- Asr-ı saadette spor

Adsense kodları


Asr-ı saadette spor

Smf Seo Versiyon , -- Seo entegre sistem.

rray
hafız_32
Sat 2 October 2010, 10:41 am GMT +0200
ASR-I SAADETTE SPOR


Doç. Dr. Vecdi Akyüz
 

(Marmara Üniversitesi ilahiyat Fakültesi Öğretim Üyesi, istanbul)

Vecdi Akyüz 1955 yılında Kırklareli'nin Üsküp bucağında doğ­du. İlkokulu aynı yerde bitirdi. Î.H.L.rrin orta kıs­mını Tekirdağ, lise kısmım İstanbul Fatih İ.H. L.nde tamamladı 1978 yılında İstanbul Yüksek İslâm Enstitüsünden mezun oldu. 1985 yılında Marmara Üniversitesi İlahiyat Fakültesinde okutman olarak görev aldı. 1989'da "Emevilerin Kuruluş Devrinde İslâm Amme Hukukunun Ge­lişmesi" konulu teziyle doktor oldu. 1992 yılında İslâm Hukuku doçenti oldu. Eserleri:

- Devlet ve Îşçi-İşveren İlişkileri

- Hilafetin Saltanata Dönüşmesi [1]

 

Giriş
 

Spor, fizik kondisyonu iyileştirmeyi amaçlayan, oyun, yarış­ma ve mücadele anlayışıyla yapılan fizik etkinliklerdir. İnsanlar, tarih boyunca koştular, tırmandılar, ağır nesneleri kaldırdılar, yüzdüler. Ne var ki, bu fizik etkinlikleri her zaman spor amacına yönelik ve yarışma biçiminde olmadı.

Eski Mısır'da spor oldukça yaygındı. Firavunlar, ülkeyi yöne­tecek yetenekte olduklarını, avcılıkta ve ok atmadaki üstünlükle­rini göstererek kanıtlardı. Böyle gösterilerde firavunlar bir başka kişiye karşı yanşmazdı. Bunun için olağanüstü başarılan yalnız­ca birer efsane de olabilir. Sıradan Mısırlılar ise atlama, güreş, sı­rık dövüşü ve top oyunları gibi sporlarla ilgilendiler.

Eski Yunan ve Girit'te spor gösterileri hem dinî, hem din dışı amaçlarla gerçekleştirilirdi. Din ve sporun birleştirildiği en ünlü spor etkinliği, başlangıcı M.Ö. 776 olarak belirlenen, ama geçmişi büyük olasılıkla daha eskilere uzanan olimpiyat oyunlardır. M.Ö.1500 yılma doğru Giritliler dansa, koşulara, güreşe ve boğa­larla yapılan dövüşlere büyük ilgi gösterdiler. Antik çağda Yunan­lılar koşma, atlama, disk ve mızrak atma, pankreas güreşlerinin yamsıra top oyunları da oynuyorlardı.

Romalılar, Yunanlıların stad oyunlarının yerine sert ve acı­masız olan sirk oyunlarım tercih ettiler : Zırhlı eldivenlerle yapı­lan yumruk dövüşü, pankreas, yarış arabaları... Eski Roma'da savaş arabası yarışları, en yaygın spor gösterilerindendi. Ama atletizm, boks, güreş, cirit ve disk atma gibi sporlara da ilgi göste­rilirdi. Gladyatör dövüşlerinde, ya insan insana karşı, ya da in­sanlar hayvanlara karşı mücadele ederdi.

Eski Türklerde ilkel sporlar, M.Ö. 500'lerde, dinî törenlerin bir parçası olarak başlamıştır. Bu sporlar Orta Asya'daki ilk Türk kavimlerinde görülen ve daha sonra da sürdürülen okçuluk, bini­cilik, avcılık, kılıç oyunları, ağırlık kaldırma ve atma ile koşu ve güreştir. Avcılık yapan göçebe kabileler arasında polo ve hokeyi andıran atlı sporlar gelişti.

Hz. Peygamber (s.a.v.) her mü'minin hayırlı, ancak kuvvetli müminin zayıf mü'minden daha hayırlı olduğunu bildirmektedir. "Kuvvetli" sözü gerek fizik bakımından, gerekse iktisadî açıdan güçlülüğü kapsayacak mahiyettedir. Fizik olarak güçlü bir mü'minin bedenî ibadetlerini daha iyi yerine getireceği, insanlara daha yararlı olacağı muhakkaktır. Malî bakımdan güçlü olan bir mü'minin insanlara yapacağı yardım elbette yoksul bir mü'min­den fazladır. Hadisin sonunda Hz. Peygamber insanların kendile­rine fayda verecek konularda hırslı olmalarım acz içinde olmama­larını tavsiye etmiştir.

