hafız_32
Wed 6 October 2010, 01:56 pm GMT +0200
ASR-I SAADETTE HZ. PEYGAMBERİN VE AİLESİNİN GEÇİMİ
Doç.Dr. Celâl Yeniçeri
(Marmara Üniversitesi ilahiyat Fakültesi Öğretim Üyesi, istanbul)
CELAL" 1942 yılında İstanbul Şile/Oruçoğlu köyünde doğ-YENİÇERi du. İlkokulu köyünde bitirdi. 1963 yılında (İ.H.L) ve 1968 yılında da İstanbul Yüksek İslam Enstitüsünü bitirdi. Askerlik görevini müteakip 1970'de ortaöğretimde Öğretmenliğe başladı ve 1985'de Marmara Üniversitesi İlahiyat Fakültesinde öğretim görevlisi olarak tayini yapıldı." 1973'de "el-îhtiyar" adlı eseri Türkçeye tercüme ederek yayınladı. 1980'de "İslâm İktisadının Esasları" adlı bir eserini daha neşretti. 1978'de (Atatürk -Üniversitesi îslâmî İlahiyat Fakültesi)'ne bağlı olarak ve Prof.Dr. Salih Tuğ yönetiminde İslâm Hukukunda doktora yapmaya başladı ve 1983'de "İslâm'da Devlet Bütçesi Hukuku ve İlgili Müesseselerin Ortaya Çıkışı" tezi ile Doktor unvanını kazandı. Bu çalışması 1984'te basıldı. Pek çok yayınlanmış makaleleri bulunup halen "İslâm'da Çalışma Hayatının Düzenlenmesi" ve "İslâm Düşüncesinde Kainat ve İmkanları" mevzuları üzerinde çalışmaktadır. 1989'da Doçentliğe terfi etmiştir. Eserleri:
- el-İhtiyar Metni Muhtar Tercümesi
- İslâm İktisadının Esasları
- İslâm'da Devlet Bütçesi. [1]
Birinci Bölüm
PEYGAMBER AİLESİNİN GELİRLERİ VE GEÇİMİ
A- MEKKE DEVRÎ
1- Ailenin Ve Hz. Peygamber Ailesinin Kısaca Tanımı
Peygamber (s.a.v.) ailesinin gelir ve geçiminden bahsetmeden önce "Aile"nin ne olduğunu kısa olarak anlatmak istiyorum. Bir aile, bir yuva, maddî yönden her ne kadar küçük bir görünüm içindeyse de manevî yönden o, bütün kurluşlarm çekirdeğidir ve insanın mutluluğu ve devletin bekası açısından da her kuruluşun üstünde bir yere sahiptir. Aile kuruluşundaki ilişkilerin temelinde sevgi, saygı ve içten yardımlaşma vardır ve bunlardan mahrum bir aileye mutluluğun akışı da mümkün değildir. Yardımlaşmanın, yardım ve hizmet etmenin, sevginin, saygının en içten ve gönülden yapılanma ancak aile yuvasında rastlanır. Böylesine bir hava içerisinde yetişen insan, içinde yaşadığı toplumdan, milletinden ve devletinden de aynı şeyleri bekleyecek ve onlara da ailesinde gördüğünü vermeye çalışacaktır.
Bir annenin çocuklarına, seven eşlerin birbirlerine yaptıkları hizmet ve yardımın en candan olanına aileden, o küçücük yuvadan başka bir yerde rastlanamaz. Bu kadar içten gelen bu duygular, bu yaklaşımlar, himayeler, hizmetler Allah Teâlâ tarafından mükafatsız bırakılmaz. İşte Hz. Peygamber aile reislerine verdiği müjdelerinde şunları söylüyor:
«Sen ev halkına bir harcamada bulunduğun zaman şüphesiz ki ondan sevap alırsın, hatta hanımının ağzına kaldırıp verdiğin lokmadan bile.»[2]
«Kişinin terazisine konulacak ilk şey, aile ve çocuklarına yaptığı harcamalarıdır. »[3]
Hanımlara gelince, eğer onlar da eşlerine, çocuklarına ve diğer aile ferdlerine bir harcamada bulunurlarsa bundan aynı şekilde ve hatta fazlasıyla sevap alacaklardır. Hz. Peygamber devrinde bazı hanımlar, kazançlarını eve harcayıp sadaka vermekten mahrum kaldıkları endişe ve üzüntüsüyle durumlarını Rasûlullah'a ilettiler. Mesela: Bir kısım kaynakların bazı farklarla da olsa bildirdiklerine göre, Abdullah b. Mes'ud'un Raita -ki bu hanımın üm-mü'1-veled olduğu da söylenir— veya Zeyneb ismindeki bir hanımı, elinden iş gelen, sanatkar bir kadındı ve o yaptıklarını satar, para kazanırdı. Fakat, bütün kazancını eşine ve eşinin diğer hanımından olan yetim çocuklarına harcadığı için sadaka veremiyordu. Hatta bu hanım, sadaka (yahut zekât) vermesine fırsat bırakmadıkları gerekçesiyle eşine çıkışmıştı. Sonra eşinin de isteği ile durumunu sormak için Rasûlullah'm evine gitti. Kapıda kendisi gibi aynı durumda olan bir başka hanıma; Ebû Selemehnin kızı Zeyneb (r.a.)'e rastladı. O da çocuklarına harcamada bulunuyordu. Hz. Peygamber bu iki hanıma, yaptıkları bu harcamalarından hem sadaka ve hem de yakınlarına yardım olmak üzere iki çeşit sevap alacaklarını, bildirdi.[4] Yuvayı, eşlerden her ikisi, erkek ve hanım birlikte kucakhyacaklar; fakat, nafaka temin etme mecburiyeti hukukî açıdan erkeğe düşmekte, kadın sadece vicdanen buna iştirak etmektedir. Bu bakımdandır ki erişeceği sevabın türü iki çeşit olmuştur.
