hafız_32
Wed 6 October 2010, 02:42 pm GMT +0200
İkinci Bölüm
ASR-I SAADETTE SÜNNETİN ANLAŞILMASI
1- Sünnet Kavramı Ve Kapsamı
Arap dilinde takip edilen yol anlamına gelen "sünnet" dinî terminolojide Peygamber (s.a.v.)'in söz, davranış ve ikrarları için kullanılır. Bir kişiye nisbet edildiğinde, mesela "falanın sünneti" denildiğinde o kimsenin takip ettiği yol, âdet ve davranışları kastedilir.
Peygamber'in ikrarlarına da sünnet denilmesi, onun yanlış ve hatalı söz ve davranışlara karşı sessiz kalmamasından dolayıdır. Söylenen söz ve yapılan davranışta bir hata ve yanlışlık varsa Peygamber mutlaka onun doğrusuna dikkat çeker, huzurunda söylenen söz veya yapılan davranışa sessiz kalmışsa o söz ve davranışı ikrar ediyor demektir, işte bu nedenle ikrarları da sünneti çerçevesinde kabul edilmiştir.
Kur'an-ı Kerim inanç prensiplerinin yanında ibadet, ahlâk, hukuk, ve benzeri sosyal kurumlarla ilgili emir ve yasakları da içermektedir. Sosyal kurumlarla ilgili emir ve yasaklar hayatın pratiğiyle ilgili hususlardır. Kur'an'da nazarî olarak anlatılan bu bilgiler çoğu zaman Peygamber (s.a.v.) tarafından pratiğe aktarılıyordu. Mesela namaz kılınması Kur'an'da emredilmekte bu arada namazın rükünleri olan rükû, sucûd, kıraat gibi hususlar zikredilmekle birlikte nasıl pratiğe aktarılacakları anlatılmamaktadır. Peygamber (s.a.v.) namaz kılarak müslümanlara rehberlik etmiş, «Ben nasıl namaz kılıyorsam siz de öylece namaz kılın»[107] buyurmuştur.
Yine Kur'an'da kapalı olarak yani mücmel ve mutlak olarak zikredilen kimi hususlar Peygamber (s.a.v.) tarafından açıklanmıştır.
İnsanlar arasında Kur'an-ı Kerimin tefsirine en ehil olan, hiç şüphesiz Kur'an'ın kendisine indirildiği Peygamber (s.a.v.)'dir.
işte bu gibi nedenlerle sünnetin dindeki önemi büyüktür. Nitekim yüce Allah Peygamber'i hem tebliğ[108] ve hem de tebyin (açıklama) ile görevlendirmiştir. Bir âyette şöyle Duyurulmaktadır:
«İnsanlara kendilerine indirileni açıklaman için sana bu Kur'an'ı indirdik,» [109]
Tebliğ, Kur'an ayetlerinin indirildikleri lafızlarla insanlara ulaştırılması, tebyin ise, bu lafızlardan insanlara kapalı gelen kelime ve cümlelerin açıklanması yani tefsir edilmesidir. Sünnetin, temel bir kaynak olduğu şu hadisede de açık bir şekilde ortaya konmaktadır:
Peygamber (s.a.v.) Muaz b. Cebel'i Yemen'e gönderdiğinde ona ne ile hükmedeceğini soruyor. Muaz: Allah'ın Kitabı ile hükmederim, diyor. Peygamber: Ya karşılaştığın olayla ilgili Allah'ın Kitabında birşey bulamazsan ne yaparsın, diye soruyor. Muaz: Rasûlünün sünnetiyle hükmederim, diyor. Peygamber: Ya Râsûlünün sünnetinde de bulamazsan ne ile hükmedersin, diye soruyor. Muaz: Kendi re'yimle ictihad ederim, karşılığını veriyor.
Olayı nakleden Muaz diyor ki: Aramızda bu konuşma geçtikten sonra Peygamber (s.a.v.) eliyle göğsüme dokundu ve: "Allah'ın elçisinin elçisini, kendi elçisinin rızasına muvaffak kılan Allah'a şükürler olsun" buyurdu.[110]
Peygamber (s.a.v.)'in Kur'an'ı açıklamaları vahye mi dayalıydı, kendi içtihadıyla mıydı, yoksa bir kısmı vahiy, bir kısmı içtihadıyla mıydı? konusunu tartışmanın pratikte bir yararı yoktur. Çünkü Peygamber (s.a.v.)'in açıklamalarında bir hata sözkonusu olmuşsa vahiy tarafından uyarılmış ve içtihadı tashih edilmişti. Buna göre ictihadları da vahiy tarafından hükmen onaylanmıştır. Çünkü Kur'an'da Peygamber (s.a.v.) müslümanlara örnek olarak gösterilmektedir.[111] Hatalı davramş ya da içtihadın örnek olarak gösterilmesi düşünülemez. Kur'an-ı Kerim incelenecek olursa peygamberler dışında hiçbir fert bütün söz ve davranışlarıyla örnek gösterilmiş değildir. Çünkü diğer fertler hata ettiklerinde vahiy inip onların ictihadlarım düzeltmemektedir.
Ayrıca Kur'an-ı Kerim'in birçok âyetinde Peygambere itaat ve ona tabi olunması emredilmektedir. Bu âyetlerden birkaç tanesi şöyledir:
«Kim Peygamber'e itaat ederse, Allah'a itaat etmiş olur.»[112]
«Ey iman edenler. Allah'a itaat edin. Peygamber'e ve sizden olan emir sahiplerine de itaat edin. Eğer bir hususta anlaşmazlığa düşerseniz -Allah'a ve âhirete gerçekten inanıyorsanız- onu Allah'a ve Peygamber'e götürün; bu hem hayırlı, hem de netice bakımından daha iyidir.» [113]
Kur'an-ı Kerim belli bir dönem için gönderilmiş değildir. Bu nedenle Peygamber'e itaat, anlaşmazlık durumunda çözüm için anlaşmazlığı ona götürmek sadece Peygamberin hayatı ile ilgili bir mesele olarak düşünülemez. Onun vefatından sonra da ona itaat ve anlaşmazlığı ona götürme sözkonusudur. Vefatından sonra ona itaat ve anlaşmazlığı ona götürmek ancak sünnetine itaat ve anlaşmazlığı sünnetine götürmekle mümkündür. Müfessirle-rimiz de ona itaati, sünnetine itaat şeklinde anlamışlardır.[114]
Yüce Allah yine şöyle buyurmaktadır:
«Ey iman edenler! Allah'a ve Resulüne itaat edin, işittiğiniz halde ondan yüz çevirmeyin.»[115]
«Hayır, Rabbine andolsun ki aralarında çıkan anlaşmazlık hususunda seni hakem tayin edip sonra da verdiğin hükümden içlerinde hiçbir sıkıntı duymaksızın onu tam manasıyla kabullen-medikçe iman etmiş olmazlar.»[116]
«De ki: Eğer Allah'ı seviyorsanız bana uyunuz ki, Allah da sizi sevsin ve günahlarınızı bağışlasın. Allah son derece bağışlayıcı ve esirgeyicidir. De ki: Allah'a ve Resulüne itaat edin. Eğer yüz çevirirlerse bilsinler ki Allah kâfirleri sevmez.»[117]
Sahabe Kesûlullah'ın yakınında olmaya, İslâm'ın uygulamasını ve ibadetini ondan görerek öğrenmeye özen gösteriyor ve sonra da öğrendiklerini gidip akraba ve çevrelerine öğretiyorlardı, Buhârî, Malik b. el-Huveyrisî'nin şöyle dediğini nakleder: Kavmimden beş-on kişi ile beraber Peygamber (s.a.v.)'in yanına gelmiştim. Yanında yirmi gün kaldık. Peygamber (s.a.v.) şefkat ve merhamet sahibi idi. Çoluk çocuğumuzu özlediğimizi görünce bize: "Haydin ailelerinizin yanına dönünüz. Yanlarında bulununuz. Onlara dini Öğretiniz. Beni nasıl namaz kılar gördünüzse Öylece namaz kılınız. Namaz vakti geldiğinde içinizden biri ezan okusun. En yaşlınız da size imam olsun" buyurdu.[118]
Bu ve benzeri diğer rivayetlerden [119]Asr-ı Saadette sahabenin, Rasûlullah (s.a.v.)'in sünetini birbirlerine aktardıklarını öğreniyoruz.
Peygamber (s.a.v.) Allah'tan gelen vahiyleri pratik hayata aktarıyor ve ihtiyaç duyulan hususlarda açıklamalarda bulunuyordu. Meydana gelen olayları ve din konusunda kendisine yöneltilen soruları, o ana kadar Kur'an'dan inen âyetler ışığında çözüme bağlıyor ve cevaplandırıyordu. Şayet konuyla ilgili henüz bir vahiy inmemişse, inmesini bekliyordu. Müslümanlar da Peygamberin açılamalarını ve verdiği hükümleri kabul ile karşılıyorlardı. Bununla birlikte ihtiyaç duyduklarında Peygamber'den gelen emir ve önerilerin vahiy eseri olup olmadığını tahkik etmek istedikleri de olmuştur. Bu konuda kendisine başvurdukları yine Peygamberin kendisi idi. Bedir savaşındaki şu olayı misal olarak zikredebiliriz:
Peygamber (s.a.v.) Bedir'de islâm ordusunu bir yere mevzi-lendirnıek istedi. Sahabî Hubab b. Munzir, savaş stratejisi bakımından orayı uygun görmediğinden Peygambere: "Burayı mı seçtiniz? Burası Allah'ın konaklayın deyip ötesine ve berisine geçe-miyeceğimiz bir konaklama yeri midir, yoksa kendi görüşünüz ve savaş taktiği gereği midir? diye sordu.
