- Asr-ı saadette Peygamberimizin tefsiri

Adsense kodları


Asr-ı saadette Peygamberimizin tefsiri

Smf Seo Versiyon , -- Seo entegre sistem.

rray
hafız_32
Wed 6 October 2010, 02:36 pm GMT +0200
ASR-I SAADETTE PEYGAMBERİMİZİN KUR’AN’I TEFSİRİ


Prof.Dr. Suat Yıldırım
 

(Sakarya Üniversitesi, ilahiyat Fakültesi Dekanı, Sakarya)

Bütün Yönleriyle Asr-ı Saadet'te İslâm 1 / 261

SUAT 1941 Yılında Diyarbakır'a bağlı Ergani ilçesinde YILDIRIM doğdu.1959 yılında Diyarbakır Ziya Gökalp Lise­sinden, 1964'de Ankara Üniversitesi İlahiyat Fakültesinden mezun oldu. 1968 yılında Erzurum Atatürk Üniversitesine geçti. 1973'de îslâmî ilim­ler Fakültesinde doktor, 1977'de doçent oldu. 1974-1975 yıllarında Paris'te bulundu. 1977-87 döneminde Tefsir anabflim dalı başkanlığı yaptı. 1987-88'de Suud İmam Muhammed İslâm Üniver­sitesinde Öğretim üyeliği yaptı. 1988 yılında Mar­mara Üniversitesi İlahiyat Fakültesi'ne tayin edildi. 1993 yılında Sakarya Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Dekanlığı'na atandı. Halen bu fakülte­nin dekanlığını yürütmektedir. Eserleri:

- Peygamberimizin Kur'ân'ı Tefsiri

- Kur'ân-ı Kerim ve Kur'ân İlimlerine Giriş

- Kur'ân'da Ulûhiyyet

- Mevcut Kaynaklara Göre Hristiyanlık

- Kur'ân-ı Kerim ve Fenni Keşifler

- Fatiha ve En'âm Sûrelerinin Tefsiri [1]

 

GİRİŞ
 

Kur'ân-ı Kerim, «manası açık bir Arapça ile»[2] Cenâb-ı Hak ta-rafindan Peygamberimize vahy edildi. Her kavme, kendilerinin diliyle tebligatta bulunan bir resulün gönderilmesi, ilahî prensip­lerden biridir. Kur'ân, muhataplarından «ayetlerini iyiden iyiye düşünmelerini» [3]istiyordu.

Kur'ân, mü'minlerin şahsî ve içtimaî hayatlarını düzenlemek gayesiyle, teşriî hükümler vaz ediyordu. Bu hükümleri istinbat et­me, sadece Arapça'yı bilmekle mümkün olmaz. Geçmiş ümmetle­rin, hususiyle Ehl-i Kitabın sapıttıkları mevzuları bildiriyor, tah­rif ettikleri hadiseleri düzeltiyor, ihtilafa düştükleri meseleleri hallediyordu, istikbalde meydana gelecek bazı vak'alar ve keşifle­re işaret ediyor, uhrevî hayat hakkında son derece özetlenmiş bil­giler veriyordu. Onda müteşabih ayetler, mübherh bırakılan hu­suslar, tahsisi murad edilen umumî hükümler vardı. Bu sahalar­da alakalı ayetleri layıkıyla anlamak, o mevzularda yüksek bir ilmî seviyeye bağlıdır. Bir kısım mühim vasıflarını hülasa ettiği­miz böyle bir kitabın, herkes tarafından kolayca ve incelikleriyle anlaşılması elbette kolay değildir.

Ashab umumiyetle Kur'ânı en iyi anlayan insanlar idi. inanç­ları saf idi. Eski medeniyetlerin ve felsefelerin tesiri altında yetiş­memişlerdi. Başka kavimlerle karışmadıkları için lisan zevkleri bozulmamıştı. Ayetler ve onlarla alakalı hadiseler arasındaki irti­batları, yani nüzul sebeplerini biliyor, ayetleri lağzım gelem muh­tevalarına yerleştirebiliyorlardı. Kur'ân'ı iyice anlamak hususun­da tam bir teveccühleri vardı, akü, kalp ve duygularıyla ona yönel­mişlerdi. Ondan tam manasıyla istifade ettiler, ondaki manaları ruhlarına sindirmekle çalıştılar. Anlayamadıkları ayetler hakkın­da, çeşitli vesilelerle Peygamberimizin izahlarına da, ya doğru­dan doğruya, yahut bir başka sahabi vasıtasıyla muttali oldukla­rını unutmamak lazımdır.

Sahabe arasında, tabiatıyla, Kur'ân-ı anlama bakımından seviye farkları vardı. Kur'ân üzerinde düşünmeye ayrılan zaman, Hz. Peygamber (a.s.)'m beraberliğinden istifade imkânı, aklî mu­hakeme kabiliyeti, Arap dili ve şiirine vukuf, tarihî malumat dere­celerine göre Kur'ân hakkındaki bilgileri de farklı oluyordu. Saha­benin temayüz ettikleri sıfatlarına rağmen en ileri gelenlerinin dahi anlayamadıkları ayetler vardı. Hazreti Ebû Bekr'le Hazreti Ömer'i[4] misal olarak zikr edebiliriz. Peygamberin vefatından son­ra, malumat sahibi olmadıkları mevzularda ashab, Kur'ândan herhangi bir ayeti tefsir etmekten kaçınıyorlardı.

Hazreti Peygamber hayatta iken, lazım gelen hususları asha­bına açıklıyordu. Ayrıca kapalı kalan ve ihtiyaç hissedilen mesele­leri ona soruyorlar, o da beyan ediyordu. Peygamberin bu tefsirle­ri, aralarında yayılıyordu. Ashabın ayrıca tefsir etmelerine hem lüzum kalmıyor, hem de Peygamberin aralarında bulunduğu bir sırada açıklamak yapmayı edebe aykırı sayıyorlardı. Onun tefsi­rinin yanında başka izahları caiz görmüyorlardı. Lakin o ahirete irtihal edince vahye dayanan masum kaynağı müracaat etme imkanından mahrum kaldılar. Diğer taraftan islâm'ın yayılma­sıyla yeni meseleler ortaya çıktı. İslam'ı kabul yahut ona boyun eğen, eski kültürleri tevarüs etmiş insanların ve bizzat dinini mu-hafaa eden Ehl-i Kitabın tesiriyle yabancı menşeli sapık cereyan­lar yayılmaya başladı. [5]

 
Birinci Bölüm


HZ. PEYGAMBERİN TEFSİRİ


I. Hz. PEYGAMBERİN KUR'ÂNl AÇIKLAMASIYLA İLGİLİ BELLİ BAŞLI MESELELER
 

1- Hz. Peygamber (S.A.V.)'İn Kur'ân'ı Tefsir Etme Vazifesi Ve Tefsirinin Değeri
 

Cenâb-ı Hak şöyle buyurarak Kur'ân'ı tefsir etme vazife ve I e ikisini Peygamberine vermiştir;