Eşlerin yuvalarına olan hizmetlerini ibadetten sayan Hz. Muhammed (s.a.v.) bir kimsenin en hayırlı kazancının, ailesine ve Allah yolundaki arkadaşlarına harcadığı kazancı olduğunu da şöyle belirtiyor: «Kişinin, aile ferdlerine yahut hayvanına veya Allah yolundaki arkadaşlarına harcadığı dinar (para)'dan daha üstün bir dinar yoktur.»[5]
işte Hz. Peygamber'in müslümana kurdurtmak istediği ve kendisinin de kurmuş olduğu aile anlayışı: Eşler birbirlerinden razı, Allah da onlardan razı.
Şimdi biz bu araştırmamızda, yemek sırasında hanımların ağzına lokma ver diyen ve onlar için temin edilen nafakayı, başa kakmak şöyle dursun, sevap terazisinde ilk tarttıran bir Peygamber (s.a.v.)'in gelirinden ve geçiminden bahsedeceğiz.
Şüphesiz ki ailede herkesin bir yeri ve ayrı çeşitten bir sevgisi ve hatırası vardır. Aile bu güzel farklılıkların gene en güzel kaynaştığı bir bütündür. Beşer aüesidir; içinde neşe olur, hüzün olar, anlaşmazlıklar olur. Fakat insan gene de ancak orada mutludur. Peygamber ailesi de böyledir. O bir melek ailesi değildir. İnsan olan bir peygamberin ailesidir.
Aile, aynı zamanda küçük bir üreticiler ve tüketiciler kuruluşudur. Bu kuruluş içindeki insanlar hem üretilen, kazanılan mallara ve hem de tüketilecek olanlara ortaktırlar. Ailede servet kimin tarafından kaznılırsa kazanılsın, ailedeki herkes ondan geçim ve refah payını alır veya almalıdır. Şüphesiz ki aileyi sadece bir üretici tüketici kuruluşu olarak görmek çok yanlıştır. Demek istiyoruz ki, ailenin böyle bir yanı da vardır.
Bir ailede herkesin ortak ihtiyaçları olduğu gibi herkese ait özel ihtiyaçlar da vardır. Bütün bunlar ailenin geliri gözönünde bulundurularak önem dercesine göre yerine getirilir. Eşitlik iyi şeydir ve esastır. Fakat gelirin paylaşılmasında tam bir eşitliği sağlamak mümkün olamıyacağmdan, aile halkı nasiblerine razı olmalıdırlar. Zaten birbirlerine gönülden tutkun olanlar birbirlerine karşı çok feragatlıdırlar ve ufak-tefek farklılıkları bir neşe sayarlar. Durum böyle olmakla beraber aile reisi, ortak gelirden, sürekli biçimde bazılarını faydalandırıp diğer aile ferdleri aleyhine bir durum meydana getirmemelidir, bu tutum sevgi-saygı bağını zayıflatıp çözer: «Rasûlullah, bütün hanımlarına eşit muamele eder ve onlara tam bir eşitlik ile davranırdı. Bu hanımlardan bazılarının eli ve idaresi altındaki âlet edevat ile ev eşyaları arasında bir farklılık varsa bu, Rasûlullah'ın herhangi bir tercihinden değil, fakat sadece bu hanımlarının beraberlerinde getirdikleri çeyiz yahut akraba ve dostlarından aldıkları hediye veyahut da şahıslarıyla ilgili tutumluluklarından ileri gelmekteydi.»[6]
Hz. Muhammed, Peygamberliğinin ve Medine döneminde buna ek olarak devlet başkanlığının yam sıra daima iyi bir aile reisiydi. O, büyük meşgalesine rağmen, hanımlarından, çocuklarından ve torunlarından ilgiyi hiç eksik etmemiştir. Hz. Peygamber, esas gelirine ilave olarak ev bütçesine katkısı olan bir kısım yan işler yapmış ve hanımlarının yapması gereken işlerde onlara yardımcı olmuştur. Meselâ: Makrizi (766-845 H.) O'nun evdeki tutumu hakkında hanımı Hz. Âişe (r.a.)'den şu bilgiyi veriyor:
«Rasûlullah, evinde, ayakkabısını kendisi tamir eder ve elbisesini kendisi dikip yamardı. O, evinde sizlerden birinizin yaptığı gibi işler yapardı.»[7]
Hz. Peygamberin, avlusundaki davarların sütünü sağdığı da olurdu.[8] Buharı, nafakat bölümünde, «Rasûlullah evde ne yapardı1?» sorusuna karşılık ümmü'l-mü'minin Hz. Aişe'nin verdiği bir cevabını kaydeder:
«O, evinde, ailesinin işindeydi, ezanı duyuncada da çıkıp giderdi. »[9]
Gene Hz. Âişe, O'nun mutfak işinde kendisine yardımcı olduğunu şu şekilde bir hâdiseyi nakledip anlatır: «Bir gece (babam) Ebû Bekir bize koyun paçası göndermişti. Rasûlullah bu paçaları tuttu ve ben de onları kesip parçaladım, yahut o kesip parçaladı da ben tuttum. Dinliyenlerden birisi —lambasız (karanlıkta) mı bu işi yaptınız?— diye sordu da Âişe; eğer yanımızda lâmbamız (ona koyacak bir şeyimiz, yağ) olsaydı şüphesiz onu katık yapardık, diye cevap verdi.»[10] Burada O, çok aç olduklarım dile getirmenin yanı sıra Hz. Peygamberin mutfak işlerinde kendilerine yardımcı olduğunu da anlatmaktadır. İnsana büyük değer veren Hz. Peygamberin bundan ailesini ayrı tutması düşünülemez. O'nun ailesi geniş bir geçim imkanına kavuşmadı, fakat O'nun engin bir mahabbet ve sevgisine garkoldular.[11]
2- Hz. Peygamber'e Kalan Miras
Bilindiği gibi Rasûlullah'ın babası, daha henüz o doğmadan vefat etmiş bulunuyordu. Hz. Peygamberin dedesi Abdülmutta-lib'in ve müteakiben amcası Ebû Talib'in Mekke reisliğini yapmalarına karşılık Rasûlullah'm babası Abdullah'ın ve kendisinin idarede herhangi bir vazifeleri olmamıştı. Bu bakımdan Hz. Pey-gamber'in bu yoldan bir menfaat sağlaması söz konusu değildi. Maverdî (364-450 H.) ve Ferra'nm (ö. 458 H.) el-Vâkıdî1 den naklettiklerine göre, Rasûlullah'a babasından Ümm Eymen adında bir cariye ile 5 deve, bir miktar davar, kölesi Şakran ve bunun Salih isminde oğlu miras kalmıştı. Annesi Amine'den ise bir ev kalmıştı. Hanımı Hatice (r.a.) daha Mekke'de iken vefat edince O'nun Safa ile Merve arasındaki evi ile bir miktar malı da Hz. Peygamber'e kaldı. Rasûlullah bu mallarını Mekke'de bırakıp Medine'ye hicret edince Abdulmuttalibin oğlu Akil, O'nun iki evine de el koyup onları satmış bulunuyordu.[12]
Görüldüğü gibi Hz. Peygamber'e miras olarak önemli birşey intikal etmedi. Kur'ân-ı Kerim'de, O'nun başlangıçta fakir olduğu ve sonradan varlıklı hale getirildiği anlatılırken şöyle denilir:
«O (Allah), seni fakir bulup zenginle sürmedi mi?»[13]
Hz. Peygamber, evvelki durumuna nisbetle zengin olmuş ve fakat ilerde ele alacağımız gibi malından sadece kendisi faydalanmadığı için yaşantısı bir fakir yaşantısından ileriye varmamıştı. [14]
3- Hz. Peygamberin Ebû Talib'in Himayesine Girmesi Ve Çobanlığı
a) Hz. Peygamber'in Ebû Talib'in himayesine girmesi ve ticarî işlerinde amcalarına yardımcı olması
Hz. Muhammed'in babası o doğmadan bir kaç hafta önce Ölmüş ve bilindiği üzere kendisi doğunca da yanında 4 yaşma kadar kaldığı süt annesi Halime'ye verilmşiti. Bundan sonra, iki sene annesinin ve bir o kadar da dedesinin yanında kalan Muhammed (s.a.v.) daha sonra uzun yıllar Ebu Talib'in himayesine mazhar olmuştu.