Peygamber (s.a.v.): Hayır, bu kendi görüşüm ve savaş taktiğidir, dedi. Bunun üzerine Hubâb, orasının uygun olmadığım söyledi ve başka bir yer önerdi. Peygamber (s.a.v.), onun önerdiği yeri uygun gördü.[120]
Hurma aşılama olayında olduğu gibi Peygamber (s.a.v.)'in dünya işlerine dair isabetsiz görüşleri olmuştur ve görüşünün isabetsizliği ortaya çıktıktan sonra bu görüşünden vazgeçmiştir.
Hurma aşılama olayında Peygamber (s.a.v.) hurma aşılayan birkaç kimseye rasthyor. Bunlar ne yapıyorlar? diye soruyor. Aşı yapıyorlar; erkeği dişiye ekleyince aşılanıyor, dediler. Peygamber: Yapiftasalar daha iyi olur, dedi. Bunun üzerine hurmaları aşılayanlar, onları aşılamaktan vazgeçtiler. Ancak o sene iyi bir mahsul almadılar. Durumu Peygamber (s.a.v.)'e bildirince: "Dünya işlerinizi siz daha iyi bilirsiniz. Ben de bir beşerim. Size dininize dair bir şey emrettiğimde, onu alın. Kendi görüşüm olarak birşey söylediğimde ise, ben de bir beşerim.[121]
Bu konuyu ele alan Aliyyu'1-Karî bu rivayetten şu sonucu çıkarıyor: Burada dinî hükümlerle ve âhiret halleriyle ilgisi bulunmayan dünyaya ait meselelerde peygamberlerin ismet sıfatına sahip bulunmadıklarına dair bir uyarı vardır.[122]
Maamafıh sahabeden kimisi de, Peygamberi her hususta Örnek alır niçin şöyle ya da böyle dediğine veya davrandığına bakmaksızın onun yaptığı gibi yapardı. Hz. Ömer'in oğlu Abdullah'ın bu konuda son derece titiz olduğu bilinmektedir. Öyle ki, Mekke ile Medine arasında yolculuk ederken, Peygamber (s.a.v.) bir ağacın altında oturup dinlenmişse, o da orada oturup dinlenirdi. Ancak bu anlamda yani mubah konularda peygamberi örnek almanın fert bazında kaldığım ve yaygın olmadığını belirtmek gerekir.[123]
2- Hadislerin Yazılması
Peygamber (s.a.v.) hadislerinin başkalarına aktarılmasını teşvik ediyordu. Hadisler eğer başkalarına aktarılacaksa onları korumanın ve onları başkalarına aktarmanın iki yolu vardır. Bunlardan biri, ezberlenmeleri, ikincisi ise, yazılmalarıdır. Nitekim Kur'an-ı Kerimin korunup başka nesillere aktarılması bu iki yolla olmuştur.
Hadislerin yazılması konusunda Peygamber (s.a.v.)'den farklı rivayetler nakledilmektedir. Bu rivayetlerin kiminde hadislerin yazılması yasaklanırken kiminde ise teşvik edilmektedir.
Hadislerin yazılmalarının yasaklanmasını ifade eden bir hadiste şöyle buyurulmaktadır: "Benim sözlerimden bir şey yazmayın. Herkim benden, Kurandan başka birşey yazmışsa onu yok etsin.[124]
Yasaklama ile ilgili başka rivayetler de vardır. Yazılmasını teşvik aden rivayetlerin, birinde ise Abdullah b. Amr şöyle demektedir: "Peygamber (s.a.v.)'den duyduğum ve muhafaza edilmesini istediğim her şeyi yazıyordum. Kureyş: "Sen Peygamber'den duyduğun herşeyi yazıyorsun, oysa o da insandır; gazap ve rıza hâlinde konuşabilir" diyerek yazmaktan beni menetti. Ben de yazmaktan vazgeçtim ve bu durumu Peygamber'e anlattım. Eliyle ağzına işaret ederek şöyle buyurdu: 'Yaz, nefsim elinde olana yemin ederim ki ondan ancak hak söz çıkar.[125]
Gelen rivayetlerden anlaşıldığı gibi sahabeden bir kısmı hadisleri yazıyordu. Kimi araştırmacılar yazanların sayılarının da az olmadığı görüşündedir. Mesela Muhammed Hamidullah, bunların sayılarının elliye ulaştığı görüşüne katılmaktadır.[126]
Hadislerin yazılmasını yasaklayan ve teşvik eden rivayetler arasındaki çelişkiyi uzlaştırmak için farklı görüşler ileri sürülmüştür. Biz burada daha tutarlı gördüğümüz ikisini nakletmekle yetineceğiz.
Bunlardan birincisi şöyledir: Peygamberin kendi sözlerinin yazılmasını yasaklaması, bu sözlerin Kur'an'a karıştırılması endişesinden kaynaklanıyordu.[127] Bu nedenle onları Kur'an'a karıştırmayacaklarından emin olduğu kimselere yazma izni vermişti. Kur'an-ı Kerim âyetlerinin çoğu nazil olduktan ve birçok hafız tarafından ezberlendikten ve başka birşeyle karışması endişesi ortadan kalktıktan sonra Hz. Peygamber hadislerin yazılması iznini genelleştirmiştir.[128]
ikincisi ise; insanların hadislere yönelip Kur'an'ı ihmal etmeleri endişesidir. Hadisleri yazma işinin dar çerçevede tutulması sadece ilk dönemleri kapsamıyor. Kur'an-ı Kerim'in birçoğu indikten ve ezberleyenleri ile onu yazanlar çoğaldıktan sonra da aynı endişe devam etmektedir. Sahabeden yapılan nakillerde bu endişe daha bariz bir şekilde kendini göstermektedir. Mesela bir ara Hz. Ömer hadisleri yazdırtmayı düşünmüş fakat insanların hadislere yönelerek Kur'an'ı ihmal etmelerinden endişe etmiştir.[129]
Sahabe döneminde hadislerin yazıya aktarılması, "Sahife" ismini taşıyan küçük risalelerden ibaret idi. Bildiğimiz anlamda tedvin edilip hacimli kitaplarda toplanmaları sonraki nesillerde gerçekleşmiştir. [130]
3- Lafızla Rivayet Ve Mana İle Rivayet
Sahabe hadisleri lafızlarıyla aktarmaya önem gösteriyordu. Peygamber hangi lafızları kullanmış ve cümleyi nasıl kurmuşsa öylece aktarmaya özen gösteriyorlardı. Genel eğilim buydu. Ancak zaruret halinde mana ile de rivayet ediyorlardı.
Lafizla rivayete o derece önem verenleri vardı ki bir harfin eksik veya fazla rivayet edilmesine tahammül etmezlerdi. Birinin bu şekilde bir hadisi rivayet ettiğini gördüklerinde hemen müdahale eder ve düzeltirlerdi. Özellikle Hz. Ömer ve oğlu Abdullah'ın bu işe son derece Önem verdiklerini gelen rivayetlerden anlıyoruz.[131]
4- Rivayetlerin Tahkiki
oer (.s.a.vj henüz hayatta iken başlamıştır. Tahkik isteği, sahabe-nin biribirlerinden şüphe etmelerinden çok hadisi nakleden kişinin yanlış anlamış olması ya da unutmuş olması endişesinden kaynaklanıyordu. Çünkü sahabe genelde birbirlerinin adaletine güveniyorlardı. Maamafîh kimi tahkik isteğinin şüpheden kay-nak-1 anmadığını da söyleyemeyiz. Ne de olsa nakledilen rivayet dini ilgilendirmektedir ve müslümanlar için dinleri, can ve mallarından önde geliyordu.
Ayrıca Kur'an-ı Kerimin birçok âyetinin düşünmeyi, haberleri tahkik ettikten sonra kabul etmeyi tavsiye etmesi müslüman-larda "ilmî şüphe" dediğimiz melekenin gelişmesine neden olmuştu.
Mesela Abdullah b. Amr, Peygamber (s.a.v.)'in oturarak namaz kılmanın yarım namaz olduğuna dair bir hadisim duyuyor. Bir ara Peygamber'in yanına gittiğinde onun oturarak namaz kıldığım görüyor. Bunun üzerine duyduğu hadisi tahkik etme ihtiyacı duyuyor ve: Ya Resûlallah, bana anlatıldığına göre oturarak namaz kılmanın yarım namaz olduğunu buyurmuşsunuz. Siz ise oturarak namaz kılıyorsunuz, demiştir. Peygamber (s.a.v.): "Evet öyledir. Ama ben sizden biriniz değilim" buyurmuştur.[132]
Bazen çok yakından tanıdıklarının yaptıkları nakiller için de tahkik ihtiyacı duyuyorlardı. Hz. Ömer'le ilgili şu rivayet bunu göstermektedir:
Hz. Ömer, Ensar'dan olan komşusuyla münavebeli olarak Peygamber'in yanında bulunurlardı; bir gün biri işle meşgul olur diğeri ise Peygamber'in yanında bulunur ve gelen vahyi diğerine haber verirdi. Hz. Ömer diyor ki: Yatsı vakti arkadaşım döndü, kapımı sertçe çaldı: O, burada mı diye bağırıyordu. Endişe ile kapıya koştum. Arkadaşım: Çok önemli bir olay oldu, dedi. Ne oldu, Gassan'lılar mı saldırdı? dedim. Hayır, daha büyük bir şey oldu; Peygamber hanımlarım boşadı, dedi.
