hafız_32
Mon 4 October 2010, 11:56 am GMT +0200
ASR-I SAADETTE YAHUDİLERLE İLİŞKİLER
Dr. Nadir Özkuyumcu
(Dokuz Eylül Üniversitesi ilahiyat Fakültesi Öğretim Görevlisi, izmir)
Nadir Özkuyumcu 1961 yılında Manisa'da doğdu. İlk, orta ve lise tahsilini aynı şehirde tamamladı. 1982-83 öğretim yılında îzmir Dokuz Eylül Üniversitesi İlahiyat Fakültesinden mezun oldu. 1985 yılında "Hz. Peygamber Devrinde Yahudilere Karşı Güdülen Siyaset" konulu yüksek lisans tezini, 1993 yılında da "Fethinden Emevîlerin Sonuna Kadar Mısır ve Kuzey Afrika" konulu doktora tezini tamamlayarak "Doktor" unvanını aldı.
1985 yılından bu yana Dokuz Eylül Üniversitesi İlahiyat Fakültesinde Araştırma Görevlisi olarak çalışmaktadır.[1]
GİRİŞ
L.Kaynaklar Ve Araştırmalar
Öncelikle şunu belirtelim ki, konumuz Hz. Peygamber devri olduğundan, müracaat ettiğimiz eserler klâsik îslâm Tarihi eserleri olmuştur. Kaynak bulma yönünden fazla sıkıntımız olmamasına rağmen, bu kaynak eserlerde bulunan rivayetlerin genellikle birbirini tekrardan ibaret olduğu tarafımızdan müşahede edilmiştir.
Klasik îslâm Tarihi eserleri içinde elimizde bulunan en eski iki kitap îbn Ishak'ın (151/768) Slre'si[2] ve bu eserin tamamlayıcısı durumunda olan Ibn Hişâm'm (218/833) Stresidir.[3] Muhammed Hamidullah'ın tahkikini yaparak ilim alemine kazandırdığı tbn Ishak'ın Sîre'sinde konumuzla ilgili fazla bilgi bulamadık. Ancak; bazı şahısların müslüman oluşlarını naklederken Yahudilerin islâm öncesi durumlarına da temas etmektedir. Ibn Hişâm'ın Sîre'si ise; tezimizi hazırlarken en fazla istifâde ettiğimiz eser oldu. Ibn Hişâm hem islâm öncesi ve hem de konumuzla ilgili olarak, özellikle Hz. Peygamberin Medine'ye hicretinden sonra, burada Yahudilerle arasında meydana gelen, gerek münferid hadiseler ve gerekse yapılan savaşlar ile, bunların neticelerinde yapılan anlaşmalar hakkında doyurucu bilgiler vermektedir. Ayrıca bu eser, Hz. Peygamberin Yahudiler'i islâm'a daveti ve bu davetler sırasında meydana gelen çekişmelerin hemen ardından nazil olan ayetleri zikretmesi, Hz. Peygamber'in Yahudi siyasetini, hicretin ilk yıllarından itibaren zaman içindeki değişimini ayetlere müstenid olarak göstermemiz bakımından da önemli bir yer tutmuştur.
Vâkidî'nin (207/822) Kitâbul-Meğâzisi[4] ise, Hz.Peygam-ber'in Yahudilerle yaptığı savaşlar ve bunlar hakkında en teferruatlı bilgileri vermektedir.
Belâzurî (279/892)'nin Fut ûhu'I-Buldan[5] isimli eseri ise Yahudilerle yapılan savaşlar hakkında kısa bilgiler verdikten sonra, alman ganimetler ve bunların taksimi ile ilgili bilgiler vermektedir.
İbn Sa'd (230/884)'m et-Tabâkâtü'l-Kübrâ'sı[6] ve Taberî (3lO/922)'nin Tarih'i[7] genel olarak yukarıda zikrettiğimiz eserlerdeki rivayetleri nakletmekle beraber, zaman zaman bir konu hakkında farklı rivayetleri de vermektedirler.
Bu temel eserler dışında bazı muahhar kaynaklardan da[8] istifademiz oldu.
Tarih kitapları dışında, konumuz Hz.Peygamber devri ile alakalı olduğundan, hadis kitaplarından da faydalandık.[9] Tefsir kitaplarından ise; bazı ayetlerin nüzul sebebleri ve açıklamaları yönü ile yararlandık.[10]
Araştırma mahsulü eserlerden Şevki Dayfın el-Asru'l-Câhilî[11], Muhammed Ahmed Câdbek ve iki arkadaşı tarafından kaleme alınan Eyyâmü'1-Arab fTl-Câhiliyye[12], Muhammed İzzet Derveze'nin Asru'n-Nebî ve Bietühû Kable'l-Bi'se[13], Cevâd Ali'nin Târihu'1-Arab Kable'l-Islâm[14] ve Neşet Çağatay'ın îslâm Öncesi Arap Tarihi ve Câhiliye Çağı[15] isimli eserlerinden Yahudilerin islâm öncesi durumlarının tesbiti açısından faydalandık. Muhammed Hamidullah'm islâm Peygamberi[16] isimli eseri ise her yönüyle istifâde ettiğimiz bir kitap oldu.
Bunların dışında Mustafa Faydanın îslâmiyetin Güney Arabistan'a Yayılışı isimli Doktora tezinden Yemen'deki Yahudiliğin durumu hakkında faydalanırken, aynı müellifin Hz.Ömer Devrinde Gayr-i Müslimlerin Durumu isimli Doçentlik tezinden de Hz. Peygamber'in çeşitli bölgelerdeki Yahudilerle yaptığı anlaşmalardan bahsetmesi sebebiyle istifademiz oldu.[17]
İsmail el-Buhârî, el-Câmiu's-Sahîh, c.I-VIII, İstanbul ,1981; Ebû'l-Hüseyn Müslim b. el-Haccâc el-Kuşeyrî, el-Câmiu's-Sahîh, c.I-V,Mısır 1955-1956; Ebû Davud Süleyman b. el-Eş'as es-Sicistânî, Sünen,c.I-V, İstanbul 1981; Ebû Abdullah Muhammed b. Yezîd el-Kazvinî b. Mâce, Sünen, c.I-II, İstanbul 1981; Ebû Abdurrahman Ahmed b. Şuaybb. Ali en-Nesei, Sünen, c.I-VIII, İstanbul 1981; Ebû İsa Muhammed b. İsa Tirmizî, Sünen, İstanbul 1981; Ebû Bekr Ahmed b. el-Hüseyn, es-Sünenü'l-Kübrâ, c.I-X Haydarabat 1935. [18]
2.İslâm'dan Önce Arapyaramadası'nda Yahudiler
Yakub (a.s.Yun neslinden gelip ibranî[19], Benî îsrâil [20]ve Musevî[21] gibi isimlerle anılan Yahudilerin[22] Arapyanmadası'na ne zaman geldikleri tam olarak belli olmamakla beraber, onların, Bâbil Kralı[23] Buhtünnassar'm[24] M.Ö.587 [25] yılında Kudüs'ü işgal edip halkını esir etmesi ve Bâbil'e götürmesinden[26] veya M.S. 70 yılında Suriye Rum kayserlerinden[27] Titus'un Kudüs'e saldırmasından sonra birkaç Yahudi kabilesinin kaçarak bu bölgeye geldikleri[28] sanılmaktadır.
Arapyanmadası'na bu şekilde geldikleri tahmin edilen Yahudiler, bölgenin Hicaz, Vâdi'1-Kurâ, Hayber, Teyma, Yesrib ve Eyle gibi muhtelif yerlerine yerleşmişlerdir.[29] Arapyanmadası'nm değişik bölgelerine yerleşen bu Yahudiler, bulundukları yerlerde ziraatı geliştirmişler[30], açılan panayırlara katılarak ve kervan ticaretinde ön safa çıkarak[31] ticaret hayatını ellerine geçirmişlerdir.
Yesrib Yahudileri ilk olarak şehrin kenar kısımlarına yerleşmişler, zamanla güçlenerek buranın yerlileri Cürhüm ve Amerikalıları yurtlarından çıkarmışlar ve böylece şehrin kontrolünü ellerine geçirmişlerdir.[32]
Yahudiler şehrin kontrolünü ellerine aldıktan sonra, sık sık Yesrib çevresinde oturan bedevilerin saldırılarına uğramaya başlamışlardır. Bu saldırılara karşı kendilerini koruyabilmek için "Utum"[33] adı verilen kaleler yapmışlardır.[34]
Bâbil esaretinden sonra, dinî hayat yöünüden, kapalı cemaatler halinde yaşadıkları belirtilen [35]Yesrib Yahudilerinin, tbrânice bilmelerine [36]rağmen dil hususunda birlikte yaşadıkları Araplara uyduklarını görmekteyiz.[37] Hatta öyle ki, kabilelerinin ve kendilerinin isimleri dahi Arapça ifade edilmeye başlanmış [38]ve içlerinden Samuel b, Adiyâ gibi Arapça şiirler söyleyenler bile çıkmıştır.[39]
Yesrib Yahudilerinin bu derece çok Arapça kullanmaları, onların Yahudi ırkından olup-olmadığı hususunda tartışmalara yol açmış ve Yahudileşmiş Araplar olabileceği şeklinde bir tezin ortaya atılmasına da sebep olmuştur.[40]
M.S. II. yüzyılda Yemen1 de Seylü'1-Arîm adı verilen bir sel felâketi olmuş ve buranın halkı Arapyanmadası'mn çeşitli yerlerine göç etmişlerdir.[41] Bu göçler esnasında Kahtânilerin Ezd koluna mensup Hâlise b. Salebe b. Amr Muzaykiya, kabilesiyle birlikte Yesrib'in çevresine yerleşmiştir. Amr Muzaykiya'nm burada daha sonra Yesrib'in iki büyük kabilesini oluşturacak olan Evs ve Hazrec isminde iki oğlu olmuştur.[42]
Medine çevresinde uzun müddet Yahudilere ait köylerde yaşayan Evs ve Hazrec, Yahudiler tarafından ikinci sınıf insan muamelesine tâbi tutulmuş[43] ve haraç vererek hayatlarını devam ettirmek zorunda bırakılmışlardır.[44] Zaman içinde bu baskılar daha da artmış ve Yahudilerin reisi el-Fidyun [45]evlenen her Arab kızının ilk geceyi kendisiyle geçirmesini mecbur tutacak kadar ileri gitmiştir.[46] Fakat bu baskı fazla sürmemiş ve Mâlik b. Aclân isimli bir Hazrecli'nin kız kardeşinin evlenmesi esnasında sona ermiştir. Mâlik b. Aclân evlenecek olan kız kardeşim el-Fidyun'a teslim etmeyerek Şam'daki Gassâni reisi Ebû Cübeyle'ye giderek durumlarım anlatmış ve ondan yardım istemiştir. Ebû Cübeyle bu isteği kabul ederek Evs ve Hazrec kabilelerini de yanına almış ve Yahudileri yenmiştir. Bir müddet sonra da şehri Evs ve Haz-rec'in idaresine bırakarak geri dönmüştür. Böylece Yesrib'deki Yahudi hakimiyeti sona ermiş [47]ve önceleri Araplar Yahudilere tâbi iken, bu defa Yahudiler Araplara tâbi duruma gelmişlerdir.[48] Evs ve Hazrec'in ele geçirdiği bu üstünlük "Sümeyr" harbine kadar sürmüş, Evs kabilesinin mi yoksa Hazrec kabilesinin mi daha üstün olduğu yolunda çıkan bir tartışma (müfâhere) neticesinde bu savaş meydana gelmiş ve iki kardeş kabile ilk olarak birbiriyle savaşmıştır. Bu savaşa Yahudiler de katılmış ve Benû Ku-reyza ile Benû1 n-Nadir Evs'in yanında yer alarak Hazrec'i yenilgiye uğratmışlardır.[49]
iki kardeş kabile arasında çıkan bu ilk savaştan sonra Yahudiler, Evs ve Hazrec'i zayıfjatmak için zaman zaman aralarına fitne sokmak suretiyle onları savaşmaya tahrik etmişler [50]ve bunda da başarılı olmuşlardır. Fakat kendi aralarında siyasi bir birlik olmadığından [51]Araplara üstünlük sağlayamamışlar ve bu savaşlarda bazısı Evs'in, bazısı da Hazrec'in yanında yer almak zorunda kalmışlardı. Meselâ bir defasında Benû Kureyza ve Benû'-Nâdir Yahudileri Hazreclilerle birleşerek, Kureyş ile ittifak yapan Evslilere karşı savaşmışlardır.[52] Hz.Peygamber'in Yesrib'e hicretinden önce ve bi'setin 7.senesinde [53]iki kabile tekrar savaşmışlardır. "Buas" adı verilen bu savaşta Benû Kureyza ve Benun-Nadîr Yahudileri bu defa Evslileıie birleşmişler ve Benû Kaynuka Yahudileriyle ittifak kuran Hazreclileri yenmişlerdir.[54]
Yahudiler, Arapları parçalama hususundaki taktiklerini başarı ile uygulamalarına rağmen, aralarında siyasi bir birlik olmadığından [55]daha önce ittifak yaptıkları Araplarla birlikte savaşa girmek mecburiyetinde kalıyorlardı.[56] Böylece birbirlerine karşı muharebe ediyorlar, birbirlerinin kanlarım akıtıp, dindaşlarım esir alıyorlar ve onları yurtlarından çıkarıyorlardı.[57] Bazan da kendi aralarında ferdi öldürme olayları meydana geliyor ve birbirlerine diyet veriyorlardı.[58] Ancak bu konuda adaletli olamıyorlar ve bazısı bazısından daha fazla diyet alıyordu. Kendilerini diğer Yahudi kabilelerine karşı üstün olarak "kabul ettiren Benû'n-Nâdir Yahudileri içlerinden biri öldürüldüğünde tam diyet alıyorlar, fakat kendilerinden biri diğer Yahudi kabilelerinden birini öldürecek olursa yarım diyet veriyorlardı.[59] Böyle bir olay Hz.Peygamber'in Yesrib'e hicretinden hemen sonra vuku bulmuş ve Yahudiler hakem olması için Hz.Peygamber'e baş vurmuşlardır. Hz.Peygamber de "şayet hükmedersen adaletle hükmet"[60] şeklinde gelen ilâhî bir müsaadeyle hükmetmiş ve Benû'n-Nadir ile Benû Kureyza arasındaki diyet farkını, ortadan kaldırmıştır.[61]
Siyasi yönden Araplara üstünlük kuramayan Yahudiler, iktisadî sahada onlardan ileri durumda olup bölgede söz sahibiydiler.[62] Ziraat, iç ve dış ticaret, demircilik, silah yapımcılığı, kumaş dokumacılığı ve kuyumculuk [63]gibi mesleklerde ileri bir seviyeye ulaşmışlardı. Panayırlara katılarak zengin olmuşlar, faizle borç vereek [64]borçlarını ödeyemeyenlerin mülk ve arazilerine el koymuşlar [65]ve bu sayede refah içinde yaşamaya başlamışlardı. Ayrıca Tevrat'ta mekruh [66]ve Allah'a isyan ile eş değerde suç olduğu [67]belirtilen falcılık [68]ve kâhinlik gibi işlerle de iştigal edip para kazanıyorlardı.[69]
Muhammed Hamidullah, Yesrib'de bulunan Yahudi kabilelerinin isimlerinin anlamlarını verirken, Kaynuka'mn "Kuyumcu", Nadirin "Yeşil ve çiçekli Bitki", Kureyza'nın ise "Derici" manalarına geldiğim belirterek [70], bu isimlerin dahi onların ticarî hayatları ile ilgili olduğunu vurgulamaktadır.
Belâzurî, burada yaşayan Yahudilerin ziraatı Amelikalılar ve Cürhümlüler'den öğrendiklerini,[71] Watt ise, Yesrib'te ziraatı onların geliştirmiş olabileceği[72] şeklinde görüş beyan ederek, Muhammed îzzet Derveze de bunlara tam zıt bir görüş serdederek Arapların ziraat, sanaat ve ticaret gibi işleri Yahudilerden öğrenmiş olabilecekleri ihtimali üzerinde durur.[73]
iktisâdi hayatta üstün olmanın yamnda, dinî ve kültürel yönden de Araplardan üstün görünen Yahudiler; eğitim, öğretim ve kazâî işlerini gördükleri Beytü'l-Midrâs[74] isimli bir müesseseye sahiptiler. Dinî törenlerini de burada yapıp Tevrat, Mişna ve Zebur'u okuyorlar ve çocuklarının eğitim-öğretim işlerini de yine burada yapıyorlardı. Arabistan Yarımadasındaki diğer cemaatlere nazaran daha yüksek bir hukuk nizamına sahip olan[75] Yahudiler, içlerinden suç işleyenleri de burada cezalandırıyorlardı.[76] Kendi aralarında, suçu işleyenin içtimaî durumuna göre cezaî müeyyide uygulamalarına,^ kendi hukuklarına tam olarak riayet etmemelerine rağmen[77], bu dinî hukuk zaman zaman, kendi içlerine karışmış, fakat Yahudi olmamış Araplar tarafından da uygulanmaktaydı.[78]
Yahudilerin Tevrat'ı Ibrânice okuyup Arapça olarak Araplara tefsir etmeleri ve içlerinden Samuel b. Adiyâ gibi Arapça şiirler söyliyen kişilerin çıkması da onların dinî ve kültürel yönden ileri bir seviyede olduklarını göstermektedir.[79] Fakat bu husus aynı zamanda dil açısından Arapların tesiri altında kaldıklarını da göstermektedir.
Buradan anlamaktayız ki, bu bölgede Yahudiler, Arapları kendi dinlerine çevirme hususunda az da olsa gayret sarfetmişler ve dinlerini sadece tsrâiloğullarma has görmemişlerdir.[80] Araplar, her ne kadar, bu Yahudilerin dinlerine fazla rağbet göstermemişlerse[81] de, içlerinden çocuğu olmayanlar, şayet Allah kendilerine bir çocuk verirse, onu Yahudi terbiyesi üzerine yetiştirip büyüteceklerini adamak[82] suretiyle onların tesir sahasına giriyorlardı. Hatta Benû'n-Nadîr sürgünü sırasında bu yolla Yahu-dileşmiş bir hayli çocuğun olduğu görüldüğünde, babaları bunları geri alıp müslüman yapmak istemişler, ancak "Dinde zorlama yoktur"[83] şeklinde gelen ayetle Hz.Peygamber ashabım bundan vazgeçirmiş ve Yahudileşen bu çocukları Yahudiler ile birlikte göndermiştir.[84]
Bu hususla ilgili olarak M.Izzet Derveze, ferdi Yahudileşme-leri kabul ederken[85], Yahudi ve Hristiyanların, Araplara gerek dinî ve gerekse din dışı konularda fikirlerini benimsetemedikleri-ni iddia etmektedir[86]ki, Muhammed Hamidullah da bu görüştedir.[87]
îlâhi bir kitaba sahip olan Yahudiler, Arapları kendi dinlerine çevirme gayretlerinden dolayı veya daha başka sebeblerle ba-zan onlarla çekişme içine giriyorlar ve zor durumda kaldıklarında da semavî bir kitaba sahip olduklarım hatırlatıp, onlara psikolojik bir üstünlük kurmak istiyorlardı.[88] Kendilerinin Allah'ın dostu ve sevgilileri olduklarım[89] söylüyorlar, Arapları, ellerinde bulunan Tevrat'ta geleceği haber verilen[90] bir'peygamber ile korkutuyorlardı.[91] O peygamber geldiğinde onunla birleşip Ad ve irem kavimlerinin akıbetine uğratacaklarını[92] söylemek suretiyle Arapları tehdîd ediyorlardı.
Bu çekişmeler esnasında söyledikleri gibi Yahudiler gerçekten bir peygamber bekliyorlar ve onun gelme zamanının yakın olduğunu da biliyorlardı.[93]
Yesrib Yahudileri bu beklentiler içindeyken, içlerinden bir grubun Mekke'ye geldiği bir zamanda Hz.Peygamber dünyaya gelmiş ve Yahudiler bunu anlamışlardır. Onlardan biri derhal bir Kureyş topluluğunun yanma gitmiş ve onlara: "İçinizde bu gece çocuğu doğan oldu mu?" diye sormuştur. Hz.Aişe'den mervî bu hâdise şu şekilde devam etmektedir:
Kureyşliler: "Bilmiyoruz" dediler.
