baş­lamışlardır. Bu saldırılara karşı kendilerini koruyabilmek için "Utum"[33] adı verilen kaleler yapmışlardır.[34]

Bâbil esaretinden sonra, dinî hayat yöünüden, kapalı cemaat­ler halinde yaşadıkları belirtilen [35]Yesrib Yahudilerinin, tbrânice bilmelerine [36]rağmen dil hususunda birlikte yaşadıkları Arapla­ra uyduklarını görmekteyiz.[37] Hatta öyle ki, kabilelerinin ve ken­dilerinin isimleri dahi Arapça ifade edilmeye başlanmış [38]ve içle­rinden Samuel b, Adiyâ gibi Arapça şiirler söyleyenler bile çıkmış­tır.[39]

Yesrib Yahudilerinin bu derece çok Arapça kullanmaları, onların Yahudi ırkından olup-olmadığı hususunda tartışmalara yol açmış ve Yahudileşmiş Araplar olabileceği şeklinde bir tezin ortaya atılmasına da sebep olmuştur.[40]

M.S. II. yüzyılda Yemen1 de Seylü'1-Arîm adı verilen bir sel felâketi olmuş ve buranın halkı Arapyanmadası'mn çeşitli yerle­rine göç etmişlerdir.[41] Bu göçler esnasında Kahtânilerin Ezd kolu­na mensup Hâlise b. Salebe b. Amr Muzaykiya, kabilesiyle birlik­te Yesrib'in çevresine yerleşmiştir. Amr Muzaykiya'nm burada daha sonra Yesrib'in iki büyük kabilesini oluşturacak olan Evs ve Hazrec isminde iki oğlu olmuştur.[42]

Medine çevresinde uzun müddet Yahudilere ait köylerde ya­şayan Evs ve Hazrec, Yahudiler tarafından ikinci sınıf insan muamelesine tâbi tutulmuş[43] ve haraç vererek hayatlarını devam ettirmek zorunda bırakılmışlardır.[44] Zaman içinde bu baskılar daha da artmış ve Yahudilerin reisi el-Fidyun [45]evlenen her Arab kızının ilk geceyi kendisiyle geçirmesini mecbur tutacak kadar ileri gitmiştir.[46] Fakat bu baskı fazla sürmemiş ve Mâlik b. Aclân isimli bir Hazrecli'nin kız kardeşinin evlenmesi esnasında sona ermiştir. Mâlik b. Aclân evlenecek olan kız kardeşim el-Fidyun'a teslim etmeyerek Şam'daki Gassâni reisi Ebû Cübeyle'ye giderek durumlarım anlatmış ve ondan yardım istemiştir. Ebû Cübeyle bu isteği kabul ederek Evs ve Hazrec kabilelerini de yanına almış ve Yahudileri yenmiştir. Bir müddet sonra da şehri Evs ve Haz-rec'in idaresine bırakarak geri dönmüştür. Böylece Yesrib'deki Yahudi hakimiyeti sona ermiş [47]ve önceleri Araplar Yahudilere tâbi iken, bu defa Yahudiler Araplara tâbi duruma gelmişlerdir.[48] Evs ve Hazrec'in ele geçirdiği bu üstünlük "Sümeyr" harbine kadar sürmüş, Evs kabilesinin mi yoksa Hazrec kabilesinin mi da­ha üstün olduğu yolunda çıkan bir tartışma (müfâhere) neticesin­de bu savaş meydana gelmiş ve iki kardeş kabile ilk olarak birbi­riyle savaşmıştır. Bu savaşa Yahudiler de katılmış ve Benû Ku-reyza ile Benû1 n-Nadir Evs'in yanında yer alarak Hazrec'i yenilgi­ye uğratmışlardır.[49]

iki kardeş kabile arasında çıkan bu ilk savaştan sonra Yahu­diler, Evs ve Hazrec'i zayıfjatmak için zaman zaman aralarına fit­ne sokmak suretiyle onları savaşmaya tahrik etmişler [50]ve bunda da başarılı olmuşlardır. Fakat kendi aralarında siyasi bir birlik ol­madığından [51]Araplara üstünlük sağlayamamışlar ve bu savaş­larda bazısı Evs'in, bazısı da Hazrec'in yanında yer almak zorun­da kalmışlardı. Meselâ bir defasında Benû Kureyza ve Benû'-Nâdir Yahudileri Hazreclilerle birleşerek, Kureyş ile ittifak ya­pan Evslilere karşı savaşmışlardır.[52] Hz.Peygamber'in Yesrib'e hicretinden önce ve bi'setin 7.senesinde [53]iki kabile tekrar savaş­mışlardır. "Buas" adı verilen bu savaşta Benû Kureyza ve Benun-Nadîr Yahudileri bu defa Evslileıie birleşmişler ve Benû Kaynuka Yahudileriyle ittifak kuran Hazreclileri yenmişlerdir.[54]

Yahudiler, Arapları parçalama hususundaki taktiklerini ba­şarı ile uygulamalarına rağmen, aralarında siyasi bir birlik olma­dığından [55]daha önce ittifak yaptıkları Araplarla birlikte savaşa girmek mecburiyetinde kalıyorlardı.[56] Böylece birbirlerine karşı muharebe ediyorlar, birbirlerinin kanlarım akıtıp, dindaşlarım esir alıyorlar ve onları yurtlarından çıkarıyorlardı.[57] Bazan da kendi aralarında ferdi öldürme olayları meydana geliyor ve birbir­lerine diyet veriyorlardı.[58] Ancak bu konuda adaletli olamıyorlar ve bazısı bazısından daha fazla diyet alıyordu. Kendilerini diğer Yahudi kabilelerine karşı üstün olarak "kabul ettiren Benû'n-Nâdir Yahudileri içlerinden biri öldürüldüğünde tam diyet alıyor­lar, fakat kendilerinden biri diğer Yahudi kabilelerinden birini öldürecek olursa yarım diyet veriyorlardı.[59] Böyle bir olay Hz.Peygamber'in Yesrib'e hicretinden hemen sonra vuku bulmuş ve Yahudiler hakem olması için Hz.Peygamber'e baş vurmuşlar­dır. Hz.Peygamber de "şayet hükmedersen adaletle hükmet"[60] şeklinde gelen ilâhî bir müsaadeyle hükmetmiş ve Benû'n-Nadir ile Benû Kureyza arasındaki diyet farkını, ortadan kaldırmıştır.[61]

Siyasi yönden Araplara üstünlük kuramayan Yahudiler, iktisadî sahada onlardan ileri durumda olup bölgede söz sahibiy­diler.[62] Ziraat, iç ve dış ticaret, demircilik, silah yapımcılığı, kumaş dokumacılığı ve kuyumculuk [63]gibi mesleklerde ileri bir seviyeye ulaşmışlardı. Panayırlara katılarak zengin olmuşlar, faizle borç vereek [64]borçlarını ödeyemeyenlerin mülk ve arazilerine el koymuşlar [65]ve bu sayede refah içinde yaşamaya başlamış­lardı. Ayrıca Tevrat'ta mekruh [66]ve Allah'a isyan ile eş değerde suç olduğu [67]belirtilen falcılık [68]ve kâhinlik gibi işlerle de iştigal edip para kazanıyorlardı.[69]

Muhammed Hamidullah, Yesrib'de bulunan Yahudi kabilele­rinin isimlerinin anlamlarını verirken, Kaynuka'mn "Kuyumcu", Nadirin "Yeşil ve çiçekli Bitki", Kureyza'nın ise "Derici" manala­rına geldiğim belirterek [70], bu isimlerin dahi onların ticarî hayat­ları ile ilgili olduğunu vurgulamaktadır.

Belâzurî, burada yaşayan Yahudilerin ziraatı Amelikalılar ve Cürhümlüler'den öğrendiklerini,[71] Watt ise, Yesrib'te ziraatı on­ların geliştirmiş olabileceği[72] şeklinde görüş beyan ederek, Mu­hammed îzzet Derveze de bunlara tam zıt bir görüş serdederek Arapların ziraat, sanaat ve ticaret gibi işleri Yahudilerden öğren­miş olabilecekleri ihtimali üzerinde durur.[73]

iktisâdi hayatta üstün olmanın yamnda, dinî ve kültürel yön­den de Araplardan üstün görünen Yahudiler; eğitim, öğretim ve kazâî işlerini gördükleri Beytü'l-Midrâs[74] isimli bir müesseseye sahiptiler. Dinî törenlerini de burada yapıp Tevrat, Mişna ve Ze­bur'u okuyorlar ve çocuklarının eğitim-öğretim işlerini de yine bu­rada yapıyorlardı. Arabistan Yarımadasındaki diğer cemaatlere nazaran daha yüksek bir hukuk nizamına sahip olan[75] Yahudiler, içlerinden suç işleyenleri de burada cezalandırıyorlardı.[76] Kendi aralarında, suçu işleyenin içtimaî durumuna göre cezaî müeyyide uygulamalarına,^ kendi hukuklarına tam olarak riayet etmeme­lerine rağmen[77], bu dinî hukuk zaman zaman, kendi içlerine ka­rışmış, fakat Yahudi olmamış Araplar tarafından da uygulan­maktaydı.[78]

Yahudilerin Tevrat'ı Ibrânice okuyup Arapça olarak Arapla­ra tefsir etmeleri ve içlerinden Samuel b. Adiyâ gibi Arapça şiirler söyliyen kişilerin çıkması da onların dinî ve kültürel yönden ileri bir seviyede olduklarını göstermektedir.[79] Fakat bu husus aynı zamanda dil açısından Arapların tesiri altında kaldıklarını da göstermektedir.

Buradan anlamaktayız ki, bu bölgede Yahudiler, Arapları kendi dinlerine çevirme hususunda az da olsa gayret sarfetmişler ve dinlerini sadece tsrâiloğullarma has görmemişlerdir.[80] Arap­lar, her ne kadar, bu Yahudilerin dinlerine fazla rağbet göstermemişlerse[81] de, içlerinden çocuğu olmayanlar, şayet Allah kendilerine bir çocuk verirse, onu Yahudi terbiyesi üzerine yetişti­rip büyüteceklerini adamak[82] suretiyle onların tesir sahasına gi­riyorlardı. Hatta Benû'n-Nadîr sürgünü sırasında bu yolla Yahu-dileşmiş bir hayli çocuğun olduğu görüldüğünde, babaları bunları geri alıp müslüman yapmak istemişler, ancak "Dinde zorlama yoktur"[83] şeklinde gelen ayetle Hz.Peygamber ashabım bundan vazgeçirmiş ve Yahudileşen bu çocukları Yahudiler ile birlikte göndermiştir.[84]

Bu hususla ilgili olarak M.Izzet Derveze, ferdi Yahudileşme-leri kabul ederken[85], Yahudi ve Hristiyanların, Araplara gerek dinî ve gerekse din dışı konularda fikirlerini benimsetemedikleri-ni iddia etmektedir[86]ki, Muhammed Hamidullah da bu görüşte­dir.[87]

îlâhi bir kitaba sahip olan Yahudiler, Arapları kendi dinleri­ne çevirme gayretlerinden dolayı veya daha başka sebeblerle ba-zan onlarla çekişme içine giriyorlar ve zor durumda kaldıklarında da semavî bir kitaba sahip olduklarım hatırlatıp, onlara psikolo­jik bir üstünlük kurmak istiyorlardı.[88] Kendilerinin Allah'ın dostu ve sevgilileri olduklarım[89] söylüyorlar, Arapları, ellerinde bulunan Tevrat'ta geleceği haber verilen[90] bir'peygamber ile kor­kutuyorlardı.[91] O peygamber geldiğinde onunla birleşip Ad ve irem kavimlerinin akıbetine uğratacaklarını[92] söylemek suretiy­le Arapları tehdîd ediyorlardı.

Bu çekişmeler esnasında söyledikleri gibi Yahudiler gerçek­ten bir peygamber bekliyorlar ve onun gelme zamanının yakın ol­duğunu da biliyorlardı.[93]

Yesrib Yahudileri bu beklentiler içindeyken, içlerinden bir grubun Mekke'ye geldiği bir zamanda Hz.Peygamber dünyaya gelmiş ve Yahudiler bunu anlamışlardır. Onlardan biri derhal bir Kureyş topluluğunun yanma gitmiş ve onlara: "İçinizde bu gece çocuğu doğan oldu mu?" diye sormuştur. Hz.Aişe'den mervî bu hâdise şu şekilde devam etmektedir:

Kureyşliler: "Bilmiyoruz" dediler.

Yahudi: "Yanıldığımı zannetmiyorum, dediğim şeyi araştırı­nız, bu gece âhir zamanın ve bu ümmetin peygamberi olacak, ismi Ahmed olan kişi doğdu, omuzunda da siyah-sarı bir mührü var­dır." dedi.

Bunun üzerine Kureyş meclisi dağıldı ve herkes meseleyi so­ruşturmak için evlerine gitti. Onların bazılarına:

"Bu gece Abdullah b. Abdulmuttalib'in oğlu oldu, adını Mu-hammed koydular" denildi.

Bu haber yayılınca Araplar o Yahudiyle birlikte Muham-medin evine geldiler. Annesi onu çıkarınca, Yahudi hemen sırtın­daki mühre baktı ve orada bayıldı. Ayıldığmda, niçin bayıldığı so­rulduğu zaman Yahudi: "Peygamberlik Beni israil'den gitti" dedi ve yanında bulunan kitabı çıkararak sözlerine;

" Burada onun 3avaşacağı yazılıdır" diye ilâve etti. Daha son­ra da:" Nübüvvet ile Arabm şanı yüceldi. Sevinmez misiniz ey Ku­reyş topluluğu ?" diyerek sözlerini tamamladı.[94]

Mekke'de cereyan eden bu hadisenin bir benzeri de Yesrib'de meydana gelmiş ve bir Yahudi;" Bu gece, dünyaya gelen Ahmed'in yıldızı doğdu.[95] diyerek dindaşlarına son Peygamberin doğduğu­nu haber vermiştir.

Yesrip Yahudilerini bu şekilde özetledikten sonra, şimdi de Yemen'in islâm öncesi durumundan bahsetmek istiyoruz.

Yemen'de bulunan Yahudilerin buraya ne zaman geldikleri hakkında İbranî kaynaklarında herhangi bir bilgi olmadığı belir­tilmektedir.[96]

Asru'l-Câhilî isimli eserin sahibi Şevki Dayf, Yahudilerin bu­raya gelişini M.S.70'de Kayser Titus'un ve yine M.S.132'de Kay­ser Hederyan'm Filistin'e yaptıkları saldırılar sonrasına bağlar.[97]

Şevki Dayf m fikrini bu şekilde verdikten sonra, îbn îshak[98] îbn Hişâm[99], îbn Sa'd[100],Taberî [101] ve Mes'ûdî[102] tarafından müşte­reken nakledilen bir rivayete temas etmek istiyoruz. Bu rivayete göre, Yemen Tübba'sı Es'ad Ebû Kerîb doğu seferinden dönerken Yesrib'e uğramış ve giderken bıraktığı oğlunun öldürülmüş oldu­ğunu öğrenince, Yesribri yerle bir edeceğine dair yemin etmiştir. Bunun üzerine Benû Kureyza kabilesine mensup iki haham ona, bu beldeye son Peygamberin hicret edeceğini ve şayet buraya sal­dırırsa kendisinin helâka uğrayacağını söyleyerek, onu bu fikrin­den caydırmışlardır. Tübbâ daha sonra bu iki hahamın dinim ka­bul ederek Yahudiliğe girmiş ve onları da yanına alarak Yemen'e gitmiştir. Ancak, Yemenli halk, onu, Yahudi dinine girdiği için şehre sokmak istememiş, bunun üzerine, Yemen'de yaygın olan ve haklı ile haksızı ayırmak için baş vurulan "ateş"in hakemliğine müracaat edilmiş ve neticede halk toptan Yahudi dinini kabul et­miştir.[103]

Böylece Yahudiliği kabul eden Yemen halkının başına bir müddet sonra Tübbâ Es'ad Ebû Kerîb'in Zû Nuvas olarak anılan ve asıl adı Zur'a[104] olan küçük oğlu hükümdar olmuştur. Daha sonra adını Yusuf olarak değiştiren[105] Zû Nuvas'm hükümdar ol­ması hem Hıristiyanlık hem de Yahudilik için iyi bir sonuç verme­miştir.[106] Zû Nuvas Yahudiliği kabul ettikten sonra[107] Necran böl­gesinde bulunan Hıristiyanlar![108] kendi dinine davet et-miş,[109]ancak Yahudiliği kabul etmeyen 20.000 kadar Hıristi-yam[110] M.S.525'de[111], Kur'ân-ı Kerîm'in Uhdûd adım verdiği ve:"Hazırladıkları hendekleri, tutuşturulmuş ateşle doldurarak onun çevresinde oturup, inanmış kimselere dinlerinden dönmele­ri için yaptıkları işkenceleri seyredenlerin canı çıksın"[112] diye an­dığı, içi ateş dolu çukurlara atarak yaktırmıştır.[113]

Zû Nuvas'm Yahudi dinine girmesi hakkında bir yorum yapan Şevki Dayf, "Hıristiyanların, özellikle Habeşli Hıristiyan­ların kendi ülkesine girmeleri ve işgal etmelerinden korkması Ya­hudi dinini seçmesine sebep olmuştur." demektedir.[114]

Zû Nuvas'm bu zulmünden kaçarak kurtulan Devs Zû Sa'le-ban isimli bir Hıristiyan Bizans imparatoruna giderek durumla­rını anlatmış ve yardım istemiştir. Ancak İmparator memleketi­nin Yemen'e uzak olduğunu öne sürerek, Habeş Necaşi'sine bir mektup yazmış ve Devs Zû Sa'leban'a yardım etmesini istemiştir. Necaşi de Aryat komutasında 70.000 kişiyi Yemen'e göndermiş­tir. Bu orduda daha sonra filler ile Kabe'yi yıkmaya teşebbüs edecek olan Ebrehe el-Eşrem de bulunmaktaydı. Aryat komutasındaki Habeşliler M.S. 525 yılında Yemen1 de Zû Nuvas'ı yenmiş­ler ve Zû Nuvas da kaçarak izini kaybettirmiş ve bir daha hiç gö­rülmemiştir. Böylece hâkimiyet Habeşli Hıristiyanlara geçmiş­tir.[115]

Habeşli komutan Aryat burada idareyi bir müddet elinde tut­tuktan sonra, kendi komutanlarından Ebrehe el-Eşrem tarafın­dan öldürülmüştür. Ebrehe burada " Kulleys" isimli bir kilise yap­tırmış ve kilisesine rakip olarak gördüğü Kabe'yi yıkmak için yola çıktığında, bilinen " Fil Vak'ası"[116] olmuş ve Ebrehe ölmüştür.[117] Yerine sırasıyla oğulları Yeksum ve Mesrûk hükümdar olmuşlar­dır.[118]

Aryat, Ebrehe ve oğullarının saltanatı yaklaşık 72 yıl sürmüş, son hükümdar Mesrûk'un zulmünden bıkan, Yemen halkından Seyf b. Zî Yezân Fars Kisrâ 'sına gidip yardım istemiş, o da hapishanelerinde bulunan 800 mahkûmu Vehriz b. el-Kâmecar komutasında Yemen'e göndermiştir. Onlar burada, yerli halk ile birleşip Mesrûk'u öldürmüşler ve idareyi ellerine almışlardır. Vehriz burada 5 yıl valilik yaptıktan sonra ölmüş, yerine Seyf b. Zî Yezân vali olarak atanmıştır. Fakat Seyf, bu sefer Hristiyanlara zulmetmeye başlamıştır. Bunun üzerine Kisrâ onu azletmiş ve ye­rine M.629/ H.7. yılda müslüman olacak olan^Bâzân'ı tayin etmiş­tir.[119]

Dini ve siyasi durumunu bu şekilde özetleyebileceğimiz Ye­men halkının geçim kaynağı, Çin-Hind ve Roma-Bizans yolu üze­rinde bulunması sebebiyle [120]kervan ticaretiydi.[121] Kervan ticare­tinde önemli mallar olarak "Yemen Meâfıri [122] denilen ünlü ku­maşım, Sana bölgesinin meşhur "Akik Taşı'nı[123] ve hubûbât'ı[124] sayabiliriz. [125]

 
Birinci Bölüm


MEDİNE YAHUDİLERİ


1. HİCRETİ MÜTEAKİP YAHUDİLERLE YAPILAN ANLAŞMALAR VE KARŞILIKLI MÜNÂSEBETLER
 

Hz.Peygamberin Yesrib'e hicretinden Önce Mekke'de Yahu­dilerle münâsebetine dâir kaynaklarımızda herhangi bir habere rastlamıyoruz. Ancak onun doğumundan önce, daha dedesi Abdülmuttalib zamanında, dedesinin Yahudi bir komşusundan bahsedilir. Kaynaklarımızın ticaret yapan ve zengin bir tüccar olarak tanıttığı bu Yahudi, Mekkeliler tarafından malı için öldü­rülmüş, fakat katiller Abdülmuttalib tarafından bulunmuş ve on­lardan 100 deve diyet alınarak Yahudi'nin amca oğluna verilmiş­tir.[126] Bundan başka yukarıda zikrettiğimiz, İbn Sa'd'da yer alan ve Hz.Peygamberin doğumuna şahit olan Yahudi'yi, ayrıca Kureyşliler'in, Yahudilere heyet gönderip Hz.Peygamber'in duru­munu onlardan sormaları[127] gibi hadiseleri burada zikredebiliriz. Ancak bunların, Hz.Peygamber ile Yahudilerin doğrudan doğru­ya münâsebette olduğunu ortaya koyan hadiseler olmadığı or­tadadır. Muharnmed Hamidullah da; kaynaklarımızın Mekke devrinde Hz.Peygamber ile Yahudiler arasında herhangi bir münâsebetini nakletmediğini[128] söylerken, bu münâsebetin an­cak fuarlar yoluyla olmuş olabileceği[129] üzerinde durmaktadır.