Hz. Peygamber, çocukluk dönemi hariç, kendi geçimini kendisi temin etmeğe çalışmış ve himayesi altına girdiği amcasının bütçesine katkıda bulunmuştur. O, 8 yaşlarında amcası Ebu Talib'in himayesine girdikten sonra O'nun ve diğer amcası Zübeyr'in bir kısım ticarî faaliyetleri içinde yer almış ve onların ticâret kervan-larıyla Suriye'ye ve Bahreyn-Umman bölgelerine gitmiştir. İlk ticaret kafilesine katıldığında 9 yaşındadır ve daha sonra 10-12 yaşlarında bu iş tekrarlanmıştır. Bu ticaret kafileleri, getirdikleri malları Mekke pazarında sattıklarına göre muhtemelen Hz. Mu-hammed bu pazarcılık işinde amcalarına yardımcı olmuştur.[15]
îbn Sa'd (168-230 H/785-845 M), Ebu Talib'in malı olmadığını veya çok az malı bulunduğunu ve bir deve sürüsünün olduğunu kaydeder. Ebu Talib, başlangıçta yeğeni için ayrı bir sofra kurdurur. Muhammed, sofralarına oturmayınca zaten az olan yiyeceklerle doyamazlar. O'nula beraber yediklerinde ise hem doyarlar ve hem de yiyecekler artar. Bu sebeple amcası, o olmadan ve sofralarına oturmadan kimseye yemek yedirtmez.[16] Yengesinin, çekingenliği sabebiyle Önce Muhammed'i doyurma yoluna gittiği de söylenir. Rasûlullah (s.a.v.), kendisine annesi gibi bakan bu yengesinin, ileri yaşta da olsa, ölümüne çok üzüldüğünü anlatmaktadır.[17]
b) Hz. Peygamber'in Çobanlığı
Kaynakların verdiği bilgilerden Hz. Peygamber'in, genç yaşlarında da olsa, çobanlık da yaptığı anlaşılmaktadır. Buharî'nin verdiği belgiye göre Rasûlullah, bir ara Mekkeliler hesabına ücretle çobanlık yapmıştır. Buharî'deki hadisin ifadesi şöyledir:
«Rasûlullah; Allah, davar gütmeyen hiçbir peygamber göndermemiştir, dedi de ashap O'na; sen de mi ey Allah'ın Peygamberi! diye sordular. O da; evet, ben de bir kaç kırat karşılığında (ücretle) Mekkeliler hesabına davar güdüyordum, diye cevap verdi»[18]
Hz. Peygamber'in 9 yaşından sonra birkaç kere ticaret kervanma katılmasına bakacak olursak, bu çobanlığının daha sonraki bir yaşında olduğunu söyliyebiliriz.