Yahudi: "Yanıldığımı zannetmiyorum, dediğim şeyi araştırınız, bu gece âhir zamanın ve bu ümmetin peygamberi olacak, ismi Ahmed olan kişi doğdu, omuzunda da siyah-sarı bir mührü vardır." dedi.
Bunun üzerine Kureyş meclisi dağıldı ve herkes meseleyi soruşturmak için evlerine gitti. Onların bazılarına:
"Bu gece Abdullah b. Abdulmuttalib'in oğlu oldu, adını Mu-hammed koydular" denildi.
Bu haber yayılınca Araplar o Yahudiyle birlikte Muham-medin evine geldiler. Annesi onu çıkarınca, Yahudi hemen sırtındaki mühre baktı ve orada bayıldı. Ayıldığmda, niçin bayıldığı sorulduğu zaman Yahudi: "Peygamberlik Beni israil'den gitti" dedi ve yanında bulunan kitabı çıkararak sözlerine;
" Burada onun 3avaşacağı yazılıdır" diye ilâve etti. Daha sonra da:" Nübüvvet ile Arabm şanı yüceldi. Sevinmez misiniz ey Kureyş topluluğu ?" diyerek sözlerini tamamladı.[94]
Mekke'de cereyan eden bu hadisenin bir benzeri de Yesrib'de meydana gelmiş ve bir Yahudi;" Bu gece, dünyaya gelen Ahmed'in yıldızı doğdu.[95] diyerek dindaşlarına son Peygamberin doğduğunu haber vermiştir.
Yesrip Yahudilerini bu şekilde özetledikten sonra, şimdi de Yemen'in islâm öncesi durumundan bahsetmek istiyoruz.
Yemen'de bulunan Yahudilerin buraya ne zaman geldikleri hakkında İbranî kaynaklarında herhangi bir bilgi olmadığı belirtilmektedir.[96]
Asru'l-Câhilî isimli eserin sahibi Şevki Dayf, Yahudilerin buraya gelişini M.S.70'de Kayser Titus'un ve yine M.S.132'de Kayser Hederyan'm Filistin'e yaptıkları saldırılar sonrasına bağlar.[97]
Şevki Dayf m fikrini bu şekilde verdikten sonra, îbn îshak[98] îbn Hişâm[99], îbn Sa'd[100],Taberî [101] ve Mes'ûdî[102] tarafından müştereken nakledilen bir rivayete temas etmek istiyoruz. Bu rivayete göre, Yemen Tübba'sı Es'ad Ebû Kerîb doğu seferinden dönerken Yesrib'e uğramış ve giderken bıraktığı oğlunun öldürülmüş olduğunu öğrenince, Yesribri yerle bir edeceğine dair yemin etmiştir. Bunun üzerine Benû Kureyza kabilesine mensup iki haham ona, bu beldeye son Peygamberin hicret edeceğini ve şayet buraya saldırırsa kendisinin helâka uğrayacağını söyleyerek, onu bu fikrinden caydırmışlardır. Tübbâ daha sonra bu iki hahamın dinim kabul ederek Yahudiliğe girmiş ve onları da yanına alarak Yemen'e gitmiştir. Ancak, Yemenli halk, onu, Yahudi dinine girdiği için şehre sokmak istememiş, bunun üzerine, Yemen'de yaygın olan ve haklı ile haksızı ayırmak için baş vurulan "ateş"in hakemliğine müracaat edilmiş ve neticede halk toptan Yahudi dinini kabul etmiştir.[103]
Böylece Yahudiliği kabul eden Yemen halkının başına bir müddet sonra Tübbâ Es'ad Ebû Kerîb'in Zû Nuvas olarak anılan ve asıl adı Zur'a[104] olan küçük oğlu hükümdar olmuştur. Daha sonra adını Yusuf olarak değiştiren[105] Zû Nuvas'm hükümdar olması hem Hıristiyanlık hem de Yahudilik için iyi bir sonuç vermemiştir.[106] Zû Nuvas Yahudiliği kabul ettikten sonra[107] Necran bölgesinde bulunan Hıristiyanlar![108] kendi dinine davet et-miş,[109]ancak Yahudiliği kabul etmeyen 20.000 kadar Hıristi-yam[110] M.S.525'de[111], Kur'ân-ı Kerîm'in Uhdûd adım verdiği ve:"Hazırladıkları hendekleri, tutuşturulmuş ateşle doldurarak onun çevresinde oturup, inanmış kimselere dinlerinden dönmeleri için yaptıkları işkenceleri seyredenlerin canı çıksın"[112] diye andığı, içi ateş dolu çukurlara atarak yaktırmıştır.[113]
Zû Nuvas'm Yahudi dinine girmesi hakkında bir yorum yapan Şevki Dayf, "Hıristiyanların, özellikle Habeşli Hıristiyanların kendi ülkesine girmeleri ve işgal etmelerinden korkması Yahudi dinini seçmesine sebep olmuştur." demektedir.[114]
Zû Nuvas'm bu zulmünden kaçarak kurtulan Devs Zû Sa'le-ban isimli bir Hıristiyan Bizans imparatoruna giderek durumlarını anlatmış ve yardım istemiştir. Ancak İmparator memleketinin Yemen'e uzak olduğunu öne sürerek, Habeş Necaşi'sine bir mektup yazmış ve Devs Zû Sa'leban'a yardım etmesini istemiştir. Necaşi de Aryat komutasında 70.000 kişiyi Yemen'e göndermiştir. Bu orduda daha sonra filler ile Kabe'yi yıkmaya teşebbüs edecek olan Ebrehe el-Eşrem de bulunmaktaydı. Aryat komutasındaki Habeşliler M.S. 525 yılında Yemen1 de Zû Nuvas'ı yenmişler ve Zû Nuvas da kaçarak izini kaybettirmiş ve bir daha hiç görülmemiştir. Böylece hâkimiyet Habeşli Hıristiyanlara geçmiştir.[115]
Habeşli komutan Aryat burada idareyi bir müddet elinde tuttuktan sonra, kendi komutanlarından Ebrehe el-Eşrem tarafından öldürülmüştür. Ebrehe burada " Kulleys" isimli bir kilise yaptırmış ve kilisesine rakip olarak gördüğü Kabe'yi yıkmak için yola çıktığında, bilinen " Fil Vak'ası"[116] olmuş ve Ebrehe ölmüştür.[117] Yerine sırasıyla oğulları Yeksum ve Mesrûk hükümdar olmuşlardır.[118]
Aryat, Ebrehe ve oğullarının saltanatı yaklaşık 72 yıl sürmüş, son hükümdar Mesrûk'un zulmünden bıkan, Yemen halkından Seyf b. Zî Yezân Fars Kisrâ 'sına gidip yardım istemiş, o da hapishanelerinde bulunan 800 mahkûmu Vehriz b. el-Kâmecar komutasında Yemen'e göndermiştir. Onlar burada, yerli halk ile birleşip Mesrûk'u öldürmüşler ve idareyi ellerine almışlardır. Vehriz burada 5 yıl valilik yaptıktan sonra ölmüş, yerine Seyf b. Zî Yezân vali olarak atanmıştır. Fakat Seyf, bu sefer Hristiyanlara zulmetmeye başlamıştır. Bunun üzerine Kisrâ onu azletmiş ve yerine M.629/ H.7. yılda müslüman olacak olan^Bâzân'ı tayin etmiştir.[119]
Dini ve siyasi durumunu bu şekilde özetleyebileceğimiz Yemen halkının geçim kaynağı, Çin-Hind ve Roma-Bizans yolu üzerinde bulunması sebebiyle [120]kervan ticaretiydi.[121] Kervan ticaretinde önemli mallar olarak "Yemen Meâfıri [122] denilen ünlü kumaşım, Sana bölgesinin meşhur "Akik Taşı'nı[123] ve hubûbât'ı[124] sayabiliriz. [125]
1. HİCRETİ MÜTEAKİP YAHUDİLERLE YAPILAN ANLAŞMALAR VE KARŞILIKLI MÜNÂSEBETLER
Hz.Peygamberin Yesrib'e hicretinden Önce Mekke'de Yahudilerle münâsebetine dâir kaynaklarımızda herhangi bir habere rastlamıyoruz. Ancak onun doğumundan önce, daha dedesi Abdülmuttalib zamanında, dedesinin Yahudi bir komşusundan bahsedilir. Kaynaklarımızın ticaret yapan ve zengin bir tüccar olarak tanıttığı bu Yahudi, Mekkeliler tarafından malı için öldürülmüş, fakat katiller Abdülmuttalib tarafından bulunmuş ve onlardan 100 deve diyet alınarak Yahudi'nin amca oğluna verilmiştir.[126] Bundan başka yukarıda zikrettiğimiz, İbn Sa'd'da yer alan ve Hz.Peygamberin doğumuna şahit olan Yahudi'yi, ayrıca Kureyşliler'in, Yahudilere heyet gönderip Hz.Peygamber'in durumunu onlardan sormaları[127] gibi hadiseleri burada zikredebiliriz. Ancak bunların, Hz.Peygamber ile Yahudilerin doğrudan doğruya münâsebette olduğunu ortaya koyan hadiseler olmadığı ortadadır. Muharnmed Hamidullah da; kaynaklarımızın Mekke devrinde Hz.Peygamber ile Yahudiler arasında herhangi bir münâsebetini nakletmediğini[128] söylerken, bu münâsebetin ancak fuarlar yoluyla olmuş olabileceği[129] üzerinde durmaktadır.
Hz.Peygamber'in Yahudilerle doğrudan doğruya bir ilişkisini bulamamakla beraber, Kur'ân-ı Kerîm'de, daha Mekke devrinde Beni İsrail kıssalarından bahsedilmekte olduğunu müşahede etmekteyiz.
Kur'ân-ı Kerîm Hz.Peygamber'i, kavminden görmüş olduğu çeşitli eziyetler karşısında teselli ederken, eski Peygamberlerden ve onlara indirilen kitaplardan bahsetmiştir. Bunu yaparken de daha çok Beni israil Peygamberleri ve kitapları üzerinde durmuş, onların kıssalarını anlatmıştır.
Kur'ân-ı Kerîm birçok ayetlerinde Isrâiloğullan'nm Peygamberlerini[130] zikretmiş ve onlara kitap, hüküm ve peygamberlik verildiğini, onların temiz rızıklarla rızıklandınldıklarım ve dünyaya üstün kılındıklarını[131] bildirdikten sonra, "işte bunlar Allah'ın doğru yola eriştirdikleridir, onların yoluna uy..."[132] demek suretiyle o Peygamberleri örnek olarak takdim etmiştir. Müşriklerin, Hz.Peygamber'e inen ayetler hakkında ortaya attıkları şüphelerden sonra, kendisine inenlerden şüpheye düşmemesi için, ona; "Sana indirdiğimizden şüphede isen, senden önce indirdiğimiz Kitâblar'ı okuyanlara sor. And olsun ki, sana rabbinden gerçek gelmiştir, sakın şüphelenenlerden olma."[133] "Ey Muhammedi Senden önce de, kendilerine vahyettiğimiz adamlar gönderdik. Bilmiyorsanız kitâbhlara sorun."[134] gibi ayetlerle Yahudilere müracaat etmesini tavsiye etmiştir. Yine Kur'ân-ı Kerîm, Tevrat'ı da övmüş ve; "Kur'ân'dan önce Musa'nın kitabı, Tevrat, bir rahmet ve rehberdir. Bu Kur'ân zulmedenleri uyarmak ve iyi davrananlara müjde olmak üzere Arap diliyle indirilmiş, kendinden öncekileri doğrulayan bir Kitâb'tır."[135] şeklindeki ayetlerle, onun da ilâhi bir kitab olduğunu beyan etmiştir. Bu kitab'ın eğriyi doğrudan ayıran ve sakınanlara bir ışık ve öğüt[136] olarak indirildiği de belirtilmiştir.
Bununla beraber Kur'ân-ı Kerîm, Hz.Peygamber'e onların bir çok ayrılıklara düştüklerini ve ayrılığa düştükleri şeyler hakkmda mutlaka hesaba çekileceklerini[137] bildirerek, onu Yahudiler'e karşı uyarmayı da ihmâl etmemiştir.
îşte Hz.Peygamber Mekke'den Yasrib'e hicret ederken Yahudiler hakkında bu bilgilere sahipti.
Hz.Peygamber ilâhi bir emirle [138]Rebîu'l-Evvel ayının 12. günü [139]Yesrib'e hicret ettiğinde, şehirde yaşayanların hemen yarısına yakını Yahudi idi.[140]
Yahudiler, Hz.Peygamber'in hicretini kalelerine çıkarak gözlemişler ve onun gelişini Araplara haber verirken[141] kendileri de merak içinde bekleşip, onun gerçekten bir peygamber olup olmadığını anlamak istemişlerdi. Biz onların bu durumunu Safiyye bintü Huyey'in bir rivayetinden anlamaktayız. Safiyye, Hz.Peygamber'in hicreti esnasında, Benu'n-Nadir Yahudüeri'nin reisi olan babası Huyey b. Ahtab ile amcası Ebû Yâsir b. Ahtab'ın onu karşılamaya gittiklerini, sabahın erken saatlerinde çıkmalarına rağmen çok geç döndüklerini ve babası ile amcası arasında şu konuşmanın geçtiğini anlatır:
Amcam Ebû Yâsir, babama: "O, o mu?" diye sordu.
Babam: "Evet, vallahi o odur." dedi.
Amcam:"Onun o olduğundan emin misin?" diye sorduğunda,
Babam: "Eminim" diye cevap verdi.
Amcam bu sefer babama;
"Ona karşı içinde uyanan nedir?" dedi.
Babam: "Vallahi eski halimde kalacağım, nefsimde uyanan ise, ona düşmanlık hislendir."[142] dedi.
Buna benzer bir hâdise de Selmân-ı Fârisî'den nakledilmiş ve Selmân-ı Fârisî, Hz.Peygamber'in Yesrib'e varışım Yahudi olan efendisine haber veren çocuğa, onun durumunu sorduğunda, Yahudi olan efendisi hiddetlenip Selmân'm yüzüne bir tokat vurmuştur.[143]
Hz. Peygamber, hicretini müteakip, kendisinin gelişinden memnun olmayan Yahudiler'e karşı gayet iyi davranmış ve onlara karşı takındığı tavırlarında yumuşaklık ve anlaşma arzusunda olduğunu izhâr etmiştir. Bu cümleden olarak onları, aralarında ortak olan bir kelimeye [144]çağırmış, kendisine ilâhî emir gelmeyen konularda onlara muvafakat etmeyi sevmiş [145], namazlarında onların kıblesi olan Beytü'l-Makdîs'e yönelmiş[146], hicreti esnasında onları oruçlu bulunca, sebebini sormuş ve daha sonra da müslümanlara bu orucu tutmalarını emretmiş[147] onların bölgesinde oturan müslümanlara, başka kap bulamamaları halinde, temizlemek şartıyla onların kaplannda yemek pişirmeyi ve o kaptan yemek yemeye müsaade etmiş [148], bundan daha ileri olarak, gelen bir ayetle, kendisine tâbi olanlara, onların kestiklerini yemelerine ve iffetli kadınlarıyla evlenmelerine müsaade etmiş [149]bizzat kendisi zaman zaman Beni israil kıssaları anlatmış ve bunları anlatma hususunda da herhangi bir beis görmemiştir.[150]
Bunlardan başka, onları kendi dinine kazanmak için, önünden geçen Yahudi cenazelerine saygı gösterip ayağa kalkmış ve bunu ashabına da tavsiye etmiş [151], müşriklere-girmeyi yasakladığı mescide kitâb ehli olarak onların girmesine müsaade etmiştir.[152] Ehl-i Kitâb'tan olup da, sonradan müslüman olan kişinin, Allah katında, daha önceden kendi peygamberini, sonradan da kendisini tastiklediğinden, iki peygamberi tasdiklemiş olacağı sebebiyle, diğer insanlardan müslüman olanlara nazaran iki kat daha fazla ecir alacağını[153] söylerken, o kişinin dirisiyle ve ölüsüyle insanların en hayırlısı olduğunu[154] beyan etmiş ve onun cennetlik olduğunu[155] müjdelemiştir.
Hz.Peygamberin takındığı bu olumlu tavırlar karşısında, sayıca az da olsa, bazı Yahudiler müslüman olmuş, bazıları da müslüman olmasalar bile en azından Hz.Peygamber'e cephe almamışlar ve hatta onun yanında yer almışlardır.
Bunlardan Abdullah b. Selâm daha hicrî 1.yılda ailesiyle birlikte müslüman olmuştur.[156] Salebe b. Saye, Esîd b. Sa'ye ve Esed b. Ubeyd isimli Yahudiler de Benû Kureyza kuşatması sırasında müslüman olmuşlardır.[157] Yine Benû Kureyza günü Ümmü Mün-zir isimli müslüman bir kadın, Rifâ'a b. Samuel adındaki bir Yahudi çocuğu himayesine alarak müslüman olmasına vesile olmuştur.[158]
Bu Yahudilerden başka, bazı kaynaklarda müslüman olduğu rivayet edilmekle[159] beraber, Hz.Peygamber'e iman etmeyen, fakat onun yanında yer alıp Uhud'da savaşan ve ölen Benu'n-Nadîr Yahudileri'nden Muhayrık da nıüsbet davranışlarda bulunmuştur. Hatta Uhud savaşı çıktığında kavmini Hz.Peygamber ile birlikte savaşmaya çağırmış, kavmi, günün Cumartesi olmasını bahane edince, "sizin için Cumartesi'nin önemi yoktur." diyerek silâhını kuşanmış ve "şayet ölürsem mallarımı Muhammed'e verin, o, malımı, Allah'ın kendisine göstereceği yere harcar" deyip Uhud savaşma katılmıştır. Savaşta ölünce, Hz. Peygamber onun hakkında, "Muhayrık Yahudilerin en hayırlısıdır" diyerek, onu övmüş ve bıraktığı malları Medine'de dağıtmıştır.[160]
Benû Kureyza kuşatması esnasında Hz.Peygamber'e verdikleri ahde sadık kalarak kavminin savaşmasına karşı çıkan Amr, b. Su'da isimli bir Yahudi de, kaleden inmiş ve geceyi Hz.Peygam-ber'in mescidinde geçirdikten sonra bilinmeyen bir yere gitmiştir. Daha sonra, ashâb o kişiyi sorduğunda Hz. Peygamber, "Ahdine vefasından dolayı Allah'ın (ölümden) kurtardığı bir adam" cevabını vermiştir.[161]
ibn Sa'd da bunlara ilâveten, Tevrat'ta Hz.Peygamber'in sıfatlarını okuduktan sonra, bir Yahudinin daha müslüman olduğunu isim vermeden rivayet etmektedir.[162]
Onlara bu derece ihtimam ile davranan Hz.Peygamber, kendi başkanlarından başka hiçbir kimseyi dinlemeyen[163] Yahudileri, Medine'de bulunan diğer kabileler ile birlikte anlaşma yapmak için ikna etmeyi başarmıştır. Hicrî 1.yılda yapılan[164] ve Anayasası da denilen bu anlaşmanın metni zamanımıza kadar çeşitli kaynaklarda[165] muhafaza edilmiş ve bizlere ulaşmıştır.
Biz burada anlaşma maddelerinin değerlendirmesine geçmeden önce, Yahudiler'in böyle bir anlaşmayı benimsemelerini sağlayan âmillerin neler olabileceği üzerinde durmak istiyoruz.
Bu âmilleri şu şekilde sıralayabiliriz:
Birincisi; Hz.Peygamber tarafından takınılan olumlu tavırlar ki, biz bunları, aralarında ortak olan kelimeye çağırma, aşure orucunu ashabına emretme, kıble olarak Beytül-Makdis'e yönelme vb. şeklinde Özetlemiştik.
İkincisi; Yahudilerin kendi bünyelerinden kaynaklanan bir takım sebepler ki, bunları da, aralarında siyasî bir birliğin olmayışı, kabul etmelerine rağmen onun bir Peygamber olduğunu bilmeleri[166] şeklinde söyleyebiliriz.