Hz.Peygamber'in Yahudilerle doğrudan doğruya bir ilişkisini bulamamakla beraber, Kur'ân-ı Kerîm'de, daha Mekke devrinde Beni İsrail kıssalarından bahsedilmekte olduğunu müşahede et­mekteyiz.

Kur'ân-ı Kerîm Hz.Peygamber'i, kavminden görmüş olduğu çeşitli eziyetler karşısında teselli ederken, eski Peygamberlerden ve onlara indirilen kitaplardan bahsetmiştir. Bunu yaparken de daha çok Beni israil Peygamberleri ve kitapları üzerinde durmuş, onların kıssalarını anlatmıştır.

Kur'ân-ı Kerîm birçok ayetlerinde Isrâiloğullan'nm Peygam­berlerini[130] zikretmiş ve onlara kitap, hüküm ve peygamberlik ve­rildiğini, onların temiz rızıklarla rızıklandınldıklarım ve dünya­ya üstün kılındıklarını[131] bildirdikten sonra, "işte bunlar Allah'ın doğru yola eriştirdikleridir, onların yoluna uy..."[132] demek sure­tiyle o Peygamberleri örnek olarak takdim etmiştir. Müşriklerin, Hz.Peygamber'e inen ayetler hakkında ortaya attıkları şüpheler­den sonra, kendisine inenlerden şüpheye düşmemesi için, ona; "Sana indirdiğimizden şüphede isen, senden önce indirdiğimiz Kitâblar'ı okuyanlara sor. And olsun ki, sana rabbinden gerçek gelmiştir, sakın şüphelenenlerden olma."[133] "Ey Muhammedi Senden önce de, kendilerine vahyettiğimiz adamlar gönderdik. Bilmiyorsanız kitâbhlara sorun."[134] gibi ayetlerle Yahudilere müracaat etmesini tavsiye etmiştir. Yine Kur'ân-ı Kerîm, Tevrat'ı da övmüş ve; "Kur'ân'dan önce Musa'nın kitabı, Tevrat, bir rah­met ve rehberdir. Bu Kur'ân zulmedenleri uyarmak ve iyi davra­nanlara müjde olmak üzere Arap diliyle indirilmiş, kendinden ön­cekileri doğrulayan bir Kitâb'tır."[135] şeklindeki ayetlerle, onun da ilâhi bir kitab olduğunu beyan etmiştir. Bu kitab'ın eğriyi doğru­dan ayıran ve sakınanlara bir ışık ve öğüt[136] olarak indirildiği de belirtilmiştir.

Bununla beraber Kur'ân-ı Kerîm, Hz.Peygamber'e onların bir çok ayrılıklara düştüklerini ve ayrılığa düştükleri şeyler hakkmda mutlaka hesaba çekileceklerini[137] bildirerek, onu Yahudiler'e karşı uyarmayı da ihmâl etmemiştir.

îşte Hz.Peygamber Mekke'den Yasrib'e hicret ederken Yahu­diler hakkında bu bilgilere sahipti.

Hz.Peygamber ilâhi bir emirle [138]Rebîu'l-Evvel ayının 12. gü­nü [139]Yesrib'e hicret ettiğinde, şehirde yaşayanların hemen yarı­sına yakını Yahudi idi.[140]

Yahudiler, Hz.Peygamber'in hicretini kalelerine çıkarak göz­lemişler ve onun gelişini Araplara haber verirken[141] kendileri de merak içinde bekleşip, onun gerçekten bir peygamber olup olma­dığını anlamak istemişlerdi. Biz onların bu durumunu Safiyye bintü Huyey'in bir rivayetinden anlamaktayız. Safiyye, Hz.Pey­gamber'in hicreti esnasında, Benu'n-Nadir Yahudüeri'nin reisi olan babası Huyey b. Ahtab ile amcası Ebû Yâsir b. Ahtab'ın onu karşılamaya gittiklerini, sabahın erken saatlerinde çıkmalarına rağmen çok geç döndüklerini ve babası ile amcası arasında şu ko­nuşmanın geçtiğini anlatır:

Amcam Ebû Yâsir, babama: "O, o mu?" diye sordu.

Babam: "Evet, vallahi o odur." dedi.

Amcam:"Onun o olduğundan emin misin?" diye sorduğunda,

Babam: "Eminim" diye cevap verdi.

Amcam bu sefer babama;

"Ona karşı içinde uyanan nedir?" dedi.

Babam: "Vallahi eski halimde kalacağım, nefsimde uyanan ise, ona düşmanlık hislendir."[142] dedi.

Buna benzer bir hâdise de Selmân-ı Fârisî'den nakledilmiş ve Selmân-ı Fârisî, Hz.Peygamber'in Yesrib'e varışım Yahudi olan efendisine haber veren çocuğa, onun durumunu sorduğunda, Yahudi olan efendisi hiddetlenip Selmân'm yüzüne bir tokat vurmuştur.[143]

Hz. Peygamber, hicretini müteakip, kendisinin gelişinden memnun olmayan Yahudiler'e karşı gayet iyi davranmış ve onlara karşı takındığı tavırlarında yumuşaklık ve anlaşma arzusunda olduğunu izhâr etmiştir. Bu cümleden olarak onları, aralarında ortak olan bir kelimeye [144]çağırmış, kendisine ilâhî emir gelme­yen konularda onlara muvafakat etmeyi sevmiş [145], namazlarında onların kıblesi olan Beytü'l-Makdîs'e yönelmiş[146], hicreti esnasında onları oruçlu bulunca, sebebini sormuş ve daha sonra da müslümanlara bu orucu tutmalarını emretmiş[147]  onların böl­gesinde oturan müslümanlara, başka kap bulamamaları halinde, temizlemek şartıyla onların kaplannda yemek pişirmeyi ve o kap­tan yemek yemeye müsaade etmiş [148], bundan daha ileri olarak, gelen bir ayetle, kendisine tâbi olanlara, onların kestiklerini ye­melerine ve iffetli kadınlarıyla evlenmelerine müsaade etmiş [149]bizzat kendisi zaman zaman Beni israil kıssaları anlatmış ve bun­ları anlatma hususunda da herhangi bir beis görmemiştir.[150]

Bunlardan başka, onları kendi dinine kazanmak için, önün­den geçen Yahudi cenazelerine saygı gösterip ayağa kalkmış ve bunu ashabına da tavsiye etmiş [151], müşriklere-girmeyi yasakladı­ğı mescide kitâb ehli olarak onların girmesine müsaade etmiş­tir.[152] Ehl-i Kitâb'tan olup da, sonradan müslüman olan kişinin, Allah katında, daha önceden kendi peygamberini, sonradan da kendisini tastiklediğinden, iki peygamberi tasdiklemiş olacağı sebebiyle, diğer insanlardan müslüman olanlara nazaran iki kat daha fazla ecir alacağını[153] söylerken, o kişinin dirisiyle ve ölüsüyle insanların en hayırlısı olduğunu[154] beyan etmiş ve onun cennet­lik olduğunu[155] müjdelemiştir.

Hz.Peygamberin takındığı bu olumlu tavırlar karşısında, sa­yıca az da olsa, bazı Yahudiler müslüman olmuş, bazıları da müs­lüman olmasalar bile en azından Hz.Peygamber'e cephe almamış­lar ve hatta onun yanında yer almışlardır.

Bunlardan Abdullah b. Selâm daha hicrî 1.yılda ailesiyle bir­likte müslüman olmuştur.[156] Salebe b. Saye, Esîd b. Sa'ye ve Esed b. Ubeyd isimli Yahudiler de Benû Kureyza kuşatması sırasında müslüman olmuşlardır.[157] Yine Benû Kureyza günü Ümmü Mün-zir isimli müslüman bir kadın, Rifâ'a b. Samuel adındaki bir Ya­hudi çocuğu himayesine alarak müslüman olmasına vesile olmuş­tur.[158]

Bu Yahudilerden başka, bazı kaynaklarda müslüman olduğu rivayet edilmekle[159] beraber, Hz.Peygamber'e iman etmeyen, fa­kat onun yanında yer alıp Uhud'da savaşan ve ölen Benu'n-Nadîr Yahudileri'nden Muhayrık da nıüsbet davranışlarda bulunmuş­tur. Hatta Uhud savaşı çıktığında kavmini Hz.Peygamber ile bir­likte savaşmaya çağırmış, kavmi, günün Cumartesi olmasını bahane edince, "sizin için Cumartesi'nin önemi yoktur." diyerek silâhını kuşanmış ve "şayet ölürsem mallarımı Muhammed'e ve­rin, o, malımı, Allah'ın kendisine göstereceği yere harcar" deyip Uhud savaşma katılmıştır. Savaşta ölünce, Hz. Peygamber onun hakkında, "Muhayrık Yahudilerin en hayırlısıdır" diyerek, onu övmüş ve bıraktığı malları Medine'de dağıtmıştır.[160]

Benû Kureyza kuşatması esnasında Hz.Peygamber'e verdik­leri ahde sadık kalarak kavminin savaşmasına karşı çıkan Amr, b. Su'da isimli bir Yahudi de, kaleden inmiş ve geceyi Hz.Peygam-ber'in mescidinde geçirdikten sonra bilinmeyen bir yere gitmiştir. Daha sonra, ashâb o kişiyi sorduğunda Hz. Peygamber, "Ahdine vefasından dolayı Allah'ın (ölümden) kurtardığı bir adam" cevabı­nı vermiştir.[161]

ibn Sa'd da bunlara ilâveten, Tevrat'ta Hz.Peygamber'in sı­fatlarını okuduktan sonra, bir Yahudinin daha müslüman oldu­ğunu isim vermeden rivayet etmektedir.[162]

Onlara bu derece ihtimam ile davranan Hz.Peygamber, kendi başkanlarından başka hiçbir kimseyi dinlemeyen[163] Yahudileri, Medine'de bulunan diğer kabileler ile birlikte anlaşma yapmak için ikna etmeyi başarmıştır. Hicrî 1.yılda yapılan[164] ve Anayasası da denilen bu anlaşmanın metni zamanımıza kadar çe­şitli kaynaklarda[165] muhafaza edilmiş ve bizlere ulaşmıştır.

Biz burada anlaşma maddelerinin değerlendirmesine geçme­den önce, Yahudiler'in böyle bir anlaşmayı benimsemelerini sağ­layan âmillerin neler olabileceği üzerinde durmak istiyoruz.

Bu âmilleri şu şekilde sıralayabiliriz:

Birincisi; Hz.Peygamber tarafından takınılan olumlu tavır­lar ki, biz bunları, aralarında ortak olan kelimeye çağırma, aşure orucunu ashabına emretme, kıble olarak Beytül-Makdis'e yönel­me vb. şeklinde Özetlemiştik.

İkincisi; Yahudilerin kendi bünyelerinden kaynaklanan bir takım sebepler ki, bunları da, aralarında siyasî bir birliğin olmayı­şı, kabul etmelerine rağmen onun bir Peygamber olduğunu bilmeleri[166] şeklinde söyleyebiliriz.

Üçüncüsü ise; onların Evs ve Hazrec ile ittifak halinde olma­ları ki, bu durumda onlar birer müttefik olarak anlaşmaya imza koymak için kendilerini mecbur hissetmiş olabilirler. Bu üçüncü kısımda, çok uzak biı ihtimal olmasına rağmen zikretmek istedi­ğimiz bir sebep de, Yahudilerin müşrik bir başkandansa, kendile­rinin peygamberlerini ve kitaplarım tasdik eden[167] ve kendilerine iyi davranan birinin başkanlığını kabul etmiş olabileceklerdir.

Bu şartlar dahilinde, hicretten hemen sonra ele alınmış bulu­nan ve müslümanlarla Yahudilerin eşit şartlarda düşünüldüğü[168] anlaşmada Yahudilerle ilgili maddeler şöyle tanzim edilmiştir:

Anlaşmasının 1. maddesine göre, Yesrib'li müslümanlara tâbi olanlar şeklinde zikredilen Yahudiler, şehir devleti içinde yer almışlar ve müslümanlarla birlikte, şehri korumak için, harb et­meyi kabul etmişlerdir.[169]

2. madde de 1. maddeyi teyid eder mahiyette olup, şehirde ya­şayanların her türlü kan bağlarının üstünde bir ümmet (cemaat) oldukları belirtilmekte,her ferdin yeni kurulan bu devletin içinde yer aldığı vurgulanmaktadır.

Umûmî bir hüküm taşıyan bu iki madde'den sonra 15. mad-de'ye kadar Arap kabileleriyle ilgili hükümler yer alır.

15.18. ve 19. maddelere göre ise; bir harp vukuunda anlaşma­ya imza koyanların eşit şartlara sahip oldukları belirtilir.[170]

16. madde, Yahudilerin durumuna özel olarak ışık tututmak-tadır. Bu maddeye göre, Yahudilerden müslümanlara tâbi olanla­rın, zulme uğramaksızın ve onlara muarız olanlarla yardımlaş-maksızm, müslümanların yardım ve himayesine hak kazanacak­ları belirtilmektedir. Bu maddenin iki bölüm halinde hazırlandığı tahmin edilen Medine anlaşmasının, birinci bölümünün son kıs­mı olduğu sanılmaktadır.168

18. maddeye göre ise, şehir devletini savunanlar nöbetleşe harbe iştirak edeceklerdir.

Umûmî maddeler olarak göze çarpan 23. ve 42. maddelere gö­re, Hz. Peygamber'in tam yetki ile, Allah adına idareyi eline aldığı tescil edilmektedir. Buna göre üzerinde ihtilafa düşülen konular derhal Allah'a ve Muhammed'e götürülecektir.

24.  37. ve 38. maddelerde özel olarak zikredilen Yahudiler, harbe iştirak ettiklerinde, harp süresince masraflarını kendileri karşılayacaklar, dıştan gelecek saldırılara karşı da kendi arala­rında yardımlaşacaklardı![171]

25. maddeden 33. maddeye kadar çeşitli Yahudi kabileleri tek tek isim olarak zikredilirken, onların müslümanlarla bir üm­met (cemaat) oldukları, dinlerinde serbest oldukları vurgulanır. Haksız yere bir cürüm (suç) işleyenin ise "sadece kendine ve aile efradına zarar vermiş" olacağı belirtilerek, suç umûmîleştiril-mekten uzak tutulmuştur.

35. maddeye göre ise, Yahudiler'e sığınanların Yahudiler gibi kabul edileceği açıkça anlaşılmaktadır.

36. madde, Yahudileri Hz. Peygamberden habersiz (izinsiz) olarak müslümanlarla birlikte askerî bir sefere çıkmaktan men etmektedir.

37. maddenin (b) fırkasına göre, herhangi bir kimsenin müt­tefikine karşı suç işlemesi yasaklanırken, böyle bir durumda zul-medilene yardımcı olunacağı anlaşmada yer alır.

39. maddeye göre Yesrib şehrinin dahili, haram (mukaddes) bir belde kabul ediliyor ve sınırları çiziliyordu.[172]

40. madde, himaye altındakiler, bizzat himaye eden gibidir, ne zulmeder, ne de zulmedilir kaydım getirirken;

41. madde onu tamamlar ve; himaye hakkı verilenler hariç hiç kimsenin himaye hakkına sahip olmadığım belirtir.

43. madde Hz. Peygamberi dışarından gelecek tehlikelere karşı korurken, "ne Kureyşliler ve ne de onlara yardım edenler hi­maye altına alınacaklardır" şeklindeki ifade, müşrik Kureyşle her türlü irtibatı yasaklamaktadır.

44.  maddenin pozisyonu ise, bir önceki maddeyi tamamlar durumda olup Kureyşle yardımlaşmama şartının bir adım daha ilerisindedir .Buna göre dışarıdan gelecek saldırılara karşı içeride yardımlaşma yapılacak ve bu saldırının Kureyşten gelmesi halin­de de onlara karşı savaşılacaktır.

45. madde ise, dinî harpler hariç tutularak, her iki tarafın bir­birini anlaşmaya çağırması halinde icabet etmenin gerekli oldu­ğunu açıklığa kavuşturmaktadır.

Yine bu maddenin (b) fırkasına göre her zümre kendi bölge­sinden, gerek müdâfaa ve gerekse şâir ihtiyaçlar açısından mes'ul olacaktır.

46. ve 47. maddelere göre de, bu anlaşmaya tam bir sadakat istenmekte ve bunu yapanların savaşta ve barışta emniyet içinde olacakları vurgulanmaktadır.[173]

Yukarıda [174]anlaşmanın iki bolüm olduğunun sanıldığım belirtmiştik. Fakat bu konuda kaynaklarımızda herhangi bir ha­ber mevcut değildir. Ancak Yahudilerle yapılan bu anlaşmanın Bedir'den önce yapıldığını teyid eden rivayetler mevcuttur. Meselâ, Vâkıdî, Belâzurî ve Ibnu 1-Esîr'de "Kaynukalılar Hz. Pey­gamber Bedir'den döndükten sonra isyan etmişler ve ahidlerini bozmuşlardır."[175] şeklinde yer alan rivayet bunu ispatlamaktadır. Buna göre anlaşmanın H.l. yılda (M.622) veya en azından Be­dir'den önce yapıldığını düşünebiliriz.

Hz. Peygamber bu anlaşma ile şehirde birlik ve beraberliği temin ettikten sonra, islâm'ı tebliğ vazifesine ağırlık vermiş ve gerek putperest Araplara karşı olsun, gerekse kitab ehli olan Ya­hudilere karşı olsun islâm'ı yayma faaliyetlerine hız vermiştir. Bu faaliyetleri esnasında birçok kereler Yahudilerin Beytü'l-Midrâs adını verdikleri toplantı yerlerine gitmiş ve onları Islama davet et­miştir. Hz. Peygamber'in, Yahudileri islâm'a davet için gittiğini anlatan rivayetlerin birkaçını, onların islâm'a ve Hz. Peygam-ber'e karşı takındıkları tavırları ortaya koyabilmek açısından, özetleyerek buraya almak istiyoruz.

Birgün Hz. Peygamber Beytul-Midrâs'a gider ve Yahudilere, içlerinden en âlim olan kimseyi karşısına çıkarmalarını ister. Yahudilerden Abdullah b. Sûriyâ çıkar. Hz. Peygamber ona, Allah'ın, geçmişte Beni israil'e verdiği nimetleri hatırlayarak; "Benim, Allah'ın Rasulü olduğumu bilmiyor musun?" diye sorar. Sûriyâ: "Allahümme, Evet, benim kavmim de şu bildiklerimi ve senin durumunun, sıfatlarının Tevrat'ta beyan edildiğini biliyor." der. Hz. Peygamber: "Bana iman etmen hususunda sana mâni olan şey nedir?" diye sorduğunda, Sûriyâ: "Kavmime muhalefet etmeyi kerih görüyorum, umulur ki onlar sana tabi olup müslü­man olurlar, o zaman ben de müslüman olurum."[176] der.