Bunun üzerine Hz. Ömer gidiyor, Peygamber (s.a.v.)'in kapısını çalarak girme izni istiyor, izin verildiğinde içeri giriyor ve Peygamber'e hanımlarım boşadm mı, diye soruyor. Hz. Ömer diyor ki: Peygamber (s.a.v.) bana şöyle bir baktı ve sonra: Hayır, dedi.[133] Kişi bazen kendisine çok yakın birinin verdiği haberi bile tahkik etme ihtiyacı duyuyordu.
Bir defasında Hz. Ali Yemen'den geliyor. Hz. Fatıma'nm boyanmış bir elbise giydiğini ve gözlerine sürme çektiğini görüyor.
Hz. Fatıma, Peygamber (s.a.v.)'in kendisine böyle davranmasın-tavsiye ettiğini söylediyse de Hz. Ali durumu tahkik etmek istiyor. Peygamber'e giderek Fatıma şöyle şöyle dedi, diyor. Peygamber (s.a.v.): "Doğru söylüyor, doğru söylüyor, ona böyle yapmasını ben söyledim", buyuruyor.[134]
Hz. Peygamber hayatta iken durumu tahkik etmek istediklerinde ona gidip nakledilen haberi tahkik ediyorlardı. Onun vefatından sonra ise tahkik ihtiyacı duyduklarında hadisi rivayet eden kişiden ya şahit getirmesini istiyorlardı veya ona yemin ettiriyorlardı.
îlmî faaliyetler alanında olsun, diğer alanlarda olsun idarecilerin tavırları daha etkin ve daha belirleyicidir. Özellikle idarecilerle toplum aynı ortak değerleri paylaşıyorlarsa bu etkinlik ve belirleyicilik daha da kuvvet kazanır. Bu nedenle biz burada ilk iki Raşid halifenin takındıkları tavrı incelemekle yetineceğiz. [135]
5- Hz. Ebû Bekir Ve Hadis Rivayeti
Hz. Ebu Bekir hadis rivayeti karşısında son derece ihtiyatlı davranmıştır. Kendisinden yapılmış hadis rivayeti çok azdır. Zehebî'nin (öl. 748/1347) belirttiğine göre hutbelerinde halkı hadis rivayet etme konusunda uyarıyordu. Bir hutbesinde şöyle demektedir: "Sakın yalan söylemeyin, yalan söylemek fucûra, fucûr da cehenneme götürür."[136]
Zehebî'nin belirttiğine göre yine bir hutbesinde şöyle demiştir: "Siz Rasûlullah'tan ihtilaf ettiğiniz bazı hadisleri rivayet ediyorsunuz, insanlar sizden sonra daha çok ihtilafa düşeceklerdir. Allah Rasûlünden hiçbir şey rivayet etmeyin. Eğer sizden hadis söylemenizi isteyen olursa, onlara: Aramızda Allah'ın Kitabı var deyiniz. Onun helâlini helâl, haramım haram kılınız."[137] Zehebî'nin de belirttiği gibi Hz. Ebu Bekir bu sözleriyle rivayet kapısını tümden kapatmak istemiyordu. İhtiyatlı davramlmasmı ve ancak kesin olarak emin olduktan sonra hadisin rivayet edilmesini hedefliyordu. Nitekim hadislere dayalı olarak verdiği pek çok hüküm vardır. Meymun b. Mihrân'ın (öl. 118/736) naklettiğine göre o, bir mesele ile ilgili hüküm sorulduğunda önce Allah'ın Kitabına bakar venunla hükmederdi. Bulamadığında Rasûlul-lah'ın sünnetine müracat ederdi. Bu ikisinde debir hüküm bulamadığı takdirde kendi re'yi ile ictihad ederdi.[138]
İhtiyaç duyduğu zaman raviden şahit getirmesini isterdi. Mesela ölmüş birinin baba-annesi geliyor ve torununun mirasından miras alıp alamayacağım soruyor. Hz. Ebû Bekir: Allah'ın Kitabında senin için böyle bir hak bulamadım. Resûlullah (s.a.v.)'den de böyle birşey duymadım dedikten sonra oradakilere soruyor. Mugire b. Şu'be kalkıyor ve bu durumdaki bir kadına Peygamber'in 1/6 pay verirken bizzat gördüğünü söylüyor. Bunun üzerine Hz. Ebû Bekir ona: "Senin yanında başka kimse var mıydı?" diyerek şahit getirmesini istiyor. Muhammed b. Seleme şahitlik edince Ebu Bekir, o kadına 1/6 pay veriyor. [139]
6- Hz. Ömer Ve Hadîs Rivayeti
Hz. Ömer de selefi gibi ihtiyatlı davranmıştır. O da ihtiyaç duyduğunda hadis rivayet eden kimseden şahit getirmesini istiyordu. Buharî, Said el-Hudrî'den şöyle bir rivayet naklediyor: En-sarın meclislerinin birinde oturuyordum. Ebû Musa geldi. Gayet endişeliydi. Niçin endişelisin? dediler. Dedi ki: Ömer'in kapısını üç defa çaldım, girmem için izin verilmedi, ben de geri döndüm. Ömer, bir adam salarak beni çağırttı ve niçin geri döndüğümü sordu, içeri girmek için üç kez izin istedim, gir diyen olmadı, ben de geri döndüm. Nitekim Peygamber (s.a.v.): "Biriniz üç kez girmek için izin istediği halde girmesine izin verilmezse, geri dönsün"[140] buyurmuştur, dedim. Ömer: "Allah'a yemin ederim ki, Peygamber'in böyle buyurduğuna dair delil (şahit) getireceksin" dedi. Sizden, peygamber'in böyle buyurduğunu duyan var mı? Übey b. Kab: Allah'a yemin ederim ki, burada oturanların en küçüğü bile bu hadisi duymuştur ve p seninle birlikte gelecektir, dedi. (Ravî diyor ki): Orada oturanların en küçüğü ben idim. Ebû Musa ile birlikte gittim ve Ömer'e, Peygamber'in böyle buyurduğunu söyledim. O zaman Ömer, Ebû Musa'ya şöyle dedi: "Ben seni itham ediyor değilim. Ancak insanların Peygambere isnad ederek ileri-geri Konuşmalarından endişe ediyorum."[141]
Hz. Ömer'in şahit getirilmesini istediğine dair pekçok misal vardır.[142] Ayrıca onun çokça hadis rivayet edenleri bu işten sakındırdığını da biliyoruz.
Şahit getirilmesini istemenin, sadece Hz. Ebû Bekir ve Hz. Ömer'le sınırlı bir olay olmadığım belirtmek gerekir. Şahit getirilmesini istemenin yanında rivayetten emin olmak için yemin ettirenler de vardı. Hz. Ali, metodunun yemin ettirme olduğunu belirtmektedir.[143]
Hz. Ömer'in çok hadis rivayet eden sahabîleri bu işten sakındırması, onların uydurma hadis nakletmelerinden kaynaklanmıyordu. Tesbit edebildiğimiz kadarıyla bunun iki sebebi vardı:
Birincisi: Gerekli hassasiyetin gösterilmesi ve hadisin Peygamber tararından söylendiği hususunda tam emin olmadan nak-ledilmemesidir. însan kasıtlı olmayabilir, ama insan olması hasebiyle unutabilir, yanılabilir. Hz. Ömer işte bu hususa dikkat çekmek istiyordu.
ikincisi: Hadislerle iştigalin, Kur'an'la iştigal etmenin önüne geçmemesidir.
Kur'an-ı Kerim, dinin temeli ve kaynağıdır. Müslümanların her şeyden önce Kur'an'ı öğrenmeleri ve onu anlamaya çalışmaları gerekir.
Kuraza b. Kab'm rivayetine göre Hz. Ömer onları Irak'a gönderirken Sırâr denilen yere kadar kendileriyle birlikte yürümüş ve kendileriyle buraya kadar gelmesinin sebebim bilip bilmediklerini onlara sormuştur. Onlar: "Çünkü biz, Rasûlullah'ın ashabıyız, bunun için bizimle buraya kadar yürümüş olmalısın, demişler. Bunun üzerine Hz. Ömer onlara şu tavsiyede bulunmuştur: "Siz öyle bir kavme gidiyorsunuz ki Kur'an'la çokça iştigal ediyor, onu çokça okuyorlar. Arı kovanının çıkardığı ses gibi her yer Kur'an okuma sesleriyle doludur. Sakın hadislerle onları meşgul edip Kur'an'dan alıkoymayasınız Kur'an'm'iyi okunmasına dikkat edin. Rasûlullah (s.a.v.)'den rivayeti de azaltın. Hadi gidin ben de sizinle beraberim."[144]
ilk dönem muhaddi si erinden bir kısmı da buna önem vermişlerdir, Muhaddislerden birçoğu, Kur'an eğitimini tamamladıklarından, en azından Kur'anin bir kısmım ezberlediklerinden emin olmadıkları kimseleri ders halkalarına almazlardı. Bu konuda Hafs b. Gıyâs şöyle diyor: A'maş'a gittim ve bana hadis anlat, dedim. Kur'an-ı Kerimi hıfzettin mi? dedi. Hayır, dedim. Öyleyse git, Kur'ani hıfzet ve sonra gel, dedi. Gittim, Kur'an'ı hıfzettim ve sonra tekrar ona geldim. Kur'an'dan bir miktar okumamı istedi. Oku-dum.-Beni dinledikten sonra bana hadis anlatmaya başladı.[145]
Hz: Ömer'in davranışım, onun sünnete karşı olduğu şeklinde değerlendirmemek gerekir. O sadece Kur'an'a daha fazla önem verilmesi gerektiğini, onunla daha fazla meşgul olmanın gerekliliğini vurgulamak istiyordu. Nitekim hilafeti döneminde sünnete dayanarak birçok hüküm verdiği bilinmektedir. [146]
7- Sahabe Döneminde Hadis Tenkidi
Hadislerin sahihlerim diğerlerinden ayıklamak için hadisi rivayet eden ravîlerden oluşan sened zincirinin, bir de nakledilen metnin tenkide tabi tutulması gerekir.