Üçüncüsü ise; onların Evs ve Hazrec ile ittifak halinde olmaları ki, bu durumda onlar birer müttefik olarak anlaşmaya imza koymak için kendilerini mecbur hissetmiş olabilirler. Bu üçüncü kısımda, çok uzak biı ihtimal olmasına rağmen zikretmek istediğimiz bir sebep de, Yahudilerin müşrik bir başkandansa, kendilerinin peygamberlerini ve kitaplarım tasdik eden[167] ve kendilerine iyi davranan birinin başkanlığını kabul etmiş olabileceklerdir.
Bu şartlar dahilinde, hicretten hemen sonra ele alınmış bulunan ve müslümanlarla Yahudilerin eşit şartlarda düşünüldüğü[168] anlaşmada Yahudilerle ilgili maddeler şöyle tanzim edilmiştir:
Anlaşmasının 1. maddesine göre, Yesrib'li müslümanlara tâbi olanlar şeklinde zikredilen Yahudiler, şehir devleti içinde yer almışlar ve müslümanlarla birlikte, şehri korumak için, harb etmeyi kabul etmişlerdir.[169]
2. madde de 1. maddeyi teyid eder mahiyette olup, şehirde yaşayanların her türlü kan bağlarının üstünde bir ümmet (cemaat) oldukları belirtilmekte,her ferdin yeni kurulan bu devletin içinde yer aldığı vurgulanmaktadır.
Umûmî bir hüküm taşıyan bu iki madde'den sonra 15. mad-de'ye kadar Arap kabileleriyle ilgili hükümler yer alır.
15.18. ve 19. maddelere göre ise; bir harp vukuunda anlaşmaya imza koyanların eşit şartlara sahip oldukları belirtilir.[170]
16. madde, Yahudilerin durumuna özel olarak ışık tututmak-tadır. Bu maddeye göre, Yahudilerden müslümanlara tâbi olanların, zulme uğramaksızın ve onlara muarız olanlarla yardımlaş-maksızm, müslümanların yardım ve himayesine hak kazanacakları belirtilmektedir. Bu maddenin iki bölüm halinde hazırlandığı tahmin edilen Medine anlaşmasının, birinci bölümünün son kısmı olduğu sanılmaktadır.168
18. maddeye göre ise, şehir devletini savunanlar nöbetleşe harbe iştirak edeceklerdir.
Umûmî maddeler olarak göze çarpan 23. ve 42. maddelere göre, Hz. Peygamber'in tam yetki ile, Allah adına idareyi eline aldığı tescil edilmektedir. Buna göre üzerinde ihtilafa düşülen konular derhal Allah'a ve Muhammed'e götürülecektir.
24. 37. ve 38. maddelerde özel olarak zikredilen Yahudiler, harbe iştirak ettiklerinde, harp süresince masraflarını kendileri karşılayacaklar, dıştan gelecek saldırılara karşı da kendi aralarında yardımlaşacaklardı![171]
25. maddeden 33. maddeye kadar çeşitli Yahudi kabileleri tek tek isim olarak zikredilirken, onların müslümanlarla bir ümmet (cemaat) oldukları, dinlerinde serbest oldukları vurgulanır. Haksız yere bir cürüm (suç) işleyenin ise "sadece kendine ve aile efradına zarar vermiş" olacağı belirtilerek, suç umûmîleştiril-mekten uzak tutulmuştur.
35. maddeye göre ise, Yahudiler'e sığınanların Yahudiler gibi kabul edileceği açıkça anlaşılmaktadır.
36. madde, Yahudileri Hz. Peygamberden habersiz (izinsiz) olarak müslümanlarla birlikte askerî bir sefere çıkmaktan men etmektedir.
37. maddenin (b) fırkasına göre, herhangi bir kimsenin müttefikine karşı suç işlemesi yasaklanırken, böyle bir durumda zul-medilene yardımcı olunacağı anlaşmada yer alır.
39. maddeye göre Yesrib şehrinin dahili, haram (mukaddes) bir belde kabul ediliyor ve sınırları çiziliyordu.[172]
40. madde, himaye altındakiler, bizzat himaye eden gibidir, ne zulmeder, ne de zulmedilir kaydım getirirken;
41. madde onu tamamlar ve; himaye hakkı verilenler hariç hiç kimsenin himaye hakkına sahip olmadığım belirtir.
43. madde Hz. Peygamberi dışarından gelecek tehlikelere karşı korurken, "ne Kureyşliler ve ne de onlara yardım edenler himaye altına alınacaklardır" şeklindeki ifade, müşrik Kureyşle her türlü irtibatı yasaklamaktadır.
44. maddenin pozisyonu ise, bir önceki maddeyi tamamlar durumda olup Kureyşle yardımlaşmama şartının bir adım daha ilerisindedir .Buna göre dışarıdan gelecek saldırılara karşı içeride yardımlaşma yapılacak ve bu saldırının Kureyşten gelmesi halinde de onlara karşı savaşılacaktır.
45. madde ise, dinî harpler hariç tutularak, her iki tarafın birbirini anlaşmaya çağırması halinde icabet etmenin gerekli olduğunu açıklığa kavuşturmaktadır.
Yine bu maddenin (b) fırkasına göre her zümre kendi bölgesinden, gerek müdâfaa ve gerekse şâir ihtiyaçlar açısından mes'ul olacaktır.
46. ve 47. maddelere göre de, bu anlaşmaya tam bir sadakat istenmekte ve bunu yapanların savaşta ve barışta emniyet içinde olacakları vurgulanmaktadır.[173]
Yukarıda [174]anlaşmanın iki bolüm olduğunun sanıldığım belirtmiştik. Fakat bu konuda kaynaklarımızda herhangi bir haber mevcut değildir. Ancak Yahudilerle yapılan bu anlaşmanın Bedir'den önce yapıldığını teyid eden rivayetler mevcuttur. Meselâ, Vâkıdî, Belâzurî ve Ibnu 1-Esîr'de "Kaynukalılar Hz. Peygamber Bedir'den döndükten sonra isyan etmişler ve ahidlerini bozmuşlardır."[175] şeklinde yer alan rivayet bunu ispatlamaktadır. Buna göre anlaşmanın H.l. yılda (M.622) veya en azından Bedir'den önce yapıldığını düşünebiliriz.
Hz. Peygamber bu anlaşma ile şehirde birlik ve beraberliği temin ettikten sonra, islâm'ı tebliğ vazifesine ağırlık vermiş ve gerek putperest Araplara karşı olsun, gerekse kitab ehli olan Yahudilere karşı olsun islâm'ı yayma faaliyetlerine hız vermiştir. Bu faaliyetleri esnasında birçok kereler Yahudilerin Beytü'l-Midrâs adını verdikleri toplantı yerlerine gitmiş ve onları Islama davet etmiştir. Hz. Peygamber'in, Yahudileri islâm'a davet için gittiğini anlatan rivayetlerin birkaçını, onların islâm'a ve Hz. Peygam-ber'e karşı takındıkları tavırları ortaya koyabilmek açısından, özetleyerek buraya almak istiyoruz.
Birgün Hz. Peygamber Beytul-Midrâs'a gider ve Yahudilere, içlerinden en âlim olan kimseyi karşısına çıkarmalarını ister. Yahudilerden Abdullah b. Sûriyâ çıkar. Hz. Peygamber ona, Allah'ın, geçmişte Beni israil'e verdiği nimetleri hatırlayarak; "Benim, Allah'ın Rasulü olduğumu bilmiyor musun?" diye sorar. Sûriyâ: "Allahümme, Evet, benim kavmim de şu bildiklerimi ve senin durumunun, sıfatlarının Tevrat'ta beyan edildiğini biliyor." der. Hz. Peygamber: "Bana iman etmen hususunda sana mâni olan şey nedir?" diye sorduğunda, Sûriyâ: "Kavmime muhalefet etmeyi kerih görüyorum, umulur ki onlar sana tabi olup müslüman olurlar, o zaman ben de müslüman olurum."[176] der.
Nakledilen bir başka hadise ise şudur; Ibn Abbas'tan rivayet edilmektedir.
Hz. Peygamber birgün yine Beytü'l-Midrâs1 a gitmiş ve onları Tevrat okur vaziyette bulmuştur. Yahudiler, Hz. Peygamber'in sıfatlarının bulunduğu bölüme gelince susmuşlardır. Bunun üzerine Hz. Peygamber merak edip bir kenarda hasta olarak oturan bir Yahudiye niçin sustuklarını sormuştur. Yahudi: "Onlar âhir zaman Peygamberinin sıfatlarına geldiler ve okumamak için sustular." deyip, yerinden kalkmış ve Tevrat'ı eline alarak o bölümü okumuştur. Sonra da kelime-i şahadet getirip müslüman olmuştur.[177]
Bir başka rivayette de Hz. Peygamberin yine Beytul-Midrâs'a gittiği ve onları islâm'a davet ettiği nakledilmiştir. Bu rivayete göre, Yahudiler Hz. Peygamber'e hangi din üzere olduğunu sormuşlar, Hz. Peygamber de; "ibrahim milleti ve dini üzereyim." deyince, onlar; "ibrahim Yahudi idi." diye mukabelede bulunmuşlardır. Yahudilerin bu iddiaları üzerine Hz. Peygamber, orada bulunanları, bu konu hakkında Tevrat'ın hakemliğine çagirmiş, fakat onlar bundan kaçınmışlardır.[178] Bu konuda hemen bir ayet nazil olmuş ve Hz. ibrahim'in ne Yahudi ve ne de Hıristiyan olduğu, aksine onun Allah'a teslim olanlardan olduğu vurgulanmıştır.[179]
Hz. Peygamberin islâm'a davet faaliyetlerine zaman zaman ashab da katılmış ve Yahudileri islâm'a davet etmişlerdir. Bu konuda Sa'd b. Ubâde, Muaz b. Cebel ve Utbe b. Vehb Yahudilere giderek, onlara islâm öncesini hatırlatmışlar ve: "Siz bizi gelecek olan bir Peygamber ile korkuttuğunuz halde, o geldikten sonra, onu niçin inkar ediyorsunuz, kaldı ki onun sıfatlarını da anlatıyordunuz." dediklerinde, Yahudilerden Râbi b. Hureymile ve Vehb b. Yahûzâ: "Biz kesinlikle böyle bir şey sÖ3flemedik ve Allah da Musa'dan sonra ne bir kitab, ne de bir korkutucu göndermiştir." diyerek Hz. Peygamberi inkar etmişlerdir.[180] Bu hadise üzerine de hemen bir ayet nazil olmuş ve Hz. Peygamberin hem müjdeci, hem korkutucu olarak gönderildiği bildirilerek Yahudiler yalanlanmış tır.[181]
Hz. Peygamber'in en yakın arkadaşı Hz. Ebû Bekr de bir gün onları islâm'a davet için gittiğinde, ona karşı gelmişler ve Hz. Peygamber'in kendilerinden borç para istediğini hatırlatarak:" (Bu hale göre) Allah fakir, biz zenginiz." demişlerdir. Yahudilerin bu sözlerine çok kızan Hz. Ebû Bekr, Finhas isimli Yahudi hahamının yüzüne bir tokat vurmuş ve: "Vallahi, aramızda anlaşma olmasaydı, başını uçururdum." demiştir. Bunun üzerine Finhas Hz. Peygambere gidip Hz. Ebû Bekr'den şikayetçi olmuştur. Hz. Peygamber olayı bir de Hz. Ebû Bekr'den dinleyince Finhas daha önce söylediği sözleri inkar ederek Hz. Peygamberin yanından ayrılmıştır.[182] Bu konuda da bir ayet inmiş ve; "Allah, 'Allah fakir, biz zenginiz' diyenleri işitmiştir.[183] diyerek gerçeği açıklamıştır.
Şimdi nakledeceğimiz hadise ise, Yahudilerin söyledikleri sözleri ve gerçekleri ne derece inkar eden bir kavim olduğunu göstermesi bakımından oldukça ilginçtir.Yahudilerden müslüman olan Abdullah b. Selâm bir gün Hz. Peygamber' geldi ve; "Yâ Rasulallah, Muhakkak ki Yahudiler tuhaf bir kavimdir. Senin onlara gitmeni ve ben bir ev'de gizlenirken, onlara beni sormanı isterim. Onlar benim hakkımda sana bilgi versinler, fakat bunu, onlara benim müslüman olduğumu söylemezden önce yap. Şayet onlar benim müslüman olduğumu öğrenirlerse hakkımda kötü söz söylerler, "dedi. Bunun üzerine Hz. Peygamber, Abdullah b. Selâm bir ev'de gizlenirken Yahudileri çağırmış ve onlara: "Hüseyin b. Selâm hanginizdir." diye sormuştur. Onlar: "O, bizim seyyidimiz ve seyyidimizin oğludur, dinimizi en çok bilenimiz ve en âlimimizdir." demişlerdir. Bu sırada Abdullah b. Selâm saklandığı ev'den çıkmış ve: "Ey Yahudi topluluğu, Allah'tan korkunuz ve onun size getirdiğini kabul ediniz, Allah'a yemin ederim ki, siz onun ismini ve sıfatım yanınızda olan Tevrat'ta buluyorsunuz. Muhakkak ben Rasûlullah'a iman ediyorum ve onu tasdik ediyorum." demiştir. Abdullah b. Selâm'dan bu sözleri işiten Yahudiler onun hakkında az önce söyledikleri sözleri inkar etmişler, onu yalanlamışlar ve hakkında kötü sözler söylemeye başlamışlardır. Onların bu şekilde kötü sözler söylemeleri üzerine Abdullah b. Selâm: "Yâ Rasulallah ben sana onların tuhaf, sözlerinde durmayan ve fâcir bir kavim olduklarını söylemedim mi?" demiştir.[184]
Görüldüğü gibi önceleri gayet normal olarak gelişen ve pek fazla çekişmeye meydan vermeyen bu davetler, sıklaşmaya başlayınca tepkiler doğurmuş ve en sonunda da kopma noktasına gelmiştir. Aşağıda zikredeceğimiz hadise bu durumu bütün açıklığıyla ortaya koymaktadır.
Hz. Peygamber bir gün yine Beytül-Midrâs'a gitmiş ve Yahudileri islâm'a davet etmiştir. Bu davetini üç defa tekrarlayan Hz. peygamber, üçüncü de, "Tebliğ ettin, Ya Ebe'l-Kâsım" şeklinde cevap almıştır. Bunun üzerine Hz. Peygamber onlara son olarak: "Bunu ben istiyorum. (Yani islâm'a girmenizi)" dedikten sonra, "Biliniz ki, arz Allah ve Rasûlüne aittir."[185] diyerek sözlerine tamamlamıştır.
İlişkilerin bu noktaya gelmesi Yahudileri daha çok kızdırmış ve onlar, önceleri bu davetlere seslerini çıkarmamış ve sonraları alaylı[186] cevaplar vermeye başlamışlarken, bu defa Hz. Peygamberin aleyhine bir takım faaliyetlerde bulunmaya başlamışlardır.
Hz. Peygamber ve ona inananları saptırmak için, kıyametin ne zaman kopacağı [187], cennetin kapılarının mahiyeti[188] mahlûkâtı Allah'ın yarattığını, fakat Allah'ı, kimin yarattığı ve onun pazu ve dirseklerinin nasıl olduğu [189], Allah'la beraber başka ilâhların da olup olmadığı[190] ve ruh'un mâhiyetinin ne olduğu[191] şeklinde gaybî sorular sonnuşlar, Hz. Peygamber'in de nihayet bir insan olduğunu birbirlerine hatırlatıp [192], içlerinden suç işleyenlerin bazılarını ona gönderip, şayet istedikleri gibi hüküm verirse ona uymalarını, istediklerinin dışında bir hüküm verirse uymamayı[193] tavsiye etmişlerdir.
Yine onlar, "Muhammed ve arkadaşlarına ineni değiştiriniz, umulur ki, onlar da bizim gibi yaparak kitaplarını tahrif ederler ve dinlerinden dönerler" [194] diyerek Kur'ân-ı Kerîm'i alaya almışlar[195] ve onu inkar etmişlerdir.[196] Hz Peygamber'e inenin kendilerine inen gibi olmadığını, onun bunları insanlardan ve cinlerden öğrendiğini[197], aslında Allah'ın ona hiç birşey indirmediğini [198]kendilerininse, Allah'ın oğulları ve sevgilileri olduklarını[199] hidayetin ancak kendilerinde olduğunu ve Hz. Mu-hammed'in de ancak ve ancak kendilerine tâbi olması halinde hidâyete ereceğin[200], Hz. Peygamber'in "Ben İbrahim milleti ve dini üzereyim" demesi üzerine, onun, Yahudi olduğunu[201] ve Hz. Uzeyr'in Allah'ın oğlu olduğunu[202] iddia etmişlerdir.
Bunlardan ayrı olarak, Hz. Peygamber1 den, gökten bir kitab indirmesini[203], Allah'ın kendileriyle konuşmasmı [204]istemişler ve ashabı sadaka vermekten men etmek için onlara;"Biz sizin fakir olmanızdan korkuyoruz"[205] demişlerdir.
Hz. Peygamber'in devesi kaybolduğunda da onlar, "Muhammed gökten haber aldığını iddia ediyor, fakat devesinin nerede olduğunu bilmiyor" [206]demişler, Ensâr'dan müslüman olanlara eski günleri hatırlatıp[207] Evs ve Hazrec'in îslâm öncesi düşmanlıklarına tekrar başlamalarım ve böylece Hz. Peygamberi yalnız ve yardımsız bırakmayı arzulamışiardır.
Kur'ân-ı Kerîm Yahudilerin bu tür söz ve davranışları karşısında sessiz kalmamış ve onlara gerekli cevapları vermiştir.
Kıyametin ne zaman kopacağı hususundaki sorularına, "Ey Muhammed, sana kıyamet saatinin ne zaman gelip çatacağını soruyorlar, de ki, onu ancak Rabbim bilir, onun vaktini O'ndan başka belirtecek yoktur. Göklerin ve yerin ağırlığını kaldıramayacağı o saat sizlere ansızın gelecektir. Sen sanki öğrenmişsin gibi sana soruyorlar, de ki,onu bilmek ancak Allah'a mahsustur, ama insanlann çoğu bu gerçeği bilmezler."[208] ayetiyle, Allah'ı kim yarattı sorularına, "Ey Muhammed, de ki, O Allah bir tektir. Allah herşey-den müstağni ve her şey O'na muhtaçtır, O doğurmamış ve doğmamıştır. Hiç birşey O'na denk değildir."[209] mealindeki Ihlâs suresi ve "Onlar Allah'ı gereği gibi değerlendiremediler. Bütün yeryüzü, kıyamet günü O'nun avucundadır; gökler onun kudretiyle durulmuş olacaktır. O, putperestlerin ortak koşmalarından münezzehtir."[210] ayetiyle, Allah'la beraber başka ilahlar var mıdır, sorularına, "Şâhid olarak hangi şey büyüktür' de. 'Allah benimle sizin aranızda şahittir. Kur'ân bana, sizi ve ulaştığı kimseleri uyarmanı için vahyolundu; Allah'la beraber başka tanrılar bulunduğuna siz mi şahitlik ediyorsunuz? de. 'Ben şahitlik etmem1 de. 'O ancak tek bir tanrıdır, doğrusu ben ortak koşmanızdan uzağım'de"[211]ayetiyle, ruh' un mâhiyeti hakkındaki sorularına, "Ey Muhammed, sana ruh1 un ne olduğunu soruyorlar, de ki: 'Ruh, Rabbimin emrinden ibarettir. Bu hususta size pek az bilgi verilmiştir."[212] ayetiyle cevap vermiştir.