Nakledilen bir başka hadise ise şudur; Ibn Abbas'tan rivayet edilmektedir.

Hz. Peygamber birgün yine Beytü'l-Midrâs1 a gitmiş ve onları Tevrat okur vaziyette bulmuştur. Yahudiler, Hz. Peygamber'in sı­fatlarının bulunduğu bölüme gelince susmuşlardır. Bunun üzeri­ne Hz. Peygamber merak edip bir kenarda hasta olarak oturan bir Yahudiye niçin sustuklarını sormuştur. Yahudi: "Onlar âhir za­man Peygamberinin sıfatlarına geldiler ve okumamak için sustu­lar." deyip, yerinden kalkmış ve Tevrat'ı eline alarak o bölümü okumuştur. Sonra da kelime-i şahadet getirip müslüman olmuş­tur.[177]

Bir başka rivayette de Hz. Peygamberin yine Beytul-Midrâs'a gittiği ve onları islâm'a davet ettiği nakledilmiştir. Bu rivayete göre, Yahudiler Hz. Peygamber'e hangi din üzere olduğu­nu sormuşlar, Hz. Peygamber de; "ibrahim milleti ve dini üzere­yim." deyince, onlar; "ibrahim Yahudi idi." diye mukabelede bu­lunmuşlardır. Yahudilerin bu iddiaları üzerine Hz. Peygamber, orada bulunanları, bu konu hakkında Tevrat'ın hakemliğine çagirmiş, fakat onlar bundan kaçınmışlardır.[178] Bu konuda hemen bir ayet nazil olmuş ve Hz. ibrahim'in ne Yahudi ve ne de Hıristi­yan olduğu, aksine onun Allah'a teslim olanlardan olduğu vurgu­lanmıştır.[179]

Hz. Peygamberin islâm'a davet faaliyetlerine zaman zaman ashab da katılmış ve Yahudileri islâm'a davet etmişlerdir. Bu konuda Sa'd b. Ubâde, Muaz b. Cebel ve Utbe b. Vehb Yahudilere giderek, onlara islâm öncesini hatırlatmışlar ve: "Siz bizi gelecek olan bir Peygamber ile korkuttuğunuz halde, o geldikten sonra, onu niçin inkar ediyorsunuz, kaldı ki onun sıfatlarını da anlatıyor­dunuz." dediklerinde, Yahudilerden Râbi b. Hureymile ve Vehb b. Yahûzâ: "Biz kesinlikle böyle bir şey sÖ3flemedik ve Allah da Mu­sa'dan sonra ne bir kitab, ne de bir korkutucu göndermiştir." diye­rek Hz. Peygamberi inkar etmişlerdir.[180] Bu hadise üzerine de hemen bir ayet nazil olmuş ve Hz. Peygamberin hem müjdeci, hem korkutucu olarak gönderildiği bildirilerek Yahudiler yalan­lanmış tır.[181]

Hz. Peygamber'in en yakın arkadaşı Hz. Ebû Bekr de bir gün onları islâm'a davet için gittiğinde, ona karşı gelmişler ve Hz. Pey­gamber'in kendilerinden borç para istediğini hatırlatarak:" (Bu hale göre) Allah fakir, biz zenginiz." demişlerdir. Yahudilerin bu sözlerine çok kızan Hz. Ebû Bekr, Finhas isimli Yahudi hahamı­nın yüzüne bir tokat vurmuş ve: "Vallahi, aramızda anlaşma ol­masaydı, başını uçururdum." demiştir. Bunun üzerine Finhas Hz. Peygambere gidip Hz. Ebû Bekr'den şikayetçi olmuştur. Hz. Pey­gamber olayı bir de Hz. Ebû Bekr'den dinleyince Finhas daha önce söylediği sözleri inkar ederek Hz. Peygamberin yanından ayrıl­mıştır.[182] Bu konuda da bir ayet inmiş ve; "Allah, 'Allah fakir, biz zenginiz' diyenleri işitmiştir.[183] diyerek gerçeği açıklamıştır.

Şimdi nakledeceğimiz hadise ise, Yahudilerin söyledikleri sözleri ve gerçekleri ne derece inkar eden bir kavim olduğunu gös­termesi bakımından oldukça ilginçtir.Yahudilerden müslüman olan Abdullah b. Selâm bir gün Hz. Peygamber' geldi ve; "Yâ Rasulallah, Muhakkak ki Yahudiler tuhaf bir kavimdir. Senin onlara gitmeni ve ben bir ev'de gizlenirken, onlara beni sormanı isterim. Onlar benim hakkımda sana bilgi versinler, fakat bunu, onlara benim müslüman olduğumu söylemezden önce yap. Şayet onlar benim müslüman olduğumu öğrenirlerse hakkımda kötü söz söy­lerler, "dedi. Bunun üzerine Hz. Peygamber, Abdullah b. Selâm bir ev'de gizlenirken Yahudileri çağırmış ve onlara: "Hüseyin b. Selâm hanginizdir." diye sormuştur. Onlar: "O, bizim seyyidimiz ve seyyidimizin oğludur, dinimizi en çok bilenimiz ve en âlimimizdir." demişlerdir. Bu sırada Abdullah b. Selâm saklandı­ğı ev'den çıkmış ve: "Ey Yahudi topluluğu, Allah'tan korkunuz ve onun size getirdiğini kabul ediniz, Allah'a yemin ederim ki, siz onun ismini ve sıfatım yanınızda olan Tevrat'ta buluyorsunuz. Muhakkak ben Rasûlullah'a iman ediyorum ve onu tasdik ediyo­rum." demiştir. Abdullah b. Selâm'dan bu sözleri işiten Yahudiler onun hakkında az önce söyledikleri sözleri inkar etmişler, onu ya­lanlamışlar ve hakkında kötü sözler söylemeye başlamışlardır. Onların bu şekilde kötü sözler söylemeleri üzerine Abdullah b. Selâm: "Yâ Rasulallah ben sana onların tuhaf, sözlerinde durma­yan ve fâcir bir kavim olduklarını söylemedim mi?" demiştir.[184]

Görüldüğü gibi önceleri gayet normal olarak gelişen ve pek fazla çekişmeye meydan vermeyen bu davetler, sıklaşmaya başla­yınca tepkiler doğurmuş ve en sonunda da kopma noktasına gel­miştir. Aşağıda zikredeceğimiz hadise bu durumu bütün açıklı­ğıyla ortaya koymaktadır.

Hz. Peygamber bir gün yine Beytül-Midrâs'a gitmiş ve Yahu­dileri islâm'a davet etmiştir. Bu davetini üç defa tekrarlayan Hz. peygamber, üçüncü de, "Tebliğ ettin, Ya Ebe'l-Kâsım" şeklinde ce­vap almıştır. Bunun üzerine Hz. Peygamber onlara son olarak: "Bunu ben istiyorum. (Yani islâm'a girmenizi)" dedikten sonra, "Biliniz ki, arz Allah ve Rasûlüne aittir."[185] diyerek sözlerine ta­mamlamıştır.

İlişkilerin bu noktaya gelmesi Yahudileri daha çok kızdırmış ve onlar, önceleri bu davetlere seslerini çıkarmamış ve sonraları alaylı[186] cevaplar vermeye başlamışlarken, bu defa Hz. Peygam­berin aleyhine bir takım faaliyetlerde bulunmaya başlamışlardır.

Hz. Peygamber ve ona inananları saptırmak için, kıyametin ne zaman kopacağı [187], cennetin kapılarının mahiyeti[188]  mahlûkâtı Allah'ın yarattığını, fakat Allah'ı, kimin yarattığı ve onun pazu ve dirseklerinin nasıl olduğu [189], Allah'la beraber başka ilâhların da olup olmadığı[190] ve ruh'un mâhiyetinin ne olduğu[191] şeklinde gaybî sorular sonnuşlar, Hz. Peygamber'in de nihayet bir insan olduğunu birbirlerine hatırlatıp [192], içlerinden suç işleyen­lerin bazılarını ona gönderip, şayet istedikleri gibi hüküm verirse ona uymalarını, istediklerinin dışında bir hüküm verirse uymamayı[193] tavsiye etmişlerdir.

Yine onlar, "Muhammed ve arkadaşlarına ineni değiştiriniz, umulur ki, onlar da bizim gibi yaparak kitaplarını tahrif ederler ve dinlerinden dönerler" [194] diyerek Kur'ân-ı Kerîm'i alaya almışlar[195] ve onu inkar etmişlerdir.[196] Hz Peygamber'e inenin kendilerine inen gibi olmadığını, onun bunları insanlardan ve cin­lerden öğrendiğini[197], aslında Allah'ın ona hiç birşey indirmediği­ni [198]kendilerininse, Allah'ın oğulları ve sevgilileri olduklarını[199] hidayetin ancak kendilerinde olduğunu ve Hz. Mu-hammed'in de ancak ve ancak kendilerine tâbi olması halinde hidâyete ereceğin[200], Hz. Peygamber'in "Ben İbrahim milleti ve dini üzereyim" demesi üzerine, onun, Yahudi olduğunu[201] ve Hz. Uzeyr'in Allah'ın oğlu olduğunu[202] iddia etmişlerdir.

Bunlardan ayrı olarak, Hz. Peygamber1 den, gökten bir kitab indirmesini[203], Allah'ın kendileriyle konuşmasmı [204]istemişler ve ashabı sadaka vermekten men etmek için onlara;"Biz sizin fakir olmanızdan korkuyoruz"[205] demişlerdir.

Hz. Peygamber'in devesi kaybolduğunda da onlar, "Muham­med gökten haber aldığını iddia ediyor, fakat devesinin nerede ol­duğunu bilmiyor" [206]demişler, Ensâr'dan müslüman olanlara eski günleri hatırlatıp[207] Evs ve Hazrec'in îslâm öncesi düşmanlıkları­na tekrar başlamalarım ve böylece Hz. Peygamberi yalnız ve yar­dımsız bırakmayı arzulamışiardır.

Kur'ân-ı Kerîm Yahudilerin bu tür söz ve davranışları karşı­sında sessiz kalmamış ve onlara gerekli cevapları vermiştir.

Kıyametin ne zaman kopacağı hususundaki sorularına, "Ey Muhammed, sana kıyamet saatinin ne zaman gelip çatacağını so­ruyorlar, de ki, onu ancak Rabbim bilir, onun vaktini O'ndan baş­ka belirtecek yoktur. Göklerin ve yerin ağırlığını kaldıramayacağı o saat sizlere ansızın gelecektir. Sen sanki öğrenmişsin gibi sana soruyorlar, de ki,onu bilmek ancak Allah'a mahsustur, ama insanlann çoğu bu gerçeği bilmezler."[208] ayetiyle, Allah'ı kim yarattı so­rularına, "Ey Muhammed, de ki, O Allah bir tektir. Allah herşey-den müstağni ve her şey O'na muhtaçtır, O doğurmamış ve doğ­mamıştır. Hiç birşey O'na denk değildir."[209] mealindeki Ihlâs su­resi ve "Onlar Allah'ı gereği gibi değerlendiremediler. Bütün yer­yüzü, kıyamet günü O'nun avucundadır; gökler onun kudretiyle durulmuş olacaktır. O, putperestlerin ortak koşmalarından mü­nezzehtir."[210] ayetiyle, Allah'la beraber başka ilahlar var mıdır, sorularına, "Şâhid olarak hangi şey büyüktür' de. 'Allah benimle sizin aranızda şahittir. Kur'ân bana, sizi ve ulaştığı kimseleri uyarmanı için vahyolundu; Allah'la beraber başka tanrılar bulun­duğuna siz mi şahitlik ediyorsunuz? de. 'Ben şahitlik etmem1 de. 'O ancak tek bir tanrıdır, doğrusu ben ortak koşmanızdan uza­ğım'de"[211]ayetiyle, ruh' un mâhiyeti hakkındaki sorularına, "Ey Muhammed, sana ruh1 un ne olduğunu soruyorlar, de ki: 'Ruh, Rabbimin emrinden ibarettir. Bu hususta size pek az bilgi veril­miştir."[212] ayetiyle cevap vermiştir.

Yine onların, "o bizim istediğimize göre fetva verirse alırız, vermezse almayız" demelerine, "Ey Peygamber, kalpleri inanma­mışken, ağızlarıyla İnandık' diyenler, Yahudilerden yalana ku­lak verenler ve başka bir topluluk hesabına casusluk edenlerden inkara koşanlar seni üzmesin. Sözleri asıl yerlerinden değiştiren­ler de, 'Böyle bir (fetva) size verilirse alın, verilmezse kaçının' der­ler. Allah'ın fitneye düşmesini dilediği kimse için Alah'a karşı se­nin elinden bir şey gelmez. İşte onlar Allah'ın, kalplerini arıtmak istemediği kimselerdir. Dünyada rezillik onlaradır. Onlara ahi-rette de büyük azab vardır." ve "Onlar yalana kulak verirler, ha­ram yerler. Eğer sana gelirlerse aralarında hükmet yahut onlar­dan yüz çevir, yüz çevirirsen sana bir zarar veremezler. Eğer hük­medersen aralarında adaletle hüküm ver. Allah âdil olanları se­ver"[213] ayetleriyle, "Muhammed ve arkadaşlarına ineni değiştiri­niz, umulur ki, onlar da aynısını yaparlar" şeklindeki teşebbüsle­rine, "Ey kitâb ehli, niçin hakkı batıla karıştırıyor ve bile bile hakki gizliyorsunuz?"[214] ayetiyle Hz. Peygamberin Kur'ân-ı Kerîm'i insanlardan ve cinlerden öğrendiği hakkındaki iddialarına, "De ki: İnsanlar ve cinler, birbirlerine yardımcı olarak bu Kur'ân'm bir benzerini ortaya koymak için bir araya gelseler, and olsun ki, yine de benzerini ortaya koyamazlar"[215] ayetiyle, "Allah ona hiç birşey indirmemiş tir" şeklindeki iddialarına, "Andolsun ki, açık­layıcı ayetler indirmişizdir. Allah dilediğini doğru yola erişti­rir."[216] ayetiyle, Allah'ın oğulları ve sevgilileri olduklarını iddia et-meleıine, "Yahudiler ve Hıristiyanlar, 'Biz Allah'ın oğulları ve sevgilileriyiz' dediler. 'Öyleyse günabîarınızdan ötürü size niçin azabediyor? Bilakis siz O'nun yarattığı insanlarsınız' de..."[217] aye­tiyle, Hz. ibrahim'in Yahudi olduğunu iddia etmelerine, "ibrahim Yahudi de Hıristiyan da değildi, ama doğruya yönelen bir müslim-di; puta tapanlardan (da) değildi."[218] ayetiyle, Hz. Uzeyr'in Allah'ın oğlu olduğu şeklindeki iddialarına, "Yahudiler, 'Uzeyr Allah'ın oğludur' dediler; Hıristiyanlar, 'Mesih Allah'ın oğludur' dediler. Bu daha önce inkar edenleiin sözlerine benzeterek ağızla­rında geveledikleri sözdür. Allah onları yok etsin. Nasıl da uydu­ruyorlar."[219] ayetiyle cevaplamıştır.

Gökten kitap indirmesini istemelerine, "Şy Muhammed, Ki­tap ehli, senin kendilerine gökten bir kitap indirmelerini isterler. Musa'dan bundan daha büyüğünü istemişlerdi ve 'Bize Allah'ı apaçık göster1 demişlerdi. Zulümlerinden ötürü onları yıldırım çarpmıştı....."[220] ayetiyle, Allah'ın kendileriyle konuşmasını iste­melerine, "Bilmeyenler Allah bizimle konuşmalı veya bize bir ayet gelmeli değil miydi?' dediler. Onlardan öncekiler de onların söyle­diklerinin tıpkısını söylemişlerdi. Kalpleri birbirlerine benzedi. Kesinlikle inanan kimseler için ayetlerimizi açıklamışızdır."[221] ayetiyle, ashabı sadaka vermekten men etmek istemelerine, "On­lar cimrilik ederler, insanlara cimrilik tavsiyesinde bulunurlar, Allah'ın bol nimetinden kendilerine verdiğini gizlerler. Kafirlere aşağılık bir azâb hazııiamışızdır."[222] ayetiyle cevaplar vermiştir. Bütün bunlara ilâve olarak Kur'ân-ı Kerîm, îsrailoğullan'nm tarih içinde yapageldikleri olumsuz tutumlarını özetler ve onla­rın; ahiret karşılığında dünyayı satın aldıklarını[223], kendi dinle­rinde yasaklandığı halde faiz yediklerini [224], Allah'ın ayetlerini az bir pahaya sattıklarını [225]kitaplarını tahrif ettiklerini[226], Hz. Musa'dan Allah'ı kendilerine göstermesini istediklerini[227], kendi­lerine kutsal kılanan Cumartesi yasağını çiğnediklerini[228], yala­na kulak verip, haram yediklerini[229], kendilerine ilim geldikten sonra birbirlerini çekemeyip ayrılığa düştüklerini[230], bazıları müstesna hâin olduklarını ve ahitlerini bozduklari için lanetlendiklerini[231], hatta bu lanetlenmenin kendi peygamberleri Hz. Davud ve Hz. Isâ tarafından bile yapıldığını [232], hahamlarının çoğunun insanların mallarını haksız yere yediklerini ve altın-gümüş biriktirip hak yolunda sarfetmediklerini[233], şeytana kul olduklarını[234], münafıklık yaptıklarını[235], peygamberlerine karşı gelmek için, men edildikleri halde gizli toplantı yaptıklarım[236], peygamberlerini yalanlayıp, onları öldürdüklerini[237], inananlara karşı en şiddetli düşman olduklarını[238] ve onların kesinlikle dost edinilemeyeceğini [239], beyan ederek Hz Peygamberin onlara karşı takip edeceği siyaseti kesin olarak ortaya koymuştur.

Yahudiler, Kur'ân-ı Kerîm'in bu tavrı karşısında büsbütün hiddetlenmişler ve düşmanlıklarını daha da arttırmışlardır. Ge­rek Hz. Peygamberi gördüklerinde, gerekse müslümanlara rast­ladıklarında "es-Sâmu aleyküm" yani "ölüm üzerine olsun"[240] di­ye Selâm vermeye başlamışlar ve Hudeybiye dönüşünde[241] de Hz. Peygamber'e büyü dahi yapmışlardır.[242]

Onların bu şekilde Selâm vermelerine Hz. Peygamber gayet sakin ve yumuşaklıkla cevap vermiş, "ve aleyküm" yani "sizin de üzerinize olsun" demiştir. Başta eşi Hz. Âişe olmak üzere ashabı, Yahudilerin bu Selâmına hiddetlenip, onlara lanet okumaya baş­layınca, "Allah rıfk sahibidir, rıfkı sever."[243] buyurarak onlara mâni olmuştur. Yine onların büyü yapmaları karşısında, oldukça ızdırap çekmesine rağmen, ashabın büyü yapanı öldürme teklifini reddetmiş ve Yahudi Lebîd b. A'sam'ı affetmiştir.[244]

Birbirini takip eden ve ardı arkası kesilmeyen bu çekişmeler­den sonra, Hz. Peygamberin Yahudilere güveni kalmamış ve Tev­rat'tan bazı şeyleri onlara sorduğunda kendisine doğru cevaplar verilmemesi ve buna benzer sebeblerle Zeyd b. Sâbit'e îbrânice öğ­renmesini emretmiş, o da 15 gün içinde îbrânice'yi öğrenmiştir.[245]

Kıblenin değişmesi esnasında da onlar fm tür davranışlarını devam ettirmişler ve Hz. Peygamber'e gelip, "şayet tekrar bizim kıblemize dönersen, sana tâbi oluruz,"[246] demişlerdir. Kur'ân-ı Kerîm onların bu sözlerini cevapsız bırakmamış ve, "insanların beyinsizleri; yöneldikleri kıbleden onları çeviren nedir? 'diyecek­ler; de ki, 'Doğu ve Batı Allah'ındır, o, dilediğini doğru yola erişti­rir.' [247] ayetiyle mukabelede bulunmuştur.