Ravi, iki yönden değerlendirmeye tabi tutulur. Bunlardan biri adalet, diğeri ise zabt'tır.
Kavinin adalet sahibi olması; müslüman ve muttaki olması demektir. Büyük günahları işleyen ve küçük günahlar üzerinde ısrar eden kişi, adalet sahibi değildir. Adalet vasfına sahip olması için ayrıca âkil ve baliğ olması gerekir.
Buna göre çocuğun, delinin, fasık kimsenin, bid'at ehlinden olanın rivayeti kabul edilmez. Ayrıca ücretle hadis rivayet eden kimsenin de rivayetini kabul etmemişlerdir.
Kavinin zabtından kasıt ise, onun uyanık biri olması, dalgın olmaması, şifahî yolla rivayet ediyorsa hafızasının güçlü olması .ye ezberlediğini olduğu gibi aktarabilmesi, eğer yazdığım aktarı-yorsa imlâsının ve okumasının iyi olmasıdır. Ayrıca mana ile hadisin rivayet edilmesini kabul edenlere göre -ki çoğunluk bu görüştedir- naklettiği hadisin konusuna vakıf yani âlim olmasıdır.
Buna göre unutkan kimsenin, rivayet etmediği bir hadis için sen bunu rivayet ettin denildiğinde tereddüt eden kimsenin, şâz hadisleri, bir de sahih hadislere muhalif hadisleri nakleden kimsenin rivayeti kabul edilmez.
Sahih hadisin belirlenmesi için hadisin metin yönünden de tenkide tabi tutulması gerekir. Metin tenkidinde kıstas olarak alınacak hususlar özet olarak şöyledir: Nakledilen hadisin Kur'an'a ve sahih sünnete muhalif olmaması, tarihî vakıalara ters düşmemesi, akla, his ve müşahedeye aykırı olmaması, ölçüsüzlükler ihtiva etmemesi, kendi bünyesinde çelişkiler taşımamasıdır.
Hadis tenkidine dair özet bir bilgi verdikten sonra sahabe döneminde hadis tenkidine geçebiliriz.
Rivayetlerde sened zikretme geleneği Islâmdan önce de Araplar arasında biliniyordu. Bazen şiir ve kıssaları senedleriyle zikrediyorlardı. Aynı geleneğin Rasûlullahin sünnetini naklederken de devam etmesi tabiîdir. Bununla birlikte Hz. Osman'ın öldürülmesi hadisesine kadar senedin gereği şekilde ciddiye alındığını söyleyemeyiz. Ancak bu olaydan sonra sened ciddiye alınmaya başlanmıştır. Çünkü bu olaydan sonra müslümanlar arasında grup ve fırkalar ortaya çıkmış, müslümanlarm birbirlerine güvenleri sarsılmıştır.
Belki Hz. Ebû Bekir'in nakledilen rivayetler için şahit istemesi, bu konuda Hz. Ömer'in onu takip etmesi, bir bakıma sened.ten-kididir ve senedi ciddiye alma çabalarıdır. Ancak her rivayet için böyle bir tenkid sözkonusu değildi. Ancak ihtiyaç duyulduğunda bu yola başvuruluyordu. Senedin gereği şekilde ciddiye alınması ve senedin yaygın bir şekilde kullanılması, belirttiğimiz gibi Hz. Osman'ın öldürülmesinden sonra gündeme gelmiştir. Muhammed b. Sîrîn'in (öl.HO/728) genelleme yaparak söylediği şu söz bunu göstermektedir: "Senedi sormuyorlardı. Fitne vukubulduğun-da, ravilerinizi belirtin, dediler. Böylece EhH Sünnet'ten olanların rivayetleri kabul edildi, bid'at ehlinin rivayetleri ise reddedildi."[147]
Mücahidin (Öİ.103/V21) îbnu Abbas hakkında şn anlattığıda ilk dönemde senedin aranmadığını göstermektedir.'"Mücahid diyor ki: Buşeyr el-Adevî îbnu Ahbas'a geldî ve anlatmaya koyularak "Rasulullah buyurdu ki... Rasûlullah buyurdu ki... " demeye başladı. O bu şekilde anlatmaya başlayınca îbnu Abbas ne onun sözüne kulak verdi ve ne de ona taraf baktı. Buşeyr: Ey Abbas'ın oğlu! Ben Rasûlullah'tan naklediyorum, sen beni dinlemiyorsun, dedi. Bunun üzerine îbnu Abbas şöyle dedi: Bir zamanlar biri "Rasûlullah (s.a.v.) buyurdu ki..." dediğinde pürdikkat kesilir onu can kulağıyla dinlerdik. Ama insanlar rastgele konuşmaya başlayınca ancak emin olduğumuzu almaya başladık.[148]
Bu ve benzeri rivayetler önceleri senede önem verilmediğini göstermektedir. Ne var ki senede önem verilmeye başlandığında geç kalınmamıştı. Çünkü hadis uydurmacılığı henüz yeni yeni başlıyordu. ,
Sahabe aöneminde sened tenkidi yukarıda anlatılanlardan da anlaşıldığı gibi o derece önem arzetmiyordu. Çünkü insanlar iyi niyetliydi, Peygamber (s.a.v.)'in eğitiminden geçmişlerdi. Fakat metin tenkidi her dönem için önem verilmesi gereken bir husustur. Çünkü insanın yaptığı hatalar her zaman kasıttan kaynaklanmaz, insan yapısı itibariyle unutabilir, yanılabilir, yanlış duymuş olabilir. Bu gibi durumlarda kişi, kasdî değildir ama yine hata etmektedir. Ayrıca hadis rivayeti konusunda kişi kasdî de davranmış olsa, unutma ve yanılma mahsulü de olsa sonuçta hata, yine hatadır. Aradaki fark sadece hata eden kişinin âhiretteki sorumluluğuyla ilgilidir. O halde metin tenkidi Asr-ı Saadette de önem arzediyordu.
Şunu da belirtmek gerekir ki metin tenkidi, herkesin rahatlıkla becerebileceği bir konu değildir. Tenkid yapacak kişinin ilmî bir birikime, ilmî dikkat hasletine, ince bir zekâya sahip olması, tenkid edeceği metnin muhteva ve diline bihakkın vakıf olması gerekir. Belki her şahabı bu meziyetlere sahip değildi, ama o toplumda bu meziyetlere sahip olanların oram, elbette diğer toplum-lardakilerin oranından daha fazladır.
Yapılan hatalar, unutma ve yanılmanın yamsıra şöyle bir durumdan da kaynaklanabiliyordu:
Cuma, bayram ve savaş öncesi yapılan toplantılar dışında Peygamber (s.a.v.)İn ilmî sohbetlerinin belli bir zamanı yoktu. Ashabının durumunu müsait bulduğu her anı firsat biliyor ve bunu değerlendiriyordu. Bu nedenle konuşmasının bir kısmım yaptıktan sonra meclise başka bir sahabî gelip oturabiliyor ve konuşmanın geri kalan kısmını dinliyordu. Bilahare dinlediğini nakletmesi sözkonusu olduğunda ancak dinleyebildiği kısmı naklediyordu. Konuşmanın tamamım dinlemediğinden naklettiği kısım, Peygamber (s.a.v.)'in anlatmak istediği sonuçtan farklı bir sonuca götürebiliyordu.
Sahabenin metin tenkidine gereken önemi verdiklerini rahatlıkla söyleyebiliriz. Daha Önce de dikkat çektiğimiz gibi Kur'an'm birçok âyetinde tefekkürün teşvik edilmesi, körü körüne başkasını taklit etmenin ve bir bilgiye sahip olmaksızın bir şeyin ardına düşmenin yasaklanması sahabenin diri bir İslâm anlayışına sahip olmalarım sağlamıştı. Müşriklerle ve Ehl-i kitap ile birlikte yaşamaları, zaman zaman onlarla ilmî tartışmalar yapmaları, haberleri tahkik ve eleştirme hasletlerini pekiştirmişti.
Sahabe metin tenkidi yaparken başvurdukları ilk kaynak Kur'an-ı Kerim'dir. Çünkü Kur'an-ı Kerim, diğer müminleri bağladığı gibi Peygamberi de bağlar. Peygamber'in Kur'an'a karşı görevi, onu olduğu gibi insanlara tebliğ etmesi, onu açıklaması ve emirlerine uyarak yasaklarından sakınmasıdır. Ö halde bir hadisin sıhhati için ilk ölçü, onun Kuış'arv^yetleriyle çelişmemeğidir. Nakledilen bir söz eğer Kur'an âyetleriyle çelişiyorsa, Peygamber onu söylememişti!»
Sahabeden bazısı, bir hadis naklederken, o hadisi destekle»; yen bir âyet okurdu. îbnu Mes'ud: "Size bir hadis naklettiğimizde onu doğrulayan bir âyet okuruz" dernektedir.