îbn Sa'd, Hz. Peygamberin çobanlık sıralarında kazandığı bir tecrübesinden bahseder. Bazıları, dikenli arak ağacı meyvesiyle Rasûlullah'm yanına gelmişler. Muhtemelen ham olmalılar ki onlara şöyle söylemiş: «Dikenli arak ağacının meyvesini esmerleş-tiklerinde toplayınız; ben çobanlık yaparken bunlardan toplar (yer)dim»[19]
Hz. Peygamber'in ücretle çobanlığı dışında bütçelerine bir katkı olarak ailesinin hayvanlarını otlattığı da olmuştur ki o bundan şöyle bahsetmektedir:
«Ben (Mekke'de) Acyâd mevkiinde ailemin hayvanlarını otlatıyordum.»[20]
Muhtemelen O, himayesine girdiği amcası Ebû Talib'in hayvanlarını otlatıyordu. Ayrıca M. Hamidullah, Rasûlullah'm çobanlıktan kazandığı birkaç kuruş ile amcasının zayıf bütçesine katkıda bulunduğunu, yazar.[21] Şüphesiz O, bu katkıyı Mekkeliler hesabına ücretle yaptığı çobanlıkla sağlamıştır. Ziraat imkanı olmayan Mekke bölgesinde, meraları kıt da olsa, hayvancılık önemli bir geçim kaynağıdır. Bunun neticesi olarak da burada çobanlık tabii bir meslektir. Bu mesleğin ayrıca insanları sabra alıştırdığı da söylenir ki Hz. Peygamber'in de ilerde yapacağı işler bakımından böyle bir sabır eğitiminden geçmeğe ihtiyacı vardır. [22]
4- Hz. Peygamber'in Kurduğu Ticarî Ortaklıklar
Hz. Muhammed (s.a.v.) Mekke'de bahsedilen çobanlığından sonra bizzat ticarî faaliyetlere başladı. 25 yaşlarmdaydı ve fazla malı-mülkü olmayan amcası da yaşlanmıştı. Bunun yanı sıra bu bölgede birkaç yıl süren kuraklık herkesi olduğu gibi amcasını da sarsmış bulunuyordu. Hz.Peygamber, O'nun tavsiyesiyle dul ve varlıklı bir hanım olan Hz. Hatice'ye ortaklık teklifinde bulundu ve neticede iş Hz. Muhammed'den, sermaye Hatice (r.a.)'den olmak üzere aralarında bir ortaklık (mudarebe ortaklığı) kuruldu.[23]
Tarihi bilinmemekle beraber Hz. Peygamber, Hatice'nin bir ortağı olarak yanında bir yardımcısıyla beraber, senede sadece üç gün faaliyet gösteren ve Mekke'ye 10 günlük mesafede Yemen cihetinde bulunan Hubaşe panayırına gitti. Hz. Peygamber iki defa da gene aynı ortaklık çerçevesi içerisinde Curaş veya Carş denilen ve kelimenin iki ayrı okunuşuna göre Taif in güneyinde Yemen tarafında yahutta Ürdün'de olması gereken önemli bir şehre gitti. Dönüşünde ortağı tarafından bir deveyle mükafatlandırıldı. Bundan sonra olmalıdır ki Suriye istikametine çok daha büyük bir ticaret kervanı tertiplendi. Bu seferde Hz. Hatice'nin kölesi Meyse-re ile gene O'nun akrabası Huzeyme O'na eşlik ettiler. Hz. Peygamber bu ticarî seferinde Kudüs'ün ilerisinde bulunan Busra kasabasına gitti. Bu seferiyle iki misli kâr sağlayan Hz. Peygamber payını da ona göre aldı.[24] O bu ticaretinden çok para kazanmış olmalıdır ki aynı sene ortağı Hatice ile evlendiğinde O'na mehir olarak 20 deve ve diğer bazı görüşlere göre de 480 veya 500 dirhem (gümüş para) vermiştir. Düğüne çok sayıda kimse gelmişti ve ikram için iki deve kesilmişti. Bu evlilikten sonra Hz. Peygamber, hanımının evine taşındı.[25] Artık O'nun da müstakil bir yuvası vardı ve O da bir aile reisiydi.
Hz. Peygamber'in, sermaye Hatice'den, emek kendisinden olan bu ticarî ortaklığının ne kadar sürdüğünü bilemiyoruz. Yalnız evliliğinden 15 sene sonra 40 yaşındayken kendisine peygamberlik vazifesi verildiği gün dehşete kapıldığında hanımı ve müs-lümanlarm annesi Hatice (r.a.) O'nu teskin ederken şu cümleleri söylemişti:
«Hiç korkun olmasın! Allah Teâlâ seni asla başarısız yapmaz. Çünkü sen yakınlarına yardım ediyor, kimsesizlerin geçimini göğüslüyor, fakire kazandırıyor, misafire ikram ediyorsun ve haklı olanların başlarına gelen felâketler karşısında da onlara yardımcı oluyorsun.»[26]
Bu ifadeler Hz. Muhammed (s.a.v.)'in doğrudan veya bir ortağı vasıtasiyle kendi ailesine yetmesinin ötesinde akrabalarına, kimsesizlere ve fakirlere yardımda bulunacak ve misafirlerim ağırlayacak kadar bir gelir temin ettiğini gösteriyor. O zamanlar çoluk çocuğa da karıştığı ve Hz. Hatice'den, süt emme çağmday-ken ölen Kasım dahil 6 çocuğu olduğu düşünülürse ev ihtiyacının bile küçümsenmiyecek miktarda bir geliri gerektirdiği kolayca anlaşılır. Eğer işletiîmiyorsa, hanımının serveti de Mekke gibi bir yerde uzun seneler yetecek bir durumda olamaz. îşte burada Hz. Peygamber'in bir ortağı karşımıza çıkmaktadır.
Kaynaklar Rasûlullah'm islâm öncesinde, Mahzum kabilesinden es-Saib isminde birisiyle ortaklık kurduğundan bahsederler, îki ortak Mekke'nin fetih günü karşılaştıklarında birbirlerinin iyi huylarını ve uyum içinde bir ortaklıkları olduğunu eski bir hatıra olarak anlatırlar; hiç kavga etmediklerinden, birbirlerine ters düşmediklerinden, mürailik yapmadıklarından söz ederler.[27] Hz. Peygamber'in bu ortaklığım, islâm'ın geleceği bir zamana koymak uygun düşmektedir. Biz, ilk vahiy geldikten sonra da bu ortaklığın devam edip etmediğim ve eğer ettiyse ne kadar daha sürdüğünü bilemiyoruz. Fetih gününe kadar müslüman olmamış olan bu ortak, muhetemelen O'nu peygamberlik davasıyla ortaya çıkınca veya daha sonra bir takım baskılarla terketmiştir. [28]
5- Hz. Muhammed (S.A.V.) Ailesinin Peygamberliğin İlanından Sonra Geçim Durumu
Hz. Muhammed, peygamber olduktan sonra da bir beşer gibi hayatına devam etti. Bir yuvası, eşi ve çocukları vardı. Yeni dini anlatıyor ve bunun yanı sıra, çarşı-pazarda alış-veriş yapıyordu. Yemeği, içmeği bırakacak bir hali yoktu. Melek olmamıştı, sadece bir peygamber olmuştu. O'na manmıyanlar ise bu tabiî durumu yadırgıyorlar ve melekvârî bir peygamberin hayali içindeydiler. Kur'ân-ı Kerim'de onların bu düşünceleri şöyle dile getirilir;
«Onlar diyorlar ki, Bu nasıl peygamber?! (bizim gibi) yemek yiyor, çarşı-pazarda dolaşıyor.»[29]
Allah ise geçmiş peygamberlerin de başka türlü olmadıklarım anlatmak için şöyle diyor:
«Biz senden önce de, yemek yemiyen, çarşı-pazarda gezmiyen bir peygamber göndermedik. »[30]
Burada aynı zamanda, O'nun yiyeceğini ve bunun için gerekli kazancı, çarşı-pazardan temin ettiğine işaret vardır. Bunu fazlasıyla tuhaf karşılayan ve ayrıca bundan kendi dinlerine bir pay çıkaran müşrikler gene Kur'an'da anlatıldığına göre şu şekilde bir delil ileriye sürüyorlardı:
«Yahut O'na (gökten) bir hazine atılmalı veya O'nun yiyeceği bir bostanı bulunmalı, değil miydi?»[31]
Hz. Peygamber'in kendileri gibi bir gelire muhtaç olmasını ve yeterince de olsa kazanca yönelmesini makul görmeyenler bu yeni dine de Öyle bakıyorlardı. Peygamberi melek gibi hayal etme zih-niyetiyledir ki daha sonra Hz. Peygamber, Medine döneminde olması gereken şöyle bir durumla karşılaştı; Huzuruna gelen birisi titremeğe başladı. Rasûlullah, «Rahat ol, ben bir melek .(yahut melik) değilim. Ben ancak kurutulmuş et yiyen Kureyşli bir hanımın oğluyum.»[32] diyerek onu teskin etmeğe çalıştı.