«Biz sana da Zikri indirdik. Ta ki insanlara, kendilerine indi­rilen Kur'ân'ı açıkça anlatasın ve ta ki insanlar da iyice fikirlerini kullansınlar.»[6]

«Gerçekten, biz sana kitabı -Allah'ın sana gösterdiği vech ile insanlar arasında hükm etmen için gerçek bir maksutla indir­dik»[7]

«Bu kitabı sana (başka bir hikmetle değil) ancak hakkında ih­tilaf ettikleri şeyleri açıkça anlatman için... gönderdik.»[8]

«Ey Peygamber! Rabbinden sana indirileni tebliğ et. Eğer bu­nu yapmazsan (Allah'ın) elçiliğini tyapmarnış olursun.»[9] Tebliğ iki vecihle yapılır: Birisi risaleti yani Kitabı tebliğ, diğeri de mana­larını açıklamak ve bildirmek şeklinde olur.[10]

Hz. Peygamber (s.a.v.)'in tefsiri, Kur'ân'ın mücmel olan ayet­lerini tafsil, umumî hükümlerini tahis, müşkilini tavzih, neshe delalet etme, müphem olam açıklama, garip kelimeleri beyan et­me, tavsif ve tasvir ederek mücerret (soyut) manaları müşahhas hale getirme, edebî incelikleri muhtevi ayetlerin maksudunu bil­dirme gibi belli başlı kısımlara taalluk eder.

Ahkâma, ahiret ahvaline, kısas ve ahbara... aid bazı hususlar vardır ki Kur'ân'da zikr edilmezler. Bunların tefsiri Peygamberimize bırakılmıştır. «Biz sana da Zikri indirdik. Ta ki insanlara, indirilen Kur'ân'ı açıkça anlatasın» ayetiyle, Hz. Peygamber açıklamakla mükellefti. Onun beyanı kavliyle, fiiliyle ve ikrarıyla olurdu. Bundan dolayı Hz. Peygamber ashabının, Kur'ân'ı ve onunla amel etmeyi, onar onar ayetler halinde öğrenmelerini te­min ediyordu. Bu öğretimin teferruatı hakkında fazla bilgimiz yoktur. Yalnız şunu söyleyebiliriz ki, Hz. Peygamber'in ayetleri tefsir etmesi, programlı bir takrir şeklinde olmayıp ikinci fasılda arz edeceğimiz bir takım vesilelerle oluyordu.

Hz. Peygamber (s.a.v.)'in Kur'ân'ı beyan etmesi, bazan da on­daki sarih hükümlere, yine vahye müsteniden ilave yapmakla olur., Hala ve teyzesinin üstüne kadının nikâhlanmasını, ehlî eşeklerin etini haram kılması gibi.[11] Mücmel ayetlerden murad-ı ilahiyi tayin etmek çok zor veya gayr-ı mümkün olduğundan sa­habe, bilhassa ahkâm ayetlerinin izahında, Peygamberimizin açıklamalarına son derece ehemmiyet verirlerdi.

Üzerinde durduğumuz ayet-i kerimeden Hz. Peygamber (s.a.v.)'inKur'ân'm tamamım sahabeye açıkladığı hükmü çıkarıla-mâzsa da, onun ilim halkasına dahil olan ileri gelen ashabın, Kur'ân'da anlamadıkları noktaların sınırlı olduğuna istidlal ede­biliriz. Bazı hallerde de sahabîler, Peygamberimizin tatbikatın­dan bir kısım ayetlerin te'vilini öğreniyorlardı. [12]

 

2- Kur'ân'ın Tefsire Muhtaç Olan Ve Olmayan Ayetleri
 

Peygamberimizin, Kitabı açıklama işi ile tavzif edildiğini gör­dük. Fakat bu hiçbir zaman,Kur'ân'm bütününün veya ekserisi­nin Hz. Peygamber (s.a.v.) tarafından kat'i bir surette tefsire ka­vuşturulmuş olduğu manasına gelmez.

Kur'ân'ın bir kısmının te'vilini Cenâb-ı Hak'dan başkası bile­mez. Bunların ilmini Allah, Zatına mahsus kılmıştır. Kıyametin vakti, nefh-i sur, Hz. isa'nın nüzulü ve bunlar gibi... Hiç kimse bunların vakti hakkında bir şey bilemez. Yalnız şartlarına dair haberler gelmiştir. Hz. Peygamber (s.a.v.) bu mevzularda bir şey söylediğinde, sadece şartlarını söyler, vaktim tahdid etmezdi.

Deccal mevzuu da bunlardan biridir. Bunları Hz. Peygamber (s.a.v.) de günü gününe, senesi senesine bilmiyordu. Ancak Cenâb-ı Hak, bu kabil hâdiselerin delillerini ve şartlarını ona bil­diriyordu.

Kur'ân'ın bir kısmının te'vilini ise, nazil olduğu lisanı bilen herkes anlar. Fakat Arapça'ya vakıf olan insanlar, nihayet keli­melerin lisanda hangi manalara geldiğini bilirler, yahut bazı özel sıfatlarla tavsif edilen mevsufları anlayabilirler. Yoksa bu keli­melerle murad edilen birtakım gerekli hükümleri ve durumları kolay kolay anlayamazlar. Zira böylesi bilgileri Cenâb-ı Allah Peygamber'ine. mahsus kılmıştır. Onun beyanı olmadıkça, bunlar idrak edilemez.

Ibadat ve muamelata dair bütün ahkâm ayetlerini Peygambe­rimiz hakkıyla tefsir ve beyan etmiş, teferruatlarına varıncaya kadar anlatmıştır. Mevzulara göre tasnif edilmiş hadis mecmua­ları, bu ayetlerin geniş bir tefsirinden başka bir şey değildir. Ayrı­ca nasih ve mensuh emirlerin kafi şekli tergib ve terhib babından olan ayetlerde de murad-ı ilahiye, hadislerle hüküm verilir.

ilmi Hz. Peygamber (s.a.v.)'e mahsus ayeÜer, sadece ibadat ve ahkâma aid olan ayetler değildir. Bazı muğayyebata (gayba/geç-mişe veya geleceğe ait), bir takım uhrevî ahvale, ahbar ve kısasa (tarih) dair tafsilat da bu cümledendir. Bunların misallerini ilerde arz edeceğiz.

işte ilmî kendisine mahsus kılman ayetleri ve bu ayetlerden -insanlara ulaştırmakla mükellef olduğu ilahî muradı, Peygambe­rimiz (s.a.v.) beyan etmiştir. Bu hükmün haricinde kalan husus­larda çeşitli vesilelerle açıkladığı ayetler olduğu gibi, tefsir etme­diği ayetler de olmuştur. Bir kısım ayetleri açıklamaya matuf izahları olmuş ise de, bunları ö ayetlerin kesin tefsirleri olarak tevkifi bir tarzda söylememiştir. Muhatabın durumuna göre ba­zan lazımını, bazan semeresini gösterir tarzda beyan etmiştir. [13]