Ibnu.Abbas da şöyle demektedir: "Rasûlullah'tan bir hadis naklettiğimde onu Allah'ın Kitabında bulamazsanız veya insanların güzel buldukları müşterek değerlerine aykırı bulursanız, ben yalan söylemişim demektir."[149]
8- Metin Tenkidlerme Misaller
1. Fatıma bintu-Kays, kocası kendisini boşadığında Peygamber (s.â.V.ftn boşanan kadın için süknâ (iddet süresini evinde geçirmesi) ve nafaka verileceğine dair hüküm vermediğini nakletti. Hz. Ömer, onun bu rivayetini, «Apaçık bir hayasızlık yapmaları durumu hariç, boşanan kadınları evlerinden çıkarmayın, kendileri de çıkmasınlar.»[150] âyetine aykırı bulduğu için reddetmiş ve şöyle demiştir: "Unutması veya hata etmesi mümkün olan bir kadının rivayetine dayanarak Rabbimizin Kitabını ve Peygamberimizin sünnetini terkedemeyiz."[151]
Şüphelendiği rivayetler için şahit isteyen Hz. Ömer, rivayetin sıhhatini tesbit konusunda bir adım daha atmış ve bu davranışıyla rivayetin Kur'an'a ters düşmemesi gerektiğini anlatmak istemiştir. Onun bu davranışı metod haline gelmiş ve sahabe arasında yaygınlaşmıştır.[152]
2. Hz. Ömer suikast sonucu yaralanınca Suheyb: Ah kardeşim, vah kardeşim diyerek ağlamaya başladı. Bunun üzerine Hz. Ömer: Ey Suheyb, ağlıyor musun? Rasûlullah (s.a.v.): "Akrabalarının üzerine ağlamalarından dolayı ölüye azap edilir" buyurdu, dedi. Hz. Aişe'ye Hz. Ömer'in böyle dediği nakledilince Hz. Aişe şöyle deiştir: "Allah Ömer'e rahmet etsin. Allah'a yemin ederim ki Rasûlullah (s.a.v.) yakınlarının ağlaması sebebiyle ne azap edileceğini kasdetmedi. Aksine Rasûlullah'm ifadesi şöyledir: "Yakınlarının ağlamasından dolayı Allah kâfirin azabını arttırır." Size bu konuda Kur'an'daki şu âyet yeter: "Kimse kimsenin günahını yüklenmez. "[153]
Bu konuda başka bir rivayetten de sözedilmektedir. Rivayet Hz. Ömer'in oğlundan geliyor. Hz. Aişe'nin buradaki tashihi Kur'an'a daha uygundur. Sözkonusu rivayet şöyledir:
Abdullah b. Ömer babasının naklettiği hadisi aynen naklediyor. Bunu duyan Hz. Aişe şöyle diyor: "Allah Ebû Abdirrahman'ı bağışlasın. Birşey duydu fakat onu iyi ezbeıieyemedi. Yalan söylemedi ama unuttu veya hata etti. Rasûlullah, kendisine ağlanılan bir yahudi Ölüsüne rastlamış ve: "Onlar ölüye ağlıyorlar. Halbuki şimdi o, kabirde azap çekiyor" buyurmuştur, dedi. Sonra da: "Kimse kimsenin günahını yüklenmez." âyetini okudu.[154]
Hz. Aişe'nin bu rivayetteki tashihi daha isabetlidir. Sözkonusu ettiği âyetin anlamına da daha uygundur. Çünkü ilk rivayette kâfirin azabının, akrabalarının ağlamalarından dolayı arttırılacağını anlatıyor. Oysa âyette "kimse kimsenin günahını yüklenmez" buyuruluyor. Bazı âlimler, bu rivayette, ölmeden Önce kendisine ağlanılmasını isteyen kâfirin kastedildiğini söyleyerek rivayeti kurtarmaya çalışıyorlarsa da, rivayetin ifadesi mutlaktır ve rivayetten böyle birşey anlaşılmamaktadır. Halbuki Hz. Aişe'nin naklettiği ikinci rivayet Kur'an'a daha uygundur.
3. Ebû Hüreyre'nin kadın, binek ve evde uğursuzluk olduğuna dair bir hadis naklettiğini duyan Hz. Aişe şöyle demiş-tir:"Ebu'l-Kasım'a Kur'an'ı indirene yemin ederim ki, Rasûlullah (s.a.v,) onun dediği gibi değil, "Cahiliye ehli şu üç şeyde uğursuzluk bulunduğunu söylerdi." buyurmuştur. Hz. Aişe böyle dedikten sonra şu âyeti okumuştur.[155] «Yeryüzünde veya kendi nefislerinizde size isabet eden hiçbir şey yoktur ki bir kitapta yazılı olmasın.»[156]
Muhtemelen Ebû Hüreyre, Peygamber (s.a.v.): "Cahiliye döneminde şöyle diyorlardı..." dedikten sonra içeri girmiş, sözün baş tarafını kaçırmıştır.
4. Peygamber (s.a.v.)'in Allah'ı gördüğüne dair birtakım rivayetler vardır. Genelde bu haberler îbnu Abbas'a dayandırılmaktadır. Bu konu sahabe döneminde konuşuluyor olmalı ki Buhâri ve Müslim'in de naklettikleri bir rivayette şöyle deniliyor: Mesrûk diyor ki: Hz. Aişe'ye: "Ey anneciğim, Muhammed Rabbini gördü mü? diye sordum. Dedi ki: Söylediklerinden tüylerim ürperdi. Her kim Muhammed Rabbini gördü derse yalan söylemiştir." Hz. Aişe böyle dedikten sonra şu âyeti okudu: "O'nu (Allah'ı) gözler göremez. Fakat o gözleri görür. "[157] Hz. Aişe, sözüne devam ederek Pey-gamber'in Cebrail'i asıl sureti üzere iki defa gördüğünü söyledi.[158]
Başka bir rivayette mesele daha teferruatlı bir şekilde ele alınmaktadır. Bu rivayete göre Hz. Aişe, şu karşılığı vermiştir: "Her kim Muhammed Rabbini gördü derse Allah'a büyük bir iftira etmiştir." Mesruk diyor ki: "Ey müminlerin annesi, acele etme, Allah teâlâ; "Onu ufukta gördü"[159],Onu başka bir defa daha gördü"[160] buyurmuyor mu?" dedim. Şöyle cevap verdi: Ben, Rasûlul-lah'a bu konuda ilk soruyu soran müslümanım. Rasûlullah'a neyi gördüğünü sordum: "O, Cibril'di. Yaratıldığı suret üzere bu iki defadan başka onu görmedim. Gökten yere doğru iniyordu ve yer ile göğün arasını kaplamıştı." buyurdu. Mesruk, Hz. Aişe'nin daha sonra En'anı sûresinin 103.cü âyetiyle Şûra sûresinin öl.ci âyetini okuduğunu belirtmektedir.[161]
5. Yine Hz. Aişe'ye Ebu Hüreyre'nin: "Zinadan, doğan kişi, üçün (zina eden erkek ile kadın ve bunların oğlu) en şerlisidir" şeklinde bir hadis naklettiği aktarılınca Hz. Aişe: Hadis öyle değildir. Münafıklardan, Rasûlullah (s.a.v.)'i rahatsız eden bir adam vardı. Peygamber (s.a.v.): "Falan kişiden kim hakkımı alacak" buyurdu. Ashab: "O, bütün bu yaptıklarının yanında zina çocuğudur da" dediler. Bunun üzerine Rasûlullah (s.a.v.): "O zinadan doğan kişi, üçün en şerlisidir" buyurdu. Hz. Aişe daha sonra şu âyeti okudu: [162] "Kimse kimsenin günahını yüklenmez. "[163]
6. Hz. Aişe ve îbnu Abbas, Ebû Hüreyre'nin naklettiği, ellerin kaba daldırılmadan önce yıkanmaları gerektiğini anlatan rivayetini Islâmın kolaylık anlayışına aykırı bulduklarından dolayı reddetmişlerdir.[164]
7. Ebû,Hüreyre, Peygamber (s.a.v.): "Bir peynir parçası bile olsa ateş değmiş şeylerden yedikten sonra abdest alınmasıerekir" buyurmuştur deyince îbnu Abb'as sert bir şekilde karşr çıkmıştır.[165]
îbnu Abbas'm karşı çıkması, Peygamberin böyle durumlarda abdest almayıp namaz kıldığın bizzat görmesinden dolayıdır.[166]
Gerek Ebû Hüreyre'nin ve gerek îbnu Abbas'm rivayetlerini rivayet eden başka sahabîler de vardır. Bu rivayetler arasındaki çelişki nesh ile izah edilmektedir. Peygamber (s.a.v.)in ilk dönemlerde müslümanları temizliğe alıştırmak için abcjest alinayı şart koştuğu ifade edilmektedir.[167]
Netice olarak sahabe metin tenkidi yaparken ya metni Kur'an âyetlerine aykırı bulduklarından dolayı, ya bizzat Peygamberden duydukları birhadise aykırı bulduklarından dolayı ya da îslâmın genelinden anladıklarını baz alarak kendi re'yriyle tenkid ediyorlardı.
Sahabe arasında özellikle Hz. Aişe yaptığı metin tenkidleriy-le şöhret bulmuştur. Nitekim Zerkeşî onun yaptığı eleştirileri "el-Icâbe li îrâdi mâ Istedrekethu Aişe alâ's-Sahabe" ismi altında bir kitapta toplamıştır. Sahabe arasında diğer münekkidler şunlardır: Ubâde b. Samid, Abdullah b. Abbas, Enes b. Malik, Ömer b. el-Hattâb, Ali b. Ebi Talib, Abdullah b. Amr ve Zeyd b. Sabit.[168]
9-Sahabe Ve Mevzu Hadis
Peygamber (s.a.v.) kendi ağzından hadis uyduranları şiddetle kınamıştır. Bu konuda pek çok hadis vardır. Bunlar arasında "kim benim ağzımdan bilerek hadis uydurursa, cehennemdeki yerine hazırlansın" hadisi mütevatir olup altmıştan fazla sahabî tarafından rivayet edilmiştir.[169]
Peygamber (s.a.v.)'in, kendi ağzından,hadis uydurulmasını kınamasına dair hadislerinin çokluğunu, o 'dönemde bu işi yapanların çokluğuna yormamak gerekir. Herşeyden Önce bu kınama bir peygamber tarafından yapılmaktadır. Ayrıca önceki peygamberlere yalan isnadları da ortadadır. Bu konuda vahyin kendisini uyarmış olmasına da gerek yoktur.