Burada şunu kaydetmek yerinde olacaktır ki, peygamberlik vazifesi Rasûlullah ailesi'nin gelirini büyük ölçüde azaltmış ve hatta bir süre tamamen kesintiye bile uğratmıştır. Hatta kaynaklar O'nun, ailesini, hicrî 3. ve 4. yıllara kadar ne gibi gelir kaynaklarıyla geçindirdiği hususunda bir bilgi vermezler. O ve ailesi bu tarihlere kadar büyük sıkıntılara düşmüşlerdir ki aynı sıkıntıları o ilk müslümanlar da aynı ölçüde çekmişlerdir; şu kadar var ki onların böylesine büyük bir sorumlulukları yoktur. Bir yandan ilâhî vazifeyi yerine getirme mecburiyeti, öte yandan tabiatından kaynaklanan beşeri istekler, aile mes'uliyeti ve ayrıca toplumun sert ve vahşi tepkisi, bütün bunlar O'na, ancak bir peygamberin dayanabileceği külfetler getiriyorlardı.
Peygamberliğinin 6. yılında kabilesi,davasından vazgeçmesi karşılığında Hz. Muhammed'e Mekke'nin reisliğini, bu kabul olunmazsa, aralarından toplayacakları büyük miktarda servet teklif ettiklerinde O'ndan aldıkları ancak bir peygamberin cevabı olmuştu. Kurtubi'den (ö. 671 H.) öğrendiğimize göre, kabilesi kayserler ve kisralar gibi çarşıda-pazarda görünmeyen ve bu gibi yerlerde halkla karışmıyan bir melik icadetme peşine düştüler.[33] O'nun verdiği cevap ise şöyleydi:
«Güneşi sağ elime, ayı sol elime verseniz ben gene de bu davadan vazgeçmem.» [34]
Bu, O'nun şahsi bir meselesi olmayıp yüce Rabb'in verdiği bir vazifeydi. Çağrısı da sadece Arablara olmayıp tüm insanlığa yönelikti. O'na indirilen ayetler Arablığa değil insanlığa sesleniyordu. Bunu anlamayan Mekke halkı O'nu az sayıdaki taraftarlarıyla beraber Ebu Talib Mahallesinde, peygamberliğinin 7. yılında, üç yıl kadar sürecek bir muhasaraya aldılar. Müslümanlarla bu süre içerisinde medeni ilişkiler olduğu kadar ticarî ilişkiler de kesildi ve ancak dört haram ay bunun dışında tutuluyordu. Muhasara mahalline erzak sokulması da yasaklar arasındaydı. Ancak inananların dayanabileceği bir açlık ve susuzlukla karşılaşıldı. Hz. Peygamber'in ailesi de bu muhasara içindeydi. Hz. Hatice (r.a.)'in bir müşrik yeğeninin O'na bir yiyecek paketi göndermesi kanlı bir kavgaya bile yol açmıştı. Haram aylarda ise dışardan Mekke'ye gelenlerden biraz erzak temini mümkün oluyordu.[35] Neticede muhasara kaldırıldı ve bu arada da müslümanlar Medine'ye göç hazırlıkları içine girdiler. [36]
B- MEDİNE DEVRİ
1- İbâdet-İdâre Merkezi Mescid-İ Nebevî'nin Ve Peygamber Ailesi İçin Hanelerin Yapılması Ve Resûluüah'ın Kiler Hazinesi
a) îbâdet-îdâre Merkezi Mescid-i Nebevî'nin ve Hz. Peygamber Ailesi îçin Hanenin Yapılması
Hz. Muhammed (s.a.v.), milâdî 622 tarihinde Medine'de kurduğu devletin başına geçtiğinde hiçbir mal varlığı yoktu. Kendisine gerek babasından ve gerek rahmetli eşi Hatice (r.a.)'den intikal etmiş olan evler Mekke'de düşman elinde kalmış ve amcasıoğlu 'Akıl tararından da satılıp elden çıkarılmıştı yani 'Âkil bunlara el koymuş bulunuyordu. Rasûlullah, devletinin temelini hicretten 1,5 yıl kadar önce Mekke'nin 'Akabe mevkiinde, 12 Medineli ile 2. 'Akabe görüşmesi sırasında, gizlece yaptığı bir mukavele ile atmış bulunuyordu. Devlet, o zaman eksik unsurlarıyla beraber kurulmuş bulunuyordu. Devleti kuran anlaşma metninde şöyle deniliyordu.
«Refahta olduğu kadar sıkıntıda da, sevinçte olduğu kadar üzüntüde de dinlemek (emir almak) ve itaat etmek (emri yerine getirmek) esastır. Seni kendimizden üstün tutacağız...»[37]
Orada söz verenler bu sözlerini eksiksiz yerine getirdiler. Dünyada hiçbir mukavele bu kadar içtenlikle ve kusursuz yerine getirilmiş olamaz, işte bu, Rasûîullah'ın en büyük imkânı olmuştur.