Hz. Peygamber döneminde insanların hayat tarzı fazladan bir spor yapmayı gerektirmeyecek kadar ağırdı. Çölde geçen yolculuklar, ticaret kervanlarıyîa birlikte, seferler dolayısıyla, çobanlık yaparken yapılan süren kilometrelerce sıcak çöl iklimin­de arapları, yerleşik medenî toplumlardan daha haraketli, güç­lüklere daha dirençli bir hale getirmişti. Aralarında savaş eksik olmayan arap kabileleri, gençlerini buna hazırlamak zorundaydı. Bunun için savaş oyunları yapma âdeti yaygındı.

Hz. Peygamber zamanında yapılan bazı sporlar gençleri ciha­da hazırlamaya yöneliktir. Hz. Peygamber, çocuklara ata binme, ok atma ve yüzmenin öğretilmesini ister. [2]

 

Birinci Bolüm


GÜREŞ, HALTER, YÜZÜCÜLÜK VE BİNİCİLİK


I. Güreş
 

Güreşin tarihi çok eskilere uzanır. Eski uygarlıkların haya­tında Önemli bir yeri vardı. M.O. 2500'den başlayarak Mısırlı as­kerler sopalarla güreş ve savaş çalışmaları yaparlardı. Mısır'da beni Hasan köyündeki duvar resimlerinden, M.Ö. 2000 yıllarında bu ülkede güreş tekniğinin çok üstün olduğu anlaşılır. Güreş, Eski Yunan'da da gözde bir spor dalı, jimnastik eğitiminin bir parçası ve Beşli yarışmalarda en çok önem verilen yatıştı. M.Ö. 648 de dü­zenlenen olimpiyat oyunlarında güreşe de yer verilmiştir. Romalı­larda güreş gladyatörler arasında yapılırdı. Bizans'ta ise impara­tor Flavius Theodosius I (379-95) döneminde,.güreş yasaklandıysa da, ondan sonra yemden serbest bırakıldı. Eski Türklerde de gü­reş yaygındı. Dede Korkut Hikayelerinde güreş tutan yiğitlerden sık sık söz edilmekte, kadınların da aralarında güreşe tutuştuğu anlatılmaktadır.

Asr-ı Saadette meşru ve yaygın sporlardan biriside güreştir. Rukâne adlı sırtı yere gelmeyen pehlivan, Mekke'de bu spor dalın­da isim yapmıştı. Kendisi o derece iri ve o kadar kuvvetliydi ki, şa­yet bir sığır yahut deve derisi yere serilse ve o bunun üzerinde ayakta dursa, halk da bu deriyi uçlarından çekip asılsa, o olduğu yerde kalır, deri yırtılırdı. Rukâne, bir gün koyun sürüsünü otlatı­yordu. Hz. Muhammed (s.a.v.), Bathâ'da kendisine rastladı ve onu islâm'a davet etti. Bundan sonraki gelişmeyle ilgili olarak iki riva­yet vardır:

1) Rukâne, onun bu ilahî görevinin bir delili olarak, emrede­rek ağaçları yürütmesini istemiştir. Hz. Peygamber ona şöyle dedi: "işte şurada bir ağaç duruyor; ona git ve benden ona, ötede duran diğer ağaca doğru yürüyüp yamna gitmesini söyle!", Rukâ­ne, kendisinin sahip olduğu maharetten çok emindi. Ağaçların bu yürüyüşünden tatmin olmayarak, Hz. Muhammed'e kendisiyle güreşmesini teklif etti. Yenilirse, dinine gireceğine söz verdi. Üç defa üstüste sırtı yere gelmesine ve hatta ağaçların yürüdüğünü gözleriyle görmüş olmasına rağmen müslüman olmadı.[3]

Müslüman olmamakla kalmadı, Mekke'deki putperestlerin yanına koştu ve onlara Muhammed'i ellerinde iyi saklamalarım ve diğer kabilelerle olan şeref ve üstünlük münakaşa ve yarışma­larında ondan yararlanmalarım, zira onun pek fevkalâde şeyler yapıp göstermeye muktedir dünyanın en üstün sihirbazı olduğu­nu haber verdi.[4]

2) Rukâne'nin güreş teklin üzerine, Hz. Muhammed (s.a.v.), ona şöyle cevap vermiştir; "Kabul; ancak ben yenersem sürünün üçte birini ödül olarak isterim." Gerçekten de üç defa yenilmesi ve bunun sonucunda sahip olduğu sürünün tamamını kaybetmesi üzerine, karısından korkusu sebebiyle ağlamaya başladı. Hz. Mu­hammed (s.a.v.), ona şöyle dedi: "Korkma: Bütün bu üç yenilginin ödül tutarını, bu defalık almayı ve bütün malım kaybetmeni iste­miyorum. Haydi şimdi onları al ve selâmetle git!"