 

3- Mikdar İtibariyle Hz. Peygamber (S.A.V.)'İn Tefsiri
 

Peygamberimizin (s.a.v.) Çur'ân'm ne kadarını izah ettiği mevzuunda ihtilaf edilmiştir. «Kur'ân'ın bütün ayetlerini, yahut tamamına yakın ekseriyetini beyan etmiştir.» diyenler olduğu gi­bi, «tefsir ettiği ayetler sayılacak kadar azdır.» diyenler de olmuştu. Bu hususta kat'î bir deı^ oulunmadığmdan, ayrıca haberlerin sıhhati için ileri sürülen şartlar farklı olduğundan ve bu sahada, bizim bu çalışmamızdan önce yapılmış geniş kapsamlı müstakil bir araştırma bilmediğimizden bu mesele hakkında fikir beyan edenler, umumî prensiplerden ve birtakım ip uçlarından hareket ederek hüküm çıkarmışlardır.

Hz. Peygamber (s.a.v.) ne birincilerin dediği kadar az tefsir et­miş, ne de Ibn Teymiyye'nin iddia ettiği gibi Kur'ânrın tamamını veya tamamına yakın ekseriyetini izah etmiştir. Bu kanaatten do­layıdır ki, her iki tarafın aşırılığı da tenkide imkan verir. Hadis ki­tapları ile belli başlı rivayet tefsirlerini taramak neticesinde bu kanaata sahip olduk. Ulaştığımız sonuç, mevhum ve müphem bir orta yol taraftarlığından uzak, yeterli bir araştırma sonucunda, oldukça netleşmiş bir kanaatin ifadesidir. İleride gelecek olan, Hz. Peygamber'in (s.a.v.) tefsirine dair çokça misalleri muhtevi fasıl mütalaa edildiği takdirde, bu kanaatimizin haklı olduğu an laşılacak ve görülecektir ki; Hz. Peygamber (s.a.v.) mükellef oldu­ğu kadarı ile Kur'ân-ı beyan etme işini yerine getirmiştir. îtikad, ibadet ve ameli hükümlere dair mücmel ayetleri, teferruatına va­rıncaya kadar açıklamış, bunlardan murad-ı ilahiyi kavliyle ve fii­liyle beyan etmiştir. Bu kısma dahil olan eyetlerden, âlimlerin iç-tihadlarıyla ulaşabilecekleri bir kısım mücmel ayetleri ise açıkla­madığı da olmuştur. Bundan dolayı sahabe devri de dahil olmak üzere, bazı ayetlerin tefsirinde farklı içtihadlar bulunagelmiştir.

Uhrevî ahvale dair ayetleri, tergib ve terhib babından olan ayetleri, bir kısım muğayyebata, ibrete medar olan kıssalara ait ayetleri tavsif ve tasvir ederek, bazan temsil yolunu kullanarak, insanların anlayacakları tarzda açıklamış ve teferruatlarını bil­dirmiştir. Keza bazı mübhemleri vuzuha kavuşturmuş, maksudu tayine vesile olacak lisanla ilgili açıklamalar yapmış, müşkil ayet­leri tavzih etmiştir.

Hz. Peygamber (s.a.v.), insanların ilmî seviyelerinin terakki etmesi ile daha iyi anlayacakları birtakım müteşabih ayetleri, ke­za arap diline vakıf olmakla anlaşılabilecek ayetleri izah etme­miştir. Ayrıca normal bir kültür seviyesine sahip olanların idrak edebileceği hususları da açıklamasına lüzum kalmamıştır. Ancak bu neviden olan ayetler hakkında suale muhatap olduğu hallerde, muhatabın aklî seviyesine göre izahda bulunduğu vakidir.

Böylece o, Peygamber (s.a.v.)'in izahlarım bir tarafa atarak Kur'ân-ı re'yine göre tefsir etmek isteyenlere meydanı boş bırak­madığı gibi, ayetlerin tamamını veya ekserisini kat'î bir tefsire ka­vuşturma suretiyle, Kur'ân tefsirini de Tenzil gibi nakl edilen bir hale getirmemiş ve tefsiri dondurmayarak akılların ve istidadla-rm kıyamete kadar onda yeni yeni vecihler bulabilmesini müm­kün kılmıştır.[14]

 

4- Hz. Peygamber (S.A.V.)'E Hükmen Merfû Olan Tefsir Rivayetleri
 

Mikdar bakımından Peygamberimizin tefsirini ele almak bizi, zahiren sahabeye mevkuf olduğu halde, hükmen ve manen Hz. Peygamber (s.a.v.)'e merfu olduğu ileri sürülen rivayetlerin hük­münün ne olduğunu açıklamaya sevk etmektedir. Rivayete fazla ehemmiyet verip, re'ye çok az hak tanıyanlar ve Peygamberimi­zin, Kur'ân'm hemen hemen tamamını izah ettiğini kabul edenler, umumiyetle sahabe tefsirinin hükmen merfû olduğunu kabule mütemayildirler.

Sahabe tefsirini, umumi olarak merfu kabul edenler, bu kana­atin bir gereği olarak, onlar arasındaki tefsir ihtilaflarını bağdaş­tırmaya gayret ederler. Bu ihtilafın tezat ihtilaû değil de, tenevvü ihtilafı olduğunu isbata çalışırlar.[15]

Kur'ân1 dan herhangi bir ayetin nüzul sebebi hakkında, vah­yin indiği ortama tanık olan sahabînin verdiği haber, müsned (merfu) bir hadis sayılır.

Bundan başka, Peygamberimizden öğrenmiş olduklarına de­lalet ettiği için, sahabenin icma ettikleri herhangi bir meselenin sıhhatinde ve kabulünün vacip olduğunda ihtilaf yoktur. îcma et­medikleri takdirde beyanlarının hüccet olup olmadığı hakkında münakaşa varsa da, beyanlarına itimad etmek tarafı galip gelir.[16]

Şahabı Hz. Peygamber (s.a.v.)'den işittiği veya gördüğü bir meseleyi nakletmeyip, kendisine ait bir izahta bulunabilir, fakat bu izah herhangi birinin mütalaası durumunda değildir. Yani âdeta içtihadla elde edilmesi mümkün olmayan bir bilgi söz konu­sudur. Sahabî, ancak vahiy çağında yaşamış bir kimsenin vakıf olabileceği bir karineye yahut yine ancak öyle birinin muttali ola­bileceği bir lisan inceliğine dayanarak bu izahı yapmış olabilir. Bu izah, Kur'ân veya sünnetin bir mevzûunun tefsiri olup, bu açıkla­ma olmaksızın o nass, anlaşılması gereken tarzda anlaşılamaya-caksa, bu takdirde Sahabî'nin bu izahı ile amel etmek şart olur, sırf içtihadı bir mes'ele sayılamaz.[17]