Hz. Peygamber Medine'de ilk yedi ay akrabalarından Ebu Ey-yüb (r.a.)'un evinde misafir kaldı. Bu süre içerisinde meşhur Suffa (zulle) ile beraber Mescid-i Nebevi ve bitişiğinde de başlangıçta sayıları iki-üç olup daha sonraları dokuza kadar varan oda (hane) yapıldı Hz. Peygamber bu külliyenin yerini inşaat başlamadan önce iki yetim olan sahiplerinden satın alma yoluna gitti ve bedelinin kendisine bildirilmesini istedi. Sahipleri Allah adına bağışlamayı tercih ettiler ise de bu kabul edilmedi ve onlara 10 dinar vererek yeri satın aldı. Diğer bir rivayete göre de Ebu Bekir (r.a.)'e bu parayı vermesini emretti. Yerin, sahiplerince bağışlandığını bildiren kaynaklar da vardır. Yer meselesinin hallinden hemen sonra Peygamber Mescidi külliyesinin inşaatına başlandı. Hz. Peygamber hem usta-mühendis ve hem de bir işçi olarak bu işte çalıştı ve halkla beraber taş taşıdı. Bu çalışması sırasında O: «Rabbim! Yoktur dünyada yaşamak, Yaşamak öteki dünyadadır ancak.»[38]
diyor ve bunu şiir tarzında dile getiriyordu. Bu şiiriyle Rasûlullah dünyanın sıkıntılarına dikkat çekiyor ve güzel bir hayatın kendilerini beklediğini anlatıyor ve çalışanları coşturuyordu.
Hz. Peygamber, yeni ve dünya durdukça değişmeyecek olan yuvasına taşındığında Şevde (r.a.) ile evliydi ve Âişe (r.a.) ile de fiilî evlilik (zifaf) olmamakla beraber nikâhlı bulunuyordu. Kızları Ümmü Gülsüm ve Fatıma (r.a.) da yanmdaydılar. Hz. Fatıma hicrî 4. yılda ikinci oğlu Huseyn'i dünyaya getirene kadar burada kaldı ve bundan sonra Hz. Ali (r.a.) ailesi yahudi kabulesi Kaynu-kalılar'm Medine'den çıkarıİmalarıyla onlardan boş kalan bir eve taşındı. Yeri gelmişken şunu da ilave edelim: Hz. Peygamber'in Medine döneminde 9 hanımı ve iki de cariyesi vardı. Cariyeler Küba tarafında ayrı evlerde oturuyorlardı. Hanımlarından Safiyye (r.a.) de Mescid-i Nebevî'deki odalarda değil, başka bir evde kalıyordu. Ümmü Gülsüm ve Fâtıma'dan boşalan oda ise, Rasûlul-lah'ın.misafîr ve ziyaretçi kabul odası (Zevr) haline getirildi. Odalar, ağaç, dal ve yapraklanyla Örtülü ve deri kaplı bir duvarla çevrili küçük bir avluya bakıyordu ki burada Hz, Peygamber'in birkaç ttoyun-keçisi bulunuyordu.[39]
Daha sonra Rasûlullah'un bu mütevazi haneleri Kur'ân'da aynı ismi taşıyan sûrede «Hucurât: odalar» diye anıldı. Bunlar tarihte ve zam'anımızdaki devlet başkanlarının köşk ve sarayları gibi şeyler olmayıp çok basit odalardan ibaretti. Şu kadar var ki MeşcicUi Nebevi ile beraber bu külliye, peygamberlik vazifesinin yanı sıra devletin de idare edildiği bir nevi Peygamberlik -Başkanlık sarayı idi. Burada köşk ve saray kelimeleri mecazi manada olup idarî kademede zirveyi temsil etmektedir. Tarihte olduğu gibi günümüzde de bir devletin idaresi onun kötşk ve sarayı ile dile getirilmektedir. Gerçekten de Hucurât Sûresi'nde kişilerin, boyların ve devletlerin birbirleriyle olan ilişkileri tanzim edilmekte ve kavgaya yer olmayan ve herkesin hep birden mutlu olacağı bir dünyanın meydana getirilmesi için gerekli hareket tarzı ortaya konulmaktadır.
b- Hz. Peygamber'in Kiler Hazinesi
Buharı, Müslim ve diğer bir kısım kaynaklardan öğrendiğimize göre, Hz. Peygamber'in 9 odasına ilâve ikinci katta "Meşru-be" veya "Ulliyye" diye anılan ve indirilip kaldırılan, oymalı ağaç kütüğü bir merdivenle çıkılan bir odası daha vardı. Burasının ne zaman inşa edildiğini bilemiyoruz. Kaynaklardaki bilgileri değerlendirdiğimizde bu yerin devlet hazinesi olarak kullanıldığı hükmüne varıyoruz ki bu husuta elimizde pek çok delil bulunmaktadır. Biz islâm'da Devlet Bütçesi adlı kitabımızda bu yerin devlet hazinesi yönünü ele aldığımızdan burada ayrıca ondan söz etmi-yeceğiz.[40] Burada esasen bizim için önemli olan bu yerin ayrıca peygamber ailesinin kileri olarak da kullanılma ihtimalinin bulunmasıdır, ileride sebeplerim açıklayacağımız gibi, Hz. Peygamber hicri 9. yılda hammlarıyla arası açıldığında, bir ay meşrûbe veya diğer bir deyişle "ulliyye"de kalmıştı.
Hz. Ömer, kızı Hafsa validemiz ve diğer validelerimiz ile Rasûlullah'm arasının açılmasından endişelenip olayın sebeplerini ve Hz. Peygamber'in maksadını öğrenmek için O'nu ziyarete gittiğinde kendisini üst kattaki odada bulmuştu. Biz, Ömer'in burada gördüklerini kısmen de olsa, O'nun ağzından Müslim ve mü-fessir Kurtubî kanalıyla size aktaracağız:
«Hz. Ömer (anlatıyor): «Ey Hafsa! Sen, Rasûlullah'a eziyet edecek bir duruma mı geldin?Vallahi şunu iyi bil ki Hz. Peygamber seni sevmiyor. Ben olmasam O seni şüphesiz ki boşardi», dedim de bunun üzerine Hafsa çok ağladı, O'na « Rasûlullah nerededir?» diye sordum. îşte «şu hazinesinde, meşrûbe denilen yerdedir,» dedi. Oraya vardım ve bir de baktım ki, Rasûlullah'm Rebah adındaki hizmetçisi, meşrûbenin eşiğinde oturmuş, ayaklarını oyma bir kütük üzerinde salıvermiş vaziyetteydi. Bu, Hz. Peygamber'in çıkıp indiği bir ağaç kütüğü idi...