Yine onların, "o bizim istediğimize göre fetva verirse alırız, vermezse almayız" demelerine, "Ey Peygamber, kalpleri inanmamışken, ağızlarıyla İnandık' diyenler, Yahudilerden yalana kulak verenler ve başka bir topluluk hesabına casusluk edenlerden inkara koşanlar seni üzmesin. Sözleri asıl yerlerinden değiştirenler de, 'Böyle bir (fetva) size verilirse alın, verilmezse kaçının' derler. Allah'ın fitneye düşmesini dilediği kimse için Alah'a karşı senin elinden bir şey gelmez. İşte onlar Allah'ın, kalplerini arıtmak istemediği kimselerdir. Dünyada rezillik onlaradır. Onlara ahi-rette de büyük azab vardır." ve "Onlar yalana kulak verirler, haram yerler. Eğer sana gelirlerse aralarında hükmet yahut onlardan yüz çevir, yüz çevirirsen sana bir zarar veremezler. Eğer hükmedersen aralarında adaletle hüküm ver. Allah âdil olanları sever"[213] ayetleriyle, "Muhammed ve arkadaşlarına ineni değiştiriniz, umulur ki, onlar da aynısını yaparlar" şeklindeki teşebbüslerine, "Ey kitâb ehli, niçin hakkı batıla karıştırıyor ve bile bile hakki gizliyorsunuz?"[214] ayetiyle Hz. Peygamberin Kur'ân-ı Kerîm'i insanlardan ve cinlerden öğrendiği hakkındaki iddialarına, "De ki: İnsanlar ve cinler, birbirlerine yardımcı olarak bu Kur'ân'm bir benzerini ortaya koymak için bir araya gelseler, and olsun ki, yine de benzerini ortaya koyamazlar"[215] ayetiyle, "Allah ona hiç birşey indirmemiş tir" şeklindeki iddialarına, "Andolsun ki, açıklayıcı ayetler indirmişizdir. Allah dilediğini doğru yola eriştirir."[216] ayetiyle, Allah'ın oğulları ve sevgilileri olduklarını iddia et-meleıine, "Yahudiler ve Hıristiyanlar, 'Biz Allah'ın oğulları ve sevgilileriyiz' dediler. 'Öyleyse günabîarınızdan ötürü size niçin azabediyor? Bilakis siz O'nun yarattığı insanlarsınız' de..."[217] ayetiyle, Hz. ibrahim'in Yahudi olduğunu iddia etmelerine, "ibrahim Yahudi de Hıristiyan da değildi, ama doğruya yönelen bir müslim-di; puta tapanlardan (da) değildi."[218] ayetiyle, Hz. Uzeyr'in Allah'ın oğlu olduğu şeklindeki iddialarına, "Yahudiler, 'Uzeyr Allah'ın oğludur' dediler; Hıristiyanlar, 'Mesih Allah'ın oğludur' dediler. Bu daha önce inkar edenleiin sözlerine benzeterek ağızlarında geveledikleri sözdür. Allah onları yok etsin. Nasıl da uyduruyorlar."[219] ayetiyle cevaplamıştır.
Gökten kitap indirmesini istemelerine, "Şy Muhammed, Kitap ehli, senin kendilerine gökten bir kitap indirmelerini isterler. Musa'dan bundan daha büyüğünü istemişlerdi ve 'Bize Allah'ı apaçık göster1 demişlerdi. Zulümlerinden ötürü onları yıldırım çarpmıştı....."[220] ayetiyle, Allah'ın kendileriyle konuşmasını istemelerine, "Bilmeyenler Allah bizimle konuşmalı veya bize bir ayet gelmeli değil miydi?' dediler. Onlardan öncekiler de onların söylediklerinin tıpkısını söylemişlerdi. Kalpleri birbirlerine benzedi. Kesinlikle inanan kimseler için ayetlerimizi açıklamışızdır."[221] ayetiyle, ashabı sadaka vermekten men etmek istemelerine, "Onlar cimrilik ederler, insanlara cimrilik tavsiyesinde bulunurlar, Allah'ın bol nimetinden kendilerine verdiğini gizlerler. Kafirlere aşağılık bir azâb hazııiamışızdır."[222] ayetiyle cevaplar vermiştir. Bütün bunlara ilâve olarak Kur'ân-ı Kerîm, îsrailoğullan'nm tarih içinde yapageldikleri olumsuz tutumlarını özetler ve onların; ahiret karşılığında dünyayı satın aldıklarını[223], kendi dinlerinde yasaklandığı halde faiz yediklerini [224], Allah'ın ayetlerini az bir pahaya sattıklarını [225]kitaplarını tahrif ettiklerini[226], Hz. Musa'dan Allah'ı kendilerine göstermesini istediklerini[227], kendilerine kutsal kılanan Cumartesi yasağını çiğnediklerini[228], yalana kulak verip, haram yediklerini[229], kendilerine ilim geldikten sonra birbirlerini çekemeyip ayrılığa düştüklerini[230], bazıları müstesna hâin olduklarını ve ahitlerini bozduklari için lanetlendiklerini[231], hatta bu lanetlenmenin kendi peygamberleri Hz. Davud ve Hz. Isâ tarafından bile yapıldığını [232], hahamlarının çoğunun insanların mallarını haksız yere yediklerini ve altın-gümüş biriktirip hak yolunda sarfetmediklerini[233], şeytana kul olduklarını[234], münafıklık yaptıklarını[235], peygamberlerine karşı gelmek için, men edildikleri halde gizli toplantı yaptıklarım[236], peygamberlerini yalanlayıp, onları öldürdüklerini[237], inananlara karşı en şiddetli düşman olduklarını[238] ve onların kesinlikle dost edinilemeyeceğini [239], beyan ederek Hz Peygamberin onlara karşı takip edeceği siyaseti kesin olarak ortaya koymuştur.
Yahudiler, Kur'ân-ı Kerîm'in bu tavrı karşısında büsbütün hiddetlenmişler ve düşmanlıklarını daha da arttırmışlardır. Gerek Hz. Peygamberi gördüklerinde, gerekse müslümanlara rastladıklarında "es-Sâmu aleyküm" yani "ölüm üzerine olsun"[240] diye Selâm vermeye başlamışlar ve Hudeybiye dönüşünde[241] de Hz. Peygamber'e büyü dahi yapmışlardır.[242]
Onların bu şekilde Selâm vermelerine Hz. Peygamber gayet sakin ve yumuşaklıkla cevap vermiş, "ve aleyküm" yani "sizin de üzerinize olsun" demiştir. Başta eşi Hz. Âişe olmak üzere ashabı, Yahudilerin bu Selâmına hiddetlenip, onlara lanet okumaya başlayınca, "Allah rıfk sahibidir, rıfkı sever."[243] buyurarak onlara mâni olmuştur. Yine onların büyü yapmaları karşısında, oldukça ızdırap çekmesine rağmen, ashabın büyü yapanı öldürme teklifini reddetmiş ve Yahudi Lebîd b. A'sam'ı affetmiştir.[244]
Birbirini takip eden ve ardı arkası kesilmeyen bu çekişmelerden sonra, Hz. Peygamberin Yahudilere güveni kalmamış ve Tevrat'tan bazı şeyleri onlara sorduğunda kendisine doğru cevaplar verilmemesi ve buna benzer sebeblerle Zeyd b. Sâbit'e îbrânice öğrenmesini emretmiş, o da 15 gün içinde îbrânice'yi öğrenmiştir.[245]
Kıblenin değişmesi esnasında da onlar fm tür davranışlarını devam ettirmişler ve Hz. Peygamber'e gelip, "şayet tekrar bizim kıblemize dönersen, sana tâbi oluruz,"[246] demişlerdir. Kur'ân-ı Kerîm onların bu sözlerini cevapsız bırakmamış ve, "insanların beyinsizleri; yöneldikleri kıbleden onları çeviren nedir? 'diyecekler; de ki, 'Doğu ve Batı Allah'ındır, o, dilediğini doğru yola eriştirir.' [247] ayetiyle mukabelede bulunmuştur.
Bu çekişmelerin neticesinde ilk olarak, Hz.Peygamber'in hicretinin 20. ayında (H.2.yıl Şevval/M.624 Mart-Nisan) Amrb. Avf Yahu dilerinden olan Ebû Afek, müslümanları hicvettiğinden dolayı, Hz. Peygamber'in emriyle kendi evinin bahçesinde uyurken, Salim b. Umery tarafından öldürülmüştür.[248]
Yine Bedir savaşından sonra, müslumanların zaferini çekemeyip anlaşmaya aykırı olarak, Mekke'li müşriklere gidip onların ölülerine ağıtlar yakan ve onları müslümanlara karşı tahrik eden Ka'b b. el-Eşref, şiirleriyle Hz. Peygamberi ve müslümanlan hicvetmiş, Medine'ye döndükten sonra da bu tavrını devam ettirerek söylediği şiirlerle müslüman kadınlara sarkıntılık etmeye başlamıştır. Babası tarafından Tay kabilesinden olduğu halde, annesi Benu'n Nadîr Yahudilerin den olduğu için, Benu'n-Nadîr'e nisbet edilen Ka'b b. el-Eşref, Hz. Peygamber tarafından H.2. yıl'da (M.623-624) öldürtülmüştür.[249] Hz. Peygamber onu öldürecek kişileri Benu'n-Nadîr'in eski müttefiklerinden olan Evs kabilesinden seçmiş ve böylece Yahudilerin kan davası gntme ihtimâlini ortadan kaldırmıştır.[250] Ayrıca onu öldürmeye gidenlerden Ebu Na-ile'nin de Ka'b'ın süt kardeşi olduğunu[251] düşünürsek Hz. Peygamber'in ne kadar isabetli bir seçim yaptığım kolayca anlayabiliriz.
Muhammed Hamidullah, Ka'b b. el-Eşref in, Hz. Peygamber'e düşman olmasının sebeblerinden birinin, Hz. Peygamberin Medine'ye hicret ettiği günlerde Bemı'n-Nadîr ile Benû Kureyza'mn diyetini eşitlemesi olabileceğini belirtir.[252] Bunu da, Mukatil tefsirinde yeralan bir rivayete dayandırır. Bu rivayete göre Ka'b b. el-Eşref: "Biz senin kararını kabul etmiyoruz, senin emrine itaat etmeyeceğiz ve eski hükümlere tâbi olacağız."[253] demiştir. Ka'b b. el-Eşref in öldürüldüğü gecenin sabahında Yahudiler Hz. Peygamber'e gelip onun suçsuz yere öldürüldüğünü söylemişlerdir. Onların bu sözleri üzerine Hz. Peygamber, onun suçlu olduğunu belirterek; "Onun gibi yapanlar ve onun görüşünde olanlar (derhal) öldürülür, onun bize şiirleri vasıtasıyla zararları ulaşmıştı. Aynı şeyi sizden kim yaparsa onun hakkı da kılıç olur." demiştir. Bu hadiseden çok korkan Yahudiler Hz.Peygamber'in kendilerini tekrar anlaşmaya çağırmasına olumlu cevap vermişler ve Remle bintü Hârise'nin evinde bir daha böyle bir hadisenin olmayacağına dâir anlaşma imzalamışlardır.[254]
Yahudi şâir Ka'b'ın katlinden sonra, Hz_ Peygamber Yahudilere karşı, o ana kadar, Önceleri yumuşak, sonraları tatlı- sert diyebileceğimiz bir siyaset takip etmişken, bu olaydan sonra sertleşmiş [255] ve, "Kim bir Yahudi yakalarsa, onu Öldürsün." buyurarak, müslümanlarm aleyhinde bulunan Yahudilere aman verilmeyeceğini belirtmiştir. Hz. Peygamber'in bu sözü üzerine Mu-hayyısa b. Mes'ud isimli bir müslüman, Süneyne adındaki bir Yahudi tüccarı müslümanlara zararı dokunduğu için öldürmüştür.[256]
2. BENÎ KAYNUKA YAHUDİLERİ
Hz. Peygamberin Medine'ye hicretini müteakip yapılan anlaşmaya Hazreclilerin müttefiki olarak katılan [257]Benû Kaynuka Yahudileri, şehrin içinde bulunan bir mahallede yaşıyorlar ve kuyumculukla meşgul oluyorlardı.[258] Diğer Yahudi kabilelerine nazaran daha zengin olan Benû Kaynukahlar, müslüman olan Abdullah b. Selâm'ım kabilesi olup, dindaşları içinde de Yahudilerin en cesurları olarak tanınıyorlardı.[259] Aynı zamanda Hazredi Abdullah b. Übey b. Selûl un de müttefiki [260]olan Benû Kaynuka-lılar, Hz. Peygamber'e savaş ilan eden ilk Yahudi kabilesi olmuştur.[261]
Benû Kaynuka Yahudileri, Hz. Peygamber Bedir savaşından döndükten sonra isyan etmişler ve ahidlerini bozmuşlardır.259 Bunun üzerine Hz. Peygamber'onları çarşılarında toplamış ve: "Ey Yahudi topluluğu, Allah'tan korkunuz ve Kureyş'in başına gelen sizin de başınıza gelmeden önce müslüman olunuz. Muhakkak ki, siz benim gönderilmiş bir Peygamber olduğumu ve bu hususun da kitabınızda haber verildiğini biliyorsunuz. Ayrıca bu konuda Allah'ın size karşı olan ahdini de biliyorsunuz." demiştir. Buna cevap olarak Yahudiler: "Ey Muhammed; Muhakkak sen cahil (ve savaş bilmeyen) bir kavimle karşılaştın. Onları yenmen seni gururlandırmasın. Vallahi biz savaşçı insanlarız, şayet bizimle savaşırsan, bizim ne savaşçılar olduğumuzu anlarsın. Şüphesiz sen bizim gibisiyle savaşmadın."[262] diyerek Hz. Peygamber'e meydan okumuşlardır.
Hz. Peygamberin Benû Kaynuka Yahudilerine gidip onları tehdid ederek İslâm'a davet etmesi ve bunun sebebi üzerinde biraz durmak istiyoruz. Yukarıda belirttiğimiz gibi Benû Kaynuka Yahudilerinin Hz. Peygamber ile yaptıkları anlaşmayı Bedir savaşmdan sonra bozdukları rivayet edilmekte, fakat nasıl bozduklarına dâir herhangi bir malumat verilmemektedir. Muhammed Hamidullah, Hz. Peygamber'in bu tehdidli davetini yorumlarken, onun bir Peygamber olarak, geleceği bilmesinden dolayı böyle konuşmuş olabileceği üzerinde durur.[263]
Biz burada Muhammed Hamidullah'm yorumunu kabul etmekle birlikte, sadece Ebû Davud'un Sünen'inde bulabildiğimiz bir rivayeti nakletmek istiyoruz. Zeyd b. Sâbit'in kölesi Ebû Mu-hammed'e kadar uzanan bir senede sahip olan rivayette, Hz. Peygamber'in Bedir'de Kureyş'le karşılaşacağı sırada, Yahudilerin Benû Kaynuka liderliğinde Medine'ye girdikleri ve ancak bunun üzerine Hz. Peygamber'in bunlarla mezkûr konuşmayı yaptığı zikredilir.[264]
Bu rivayeti sahih kabul edersek, önümüzde iki ihtimal belirir. Bunlar da, bu Yahudilerin, ya anlaşmaya uyarak gerçekten yardıma geldikleri yahud da yardım maskesi altında Hz. Peygamber'in zayıf bir anını kollayıp ona saldırmak için fırsat kolladıkları ihtimalleridir, iki ihtimal de olabilir. Ancak Hz. Peygamber'in onları tehdid edici bir konuşmayla islâm'a çağırması ve Yahudilerin de aynı şekilde cevap vermelerine bakılırsa ikiiici ihtimal daha ağır basmaktadır.
Bu olaydan sonra dokuz ay kadar bir zaman olaysız geçmiş,[265] bu zaman zarfından sonra Ensâr'm Rebîa kabilesinden [266]müslüman bir kadın Benû Kaynuka Yahudileri'nin çarşısına alış veriş için gitmiş ve onların dükkanlarından birine girmiştir. Bu arada dükkanda bulunan bir Yahudi, işi bitinceye kadar dükkanın bir kenarına oturan müslüman kadının eteğini arkadan oturduğu yere bağlamıştır. Kadın işini bitirip kalktığında, eteği yırtılmış ve mahrem yerleri görünmüştür. Yahudiler de kadının bu duruma düşmesine hep bir ağızdan gülmüşlerdir. Utanılacak bir duruma düşen kadın bağırmaya başlamış, oradan geçmekte olan bir müslüman da kadının bu durumunu görünce, hemen müdahale' etmiş ve kadının o hale düşmesine sebep olan Yahudiyi orada Öldürmüştür. Bunun üzerine olay yerinde bulunan Yahudiler de o müslümanı şehid etmişler [267]ve böylece Hz. Peygamber ile yaptıkları anlaşmayı bozmuşlardır.[268]
Yahudilerin bu davranışlarından hem Hz. Peygamber ve hem de müslümanlar oldukça rahatsız olmuşlar, Benû Kaynuka'nın kendilerine ihanet edebileceğinden endişe etmeye başlamışlardır. Müslümanlar bu haldeyken bir ayet gelmiş ve Hz. Peygam-ber'e, Benû Kaynuka Yahudilerine karşı takip edeceği siyaset gösterilmiştir. "Eğer bir topluluğun anlaşmaya hıyanet etmesinden korkarsan, sen de onlara karşı anlaşmayı bozarak aynı şekilde davran. Doğrusu Allah hâinleri sevmez."[269] şeklinde gelen ilahî müsadeden sonra, Hz. Peygamber: "Ben Benû Kaynuka Yahudi-leri'nin anlaşmayı bozmasından korkuruyorum."[270] diyerek onlara karşı savaşa çıkmıştır.[271]
Hicretinin 2O.ayında[272] (H.2.yıl Şevval/M.624 Mart-Nisan) Benû Kaynukahlar'ı kuşatma altına alan Hz. Peygamber, Medine'de Ebû Lübâbe Beşîr b. Abdülmünziri bırakmıştır.[273] Bayrak kullanılmayan [274]sefer esnasında beyaz sancağı[275] Hamza b. Ab-dülmuttalib taşımıştır.[276]
Hz. Peygamber onları 15 gün[277] şiddetli muhasara altında tutmuş[278] ve sonunda kendi hükmüne inmeyi kabul ettirmiştir.[279] Benû Kaynukahlar Hz. Peygamberin vereceği hükme razı olarak teslim olmadan önce, serbest bırakılmalarını istemişler, ancak Hz. Peygamber bunu reddetmiştir.[280] Böylece, onları kendi hükmüne razı olarak teslim alan Hz. Peygamber, erkeklerinin öldürülmek üzere bağlanmalarım, kadın ve çocuklarının ise esir edilmelerini emretmiştir.[281]
Bu arada Yahudiler'in boyunlarının vurulacağını duyan Abdullah b. Übey b. Selül Hz. Peygamber'e gelip, onu tacize varan derecede ısrarla, eski müttefiklerini affetmesini istemiştir. Hz. Peygamber önce onu dinlememiş, fakat sonradan, "Allah, onlara ve onlarla beraber olana lanet etsin." diyerek Benû Kaynukalıla-ruı hayatlarım bağışlamış[282], ancak mallarını bırakmalarını [283]ve Medine'yi derhal t erke tmel erini emretmiştir.[284]
Kendileri hakkında verilen bu ikinci karardan sonra Yahudiler, Hz. Peygamber'e gelip şehirde oturanların bazılarından alacakları olduğunu söylemişlerdir. Hz. Peygamber de onlara izin vererek: "Acele ediniz, alacaklarınızı tenzil ediniz."[285] buyurduktan sonra, "her zaman için tekrar Medine'ye işlerinizi halletmek üzere gelebilirsiniz, yeter ki, burada oturup kalışınız üç günü geçmesin."[286] diyerek onlara tekrar Medine'ye gelebilme izni vermiştir.
Bu konuşmalardan sonra Benû Kaynukalılar önce Şam'a gitmişler, orada bir ay kadar kaldıktan sonra hemen hepsi Ezriat'a gitmişlerdir.[287] Kaynaklarımızın verdiği bilgilere göre bu Yahudilerin az bir kısmı Medine'de kalmıştır.[288]
Medine'nin kenar kesimlerinde oturan diğer Yahudi kabileleri Benu'n-Nadîr ve Benû Kureyza Yahudilerinden yardım göremeyen[289] Benû Kaynuka Yahudilerinin, arkalarında birçok silah ve kuyumcu aleti bırakarak[290] gitmelerinden sonra, şehir içinde herhangi bir Yahudi tehlikesi ihtimali de ortadan kalkmıştır.