Bu davranış karşısında, mucizelerden de çok duygulanan Rukâne, hemen orada "Sen Allah'ın elçisisin, ben senin getirdiğin dini kabul ediyorum" diye haykırmıştır.[5]

Rukâne'nin "Ey Muhammed! Şimdiye kadar beni hiç kimse yenemedi. Beni yenen sen değil, sahip olduğun manevî güçtür." dediği de nakledilir.

Askerî seferlere katılabilmeye gücü yettiğini Hz. Peygam-ber'e (s.a.v.) ispatlamak maksadıyla bazı delikanlılık çağındaki sahabîler, onun huzurunda güreşe tutuşurlardı. Bunun sebebi, yaşı küçük olanlar şayet kendilerinden büyük olan öteki gençlere üstünlük sağlayabilirlerse, gönüllü sıfatıyla bu savaşlara katıla­bilme hakkını elde etmekti.[6]

Güreş için özel bir yer ve minder gibi malzemelerin olup olma­dığını tam olarak bilmiyoruz. Herhalde uygun alanlarda güreş tu­tuluyordu. [7]

 

II. Ağır Kaldırma (Halter)
 

Hz. Peygamber (s.a.v.), bir gün içlerinde hangisinin daha kuv­vetli olduğunu bilebilmek için, büyük bir taşı yerden kaldırmaya çalışan bir yığın insanın yanından geçmiş ve bu yarışlarında hiç­bir kötü yan bulmamıştı.[8]

 

III. Yüzücülük
 

Hz. Peygambere (s.a.v.), şöyle buyurmuştur: "Çocuklarınıza ok atmayı, ata binmeyi ve yüzmeyi öğretiniz."[9]

Bu hadis, yüzücülüğün mubah olduğunu, çocuklara Öğretil­mesinin de tavsiye edildiğini gösterir.

Hz. Peygamber bizzat kendisi de yüzme öğrenmişti. Bir defa­sında annesi ve Ummu Eymen adındaki kadın köleyle birlikte, henüz çocukken Medine'ye gitmiş, Benû Neccâr kabilesinden en-Nabiğa adında birinin evinde kalmışlardı. Babası Abdullah'ın mezarı da buradaydı. Rasûlullah (s.a.v.), işte bu kabileye ait bir su birikintisinde bu gezisi sırasında yüzmeyi öğrenmişti.[10]

 

IV. Binicilik
 

A- At Yarışları
 

Biniciliğin çok eski zamanlardan beri var olduğu bilinir. Sü­vari denen atlı askerler tarih boyunca savaşlarda önemli bir rol oynamıştır. Çinliler M.Ö. 2600'de süvari birlikleri kullanmışlar­dı. Binicilikte ustalık ve rahatlık 5. Yüzyılda eyerin bulunmasın­dan sonra arttı. Eski Yunan'da M.Ö. 700 yıllarında düzenlenen olimpiyat oyunlarında at yarışlarının yapıldığı bilinmektedir. Romalılar hipodromlarda, sürücülü bir aracı çeken atları yarıştı-rırdı. Hititliler, Asurlular ve Mısırlılar ise binicili at yarışları düzenlerdi. Kuzey Afrikalı, Çinli, Pers, Türk ve Arap binicilerin de atlı yarışlar yaptığı bilinmektedir. Türklerin biniciliğe ilgisi Orta Asya'da göçebe olarak yaşadıkları eski çağlara dayanır. Eski Türklerin çöğen, cirit gibi at sırtında oynanan oyunlarda usta ol­dukları bilinir. Orta Asya'da M.Ö. 4. yüzyılda eyer kullanıldığını gösteren arkeolojik bulgular vardır.

islâm'dan önceki Cahiliye dönemi Mekke'sinde at yarışları için bir saha bulunuyordu.[11]

Hz. Peygamber (s.a.v.), "Ok atma, at ve deve yarışı dışında ödül caiz değildir."[12] buyurarak, bu tür sporları teşvik etmiştir.

Yarış atı olmayan atlar için yarış alanı, bir mil uzunluğunda­ki Seniyyetu'1-Veda ile Benî Zureyk mescidi arası, yarış atları için­se 6-7 mil uzunluğundaki Hafyâ ile Seniyyetu'1-Vedâ arasıydı.[13]

Ticaret kervanlarının gelip konakladıkları geniş alan da bu yarışlar için kullanılırdı.