Bu çekişmelerin neticesinde ilk olarak, Hz.Peygamber'in hic­retinin 20. ayında (H.2.yıl Şevval/M.624 Mart-Nisan) Amrb. Avf Yahu dilerinden olan Ebû Afek, müslümanları hicvettiğinden do­layı, Hz. Peygamber'in emriyle kendi evinin bahçesinde uyurken, Salim b. Umery tarafından öldürülmüştür.[248]

Yine Bedir savaşından sonra, müslumanların zaferini çeke­meyip anlaşmaya aykırı olarak, Mekke'li müşriklere gidip onların ölülerine ağıtlar yakan ve onları müslümanlara karşı tahrik eden Ka'b b. el-Eşref, şiirleriyle Hz. Peygamberi ve müslümanlan hic­vetmiş, Medine'ye döndükten sonra da bu tavrını devam ettirerek söylediği şiirlerle müslüman kadınlara sarkıntılık etmeye başla­mıştır. Babası tarafından Tay kabilesinden olduğu halde, annesi Benu'n Nadîr Yahudilerin den olduğu için, Benu'n-Nadîr'e nisbet edilen Ka'b b. el-Eşref, Hz. Peygamber tarafından H.2. yıl'da (M.623-624) öldürtülmüştür.[249] Hz. Peygamber onu öldürecek ki­şileri Benu'n-Nadîr'in eski müttefiklerinden olan Evs kabilesin­den seçmiş ve böylece Yahudilerin kan davası gntme ihtimâlini or­tadan kaldırmıştır.[250] Ayrıca onu öldürmeye gidenlerden Ebu Na-ile'nin de Ka'b'ın süt kardeşi olduğunu[251] düşünürsek Hz. Peygamber'in ne kadar isabetli bir seçim yaptığım kolayca anlayabiliriz.

Muhammed Hamidullah, Ka'b b. el-Eşref in, Hz. Peygamber'e düşman olmasının sebeblerinden birinin, Hz. Peygamberin Medi­ne'ye hicret ettiği günlerde Bemı'n-Nadîr ile Benû Kureyza'mn diyetini eşitlemesi olabileceğini belirtir.[252] Bunu da, Mukatil tef­sirinde yeralan bir rivayete dayandırır. Bu rivayete göre Ka'b b. el-Eşref: "Biz senin kararını kabul etmiyoruz, senin emrine itaat etmeyeceğiz ve eski hükümlere tâbi olacağız."[253] demiştir. Ka'b b. el-Eşref in öldürüldüğü gecenin sabahında Yahudiler Hz. Pey­gamber'e gelip onun suçsuz yere öldürüldüğünü söylemişlerdir. Onların bu sözleri üzerine Hz. Peygamber, onun suçlu olduğunu belirterek; "Onun gibi yapanlar ve onun görüşünde olanlar (der­hal) öldürülür, onun bize şiirleri vasıtasıyla zararları ulaşmıştı. Aynı şeyi sizden kim yaparsa onun hakkı da kılıç olur." demiştir. Bu hadiseden çok korkan Yahudiler Hz.Peygamber'in kendilerini tekrar anlaşmaya çağırmasına olumlu cevap vermişler ve Remle bintü Hârise'nin evinde bir daha böyle bir hadisenin olmayacağı­na dâir anlaşma imzalamışlardır.[254]

Yahudi şâir Ka'b'ın katlinden sonra, Hz_ Peygamber Yahudi­lere karşı, o ana kadar, Önceleri yumuşak, sonraları tatlı- sert di­yebileceğimiz bir siyaset takip etmişken, bu olaydan sonra sert­leşmiş [255] ve, "Kim bir Yahudi yakalarsa, onu Öldürsün." buyura­rak, müslümanlarm aleyhinde bulunan Yahudilere aman veril­meyeceğini belirtmiştir. Hz. Peygamber'in bu sözü üzerine Mu-hayyısa b. Mes'ud isimli bir müslüman, Süneyne adındaki bir Ya­hudi tüccarı müslümanlara zararı dokunduğu için öldürmüş­tür.[256]

 

2. BENÎ KAYNUKA YAHUDİLERİ

 

Hz. Peygamberin Medine'ye hicretini müteakip yapılan an­laşmaya Hazreclilerin müttefiki olarak katılan [257]Benû Kaynuka Yahudileri, şehrin içinde bulunan bir mahallede yaşıyorlar ve kuyumculukla meşgul oluyorlardı.[258] Diğer Yahudi kabilelerine nazaran daha zengin olan Benû Kaynukahlar, müslüman olan Abdullah b. Selâm'ım kabilesi olup, dindaşları içinde de Yahudile­rin en cesurları olarak tanınıyorlardı.[259] Aynı zamanda Hazredi Abdullah b. Übey b. Selûl un de müttefiki [260]olan Benû Kaynuka-lılar, Hz. Peygamber'e savaş ilan eden ilk Yahudi kabilesi olmuş­tur.[261]

Benû Kaynuka Yahudileri, Hz. Peygamber Bedir savaşından döndükten sonra isyan etmişler ve ahidlerini bozmuşlardır.259 Bunun üzerine Hz. Peygamber'onları çarşılarında toplamış ve: "Ey Yahudi topluluğu, Allah'tan korkunuz ve Kureyş'in başına ge­len sizin de başınıza gelmeden önce müslüman olunuz. Muhakkak ki, siz benim gönderilmiş bir Peygamber olduğumu ve bu hususun da kitabınızda haber verildiğini biliyorsunuz. Ayrıca bu konuda Allah'ın size karşı olan ahdini de biliyorsunuz." demiştir. Buna ce­vap olarak Yahudiler: "Ey Muhammed; Muhakkak sen cahil (ve savaş bilmeyen) bir kavimle karşılaştın. Onları yenmen seni gururlandırmasın. Vallahi biz savaşçı insanlarız, şayet bizimle savaşırsan, bizim ne savaşçılar olduğumuzu anlarsın. Şüphesiz sen bizim gibisiyle savaşmadın."[262] diyerek Hz. Peygamber'e mey­dan okumuşlardır.

Hz. Peygamberin Benû Kaynuka Yahudilerine gidip onları tehdid ederek İslâm'a davet etmesi ve bunun sebebi üzerinde bi­raz durmak istiyoruz. Yukarıda belirttiğimiz gibi Benû Kaynuka Yahudilerinin Hz. Peygamber ile yaptıkları anlaşmayı Bedir savaşmdan sonra bozdukları rivayet edilmekte, fakat nasıl bozduk­larına dâir herhangi bir malumat verilmemektedir. Muhammed Hamidullah, Hz. Peygamber'in bu tehdidli davetini yorumlarken, onun bir Peygamber olarak, geleceği bilmesinden dolayı böyle ko­nuşmuş olabileceği üzerinde durur.[263]

Biz burada Muhammed Hamidullah'm yorumunu kabul et­mekle birlikte, sadece Ebû Davud'un Sünen'inde bulabildiğimiz bir rivayeti nakletmek istiyoruz. Zeyd b. Sâbit'in kölesi Ebû Mu-hammed'e kadar uzanan bir senede sahip olan rivayette, Hz. Pey­gamber'in Bedir'de Kureyş'le karşılaşacağı sırada, Yahudilerin Benû Kaynuka liderliğinde Medine'ye girdikleri ve ancak bunun üzerine Hz. Peygamber'in bunlarla mezkûr konuşmayı yaptığı zikredilir.[264]

Bu rivayeti sahih kabul edersek, önümüzde iki ihtimal belirir. Bunlar da, bu Yahudilerin, ya anlaşmaya uyarak gerçekten yardı­ma geldikleri yahud da yardım maskesi altında Hz. Peygamber'in zayıf bir anını kollayıp ona saldırmak için fırsat kolladıkları ihti­malleridir, iki ihtimal de olabilir. Ancak Hz. Peygamber'in onları tehdid edici bir konuşmayla islâm'a çağırması ve Yahudilerin de aynı şekilde cevap vermelerine bakılırsa ikiiici ihtimal daha ağır basmaktadır.

Bu olaydan sonra dokuz ay kadar bir zaman olaysız geçmiş,[265] bu zaman zarfından sonra Ensâr'm Rebîa kabilesinden [266]müslü­man bir kadın Benû Kaynuka Yahudileri'nin çarşısına alış veriş için gitmiş ve onların dükkanlarından birine girmiştir. Bu arada dükkanda bulunan bir Yahudi, işi bitinceye kadar dükkanın bir kenarına oturan müslüman kadının eteğini arkadan oturduğu ye­re bağlamıştır. Kadın işini bitirip kalktığında, eteği yırtılmış ve mahrem yerleri görünmüştür. Yahudiler de kadının bu duruma düşmesine hep bir ağızdan gülmüşlerdir. Utanılacak bir duruma düşen kadın bağırmaya başlamış, oradan geçmekte olan bir müs­lüman da kadının bu durumunu görünce, hemen müdahale' etmiş ve kadının o hale düşmesine sebep olan Yahudiyi orada Öldürmüş­tür. Bunun üzerine olay yerinde bulunan Yahudiler de o müslümanı şehid etmişler [267]ve böylece Hz. Peygamber ile yaptıkları anlaşmayı bozmuşlardır.[268]

Yahudilerin bu davranışlarından hem Hz. Peygamber ve hem de müslümanlar oldukça rahatsız olmuşlar, Benû Kaynuka'nın kendilerine ihanet edebileceğinden endişe etmeye başlamışlar­dır. Müslümanlar bu haldeyken bir ayet gelmiş ve Hz. Peygam-ber'e, Benû Kaynuka Yahudilerine karşı takip edeceği siyaset gös­terilmiştir. "Eğer bir topluluğun anlaşmaya hıyanet etmesinden korkarsan, sen de onlara karşı anlaşmayı bozarak aynı şekilde davran. Doğrusu Allah hâinleri sevmez."[269] şeklinde gelen ilahî müsadeden sonra, Hz. Peygamber: "Ben Benû Kaynuka Yahudi-leri'nin anlaşmayı bozmasından korkuruyorum."[270] diyerek onla­ra karşı savaşa çıkmıştır.[271]

Hicretinin 2O.ayında[272] (H.2.yıl Şevval/M.624 Mart-Nisan) Benû Kaynukahlar'ı kuşatma altına alan Hz. Peygamber, Medi­ne'de Ebû Lübâbe Beşîr b. Abdülmünziri bırakmıştır.[273] Bayrak kullanılmayan [274]sefer esnasında beyaz sancağı[275] Hamza b. Ab-dülmuttalib taşımıştır.[276]

Hz. Peygamber onları 15 gün[277] şiddetli muhasara altında tutmuş[278] ve sonunda kendi hükmüne inmeyi kabul ettirmiştir.[279] Benû Kaynukahlar Hz. Peygamberin vereceği hükme razı olarak teslim olmadan önce, serbest bırakılmalarını istemişler, ancak Hz. Peygamber bunu reddetmiştir.[280] Böylece, onları kendi hük­müne razı olarak teslim alan Hz. Peygamber, erkeklerinin öldü­rülmek üzere bağlanmalarım, kadın ve çocuklarının ise esir edil­melerini emretmiştir.[281]

Bu arada Yahudiler'in boyunlarının vurulacağını duyan Abdullah b. Übey b. Selül Hz. Peygamber'e gelip, onu tacize varan derecede ısrarla, eski müttefiklerini affetmesini istemiştir. Hz. Peygamber önce onu dinlememiş, fakat sonradan, "Allah, onlara ve onlarla beraber olana lanet etsin." diyerek Benû Kaynukalıla-ruı hayatlarım bağışlamış[282], ancak mallarını bırakmalarını [283]ve Medine'yi derhal t erke tmel erini emretmiştir.[284]

Kendileri hakkında verilen bu ikinci karardan sonra Yahudi­ler, Hz. Peygamber'e gelip şehirde oturanların bazılarından ala­cakları olduğunu söylemişlerdir. Hz. Peygamber de onlara izin ve­rerek: "Acele ediniz, alacaklarınızı tenzil ediniz."[285] buyurduktan sonra, "her zaman için tekrar Medine'ye işlerinizi halletmek üzere gelebilirsiniz, yeter ki, burada oturup kalışınız üç günü geçme­sin."[286] diyerek onlara tekrar Medine'ye gelebilme izni vermiştir.

Bu konuşmalardan sonra Benû Kaynukalılar önce Şam'a git­mişler, orada bir ay kadar kaldıktan sonra hemen hepsi Ezriat'a gitmişlerdir.[287] Kaynaklarımızın verdiği bilgilere göre bu Yahudi­lerin az bir kısmı Medine'de kalmıştır.[288]

Medine'nin kenar kesimlerinde oturan diğer Yahudi kabilele­ri Benu'n-Nadîr ve Benû Kureyza Yahudilerinden yardım göremeyen[289] Benû Kaynuka Yahudilerinin, arkalarında birçok silah ve kuyumcu aleti bırakarak[290]  gitmelerinden sonra, şehir içinde herhangi bir Yahudi tehlikesi ihtimali de ortadan kalkmış­tır.

Benû Kaynuka Yahudileri hakkında son olarak şunu da söy­lemek istiyoruz. Yukarıda zikrettiğimiz gibi Benû Kaynukah-lar'm bir kısmı Medine'de kalmıştı, işte bu Yahudilerin Uh

hafız_32
Mon 4 October 2010, 12:00 pm GMT +0200
Uhud ve Hayber savaşlarında Hz. Peygambere yardıma geldikleri, Hz. Peygamberin Uhud savaşında onların yardımlarını kabul etme­yip geri çevirdiği [291], Hayber savaşında ise kabul edip savaştan sonra onlara ganimetten pay verdiği[292] nakledilen rivayetler ara­sındadır. Ayrıca Serahsî'de bulunan diğer bir rivayete göre , Hen­dek savaşından sonra yapılan Benû Kureyza kuşatması sırasında Hz.Peygamber'in, onların Medine'de kalanlarından yardım istediği[293] de nakledilmektedir.[294]

 

3. BENU'N-NADÎR YAHUDİLERİ
 

Hz. Peygamber'in Medine'ye hicretini müteakip yapılan an­laşmada, Evsîiler'in müttefiki olarak yer alan Benu'n-Nadîr Ya­hudileri, Medine'nin dış tarafında ve Benû Hatme mezarlık bölgesinde[295] meskûn olup, dindaşları içinde en kalabalık nüfusa ve Hz. Musa'nın kardeşi Harun (a.s)'a dayanan bir nesebe sahipti­ler.[296]

Bedir savaşma kadar Hz. Peygamberle hei'hangi bir sürtüş­mesine rastlamadığımız Benu'n-Nadir Yahudileri, Bedir savaşın­dan sonra, önce Benû Kaynukalılar'm sürülmesi ve daha sonra da kendi kabilelerinden Ka'b b. el-Eşrefin öldürülmesi olaylarına çok kızmışlar, aynı zamanda içlerini bir korku da kaplamıştı. Hat­ta onlar Ka'b'm Öldürülmesinden sonra Hz. Peygamber ile anlaş­malarını yenilemişlerdi.

Hz. Peygamber ile anlaşma imzalamış olmalarına rağmen on­lar, yukarıda zikrettiğimiz sebeblerden dolayı olsa gerek, rahat durmamışlar ve Mekke'li müşriklerle ilişki kurmuşlardır. Bedir yenilgisiyle çılgına dönen ve Hz. Peygamber'den intikam alma­dıkça yıkanmayacağına yemin eden Mekke'li müşriklerin reisi Ebû Sufyân bir gece 200 adamıyla Hz. Peygamber ve müslüman-lar hakkında bilgi almak için kendilerine gelmiş ve onlar da, ona gerekli bilgileri vermişlerdir. Kaynaklarımız, Ebû Sufyân'm, bu bilgileri aldıktan sonra Mekke'ye dönerken el-Ureyd bölgesinde, hurmalıklarının başında bulunan iki müslümanı öldürdüğünü ve hurmalıklarını yaktığını da nakletmektedirler.[297]

Mekke'li müşriklere gizli olarak verdikleri bilgilerle anlaş­maya aykırı harekette bulunan[298] Benu'n-îs[adîr Yahudileri, Hz. Peygamber'in Uhud savaşında Kureyşlilere üstünlük sağlayama­ması üzerine cesaretlenmişler ve bu arada Kureyşlilerden aldık­ları tehdidkâr bir mektupla[299], Hz. Peygamber ile yaptıkları an­laşmayı tamamen bozma eğilimine girmişlerdir.

Bu gerginlik havası içinde Hz. Peygamberin hicretinin 36. ayı Safer'de[300] (H.3. yıl Safer Temmuz-Ağustos) Bir'i Mauna[301] hadi­sesi meydana gelmiş ve 70 müsîüman mübelliğ tuzağa düşürüle­rek öldürülmüştür, içlerinden sadece Amr b. Ümeyye ed-Damrî isimli bir müsîüman kurtulmuş ve hadiseyi Hz. Peygamber'e ha­ber vermek için Medine'ye doğru yönelmiştir. Yolda Hz. Peygamber ile anlaşması olan Benû Âmir kabilesinden iki kişiye rastla­mış ve onları kendilerine saldıranlardan sanıp öldürmüştür. Son­ra da hemen Medine'ye gelip durumu Hz. Peygamber'e anlatmış­tır. Bu olaydan bir müddet sonra Benu Amir kabilesinin reisi Âmir b. Tufeyl Hz. Peygamber'e bir mektup yazıp, öldürülen iki adamın diyetini istemiştir. Bunun üzerine Hz. Peygamber bir grup arkadaşlarıyla[302] aralarında mevcut olan anlaşmaya daya­narak Benu'n-Nadir'lilere gidip diyete iştirak etmelerini istemiş­tir. Benu'n-Nadirliler diyeti vereceklerini söyleyip biraz bekleme­lerini istemişlerdir. Hz. Peygamber ve arkadaşları da bu arada bir duvarın dibine oturmuşlardır. Yahudiler, Hz. Peygamber'in bu şekilde bir duvar dibine oturmasını firsat bilip, durumu değerlen­dirmek istemişler ve onu öldürmek için kendi aralarında bir plan yapmışlardır. Bu plana göre; içlerinden Amr b. Cihâş isimli birini vazifelendirmişler ve ona yapacağı işi anlatmışlardır. O, Hz. Pey­gamber'in dibine oturduğu duvarın üzerine çıkacak ve onun üstü­ne büyük bir kaya parçası yuvarlayacaktı. Ancak onların bu planı­na içlerinden Sellam b. Mişkem karşı çıkmış ve şayet bunu yapa­cak olurlarsa durumun Hz. Peygamber'e derhal haber verileceği­ni söylemiştir. Buna rağmen Yahudiler bu işte ısrar etmişler ve planlarım uygulamak için harekete geçmişlerdir. Tam bu sırada Hz.Peygamber, kendisiyle birlikte gelen ashabına beklemelerini söyleyerek, bir hacetim görmek için kalkmış gibi yaparak bulun­duğu yerden ayrılmış ve geri dönmemiştir. Durumdan şüphele­nen Yahudiler, Hz. Peygamber'in arkadaşlarına gelip, onun için geciktiğini sormuşlar, ancak onlar da bilmediklerini söylemişler­dir. Bu arada Hz. Peygamber'in dönmemesine bir anlam vereme­yen Yahudilere Kinane b. Suriya: "Muhammed'in niçin kalktığını idrak etmiyor musunuz? Tevrat'a yemin olsun ki, Muhammed si­zin hazırladığınız tuzaktan haberdar edildi. Siz bunu yapmakla kendi nefsinize tuzak kurmuş oldunuz. O, sizin kurduğunuz tu­zaktan dolayı kalkmıştır. O nebilerin sonuncusudur. Siz nebinin, Harun'un neslinden gelmesini istiyorsunuz, ama Allah onu dilediği kavimden gönderir. Muhakkak okuduğumuz kitabımız Tev­rat'ta onun doğum yeri Mekke'dir, hicret yeri ise Yesrib'tir Onun anlatılan sıfatı, bizim kitabımızda anlatılanlar ile çatışmaz, o şimdi sizinle harbetmeye gelecek, sanki ben, sizi yerinizden sürü­lür, çoluk-çocuklarınızı bağırır ve evlerinizle mallarınızı arkanız­da bırakıp gider bir halde görür gibiyim. Şayet bana iki şey hak­kında itaat ederseniz, o şeyler size şeref kazandırır, üçüncüsünde ise hayır yoktur." demiştir.