îzin istedim, Rebah bana yukarı çık diye işaret etti. Rasûlullah'm huzuruna vardığımda O, hasır üzerinde yan yatıyordu. Oturdum, üzerine izarını çekti. Üstünde başka bir şey yoktu. Hasır, yanında iz yapmıştı. Rasûlullah'm hazinesine şöyle bir göz gezdirdim: Bir sa' (2,917 kilo) kadar bir tutam arpa, odanın bir tarafında o miktarda (deri tabaklamada kullanılan) karaz ağacı yaprağı ve baş ucunda da henüz tam tabaklanmamış asılı bir deri duruyordu. Bu durum karşısında gözlerim doldu. O bana: «Hatta-boğlu neden ağlıyorsun?» dedi ve ben de şöyle söyledim:
— Ey Allah'ın Peygamberi, niye ağlamıyayım! Şu hasır, yanında iz yapmış, işte şu da hazinen; orada şu gördüğüm şeylerden başka bir şey görmüyorum. Halbuki Kayser ile Kisrâ meyveler ve (nimet) nehirleri içinde yüzmektedirler. Sen ise Allah'ın elçisi ve seçilmiş kulu olduğun halde şu hazinene bak...»[41]
Buhari'de bu hâdise kısa olarak anlatılmakta ve orada da meşrûbe ve ulliyye terimlerine yer verilmektedir.[42] Meşrûbe ve meşrebe, kelime manası olarak, insanların toplanıp meşrubat içtikleri oda manasına gelirken ulliyye, bir evin yerden yüksek ikinci katı manasına geliyor. Arâblarda o zamanlar böyle bir yer yapma âdeti vardı. Mesela; Hz. Hatice Mekke'de ticaret ortağı Muhammed (s.a.v.)'i Suriye seferinden dönerken evinin böyle bir katındaki sundurmadan gözlemişti.[43] Meşrûbe (meşrebe)'nin, kısa süre de olsa Hz. Peygamber ve hanımlarının, orası daha henüz hazine haline getirilmeden, toplanıp birşeyler yeyip içtikleri bir mekan olup-olmadığı hususunda kaynaklarda bir malumata rast-layamadık. Bizi burada bu yerin, devlet hazinesi olmasının yanı sıra Peygamber ailesi'nin kileri olup olmadığı ilgilendirmektedir. Hz. Peygamber'in hanımı aynı zamanda halasının kızı Zey-neb (r.a.) elinden iş gelir ve iyilik sever bir hanımdı; O, deri tabaklamasını ve deriden mamul eşya yapmasını bilen bir kimsedir ve bu yoldan kazandığı bütün parasını iyilik ve hayır işlerinde harcamaktadır.[44] Az Önce yer verdiğimiz hadiste Hz. Peygamberin hazine olan meşrubesinde, biz tabaklanmaya hazır bir deri ile bu işte kullanılan bir madde görüyoruz. Bunlar muhtemelen O'nun işinde kullandığı şeylerdi. Orada çok az miktardaki arpaya gelince bunun da azlığına binaen vergi geliri olduğunu söylemek biraz güçtür, îşte bu durum bizi bu yerin kiler olarak da kullanılmış olabileceği düşüncesine götürmektedir. [45]
2- Medine Döneminde Hz. Muhammed (S.A.V.) Ailesinin Geçimi Ve Edindiği Mallar
A) Müslümanlardan Tahsil Edilen Vergiler Karşısında Hz. Peygamber Ailesinin Durumu
Hz. Muhammed (s.a.v.), ne peygamberliği ve ne de devlet başkanlığı karşılığında herhangi bir maaş almıyordu. Kur'ân-ı Kerim'de; O'nun, vazifesi karşılığında ücret istemediğine ve bir karşılık almadığına dair pek çok ayet bulunmaktadır. Mesela; bunlardan bir tanesinde şöyle denilir:
«Halbuki sen buna karşılık onlardan hiçbir ücret istemiyorsun»[46] Kur'anda, inananların, Allah'ın gönderdiği bu Peygam-ber'e herhangi bir ücret ödeme durumunda kal mı yac akları ve bunun için malî bir külfete girmiyeçekleri anlatılmaktadır.
18 ve 20 asırlara gelinceye kadar krallar, devlet başkanları vergiyi halk adına değil, kendi adlarına toplamışlardır. Bu alanda ilk yeniliği Hz. Muhammed yaptı ve «halktan vergiyi gene halk için toplama» esasını getirdi. Hz. Peygamber tarafından 1400 sene önce ortaya konulan bu esas, günümüz çağdaş bütçe hukuklarının temelini ve ruhunu oluşturmaktadır ki, bu demokrasilerin hiçbir zaman vazgeçemiyecekleri bir kaide olmuştur.
Hz. Peygamber, kendi devlet anlayışını ve bütçe siyasetini insanlığa hakim kılmaya çalışırken bu arada müslümanlardan, kendisine inananlardan toplanan gelirlerin hem kendine, aile ferdlerine ve hem de akrabalarına haram olduğunu ilan etmiştir.[47] Gerek mecburi vergilerden ve gerek fakirlere verilmesi gereken nafile sadakalardan[48] Hz. Peygamber hiçbir şekilde faydalanmıyor, ancak hediye kabul ediyordu. Hicret sırasında, daha Medine'ye varmadan Küba köyündeyken îran asıllı Selman el-Farisi adlı bir kölenin denemek maksadıyla O'na sadaka takdim etmesi sırasında biz Rasûlullahm sadaka kabul etmeyeceğini görüyoruz.[49] Bu, Kur'an'dan kaynaklanan bir tutum ve bir siyasettir ki devletin kurulduğu anda uygulamaya konulmuştur. J^rtık halkın ödediği vergilerle saltanat sürme devri, Hz. Muhammed tarafından, çektiği ve çekeceği açlığa ve sıkıntılara rağmen, kapatılmıştır.