Benû Kaynuka Yahudileri hakkında son olarak şunu da söylemek istiyoruz. Yukarıda zikrettiğimiz gibi Benû Kaynukah-lar'm bir kısmı Medine'de kalmıştı, işte bu Yahudilerin Uh
Dr. Nadir Özkuyumcu
(Dokuz Eylül Üniversitesi ilahiyat Fakültesi Öğretim Görevlisi, izmir)
Nadir Özkuyumcu 1961 yılında Manisa'da doğdu. İlk, orta ve lise tahsilini aynı şehirde tamamladı. 1982-83 öğretim yılında îzmir Dokuz Eylül Üniversitesi İlahiyat Fakültesinden mezun oldu. 1985 yılında "Hz. Peygamber Devrinde Yahudilere Karşı Güdülen Siyaset" konulu yüksek lisans tezini, 1993 yılında da "Fethinden Emevîlerin Sonuna Kadar Mısır ve Kuzey Afrika" konulu doktora tezini tamamlayarak "Doktor" unvanını aldı.
1985 yılından bu yana Dokuz Eylül Üniversitesi İlahiyat Fakültesinde Araştırma Görevlisi olarak çalışmaktadır.[1]
GİRİŞ
L.Kaynaklar Ve Araştırmalar
Öncelikle şunu belirtelim ki, konumuz Hz. Peygamber devri olduğundan, müracaat ettiğimiz eserler klâsik îslâm Tarihi eserleri olmuştur. Kaynak bulma yönünden fazla sıkıntımız olmamasına rağmen, bu kaynak eserlerde bulunan rivayetlerin genellikle birbirini tekrardan ibaret olduğu tarafımızdan müşahede edilmiştir.
Klasik îslâm Tarihi eserleri içinde elimizde bulunan en eski iki kitap îbn Ishak'ın (151/768) Slre'si[2] ve bu eserin tamamlayıcısı durumunda olan Ibn Hişâm'm (218/833) Stresidir.[3] Muhammed Hamidullah'ın tahkikini yaparak ilim alemine kazandırdığı tbn Ishak'ın Sîre'sinde konumuzla ilgili fazla bilgi bulamadık. Ancak; bazı şahısların müslüman oluşlarını naklederken Yahudilerin islâm öncesi durumlarına da temas etmektedir. Ibn Hişâm'ın Sîre'si ise; tezimizi hazırlarken en fazla istifâde ettiğimiz eser oldu. Ibn Hişâm hem islâm öncesi ve hem de konumuzla ilgili olarak, özellikle Hz. Peygamberin Medine'ye hicretinden sonra, burada Yahudilerle arasında meydana gelen, gerek münferid hadiseler ve gerekse yapılan savaşlar ile, bunların neticelerinde yapılan anlaşmalar hakkında doyurucu bilgiler vermektedir. Ayrıca bu eser, Hz. Peygamberin Yahudiler'i islâm'a daveti ve bu davetler sırasında meydana gelen çekişmelerin hemen ardından nazil olan ayetleri zikretmesi, Hz. Peygamber'in Yahudi siyasetini, hicretin ilk yıllarından itibaren zaman içindeki değişimini ayetlere müstenid olarak göstermemiz bakımından da önemli bir yer tutmuştur.
Vâkidî'nin (207/822) Kitâbul-Meğâzisi[4] ise, Hz.Peygam-ber'in Yahudilerle yaptığı savaşlar ve bunlar hakkında en teferruatlı bilgileri vermektedir.
Belâzurî (279/892)'nin Fut ûhu'I-Buldan[5] isimli eseri ise Yahudilerle yapılan savaşlar hakkında kısa bilgiler verdikten sonra, alman ganimetler ve bunların taksimi ile ilgili bilgiler vermektedir.
İbn Sa'd (230/884)'m et-Tabâkâtü'l-Kübrâ'sı[6] ve Taberî (3lO/922)'nin Tarih'i[7] genel olarak yukarıda zikrettiğimiz eserlerdeki rivayetleri nakletmekle beraber, zaman zaman bir konu hakkında farklı rivayetleri de vermektedirler.
Bu temel eserler dışında bazı muahhar kaynaklardan da[8] istifademiz oldu.
Tarih kitapları dışında, konumuz Hz.Peygamber devri ile alakalı olduğundan, hadis kitaplarından da faydalandık.[9] Tefsir kitaplarından ise; bazı ayetlerin nüzul sebebleri ve açıklamaları yönü ile yararlandık.[10]
Araştırma mahsulü eserlerden Şevki Dayfın el-Asru'l-Câhilî[11], Muhammed Ahmed Câdbek ve iki arkadaşı tarafından kaleme alınan Eyyâmü'1-Arab fTl-Câhiliyye[12], Muhammed İzzet Derveze'nin Asru'n-Nebî ve Bietühû Kable'l-Bi'se[13], Cevâd Ali'nin Târihu'1-Arab Kable'l-Islâm[14] ve Neşet Çağatay'ın îslâm Öncesi Arap Tarihi ve Câhiliye Çağı[15] isimli eserlerinden Yahudilerin islâm öncesi durumlarının tesbiti açısından faydalandık. Muhammed Hamidullah'm islâm Peygamberi[16] isimli eseri ise her yönüyle istifâde ettiğimiz bir kitap oldu.
Bunların dışında Mustafa Faydanın îslâmiyetin Güney Arabistan'a Yayılışı isimli Doktora tezinden Yemen'deki Yahudiliğin durumu hakkında faydalanırken, aynı müellifin Hz.Ömer Devrinde Gayr-i Müslimlerin Durumu isimli Doçentlik tezinden de Hz. Peygamber'in çeşitli bölgelerdeki Yahudilerle yaptığı anlaşmalardan bahsetmesi sebebiyle istifademiz oldu.[17]
İsmail el-Buhârî, el-Câmiu's-Sahîh, c.I-VIII, İstanbul ,1981; Ebû'l-Hüseyn Müslim b. el-Haccâc el-Kuşeyrî, el-Câmiu's-Sahîh, c.I-V,Mısır 1955-1956; Ebû Davud Süleyman b. el-Eş'as es-Sicistânî, Sünen,c.I-V, İstanbul 1981; Ebû Abdullah Muhammed b. Yezîd el-Kazvinî b. Mâce, Sünen, c.I-II, İstanbul 1981; Ebû Abdurrahman Ahmed b. Şuaybb. Ali en-Nesei, Sünen, c.I-VIII, İstanbul 1981; Ebû İsa Muhammed b. İsa Tirmizî, Sünen, İstanbul 1981; Ebû Bekr Ahmed b. el-Hüseyn, es-Sünenü'l-Kübrâ, c.I-X Haydarabat 1935. [18]
2.İslâm'dan Önce Arapyaramadası'nda Yahudiler
Yakub (a.s.Yun neslinden gelip ibranî[19], Benî îsrâil [20]ve Musevî[21] gibi isimlerle anılan Yahudilerin[22] Arapyanmadası'na ne zaman geldikleri tam olarak belli olmamakla beraber, onların, Bâbil Kralı[23] Buhtünnassar'm[24] M.Ö.587 [25] yılında Kudüs'ü işgal edip halkını esir etmesi ve Bâbil'e götürmesinden[26] veya M.S. 70 yılında Suriye Rum kayserlerinden[27] Titus'un Kudüs'e saldırmasından sonra birkaç Yahudi kabilesinin kaçarak bu bölgeye geldikleri[28] sanılmaktadır.
Arapyanmadası'na bu şekilde geldikleri tahmin edilen Yahudiler, bölgenin Hicaz, Vâdi'1-Kurâ, Hayber, Teyma, Yesrib ve Eyle gibi muhtelif yerlerine yerleşmişlerdir.[29] Arapyanmadası'nm değişik bölgelerine yerleşen bu Yahudiler, bulundukları yerlerde ziraatı geliştirmişler[30], açılan panayırlara katılarak ve kervan ticaretinde ön safa çıkarak[31] ticaret hayatını ellerine geçirmişlerdir.
Yesrib Yahudileri ilk olarak şehrin kenar kısımlarına yerleşmişler, zamanla güçlenerek buranın yerlileri Cürhüm ve Amerikalıları yurtlarından çıkarmışlar ve böylece şehrin kontrolünü ellerine geçirmişlerdir.[32]
Yahudiler şehrin kontrolünü ellerine aldıktan sonra, sık sık Yesrib çevresinde oturan bedevilerin saldırılarına uğramaya başlamışlardır. Bu saldırılara karşı kendilerini koruyabilmek için "Utum"[33] adı verilen kaleler yapmışlardır.[34]
Bâbil esaretinden sonra, dinî hayat yöünüden, kapalı cemaatler halinde yaşadıkları belirtilen [35]Yesrib Yahudilerinin, tbrânice bilmelerine [36]rağmen dil hususunda birlikte yaşadıkları Araplara uyduklarını görmekteyiz.[37] Hatta öyle ki, kabilelerinin ve kendilerinin isimleri dahi Arapça ifade edilmeye başlanmış [38]ve içlerinden Samuel b, Adiyâ gibi Arapça şiirler söyleyenler bile çıkmıştır.[39]
Yesrib Yahudilerinin bu derece çok Arapça kullanmaları, onların Yahudi ırkından olup-olmadığı hususunda tartışmalara yol açmış ve Yahudileşmiş Araplar olabileceği şeklinde bir tezin ortaya atılmasına da sebep olmuştur.[40]
M.S. II. yüzyılda Yemen1 de Seylü'1-Arîm adı verilen bir sel felâketi olmuş ve buranın halkı Arapyanmadası'mn çeşitli yerlerine göç etmişlerdir.[41] Bu göçler esnasında Kahtânilerin Ezd koluna mensup Hâlise b. Salebe b. Amr Muzaykiya, kabilesiyle birlikte Yesrib'in çevresine yerleşmiştir. Amr Muzaykiya'nm burada daha sonra Yesrib'in iki büyük kabilesini oluşturacak olan Evs ve Hazrec isminde iki oğlu olmuştur.[42]
Medine çevresinde uzun müddet Yahudilere ait köylerde yaşayan Evs ve Hazrec, Yahudiler tarafından ikinci sınıf insan muamelesine tâbi tutulmuş[43] ve haraç vererek hayatlarını devam ettirmek zorunda bırakılmışlardır.[44] Zaman içinde bu baskılar daha da artmış ve Yahudilerin reisi el-Fidyun [45]evlenen her Arab kızının ilk geceyi kendisiyle geçirmesini mecbur tutacak kadar ileri gitmiştir.[46] Fakat bu baskı fazla sürmemiş ve Mâlik b. Aclân isimli bir Hazrecli'nin kız kardeşinin evlenmesi esnasında sona ermiştir. Mâlik b. Aclân evlenecek olan kız kardeşim el-Fidyun'a teslim etmeyerek Şam'daki Gassâni reisi Ebû Cübeyle'ye giderek durumlarım anlatmış ve ondan yardım istemiştir. Ebû Cübeyle bu isteği kabul ederek Evs ve Hazrec kabilelerini de yanına almış ve Yahudileri yenmiştir. Bir müddet sonra da şehri Evs ve Haz-rec'in idaresine bırakarak geri dönmüştür. Böylece Yesrib'deki Yahudi hakimiyeti sona ermiş [47]ve önceleri Araplar Yahudilere tâbi iken, bu defa Yahudiler Araplara tâbi duruma gelmişlerdir.[48] Evs ve Hazrec'in ele geçirdiği bu üstünlük "Sümeyr" harbine kadar sürmüş, Evs kabilesinin mi yoksa Hazrec kabilesinin mi daha üstün olduğu yolunda çıkan bir tartışma (müfâhere) neticesinde bu savaş meydana gelmiş ve iki kardeş kabile ilk olarak birbiriyle savaşmıştır. Bu savaşa Yahudiler de katılmış ve Benû Ku-reyza ile Benû1 n-Nadir Evs'in yanında yer alarak Hazrec'i yenilgiye uğratmışlardır.[49]
iki kardeş kabile arasında çıkan bu ilk savaştan sonra Yahudiler, Evs ve Hazrec'i zayıfjatmak için zaman zaman aralarına fitne sokmak suretiyle onları savaşmaya tahrik etmişler [50]ve bunda da başarılı olmuşlardır. Fakat kendi aralarında siyasi bir birlik olmadığından [51]Araplara üstünlük sağlayamamışlar ve bu savaşlarda bazısı Evs'in, bazısı da Hazrec'in yanında yer almak zorunda kalmışlardı. Meselâ bir defasında Benû Kureyza ve Benû'-Nâdir Yahudileri Hazreclilerle birleşerek, Kureyş ile ittifak yapan Evslilere karşı savaşmışlardır.[52] Hz.Peygamber'in Yesrib'e hicretinden önce ve bi'setin 7.senesinde [53]iki kabile tekrar savaşmışlardır. "Buas" adı verilen bu savaşta Benû Kureyza ve Benun-Nadîr Yahudileri bu defa Evslileıie birleşmişler ve Benû Kaynuka Yahudileriyle ittifak kuran Hazreclileri yenmişlerdir.[54]
Yahudiler, Arapları parçalama hususundaki taktiklerini başarı ile uygulamalarına rağmen, aralarında siyasi bir birlik olmadığından [55]daha önce ittifak yaptıkları Araplarla birlikte savaşa girmek mecburiyetinde kalıyorlardı.[56] Böylece birbirlerine karşı muharebe ediyorlar, birbirlerinin kanlarım akıtıp, dindaşlarım esir alıyorlar ve onları yurtlarından çıkarıyorlardı.[57] Bazan da kendi aralarında ferdi öldürme olayları meydana geliyor ve birbirlerine diyet veriyorlardı.[58] Ancak bu konuda adaletli olamıyorlar ve bazısı bazısından daha fazla diyet alıyordu. Kendilerini diğer Yahudi kabilelerine karşı üstün olarak "kabul ettiren Benû'n-Nâdir Yahudileri içlerinden biri öldürüldüğünde tam diyet alıyorlar, fakat kendilerinden biri diğer Yahudi kabilelerinden birini öldürecek olursa yarım diyet veriyorlardı.[59] Böyle bir olay Hz.Peygamber'in Yesrib'e hicretinden hemen sonra vuku bulmuş ve Yahudiler hakem olması için Hz.Peygamber'e baş vurmuşlardır. Hz.Peygamber de "şayet hükmedersen adaletle hükmet"[60] şeklinde gelen ilâhî bir müsaadeyle hükmetmiş ve Benû'n-Nadir ile Benû Kureyza arasındaki diyet farkını, ortadan kaldırmıştır.[61]
Siyasi yönden Araplara üstünlük kuramayan Yahudiler, iktisadî sahada onlardan ileri durumda olup bölgede söz sahibiydiler.[62] Ziraat, iç ve dış ticaret, demircilik, silah yapımcılığı, kumaş dokumacılığı ve kuyumculuk [63]gibi mesleklerde ileri bir seviyeye ulaşmışlardı. Panayırlara katılarak zengin olmuşlar, faizle borç vereek [64]borçlarını ödeyemeyenlerin mülk ve arazilerine el koymuşlar [65]ve bu sayede refah içinde yaşamaya başlamışlardı. Ayrıca Tevrat'ta mekruh [66]ve Allah'a isyan ile eş değerde suç olduğu [67]belirtilen falcılık [68]ve kâhinlik gibi işlerle de iştigal edip para kazanıyorlardı.[69]
Muhammed Hamidullah, Yesrib'de bulunan Yahudi kabilelerinin isimlerinin anlamlarını verirken, Kaynuka'mn "Kuyumcu", Nadirin "Yeşil ve çiçekli Bitki", Kureyza'nın ise "Derici" manalarına geldiğim belirterek [70], bu isimlerin dahi onların ticarî hayatları ile ilgili olduğunu vurgulamaktadır.
Belâzurî, burada yaşayan Yahudilerin ziraatı Amelikalılar ve Cürhümlüler'den öğrendiklerini,[71] Watt ise, Yesrib'te ziraatı onların geliştirmiş olabileceği[72] şeklinde görüş beyan ederek, Muhammed îzzet Derveze de bunlara tam zıt bir görüş serdederek Arapların ziraat, sanaat ve ticaret gibi işleri Yahudilerden öğrenmiş olabilecekleri ihtimali üzerinde durur.[73]
iktisâdi hayatta üstün olmanın yamnda, dinî ve kültürel yönden de Araplardan üstün görünen Yahudiler; eğitim, öğretim ve kazâî işlerini gördükleri Beytü'l-Midrâs[74] isimli bir müesseseye sahiptiler. Dinî törenlerini de burada yapıp Tevrat, Mişna ve Zebur'u okuyorlar ve çocuklarının eğitim-öğretim işlerini de yine burada yapıyorlardı. Arabistan Yarımadasındaki diğer cemaatlere nazaran daha yüksek bir hukuk nizamına sahip olan[75] Yahudiler, içlerinden suç işleyenleri de burada cezalandırıyorlardı.[76] Kendi aralarında, suçu işleyenin içtimaî durumuna göre cezaî müeyyide uygulamalarına,^ kendi hukuklarına tam olarak riayet etmemelerine rağmen[77], bu dinî hukuk zaman zaman, kendi içlerine karışmış, fakat Yahudi olmamış Araplar tarafından da uygulanmaktaydı.[78]
Yahudilerin Tevrat'ı Ibrânice okuyup Arapça olarak Araplara tefsir etmeleri ve içlerinden Samuel b. Adiyâ gibi Arapça şiirler söyliyen kişilerin çıkması da onların dinî ve kültürel yönden ileri bir seviyede olduklarını göstermektedir.[79] Fakat bu husus aynı zamanda dil açısından Arapların tesiri altında kaldıklarını da göstermektedir.
Buradan anlamaktayız ki, bu bölgede Yahudiler, Arapları kendi dinlerine çevirme hususunda az da olsa gayret sarfetmişler ve dinlerini sadece tsrâiloğullarma has görmemişlerdir.[80] Araplar, her ne kadar, bu Yahudilerin dinlerine fazla rağbet göstermemişlerse[81] de, içlerinden çocuğu olmayanlar, şayet Allah kendilerine bir çocuk verirse, onu Yahudi terbiyesi üzerine yetiştirip büyüteceklerini adamak[82] suretiyle onların tesir sahasına giriyorlardı. Hatta Benû'n-Nadîr sürgünü sırasında bu yolla Yahu-dileşmiş bir hayli çocuğun olduğu görüldüğünde, babaları bunları geri alıp müslüman yapmak istemişler, ancak "Dinde zorlama yoktur"[83] şeklinde gelen ayetle Hz.Peygamber ashabım bundan vazgeçirmiş ve Yahudileşen bu çocukları Yahudiler ile birlikte göndermiştir.[84]
Bu hususla ilgili olarak M.Izzet Derveze, ferdi Yahudileşme-leri kabul ederken[85], Yahudi ve Hristiyanların, Araplara gerek dinî ve gerekse din dışı konularda fikirlerini benimsetemedikleri-ni iddia etmektedir[86]ki, Muhammed Hamidullah da bu görüştedir.[87]
îlâhi bir kitaba sahip olan Yahudiler, Arapları kendi dinlerine çevirme gayretlerinden dolayı veya daha başka sebeblerle ba-zan onlarla çekişme içine giriyorlar ve zor durumda kaldıklarında da semavî bir kitaba sahip olduklarım hatırlatıp, onlara psikolojik bir üstünlük kurmak istiyorlardı.[88] Kendilerinin Allah'ın dostu ve sevgilileri olduklarım[89] söylüyorlar, Arapları, ellerinde bulunan Tevrat'ta geleceği haber verilen[90] bir'peygamber ile korkutuyorlardı.[91] O peygamber geldiğinde onunla birleşip Ad ve irem kavimlerinin akıbetine uğratacaklarını[92] söylemek suretiyle Arapları tehdîd ediyorlardı.
Bu çekişmeler esnasında söyledikleri gibi Yahudiler gerçekten bir peygamber bekliyorlar ve onun gelme zamanının yakın olduğunu da biliyorlardı.[93]
Yesrib Yahudileri bu beklentiler içindeyken, içlerinden bir grubun Mekke'ye geldiği bir zamanda Hz.Peygamber dünyaya gelmiş ve Yahudiler bunu anlamışlardır. Onlardan biri derhal bir Kureyş topluluğunun yanma gitmiş ve onlara: "İçinizde bu gece çocuğu doğan oldu mu?" diye sormuştur. Hz.Aişe'den mervî bu hâdise şu şekilde devam etmektedir:
Kureyşliler: "Bilmiyoruz" dediler.