Sık sık düzenlenen at yarışlarına bir defasında Abdullah b. Ömer de katılmış ve atından düşmüştü.[14]

Şehir halkı gibi, Hz. Peygamber de bu yarışlara giderek, kaza­nanları belirliyor ve onlara ödül veriyordu.[15] Medine şehrinin kuzey kısmında bugün dahi bulunan Sabak (=koşu) camisi, Rasûlullah'm bu koşuları seyrettiği ve kazananın kim olduğunu belirlediği bir yerdir.

Aynı anda kaç atın birden yarışa tutuştuğu bilinmemekle bir­likte, ilk beş dereceye girenlere hurma vs. ödüller verilirdi.

Hiç şüphesiz, Kur'ân-ı Kerim tarafından kesin olarak yasak­lanmış kumardan başka bir şey olmayan "müşterek bahise tutuş­ma", ne at yarışları ne de Öteki şeyler için sözkonusu değildi. [16]

 

B- Deve Yarışları
 

Arabistan'da bol olan develer de birbiriyle yanştırılmıştır.Hz. Peygamber'in (s.a.v.), Abda adlı devesi, katıldığı bütün yarışları kazanırdı. Bir yarışta genç bir deve üzerinde gelen bir bedevî, ya­rışta Abdâ'yı geçti. Bunun üzerine sahabîler buna çok üzüldüler.

Hz. Peygamber (s.a.v.) "Yükselen her dünyevî nesnenin düşmesi, ilahî hikmet gereğidir." buyurarak üzülenleri yatıştırdı.[17]

Eşek yarışlarının yapıldığı da rivayet edilir.

tslâm öncesinden günümüze kadar uzanan bir âdet de horoz manda, tosun, kaz, köpek gibi hayvanlan döğüştürüp seyretmek ve eğlenmektir. Zevk ve eğlence uğruna hayvanlara eziyet etmek­ten ibaret olan bu âdeti, Hz. Peygamber (s.a.v.) yasaklamıştır.[18]

 

İkinci Bölüm


AVCILIK, ATICILIK, ATLETİZM VE FUTBOL


I. Avcılık Ve Atıcılık
 

A. Okçuluk Ve Mızrakçılık
 

Hz. Peygamber'in (s.a.v.) "Çocuklarınıza ok atmaya, ata bin­meyi ve yüzmeyi Öğretiniz."[19] hadisi az Önce de geçmişti. Ok atma, hem bir savaş hazırlığı, hem de spor ve eğlence amacı güdüyordu.

Eşlem kabilesinden bir grup ok atışırken, Hz. Peygamber (s.a.v.), yanlarından geçti ve "Ey ismail oğulları! Haydi ok atınız. Sizin babanız da mahir bir ok atlasıydı. Bu yarışta ben de Seleme b. Ekvâ tarafindayım." buyurdu. Hz. Peygamberin bu sözü üzeri­ne, karşı takımın okçuları duraksadılar. Rasûlullah (s.a.v.) onlara "Ne oldu ki ok atmıyorsunuz?" diye sordu. "Ya Rasûlallah! Siz, karşı takımdayken, biz nasıl ok atarız?" cevabını verdiler. Bunun üzerine Rasûlullah (s.a.v.), "Haydi atın! Ben hepinizle berabe­rim." buyurdu.[20]

Rasûlullah (s.a.v.), hem savaş gücünü arttırmak, hem de boş vakitleri değerlendirmek üzere, gençlerin okçuluk sporuyla meş­gul olmalarını ve kendi aralarında yarışlar düzenlemelerini teş­vik ediyordu.

O devrin spor çeşitleri arasında, dirkele adında, mızraklarla oynandığı anlaşılan ve Özellikle siyahiler arasında yaygın bir spor dalı da bulunuyordu.[21] Habeşistanlıların Mescid-i Nebevî'de yap­tıkları mızrak oyunları kadm-erkek pekçok kimse tarafından da seyredilirdi. Hz. Ömer, bir defasında bunu engellemek istemiş, Rasûlullah ona "Bırak oynasınlar" demiştir.

Hz. Aişe'ye bizzat Hz. Peygamber (s.a.v.), bu mızrak oyununu seyretmeyi teklif etmiş, onu ridasıyla örterek, mescidde icra edi­len oyunu beraberce Hz. Aişe usanıncaya kadar seyretmişlerdir. Rasûlullah (s.a.v.)