Benu'n-Nadîrliler: "O ikisi nedir." diye sorduklarında, Kinane b. Suriya birincisinin müslüman olup çocuk-çocuklannı ve malla­rını kurtarmak, bunun yanında yerlerinden de sürülmemek oldu­ğunu söylemiştir. Kinane b. Suriya ikinci teklifinin; Hz. Peygam­ber kendilerini çıkarmak için geldiğinde, ona boyun eğmeleri şek­linde olduğunu, üçüncü teklifinin ise; kalelerine (utum'larına) çe­kilip savunma yapmaları olduğunu söylemiştir. Benu'n-Nadirli­ler savunma yapmayı tercih edince de onlara, yurtlarından çık­malarının daha hayırlı olacağını tekrar hatırlatmış ve kızının ayıplamasından çekinmese islâm'ı kabul edeceğini itiraf etmiştir. Bu arada Sellam b. Mişkem isimli bir yahudi de reisleri Huyey b. Ahtab'a, şayet Hz. peygamberden "çıkınız" diye emir gelecek olur­sa, çıkmayı kabul etmesini tavsiye etmiştir.[303]

Bu arada Hz. Peygamberi arayan Hz. Ebû Bekir ve arkadaş­ları onu ararlarken, yolda, Medine'den gelmekte olan bir adama rastlamışlar ve ona Hz. Peygamber'i görüp görmediğini sormuş­lardır. Adam, onu Medine'ye giderken gördüğünü söylemiş [304]bu­nun üzerine onlar da Medine'ye doğru yola çıkmışlardır. Hz. Pey­gamberi bulduklarında, ona, niçin böyle hareket ettiğini sormuş­lar, Hz. Peygamber de onlara Yahudilerin anlaşmalarını bozduk­larına dair Cibril'in kendisine haber getirdiğini ve bunun üzerine kalkıp Medine'ye geldiğini söylemiştir.[305]

Hz. Peygamber daha sonra Muhammed b. Mesleme'yi çağır­tarak, ona; Benu'n-Nadir Yahudilerine gitmesini ve onlara on gün içinde yurtlarından çıkmaları gerektiği ve bu tarihten sonra bura­da görülecek Yahudilerin boyunlarının vurulacağı haberini gön­derdi. Muhammed b. Mesleme de vazifesini yerine getirip, Hz. Peygamber'in emrini onlara iletti ve Amr b. Cihâş vasıtasıyla yap­mak istedikleri suikastı anlattı. Yahudiler bu sözler karşısında bir şey söyleyemediler ve yurtlarından çıkmak üzere hazırlanma­ya başladılar.[306] Ancak onlar çıkmak üzere hazırlanırlarken Ab­dullah b. Übey b. Selûl elçi göndererek [307]kendisinin 2000 adamla yardıma hazır olduğunu, ayrıca Gatafan ile Benû Kureyzalılar'm da yardıma geleceklerini ve uğrayacakları akibet ne olursa olsun yanlarında yer alacaklarını bildirmiştir. Gelen bu haber üzerine Sellâm b. Mişkem, Abdullah b. Übey b. Selûl'e güvenilemeyeceği­ni, reisleri Huyey b. Ahtab'a söylemiştir. Ancak Heyey b. Ahtab, bu uyarıya rağmen, Hz. Peygamber'e elçi göndererek yerlerinden çıkmayacaklarım bildirmiştir.[308] Hz. Peygamber de bu haber üze­rine savaş hazırlıklarına başlamıştır.[309]

Hz. Peygamber ile Benu'n-Nadir Yahudileri'nin arasının bo­zulmasına sebeb olarak gösterilen bir diğer hadise de, Benu'n-Nadir Yahudilerinin, Kureyşlilerden, Hz. Peygamber'i öldürme hususunda aldıkları mektupdan sonra onların, Hz. Peygamber'e bir mektup yazıp ondan üç müslümam [310]yanma alıp gelmesini ve kendilerinin çıkaracağı üç hahamla tartışmasını istemeleridir. Buna göre, şayet hahamlar kendisini tasdik ederlerse, toptan imân edeceklerdi. Fakat onların hahamlarının üçünün de cübbe-lerinin altında hançerleri vardı. Asıl gayeleri de Hz. Peygamber'i böyle bir bahane ile öldürmekti. Bu arada onların Hz. Peygam­ber'e suikast yapma girişiminde olduklarını anlayan ve daha ön­ceden Benu'n-Nadir Yahudileri'nden biriyle evlenmiş bulunan Ensâr'dan bir müslümamn kızkardeşi gelip durumu kardeşine bildirdi. O da yola çıkmış bulunan Hz. Peygamber'e yetişip, haberi ulaştırdı.[311] Bu haberi alan Hz. Peygamber derhal geri dönüp se­fer hazırlıklarına başlamıştır.

Bu şekilde savaş hazırlıklarına başlayan Hz. Peygamber Me­dine'de Ümmii Mektum'u [312]bırakarak H.4. yılda hicretinin 37. ayı olan Rebiu'l-Evvel'de (M.625 Haziran-Temmuz) yola çıktı.[313] Bayrağı Hz. Ali'nin taşıdığı seferde [314]Hz. Peygamber, hiç vakit kaybetmeden Benu'n-Nadir Yahudilerini muhasara altına almış­tır. Fakat bir müddet sonra muhasarayı kaldırmış ve Benû Kurey-za Yahudileri'nden gelecek yardımı önlemek için bu sefer Benû Kureyza Yahudileri'ni kuşatmıştır. Kuşatma esnasında onlara anlaşma teklif etmiş ve bu teklif olumlu karşılanınca anlaşma ya­pılmıştır. Benû Kureyza Yahudilerin den gelecek tehlikeyi böyle­ce bertaraf eden Hz. Peygamber ertesi gün yeniden Benu'n-Nadir Yahudilerini kuşatma altına almıştır[315]15 gün süren kuşatma[316] esnasında kendilerine va'd edilen yardımı alamayan Yahudiler, Hz. Peygamber'in, hurmalıklarını kestirip yaktırdığım[317] görün­ce, ona fitne çıkarmayı yasakladığı halde, kendisinin hurmalıkla­rını kestirip yaktırmak suretiyle fitne çıkardığını söylemişlerdir. Onların bu şekilde, Hz. Peygamber'i fitne çıkarmakla suçlamala­rı, ashabın bir kısmında tereddüdlere yol açmış ve müslümanla-rın bazılarının bu işi çirkin görüp aralarında çekişmeye başlama­larına sebep olmuştur.[318] Müslümanların bu şekilde tartışmaya başlamaları üzerine bir ayet nazil olmuş ve Hz. Peygamber'in bu uygulaması tasdik olunmuştur, "inkarcı kitap ehlinin yurtların­da hurma ağaçlarını kesmeniz veya onları kesmeyip gövdeleri üzerinde ayakta bırakmanız Allah'ın izniyledir. Allah  yoldan çıkanları böylece rezilliğe uğratır."[319] Kur'ân-ı Kerîm onların yar­dım bekleyip de yardımsız kalmalarına da işaret etmiş ve bu ko­nuda şöyle demiştir: "Ey Muhammedi Münafıkların, kitab ehlinin inkarcılarından olan kardeşlerine, "Eğer siz yurdunuzdan çıkarı-lırsanız and olsun ki, biz de sizinle beraber çıkarız; sizin aleyhiniz­de kimseye asla uymayız; eğer savaşa tutuşursanız mutlaka size yardım ederiz". Dediklerini görmedin mi? Allah onların yalancı olduklarına şahidlik eder. Onlar çıkarılmış olsalar, and olsun ki, onlarla beraber çıkmazlar; savaşa tutuşmuş olsalar, and olsun ki onlar yardıma koşmazlar; onlara yardıma gitseler mutlaka geri dönüp kaçarlar, sonra yardım da görmezler."[320]

Ayette de belirtildiği gibi, yardımsız kaldıklarım anlayan Be-nu'n-Nadir Yahudileri Hz. Peygamber'e sulh teklifinde bulun­muşlardır. Hz. Peygamber de; kanlarının dökülmemesi ve silahla­rı hariç develerinin aldığı kadar yükle yurtlarından ayrılma tek­liflerini kabul etmiştir.[321] Taberî'de; anlaşma mufassal olarak şu şekilde verilir. Ibn Abbas ve ez-Zührî'ye varan iki değişik rivayet zinciriyle verilen bilgiye göre Yahudilerle; kanlarının akıtılma-ması, topraklarım ve yurtlarını bırakıp Şam ve Ezriat'a gitmeleri, üç kişiye bir deve olmak üzere, silah malzemeleri hariç, yükleye-bildikleri malları yanlarına almaları şeklinde bir anlaşma yapıl­mıştır.[322]

Yapılan bu anlaşmaya rağmen Benu'n-Nadir Yahudileri'nin reisi Huyey b. Ahtab çıkmak istememiş ve iki gün kadar daha oya-lanmıştır.[323] Huyey b. Ahtab in bu tür hareketlerine kızan Yâmin b. Umeyr ve Ebû Sa'd b. Vehb isimli Yahudiler müslüman olarak kalalerinden inmişler, can ve mallarını kurtarmışlardır.[324] Daha sonra Benu'n-Nadir Yahudileri anlaşmaya uyarak hazırlıklara başlamışlar, evlerini ve özellikle evlerinin kapı saçaklarını kendi

elleriyle tahrib etmişler [325], 600 deve yükü [326] mal ile giderlerken de üzüntnlerini belli etmemek için defler çalıp şarkılar söylemiş­lerdir.[327]

Yahudiler yurtlarından çıkarlarken, bazı kişilerde alacakları olduğunu söylediklerinde Hz. Peygamber, "Acele ediniz ve indi­rimli olarak tahsil ediniz."[328] diyerek onlara, alacaklarını tahsil etmeleri için izin vermiştir.

Hz. Peygamber onlar sürülürken, başlarına Muhammed b. Mesleme'yi tayin etmiş ve bu iş ile, o meşgul olmuştur. Onların bir kısmı Şam ve Ezriat'a giderken, reisleri Huyey b. Ahtab ile Sellâm b. Mişkem de Hayber'e gitmişler [329]ve buradaki Yahudilerin başı­na geçmişlerdir.[330]

Bu arada Hz. Peygamber müslüman olan Yâmin b.Vehb'e, onun amcası oğlu olan Amr b.Cihaş'm, kendisine yapmak istediği suikastı hatırlatmış, o da bu hatırlatmanın ne anlama geldiğini anlamış ve Benû Kays'dan bir Arab'ı 10 dinar ve 15 vesk hurma karşılığı kiralayarak Amr'ı öldürtmüştür.[331]

Benu'n-Nadir Yahudileri'nin bu şekilde sürülmesinden son­ra, şu ayetler nazil olmuştur: "Kitab ehlinden inkarcı olanları ilk sürgünde yurtlarından çıkaran O'dur. Oysa ey inananlar! Çıka­caklarını sanmamıştınız, onlar da, kalelerinin kendilerini Allah'tan koruyacağını sanmışlardı. Ama Allah'ın azabı onlara beklemedikleri yerden geldi, kalplerine korku saldı; evlerini ken­di elleriyle ve inananların elleriyle yıkıyorlardı. Ey akıl sahipleri! Ders alın. Allah onlara sürülmeyi yazmamış olsaydı, dünyada başka şekilde azab edecekti. Ahirette onlara ateş azabı vardır.

Bu, Allah'a ve Peygamberine karşı gelmelerinden ötürüdür. Kim Alah'a karşı gelirse bilsin ki, Allah'ın cezalandırması şüphesiz çe­tindir."[332]

Yine Benu'n-Nadir Yahudileriyle ilgili olarak gelen ayetlerde:

"Ey inananlar! onların mallarından, Allah'ın peygamberine verdiği şeyler için siz ne at ve ne de deve sürdünüz; Fakat Allah peygamberlerine, dilediği kimselere karşı üstünlük verir. Allah herşeye kadir dir. Allah'ın, fethedilen memleketler halkının mal­larından Peygamberlerine verdikleri; Allah, Peygamber, yoksul­lar ve yolda kalmışlar içindir; tâki içinizdeki zenginler arasında elden ele dolaşan bir devlet olmasın, Peygamber size ne verirse onu alın, sizi neden men ederse ondan geri durun; Allah'tan sakı­nın, doğrusu Allah'ın cezalandırması çetindir. Allah'ın verdiği bu ganimet malları bilhassa, yurtlarından ve mallarından edilmiş olan, Allah'tan bir lütuf ve rıza dileyen, Allah'ın dinine ve Pey­gamberine yardım eden muhacir fakirlerindir. îşte doğru olanlar bunlardır."[333] ayetleriyle alınan ganimetlerin dağıtılacağı yerler gösterilmiştir.

Hz. Peygamber gelen bu ayetlere göre Benu'n-Nadir Yahudi-leri'nin mallarını kendine almış, sayım ve dökümn ez-Zübeyr'e yaptırmış,[334] sonra da yukarıda zikrettiğimiz ayetler mucibince muhacirlere dağıtmıştır. Bu arada Ensâr'ın da rızasını almayı ih­mal etmemiştir.[335] Ensâr'ın buna rıza göstermesini de şu ayet teyid etmektedir: "Daha önceden Medine'yi yurt edinmiş ve gönül­lerine imânı yerleştirmiş olan kimseler, kendilerine hicret edip gelenleri severler; onlara verilenler karşısında içlerinde bir çeke-memezlik hissetmezler; kendileri zaruret içinde bulunsalar bile onları kendilerinden önde tutarlar. Nefsinin tamahkârlığından korunabilmiş kimseler, işte onlar saadete erenlerdir."[336]

Hz. Peygamberin bu ganimetleri nâibler için kullandığı[337] Ensar'dan çok fakir olan iki kişiye verdiği [338]ve bir kısmını da ikta ve hubs olarak bazı müslümanlara tahsis ettiği bilinmektedir.[339]

 

4.BENÛ KUREYZA YAHUDÎLERÎ
 

Hz. Peygamber ile, diğer Yahudi kabilelerine nazaran en uzun süre birlikte yaşayan Benû Kureyza Yahudileri, Medine'de yapılan anlaşmada Evsliler'in müttefiki olarak ye rai mı şiar di.[340] Benu'n-Nadir Yahudilerinden bahsederken gördüğümüz gibi, bir ara anlaşmalarını bozma temayülü içine girmişler, fakat Hz. Pey­gamberin kendilerini muhasara etmesi neticesinde, tekrar anlaş­ma yapmışlardı. Bu anlaşmaya göre Hz. Peygamber onları sürme­miş, yerlerinde bırakmıştı.[341]

Yurtlarından sürülen Benu'n-Nadir Yahudileri, Hz. Peygam­ber'den intikam almak için Kureyşliler ve Gatafanhlarla ittifak yaparak Hendek savaşını çıkarmışlar [342], bu ittifaka Benû Kurey-zalıları da dahil etmek için harekete geçmişlerdir. Önceleri Hz. Peygamber ile yaptıkları anlaşmayı bozmaya yanaşmayan bu Ya­hudiler, daha sonra Huyey b. Ahtab'm, "başınıza bir hal gelirse, gelip sizin kalelerinize gireceğim ve âkibetinize ortak olacağım." demesi üzerine anlaşmalarını bozmuşlardır.[343]

Hz Peygamber ise, daha önceden anlaşmalı olduğundan dola­yı Hendek savaşı çıktığında, onların tarafına hendek kazdırma­mış ve hatta nakledilen rivayetlere göre, saldırının geleceği bölge­yi kazmak için onlardan kazma, kürek vb. aletler dahi almıştır.[344]

Yahudilerin bu şekilde anlaşmayı bozmaları karşısında, müslümanlar zor durumda kalmışlar, içlerinden bazıları da çoluk-çocuklarının emniyette olmadıklarını öne sürüp ordudan ayrıl­mışlardı.[345] Kur'ân-ı Kerîm müslümanların dehşet anındaki bu durumlarını şöyle tasvir eder:"Onlar size yukarınızdan ve aşağı­nızdan gelmişlerdi; gözler de dönmüştü; yürekler ağızlara gelmiş­ti; Allah için çeşitli tahminlerde bulunuyordunuz, işte orada ina­nanlar denenmiş ve çok şiddetli sarsıntıya uğratılmışlardı."[346]

Benû Kureyza Yahudileri'nin anlaşmalarım bozmalarından sonra, Hz. Ebû Bekir ve Câbir b. Abdullah da: "Kureyza'dan kork­tuğumuz kadar, Kureyş ve Gatafan'dan korkmadık"[347] diyerek durumlarının vehâmetini ortaya koymuşlardır.

Bu zor durumda Hz. Peygamber önce Zübeyr b. Avvâm'ı [348], sonra da Sa'd b. Muaz, Sa'd b. Ubâde ve Havvâd b. Cübeyr'i [349] göndererek Benû Kureyza Yahudileri hakkında bilgi edinmiş ve bu bilgilerin neticesinde de psikolojik bir sindirme hareketinin daha yararlı olacağı düşüncesiyle, hemen o günün gecesinde, Se­leme b. Eşlem b. Hureyş el-Eşhelî komutasında 200, Zeyd b. Haris komutasında ise 300 kişilik iki birliği Medine'yi korumakla görev­lendirmiştir. Onlara, Benû Kureyza Yahudilerinin mahallelerin­de sabaha kadar tekbir getirerek dolaşmalarını emretmiştir. Ken­dilerine verilen görevi yerine getirerek, sabaha kadar tekbir geti­ren bu iki birlik sayesinde, düşünülen psikolojik sindirme plânı başarılı olmuş ve Yahudiler yerlerinden kıpırdayamamışiar­dır.[350]

Benû Kureyza Yahudileri bu şekilde sindirildikten sonra, Ga-tafan kabilesinin ileri gelenlerinden Nuaym b. Mes'ud, Hz. Pey-gamber'e gelerek müslüman olduğunu bildirmiş ve kendisinin bu durumunu hiçbir kimsenin bilmediğini de söyleyerek, emredile­cek herhangi bir işi seve seve kabul edip, yerine getirebileceğini de sözlerine ilâve etmiştir. Bu durum üzerine Hz. Peygamber ondan, Benû Kureyza ve Gatafan kabilelerinin arasını açmasını istemiş, o da, önceden güvenilir bir kişi olarak tanınmasından istifâde ede­rek, bu kabilelerin arasını açmayı başarmış ve Yahudilerin savaş­tan çekilmelerini sağlamıştır.[351] Diğer iki kabile savaşa devam etmek fikrinde olmalarına rağmen, gerek Benû Kureyza Yahudi­leri'nin savaştan çekilmesi, gerek önlerinde aşılması imkânsız hendekler bulunması ve gerekse çıkan şiddetli fırtına sebebiyle savaşı daha fazla uzatmaktan vazgeçmişlerdir. Ayrıca, yaklaşan haram aylar ve Kabe ziyaretine gelecek olan kişilerle ilgilenmek şeklindeki düşünceleri de muhasarayı kaldırmalarına sebep ol­muştur. [352]

Hendek savaşının sona ermesinden sonra Hz. Peygamber, si­lahım bırakmış ve gusul abdesti almaya gitmiştir. Tam bu sırada Cibril (a.s) gelmiş ve ona kendisiyle beraber meleklerin de silahla­rını bırakmadıklarım söyleyip, Benû Kureyza üzerine sefere çık­masını söylemiştir.[353]

Hz. Peygamber bu ilâhi emri alınca H.5. yıl Zi'1-Kâde ayında [354] (M.627 Mart-Nisan) Medine'de Ümmü Mektûm'u bırakarak[355]   yola çıkmıştır. Sancağı da Hz. Ali'ye vermiş ve onu öncü olarak göndermiştir.[356]   Hz. Ali Benû Kureyzalılar ıh kalelerine yaklaştı­ğında, onların Hz. Peygamber hakkında ileri geri konuştuklarım duymuş ve hemen geri dönerek Hz.Peygamber'e gelmiş, ondan Yahudilerin kalelerine fazla yaklaşmamasını istemiştir. Fakat Hz Peygamber durumu anlamış ve Bi'r-i Ennâ [357] denilen bir kuyunun yanında karargâhını kurmuştur. Sonra da, Yahudilerin kalelerine yaklaşmış ve : "Ey maymunların kardeşleri! Allah sizi alçaltıp, musibeti üzerinize indirmedi mi?" demiştir. Yahudiler de korkarak: "Yâ Ebu'l-Kâsım! Sen cahillerden değilsin" diye mukabelede bulunmuşlardır.[358]

Hz. Peygamber onları 25 gün kuşatmış [359]ve bu kuşatma es­nasında karşılıklı olarak şiddetli ok atışları olmuştur. [360]Muhasaranın muhtemelen 3. günü Benû Kureyza Yahudilerin-den Nebbâs b. Kays Hz. Peygamber'e gelmiş ve Benu'n-Nadir Yahudileri'nin şartlarıyla yurtlarından ayrılmayı teklif etmiştir. Fakat Hz. Peygamber kabul etmemiş ve sadece kendisinin verece­ği hükme razı oldukları takdirde teslim olabileceklerini söylemiş­tir. Bunun üzerine Nebbâs kavmine geri dönmüş ve durumu ha­ber vermiştir.[361] Bundan sonra olmalıdır ki, Yahudiler Hz. Pey­gamber'e bir elçi daha göndermişler ve eski müttefikleri Evs kabi­lesine mensub Ebû Lübâbe'yi göndermesini istemişlerdir. Hz.Peygamber gönderince de ona, kendilerine ne yapılacağını sor­muşlardır. Ebû Lübâbe de emrolunmadığı bir şeyi yapmış, eliyle boğazını işaret ederek boyunlarının vurulacağım ima etmiştir.[362] Daha önceden Abdullah b. Übey b. Selûl'den yardım vaadi [363]alan ve yardımın gelmeyeceğini anlayan Benû Kureyza Yahudileri'nin reisi Ka'b b.Esed kavmini toplamış ve: "Ey Yahudi topluluğu! Size üç şey arzedeceğim. Dilediğinizi seçin." demiştir. Kavmi o üç şeyin ne olduğunu sorunca, o ilk olarak: "Bu adama tâbi olur, onu tasdik ederiz. Muhakkak onun gönderilmiş bir Peygamber olduğu sizce malumdur ve siz onu (n sıfatlarını) kitabınızda bulunuyorsunuz. Böylece kanlarınızı, mallarınızı, çocuklarınızı ve kadınlarınızı emniyet altına almış olursunuz." demiştir.