Yahudi: "Yanıldığımı zannetmiyorum, dediğim şeyi araştırınız, bu gece âhir zamanın ve bu ümmetin peygamberi olacak, ismi Ahmed olan kişi doğdu, omuzunda da siyah-sarı bir mührü vardır." dedi.
Bunun üzerine Kureyş meclisi dağıldı ve herkes meseleyi soruşturmak için evlerine gitti. Onların bazılarına:
"Bu gece Abdullah b. Abdulmuttalib'in oğlu oldu, adını Mu-hammed koydular" denildi.
Bu haber yayılınca Araplar o Yahudiyle birlikte Muham-medin evine geldiler. Annesi onu çıkarınca, Yahudi hemen sırtındaki mühre baktı ve orada bayıldı. Ayıldığmda, niçin bayıldığı sorulduğu zaman Yahudi: "Peygamberlik Beni israil'den gitti" dedi ve yanında bulunan kitabı çıkararak sözlerine;
" Burada onun 3avaşacağı yazılıdır" diye ilâve etti. Daha sonra da:" Nübüvvet ile Arabm şanı yüceldi. Sevinmez misiniz ey Kureyş topluluğu ?" diyerek sözlerini tamamladı.[94]
Mekke'de cereyan eden bu hadisenin bir benzeri de Yesrib'de meydana gelmiş ve bir Yahudi;" Bu gece, dünyaya gelen Ahmed'in yıldızı doğdu.[95] diyerek dindaşlarına son Peygamberin doğduğunu haber vermiştir.
Yesrip Yahudilerini bu şekilde özetledikten sonra, şimdi de Yemen'in islâm öncesi durumundan bahsetmek istiyoruz.
Yemen'de bulunan Yahudilerin buraya ne zaman geldikleri hakkında İbranî kaynaklarında herhangi bir bilgi olmadığı belirtilmektedir.[96]
Asru'l-Câhilî isimli eserin sahibi Şevki Dayf, Yahudilerin buraya gelişini M.S.70'de Kayser Titus'un ve yine M.S.132'de Kayser Hederyan'm Filistin'e yaptıkları saldırılar sonrasına bağlar.[97]
Şevki Dayf m fikrini bu şekilde verdikten sonra, îbn îshak[98] îbn Hişâm[99], îbn Sa'd[100],Taberî [101] ve Mes'ûdî[102] tarafından müştereken nakledilen bir rivayete temas etmek istiyoruz. Bu rivayete göre, Yemen Tübba'sı Es'ad Ebû Kerîb doğu seferinden dönerken Yesrib'e uğramış ve giderken bıraktığı oğlunun öldürülmüş olduğunu öğrenince, Yesribri yerle bir edeceğine dair yemin etmiştir. Bunun üzerine Benû Kureyza kabilesine mensup iki haham ona, bu beldeye son Peygamberin hicret edeceğini ve şayet buraya saldırırsa kendisinin helâka uğrayacağını söyleyerek, onu bu fikrinden caydırmışlardır. Tübbâ daha sonra bu iki hahamın dinim kabul ederek Yahudiliğe girmiş ve onları da yanına alarak Yemen'e gitmiştir. Ancak, Yemenli halk, onu, Yahudi dinine girdiği için şehre sokmak istememiş, bunun üzerine, Yemen'de yaygın olan ve haklı ile haksızı ayırmak için baş vurulan "ateş"in hakemliğine müracaat edilmiş ve neticede halk toptan Yahudi dinini kabul etmiştir.[103]
Böylece Yahudiliği kabul eden Yemen halkının başına bir müddet sonra Tübbâ Es'ad Ebû Kerîb'in Zû Nuvas olarak anılan ve asıl adı Zur'a[104] olan küçük oğlu hükümdar olmuştur. Daha sonra adını Yusuf olarak değiştiren[105] Zû Nuvas'm hükümdar olması hem Hıristiyanlık hem de Yahudilik için iyi bir sonuç vermemiştir.[106] Zû Nuvas Yahudiliği kabul ettikten sonra[107] Necran bölgesinde bulunan Hıristiyanlar![108] kendi dinine davet et-miş,[109]ancak Yahudiliği kabul etmeyen 20.000 kadar Hıristi-yam[110] M.S.525'de[111], Kur'ân-ı Kerîm'in Uhdûd adım verdiği ve:"Hazırladıkları hendekleri, tutuşturulmuş ateşle doldurarak onun çevresinde oturup, inanmış kimselere dinlerinden dönmeleri için yaptıkları işkenceleri seyredenlerin canı çıksın"[112] diye andığı, içi ateş dolu çukurlara atarak yaktırmıştır.[113]
Zû Nuvas'm Yahudi dinine girmesi hakkında bir yorum yapan Şevki Dayf, "Hıristiyanların, özellikle Habeşli Hıristiyanların kendi ülkesine girmeleri ve işgal etmelerinden korkması Yahudi dinini seçmesine sebep olmuştur." demektedir.[114]
Zû Nuvas'm bu zulmünden kaçarak kurtulan Devs Zû Sa'le-ban isimli bir Hıristiyan Bizans imparatoruna giderek durumlarını anlatmış ve yardım istemiştir. Ancak İmparator memleketinin Yemen'e uzak olduğunu öne sürerek, Habeş Necaşi'sine bir mektup yazmış ve Devs Zû Sa'leban'a yardım etmesini istemiştir. Necaşi de Aryat komutasında 70.000 kişiyi Yemen'e göndermiştir. Bu orduda daha sonra filler ile Kabe'yi yıkmaya teşebbüs edecek olan Ebrehe el-Eşrem de bulunmaktaydı. Aryat komutasındaki Habeşliler M.S. 525 yılında Yemen1 de Zû Nuvas'ı yenmişler ve Zû Nuvas da kaçarak izini kaybettirmiş ve bir daha hiç görülmemiştir. Böylece hâkimiyet Habeşli Hıristiyanlara geçmiştir.[115]
Habeşli komutan Aryat burada idareyi bir müddet elinde tuttuktan sonra, kendi komutanlarından Ebrehe el-Eşrem tarafından öldürülmüştür. Ebrehe burada " Kulleys" isimli bir kilise yaptırmış ve kilisesine rakip olarak gördüğü Kabe'yi yıkmak için yola çıktığında, bilinen " Fil Vak'ası"[116] olmuş ve Ebrehe ölmüştür.[117] Yerine sırasıyla oğulları Yeksum ve Mesrûk hükümdar olmuşlardır.[118]
Aryat, Ebrehe ve oğullarının saltanatı yaklaşık 72 yıl sürmüş, son hükümdar Mesrûk'un zulmünden bıkan, Yemen halkından Seyf b. Zî Yezân Fars Kisrâ 'sına gidip yardım istemiş, o da hapishanelerinde bulunan 800 mahkûmu Vehriz b. el-Kâmecar komutasında Yemen'e göndermiştir. Onlar burada, yerli halk ile birleşip Mesrûk'u öldürmüşler ve idareyi ellerine almışlardır. Vehriz burada 5 yıl valilik yaptıktan sonra ölmüş, yerine Seyf b. Zî Yezân vali olarak atanmıştır. Fakat Seyf, bu sefer Hristiyanlara zulmetmeye başlamıştır. Bunun üzerine Kisrâ onu azletmiş ve yerine M.629/ H.7. yılda müslüman olacak olan^Bâzân'ı tayin etmiştir.[119]
Dini ve siyasi durumunu bu şekilde özetleyebileceğimiz Yemen halkının geçim kaynağı, Çin-Hind ve Roma-Bizans yolu üzerinde bulunması sebebiyle [120]kervan ticaretiydi.[121] Kervan ticaretinde önemli mallar olarak "Yemen Meâfıri [122] denilen ünlü kumaşım, Sana bölgesinin meşhur "Akik Taşı'nı[123] ve hubûbât'ı[124] sayabiliriz. [125]
Birinci Bölüm
MEDİNE YAHUDİLERİ
1. HİCRETİ MÜTEAKİP YAHUDİLERLE YAPILAN ANLAŞMALAR VE KARŞILIKLI MÜNÂSEBETLER
Hz.Peygamberin Yesrib'e hicretinden Önce Mekke'de Yahudilerle münâsebetine dâir kaynaklarımızda herhangi bir habere rastlamıyoruz. Ancak onun doğumundan önce, daha dedesi Abdülmuttalib zamanında, dedesinin Yahudi bir komşusundan bahsedilir. Kaynaklarımızın ticaret yapan ve zengin bir tüccar olarak tanıttığı bu Yahudi, Mekkeliler tarafından malı için öldürülmüş, fakat katiller Abdülmuttalib tarafından bulunmuş ve onlardan 100 deve diyet alınarak Yahudi'nin amca oğluna verilmiştir.[126] Bundan başka yukarıda zikrettiğimiz, İbn Sa'd'da yer alan ve Hz.Peygamberin doğumuna şahit olan Yahudi'yi, ayrıca Kureyşliler'in, Yahudilere heyet gönderip Hz.Peygamber'in durumunu onlardan sormaları[127] gibi hadiseleri burada zikredebiliriz. Ancak bunların, Hz.Peygamber ile Yahudilerin doğrudan doğruya münâsebette olduğunu ortaya koyan hadiseler olmadığı ortadadır. Muharnmed Hamidullah da; kaynaklarımızın Mekke devrinde Hz.Peygamber ile Yahudiler arasında herhangi bir münâsebetini nakletmediğini[128] söylerken, bu münâsebetin ancak fuarlar yoluyla olmuş olabileceği[129] üzerinde durmaktadır.
Hz.Peygamber'in Yahudilerle doğrudan doğruya bir ilişkisini bulamamakla beraber, Kur'ân-ı Kerîm'de, daha Mekke devrinde Beni İsrail kıssalarından bahsedilmekte olduğunu müşahede etmekteyiz.
Kur'ân-ı Kerîm Hz.Peygamber'i, kavminden görmüş olduğu çeşitli eziyetler karşısında teselli ederken, eski Peygamberlerden ve onlara indirilen kitaplardan bahsetmiştir. Bunu yaparken de daha çok Beni israil Peygamberleri ve kitapları üzerinde durmuş, onların kıssalarını anlatmıştır.
Kur'ân-ı Kerîm birçok ayetlerinde Isrâiloğullan'nm Peygamberlerini[130] zikretmiş ve onlara kitap, hüküm ve peygamberlik verildiğini, onların temiz rızıklarla rızıklandınldıklarım ve dünyaya üstün kılındıklarını[131] bildirdikten sonra, "işte bunlar Allah'ın doğru yola eriştirdikleridir, onların yoluna uy..."[132] demek suretiyle o Peygamberleri örnek olarak takdim etmiştir. Müşriklerin, Hz.Peygamber'e inen ayetler hakkında ortaya attıkları şüphelerden sonra, kendisine inenlerden şüpheye düşmemesi için, ona; "Sana indirdiğimizden şüphede isen, senden önce indirdiğimiz Kitâblar'ı okuyanlara sor. And olsun ki, sana rabbinden gerçek gelmiştir, sakın şüphelenenlerden olma."[133] "Ey Muhammedi Senden önce de, kendilerine vahyettiğimiz adamlar gönderdik. Bilmiyorsanız kitâbhlara sorun."[134] gibi ayetlerle Yahudilere müracaat etmesini tavsiye etmiştir. Yine Kur'ân-ı Kerîm, Tevrat'ı da övmüş ve; "Kur'ân'dan önce Musa'nın kitabı, Tevrat, bir rahmet ve rehberdir. Bu Kur'ân zulmedenleri uyarmak ve iyi davrananlara müjde olmak üzere Arap diliyle indirilmiş, kendinden öncekileri doğrulayan bir Kitâb'tır."[135] şeklindeki ayetlerle, onun da ilâhi bir kitab olduğunu beyan etmiştir. Bu kitab'ın eğriyi doğrudan ayıran ve sakınanlara bir ışık ve öğüt[136] olarak indirildiği de belirtilmiştir.
Bununla beraber Kur'ân-ı Kerîm, Hz.Peygamber'e onların bir çok ayrılıklara düştüklerini ve ayrılığa düştükleri şeyler hakkmda mutlaka hesaba çekileceklerini[137] bildirerek, onu Yahudiler'e karşı uyarmayı da ihmâl etmemiştir.
îşte Hz.Peygamber Mekke'den Yasrib'e hicret ederken Yahudiler hakkında bu bilgilere sahipti.
Hz.Peygamber ilâhi bir emirle [138]Rebîu'l-Evvel ayının 12. günü [139]Yesrib'e hicret ettiğinde, şehirde yaşayanların hemen yarısına yakını Yahudi idi.[140]
Yahudiler, Hz.Peygamber'in hicretini kalelerine çıkarak gözlemişler ve onun gelişini Araplara haber verirken[141] kendileri de merak içinde bekleşip, onun gerçekten bir peygamber olup olmadığını anlamak istemişlerdi. Biz onların bu durumunu Safiyye bintü Huyey'in bir rivayetinden anlamaktayız. Safiyye, Hz.Peygamber'in hicreti esnasında, Benu'n-Nadir Yahudüeri'nin reisi olan babası Huyey b. Ahtab ile amcası Ebû Yâsir b. Ahtab'ın onu karşılamaya gittiklerini, sabahın erken saatlerinde çıkmalarına rağmen çok geç döndüklerini ve babası ile amcası arasında şu konuşmanın geçtiğini anlatır:
Amcam Ebû Yâsir, babama: "O, o mu?" diye sordu.
Babam: "Evet, vallahi o odur." dedi.
Amcam:"Onun o olduğundan emin misin?" diye sorduğunda,
Babam: "Eminim" diye cevap verdi.
Amcam bu sefer babama;
"Ona karşı içinde uyanan nedir?" dedi.
Babam: "Vallahi eski halimde kalacağım, nefsimde uyanan ise, ona düşmanlık hislendir."[142] dedi.
Buna benzer bir hâdise de Selmân-ı Fârisî'den nakledilmiş ve Selmân-ı Fârisî, Hz.Peygamber'in Yesrib'e varışım Yahudi olan efendisine haber veren çocuğa, onun durumunu sorduğunda, Yahudi olan efendisi hiddetlenip Selmân'm yüzüne bir tokat vurmuştur.[143]
Hz. Peygamber, hicretini müteakip, kendisinin gelişinden memnun olmayan Yahudiler'e karşı gayet iyi davranmış ve onlara karşı takındığı tavırlarında yumuşaklık ve anlaşma arzusunda olduğunu izhâr etmiştir. Bu cümleden olarak onları, aralarında ortak olan bir kelimeye [144]çağırmış, kendisine ilâhî emir gelmeyen konularda onlara muvafakat etmeyi sevmiş [145], namazlarında onların kıblesi olan Beytü'l-Makdîs'e yönelmiş[146], hicreti esnasında onları oruçlu bulunca, sebebini sormuş ve daha sonra da müslümanlara bu orucu tutmalarını emretmiş[147] onların bölgesinde oturan müslümanlara, başka kap bulamamaları halinde, temizlemek şartıyla onların kaplannda yemek pişirmeyi ve o kaptan yemek yemeye müsaade etmiş [148], bundan daha ileri olarak, gelen bir ayetle, kendisine tâbi olanlara, onların kestiklerini yemelerine ve iffetli kadınlarıyla evlenmelerine müsaade etmiş [149]bizzat kendisi zaman zaman Beni israil kıssaları anlatmış ve bunları anlatma hususunda da herhangi bir beis görmemiştir.[150]
Bunlardan başka, onları kendi dinine kazanmak için, önünden geçen Yahudi cenazelerine saygı gösterip ayağa kalkmış ve bunu ashabına da tavsiye etmiş [151], müşriklere-girmeyi yasakladığı mescide kitâb ehli olarak onların girmesine müsaade etmiştir.[152] Ehl-i Kitâb'tan olup da, sonradan müslüman olan kişinin, Allah katında, daha önceden kendi peygamberini, sonradan da kendisini tastiklediğinden, iki peygamberi tasdiklemiş olacağı sebebiyle, diğer insanlardan müslüman olanlara nazaran iki kat daha fazla ecir alacağını[153] söylerken, o kişinin dirisiyle ve ölüsüyle insanların en hayırlısı olduğunu[154] beyan etmiş ve onun cennetlik olduğunu[155] müjdelemiştir.
Hz.Peygamberin takındığı bu olumlu tavırlar karşısında, sayıca az da olsa, bazı Yahudiler müslüman olmuş, bazıları da müslüman olmasalar bile en azından Hz.Peygamber'e cephe almamışlar ve hatta onun yanında yer almışlardır.
Bunlardan Abdullah b. Selâm daha hicrî 1.yılda ailesiyle birlikte müslüman olmuştur.[156] Salebe b. Saye, Esîd b. Sa'ye ve Esed b. Ubeyd isimli Yahudiler de Benû Kureyza kuşatması sırasında müslüman olmuşlardır.[157] Yine Benû Kureyza günü Ümmü Mün-zir isimli müslüman bir kadın, Rifâ'a b. Samuel adındaki bir Yahudi çocuğu himayesine alarak müslüman olmasına vesile olmuştur.[158]
Bu Yahudilerden başka, bazı kaynaklarda müslüman olduğu rivayet edilmekle[159] beraber, Hz.Peygamber'e iman etmeyen, fakat onun yanında yer alıp Uhud'da savaşan ve ölen Benu'n-Nadîr Yahudileri'nden Muhayrık da nıüsbet davranışlarda bulunmuştur. Hatta Uhud savaşı çıktığında kavmini Hz.Peygamber ile birlikte savaşmaya çağırmış, kavmi, günün Cumartesi olmasını bahane edince, "sizin için Cumartesi'nin önemi yoktur." diyerek silâhını kuşanmış ve "şayet ölürsem mallarımı Muhammed'e verin, o, malımı, Allah'ın kendisine göstereceği yere harcar" deyip Uhud savaşma katılmıştır. Savaşta ölünce, Hz. Peygamber onun hakkında, "Muhayrık Yahudilerin en hayırlısıdır" diyerek, onu övmüş ve bıraktığı malları Medine'de dağıtmıştır.[160]
Benû Kureyza kuşatması esnasında Hz.Peygamber'e verdikleri ahde sadık kalarak kavminin savaşmasına karşı çıkan Amr, b. Su'da isimli bir Yahudi de, kaleden inmiş ve geceyi Hz.Peygam-ber'in mescidinde geçirdikten sonra bilinmeyen bir yere gitmiştir. Daha sonra, ashâb o kişiyi sorduğunda Hz. Peygamber, "Ahdine vefasından dolayı Allah'ın (ölümden) kurtardığı bir adam" cevabını vermiştir.[161]
ibn Sa'd da bunlara ilâveten, Tevrat'ta Hz.Peygamber'in sıfatlarını okuduktan sonra, bir Yahudinin daha müslüman olduğunu isim vermeden rivayet etmektedir.[162]
Onlara bu derece ihtimam ile davranan Hz.Peygamber, kendi başkanlarından başka hiçbir kimseyi dinlemeyen[163] Yahudileri, Medine'de bulunan diğer kabileler ile birlikte anlaşma yapmak için ikna etmeyi başarmıştır. Hicrî 1.yılda yapılan[164] ve Anayasası da denilen bu anlaşmanın metni zamanımıza kadar çeşitli kaynaklarda[165] muhafaza edilmiş ve bizlere ulaşmıştır.
Biz burada anlaşma maddelerinin değerlendirmesine geçmeden önce, Yahudiler'in böyle bir anlaşmayı benimsemelerini sağlayan âmillerin neler olabileceği üzerinde durmak istiyoruz.
Bu âmilleri şu şekilde sıralayabiliriz:
Birincisi; Hz.Peygamber tarafından takınılan olumlu tavırlar ki, biz bunları, aralarında ortak olan kelimeye çağırma, aşure orucunu ashabına emretme, kıble olarak Beytül-Makdis'e yönelme vb. şeklinde Özetlemiştik.
İkincisi; Yahudilerin kendi bünyelerinden kaynaklanan bir takım sebepler ki, bunları da, aralarında siyasî bir birliğin olmayışı, kabul etmelerine rağmen onun bir Peygamber olduğunu bilmeleri[166] şeklinde söyleyebiliriz.