Zahiren sahabeye mevkuf rivayetler içinde, hükmen ve ma­nen merfu sayılması icab eden sahalardan biri de, re'y ve içtihatla haber verilmesi mümkün olmayan gaybî ve uhrevî ahvali bildiren rivayetlerdir.[18] Bu nevi rivayetlerin manen merfû sayılması için onların Ehl-i kitaptan nakl edilmediğinin kesin olup sahabînin kat'î bir ifade kullanmış olması şarttır. Keza herhangi bir şeyin haram veya helal olduğu meselesinde, sahabî kat'î bir ifade kulla­nıyor ve içtihat ettiğine dair bir karineye rastlanmıyorsa, bunları da, helal ve haramın kendisinden alındığı zattan öğrenmiş olduk­larına hükm edilir.[19] delecek haber, bu kısma bir misal teşkil eder: Abdullah İbn Mes'ûd (r.a.) şöyle demiştir: "Hiçbir insan yoktur ki, biri Cennette, diğeri Cehennemde olan bir konağa bakmasm. îşte "hasret günü" o gündür. Cehennem ehli Cennetekileri götfü ve tonlara denir ki: ".Siz de çalışmış olsaydınız! (Oraya girerdiniz.)"[20]

Bu kabil merfu hadisler, nisbeten bir yekun teşkil edecek ka­dar çoktur.[21]

 

5- Hadislerin Kur'ân'a Muvafakati Ve Hadislere Ayetlerle İstişhad Etme Meselesi
 

Hadisler Kur'ân'ı tefsir eder. bu tefsir başkalannınki gibi de­ğil, yine vahiyle te'yid edilmiş Resûlullah (s.a.v.)'m izahıdır. Bina­enaleyh hadislerin Kur'ân'a muvafık olması ve ondan bir asla dayanması, prensip olarak kabul edilmesi gereken bir keyfiyet olur. Bu sebeple menşei sahabe devrine çıkan erken bir zamanda, rivayet edilen hadislerin Kur'ân1 daki mesnedlerinin bahis mev­zuu olduğunu müşahede ediyoruz. [22]

 

6- Sıhhatini Tesbit Gayesiyle Hadisi Kur'ân'a Arz Etme Meselesi
 

Mebde itibarı ile, sünnetin Kur'ân'a muvafık olması gerektiği kabul edilince, rivayet edilen hadislerin muteber olup olmayaca­ğı, Kur'ân'la mukabele etmek suretiyle anlaşılmak istenmiştir. [23]

 

7- Hadislerin Kur'ân'a Rücûu Meselesi
 

Hz. Peygamber (s.a.v.)'in hadislerinin Kur'ân'la münasebeti, yani hadisler Kur'ân'm tefsiri midir? Yoksa müstakil hükümler mi ifade ederler? meselesini de burada incelememiz lazım gelmek­tedir. Bu mevzuda belli başlı birkaç nazariye vardır. Sünnetin, sa­dece Kur'ân'm beyanından ibaret olduğunu kabul edenler, her ha­disin muhakkak surette bir ayete raci olduğunu ileri sürerler. Sünneti müstakil bir hüküm ve bizatihi hüccet telakki edenler, hadislerin Kur'ân'a rücûunun şart olduğunu kat'î olarak redde­derler. Bir de, esas itibariyle, rücû meselesini benimsemekle bera­ber, sünnetin bir kısmını bundan istisna eden, nisbeten te'lifçi bir görüş vardır. [24]   

 

8- Hz. Peygamber (S.A.V.)'Den Gelen Bazı Tefsir Rivayet­lerini Âlimlerin Dirayet Yolu İle İzah Etmeleri
 

Hz. Peygamber (s.a.v.)'in bir kısım ayetler hakkında yaptığı tefsir kat'iyyet ifade eder. Mesela, Cenab-ı Hakkın mü'minler ta­rafından ahirette görülmesi mevzuundaki sahih hadisler, rü'yeti nefy ettiği intibaını veren ayetleri (el-En'âm, 103 ve el-A'raf, 143) kat'î tefsire kavuşturmuş[25] ve nefyin mutlak olmadığını belirt­miştir. Kabir sualine işaret eden ayetle (İbrahim 27) kabir azabı­na işaret eden (el-Mü'min, 46) ayetim birçok hadisleriyle kat'î tef­sire kavuşturmuştur. Bu hallerde ümmete düşen, Allah'ın muradini, olduğu gibi Hz. Peygamber (s.a.v.)'in beyanından almaktır. Fakat bazı hallerde âlimler, Resûlullah (s.a.v.)'in herhangi bir ayeti tefsir eden hadisini, ilk nazarda akla gelen şekliyle değil de, bazı izahlarda bulunarak, manasını tevcih etmek suretiyle kabul ederler. Bu, daha çok herhangi bir ayetin tefsirinde, hasrı îham eden, yani bir tek izahtan başkasına yer vermeyen lafızlarla varid olan hadisler için söz konusu olur. Mesela Fatiha, 5. ayeti ile ilgili olarak "mağdub aley" olanlar Yahudiler, "dallın" ise hıristiyaniar-dır, denilmiştir. Halbuki "gazaba uğrayanlar ve sapıklar" mefhu­mu umumidir, hak yoldan sapan her çeşit fırka, taife ve insan bu umumiyet içine dahil olur. Öyleyse Hz. Peygamberin bu mefhum­ları mezkur iki taifeye tahsis etmesinin hikmeti nedir? el-Isfahanî diyor ki:

"Gazaba uğrayanlardan murad, islâm caddesinden sapan her firka ve mezheptir. Bazı müfessirlerin onlardan bir fırkayı tayin etmeleri, umumiyeti en meşhur ve en vazıh ferdi ile temsil etme babmdandır. îbn Ebi Hatib'in "Müfessirler arasında "mağdub aleyhinizin yahudiler "dallîn"in ise hıristiyanlar olduğunda ihti­laf edildiğini bilmiyorum" sözünden de murad budur"[26]

Muhterem ismail Cerrahoğlu da bu mevzuda şöyle bir tevcih­te bulunmaktadır:

"Buna göre yahudilerin ve hıristiyanların, Fatihadaki mağdu-bun aleyhim ve dallinden birer misal oldukları anlaşılmaktadır. Yahudiler ve hıristiyanlar ehl-i kitab olduklarından, müşrik ve sair din mensuplarından daha ehvendirler. Diğerlerine nazaran İslâm'a zıd olsalar da daha yakındırlar. Burada ayetin iki nev'e tahsis edilmesindeki ibret açıkça kendini göstermektedir. Artık islâm'ın zıddı-karibi olandan kaçınılması ernrediîirse, Zıdd-ı baîdi olandan kaçınılması evleviyyetle sabit olacaktır. O halde, Peygamber, sapıklık grubunda olan herkese ıtlak edilebilecek Magdubun aleyhim ve dallin mefhumlarını bazı muayyen gruba tahsis edebiliyordu.[27]

Mesela, bazı hallerde Hz. Peygamber (s.a.v.), bir hadis söyle­dikten sonra «işte Allah Teala'nm şu ayeti, bunu ifade eder» diye­rek ayet okuması halinde, o ayetin başka manası nefy edilmiş olmayabilir. Peygamberimiz (s.a.v.) ayetteki bir veya birkaç manayı belirtmiş olur.