Onlar: "Biz Tevrat'ın hükümlerinden ayrılmayız ve onu baş­ka kitabla değişmeyiz, "demişlerdir. Bunun üzerine Ka'b b, Esed ikinci olarak:"Şayet siz bu konuda bana muhalefet ederseniz, ge­lin kadınlarımızı ve çocuklarımızı Öldürelim, sonra da kılıçlarımı­zı kuşanıp Muhammed ve ashabının karşısına çıkalım, bizimle onun arasında hükmü Allah versin, şayet öldürülürsek ardımızda neslimiz olmadığından korkmayız, onları düşünmeyiz., Fakat ga­lip gelirsek yeni kadınlar alırız ve çocuklar ediniriz. " demiştir.

Fakat onlar: "Biz bu güçsüzleri mi öldüreceğiz? Onlardan son­ra yaşamak bize hayır getirmez, hayatın tadı kalmaz." diye cevap vermişlerdir. Ka'b b. Esed üçüncü olarak: "Şayet bunu da kabul et­miyorsanız, bu gece Cumartesi gecesidir, Muhammed ve ashabı­na ansızın baskın yapalım, şüphesiz ki, onlar bu gece bizden böyle bir baskın beklemezler. Umulur ki, onları gafil avlarız." demiştir.

Kavmi bu sefer de: "Biz Cumartesi günü fesat çıkarmayız. Sen bizden önce Cumartesi günü fesat çıkaranların ne hallere düştü­ğünü biliyorsun."demişlerdir.

Bu teklifini de kabul etmeyen kavmine Ka'b: "Sizin içinizden hiç kimse anasından doğduğu günden berrakıl ve düşünce ile iş görmemiştir", diyerek onların hisleriyle hareket etmelerini kına­mıştır.[364]

Ka'b b. Esed'in bu konuşmasından sonra, Benû Kuzeyza için­de yaşayan Salebe b. Saye, Said b. Saye ve Useyd b. Ubey[365], Ya­hudilere Hz. Muhammedm, Yahudi âlimi îbn Heyyeban tarafın­dan haber verilen Peygamber olduğunu hatırlatmışlar ve onları tslâm'a davet etmişlerdir. Kendileri de kalelerinden inip müslü-nıan olmuşlardır.[366]

Onların içinden Amr b. Su'da isimli biri de: "Ey Yahudi toplu­luğu! Siz Muhammed ile, onun da üzerinde olur dilediği bir anlaş­ma yaptınız. Ancak siz ona düşman olan biriyle, onun aleyhine yardımlaştımz ve yapılan anlaşmayı bozdunuz."[367] diyerek, ken­disinin, Hz. Peygamber 'le yapılan anlaşmaya sadık kalacağım be­lirtmiş ve gece karanlığında kaleden inmiştir. Daha sonra Hz. Peygamberin mescidine gelerek geceyi orada geçirmiştir. Bu ada­mın kim olduğu sorulduğunda Hz. Peygamber: "Ahdine vefasın­dan dolayı Allah'ın kurtardığı bir adamdır." diye cevap vermiş­tir.[368]

Bundan sonra onlar Hz. Peygamber'in vereceği hükme razı olarak kalelerinden inmişlerdir.[369]

Benû Kureyzalılar'ın teslim olmasından sonra Hz. Peygam­ber onları Muhammed b. Mesleme'ye bağlatmış, Abdullah b. Selâmı da ganimetlerin sayım-döküm işleri için görevlendirmiş­tir.[370] Bağlanan erkekler Benu'n-Neccâr'dan Haris'in kızının evi­ne hapsedilmişler [371], kadın ve çocuklar ise oturdukları bölgeden çıkarılıp bir başka yere götürülmüşlerdir.[372] Bu arada Hazrec'ten Abdullah b. Übey b. SelûTün Benû Kaynuka Yahudileri için araya girip müttefiklerini serbest bırakılması olayım unutmayan Evsli­ler, eski müttefikleri Benû Kureyza Yahudileri için devreye gir­mişlerdir. Evsliler Hz. Peygamber'e gelip eski müttefiklerine iyi davranmasını istemişler ve bu hususta aşırı derecede ısrarlı olmuşlardır. Hz. Peygamber bu ısrar karşısında Evslilere kendi içlerinden bir hakem'e razı olup olmayacaklarını sormuş, onlar razı olacaklarım söyleyince de Sa'd b. Muaz'ı önermiştir. Bunun üzerine Evsliler, Hendek savaşında yaralanan ve tedavi görmekte olan Sa'd b. Muaz'ı almaya gitmişlerdir. Yolda giderken de devam­lı olarak, ona eski müttefiklerine iyi davranması hususunu telkin etmişlerdir.

Sa'd b. Muaz'm gelmesiyle Hz. Peygamber ayağa kalkmış ve: "Seyyidinize kalkınız." diyerek ona ta'zim göstermiştir. Sa'd b. Muaz hem Hz. Peygamber e, hem Yahudilere vereceği hükme razı olup olmayacaklarını sormuş, her iki taraftan da müsbet cevap alınca kararım;

1. Savaşabilecek yaşa gelen erkeklerin katli,

2. Kadın ve çocukların esir edilmesi,

3. Mallarının müslümanlar arasında taksim edilmesi şeklin­de açıklamıştır. Bunun üzerine Hz. Peygamber; "Yedi kat gökler­deki Allah'ın hükmüyle hükmettin." diyerek isabetli bir karar ver­diğinden dolayı onu tebrik etmiştir.[373]

Bu karardan sonra Hz. Peygamber Kureyza sokaklarında hendekler kazdırmış ve buluğa ermeyenler hariç [374]600 ile 700 arasında [375]erkeğin boynunu vurdurmuştur. Bu arada Kureyzalı-lara verdiği ahdi yerine getirip, onların içinde bulunan Huyey b. Ahtab da boynu vurulanlar arasında yer almıştır.[376] Huyey b. Ah-tab boynu vurulurken, Hz. Peygamber ve asîıabına, içindeki kin duygusunun ölmediğini, bu kaderi Benî israil'e Allah'ın yazdığını ve bunda da bir beis görmediğini söylemiştir.[377]

Hz. Peygamber, Yahudilere, öldürecekleri günün gecesinde Tevrat okumalarına müsâade etmiş, onlara hurma ikram etmiş [378]ve 5ğie sicağ! olunca da; "Esirlere iyi davranın, onlara yedirin içirin, Öğle uykusuna yatırın, kılıç'm sıcağıyla havanın sıcağını üzerlerine biri eştirmeyin, hava serinledikten sonra boyunlarını vurmaya devam edin."[379] demiştir.

Benû Kureyza günü ashabtan birini öldürdüğünden dolayı, sadece bir kadın öldürülmüş [380], Reyhâne bintü Zeyd isimli bir ka­dını da Hz. Peygamber saftyy [381]olarak kendine ayırmış, o da son­radan müslüman olmuştur. Diğer kadınlar ise, Hz. Peygam­berin emriyle Necid'e gönderilmiş ve orada satılmıştır. Ele geçen para ile de at ve silah alınmıştır.[382]

Yukarıda da zikrettiğimiz gibi, Rifâa b. Samuel [383]ve Zübeyr b. Bâtâ [384]isimli Yahudiler müslümanların delaletiyle Hz. Pey­gamber tarafından affedilmiştir.

Bazı müellifler, Sa'd b. Muaz'ın verdiği hüküm hakkında yo­rum yaparlarken, onun, Tevrat'ta bulunan ve Yahudilerin savaş­ta esir aldıkları düşmanlara karşı uyguladıkları hükme göre ka­rar verdiği görüşünü savunurlar.[385] Bu arada biz, Kurfân-ı Kerîm'de de böyle bir ayetin bulunduğunu hatırlatmanın yerinde olacağı kanaatindeyiz.[386]

Benû Kureyza'dan alman mallara ganimet statüsü uygulan­mıştır.[387]


[1] Dr. Nadir Özkuyumcu, Bütün Yönleriyle Asr-ı Saadet’te İslam, Beyan Yayınları: 2/415-416.

[2] Muhammed b. îshak b. Yesâr, Es-Sîretü'n-Nebeviyye, (thk. Muhammed Ha-midullah), Konya 1981.

[3] Ebû Muhammed Abdülmelik b. Hişâm, Es-Sîretü'n-Nebeviyye, (thk. Musta­fa es-Sakkâ ve iki arkadaşı), c.I-IV, Beyrut 1936 (Trk.trc: Hz.Muhammed'in Hayatı, Çev.; Prof.Dr.Neşet Çağatay-Prof.Dr. İzzet Hasan, c.I,Ankara 1971); bu tercüme eserin dörtte biridir.

[4] Muhammed b. Ömer el-Vâkıdî, Kitâbu'l-Meğâzi, (thk. Marsden Jones), c.I-III, Beyrut 1965-1966.

[5] Ahmed b.Yahya el-Belâzurî, Fütûhu'l-Büldân, Kahire 1932 (Trk.Trc: Za-kir Kadiri Ugan, I-II, İstanbul 1955-1956). Yine aynı müellifin, tahkikini M.Hamidullah'ın yaptığı Ensâbu'l-Eşrâf, Kahire 1959 isimli eserini de kul­landık.

[6] Ebû Abdullah Muhammed b. Sa'd, et-Tabâkâtü'l-Kübrâ, c.I-IX, Beyrut 1960.

[7] Ebû Cafer Muhammed b. Cerir et-Taberî, Târihu'l-Ümem ve'l-Mülûk, (thk. Muhammed Ebul-Fadl İbrahim), cIOCI, Beyrut 1967 (trk.trc. Milletler ve Hükümdarlar Tarihi, Zâkir Kadiri Ugan-Ahmet Temir, c.I-III, Ankara 1954-1955).

[8] Muahhar kaynaklardan bazılarını şöylece sıralayabiliriz: Abdurrahman es-Süheylî, er-Ravdu'l-Unuf fi şerhi's-Sîreti'n-Nebeviyyeti Vibni Hişâm (thk. Abdurrahman el-Vekîd, c.I-VII, Kahire 1967; İzzuddin Ebû'l-Hasan Ali b. Muhammed b. el-Esîr, el-Kâmil fi't-Târih, c.I-Xl, Beyrut 1965; İmâdüddin İsmail Ebi'1-Fidâ, el-Muhtasar fi Ahbâri'l-Beşer, C.I-IV, Beyrut Tarihsiz; imâdüddin Yahya b. Ebu Bekr el-Âmirî, Behçetü'l-Mehâfıl ve Buğyetul-Emâsil fî   Telhîsi'l- Mu'cizâti ve's-Siyer ve'ş-Şemâil bi-Şerhi'1-Allâm Cemâlüddîn Muhammed el-Eşhar el-Yeminî, c.I-II, Medine 1330-1331; Mu­hammed b. Abdülbâki ez-Zürkanî, Şerhu'l-Mevâhibi'l-Ledüniyye li'l-Ümâm el- Kastallâhi,l-Vlll, Mısır 1291.

[9] İstifâde ettiğimiz bazı hadis kitapları: Mâlik b. Enes, el- Muvattâ, c.I-V, is­tanbul 1981; Ebû Davud et-Teyalisî, Müsned, Haydarabat- Dakkan 1321; Ahmet b. Hanbel, Müsnedyc.l-Vl, İstanbul 1982; Ebû Davud Abdullah b. Ab­durrahman, Sünen, İstanbul 1981; Ebû Abdurrahman Muhammed b.

[10] Faydalandığımız bazı tefsir kitapları: Ebû Cafer Muhammed b. Cerir et-Taberî, Câmiu'l-Beyân an-Te'vîliÂyil-Kur'âı, c.I-XXX, Mısır 1954; Mukâtil b. Süleyman el-Belhî, Mukatil Tefsiri, İstanbul   Hamidiye Kütüphanesi Mikrofilmleri, No:58; Ebû Abdullah Muhammed b. Ahmed el-Ensârî el-Kurtubî, el-Câmiu'l-Ahkâmi'l-Kur'ân, c.I-XX, Mısır 1967; imâdüddin Ebû'l- Fidâ İsmail b. Kesir, Tefsîru'l-Kur'âni'l-Kerîm, c.I-IV, Beyrut 1969.

[11] Şevki Dayf, el-Asru'l-Câhilî, Kahire Tarihsiz.

[12] Muhammed Ahmed Câdbek-Ali Ahmed el-Buhâri- Muhammed Ebul-Fadl İbrahim, Eyyâmü'l-Arab fı'l-Câhiliyye, Beyrut Tarihsiz.

[13] Muhammed İzzed Derveze, Asru'n-Nebî ve Bietühü Kable'l-Bi'se, Dımeşk 1946.

[14] Cevad Ali, el-Mufassal fi Târihi'l-Arab Kable'l-İslâm, c.I-IX, Beyrut 1968-1972.

[15] Neşet Çağatay, İslâm Öncesi Arap Tarihi ve Câhiliye Çağı, Ankara 1963.

[16] Muhammed Hamidullah, İslâm Peygamberi, (Çev. Salih Tuğ), c. I-II, İs­tanbul 1980.

[17] Mustafa Fayda, İslâmiyetin Güney Arabistan'a Yayılışı Ankara 1982; Hz.Ömer Devrinde Gayr-i Müslimlerin Durumu. (Basılmamış Doçentlik Tezi), Ankara 1979.

[18] Dr. Nadir Özkuyumcu, Bütün Yönleriyle Asr-ı Saadet’te İslam, Beyan Yayınları: 2/417-419.

[19] Bu kavme îbrânî denilmesi Hakkında bk.: Hikmet Tanyu, Tarih Boyunca Yahudiler ve Türkler, İstanbul Tarihsiz, 1,24; Âhmed Çelebi, Mukayeseli Dinler Açısından Yahudilik, (Çev. Ahmet M. Büyükçmar-Ö.Faruk Har­man) İstanbul 1978,27; Afif Abdülfettah Tabbara, el-Yehûd fi'1-Kur'ân, Beyrut 1966,13; Hayrullah Örs, Musa ve Yahudilik, İstanbul 1966,7,64.

[20] Benî îsrâil denilmesi hk. bk.: Muhammed Hamidullah, îslâm Peygambe-ri,I,587; Hikmet Tanyu, 1,21-23; Tabbara,13; A.J.Wensinck,lsrâil, l.A. V/2,1128; Yakub (a.s)'un îsrâil lakabıyla anılması hk. ayrıca bk.: Al-i İmrân,93; Tevrat, Tekvin,35:10.

[21] Mûsevî denilmesi hk.: Mehmet Taplamâcıoğlu, Karşılaştırmalı Dinler Ta­rihi, Ankara 1966,173;   Örs, 257.

[22] Yahudi denilmesi hk. bk.: Ahmed Çelebi, Mukayeseli Dinler,35; Hikmet Tanyu, I, 23-24; Tabbara,13; Örs,7.

[23] Süheylî, IV, 290; Tevrat, Yaremya,40:ll.

[24] Taberî, Tarih, 1,538 (trk.trc. 1/2,818), Mütercimler bu ismi "Buhtünnassar" olarak okumuşlardır. Beyrut baskısında isim "Buhtünnassar" olarak ve­rilmesine rağmen (bk.I,538), Leiden baskısında "Buhtn Nassar" olarak ay­rı yazılmıştır. Bk.: 11,645. Tevrat ise bu ismi "Nebukatnetsar" olarak ver­mektedir. Bk.: II .Tarihler,36:6.

[25] Örs,265; Ayrıca bk. Neşet Çağatay, Cahiliye Çağı,95.

[26] Taberî,Tarih,I,536 (1/2,818); Örs,265. Hadisenin cereyan edişi hk. bk.: Ebû Muhammed Abdullah b. Müslim b. Kuteybe, el-Maarif, Beyrut,1970, 21-22; Ebû'1-Fidâ, el-Muhtasar fî Ahbari'l-Beşer, Beyrut Tarihsiz, 1,88; Tev-rat,II. Tarihler,36. bab'ın tamamı ve Yaremya, 40:11-12.

[27] Taberî,Tarih,I,606 (11/2,929).

[28] Şevki Dayf, el-Asru'l-Cahilî,97; Leone Caetani, îslâm Tarihi, (çev. Hüseyin Cahit), İstanbul 1924,111,99-100; Rudi Paret, Muhammed Und Der Koran, Stuttgart 1957,10.

[29] Belâzurî, Fütûh,29 (1,24-25); Süheylî,IV,290; Ayrıca bk.: Hamidullah, îslâm Peygamberi, 1,594; A.Musıl, Eyle, Î.A., IV,420-421.

[30] Fr. Buhl, Medine, Î.A., VII,459-471.

[31] Hamidullah, İslâm Peygamberi,1,594

[32] Belâzurî, Fütûh, 29(1,24-25).

[33] Utum: Taşla bina edilmiş kale, dört tarafı çevrilmiş ev. Bk.: Mecdüddin Mu­hammed b. Yakub el-Firuzâbâdî, el-Kâmusu'1-Muhîd, Beyrut Tarihsiz, IV,76.

[34] N.Çağatay, Cahiliye çağı, 89; Fr. Buhl, Medine, İ.A. VII,459-471; Tabba-ra,16.

[35] Yaşar Kutluay, îslâm ve Yahudi Mezhepleri, Ankara 1965,4.

[36] Bk.: Buharî, Tefsîr-i Kur'ân (el-Bakara), 11; İ'tisam bi's-Sünnet,25; Tev-hid,37.

[37] Carl Brockelmann, islâm Milletleri ve Devletleri Tarihi (şev. Neşet Çağa­tay), Ank. 1954,10-11; Caetani, bunların kendilerine has bir Arapça lehçe meydana getirdiklerini savunur. Bk.: 111,106.

[38] Hamidullah, islâm Peygamberi, 1,614; Fr. Buhl, Medine, I.A,VII,459-471.

[39] Şevki Dayf, el-Asru'l-CahiKj?8; Clement Huart, Arap ve İslâm Edebiyatı (şev. Cemâl Sezgin), Ank. Tarihsiz,37.

[40] W.Montgomery Watt, Muhammed at Medina, Oxfort, 1956,192; Cevad Ali, el- Mufassal fî Târihi'1-Arab Kabe'l-İslâm, VI,515 (İsrail Wellfenson, Târihu'l- Yehûd fî-Bilâdi'1-Arab, Kahire 1927,13'den naklen). Ayrıca bk.: Fhilippe Hitti,Tarihu'l-Arab (Mutavvel), Beyrut 1965. 1,146 (şev. Salih Tuğ, Siyasal ve Kültürel İslâm Tarihi, İstanbul 1980,1,156); Pr. Buhl, Me­dine, Î.A., VII,459-471.