"Haydi Habeşliler! Gösterin kendinizi" diyerek, onları teşvik etmiş[22] ayrıca "Eğlenceye düşkün genç kızlann durumunu takdir edin, anlayış gösterin."[23] buyurmuştur.

Hadisler bu ve benzeri oyunları, mescidlerde dahi oynama­nın, kadınlarla birlikte seyretmenin caiz olduğu, genç kız ve ka­dınları fazla sıkmamak, baskı altında tutmamak, meşru eğlence isteklerini anlayışla karşılamak gerektiğini göstermektedir.

Bir bayram günü milli oyunlarım icra eden bir Habeşli kadını gören Hz. Peygamber (s.a.v.), Hz.Aişe'yi seyretmeye çağırmıştır.[24] Bu cevazın düğün, bayram gibi günlere mahsus bulunduğu anla­şılmaktadır. Gösteriyi yapanın tesettüre riayet etmesi, seyrede­nin şehvet duymaktan emin bulunması da şarttır. [25]

 

B- Avcılık
 

Maide, 5/2 âyeti, avcılığın caiz olduğunu, belirtmektedir. Bu izne bağlı olarak Asr-ı Saadette de avcılık yapılmıştır. Sahabe av­cılığın bütün ayrıntılarını Hz. Peygamberden öğrenmiştir.

Ihramlıyken avlanmak yasaktır (Maide, 5/1). Nitekim, Hu-deybiye seferi sırasında Ten'îm mevkiinde askerlerin çevresini av kuşları ve vahşî hayvanlar sarmasına rağmen bunları avlayama-mı şiar di.[26]

Bazı bölgelerde pek bol olan yaban eşeği avına çıkılırdı. Ancak Hz. Peygamber, ehlî eşek etini yasaklamıştır.

Medine civarında bulunan göl ve su birikintilerinde bol mik­tarda bulunan iyi cins balık avlanıyordu. Ayrıca bir sefer esnasın-da yiyecek sıkıntısı başgösterince, deniz kıyısında bulunan bir an-ber (balina?) balığının etinden yenilmiş, hatta Medine'ye dönü­lünce Rasûlullah'a da ikram edilmiştir.[27]

Hz. Peygamber (s.a.v.), Akabe, körfezindeki Maknâ halkına, çıkardıkları balıkların dörtte birini vergi olarak yükledi.[28]

Hz. Peygamber (s.a.v.), Taiflilerle yaptığı andlaşmada, Taifi haram (yasak) bölge kabul etti. Böylece burada bulunan ağaçların kesilmesi ve bu bölge hayvanlarının avlanması yasaklanıyordu. Bu şart kabul edilmekle, âdeta o bölge bir "millî park" haline geti­riliyordu. Zaten burası, millî park olmaya en elverişli yerlerden­di.[29]

Avcılık ve atıcılıkta, canlı hedeflerle ilgili bir sınırlama var­dır. Av kasdı olmaksızın canlı hedefler üzerinde yarışma tasvip edilmemiştir.[30]

 

II. Atletizm (Koşuculuk)
 

Atletizm en eski sporlardan biridir. Bu oyunlarda insanlar at­lama, koşma ve nesneleri atma yeteneklerini gösterirler. Mısır'da M.Ö.3800 yılında koşu yarışı düzenlenmiştir. Tarihin en ünlü at­letizm oyunları, ilk kez Eski Yunan'da düzenlenen Olimpiyat oyunlarıdır.

Asr-ı Saadette yapılan sporlardan biri de koşuculuktu.

Hz. Peygamber (s.a.v.), Seleme b. Ekvâ ile Ensar'dan birine, Medine'ye kadar koşu yansı yapma izni vermişti.

Bir sefer esnasında, hanımı Hz. Aişe'yle geride kalan Rasûlullah (s.a.v.), onunla koşu yapmış ve bu yansı Hz. Aişe ka­zanmıştı. Birkaç yıl sonra yeniden yapılan başka bir koşuyu ise Hz. Peygamber (s.a.v.) kazanmış ve Hz. Aişe'ye "Bu birincilik, ön­ceki birinciliğin rövanşıydı" demiştir.[31]

Hz. Ali'nin de iyi bir koşucu olduğu söylenir. [32]

 