Peygamberimiz (s.a.v.)'e mensup bazı tefsir rivayetlerim, maksat ve hikmetten sarf-ı nazar ederek, lafzın zahirine göre an­lamamak lazımdır. Bilakis ehliyetli âlimlerin, onları tevcih etmek suretiyle hikmetlerini anlatmaları gereklidir. [28]

 

İkinci Bölüm


MİSALLERLE HZ. PEYGAMBER'İN TEFSİRİ


A- HZ. PEYGAMBERİN TEFSİRİNE VESİLE TEŞKİL EDEN DURUMLAR
 

1- Hz. Peygamber (S.A.V.)'İn Ayeti Okuyarak Kendiliğinden Tefsir Etmesi
 

Ayetin nazil olmasının akabinde, hutbe irad ederken yahut başka bir vesile ile Peygamberimiz ayeti okurken, herhangi bir su­ale muhatap olmaksızın, bazan tefsir edeceğini açıkça belirterek, bazan belirtmeyerek, bazı ayetlerin manasını bildirirdi.

Adî b. Hatim dedi ki: Tevbe sûresinden «(Yahudiler ve Hıristi­yanlar) hahamlarını ve papazlarını, Allah'dan başka rabler edin­diler» (Tevbe, 31) ayetini okuduğu sırada Resûlullah'ın huzuruna vardım. Dedi ki: Onlar, hahamlarına ve papazlarına ibadet etme­diler, lakin onlar herhangi bir şeyi helal kılınca, öbürleri de onlara uyarak helal saydılar.»[29] Bu misalde, herhangi bir vesile ile Kur'an okurken, tefsir edeceğini açıkça belirtmeksizin açıklamıştır.[30]

 

2- Hz. Peygamber (S.A.V.)'İn Ayet Hakkında Sual Açtıktan Sonra Ayetin Manasını Açıklaması
 

Bu, Resûlullah (s.a.v.)'m herhangi bir ayeti okuyarak «manası nedir bilir misiniz?», «Bu ayetin ne hakkında indiğim bilirmisi-niz?» gibi muhataplarının dikkatini çekecek bir sual sorması sure­tiyle olur. Sual bazan ayette geçen bir kelime ile ilgili olur. Bazı hallerde de «Niçin güldüğümü biliyor musunuz?» gibi, ayetle ilgili olmadığı halde, verdiği cevap bir ayetin tefsiri olur. Maksat, etrafmdakilerin zihinlerini yeni bir şey öğrenmeye hazırlamaktır, yoksa onlardan açıklama istemek veya bilip bilmediklerini anla­mak değildir. Zaten ashab, bildikleri bir şey olsa bile, Resûlul-lah'a karşı söylemelerine, edebleri müsait değildi. Onun için cevap, hemen hemen her zaman, «Allah ve Resulü çok iyi bilir» şeklinde olurdu.

Hz. Peygamber (s.a.v.), «Kim benim zikrimden yüz çevirirse onun hakkı da dar bir geçimdir...» (Tâ-Ha, 124) ayeti, biliyor mu­sunuz kimin hakkında inzal buyurulmuştu? diye sorunca dediler ki: «Allah ve Resulü pek iyi bilir.» Buyurdu: O, kafirin kabrinde gö­receği azaba dairdir...» Hz. Peygamber bundan sonra, ona doksan dokuz yılan musallat kılınıp, kıyamete kadar onu ısıracaklarını bildirmiştir.[31]

 

3- Muhtelif Şahısların Sormaları Üzerine Açıklamaları
 

a) Çok Sual Sormanın Nehy Edilmesi Meselesi Kur'ân araplann belagata çok ehemmiyet verdikleri, beliğ sö­zü anlayarak tesirinde kaldıkları bir devrede nazil oldu. Sonraları yabancı milletlerle karışmaları neticesinde araplann çoğunun anlayamaz hale geldiği, lisana müteallik bazı Kur'ânî incelikleri, sahabe umumiyetle idrak ediyordu. Yalnız çeşitli sebepler dolayı­sıyla, aralarında Kur'ân'ı anlama bakımından farklılıklar vardı. Daha önce görmüş olduğumuz gibi, lisana vakıf olmakla bilinemi-yecek hususlar bulunduğundan, onlar bazı hallerde Hz. Peygam­ber (s.a.v.)'e sormaya muhtaç oluyorlardı. Sualler, ne şekilde amel edecelerini öğrenmek için bir kısım ayetlerle ilgili olduğu gibi, ba-zam Kur'ân'daki veciz kelimeler sebebiyle, yahut iki veya daha çok ihtimalin mevcut olduğu hallerde, onlardan birinin tercih edilmesi sebebiyle oluyordu.[32] Bazan merakın tahrik etmesi neti­cesinde, gaybî veya uhrevî bir meseleyi öğrenmek arzusi ile olu­yordu.

Sual sorma hakkında, birtakım kayıtlan ve tahditleri ihtiva eden ayetler olduğu gibi, Peygamberimiz (s.a.v.)'in nehye delalet eden hadisleri, sahabenin de bir vakıa olarak nehyi ikrar eden haberleri vardır. Bilindiği gibi, öğrenme arzusu ile sorulan faydalı sorular olduğu gibi eğlenmek, istihfaf etmek, müşkil durumda bırakmak gayeleriyle sorulan yahut inkar edası ile yöneltilen ve­ya neticesine fayda terettüp etmeyen sualler de bulunabilir. Varid olan nehiyler bu kabil sualler içindir. Ancak naslarm zahirine ba­karak, nehyin şümulünü geniş telakki eden ve genişletmek iste­yen kimseler de olmuştur.

b) Müslümanlar Tarafından Sorulan Sualler

1- Mübhemin tayinine dair sualler

Kur'ân'da bazı huuslar mübhem bırakılmış, kasden tayin edil­memiştir. Tayin etmemek şu gayelere matuftur: Başka yerde açıklandığından ihtiyaç olmaması, şöhreti sebebiyle bilinmesi, setr edilmesinin murad olması, tayininde zikre değer bir fayda bu­lunmaması, hüktnün umumî olduğuna tenbih etme gayesi, ismi zikr etme yerine mükemmel bir tavsifle tazim etme yahut eksik tavsifle tahkir etme gayesiyledir.[33] Bazı müslümanlar, Kur'ân'da-ki bazı mübhemleri sormuş, Resûlullah da onları tayin etmiştir.