[41] îbn Hişâm,I,13-14 (1,7); Eyyâmü'1-Arab fı'l-Câhiliyye,62; Watt, 192.

[42] Belâzurî; Fütûh,30 (1,27); Eyyâmü'1-Arab fî'l-Câhi]iyye,62; Tabbara,16; Mustafa Kemal Desafî, Muhammed ve Benû İsrail, Kahire 1970, 23-24; Reckendorf, Evs, İ.A., IV,418-419; Fr. Krenkov, Hazrec, ÎA, V/1,415-416. Ayrıca bk.: İbn Kuteybe, el-Maarif, 49.

[43] Watt,192.

[44] Eyyârnul-Arabfı'l-Câhiliyye,62.

[45] Bu ismin çeşitli şekillerde yazılışı ve okunuşu olmuştur. Bunlar: el-Fidyun, el-Fayton, el-Kıbtiyyûn vb.'dir. Bk.: îbnü'l-Esîr,I,658; Cevad Ali,VI,520 (Cevad Ali el-Fedyun olarak okumuştur.); Neşet Çağatay bu ismi el-Fay­ton olarak almıştır. Bk.: Cahiliye Çağı,95; Watt ise el-Fidyawn olarak al­mıştır. Bk.:193. İbn Hişâm'm Sire'sinin tahkikli neşrim yapanlar bu keli­menin îbrânice olduğunu ve Yahudilerin işlerine bakanlara verildiğini ifa­de etmektedirler. Bk. 11,161, dipnot: 1.

[46] İbnü'l-Esir,I,658; N. Çağatay, Cahiliye Çağı, 95; Watt,193.

[47] İbnü'l-Esîr, 1,656-658; Eyyamul-Arab fı'l-Cahiliyye,62; Desafî,25; Watt, 193

[48] Caetani,111,100-101; Watt,194. Watt "Evs ve Hazrec'in eline geçen bu hâkimiyet kısmî idi" der.

[49] îbnü'l-Esîr,I,658; Eyyâmü'1-Arab fı'l-Cahiliyye,63-65. (Savaşın çıkış sebe­bi ve tafsilat için gösterilen yerlere bakınız.)

[50] N.Çağatay,98; Desafî,27.

[51] Derveze, Asru'n-Neî,110; Ayrıca bk.: Bakara,84-85; Haşr,14.

[52] N.Çağatay,97; Ayrıca diğer savaşlar için bk.: Eyyâmul-Arab fı'1-Cahiliy-ye,62 vd.

[53] Caetani,III,301-302.

[54] İbn Hişâm,II,188-189; îbnü'l-Esîr,I,680; Süheylî,IV,338,372-373.

[55] Bkz. Dipnot 49. Ayrıca bkz.: Caetani 111,107.

[56] Caetani,III,103.

[57] Derveze, Asru'n-Nebî,110; Ayrıca bkz.: Bakara,84-85

[58] Salih Tuğ, İslâm Vergi Hukukunun Ortaya sıkışı, Ankara 1963,29.

[59] Ibn Hişam, 11,188-189; Süheylî, IV,372-373; İbn Hanbel, 1,246; Ebû Davud, Ekdiye,10; Neseî, Kasâme, 7,8,9.

[60] Mâide,42.

[61] îbn Hişâm,II,215; Ebû Davud, Ekdiye,10; Neseî, Kasâme.7,8,9. Diyet mik­tarlarının 140'a karşı 70 vesk olduğuna dair bk.: Mukatil, Tefsir,vr.96a, (Maide,44. ayetinin tefsiri)

[62] Hamidullah, İslâm Peygamberi, 1,615-616.

[63] Şevki Dayf, el-Asrul-Cahili, 98; Salih Tuğ, İsi. Vergi,30; Watt,193; Caeta-ni, 111,106; Talât Koç-yiğit-İsnıâil Cerrahoğlu, Kur'an-ı Kerim Meal ve Tef­siri, Ankara 1984,1,14, (Medine'ye Şam'dan içki getirdikleri ve Araplara sattıkları da ilâve edilir.

[64] Fâiz'in kendi dindaşlarından alınmasının haram, başkalarından, onların mal ve mülklerine el koymak için almanın helâl olduğuna dâir bk.: Tevrat, Tesniye,23:19-20; Kur'ân-ı Kerim ise fâiz'in onlara haram kılındığını bil­dirmektedir. Bk.: Nisa, 160-161.

[65] Hamidullah, İslâm Peygamberi, 1,616; Ayrıca bk.: Bernard Lewis, el-Arab fi't-Tarih (Ta'rib: Nebiyye Emin Fâris-Mahmud Yusuf Zâyid), Beyrut 1954,52. Kur'ân-ı Kerim de bu konuda; Onların sorumsuzca davranıp Arapların mallarını yemede herhangi bir beis görmediklerini bize haber vermektedir. Bk.: Al-i İmrân,75

[66] Fal bakmanın mekruh olduğuna dâir bk.: Tevrat, Tesniye,18:10-14.

[67] Falcılık suçunun Allah'a isyan ile eş olduğuna dâir bk.: Tevrat,I.Samu-el,15:23.

[68] îbn Hişâm,IIJ254; îbnü'l-Esîr,II)113-114. Bu konuda, Hz.Peygamber'in de­desi Abdülmüttalib'in, oğlu Abdullah'ın kurban etmemek için baş vurduğu kâhine kadının Hayber'li olduğuna dâir bk.: İbn Hişâm,.II,162.

[69] Hamidullah, İslâm Peygamberdi,594,595.

[70] Hamidullah, İslâm Peygamberi,I,200,615-616

[71] Belâzurî, Fütûh,29 (1,24-25)

[72] Watt,193.

[73] Derveze, Asru'n-Nebî,121-122.

[74] Beytü'l-Midrâs ve fonksiyonları için bk.: İbn Hişâm,II,201,207-208; îbn Sa'd,I,164; Buharı, İkrah, 2; Cizye,6; Müslim, Cihad ve's-Siyer,61; îbn Hanbel,II,451; Ebû Davud, Haraç İmaret Fey,22; Hamidullah, İslâm Pey­gamberdi,614, Caetani, Yahudilerin okuma-yazma için bir okula sahip olabilecekleri ihtimali üzerinde durur ki, bu da herhalde Beytü'l-Midrâs olsa gerektir. Bk.: 111,106.

[75] Joseph Scbacht, İslâm Hukukuna Giriş, (şev.: Mehmet Dağ-Abdülkâdir Şener), Ankara 1977,17.

[76] Bk.: Dipnot:72.

[77] İçlerinden şerefli bir adam zina ettiğinde, kendi kitaplarında onun cezası recm olduğu halde (bk.: Tevrat, Tesniye,22:22-24) recmetmeyip başka ceza vermişlerdir. Hz.Peygamber bunun sebebini sorduğunda, hahamları, "içi­mizden şerefliler suç işlerse onu hafifletir, sıradan bir insan işlerse, ona ce­zayı tam olarak uygularız" demişlerdir. Bu hadise ve Hz.Peygamber'e veri­len bu cevap için bk.: İbn Hişâm,II,213-215; Süheylî,IV,369-372; Buharı, Menâkıb,26; Hudud,24,37; Tevhid,51; Müslim, Hudud,26,27,28; İbn Han-bel,I,261;II,5;III,387; îmam-ı Mâlik, Hudud,l; İbn Mâce, Hudud,10; Tirmizî, Hudud,10; Ebû Davud, Ekdiye,27; Hudud,26; Dârimî, Hudud,15; Beyhakî,VIII,231; Teyâlisî,H.No.: 1854.

[78] Ahmed Emin, Fecru'l-îslâm, Kahire 1965, 227.

[79] Bk.:Dipnot: 34-36.

[80] Bu konuda Brockelmann; "Bunlar, buralarda kapalı cemaatler halinde ya­şamakla beraber, bazı Arapları dinlerine döndürmüşler, içlerine almışlar ve dil'de tamamiyle yerli halka uymuşlardı." demektedir. Bk.: Brockel­mann, 10-11. Ayrıca bakınız: Hamidullah, İslâm Peygamberi,1,162.

[81] Abdülkadir şener, Kıyas Istihsan İstislah, Ankara 1981,11.

[82] Süheylî,IV,397-398; Hamidullah, İslâm Peygamberi,I,629.

[83] Bakara,256.

[84] Çocuğu olmayanların bu adakları ve bu çocukların Yahudilere gönderildiği hk. bk.: Taberî, Câmiu'l-Beyân, V,14-15; Kurtubî, Ahkâmu'l-Kur'an, 11,280; İbn Kesîr, Tefsir, 1,310-311; Muhammed b. Ali b. Muhammed eş-Şevkâni, Fethu'l-Kâdîr, Beyrut Tarihsiz,I,275; Sıddık Hasan Han, Fet-hu'1-Beyân fî Mekâsidi'l-Kur'an, Kahire 1965,1,427. (Bakara 256. ayetin tefsiri). Ayrıca bk.: Süheylî,IV,256; Hamidullah, İslâm Peygamberi,1,629.

[85] Derveze, Asru'n-Nebî,107.

[86] Hamidulîah, İslâm Peygamberi, 1,618, Ayrıca bk.: Brockelmann, 10-11.

[87] Derveze, Asru'n-Nebî, 435.

[88] S.Tuğ, Vergi, 30. Ayrıca bk. Hamidullah, İslâm Peygamberi,!, 162-163.

[89] Derveze, Asru'n-Nebî,107. Ayrıca bk.: Mâide,18.

[90] Bk.: Tevrat, Tesniye,18:15-18, Yaremya,23:5-6. bu konuda Kur'ân-ı Kerim de onların bir peygamber beklediklerini haber vermektedir. Bk.: Baka-ra,89;Tevbe,30.

[91] Brockelmann,19.

[92] îbn Hişâm,I,225 a,135);II,190.

[93] Yahudilerden İbn Heyyeban isimli bir haham, onun geleceği zamanın yak­laştığını ve geldiğinde ona tâbi olmalarını Yahudilere vasiyyet etmiştir. Bu konda bk.: îbn îshak,64; îbn Hişam,I,227-228 (1,133-134); Muhamnv -i b. Ahmed es-Serahsî, Şerhu Kitabi's-Siyeri'1-Kebîr (thk. Dr. Selâhuddîn el-Müneccid), Beyrut 1971-1972,1,262.

[94] İbn Sa'd,I,162-163; Zürkanî,I,470.

[95] îbn Hişâm,I,168 (1,100-101).

[96] M.Fayda, îslâmiyetin,16; İhsan Süreyya Sırma, Osmanlı Devletinin Yıkılı­şında Yemen İsyanları, İstanbul 1980,41.

[97] Şevki Dayf, el-Asru'l-Câhilî, 97-98. Ayrıca bu savaşlar için bk.: Ekrem Sa-rıkçıoğlu, Başlangıçtan Günümüze Dinler Tarihi, İstanbul 1983,196.

[98] İbn İshâk,29.

[99] İbn Hişâm,I21-22 (1,17-18).

[100] İbn Sa'd,I,158-159.

[101] Taberî, Tarih, 11,105-106 (1/3,1118-1124) Taberî mütercimi Tübbâ'nın is­mini "Es'ad" olarak harekeli olduğu halde "Esd" olarak okumuştur. Bk.: Gösterilen yerler ve ayrıca, Leiden Baskısı,II,901).

[102] Mes'ûdî, Mürûc, 11,76-77.

[103] Bu konu hakkında ayrıca bk.: M.Fayda, îslâmiyetin,16-17.

[104] Asıl adı Zur'a b. Zeyd b. Ka'b olup nesebi Kahtânoğullanna kadar dayanır. Bk.: Ebû Hanife Ahmed b. Davud ed-Dineverî, Kitabu'l- Ahbâri't-Tıvâl, Beyrut Tarihsiz,61; N.Çağatay,! 8.

[105] İbn Hişâm, 1,32 (1,21).

[106] M.Fayda, İslâmiyetin,17.

[107] Zû Nuvas'm Yahudiliği kabul edişi ve daha önce ateşe taptığı hk. bk.: Dineverî,61.

[108] Taberî, Tarih,Il;L 18-119 (1/3 J140-1141); ŞevM Dayf, el-Asrul-Cahüî,97-98.

[109] İbn Hişâm,I,37 (1,25); Taberî, TarihsII,123 (1/3,1148).

[110] İbn Hişam,I,37(I,25); Taberî, Tarih,II,118-123 (1/3,1140-1148).

[111] N.Çağatay,18.

[112] Bürûc,4-7.

[113] N.Çağatay,18; M.Fayda, lslâmiyetin,9,17-18; Ayrıca Bürûc suresi 4,5,6 ve 7. ayetlerin tefsirleri için bk.: Taberî, Câmiu'l-Beyân,XXX,133; Kurtubî, Ahkâmu'l-Kuran,XIX,290-291"Çukurlarm boyu 4 zira, eni 21 zira idi"der; Şihabuddin es-Seyyid Mahmûd el- Âlûsî, Ruhu'l- Meâni fi Tefsîri'1-Kur'ani'l-Azîm ve's-Sebul-Mesânî, Beyrut Tarihsiz, XXIX,89 (şukur ölçülerini Kurtubî gibi veren Alûsî, toplam olarak 700 kişinin ya­kıldığını söyler.) Celalüddin es-Suyûti, ed-Dürru 1-Mensûr fî't-Tefsîr bi'l-Me'sûr, Beyrut Tarihsiz, VI.331-333; el-Hatîb eş-şerbinî, Tefsîru's-Sİrâci'l-Münîr, Beyrut Tarihsiz, IV,512; Sıddık Hasan Han, Fethu'1-Be-yan fî Mekâsiditl-Kur'ân,X,296-297.

[114] Şevki Dayf, el-Asm11-Cahili, 97-98.

[115] Dîneverî,62; Taberî, Tarih, 11,115-127 (1/3,1134-1154); N.Çağatay,20-21; M.Fayda, İslâmiyetin, 17-18.

[116] Fil Vakası hk. bk.: Fil Suresi.

[117] Dîneverî,62-63; Taberî, Tarih,11,130-137(1/3,1160-1171).

[118] Bk.: Bir Önceki dipnot.

[119] İbn Hişâm, 1,64-72 (1,39-44); Dîneverî, 64-65; Taberî, Tarih,II,139-148 (1/3,1175-1191); N.Çağatay, 23-24; M.Fayda, îslâmiyetin,10-ll,18.

[120] M.Fayda, İsiâmiyetin,14.

[121] Brockelmann,13; N.Çağatay,83-85; M.Fayda, îslâmiyetin,15-16.

[122] M.Fayda, Hz.Ömer,153.

[123] I.Süreyya Sırma, Yemen İsyanları,30.

[124] Bahriye Üçok, İslâm'dan Dönenler ve Yalancı Peygamberler, Ankara 1967,20.

[125] Dr. Nadir Özkuyumcu, Bütün Yönleriyle Asr-ı Saadet’te İslam, Beyan Yayınları: 2/420-431.

[126] Belâzuri, Ensâb,72-74; tbnü'l-Esîr,II,15.

[127] İbn Hişâm, 1,322 (1,190-191); tbn Sa'd, 1,165; Tirmizî, Tefsîru1-Kur'ân,18; îbn Hanbel, 1,225; Desafî, 60.

[128] Hamidullah, İslâm Peygamberi, 1,596.

[129] Hamidullah, İslâm Peygamberi,594.

[130] Bu konuda bk.: Mâide,83-90; En'am,17; Ahkâf,21; Necm,36-37.

[131] Bk. :Yunus,93; Câsiye,16.

[132] Mâide,90.

[133] Yunus,94.

[134] Enbiya,7.

[135] Ahkâf,21.

[136] Bk.:Enbiya,48.

[137] Bu konuda bk.: Yunus,93; Secde, 25. Ayrıca Nemi suresi, 76. ayette "Doğ­rusu bu Kur'ân, İsrâiloğullarına, ayrılığa düştükleri şeyin çoğunu anlat­maktadır." denmektedir.

[138] Bk.İsrâ,8O.

[139] Vâkıdî,I,2; Belâzurî, Ensâb,263; Mes'udî, Mürûc,II,286. (Yesrib'e Varış).

[140] Zürkanî,I,465; Hamidullah, İslâm Peygamberdi,614.

[141] Belâzurî, Ensâb,262; Caetani,II,71.

[142] İbn Hişâm,II,165-166; Süheylî,IV,310-311.

[143] Rivayet ve tafsilât için bk.: İbn îshâk,66-70; İbn Hişâm.1,232-233 (1,137-138); İbn Sa'd,IV,75-79; Belâzurî, Ensâb.485-489.

[144] Bk.:Âl-iîmrân,64.

[145] Meselâ saçlarını ayırma hususunda bk.: Buharı, Menâkıbu'l-Ensâr,52; Libas,50; Fedâil,90; İbn Hanbel, 1,246,261,287; îbn Mâce, Libas,36; Ebû Davud, Tereccül, 10.

[146] İbn Sa'd, 1,243; Zürkanî, 1,465; Tabbara, 18; Watt, 198-199.

[147] Buharı, Menâkıbu'l-Ensâr,52; İmam-ı Malik, Siyam,11; Dârimî, Savm,46; İbnü'l-Esîr,II,115; Âmiri, 1,169-170.

[148] Buharî, Zebâih ve's-Sayd,4,10,14; Tirmizî, Siyer.11,12; İbn Han-bel,IV,194-195; İbn Mâce, Cihad, 26; DârimE, Siyer,56.

[149] Bk. Mâide,5.

[150] Ebû Davud, îlim.ll.

[151] Buharı, Cenâiz,50; İbn Hanbel,III,324; IV;391; îmâm-ı Mâlik, Cenâiz,21; Ebû Davud, Cenâiz,47.

[152] îbnHanbel,III,339.

[153] Buharı, Nikah,21; İlim,31; Cihad ve's-Siyer,145; İbn Hanbel,IV, 259,395,402,414; îbn Mâce, Nikah,42; Teyâlisî, H.No.502.

[154] İbn Mâce, Ferâiz,18

[155] Bkz: Âl-i İmran,H3-115; Mâide,69.

[156] İbn Hişâm, 11,163-164,206,220; îbn Sa'd, II, 353; Buharı, Menâkıbu'l-Ensâr, 19,51 ;Tefsîr-i Kur'ân,6; Enbiyâ,l; İbn Hanbel, 111,108,109,371; Süheylî, IV,308-309,407; Âmiri, 1,164-172

[157] îbn Hişâm, I, 226-227 (1,132-133); 111,249; Vâkıdî, 11,503; îbn Sa'd, 1,160-161; Taberî, 11,581-585 (11/2,512-518); Îbnii'1-Esîr, 11,187; Süheylî, IIIs287;Serahsî, t,262;Zürkanî, 11,157; Desafî.lll.

[158] İbn Hişâm,III, 255-256; Vâkıdî, 11,514-515; Taberî, 11,591 (11/2,527); Sühely-, VI,294; Desafî,112.

[159] Belâzurî, Fütûh, 31 (1,30); Ensâb, 285,518; Ali b. Muhammed b. Habîb Ebi'l-Hasan el-Mâverdî, el-Ahkâmu's-Sultâniyye, (Çev.Ali Şafak), İstan­bul 1976,86.

[160] Bu bilgiler ve onun bıraktığı mallar hk.bk.: İbn Hişâm, 11,164465; 111,94; Belâzurî, Fütûh, 31 (1,30); Ensâb, 285,325,518; Süheylî,IV,310, 408-409; VI, 21,47; Mâverdî, 189.

[161] îbn Hişâm,I,228 (1,133-134); 111,249; Vâkıdî, 11,503-504; Taberî,II, 585-586(11/2,518-519); Süheylî,VI,287-288; Desafî,lll.

[162] İbn Sa'd, 1,361.

[163] Hamidullah, İslâm Peygamberi,I,201.

[164] Hamidullah, îslâm Peygamberi, I,206;Sâlih Tuğ, Hicret'le Gelen Devlet ve Anayasa Nizâmı, Nesil Dergisi, Hicret Özel Sayısı, istanbul 1979, sayı: 37-38,s.36.