III. Kurrek (Futbol)
 

"Ayak topu" anlamına gelen futbolun geçmişi çok eskilere da­yanır. Dünyanın birçok yerinde futbolu andıran oyunlann daha ilkçağlarda oynandığı bilinmektedir. Arkeolojik buluntular Eski Çin'de top oyunlarının yaygın biçimde oynandığını göstermiştir. M.Ö. 2500'de, Çin imparatoru Huang Ti'nin askerlerine çeviklik kazandırmak amacıyla ayakla top oynattığı bilinmektedir. Eski Yunan ve Roma'da da top oyunları boş zamanlann sağlıklı bir bi­çimde değerlendirilmesi için oynanırdı. Sümer, Asur, Mısır, Yunan ve Roma kabartmalarında ayakla oynanan top görülür. Futbola çok benzeyen bir oyun Avrupa'da M.Ö. 2. yüzyılda Roma'lılarca yaygınlaştırılmış, İngiltere'de çok sevilmiş ve yayıl­mıştı. Divanu'l-Lugati't-Türk'ün ilk cildinde Türkler'in yüzyıllar boyunca ayakla top oynadıklanna ilişkin bilgiler vardır, içi ha­vayla şişirilmiş kuzu postundan yapılan topla oynanan bu oyuna Orta Asya Türkleri "tepük" derlerdi, ingiltere'de futbol 12. yüzyıl­dan itibaren yaygınlaşmıştır.

islâm'dan önceki Cahiliye döneminde Mekkeliler de "kurrek" denilen bir tür ayak topu oynarlardı. Büyük kalabalıklar bu sporu seyretmeye gelirlerdi. Bu kurrek oyununu oynamak için Mek­ke'nin her semtinde sahalar bulunurdu.[33] Medine'de de kurrek oy­nanırdı.[34] Bu kurrek oyununun şekli ve yönetimiyle ilgili ayrıntılı bilgiye sahip değiliz.

Hz. Peygamber (s.a.v.) kurrek oyununu yasaklamamıştır.

Bu devrin kadınları arasında sporla uğraşanlar pek bulun­mazdı. [35]

 

Sonuç
 

Sporun ciddî faydalan ve bazan zararlan yanında, yapan ve seyredenler için eğlendirici yanı da vardır. Asr-ı Saadette gerek savunma, gerekse daha güçlü ve sağlıklı olma amacıyla o günün şartlannda çeşitli spor dallanyla uğraşılmıştır. Meşruiyet sınır­lan içinde olduğu sürece bu tür spor dallanyla uğraşılması mubah ve caizdir. Önemli olan, gerek rakip sporcuya, gerekse sporda kul­lanılan canlı varlıkların hayatlanna kastedilmemesi veya yara-lanmalanna yol açılmamasıdır. Hem sporun yapılışında, hem de seyrinde dinî kurallara aykırı davramlmamasıdır.

Modern sporlara geçişin ardında sanayi devrimince destekle­nen bilimsel gelişmeler yatar. Basketbol, voleybol, futbol gibi sporlar, pazara sürülen yeni bir mal gibi, istenen özellikleri karşı­layacak biçimde özel olarak geliştirildi. Kapitalist girişimcilik, sporların pazarlanabilir bir ürün olarak modernleştirilmesinde önemli bir rol oynadı. Boş zamanı değerlendirmek için oynanan geleneksel oyunların modern spor dallarına dönüştürülmesinde okulların ve üniversitelerin de önemli katkıları oldu.

"Atıcılık, at terbiyesi ve eşiyle oynaşma dışında her oyunun bâtıl" olduğunu ifade eden hadise [36]dayanarak bazı fkıh bilginle­ri, diğer oyun ve eğlencelerin haram olduğunu söylemişlerdir. An­cak sahih hadisler, Hz. Peygamber ve sahabenin hayatı, oyun ve eğlencelerin bu üçünden ibaret olmadığım göstermektedir. Buna göre, Hadiste geçen "bâtıl" sözünü, "haram" diye anlamak yerine, "boş, faydasız" şeklinde anlamak daha isabetli olsa gerektir.[37] "Eğlenin ve oynayın; çünkü ben dininizde ağırlık ve baskı görmek­ten hoşlanmıyorum."[38] hadisi de bu üçlü sınırlamaya müsait de­ğildir.