Mesela Hz. Ali: «Resûlullah'dan hacc-ı ekber gününü sordum, o da: 'Kurban bayramı günüdür' dedi»[34]

2.  Mücmel ayetler hakkındaki sualler:

Mücmel, delaleti vazıh olmayan, maksadın kat'î olarak anla­şılması için beyan edilmesi gereken söze denir. Kelimenin lügatte müşterek olması, zamir merciinin ihtilaflı olması, atf veya isti'naf ihtimali, lafzın garabeti icmal sebepleri arasındadır.[35]

Mesela Haccm farziyyetine dair ayette «...Ona bir yol bulabi­lenlerin (gücü yetenlerin) Beyti hacc etmesi Allah'ın insanlar üze­rinde hakkıdır...»[36] buyurulmaktadır. Bir adam buradaki «yol»un manasını sorunca, Resûlullah (s.a.v.) «azık ile binek» olduğunu bildirmiştir.[37]

3- Lugavî sualler

Bazı müslümanlara garib gelen kelimelerin Resûlullah (s.a.v.)'e sorulduğuna da rastlamaktayız.

Mesela Hz. Aişe'nin sorusu üzerine Resûlullah (s.a.v.) Hacc 78. ayetindeki «harec» kelimesini «darlık» olarak tefsir etmiştir.[38]

4- Ayetten maksudun tayin edilmesi için sorulan sualler Bazı hallerde ayette varid olan kelimenin manası maruf olur,

fakat maksudu anlaşılmaz ve lugavî malumat için değil de, mak­sudu anlamak gayesiyle Hz. Peygamber (s.a.v.)'e sual tevcih edi­lirdi.

5- Manasını bildikleri ismin sıfatlarını sormaları:

a) Hüküm ifade eden ismin tavsifine dair sualler:

Muaz ayette[39] emr edilen «nasuh tevbe»nin nasıl olacağını so­runca buyurmuşlar ki «Kul bulaştığı günahtan tam nadim olur, Allah'dan afv diler, sütün memeye dönmemesi gibi o günaha dönmez.»[40]

b) Herhangi bir ismin tavsifini istemeleri îbn Abbas'dan rivayete göre «îyi bilin ki Allah'ın velilerine korku yoktur, onlar mahzun da olmayacaklardır»[41] ayetinde geçen «Allah'ın veli kulları»nın tavsifi istenmiş Resûlullah: «O kimselerdir ki görüldüklerinde Allah teala hatırlanır» buyurmuş­tur.[42]

6- Mugayyebata dair sualler

Peygamberimizden, «Rabbinin, seni övgüye değer bir makama çıkacağını, umabilirsin.» (Isra, 79) ayetindeki makam sorul­muştu. Onun «şefaat» makamı olduğunu söyledi. [43]

 

C) Ehl-İ Kitabın Sualleri
 

Mü'minler Allah'ın kitabını anlamak ve üzerlerine terettüp eden amellerin keyfiyyetini öğrenmek için sorarken, diğer taraf­tan müşrikler, hristiyanlar ve bilhassa yahudiler kâh alay ve imti­han etmek, kah müslümanları şaşırtmak yahut Hz. Peygamber (s.a.v.)'i müşkil mevkide bırakmak zan ve emeliyle birtakım sual­ler sorarlardı, bu sualler mevzu itibariyle, Kur'ân'da tenakuz ara­ma, kevniyyat, bed-i hilkat, geçmiş ümmetlerin ve peygamberle­rin ahvali vs. meselelerine racidir. Şekil itibariyle de sualler ekse­riya bir hey'et tarafından, mürettep bir tarzda tevcih edilirdi.[44]

1- Yahudilerle ilgili sualler

a) Yahudilerin Peygamber'imiz (s.a.v)'e sormaları:

Bir yahudi gelerek Resûlullah (s.a.v.)'e dedi ki: «Sen cennet­te, cennet ehlinin yiyip içeceğini iddia ediyorsun?» cevaben buyur­du ki: «Onlardan her birine; yemek, içmek ve cinsî iktidar bakı­mından yüz adamın uvveti verilecektir.» Adam: «Yiyen ve içenin dışarı çıkma ihtiyacı olur. Halbuki cennette bu yoktur» deyince Hz. Peygamber bu ihtiyacın ter şeklinde vücuttan atılacağını bil­dirdi.[45] Bu hadise vesilesiyle cennette yeme ve içmeyi haber veren ayetlerin tefsiri[46] yapılmış olmaktadır.

b) Hz. Peygamber (s.a.u.)'inyahudilere sorması Yahudiler birçok meseleyi Peygamberimiz (s.a.v.)'e sorduğu

gibi, bazan Hz. Peygamber (s.a.v.)'in de onlara sual sorduğuna ve bu sualin herhangi bir ayetin tefsirine vesile olduğuna şahit olu­yoruz.

Zeyd diyor ki: Resûlullah yahudilere haber gönderdi ve dedi ki: «Onlara niçin haber gönderdiğimi biliyor musunuz?» Dediler: Allah ve Resulü bilir. Buyurdu: «Ben onlara Allah'ın Ogün ki yer-başka bir yere tebdil olunacaktır...»[47] sözü hakkında sormak için haber gönderdim. O gün yer gümüş gibi beyaz olacaktır.» Yahudi­ler gelince onlara sordu. Cevaben dediler: «Beyaz, has undan ya­pılmış ekmek gibi beyaz olacaktır.»[48]

2- Hristiyanların sualleri

Muğire b. Şu'be dedi ki: Hz. Peygamber bazı ihtiyaçlar için be­ni, Necran ahalisine gönderdi. Onlar bana «Senin inandığın pey­gamber, Musa'nın kardeşi olan Harun'un, Meryem'in kardeşi ol­duğunu iddia etmiyor mu? -Halbuki Musa, isa'dan şu kadar sene önce yaşamıştır.» (Müslim rivayetinden)- dediler. Buna karşı na­sıl cevap vereceğimi bilemedim. Avdet ettiğimde meseleyi Resûlullah'a anlattım. Buyurdu ki: «Hz. Meryem zamanındaki in­sanlar, kendilerinden önce geçen peygamberlerinin ve iyi kimse­lerin isimlerini çocuklarına isim yaparlardı.»[49]

Necran hristiyanları «Ey Harun'un kız kardeşi senin baban kötü bir adam değildi. Anan da iffetsiz bir kadın değildi.»[50] ayetini kasd ediyorlardı. Kabu'l-ahbar da tarihi malumatına itimad ede­rek, ayetteki Harun'un, Hz. Musa'nın kardeşi olmadığım söyle­mişti.[51] Hz. Peygamber (s.a.v.) bu ayetteki kardeşten muradın, aynı ana veya babadan dünyaya gelen çocuklar olmadığını, bura­daki Harun'un, Musa'nın kardeşi değil de, onun adının verilmiş olduğu başka bir Harun olduğunu bildirmiştir.[52] Yahut Musa'nın kardeşi olan Harun'un soyundan olduğu için, bu akrabalığa işaret edilmiştir.