Vasat bir akla sahip olan bir kişi bile peygamberlere yalan is-nad edildiğini ve edilebileceğini bilir.
Sahabe, hadis uydurmacılığı konusunda çok hassas idiler. Öyle ki, acaba bir kelimeyi unutmuş muyum diye yahut kelimeleri takdim te'hir ederim diye bizzat duyduğu hadisi nakletmekten endişe edenleri vardı.
Hadis uydurmamn ne zaman başladığı konusunu araştıranlar şöyle bir vak'a naklederler: Kim olduğu bilinmeyen bir şahıs, Hz. Peygamberin elbisesine benzeyen bir elbise giyerek, Medine'ye iki mil mesafede bulunan Benû Leys kabilesine gelir ve Hz. Peygamber'in kendisim salahiyetli bir memur olarak gönderdiğini söyler. Bu adam, cahiliye devrinde bu kabileden bir kadınla evlenmek istediği halde talebi reddedilmiştir. Bu sebeple mezkûr hileye başvurur ve doğruca o kadının evine veya kendisine gösterilen yere yerleşir. Bu tayin işinden şüphelenen kabile halkı, durumu tahkik etmek üzere içlerinden birini Peygambere gönderirler. Bu habere pek öfkelenen Hz. Peygamber "yalan söylemiş Allah düşmanı!" diyerek ashaptan birini veya Hz. Ebu Bekir ile Hz. Ömer'i vazifelendirir. Onu diri olarak yakaladıkları takdirde öldürmelerini, ölü olarak buldukları takdirde ise ateşte yakmalarını emreder. Kabileye varıldığında sahtekârın, gece dışarı çıktığı bir sırada yılan sokmasıyla öldüğü anlaşılır. Emrin ifasını müteakip Medine'ye dönüldüğü zaman, Hz. Peygamber: "Kim bilerek benim ağzımdan bir yalan uydurursa, cehennemdeki yerine hazırlansın" buyurur.[170]
Elbetteki Peygamber'in döneminde onun muarızları; münafık ve mürtedler vardı ve bunların hadis uydurmacılığına kalkışmaları düşünülebilir. Ancak bunun önü de bir bakıma tıkalı idi. Çünkü hem sahabe her verilen haberi rastgele kabul eden muhakemesi zayıf bir toplum değildi ve hem de Peygamber (s.a.v.) hayatta olduğu için bizzat kendisi bunu yalanlayacaktı. Ayrıca münafıkların birtakım tasavvurları, onlar henüz bu tasavvurlarını fiile dökmeden vahiy tarafından deşifre edilmişti. Bu durum onları bu yola başvurmaktan engelleyen önemli bir husustu.
Hz. Peygamber döneminde zikrettiğimiz hadise dışında hadis uydurulduğuna dair elimizde bir delil mevcut değildir. Sahabe arasında böyle bir durumla itham edilen de yoktur. Ancak Hz. Osman'ın şehit edilmesinden sonra batıl fırkalar ortaya çıkmış ve halkı davalarının doğruluğuna inandırmak ve taraftar kazanmak için hadis uydurma cihetine gitmişlerdir. Ayrıca işlerine gelmeyen kimi sahih hadisleri uydurma olmakla karalamaya çalışmışlardır.
itiraf etmek gerekir ki muhaddislerin takdire şayan çabalarına rağmen sonraki nesillerin kültürlerinin oluşmasında uydurma hadislerin etkisi büyük olmuştur. Her ne kadar muhaddisler, ümmeti uyarmak ve onları uydurma hadislerden uzak tutmak için mevzu hadisleri deflemiş ve ravîlerle ilgili değerli eserler telif etmişlerse de çoğu zaman yazdıkları kendi eserlerinde kalmıştır.
Belli bir dönemden sonra tabiri caizse çeyrek âlimler ümmet üzerinde daha etkili olmaya başlamış ve islâm kültürüne yön verir hale gelmişlerdir.
Genelde Ehl-i Sünnet dışı fırkaların hatalarım tenkit etmek kolaydır. Çoğu zaman bu tenkitlerin haklılığı da araştırılmadan kabul görebilir. Ancak iş Ehl-i Sünnet olarak bilinen birini tenkide gelince durum değişir. Tenkit eden haklı da olsa kimi çevrelerin karalamasından kurtulamaz. Esrarengiz yorumlarla tenkit edilen temize çıkarılır ve tenkit eden kişi karalanır. Halbuki Ehl-i Sünnet anlayışına göre en büyük müctehid bile masum değildir. Hata yapmış olması, onu müctehid olmaktan çıkarmaz ve yine büyük bir müctehid olarak kendisine saygı duyulur.
Ehl-i Sünnet içerisinde eserlerinde mevzu hadislere en çok yer verenler tasavvuf ehlidir. Aralarında muhaddislerin takip ettikleri yolu beğenmeyen ve rüya ile keşf yolunu tercih edenler az değildir. Hatta mevzu hadisleri caiz görenleri bile vardır. Muta-savvuf ve müfessir ismail Hakkı Bursevî, müfessirlerden Zamahşerî, Kadi Beydavî ve Ebu's-Suûd'un sûre sonlarında o sûrenin faziletiyle ilgili naklettikleri mevzu hadisler konusunda şöyle demektedir:
Bu hadisler hakkında âlimler çok şey söylemişlerdir. Kimi onları kabul etmekte ve kimi, imam Sağanı ve benzerlerinin mevzu oldukları iddialarına dayanarak onları reddetmişlerdir. Bu fakir kula görünen o ki: Bu hadisler ya sahihtir ya zayıftır veya uydurulmuş yalan mahsulü hadislerdir. Eğer sahih iseler, haklarında söylenecek bir şey yoktur demektir. Eğer senedleri zayıf ise, muhaddisler sadece tergib ve terhib (iyi amalleri işlemeyi teşvik ve kötülerinden sakındırma) konusunda onlarla amel edilebileceğine dair ittifak etmişlerdir. Eğer uydurma iseler, Hakim ve başkaları şöyle bir olay zikrederler: Zahidlerden biri, Kur'an-ı Kerim ve sûrelerinin faziletine dair hadis uydurmaya koyulmuş. Bunu niçin yapıyorsun, denildiğinde de şöyle demiştir: Baktım ki insanlar Kur'an'dan uzaklaşıyorlar, onları Kur'an'a teşvik etmek istedim. Kendisine: Ama Peygamber (s.a.v.) "Kim benim ağzımdan bilerek yalan söylerse cehennemdeki yerine hazırlansın" buyurmuştur, dediklerinde şu karşılığı vermiştir: Ama ben onun aleyhine değil, lehine yalan uydurdum. Nitekim "et-Tergib ve't-Terhib"in şerhi "Fethu'l-Karîb"te de öyle deniliyor:
Zahid kişi bu sözleriyle şunu kastediyor: Peygamberin aleyhine yalan uydurmak, Islâmm temellerinin yıkılışına, şeriat ve hükümlerin ifsadına götürür. Halbuki lehine yalan söylemek böyle değildir. Lehine yalan söylemek,şeriatına tabi olmayı ve izinden gitmeyi teşviktir. Nitekim îzzuddin b. Abdisselam şöyle demektedir: Söylenen sözler, maksatlara ulaşmak için birer araçtırlar, îyi maksada hem doğru sözle ve hem de yalan sözle ulaşmak mümkün ise yalan söylemek haramdır. Ama yalan sözle ona ulaşi-lacaksa, yalan söylemek caizdir. Ayrıca varılmak istenen maksat mubah ise, yalan söylemek mubah, varılmak istenen maksat va-cib ise, bu takdirde yalan söylemek vacib olur.[171]
Müfessirimiz bu sonuca vardıktan sonra ravilerin masum olmadıklarını, insanın unutma ve yanılma ile malul olduğunu, bu sebeple muhaddislerin sahih dedikleri bir çok hadisin haddizatında sahih olmadığım, Ibnu Arabî gibi büyük velilerin keşf yoluyla hadislerin değerini tesbit ettiklerini anlatır.[172]
Bursevî'nin, uydurma hadisin naklini caiz gören sözlerini eleştiri konusu yapan Yusuf el-Kardavî'nin şu sözlerine katılmamak mümkün değildir:
Kendisini Allah'ın Kitabım tefsir edenler zümresinden sayan ve bazılarının fakîh ve usulcü diye takdim ettikleri bu zatın böyle şeyler söylemesine şaşmamak mümkün değildir. Muhakkik âlimler için ilmin ABCsi sayılan hususları bilmeyen bu zatın ne fikhı olabilir!
Sûfî eğilimli bu şeyh, Allah'ın bizler için dini tamamladığını ve nimetini kemaliyle verdiğini bilmiyor. Artık bizim dinimizi tamamlayacak; sanki Allah'ın hatalarını düzeltiyor ve eksiklerini tamamlıyormuş gibi bir tavır içerisine giren birine ihtiyacımız yoktur. Sanki Muhammed (s.a.v. )'e. minnet edercesine: Uydurduğum hadislerle eksiklerini tamamlamak ve açık kalmış yönlerini doldurmak için senin lehine yalan uyduruyorum, diyor.
tmam tbnu Abdisselam'm sözlerine gelince, başka bir konuyla ilgili olarak söylenmiştir. Savaş, müslümanları barıştırma ve zalim biri tarafından kovalanan suçsuz birini kurtarma gibi konularla ilgilidir.