Buna göre, günümüzde yaygın olan futbol, basketbol, tenis, bilardo gibi spor ve oyunları mubah saymamak için hiçbir delil yoktur. Ancak, bütün oyun ve eğlencelerin mubah sayılması için, bazı şartlar gerekir:

1) Oynamaya dalıp namazı ve ibadeti ihmal etmemek,

2) Kumara âlet etmemek,

3) Oyun sırasında dilini kötü sözlerden sakınmak,

4) Rakip oyunculara insanî ve ahlâkî ölçüler içinde davranış­ta bulunmak,

5) Giyim-kuşamm dinî ölçülere uygun bulunması.

islâm kuman yasaklarken belli bir şeklini kastetmemiş, ma­na ve neticesini hedef almıştır. Hangi âlet ve metodla oynanırsa oynansın, oyunun önceden belli olmayan sonucunda, taraflardan biri veya birkaçı kâr yahut zarar edecekse kumar gerçekleşmiş demektir. "Ey iman edenler! içki, kumar, putlar ve fal okları, şüp­hesiz şeytan işi pisliklerdir. Bunlardan kaçınınki mutluluk ve esenliğe eresiniz. Şeytan şüpfıesiz içki ve kumar yüzünden aranıza düşmanlık ve kin sokmak ve sizi, Allah'ı anlamaktan, namazdan alıkoymak ister. Artık bundan vazgeçersiniz değil mi?" (Maide, 5/90-91) âyeti, kumarı hem haram kılmakta, hem de bu hükmün hikmetlerini sıralamaktadır. Piyango, spor toto, müşterek bahis gibi tertip ve oyunlar da kumardır; daha büyük kalabalıkların oy­nadığı kumardır, kumarın bütün unsurlarını içine almaktadır. Bunlardan bazı tesis ve hayır kurumlannm yararlanması, Islâmî açıdan mazeret değildir.

Sporun geneline de bu Ölçüler içinde yaklaşmak, onu kitleleri uyutan, yozlaştıran kumara dönüşen haliyle tasvip etmemek, fa­kat kişinin bedeni ve zihni gelişimine katkıda bulunan şekliyle tasvib etmek en uygun formül olsa gerektir. [39]

 
Bibliyografya
 

Belâzurî, Ensâbu'l-Eşrâfl, Yay. Muhammed Hamidullah, Kahire 1959.

Hamidullah, Muhammed, îslâm Peygamberi, çev. Salih Tuğ, is­tanbul 1990.

Karaman, Hayreddin, Günlük Hayatımızda Helaller-Haramlar,

istanbul 1976.

Kettanî, Abdulhay, et-Terâtîbu'l-ldâriyye, Beyrut ty. Serahsî, Şerhu's-Siyeri'l-Kebir, Haydarabad, 1335-1336. Zebidî, Zeynuddîn, Sahih-i Buharı, Muhtasarı Tecrid-i Sarîh Tercemesi ve Şerhi, Çev. Kabil Miras, Ankara, değişik tarihler. [40]


 



--------------------------------------------------------------------------------

[1] Doç. Dr. Vecdi Akyüz, Bütün Yönleriyle Asr-ı Saadet’te İslam, Beyan Yayınları: 3/497-498.

[2] Doç. Dr. Vecdi Akyüz, Bütün Yönleriyle Asr-ı Saadet’te İslam, Beyan Yayınları: 3/499-500.

[3] Belâzurî, Ensab, I, no: 337-338; Hamidullah, İslâm Peygamberi, c.I, s. 103-104; Kettânî, et-Terâtîbu'1-İdariyye, c.2, s.157.

[4] Hamidullah, a.g.e., c.I, s.104.

[5] Serahsî, Şerku's-Siyeri'l-Kebir,c.3, s. 179-180; Hamidullah, a.g.e., c.I, s.104.

[6] Hamidullah, a.g.e., c.2, s.1076 (Ibn Hişam, s.560'tan).

[7] Doç. Dr. Vecdi Akyüz, Bütün Yönleriyle Asr-ı Saadet’te İslam, Beyan Yayınları: 3/501-502.

[8] Hamidullah, a.g.e., c.2, s.1075-1076 (İbnu'l-Kayyım el-Cevziyye, el-Furûsiyye, s.Vden).

Doç. Dr. Vecdi Akyüz, Bütün Yönleriyle Asr-ı Saadet’te İslam, Beyan Yayınları: 3/503.

[9] Tayâlisî, Sünen, no: 2096.

[10] Hamidullah, a.g.e., c.I, s. 42 (İbn Sa'd, Tabakat, 1/1, s.73'ten).

Doç. Dr. Vecdi Akyüz, Bütün Yönleriyle Asr-ı Saadet’te İslam, Beyan Yayınları: 3/503.

[11] Hamiclullah, a.g.e., c.2, s. 844.

[12] Tirmizî, Cihad, 22; Nesaî, Bayi, 14.

[13] Buharı, Cihad, 56/56, no:83, 84, 85.

[14] Buharı, Cihad, 56/56, 57, no: 83, 84 Tirmizî, Cihad, 22; Nesaî, Bayi 12-13.

[15] Ebu Davud, Cihad, 60; Ahmed b. Hanbel, Müsned, 2/5, 55, 91.