Müşriklerin, yahudilerin ve hristiyanların birçok sualleri, müteaddit ayetlerin nüzulüne sebep olmak suretiyle, o ayetlerin anlaşılmasını kolaylaştırmıştır. [53]

 

4- Hadislerin Sonunda Ayet Okumak Suretiyle Açıklaması
 

Hz. Peygamber (s.a.v.) bazan bir hükmü belirttikten yahut izah ettikten, bir nasihatta bulunduktan veya herhangi bir davra­nışta bulunduktan sonra bir ayet okurdu.

Hz. Peygamber (s.a.v.)'in Kur'ân'ı açıklamasının en mühim unsurlarından ve en çok rastlanan tarzlarından biri budur. Bu ko­nuya başka bir vecihten daha önce temas etmiştik. Resûlullah (s.a.v.)'m ayet okuması her zaman aynı gayeye matuf değildir ve aynı makamda cari olmaz, müteaddit hallerde tezahür edebilir.

«Hiçbir kul yoktur ki onun için gökte iki kapı bulunmasın. Ka­pılardan birinden rızkı çıkar, öbüründen yaptıkları ve söyledikle­ri girer. Kul ölünce, onlar da onu kaybederler ve üzerine ağlarlar.» Resûlullah bunu söyledikten sonra[54] «ne gök, ne yer onların üstü­ne ağlamadı»[55] ayetini okudu ve kafirlerin, yerde salih bir amel iş­lemedikleri gibi, göğe de hiçbir sözlerinin yükselmediğini söyledi. [56]

 

5- Siyak Münasebetiyle Açıklaması
 

Hz. Peygamber (s.a.v.) bazı hallerde, ayetle doğrudan doğruya ilgisi olmayan bir mevzu hakkında konuşurken, siyak münasebe­tiyle konuyu bir ayete getirir ve bu vesile ile o ayet hakkındaaçık-lama yapardı.

Seleme b. el-Ekva diyor ki Hz. Peygamber (s.a.v.) ile beraber bulunuyorduk, yammızdan bir cenaze geçirildi ve ölü hakkında güzel şeyler söylendi, bunun üzerine: «Vacib oldu» buyurdu. Sonra yanından bir başka cenaze geçirildi ve ölü hakkında başka türlü sözler sarfedildi (yani kendisinden iyi şekilde bahsedilmedi). Yi­ne: «Vacib oldu» buyurdu. «Ne vacib oldu ya Resûlallah?» dediler. Cevap verdi: «Melekler, Allah'ın semadaki şahitleri, siz ise yerde­ki şahitlerisiniz, neye şahitlik ederseniz vacib olur, olması gere­kir.» Sonra da şu ayetleri okudu: «De ki: Çalışın; Allah, Resulü ve mü'minler amellerinizi göreceklerdir» (Tevbe, 105). Dedi ki: (Bu)

Allah Teala'nın şu sözünün manasıdır: «Ta ki insanlar hakkında şahitler olasınız» (Bakara, 143)[57]

Bu misalde görüldüğü üzere, Hz. Peygamber geniş kapsamlı bir ayetin manalarından bir tarafını, tatbiki bir örnekle açıklamış bulunmaktadır. [58]

 

6- Tefsir Edici Kısa Ziyadelerle Açıklaması
 

Kısa ziyade kelimeler kullanmak suretiyle bazı veciz ayetleri açıklama tarzımn ilk numunelerini Hz. Peygamber (s.a.v.)'in tef­sirinde bulmaktayız. Bu ziyadeler kısa olmakla beraber bazan çok mühim izahlara medar olurlar. Umumun tahsisi, mücmelin be­yan edilmesi gibi vazifeler ifa ederler. Bu konunun misalleri pek yoktur.[59]

Hz. Ebû Bekir'den rivayete göre Resûlullah, «...Kim bir kötü­lük yaparsa onunla cezalanır» ayetini, kısa bir ziyade ile «Kim bir kötülük yaparsa onunla dünyada cezalanır» şeklinde, dünya hayatına tahsis etmek suretiyle[60].


[1] Prof. Dr. Suat Yıldırım, Bütün Yönleriyle Asr-ı Saadet’te İslam, Beyan Yayınları: 1/259-260.

[2] Sa'd, 37.

[3] eş-Şu'arâ, 195.

[4] İbn Kesir, Tefsîru'l-Kur'âni'l-âzim, Beyrut, 1385/1-966, VII. 217.; Mukadde­me tân, s. 187.

[5] Prof. Dr. Suat Yıldırım, Bütün Yönleriyle Asr-ı Saadet’te İslam, Beyan Yayınları: 1/261-262.

[6] en-Nahl44..

[7] en-Nisâ,105.

[8] en-Nahl, 64..

[9] el-Mâ'ide, 67..

[10] el-Muvafakat, III, 36.

[11] el-Kurtubî, I, 33-34.

[12] Prof. Dr. Suat Yıldırım, Bütün Yönleriyle Asr-ı Saadet’te İslam, Beyan Yayınları: 1/263-264.

[13] Prof. Dr. Suat Yıldırım, Bütün Yönleriyle Asr-ı Saadet’te İslam, Beyan Yayınları: 1/264-265.

[14] Karşılaştırınız: et-Tefsîr ve'1-Müfesirûn, I, 53-57.

Prof. Dr. Suat Yıldırım, Bütün Yönleriyle Asr-ı Saadet’te İslam, Beyan Yayınları: 1/265-267.

[15] Ibn Teymiyye'nin bu izahları için Kayıhan Yaymları tarafından yayınla­nan Peygamberimizin Kur'ân'ı Tefsiri isimli kitabımızın 53-56. sahifelerine bakınız..

[16] el-Muvafakat.nl, 218.

[17] Krş. el-Muvafakat, III, 220

[18] Ahmed Muhammed Şâkir, et-Taberî, III, 296-298, Ha. No. 2435 şerhinde).

[19] Ahmed Muhammed Şâkir, (et-Taberî, IV, 377, şerh kısmında)..

[20] Taberî, III, 296-298, Ha.No: 2435; el-Hâkim, el-Müstedrek, IV. 296-298; Mecmau'z-Zevaid, X, 328-330.

[21] Bazı misaller için bkz. S. Yıldırım, a.g.e., s. 76-77 (N. 134).

Prof. Dr. Suat Yıldırım, Bütün Yönleriyle Asr-ı Saadet’te İslam, Beyan Yayınları: 1/267-268.