Üçüncüsü ise; onların Evs ve Hazrec ile ittifak halinde olmaları ki, bu durumda onlar birer müttefik olarak anlaşmaya imza koymak için kendilerini mecbur hissetmiş olabilirler. Bu üçüncü kısımda, çok uzak biı ihtimal olmasına rağmen zikretmek istediğimiz bir sebep de, Yahudilerin müşrik bir başkandansa, kendilerinin peygamberlerini ve kitaplarım tasdik eden[167] ve kendilerine iyi davranan birinin başkanlığını kabul etmiş olabileceklerdir.
Bu şartlar dahilinde, hicretten hemen sonra ele alınmış bulunan ve müslümanlarla Yahudilerin eşit şartlarda düşünüldüğü[168] anlaşmada Yahudilerle ilgili maddeler şöyle tanzim edilmiştir:
Anlaşmasının 1. maddesine göre, Yesrib'li müslümanlara tâbi olanlar şeklinde zikredilen Yahudiler, şehir devleti içinde yer almışlar ve müslümanlarla birlikte, şehri korumak için, harb etmeyi kabul etmişlerdir.[169]
2. madde de 1. maddeyi teyid eder mahiyette olup, şehirde yaşayanların her türlü kan bağlarının üstünde bir ümmet (cemaat) oldukları belirtilmekte,her ferdin yeni kurulan bu devletin içinde yer aldığı vurgulanmaktadır.
Umûmî bir hüküm taşıyan bu iki madde'den sonra 15. mad-de'ye kadar Arap kabileleriyle ilgili hükümler yer alır.
15.18. ve 19. maddelere göre ise; bir harp vukuunda anlaşmaya imza koyanların eşit şartlara sahip oldukları belirtilir.[170]
16. madde, Yahudilerin durumuna özel olarak ışık tututmak-tadır. Bu maddeye göre, Yahudilerden müslümanlara tâbi olanların, zulme uğramaksızın ve onlara muarız olanlarla yardımlaş-maksızm, müslümanların yardım ve himayesine hak kazanacakları belirtilmektedir. Bu maddenin iki bölüm halinde hazırlandığı tahmin edilen Medine anlaşmasının, birinci bölümünün son kısmı olduğu sanılmaktadır.168
18. maddeye göre ise, şehir devletini savunanlar nöbetleşe harbe iştirak edeceklerdir.
Umûmî maddeler olarak göze çarpan 23. ve 42. maddelere göre, Hz. Peygamber'in tam yetki ile, Allah adına idareyi eline aldığı tescil edilmektedir. Buna göre üzerinde ihtilafa düşülen konular derhal Allah'a ve Muhammed'e götürülecektir.
24. 37. ve 38. maddelerde özel olarak zikredilen Yahudiler, harbe iştirak ettiklerinde, harp süresince masraflarını kendileri karşılayacaklar, dıştan gelecek saldırılara karşı da kendi aralarında yardımlaşacaklardı![171]
25. maddeden 33. maddeye kadar çeşitli Yahudi kabileleri tek tek isim olarak zikredilirken, onların müslümanlarla bir ümmet (cemaat) oldukları, dinlerinde serbest oldukları vurgulanır. Haksız yere bir cürüm (suç) işleyenin ise "sadece kendine ve aile efradına zarar vermiş" olacağı belirtilerek, suç umûmîleştiril-mekten uzak tutulmuştur.
35. maddeye göre ise, Yahudiler'e sığınanların Yahudiler gibi kabul edileceği açıkça anlaşılmaktadır.
36. madde, Yahudileri Hz. Peygamberden habersiz (izinsiz) olarak müslümanlarla birlikte askerî bir sefere çıkmaktan men etmektedir.
37. maddenin (b) fırkasına göre, herhangi bir kimsenin müttefikine karşı suç işlemesi yasaklanırken, böyle bir durumda zul-medilene yardımcı olunacağı anlaşmada yer alır.
39. maddeye göre Yesrib şehrinin dahili, haram (mukaddes) bir belde kabul ediliyor ve sınırları çiziliyordu.[172]
40. madde, himaye altındakiler, bizzat himaye eden gibidir, ne zulmeder, ne de zulmedilir kaydım getirirken;
41. madde onu tamamlar ve; himaye hakkı verilenler hariç hiç kimsenin himaye hakkına sahip olmadığım belirtir.
43. madde Hz. Peygamberi dışarından gelecek tehlikelere karşı korurken, "ne Kureyşliler ve ne de onlara yardım edenler himaye altına alınacaklardır" şeklindeki ifade, müşrik Kureyşle her türlü irtibatı yasaklamaktadır.
44. maddenin pozisyonu ise, bir önceki maddeyi tamamlar durumda olup Kureyşle yardımlaşmama şartının bir adım daha ilerisindedir .Buna göre dışarıdan gelecek saldırılara karşı içeride yardımlaşma yapılacak ve bu saldırının Kureyşten gelmesi halinde de onlara karşı savaşılacaktır.
45. madde ise, dinî harpler hariç tutularak, her iki tarafın birbirini anlaşmaya çağırması halinde icabet etmenin gerekli olduğunu açıklığa kavuşturmaktadır.
Yine bu maddenin (b) fırkasına göre her zümre kendi bölgesinden, gerek müdâfaa ve gerekse şâir ihtiyaçlar açısından mes'ul olacaktır.
46. ve 47. maddelere göre de, bu anlaşmaya tam bir sadakat istenmekte ve bunu yapanların savaşta ve barışta emniyet içinde olacakları vurgulanmaktadır.[173]
Yukarıda [174]anlaşmanın iki bolüm olduğunun sanıldığım belirtmiştik. Fakat bu konuda kaynaklarımızda herhangi bir haber mevcut değildir. Ancak Yahudilerle yapılan bu anlaşmanın Bedir'den önce yapıldığını teyid eden rivayetler mevcuttur. Meselâ, Vâkıdî, Belâzurî ve Ibnu 1-Esîr'de "Kaynukalılar Hz. Peygamber Bedir'den döndükten sonra isyan etmişler ve ahidlerini bozmuşlardır."[175] şeklinde yer alan rivayet bunu ispatlamaktadır. Buna göre anlaşmanın H.l. yılda (M.622) veya en azından Bedir'den önce yapıldığını düşünebiliriz.
Hz. Peygamber bu anlaşma ile şehirde birlik ve beraberliği temin ettikten sonra, islâm'ı tebliğ vazifesine ağırlık vermiş ve gerek putperest Araplara karşı olsun, gerekse kitab ehli olan Yahudilere karşı olsun islâm'ı yayma faaliyetlerine hız vermiştir. Bu faaliyetleri esnasında birçok kereler Yahudilerin Beytü'l-Midrâs adını verdikleri toplantı yerlerine gitmiş ve onları Islama davet etmiştir. Hz. Peygamber'in, Yahudileri islâm'a davet için gittiğini anlatan rivayetlerin birkaçını, onların islâm'a ve Hz. Peygam-ber'e karşı takındıkları tavırları ortaya koyabilmek açısından, özetleyerek buraya almak istiyoruz.
Birgün Hz. Peygamber Beytul-Midrâs'a gider ve Yahudilere, içlerinden en âlim olan kimseyi karşısına çıkarmalarını ister. Yahudilerden Abdullah b. Sûriyâ çıkar. Hz. Peygamber ona, Allah'ın, geçmişte Beni israil'e verdiği nimetleri hatırlayarak; "Benim, Allah'ın Rasulü olduğumu bilmiyor musun?" diye sorar. Sûriyâ: "Allahümme, Evet, benim kavmim de şu bildiklerimi ve senin durumunun, sıfatlarının Tevrat'ta beyan edildiğini biliyor." der. Hz. Peygamber: "Bana iman etmen hususunda sana mâni olan şey nedir?" diye sorduğunda, Sûriyâ: "Kavmime muhalefet etmeyi kerih görüyorum, umulur ki onlar sana tabi olup müslüman olurlar, o zaman ben de müslüman olurum."[176] der.
Nakledilen bir başka hadise ise şudur; Ibn Abbas'tan rivayet edilmektedir.
Hz. Peygamber birgün yine Beytü'l-Midrâs1 a gitmiş ve onları Tevrat okur vaziyette bulmuştur. Yahudiler, Hz. Peygamber'in sıfatlarının bulunduğu bölüme gelince susmuşlardır. Bunun üzerine Hz. Peygamber merak edip bir kenarda hasta olarak oturan bir Yahudiye niçin sustuklarını sormuştur. Yahudi: "Onlar âhir zaman Peygamberinin sıfatlarına geldiler ve okumamak için sustular." deyip, yerinden kalkmış ve Tevrat'ı eline alarak o bölümü okumuştur. Sonra da kelime-i şahadet getirip müslüman olmuştur.[177]
Bir başka rivayette de Hz. Peygamberin yine Beytul-Midrâs'a gittiği ve onları islâm'a davet ettiği nakledilmiştir. Bu rivayete göre, Yahudiler Hz. Peygamber'e hangi din üzere olduğunu sormuşlar, Hz. Peygamber de; "ibrahim milleti ve dini üzereyim." deyince, onlar; "ibrahim Yahudi idi." diye mukabelede bulunmuşlardır. Yahudilerin bu iddiaları üzerine Hz. Peygamber, orada bulunanları, bu konu hakkında Tevrat'ın hakemliğine çagirmiş, fakat onlar bundan kaçınmışlardır.[178] Bu konuda hemen bir ayet nazil olmuş ve Hz. ibrahim'in ne Yahudi ve ne de Hıristiyan olduğu, aksine onun Allah'a teslim olanlardan olduğu vurgulanmıştır.[179]
Hz. Peygamberin islâm'a davet faaliyetlerine zaman zaman ashab da katılmış ve Yahudileri islâm'a davet etmişlerdir. Bu konuda Sa'd b. Ubâde, Muaz b. Cebel ve Utbe b. Vehb Yahudilere giderek, onlara islâm öncesini hatırlatmışlar ve: "Siz bizi gelecek olan bir Peygamber ile korkuttuğunuz halde, o geldikten sonra, onu niçin inkar ediyorsunuz, kaldı ki onun sıfatlarını da anlatıyordunuz." dediklerinde, Yahudilerden Râbi b. Hureymile ve Vehb b. Yahûzâ: "Biz kesinlikle böyle bir şey sÖ3flemedik ve Allah da Musa'dan sonra ne bir kitab, ne de bir korkutucu göndermiştir." diyerek Hz. Peygamberi inkar etmişlerdir.[180] Bu hadise üzerine de hemen bir ayet nazil olmuş ve Hz. Peygamberin hem müjdeci, hem korkutucu olarak gönderildiği bildirilerek Yahudiler yalanlanmış tır.[181]
Hz. Peygamber'in en yakın arkadaşı Hz. Ebû Bekr de bir gün onları islâm'a davet için gittiğinde, ona karşı gelmişler ve Hz. Peygamber'in kendilerinden borç para istediğini hatırlatarak:" (Bu hale göre) Allah fakir, biz zenginiz." demişlerdir. Yahudilerin bu sözlerine çok kızan Hz. Ebû Bekr, Finhas isimli Yahudi hahamının yüzüne bir tokat vurmuş ve: "Vallahi, aramızda anlaşma olmasaydı, başını uçururdum." demiştir. Bunun üzerine Finhas Hz. Peygambere gidip Hz. Ebû Bekr'den şikayetçi olmuştur. Hz. Peygamber olayı bir de Hz. Ebû Bekr'den dinleyince Finhas daha önce söylediği sözleri inkar ederek Hz. Peygamberin yanından ayrılmıştır.[182] Bu konuda da bir ayet inmiş ve; "Allah, 'Allah fakir, biz zenginiz' diyenleri işitmiştir.[183] diyerek gerçeği açıklamıştır.
Şimdi nakledeceğimiz hadise ise, Yahudilerin söyledikleri sözleri ve gerçekleri ne derece inkar eden bir kavim olduğunu göstermesi bakımından oldukça ilginçtir.Yahudilerden müslüman olan Abdullah b. Selâm bir gün Hz. Peygamber' geldi ve; "Yâ Rasulallah, Muhakkak ki Yahudiler tuhaf bir kavimdir. Senin onlara gitmeni ve ben bir ev'de gizlenirken, onlara beni sormanı isterim. Onlar benim hakkımda sana bilgi versinler, fakat bunu, onlara benim müslüman olduğumu söylemezden önce yap. Şayet onlar benim müslüman olduğumu öğrenirlerse hakkımda kötü söz söylerler, "dedi. Bunun üzerine Hz. Peygamber, Abdullah b. Selâm bir ev'de gizlenirken Yahudileri çağırmış ve onlara: "Hüseyin b. Selâm hanginizdir." diye sormuştur. Onlar: "O, bizim seyyidimiz ve seyyidimizin oğludur, dinimizi en çok bilenimiz ve en âlimimizdir." demişlerdir. Bu sırada Abdullah b. Selâm saklandığı ev'den çıkmış ve: "Ey Yahudi topluluğu, Allah'tan korkunuz ve onun size getirdiğini kabul ediniz, Allah'a yemin ederim ki, siz onun ismini ve sıfatım yanınızda olan Tevrat'ta buluyorsunuz. Muhakkak ben Rasûlullah'a iman ediyorum ve onu tasdik ediyorum." demiştir. Abdullah b. Selâm'dan bu sözleri işiten Yahudiler onun hakkında az önce söyledikleri sözleri inkar etmişler, onu yalanlamışlar ve hakkında kötü sözler söylemeye başlamışlardır. Onların bu şekilde kötü sözler söylemeleri üzerine Abdullah b. Selâm: "Yâ Rasulallah ben sana onların tuhaf, sözlerinde durmayan ve fâcir bir kavim olduklarını söylemedim mi?" demiştir.[184]
Görüldüğü gibi önceleri gayet normal olarak gelişen ve pek fazla çekişmeye meydan vermeyen bu davetler, sıklaşmaya başlayınca tepkiler doğurmuş ve en sonunda da kopma noktasına gelmiştir. Aşağıda zikredeceğimiz hadise bu durumu bütün açıklığıyla ortaya koymaktadır.
Hz. Peygamber bir gün yine Beytül-Midrâs'a gitmiş ve Yahudileri islâm'a davet etmiştir. Bu davetini üç defa tekrarlayan Hz. peygamber, üçüncü de, "Tebliğ ettin, Ya Ebe'l-Kâsım" şeklinde cevap almıştır. Bunun üzerine Hz. Peygamber onlara son olarak: "Bunu ben istiyorum. (Yani islâm'a girmenizi)" dedikten sonra, "Biliniz ki, arz Allah ve Rasûlüne aittir."[185] diyerek sözlerine tamamlamıştır.
İlişkilerin bu noktaya gelmesi Yahudileri daha çok kızdırmış ve onlar, önceleri bu davetlere seslerini çıkarmamış ve sonraları alaylı[186] cevaplar vermeye başlamışlarken, bu defa Hz. Peygamberin aleyhine bir takım faaliyetlerde bulunmaya başlamışlardır.
Hz. Peygamber ve ona inananları saptırmak için, kıyametin ne zaman kopacağı [187], cennetin kapılarının mahiyeti[188] mahlûkâtı Allah'ın yarattığını, fakat Allah'ı, kimin yarattığı ve onun pazu ve dirseklerinin nasıl olduğu [189], Allah'la beraber başka ilâhların da olup olmadığı[190] ve ruh'un mâhiyetinin ne olduğu[191] şeklinde gaybî sorular sonnuşlar, Hz. Peygamber'in de nihayet bir insan olduğunu birbirlerine hatırlatıp [192], içlerinden suç işleyenlerin bazılarını ona gönderip, şayet istedikleri gibi hüküm verirse ona uymalarını, istediklerinin dışında bir hüküm verirse uymamayı[193] tavsiye etmişlerdir.
Yine onlar, "Muhammed ve arkadaşlarına ineni değiştiriniz, umulur ki, onlar da bizim gibi yaparak kitaplarını tahrif ederler ve dinlerinden dönerler" [194] diyerek Kur'ân-ı Kerîm'i alaya almışlar[195] ve onu inkar etmişlerdir.[196] Hz Peygamber'e inenin kendilerine inen gibi olmadığını, onun bunları insanlardan ve cinlerden öğrendiğini[197], aslında Allah'ın ona hiç birşey indirmediğini [198]kendilerininse, Allah'ın oğulları ve sevgilileri olduklarını[199] hidayetin ancak kendilerinde olduğunu ve Hz. Mu-hammed'in de ancak ve ancak kendilerine tâbi olması halinde hidâyete ereceğin[200], Hz. Peygamber'in "Ben İbrahim milleti ve dini üzereyim" demesi üzerine, onun, Yahudi olduğunu[201] ve Hz. Uzeyr'in Allah'ın oğlu olduğunu[202] iddia etmişlerdir.
Bunlardan ayrı olarak, Hz. Peygamber1 den, gökten bir kitab indirmesini[203], Allah'ın kendileriyle konuşmasmı [204]istemişler ve ashabı sadaka vermekten men etmek için onlara;"Biz sizin fakir olmanızdan korkuyoruz"[205] demişlerdir.
Hz. Peygamber'in devesi kaybolduğunda da onlar, "Muhammed gökten haber aldığını iddia ediyor, fakat devesinin nerede olduğunu bilmiyor" [206]demişler, Ensâr'dan müslüman olanlara eski günleri hatırlatıp[207] Evs ve Hazrec'in îslâm öncesi düşmanlıklarına tekrar başlamalarım ve böylece Hz. Peygamberi yalnız ve yardımsız bırakmayı arzulamışiardır.
Kur'ân-ı Kerîm Yahudilerin bu tür söz ve davranışları karşısında sessiz kalmamış ve onlara gerekli cevapları vermiştir.
Kıyametin ne zaman kopacağı hususundaki sorularına, "Ey Muhammed, sana kıyamet saatinin ne zaman gelip çatacağını soruyorlar, de ki, onu ancak Rabbim bilir, onun vaktini O'ndan başka belirtecek yoktur. Göklerin ve yerin ağırlığını kaldıramayacağı o saat sizlere ansızın gelecektir. Sen sanki öğrenmişsin gibi sana soruyorlar, de ki,onu bilmek ancak Allah'a mahsustur, ama insanlann çoğu bu gerçeği bilmezler."[208] ayetiyle, Allah'ı kim yarattı sorularına, "Ey Muhammed, de ki, O Allah bir tektir. Allah herşey-den müstağni ve her şey O'na muhtaçtır, O doğurmamış ve doğmamıştır. Hiç birşey O'na denk değildir."[209] mealindeki Ihlâs suresi ve "Onlar Allah'ı gereği gibi değerlendiremediler. Bütün yeryüzü, kıyamet günü O'nun avucundadır; gökler onun kudretiyle durulmuş olacaktır. O, putperestlerin ortak koşmalarından münezzehtir."[210] ayetiyle, Allah'la beraber başka ilahlar var mıdır, sorularına, "Şâhid olarak hangi şey büyüktür' de. 'Allah benimle sizin aranızda şahittir. Kur'ân bana, sizi ve ulaştığı kimseleri uyarmanı için vahyolundu; Allah'la beraber başka tanrılar bulunduğuna siz mi şahitlik ediyorsunuz? de. 'Ben şahitlik etmem1 de. 'O ancak tek bir tanrıdır, doğrusu ben ortak koşmanızdan uzağım'de"[211]ayetiyle, ruh' un mâhiyeti hakkındaki sorularına, "Ey Muhammed, sana ruh1 un ne olduğunu soruyorlar, de ki: 'Ruh, Rabbimin emrinden ibarettir. Bu hususta size pek az bilgi verilmiştir."[212] ayetiyle cevap vermiştir.