[16] Doç. Dr. Vecdi Akyüz, Bütün Yönleriyle Asr-ı Saadet’te İslam, Beyan Yayınları: 3/503-504.

[17] Buharı, Cihad, 56/59; Nesaî, Hayl, 4. no: 87.

[18] Ebu Davud, Cihad, 51; Tirmizî, Cihad, 30.

Doç. Dr. Vecdi Akyüz, Bütün Yönleriyle Asr-ı Saadet’te İslam, Beyan Yayınları: 3/504-505.

[19] Tayalisî, Sünen, no: 2096.

[20] Zebidî, Tecrîd-i Sarih, c. 9, s. 133-134, no: 1386.

[21] Hamidullah, a.g.e., c.I, s.1075 (İbn Manzur,Lisanu'l-Arab, dal-râ-kef-lâm maddesinden).

[22] Buharı, Salât, 69, îdeyn, 25; Müslim, îdeyn, 17, 221.

[23] Kettanî, et-terâtibu'1-İdariyye, Beyrut ty. c.2, s.144.

[24] Aynî, Umdetu'1-Kâri, c.3, s.358.

[25] Doç. Dr. Vecdi Akyüz, Bütün Yönleriyle Asr-ı Saadet’te İslam, Beyan Yayınları: 3/506-507.

[26] Zebidî, Tecrîd-i Sarih, c.12, s. 3-4.

[27] Buharı, Megazî, 64/65, 72/12; Müslim, Sayd, 34/17-18, no: 1935; Hamidul­lah, a.g.e., c.2, s. 1061-1062.

[28] Hamidullah, a.g.e., c.I, s. 604-605.

[29] Hamidullah, a.g.e., c.I, s.497-499, 500 (m. 4), 501 Vâc vadisi)

[30] Müslim, Sayd, 60; Tirmizî, Sayd, 9.

Doç. Dr. Vecdi Akyüz, Bütün Yönleriyle Asr-ı Saadet’te İslam, Beyan Yayınları: 3/507-508.

[31] Ebu Davud, Cihad, 61; Ahmed b. Hanbel, Miisned, 6/264; Hamidullah, a.g.e., c.2, s.1076.

[32] Doç. Dr. Vecdi Akyüz, Bütün Yönleriyle Asr-ı Saadet’te İslam, Beyan Yayınları: 3/508.

[33] Hamidullah, a.g.e., c.2, s.844 (Fakihî, s.9-10'dan).

[34] Hamidullah, a.g.e., c.2, s. 1075 (Suheylî, 2/304'ten).

[35] Doç. Dr. Vecdi Akyüz, Bütün Yönleriyle Asr-ı Saadet’te İslam, Beyan Yayınları: 3/508-509.

[36] Tirmizî,Fedâlu'l-Cihad, 11; Nesaî,/fay/, 8.

[37] Nitekim büyük fıkıh bilgini Şâtıbî böyle anlamıştır. {Muvafakat, c.I, s.129, c.3, s.228).

[38] Kettânî, et-Terâtîbu'l-îdariyye, c.2, s.157.

[39] Doç. Dr. Vecdi Akyüz, Bütün Yönleriyle Asr-ı Saadet’te İslam, Beyan Yayınları: 3/509-511.

[40] Doç. Dr. Vecdi Akyüz, Bütün Yönleriyle Asr-ı Saadet’te İslam, Beyan Yayınları: 3/512.

Zehra.hunerli
Sat 6 October 2018, 04:50 pm GMT +0200
islâm'dan önceki Cahiliye döneminde Mekkeliler de "kurrek" denilen bir tür ayak topu oynarlardı. Büyük kalabalıklar bu sporu seyretmeye gelirlerdi. Bu kurrek oyununu oynamak için Mek­ke'nin her semtinde sahalar bulunurdu.[33] Medine'de de kurrek oy­nanırdı.[34] Bu kurrek oyununun şekli ve yönetimiyle ilgili ayrıntılı bilgiye sahip değiliz.

Hz. Peygamber (s.a.v.) kurrek oyununu yasaklamamıştır..bu konu cok  konusulan bi konuydu ilgimi cok cekti emekleriniz icin Allah razi olsun inşallah..

Bilal2009
Thu 15 August 2019, 01:05 pm GMT +0200
Esselamu aleyküm Rabbim bizleri Peygamberimiz in yolundan ayırmasın Rabbim paylaşım için razı olsun

ceren
Thu 15 August 2019, 01:59 pm GMT +0200
ESselamu aleyküm.Rabbim razı olsun bilgilerden kardeşim...