[22] Prof. Dr. Suat Yıldırım, Bütün Yönleriyle Asr-ı Saadet’te İslam, Beyan Yayınları: 1/268-269.

[23] Prof. Dr. Suat Yıldırım, Bütün Yönleriyle Asr-ı Saadet’te İslam, Beyan Yayınları: 1/269.

[24] Prof. Dr. Suat Yıldırım, Bütün Yönleriyle Asr-ı Saadet’te İslam, Beyan Yayınları: 1/269.

[25] Hadislerin bir kısmı için: Müslim, V, Ha. No. 212; et-Tirmizî, K. Sıfati'l-cenne, 16. bab.

[26] Mehâsinu't-Te'vil, I. 24.

[27] Kur'ân Tefsirinin Doğuşu, s. 26.

[28] Prof. Dr. Suat Yıldırım, Bütün Yönleriyle Asr-ı Saadet’te İslam, Beyan Yayınları: 1/269-271.

[29] Et-Taberî, XIV. 209, Ha. No. 16631; et-Tirmizî, K. et-Tefsîr, ed-Durru'l-Mensûr, III, 230; el-Buharî, et-Târîhu'1-Kebîr, IV. 1-106 (Ahmed M. Şakir'den).

[30] Farklı kategorilerden örnekler için bkz. Suat Yıldırım, Peygamberimizin Kur'ân'ı Tefsiri, s. 141-148. Prof. Dr. Suat Yıldırım, Bütün Yönleriyle Asr-ı Saadet’te İslam, Beyan Yayınları: 1/272.

[31] et-Taberî (Halebî), XVI, 228; îbn Kesîr, IV. 544-545, (el-Bezzâr'dan); Ebû Ya'lâ, el-Müsned, v. 30a.; el-Mûstedrek, II- 381 (Ebü Sa'îd'den)..

Prof. Dr. Suat Yıldırım, Bütün Yönleriyle Asr-ı Saadet’te İslam, Beyan Yayınları: 1/272-273.

[32] el-Îtkân, 11,174.

[33] el-Itkân II. 145

[34]et-Tirmizî, K et-Tefsîr ye K. el~Hac, 110. bab, Ha. No. 957; aynı hadis sual kaydı olmayarak tbn Ömer'den:

Ebû Davud, Ha. No. 1945; el-Müstedrek, II. 331; et-Taberî, XIV. 124, Ha. No. 16447; îbn Kesîr, III. 361-362.

[35] el-ltkân II. 18-19.

[36] Âl-i îmrân, 97.

[37] Süfyan es-Sevrî, Tefsîr, s. 37; et-Tirmizî, K et-Tefsîr; et,Taberî, VII. 39; îbn Mace, Ha. No. 2496; îbn Mace, Ha. No. 2897 (ibn Abbas'dan); îbn Ebî Hati, v, 48a; îbnu'I-Münzir, v. 48b. (el-Hasanu'1-Basrî'den mürsel olara); Tefsîru Abdirrezzak, v. 6a (Kat'de'den mürsel olarak); Kenzu'l-Ummal, II. 2 Ceş-Şa-fı'î ile et-Tirmizî ve el-Beyhakî'den (Âişe'den), ed-Durru'l-Mensur, II. 56.

[38] el-Müstedrek, II. 391 (ez-Zehebî tashihine muvafakat eder).

[39] et-Tahrîm, 8.

[40] ed-Durru'1-Mensûr, VI. 245 (îbn Merdeveyh'den, aynı manada sual zikr edilmeksizin İbn Mes'ud rivayetinde Ahmed b. Hanbel, îbn Merdeveyh ve el-Beyhakî'den).

[41] Yunus, 62.

[42] Tefsîru'n-Nesâ'î v. 42a, et-Tabeı i, XV. 1919, Ha. No. 17704; îbn Kesîr, III. 512 (el-Bezzâr'dan); ed-Durru'1-Mensûr, III. 310.

[43] Prof. Dr. Suat Yıldırım, Bütün Yönleriyle Asr-ı Saadet’te İslam, Beyan Yayınları: 1/273-276.

[44] Ehl-i Kitabın suallerine dair geniş bilgi için bkz. S.Yıldırım "Peygamberimi­zin Kur'ân'ı Tefsiri" s. 174-180.

[45] Abd b. Humeyd, el-Müsned, v. 40b.; Tefsîru'n-Nesa'î, v. 89a.

[46] Mesela, ez-Zuhruf, 71, 73.

[47] İbrahim, 48.

[48] et-Taberî (Halebî), XIII. 250; îbn Kesîr, IV. 147-148.

[49] et-Taberî, (Halebi), XVI. 78; Müslim, K. el-Edeb, Ha. No. 9; et-Tirmizî, K. et-Tefsir; Tefsîru'n-Nesaî, v. 58b; el-Fethu'r-Rabbanî, XVIII, 207-208.

[50] Meryem 28.

[51] îbn Kesir, IV, 453.

[52] Bulugu'l-Emanî, XVIII. 207-208, not:3.

[53] Prof. Dr. Suat Yıldırım, Bütün Yönleriyle Asr-ı Saadet’te İslam, Beyan Yayınları: 1/276-277.

[54] îbn kesîr, VI. 253 (Ebû Ya'la ile İbn Ebî Hatim'den); et-Tirmizî, K. et-Tefsîr («ğarib» diyerek); ed-Durru'1-Mensûr, VI. 30 (ayrıca İbn Merdeveyh, Ebû Nuaym ve el-Hatibden).

[55] ed-Duhân, 29.

[56] Prof. Dr. Suat Yıldırım, Bütün Yönleriyle Asr-ı Saadet’te İslam, Beyan Yayınları: 1/278.

[57]et-Taberî, III. 149, Ha. No. 2185. (Ahmed M. Şakin Hadis Müslim'in şartı.na uygundur. Mecmau'z-Zeuaid, III. 4'e bakınız)

Bunlar için bkz. Suat Yıldırım, a.g.e., s.196-199.

[58] Prof. Dr. Suat Yıldırım, Bütün Yönleriyle Asr-ı Saadet’te İslam, Beyan Yayınları: 1/278-279.

[59] en-Nisâ, 123.

[60] Prof. Dr. Suat Yıldırım, Bütün Yönleriyle Asr-ı Saadet’te İslam, Beyan Yayınları: 1/279.

Lal-i Hal
Mon 18 April 2016, 06:01 pm GMT +0200
O donemde Efwndimiz ayeti kerimwleri ashabin anlayacagi bir sekilde izah edip aciklamistir.cunku O (sav)in gonderilme amaci da buydu zaten.
Ashab d abu konuda titiz davranmi ve O nun tefsirinin uzerine baska bir yorum getirmemisler ve getirmekten de kacinmislar.
Allah razi olaun paylasm icin.farkli konular bir arada aciklanmis.hepsini de goremus olduk