Yine onların, "o bizim istediğimize göre fetva verirse alırız, vermezse almayız" demelerine, "Ey Peygamber, kalpleri inanmamışken, ağızlarıyla İnandık' diyenler, Yahudilerden yalana kulak verenler ve başka bir topluluk hesabına casusluk edenlerden inkara koşanlar seni üzmesin. Sözleri asıl yerlerinden değiştirenler de, 'Böyle bir (fetva) size verilirse alın, verilmezse kaçının' derler. Allah'ın fitneye düşmesini dilediği kimse için Alah'a karşı senin elinden bir şey gelmez. İşte onlar Allah'ın, kalplerini arıtmak istemediği kimselerdir. Dünyada rezillik onlaradır. Onlara ahi-rette de büyük azab vardır." ve "Onlar yalana kulak verirler, haram yerler. Eğer sana gelirlerse aralarında hükmet yahut onlardan yüz çevir, yüz çevirirsen sana bir zarar veremezler. Eğer hükmedersen aralarında adaletle hüküm ver. Allah âdil olanları sever"[213] ayetleriyle, "Muhammed ve arkadaşlarına ineni değiştiriniz, umulur ki, onlar da aynısını yaparlar" şeklindeki teşebbüslerine, "Ey kitâb ehli, niçin hakkı batıla karıştırıyor ve bile bile hakki gizliyorsunuz?"[214] ayetiyle Hz. Peygamberin Kur'ân-ı Kerîm'i insanlardan ve cinlerden öğrendiği hakkındaki iddialarına, "De ki: İnsanlar ve cinler, birbirlerine yardımcı olarak bu Kur'ân'm bir benzerini ortaya koymak için bir araya gelseler, and olsun ki, yine de benzerini ortaya koyamazlar"[215] ayetiyle, "Allah ona hiç birşey indirmemiş tir" şeklindeki iddialarına, "Andolsun ki, açıklayıcı ayetler indirmişizdir. Allah dilediğini doğru yola eriştirir."[216] ayetiyle, Allah'ın oğulları ve sevgilileri olduklarını iddia et-meleıine, "Yahudiler ve Hıristiyanlar, 'Biz Allah'ın oğulları ve sevgilileriyiz' dediler. 'Öyleyse günabîarınızdan ötürü size niçin azabediyor? Bilakis siz O'nun yarattığı insanlarsınız' de..."[217] ayetiyle, Hz. ibrahim'in Yahudi olduğunu iddia etmelerine, "ibrahim Yahudi de Hıristiyan da değildi, ama doğruya yönelen bir müslim-di; puta tapanlardan (da) değildi."[218] ayetiyle, Hz. Uzeyr'in Allah'ın oğlu olduğu şeklindeki iddialarına, "Yahudiler, 'Uzeyr Allah'ın oğludur' dediler; Hıristiyanlar, 'Mesih Allah'ın oğludur' dediler. Bu daha önce inkar edenleiin sözlerine benzeterek ağızlarında geveledikleri sözdür. Allah onları yok etsin. Nasıl da uyduruyorlar."[219] ayetiyle cevaplamıştır.
Gökten kitap indirmesini istemelerine, "Şy Muhammed, Kitap ehli, senin kendilerine gökten bir kitap indirmelerini isterler. Musa'dan bundan daha büyüğünü istemişlerdi ve 'Bize Allah'ı apaçık göster1 demişlerdi. Zulümlerinden ötürü onları yıldırım çarpmıştı....."[220] ayetiyle, Allah'ın kendileriyle konuşmasını istemelerine, "Bilmeyenler Allah bizimle konuşmalı veya bize bir ayet gelmeli değil miydi?' dediler. Onlardan öncekiler de onların söylediklerinin tıpkısını söylemişlerdi. Kalpleri birbirlerine benzedi. Kesinlikle inanan kimseler için ayetlerimizi açıklamışızdır."[221] ayetiyle, ashabı sadaka vermekten men etmek istemelerine, "Onlar cimrilik ederler, insanlara cimrilik tavsiyesinde bulunurlar, Allah'ın bol nimetinden kendilerine verdiğini gizlerler. Kafirlere aşağılık bir azâb hazııiamışızdır."[222] ayetiyle cevaplar vermiştir. Bütün bunlara ilâve olarak Kur'ân-ı Kerîm, îsrailoğullan'nm tarih içinde yapageldikleri olumsuz tutumlarını özetler ve onların; ahiret karşılığında dünyayı satın aldıklarını[223], kendi dinlerinde yasaklandığı halde faiz yediklerini [224], Allah'ın ayetlerini az bir pahaya sattıklarını [225]kitaplarını tahrif ettiklerini[226], Hz. Musa'dan Allah'ı kendilerine göstermesini istediklerini[227], kendilerine kutsal kılanan Cumartesi yasağını çiğnediklerini[228], yalana kulak verip, haram yediklerini[229], kendilerine ilim geldikten sonra birbirlerini çekemeyip ayrılığa düştüklerini[230], bazıları müstesna hâin olduklarını ve ahitlerini bozduklari için lanetlendiklerini[231], hatta bu lanetlenmenin kendi peygamberleri Hz. Davud ve Hz. Isâ tarafından bile yapıldığını [232], hahamlarının çoğunun insanların mallarını haksız yere yediklerini ve altın-gümüş biriktirip hak yolunda sarfetmediklerini[233], şeytana kul olduklarını[234], münafıklık yaptıklarını[235], peygamberlerine karşı gelmek için, men edildikleri halde gizli toplantı yaptıklarım[236], peygamberlerini yalanlayıp, onları öldürdüklerini[237], inananlara karşı en şiddetli düşman olduklarını[238] ve onların kesinlikle dost edinilemeyeceğini [239], beyan ederek Hz Peygamberin onlara karşı takip edeceği siyaseti kesin olarak ortaya koymuştur.
Yahudiler, Kur'ân-ı Kerîm'in bu tavrı karşısında büsbütün hiddetlenmişler ve düşmanlıklarını daha da arttırmışlardır. Gerek Hz. Peygamberi gördüklerinde, gerekse müslümanlara rastladıklarında "es-Sâmu aleyküm" yani "ölüm üzerine olsun"[240] diye Selâm vermeye başlamışlar ve Hudeybiye dönüşünde[241] de Hz. Peygamber'e büyü dahi yapmışlardır.[242]
Onların bu şekilde Selâm vermelerine Hz. Peygamber gayet sakin ve yumuşaklıkla cevap vermiş, "ve aleyküm" yani "sizin de üzerinize olsun" demiştir. Başta eşi Hz. Âişe olmak üzere ashabı, Yahudilerin bu Selâmına hiddetlenip, onlara lanet okumaya başlayınca, "Allah rıfk sahibidir, rıfkı sever."[243] buyurarak onlara mâni olmuştur. Yine onların büyü yapmaları karşısında, oldukça ızdırap çekmesine rağmen, ashabın büyü yapanı öldürme teklifini reddetmiş ve Yahudi Lebîd b. A'sam'ı affetmiştir.[244]
Birbirini takip eden ve ardı arkası kesilmeyen bu çekişmelerden sonra, Hz. Peygamberin Yahudilere güveni kalmamış ve Tevrat'tan bazı şeyleri onlara sorduğunda kendisine doğru cevaplar verilmemesi ve buna benzer sebeblerle Zeyd b. Sâbit'e îbrânice öğrenmesini emretmiş, o da 15 gün içinde îbrânice'yi öğrenmiştir.[245]
Kıblenin değişmesi esnasında da onlar fm tür davranışlarını devam ettirmişler ve Hz. Peygamber'e gelip, "şayet tekrar bizim kıblemize dönersen, sana tâbi oluruz,"[246] demişlerdir. Kur'ân-ı Kerîm onların bu sözlerini cevapsız bırakmamış ve, "insanların beyinsizleri; yöneldikleri kıbleden onları çeviren nedir? 'diyecekler; de ki, 'Doğu ve Batı Allah'ındır, o, dilediğini doğru yola eriştirir.' [247] ayetiyle mukabelede bulunmuştur.
Bu çekişmelerin neticesinde ilk olarak, Hz.Peygamber'in hicretinin 20. ayında (H.2.yıl Şevval/M.624 Mart-Nisan) Amrb. Avf Yahu dilerinden olan Ebû Afek, müslümanları hicvettiğinden dolayı, Hz. Peygamber'in emriyle kendi evinin bahçesinde uyurken, Salim b. Umery tarafından öldürülmüştür.[248]
Yine Bedir savaşından sonra, müslumanların zaferini çekemeyip anlaşmaya aykırı olarak, Mekke'li müşriklere gidip onların ölülerine ağıtlar yakan ve onları müslümanlara karşı tahrik eden Ka'b b. el-Eşref, şiirleriyle Hz. Peygamberi ve müslümanlan hicvetmiş, Medine'ye döndükten sonra da bu tavrını devam ettirerek söylediği şiirlerle müslüman kadınlara sarkıntılık etmeye başlamıştır. Babası tarafından Tay kabilesinden olduğu halde, annesi Benu'n Nadîr Yahudilerin den olduğu için, Benu'n-Nadîr'e nisbet edilen Ka'b b. el-Eşref, Hz. Peygamber tarafından H.2. yıl'da (M.623-624) öldürtülmüştür.[249] Hz. Peygamber onu öldürecek kişileri Benu'n-Nadîr'in eski müttefiklerinden olan Evs kabilesinden seçmiş ve böylece Yahudilerin kan davası gntme ihtimâlini ortadan kaldırmıştır.[250] Ayrıca onu öldürmeye gidenlerden Ebu Na-ile'nin de Ka'b'ın süt kardeşi olduğunu[251] düşünürsek Hz. Peygamber'in ne kadar isabetli bir seçim yaptığım kolayca anlayabiliriz.
Muhammed Hamidullah, Ka'b b. el-Eşref in, Hz. Peygamber'e düşman olmasının sebeblerinden birinin, Hz. Peygamberin Medine'ye hicret ettiği günlerde Bemı'n-Nadîr ile Benû Kureyza'mn diyetini eşitlemesi olabileceğini belirtir.[252] Bunu da, Mukatil tefsirinde yeralan bir rivayete dayandırır. Bu rivayete göre Ka'b b. el-Eşref: "Biz senin kararını kabul etmiyoruz, senin emrine itaat etmeyeceğiz ve eski hükümlere tâbi olacağız."[253] demiştir. Ka'b b. el-Eşref in öldürüldüğü gecenin sabahında Yahudiler Hz. Peygamber'e gelip onun suçsuz yere öldürüldüğünü söylemişlerdir. Onların bu sözleri üzerine Hz. Peygamber, onun suçlu olduğunu belirterek; "Onun gibi yapanlar ve onun görüşünde olanlar (derhal) öldürülür, onun bize şiirleri vasıtasıyla zararları ulaşmıştı. Aynı şeyi sizden kim yaparsa onun hakkı da kılıç olur." demiştir. Bu hadiseden çok korkan Yahudiler Hz.Peygamber'in kendilerini tekrar anlaşmaya çağırmasına olumlu cevap vermişler ve Remle bintü Hârise'nin evinde bir daha böyle bir hadisenin olmayacağına dâir anlaşma imzalamışlardır.[254]
Yahudi şâir Ka'b'ın katlinden sonra, Hz_ Peygamber Yahudilere karşı, o ana kadar, Önceleri yumuşak, sonraları tatlı- sert diyebileceğimiz bir siyaset takip etmişken, bu olaydan sonra sertleşmiş [255] ve, "Kim bir Yahudi yakalarsa, onu Öldürsün." buyurarak, müslümanlarm aleyhinde bulunan Yahudilere aman verilmeyeceğini belirtmiştir. Hz. Peygamber'in bu sözü üzerine Mu-hayyısa b. Mes'ud isimli bir müslüman, Süneyne adındaki bir Yahudi tüccarı müslümanlara zararı dokunduğu için öldürmüştür.[256]
2. BENÎ KAYNUKA YAHUDİLERİ
Hz. Peygamberin Medine'ye hicretini müteakip yapılan anlaşmaya Hazreclilerin müttefiki olarak katılan [257]Benû Kaynuka Yahudileri, şehrin içinde bulunan bir mahallede yaşıyorlar ve kuyumculukla meşgul oluyorlardı.[258] Diğer Yahudi kabilelerine nazaran daha zengin olan Benû Kaynukahlar, müslüman olan Abdullah b. Selâm'ım kabilesi olup, dindaşları içinde de Yahudilerin en cesurları olarak tanınıyorlardı.[259] Aynı zamanda Hazredi Abdullah b. Übey b. Selûl un de müttefiki [260]olan Benû Kaynuka-lılar, Hz. Peygamber'e savaş ilan eden ilk Yahudi kabilesi olmuştur.[261]
Benû Kaynuka Yahudileri, Hz. Peygamber Bedir savaşından döndükten sonra isyan etmişler ve ahidlerini bozmuşlardır.259 Bunun üzerine Hz. Peygamber'onları çarşılarında toplamış ve: "Ey Yahudi topluluğu, Allah'tan korkunuz ve Kureyş'in başına gelen sizin de başınıza gelmeden önce müslüman olunuz. Muhakkak ki, siz benim gönderilmiş bir Peygamber olduğumu ve bu hususun da kitabınızda haber verildiğini biliyorsunuz. Ayrıca bu konuda Allah'ın size karşı olan ahdini de biliyorsunuz." demiştir. Buna cevap olarak Yahudiler: "Ey Muhammed; Muhakkak sen cahil (ve savaş bilmeyen) bir kavimle karşılaştın. Onları yenmen seni gururlandırmasın. Vallahi biz savaşçı insanlarız, şayet bizimle savaşırsan, bizim ne savaşçılar olduğumuzu anlarsın. Şüphesiz sen bizim gibisiyle savaşmadın."[262] diyerek Hz. Peygamber'e meydan okumuşlardır.
Hz. Peygamberin Benû Kaynuka Yahudilerine gidip onları tehdid ederek İslâm'a davet etmesi ve bunun sebebi üzerinde biraz durmak istiyoruz. Yukarıda belirttiğimiz gibi Benû Kaynuka Yahudilerinin Hz. Peygamber ile yaptıkları anlaşmayı Bedir savaşmdan sonra bozdukları rivayet edilmekte, fakat nasıl bozduklarına dâir herhangi bir malumat verilmemektedir. Muhammed Hamidullah, Hz. Peygamber'in bu tehdidli davetini yorumlarken, onun bir Peygamber olarak, geleceği bilmesinden dolayı böyle konuşmuş olabileceği üzerinde durur.[263]
Biz burada Muhammed Hamidullah'm yorumunu kabul etmekle birlikte, sadece Ebû Davud'un Sünen'inde bulabildiğimiz bir rivayeti nakletmek istiyoruz. Zeyd b. Sâbit'in kölesi Ebû Mu-hammed'e kadar uzanan bir senede sahip olan rivayette, Hz. Peygamber'in Bedir'de Kureyş'le karşılaşacağı sırada, Yahudilerin Benû Kaynuka liderliğinde Medine'ye girdikleri ve ancak bunun üzerine Hz. Peygamber'in bunlarla mezkûr konuşmayı yaptığı zikredilir.[264]
Bu rivayeti sahih kabul edersek, önümüzde iki ihtimal belirir. Bunlar da, bu Yahudilerin, ya anlaşmaya uyarak gerçekten yardıma geldikleri yahud da yardım maskesi altında Hz. Peygamber'in zayıf bir anını kollayıp ona saldırmak için fırsat kolladıkları ihtimalleridir, iki ihtimal de olabilir. Ancak Hz. Peygamber'in onları tehdid edici bir konuşmayla islâm'a çağırması ve Yahudilerin de aynı şekilde cevap vermelerine bakılırsa ikiiici ihtimal daha ağır basmaktadır.
Bu olaydan sonra dokuz ay kadar bir zaman olaysız geçmiş,[265] bu zaman zarfından sonra Ensâr'm Rebîa kabilesinden [266]müslüman bir kadın Benû Kaynuka Yahudileri'nin çarşısına alış veriş için gitmiş ve onların dükkanlarından birine girmiştir. Bu arada dükkanda bulunan bir Yahudi, işi bitinceye kadar dükkanın bir kenarına oturan müslüman kadının eteğini arkadan oturduğu yere bağlamıştır. Kadın işini bitirip kalktığında, eteği yırtılmış ve mahrem yerleri görünmüştür. Yahudiler de kadının bu duruma düşmesine hep bir ağızdan gülmüşlerdir. Utanılacak bir duruma düşen kadın bağırmaya başlamış, oradan geçmekte olan bir müslüman da kadının bu durumunu görünce, hemen müdahale' etmiş ve kadının o hale düşmesine sebep olan Yahudiyi orada Öldürmüştür. Bunun üzerine olay yerinde bulunan Yahudiler de o müslümanı şehid etmişler [267]ve böylece Hz. Peygamber ile yaptıkları anlaşmayı bozmuşlardır.[268]
Yahudilerin bu davranışlarından hem Hz. Peygamber ve hem de müslümanlar oldukça rahatsız olmuşlar, Benû Kaynuka'nın kendilerine ihanet edebileceğinden endişe etmeye başlamışlardır. Müslümanlar bu haldeyken bir ayet gelmiş ve Hz. Peygam-ber'e, Benû Kaynuka Yahudilerine karşı takip edeceği siyaset gösterilmiştir. "Eğer bir topluluğun anlaşmaya hıyanet etmesinden korkarsan, sen de onlara karşı anlaşmayı bozarak aynı şekilde davran. Doğrusu Allah hâinleri sevmez."[269] şeklinde gelen ilahî müsadeden sonra, Hz. Peygamber: "Ben Benû Kaynuka Yahudi-leri'nin anlaşmayı bozmasından korkuruyorum."[270] diyerek onlara karşı savaşa çıkmıştır.[271]
Hicretinin 2O.ayında[272] (H.2.yıl Şevval/M.624 Mart-Nisan) Benû Kaynukahlar'ı kuşatma altına alan Hz. Peygamber, Medine'de Ebû Lübâbe Beşîr b. Abdülmünziri bırakmıştır.[273] Bayrak kullanılmayan [274]sefer esnasında beyaz sancağı[275] Hamza b. Ab-dülmuttalib taşımıştır.[276]
Hz. Peygamber onları 15 gün[277] şiddetli muhasara altında tutmuş[278] ve sonunda kendi hükmüne inmeyi kabul ettirmiştir.[279] Benû Kaynukahlar Hz. Peygamberin vereceği hükme razı olarak teslim olmadan önce, serbest bırakılmalarını istemişler, ancak Hz. Peygamber bunu reddetmiştir.[280] Böylece, onları kendi hükmüne razı olarak teslim alan Hz. Peygamber, erkeklerinin öldürülmek üzere bağlanmalarım, kadın ve çocuklarının ise esir edilmelerini emretmiştir.[281]
Bu arada Yahudiler'in boyunlarının vurulacağını duyan Abdullah b. Übey b. Selül Hz. Peygamber'e gelip, onu tacize varan derecede ısrarla, eski müttefiklerini affetmesini istemiştir. Hz. Peygamber önce onu dinlememiş, fakat sonradan, "Allah, onlara ve onlarla beraber olana lanet etsin." diyerek Benû Kaynukalıla-ruı hayatlarım bağışlamış[282], ancak mallarını bırakmalarını [283]ve Medine'yi derhal t erke tmel erini emretmiştir.[284]
Kendileri hakkında verilen bu ikinci karardan sonra Yahudiler, Hz. Peygamber'e gelip şehirde oturanların bazılarından alacakları olduğunu söylemişlerdir. Hz. Peygamber de onlara izin vererek: "Acele ediniz, alacaklarınızı tenzil ediniz."[285] buyurduktan sonra, "her zaman için tekrar Medine'ye işlerinizi halletmek üzere gelebilirsiniz, yeter ki, burada oturup kalışınız üç günü geçmesin."[286] diyerek onlara tekrar Medine'ye gelebilme izni vermiştir.
Bu konuşmalardan sonra Benû Kaynukalılar önce Şam'a gitmişler, orada bir ay kadar kaldıktan sonra hemen hepsi Ezriat'a gitmişlerdir.[287] Kaynaklarımızın verdiği bilgilere göre bu Yahudilerin az bir kısmı Medine'de kalmıştır.[288]
Medine'nin kenar kesimlerinde oturan diğer Yahudi kabileleri Benu'n-Nadîr ve Benû Kureyza Yahudilerinden yardım göremeyen[289] Benû Kaynuka Yahudilerinin, arkalarında birçok silah ve kuyumcu aleti bırakarak[290] gitmelerinden sonra, şehir içinde herhangi bir Yahudi tehlikesi ihtimali de ortadan kalkmıştır.
Benû Kaynuka Yahudileri hakkında son olarak şunu da söylemek istiyoruz. Yukarıda zikrettiğimiz gibi Benû Kaynukah-lar'm bir kısmı Medine'de kalmıştı, işte bu Yahudilerin Uh