[165] İbn Hişâm, 11,147-150; Belâzurî, Ensâb, 286; Ebû Ubeyd el-Kâsım b. Sellâm, Kitâbu'l-Emvâl, (thk. Muhammed Halil Herrâs), Kahire 1981, 193-198 (trc: Cemâleddîn Saylık, Kitâbu'l-Emvâl, İstanbul 1981,235-241); Hamidullah, Mecmûâtul-Vesâiki's-Siyâsiyye li'1-Ahdi'n-Nebiyyi ve'1-Hilâfeti'r-Râşide, Kahire 1941,No:l.

[166] Bakara, 146; Enam, 210. Bu ayetlerde Yahudilerin Hz. Peygamberi oğul­larım tanıdıkları gibi tanıdıkları haber verilir.

[167] Bk.: Bakara, 89,91,101; Enbiya, 48; Câsiye, 16-17; Ahkâf.21.

[168] M.Fayda, Hz. Ömer, 145.

[169] M. Fayda, Hz. Ömer, 145

[170] M. Fayda, Hz. Ömer, 145-146; Hamidullah, İslâm Peygamberi, 1,207; Salih Tuğ, İslâm Ülkelerinde Anayasa Hareketleri, İstanbul 1969,44.

[171] Bk.: Hamidullah, İslâm Peygamberi, I, 206.

[172] Salih Tuğ, Anayasa Hareketleri, 44; Hayrettin Karaman, Mukayeseli İslâm Hukuku, İstanbul 1974, 70.

[173] Yahudilerle ilgili bölümlerin ve anlaşmanın topluca bir izahı ve değerlen­dirmesi hk. bk.: Hamidullah, İslâm Peygamberi, 1,206-214; M. Fayda, Hz. Ömer,145-148; Salih Tuğ, Anayasa Hareketleri, 40-47; Hicretle Gelen Devlet ve Anayasa Nizâmı, Nesil Dergisi Hicret Özel Sayısı, sayı: 37-38; s.39-41; Vergi, 30-35,84; Hayrettin Karaman, Mukayeseli İslâm Huku­ku, 70-71.

[174] Bk.: Dipnot: 46.

[175] Vâkıdî, 1,176; Belâzurî, Ensâb, 308; İbnü'l-Esîr,II,137.

[176] îbnSa'd, 1,164.

[177] îbn Hanbel, I, 416. Bu hadise nakledilirken, Yahudilerin ibadet ettikleri yer hakkında "kilise" lafzı kullanılmıştır.

[178] ibn Hişâm, II, 201.

[179] Bk.:Âl-İİmrân,67.

[180] İbn Hişâm, 11,212.

[181] Bk.:Mâide, 19.

[182] İbn Hişâm, 11,207-208; Süheylî, IV, 362-363.

 [183] Bk. :Âl-İİmrân, 181.

[184] îbn Hişâm, 11,164. Diğer kaynaklardaki rivayetler ve sorunun "Hüseyn b. Selâm hanginizdir?" şekli ve ayrıca, "Abdullah b. Selâm hanginizdir?" tarzında olduğuna dâir bk.: İbn Sa'd, 11,353; Buharı, Menâkıbu'l-Ensâr, 19,51; Tefsir-i Kur'ân, 6; Enbiyâ, I; îbn Hanbel, III, 108,109,371; Süheylî, IV, 308-309,407; Âmİrî, I, 164-172.

[185] Buharı, İkrah, 2; î'tisâm bi's-Sünnet, 18; Cizye, 6;Müslim, Cihad ve's-Si-yer, 61; îbn Hanbel, 11,451; Ebû Davud, Haraç îmaret Fey, 22.

[186] Brockelmann, 22-23; T.W. Arnold, întişâr-ı îslâm Tarihi, (şev. Hasan Gündüzler), Ankara 1982,42.

[187] İbnHişâm, II, 217.

[188] Tirmizî, Tefsîr-i Kuran (Müddesir), 71.

[189] îbn Hişâm, II, 200-201; Süheylî, IV, 379.

[190] İbnHişâm, II, 217.

[191] Buharî, İlim, 47; İ'tisânı bi1 s-Sünnet, 3; Tevhîd, 28-29; Tirmizî, Tefsîr-i Kur'ân (Benî İsrail), 18; Müslim, Münâfikûn, 32; İbn Hanbel, I, 389, 410,444.

[192] İbn Hişâm, II, 216; Sübeylî, IV,373. Bu konuda îbn îshâk'tan nakledilen bir rivayette, Ka'b b. Esed, İbn Salûbâ, Abdullah b. Süriyâ ve Şe's b. Kays birbirlerine: "Muhammed'e gidelim, umulur ki, onu dininden çeviririz, o da nihayet bir insandır" diyerek, Hz. Peygamber'e gelmişlerdir. Ona: "Yâ Muhammed sen, bizim Yahudilerin hahamları, en şereflileri ve efendileri olduğumuzu biliyorsun. Şayet biz sana tâbi olursak, Yahudiler de sana tâbi olurlar, onlar bize muhalefet etmezler. Bizimle bazı kavimlerimiz arasında bir takım ihtilaflar vardır. Biz senin huzurunda onlarla muha-kemeleşmek istiyoruz. Sen bizim lehimize, onların aleyhine hüküm verir misin? Şayet bunu yaparsan sana imân eder ve seni tasdik ederiz." de­mişlerdir. Hz. Peygamber onların bu tekliflerini hoş karşılamamış ve bu­na yanaşmamıştır.

[193] Bk.: Giriş bölümü, dipnot: 75; ayrıca bk.: Mâide, 43.

[194] İbn Hişâm, II, 202.

[195] Bk.:Mâide,57.

[196] Bk.: Bakara, 91,101; Âl-i İmrân, 98,

[197] İbn Hişâm, II, 219-220.

[198] Süheylî, IV,248.

[199] İbn Hişâm, II, 212; Süheylî, IV,268.

[200] îbn Hişâm, II, 198; Süheylî, IV, 350.

[201] İbn Hişâm, 11,201; Süheylî, IV.355.

[202] Süheylî, IV,377.

[203] Süheylî, IV, 348, 377-378.

[204] İbn Hişâm, II, 198; Süheylî IV,350.

[205] İbn Hİşâm, 11,208-209,212; Süheyiî, IV, 363-364.

[206] îbn Hişâm, II, 174; Belâzurî, Ensâb, 285.

[207] ibn Hişâm, II, 212; Süheylî, IV.358.

[208] A'râf, 187.

[209] îhlâsSuresi?l-4

[210] Zümer,67; ayrıca bk.:Tevbe,31.

[211] Enam, 19.

[212] İsrâ, 85.

[213] Mâide, 41-42.

[214] Al-iİmrân, 71.

[215] îsrâ, 88.

[216] Nûr,46.

[217] Mâide, 18.

[218] Âl-iîmrân, 67.

[219] Tevbe, 30.

[220] Nisa, 153.

[221] Bakara, 118.

[222] Nisa, 37.

[223] Bk.:Bakara,86.

[224] Bk.:Nisâ,161.

[225] Bk.:Bakara, 90.

[226] Bk.:Bakara, 101, 211; Nisa, 46.

[227] Bk.:Bakara, 55; Nisa, 153.

[228] Bk.:Bakara, 55-56.

[229] Bk.:Mâide,42.

[230] Bk.:Câsiye, 16-17.

[231] Bk.:Mâide, 13.

[232] Bk.:Mâide, 78.

[233] Bk.:Tevbe,34.

[234] Bk.:Mâide, 60

[235] Bk.:Mâide, 61.

[236] Bk.:Mücâdele,8.

[237] Bk.:Bakara, 61,87; Mâide, 70.

[238] Bk.:Mâide, 82.

[239] Bk.:Mâide, 51,57; ayrıca bk. :Âl-i frnrân, 28.

[240] Buharî, İstitâbetul-Mürteddîn, 4; İstizan, 22; Müslim, Selam, 6,8,11; Tirmizî îsti'zân, 21; Tefsîr-i Kur1 ân, 59; Siyer, 41; İbn Hanbel, 11,9, 58; III, 99,115,140,144, 202, 210, 212, 214, 222, 234, 241, 262, 273,277, 289, 290, 383; VI, 199; îmâm-ı Mâlik, Selam, 2; îbn Mâce, Edep, 13; Dârimî, îs­ti'zân, 7; Teyâlisî, H. No: 2069; İbn Sa'd, V, 540.

[241] İbn Sa'd, II, 197.

[242] Buharî, Cizye, 14; ibn Hişâm, II, 162; îbn Sa'd II, 196-197,198-199; Süheylî, IV,2398-399; Âmin, 1,164.

[243] Bk. Birinci bölüm, dipnot: 115.

[244] Bk. :Birinci bölüm, Dipnot: 117.

[245] Tirmizî, İstizan, 22; Ebû Davud, ilim, ı; Ibnü'1-Esîr, II, 176.

[246] îbn Hişâm, II, 198-199; 257; İbn Sa'd,I,243; Belâzurî, Ensâb, 271-272; Mes'ûdî, Mürûc, 11,295; Îbnü'1-Esîr, II, 115; Âmiri, 1,173-174

[247] Bakara, 142.

[248] Vâkıdî, 1,174-175; İbn Sa'd, 11,28; Belâzurî, Ensâb, 373-374 ; Süheylî, VII, 498-499; Zürkanî, I, 527-528; Bu tarihçilerimiz hicri aylara göre tarihle-me yaparlarken, hicri yılın ilk ayı olan "Muharrem" ayını değil, Hz.Pey­gamber'in Mekke'den Medine'ye hicret ettiği ay olan "Kebiu'l-Evvel" ayını esas almaktadırlar. Buradaki "H.20.ay şevval" şeklindeki rivayette de, hicri yılın ilk ayı olan "Muharrem" değil, Hz.Peygamber'in hicret ettiği yı­lın üçüncü ayı "Kebiu'l-Evvel" esas alınmış ve 20. ay olarak "Şevval" ayı tesbit edilmiştir.

[249] İbn İshâk, 297-300; Vâkıdî, I, 184-193; îbn Hişâm, 111,54-60; Buharî, Meğâzî, 15; ibn Sa'd, II, 31-34; Belâzurî, Ensâb, 374 (H.3. yıl'da öldürül­düğünü yazmaktadır.); Taberî, Tarih, II, 487-491 (11/1,367-374); Ebû Da-vud, Cihad, 169; Haraç İmaret Fey,22; İbnü'1-Esîr, 11,143-144; Süheylî,V, 396-402; Serahsî,If27O-273; Amirî, 1,191-192; Zürkanî,II, 11,16.

[250] Ka'b b. el-Eşref i Evs kabilesinin öldürdüğüne dâir bk.: İbn Hişâm, III, 256; Taberî, Tarih, 11,493 (H/1,377); İbnü'l-Esîr,II,146; Süheylî,VI,358-359. Öldürmeye gidenlerin isimleri; Muhammed b. Mesleme, Silkân b. Seleme b. Vakî, Abbâd b. Bişr Vakş, Haris b. Evs b. Muaz ve Ebû Abs b. Cafer idi. Bk.: Vâkıdî, 1,187-189; İbn Hişâm, III, 55-56; İbn Sa'd,II,32; Buharî, Meğâzî, 15; Taberî, Tarih, II, 487-491 (11/1,367-374); lbnü'1-Esîr, 11,143-144.

[251] Bk.: Bir önceki dipnotlar. Vâkıdî, Ebû Nâile'nin yanında Muhammed b. Mesleme'nin de Ka'b'm süt kardeşi olduğunu nakleder. (Bk.: Vâkıdî, I, 188); Belâzurî de Abbâd b. Bişr b. Vakş'm Ka'b ile süt kardeş olduğunu ilâve eder. (Bk.: Belâzurî, Ensâb, 374.) Ebu Nâile'nin asıl adı ise Silkân b. Seleme b. Vakş'dır.

[252] Hamidullah, İslâm Peygamberi, 1,626.

[253] Mukâtil b. Süleyman, Tefsir, vr. 96a.

[254] Vâkidî,I,192; îbn Sa'd, 11,34.

[255] Desafî, 85.

[256] îbn İshâk, 300; İbn Hişâm, II, 62; Vâkıdî,1,191-192; Taberî, Tarih, 11,491 (11/1,374); Ebû Davud, Haraç îmâret Fey,22; İbnü'1-Esîr, 11,144; Süheylî, V,416-418; Serahsî,1.276; Âmirî,I,194.

Dr. Nadir Özkuyumcu, Bütün Yönleriyle Asr-ı Saadet’te İslam, Beyan Yayınları: 2/432-451.

[257] Bk. :Anlaşmanm 1. maddesi.

[258] İbn Sa'd, 11,29; Hamidullah, Hz. Peygamberin Savaşları, 203.

[259] Zürkanî, 1,528; The Universal Jewish Encyclopedia, New York. 1948,11,67.

[260] İbn Sa'd, 11,209.

[261] İbn Hişâm, 111,51; İbn Sa'd, 29; Taberî, Tarih, 479 (11/1,357). (259 )Vâkıdî, 1,176; Belâzurî, Ensâb,308; İbnü'1-Esîr, 11,137.

[262] îbn îshâk,294; Vâkıdî, 1,176; îbn Hişâm,II,201; 111,50-51; Belâzurî, Ensâb, 308; Taberî, Tarih, 11,479 (11/1,356-7); Serahsî, V.2190

[263] Hamidullah, İslâm Peygamberi,I,620.

[264] Ebû Davud, Haraç İmaret Fey, 22.

[265] Hamidullah, İslâm Peygamberi, 1,621.

[266] VâkıdU,176.

[267] İbn İshâk, 295-296; Vâkıdî,I,l76-177; İbn Hişâm, 111,51; Belâzurî, Ensâb, 309; İbnü'1-Esîr, II, 137-138; Süheylî, V,392-393. (îbn Hişâm, Ebî Avf dan yaptığı rivayette, "kadından önce yüzünü açmasını istediler" der.)

[268] Îbnü'1-Esîr, 11,137-138.

[269] Enfâl,58.

[270] İbn Sa'd, 11,29; Taberî, Tarih, II, 480 (II/I, 357); Zürkanî, I, 529.

[271] Vâkıdî,I,177,180; İbn Sa'd,II,29; Taberî, Tarih, 11,480 (11/1,357); Zürkanî,I,529.

[272] Vâkıdî.1,3,176; îbn Sa'd,II,28-29; Taberî, Tarih, 11,479-480 (11/1,357). (Taberî kuşatmanın 3. yıl Safer ayında olduğunu bildirmektedir.)

[273] Vâkıdî, 1,180; İbn Sa'd, 11,29; Taberî, Tarih, 11,481 (11/1,359); îbnü'l Esîr, 11,138; Süheylî, V, 394; Zürkanî.1,529.

[274] İbn Sa'd, 111,10.

[275] îbn Sa'd, II, 29; Taberî, Tarih, 11,481 (II/i',360). (Mütercim, metinde geçen "Liva" kelimesini "Bayrak" olarak tercüme etmiştir. Halbuki "bayrak" kelimesinin Arapça karşılığı "Ra'ye"dir.)

[276] îbn Sa'd, 11,29; 111,10; Taberî, Tarih, 11,481 (11/1,360); Îbnü'1-Esîr,11,138.

[277] Taberî, Tarih, 11,480 (11/1,357-8); Süheylî,V,394.

[278] İbn SaTd,II,29.

[279] îbn Ishâk, 295-6; îbn Hişâm, 111,51; Vâkidî,!,178; îbn Sa'd,II,29.

[280] Vâkıdî,I,177.

[281] Vâkıdî,I,177-178; İbn Sa'd,II,29; Taberî,Tarih,II, 480 (11/1,357-8).

[282] İbn İshâk, 295-296; îbn Hişâm, 111,52; Taberî, Tarih, 11,480 (11/1,358-359); îbnü'l-Esîr,II,138; ayrıca bk.: Vâkıdî,I,177-178 (Vâkidî, bu olaydan, biraz daha farklı bir rivayetle, Hz. Peygamber'in Yahudileri bağlattıktan son­ra, onların teker teker öldürülmeye başlandığım, bu işin de el-Münzir b. Kudâme es-Sülemi'ye verildiğini, ancak bundan sonra Abdullah b. Übey b. Selûl'ün olaydan haberdar olduğunu ve onun Önce el-Münzir'den onları serbest bırakmasını istediği, el-Münzir'in de buna yetkili olmadığını, çünkü bu işi kendisine verenin Hz.Peygamber olduğunu söyleyerek, Ab­dullah b. Übey'i Hz.Peygamber'e gönderdiğini ve ancak bundan sonra yu­karıda anlatılan hadisenin, yani Medine'den sürülme emrinin verildiğini nakleder. Ayrıca buna ilave olarak, bu sürülme emrinden sonra, Abdul­lah b. Übey'in tekrar Hz.Peygamber'e giderek, onların Medine'de kalma­larını söylemek istediğini, fakat ashabın bu görüşmeyi engellediği de kay­dedilmektedir.)

[283] Vâkıdî,I,178-180

[284] îbn Sa'd,H,29; Taberî, Tarih,II,481 (11/1,359); îbnü'l-Esîr,II,138

[285] Serahsî,IV,1412

[286]Hamidullah, İslâm Peygamberi,I,622 (Burhaneddin el-Merğinânî, Zahi­re, Burhaniye "Siyer" bölümü,18. Par agraf,"Ahkâm Ehli'z-Zimme" İstan­bul Yeni Cami Kütüphanesinde bir el yazması, No: 614'den naklen).

2 I 456 Asr-ı Saadet'te Yahudilerle İlişkiler

[287] Vâkıdî I180

[288] Vâkıdî,I,179-180; İbn Sa'd,II,29; Ziirkanî,I,530

[289] Hamidullah İslâm Peygamberi,I,624.

[290] Vâkıdı 78-179; İbn Saad,II,29; Zürkâni,I,530.

[291] Serahsî,IV,1423; ayncabk. Hamidullah, İslâm Peygamberi,I,623

[292] Beyhakî,IX,53; ayrıca bk.:Hamidullah, İslâm Peygamberi,I,623.

[293] Serahsî,IV,1422.

[294] Dr. Nadir Özkuyumcu, Bütün Yönleriyle Asr-ı Saadet’te İslam, Beyan Yayınları: 2/452-456.

[295] İbn Sa'd,II,57.

[296] Zürkanî,II,91.

[297] İbn İshâk,291-292;îbn Hişâm,III,47-48; İbnul-Esîr,II,140-141.

[298] Bk.: Anlaşmanın 43.maddesi.

[299] Ebû Davud, Haraç İmaret Fey,22; Zürkanî,II,93-94. Bu mektupla Ku-reyşliler, Benûn-Nadir Yahudilerinden Hz.Peygamberi öldürmelerini is­temişler, aksi takdirde başlarına geleceklerden mes'uî olmayacaklarını belirtip onları tehdid etmişlerdir.

[300] Vâkıdî,I,3,4

[301] Mekke ile Gatafan arasında bir yerdir. Bk.: Âmiri,I,214. Ayrıca Bi'r-i Maûne hadisesi için bk.: Hamidullah, islâm Peygamberi,I,478-479 ve 508.

[302] Hz.Peygamber'in yanında Hz.Ebû Bekir ve Hz.Ali vardı. Bk.: Ibn Hişâm,III,199-200; İbnü'l-Esîr,II,173. Vâkıdî, bu isimlere ez-Zübeyr, Tal-ha, Sa'd b. Muaz, Üseyd b. Hudayr ve Sa'd b. Ubâde'yi de ilâve eder. Bk.:I,364; Behçetul-Mehâfn Şârihi bunlara Abdurrahman b. Avf ı da ek­ler. Bk.: şerh,I,214; Belâzurî ise; Hz.Ebu Bekir, Hz.Ömer ve Üseyd b. Hu­dayr olarak sayar. Bk.: Fütûh,31 (1,29-30).

[303] Vakıdî,I,363-366. Aynı hadisenin değişik ifadelerle, fakat aynı çerçeve dahilinde anlatımı için bk.: İbn Hişânı, III,199-200;İbn Sa'd,II,58; Taberî,Tarih>II,550-552 (111,465-468); Serahsî.I,52-54; Zürkanî,II,92-93; Amirî,I,213-214.

[304] İbn Hişâm, 111,199-200.

[305] Bu konuda gelen ayet Mâide,ll'dir. "Ey İnananlar