Kaldı ki Ibnu Abdisselam'm sözleri, bu iddiayı reddetmektedir. Çünkü o, hem doğru ve hem de yalan sözle ulaşılması mümkün olan iyi bir maksada ulaşmak için yalan söylemek haramdır, diyor. Diyoruz ki: Uydurma hadislerin teşvik ettikleri iyi davranışların tamamına ve bu tür hadislerin sakındırmak istediği kötülüklerin hepsine sahih ve hasen hadislerle ulaşmak mümkündür. Sahih ve hasen hadislerin bu konuda yeterli olduklarında şüphe yoktur. O halde tergib ve terhib için de yalan söylemek kesinlikle haramdır ve büyük günahların en büyüklerindendir.[173]
Kasdın yamsıra rüya ve keşf gibi iddialarla ya da bilgisizlik veya gevşek davranmaktan dolayı kültürümüze birçok mevzu hadis girmiştir. Bunların ayıklanması dinî bir görevdir. [174]
Sonuç
Kur'an-ı Kerim'i beyan etmekle görevlendirilen ve bize örnek olanarak takdim edilen Peygamber (s.a.v.)'in sünnetinin dindeki önemi büyüktür. Dini anlama ve yaşama konusunda başvurulacak ikinci kaynak olmakla nitelenmesi bundan dolayıdır.
Peygamber (s.a.v.), ya kendisine yöneltilen sorulara cevap olarak ya da kendisi ihtiyaç duyduğu durumlarda gelen vahyi açıklıyordu, ibadet ve hayatın pratiğiyle ilgili vahiyleri de bizzat uygulayarak insanlara rehberlik ediyordu.
Peygamber (s.a.v.)'in açıklamalarının vahiy eseri olup olmadığı, metlüv vahiy dışında Peygambere vahyin gelip gelmediği meselesini tartışmak, zannedildiği gibi sonuçta herhangi bir değişiklik ortaya çıkarmaz. Peygamber (s.a.v.)'in kimi davranışlarının vahiy tarafından düzeltilmiş olması, Peygamberin de ictihad-larının bulunduğuna ve bu ictihadlannın bazısında hata ettiğine kesin delilidir. Ancak ictihad etmiş olması, sünnetinin müslümanları bağlamadığı anlamına gelmez. Çünkü Peygamber (s.a.v.) ictihadlannda yanıldığı takdirde bu yanılmalar vahiy tarafından düzeltilmiştir. Düzeltilmemiş olsaydı^Kur'an-ı Kerim'de Peygamber (s.a.v.) bize örnek olarak takdim edilmezdi. Hatası üzere devam eden bir içtihadın örnek olarak takdim edilmiş olması düşünülemez. Önemli olan sünnet olarak takdim edilen söz ve fiillerin gerçekten Peygamber tarafından söylenmiş veya yapılmış olduğunu tesbit etmek ve o söz veya davranıştan ne kastedildiğini iyice anlamaktır.
Sahabe, Peygamber'in sünnetine Önem veriyor ve onu birbirlerine aktarıyorlardı. Nakledilen sözün Peygamber'e ait olup olmadığı konusunda bir şüpheleri sözkonusu olduğunda Peygamber'e giderek onu tahkik ediyorlardı. Peygamberin vefatından sonra ise, tahkik için ya haberi nakledenden şahit getirmesini istiyorlardı veya ona yemin ettiriyorlardı.
insanların Kur'an ile olan ilgilerini azaltıp daha çok hadislerle meşgul olmaları ya da hadislerin Kur'an'a karışması endişesiyle sahabe döneminde hadislerin yazılması yaygın değildi. Hadislerin yazılması genelde hoş karşılanmıyordu ki o dönemde yazılan hadislerin toplamı, bugünkü hacimli hadis eserlerinin biri kadar bile değildir.
Peygamber (s.a.v.)'in vefatından sonra nakledilen hadisler ihtiyatla karşılanmış, nakledilen sözün Peygamber'e ait olup olmadığı araştırılmıştır.
Hz. Osman'ın şehit edilmesinden sonra rivayet zincirine daha çok önem verilmeye başlanmıştır. Çünkü o zamana kadar müslümanlar birbirlerine güveniyorlardı. Hz. Osman'ın şehit edilmesinden sonra fırkalar ortaya çıkmış, müslümanlar arasında guruplaşmalar başlamıştır. Hadis uydurma işi de bu dönemden sonra başlamıştır.
Sahabe, raviler zincirinin yanısıra metin tenkidi işine de önem vermişlerdir. Nakledilen hadisler Kur'an âyetlerinin ışığında eleştirilmiştir. Islâmın genelinden anladıklarını baz alarak da eleştiri yapmışlardır.
Sahabeyi takip eden nesillerde de muhaddisler nakledilen hadisleri hem raviler zinciri ve hem de metin açısından eleştiriye tabi tutmuşlardır. Ancak bu eleştirilerin yeterince yapıldığını, oluşan islâm ümmetinin kültürü üzerinde arzu edildiği kadar etkili olduklarım söyleyemeyiz. Ümmetin kültürünün oluşmasında uydurma hadislerin o kadar etkisi olmuştur ki bu kültürün yeniden bir değerlendirmeye tabi tutulması, nakledilmiş hadislerin hem sened ve hem de metin açısından ciddî ve tutarlı bir tenkide tabi tutulması kaçınılmaz olmuştur. [175]
BİBLİYOGRAFYA
Ahmed b. Hanbel; Müsned, Beyrut-1313 h.
Ahmed Emin; Fecru'l-îslâm, Beyrut-1969.
Aliyyu'1-Karî; Şerhu'ş-Şifâ, Daru'l-Kütübi'l-İlmiyye, Beyrut-tarihsiz.
Acurrî, EbuBekr, Muhammed b. Huseyn; Ahlâku Hameleti'l-Kur'an, Beyrut-1987.
Âlusî; Ruhu'l-Maânî, Beyrut-tarihsiz.Buharî, Ebû Abdillah b. ismail; el-Câmiu's-Sahîh, lstanbul-1315h.
Bağavî, Muhammed b. Huseyn b. Mes'ud el-Ferrâ'; Maâlimu't-Tenzîl, Beyrut-1987.
Buhârî, Ebû Abdillah Muhammed b. İsmail; el-Câmiu's-Sahîh, îstanbul-1315 h
Cassas, Ebû Bekr; Ahkâmu'l-Kur'an, Daru'l-Kitabi'I-Arabî, Beyrut-Tarihsiz.
Dârimî; Sünen, Daru Îhyai's-Sünneti'n-Nebeviyye, Beyrut-tarihsiz.
Ebû Davud, Süleyman b. el-Aş'as es-Sicistânî; Sünen, Mı sır-tarihsiz.
Ebû Şuhbe, Muhammed; el-Madhal li Diraseti'l-Kur'ani'l-Kerim, Kahire-1972.
Halid Abdurrahman el-Akk; Usûlu't-Tefsîr ve Kavaiduh, Dmaşk-1986.
İbnu Kesîr; Tefsîru'l-Kur'ani'l-Azîm, Kitabu'ş-Şa'b, Kahir e-tarihsiz.
İbnu Kesîr; el-Bidaye ve'n-Nihaye, Beyrut-1966.
îbnu Mâce; Sünen, Mısır-1952.
İbnu Teymiyye, Takiyyu'd-Vin; Mecmûu'l-Fetâvâ, 1399 h.
ibnu Teymiyye, Risaletun fi İlmiz-Zâhir ve'l-Batın,
Mecmûta'r-Resâili'l-Munînyye-, Beyrut-1970.
îbnu Hacer el-Askalânî; Fethu'l-Bârî, Kahire-1959.
îbnu Kayyim el-Cevziyye; Î'lamu'l-Muvakıîn, Matbaatu's-Saade-1955.
İbnu Kesîr, es-Siretu'n~Nebeviyye, Kahire-1964.
îsmail Hakkı; Rûhu'l-Beyân, el-Matbaatu'1-Usmaniyye, 1306 h.
Gazali; îhyau Ulûmid-Din, Kahire-1967.
Kettânî, Abdu'l-Hayy; et-Teratîbu'l-îdariyye, Daru Îhyai't-Turasi'l-Arabî, Beyrut-tarihsiz.
Kurtubî; el-Câmi' li Ahkâki'l-Kur'cn, Beyrut-1965-1966.
İ / 258Asr-i Saadet'te Kur'an ve Sünnet'in Anlaşılması
M. Yaşar Kandemir; Mevzu Hadisler, Ankara-1975.
Muhammed Accâc el-Hatîb; es-Sünnetu Kable't-Tedvtn, Kahire-1988.
Muhammed Hamidullah, (tbnu Ishak'ın Siyer'ine yazdığı mukaddime), Kon- ya-1981. Muhammed Mustafa el-A'zamî, Menhecu'n-Nakd Înde'l-Mııhaddisîn, Suudi Arabistan-1990.
Mûsâ İbrahim el-Ibrahim, Teemmulât Kur'aniyye, Amman-1979. Müslim; Sahihu Müslim, Mısır-1955-1956. Nesâî, Ebû Abdirrahman; Sünen, İstanbul -tarihsiz-. Nevevî, Sahîhu Müslim bi Şarhi'n-Nevevî, Kahire-1349 h. Nevzat Âşık; Sahabe ve Hadis Rivayeti, tzmir-1981. Nureddin el-Itr; Menhecu'n-Nakd fi Ulûmi'l-Hadîs, Dmaşk-1981. Subhî es-Salih; Hadis İlimleri ve Hadis Istılahları, -çev. M. Yaşar Kandemir-Ankara-1973.
Suat Yıldırım; Peygamberimizin Kur'an Tefsiri, îstanbul-1983. Suyûtî; Âdâbu Hameleti'l-Kur'an, Beyrut-1987. Suyûtî; el-îtkanft Ulûmi'l-Kur'an, Mısır-1978. Şatibî; el-Muvafakat ft Usûli'ş-Şeria, el-Mektebetu'r-Rahmaniyye, Mısır-tarihsiz.
Taberî; Câmiu'l-Beyân an Te'vîli Âyi'l-Kur'an, Beyrut-1988. Tirmizî; Sünen, Kahire-1937. Vehbe ez-Zuhaylî; Usûlu'l-Fıhhi'l-îslâmî, Dmaşk-1986.Yusuf el-Kardavî;
Keyfe Netehamelu maa's-Sünneti'n-Nebeviyye, Mısır-1990 Zamahşerî; el-Keşşâf, îr an-tarih siz,
Zehebî, Şemsu'd-Din Ebî Abdillah; Tezkiretu'l-Huffâz, Hindistan-1333 h. Zerkeşî, Bedruddin; el-îcâbe, Beyrut-1970. Zebîdî, Zeynu'd-Din Ahmed b. Ahmed; Sahih-i Buharı Muhtasarı Tecrid-i
Sarih Tercemesi, -Çev. ve şerheden, Kâmil Miras-, Ankara-1971. Zehebî, Muhammed Huseyn; et-Tefsîr ve'l-Mufessirûn, Mısır-1976. Zehebî, el-îsrâiliyyât fı't-Tefsîr ve%Hadis, Mısır-1986. Zerkeşî, Bedruddin; el-Burhanfi Ulûmi'l-Kur'an, Beyrut-tarih siz. [176]
[107] Buhârî, Ezan 18-60; Darimî, Salât 42; Ahmed b. Hanbel, Müsned, V. 56.
[108] Bk. Maide, 5/68..
[109] Nahl, 16/44.
[110] İbnu Kayyim el-Cevziyye, Î'lâmu'l-Muvakkiîn, Matbaatu's-Saade-1955, I. 202..
[111] Ahzâb, 33/21.
[112] Nisa, 4/80.
[113] Nisa, 4/59.
[114] Zamehşeri, el-Keşşaf, İran-tarih s iz, I. 524; ibnu Kesîr, Tefsîru'l-Kur'ani'l-Azîm, Kahire-tarihsiz, II. 304; Ebu's-Suûd, Îrşadu'l-Akli's-Selîm, Kahire-tarihsiz, II. 193.
[115] Enfal, 8/20.
[116] Nisa, 4/65.
[117] Âluîmrân, 2/31-32.
[118] Zebîdî, Tecrid-i Sarih Tercemesi, Ankara-1972, II. 592-593
[119] Bk. İbnu Hacer el-Askalanî, Fethu'1-Bârî, Kahire-1959,1.195; Muhammed Accâc el-Hatîb, es-Sunnetu Kable't-Tedvîn, Kahire, 1988, s, 58-60.
[120] Ibnu Kesîr, es-Siretu'n-Nebeviyye, Kahire-1964, II. 402-403.
[121] Müslim.
[122] Şarhu'ş-Şifâ, Daru'l-Kiitübi'l-îlmiyye, Beyrut-tarihsiz, II. 244.
[123] Sahabeden bazılarının takındıkları bu tür tavırlar konusunda bk. Muhpmmed Accâc el-Hatîb, a.g.e., s. 85-88. Doç. Dr. M. Sait Şimşek, Bütün Yönleriyle Asr-ı Saadet’te İslam, Beyan Yayınları: 1/233-237.
[124] Müslim, Zühd 16; Ahmed b. Hanbel, Müsned, III. 12, 21..
[125] Ebû Davudim; Ahmed b. Hanbel, Müsned, X. 21-22.
[126] İbnu İshak'ın Siyer'ine yazdığı mukaddime, Konya-1981, s.y.
[127] Ahmed Emin, Fecru'l-îslâm, Beyrut-1969, s. 209; Musa İbrahim el-îbrahim, Teemmulât Kur'aniyye, Amman-1979, s. 9.
[128] Subhi es-Salih, Hadis ilimleri ve Hadis İstilahlan, -çev. M. Yaşar Kan demir , Ankara-1973, s. 15.
[129] Bk. Nureddin el-Itr, Menhecd'n-Nakd fi Ulûmi'l-Hadis, Dmaşk-1981, s. 43-45..
[130] Doç. Dr. M. Sait Şimşek, Bütün Yönleriyle Asr-ı Saadet’te İslam, Beyan Yayınları: 1/237-239.
[131] Daha geniş bilgi için bk. Muhammed Accac el-Hatîb, es-Sünnetu Kable't-Tedvin, Kahire-1988, s. 126 ve devamı; Nevzat Aşık, a.g.e., s. 180 ve devamı.
Doç. Dr. M. Sait Şimşek, Bütün Yönleriyle Asr-ı Saadet’te İslam, Beyan Yayınları: 1/239.
[132] Müslim, Musâfirûn, 120.
[133] Buhârî, Mezâlim, 25.
[134] Nesâî, Menasik 46.
[135] Doç. Dr. M. Sait Şimşek, Bütün Yönleriyle Asr-ı Saadet’te İslam, Beyan Yayınları: 1/239-241.
[136] Zehebî, Şemsu'd-Din Ebû Abdillah; Tezkiretu'l-Huffâz, Hindistan-1333 h:, 1.4.
[137] Zehebî,a.g.e.,I. 3-4.
[138] İbnu Kayyim el-Cevziyye, Î'lâmu'l-Muvakknn, Kahire-1968,1. 61.
[139] Doç. Dr. M. Sait Şimşek, Bütün Yönleriyle Asr-ı Saadet’te İslam, Beyan Yayınları: 1/241-242.
[140] Buharî.
[141] Zehebî, Tezkiretu'l-Huffâz, I. 8.
[142] Daha geniş bilgi ve misaller için bk. Nevzat Âşık, a.g.e., s. 172-174..
[143] Ahmed b. Hanbel, Müsned, 1.154,174,178; Zehebî, Tezkiretu'l-Huffar, I. 10; Muhammed Accâc el-Hatîb, a.g.e., s. 116.
[144] Kurtubî'nin Camin Beyani'l-îlm isimli eserinden naklen, Ahmed Emin, Fecru'l'İslâm, Beyrut-1969, s. 210.
[145] Muhammed Accâc el-Hatîb a.g.e., s. 155.
[146] Doç. Dr. M. Sait Şimşek, Bütün Yönleriyle Asr-ı Saadet’te İslam, Beyan Yayınları: 1/242-244.
[147] Nevevî, Sahihu Müslhn bi Şerhi'n-Nevevi, Kahire-1349. h. I. 84.
[148] Nevevî, a.g.e. , I, 80..
[149] Darimî, Sünen, Çam Îhyafs-Sünneti'n-Nebeviyye» -baskı yen ve tarihi yok-, 1.146.
Doç. Dr. M. Sait Şimşek, Bütün Yönleriyle Asr-ı Saadet’te İslam, Beyan Yayınları: 1/244-247.
[150] Talak, 65/1.
[151] Buhârî, Talak, 41..
[152] Muhammed Mustafa el-A'zamî, Menhecu'n-Nakd İnde'l-Muhaddisln, Suudi Arabistan-1990, s. 77.
[153] En'am 6/164; îsrâ 17/15; Fatır 37/18; Necm, 53/38; Zümer, 39/7. Rivayet için bk. Zerkeşî, el-îcâbe, Beyrut-1970, s. 76..
[154] Ahmed b. Hanbel, Müsned, VIII. 88-89; Zerkeşî, el-îcâbe, s. 102.
[155] Zerkeşî, el-îcabe, s. 114.
[156] Hadid, 57/22..
[157] En'am, 6/103.
[158] Zerkeşî, îcâbe, s. 96.
[159] Tekbîr, 81/23.
[160] Necm, 53/13.
[161] Zerkeşî, îcabe, s! 96-97..
[162] Zerkeşî, a.g.e., s. 119.
[163] En'am, 6/164; Isrâ, 17/15; 37/Fatır 18; Necm, 53/38; Zümer, 39/7..
[164] Şatibî, el-Muvafakat, ÎU. 20.
[165] Nesâî, Taharet, 121.
[166] Müslim, Hayz, 90..
[167] Beyhakî, es-Sünenu'l-Kübrâ, Haydarâbâd-1344h. I. 55..
[168] Nevzat Aşık, Sahabe ve Hadis Rivayeti, s. 250-251.
Doç. Dr. M. Sait Şimşek, Bütün Yönleriyle Asr-ı Saadet’te İslam, Beyan Yayınları: 1/247-251.
[169] Hadisin kaynaklan ve bu konudaki diğer hadisler için bk. M. Yaşar Kandemir, Mevzu Hadisler, Ankara,1975, s. 17-19..
[170] M. Yaşar Kandemir, a.g.e., s. 24.
[171] İsmail Hakkı, Rûhu'l-Beyan, el-Matbaatu'l-Usmaniyye-1306,1. 977-978.
[172] Aynı kaynak, I. 978.
[173] Yusuf el-Kardavî, Keyfe Neteâmelu maa's-Sünneti'n-Nebeviyye, Mısır-1992, s. 36.
[174] Doç. Dr. M. Sait Şimşek, Bütün Yönleriyle Asr-ı Saadet’te İslam, Beyan Yayınları: 1/251-255.
[175] Doç. Dr. M. Sait Şimşek, Bütün Yönleriyle Asr-ı Saadet’te İslam, Beyan Yayınları: 1/255-256.
[176] Doç. Dr. M. Sait Şimşek, Bütün Yönleriyle Asr-ı Saadet’te İslam, Beyan Yayınları: 1/257-258.