Hz. Peygamber'in akrabaları, zekat gelirlerinden faydalanmak için muhtelif zamanlarda O'na müracaat ettilerse de her defasında Rasûlullah onlara şöyle söyledi:
«Şüphesiz ki bu zekat, insanların (mallarının) kiridir. O, ne Muhammed'in kendisine ve ne de O'nun ailesine helaldir.»[50]
Çok sayıda kaynağın bildirdiğine göre, torunu Hasan (r.a.) zekat geliri hurmadan yeinek için ağzına attığında Rasûlullah O'na: «Bırak, bırak! Bilmiyor musun? Biz zekattan yiyemeyiz» demişti.[51] Bir başka zamanda da, zekat geliri hurmayı adı geçen torunu yutmak üzereyken Hz. Peygamber, aynı gerekçeyle parmağı ile O'nu ağzından çıkarmıştı.[52] Bir kere de aynı şey Rasûluüah'ın bizzat kendi başından geçmişti: «O, bir gece yanında bulduğu hur-mayı yemiş ve sonra bunun evinde bulunan zekat geliri hurma olabileceğini düşünerek rahatsız olmuştu da kusarak bunu çıkarmıştı.»[53] Muhtemelen bu hurmalar O'nun üst kattaki hazine (muşrube, ulliyye)sinin bir aralığından buraya düşmüştü veya hemen dağıtılmak üzere evinde bir yere konulan hurmalardandı.
Zekat gelirlerinden hiçbir şekilde faydalanmama hususunda çok titiz davranan Hz. Peygamber, vergilerin kendisi ve akrabaları için değil de yoksullar ve beüi yer ve hizmetler için toplandığını, bir yazıyla vilayetlere de bildirdi. O'nun Yemen halkına gönderdiği yazısı şöyleydi:
«Şüphesiz ki Allah'ın Rasûlü, hem zenginlerinizin ve hem de fakirlerinizin mevlası (koruyucusu)dur. Zekat, ne Muhammed'in kendisine ve ne de O'nun aile efradına helaldir. Temizlenmek gayesiyle vereceğiniz mallarınızın zekatı ancak müslümanların fakirleri içindir.»[54]
Onun akrabalarından gerek Haşim ve gerek Müttaliboğuİla-rından olanlar hiçbir surette müslümanlardan tahsil edilen gelirlerden faydalanamazlardı.[55]
Hz. Muhammed kendisim, toplanan vergilerin sahibi değil ancak onları, devlet ve halk adına koruyan bir haznedar veya gerekli yerlerine harcayan, dağıtan bir dağıtıcı olarak da ilan etmişti: «Ben ancak bir haznedarım.»[56] diyordu. Haznedarın nasıl ki bakıp-koruduğu mallarda bir hakkı yoksa aynı şekilde Hz. Peygamber'in de toplanan gelirlerde herhangi bir hakkı bulunmamaktaydı. Ancak ilerde göreceğimiz gibi O'nun ganimet ve fey gelirlerinde sadece Kur'ân-ı Kerim tarafından belirlenen hakları bulunuyordu. O, ayrıca kendisini; «Ben ancak bir kasım (bölüştürüp dağıtan)im»[57] diye ilan etmişti. O, hem Allah'dan aldığı ilmi ve hem de halktan topladığı vergileri her ikisini de hiçbir şey gizlemeden ve kendisine saklamadan halka dağıtıyordu ki yukarıdaki her iki sözünü de bu iki maksadı ifade için söylüyordu.[58] Bu durum karşısında O'nun ve ailesinin bu gelirlerden faydalanmaları söz konusu değildir ve onlar geçimlerini başka yerde arayacaklardır. Kur'an, Hz. Peygamber'in, zekat dışı gelirlerden alacağı pay miktarının tesbitini de ona bırakmayıp kendisi tesbit etti. Böylece bu yeni din, devlet başkanlarının, kendi maaşlarım kendilerinin tayin edemiyeceği kanununu getirmiş oluyordu, işte bunun içindir ki muhtemelen dünyada ilk defa bir devlet başkanına, Ebu Bekir (r.a.)'e maaş, halkın temsilcileri tarafından bağlanmış ve miktarı onlarca belirlenmiş oluyordu.[59]
B) Hz. Peygamber'in Medine'de Geçim İmkanları Oluşturması Ve Kendisine Takdim Edilen Hediye-İkramlar
Müslümanlar Medine döneminde de çeşitli baskınlara uğradılar ve çok sayıda harbe tutuşmak zorunda bırakıldılar. Bu harb-ler, başlangıçta geçim şartlarını ve yaşama imkanlarını çok zor-laştırdıysa da neticeleri itibariyle müslümanlara daha iyi geçim ve bunun da ötesinde hakimiyet kapılarım açtılar. Medine, Mekke'ye kıyasla hurmalıkları ve bostanlıkları olan bir yerdi. Bu durum, civardaki düşman kabilelere olduğu kadar müslümanlara da kısmen de olsa bir rahatlık sağlıyordu. Fakat, yerlerini ve işlerini bırakıp buraya göçen müslümanlar, ilk zamanlarda sıkıntı içindeydiler. Medine'nin yerli müslümanları bu sıkıntıları aynı Ölçüde paylaşma faziletini gösterdiklerinden Kur'an'da ensar (yardımcılar) unvanıyla taltif edildiler. Peygamber (s.a.v.) artık böyle bir taraftar topluluğu içindeydi ve fakat O, başına geçtiği toplumun her çeşit sorumluluğunu üzerinde taşıyordu.
Çok zor durumda olan Muhacirler'in durumlarını iyileştirmek için Hz. Peygamber, onlarla Ensâr arasında bir kardeşlik anlaşması gerçekleştirdi. Bu, herkesçe bilinir. Anlaşma Rasûlul-lah'ın Medine'ye varışından beş ay sonra yapılmıştı. Varılan anlaşmaya göre 186 Muhacir ailesi aym sayıdaki Ensar ailesinin yamna yerleştirildiler. Muhacirler bu gönül kardeşlerinin bağ ve bahçelerinde yarıcı olarak çalıştılar. Bu durum, hicri 7 yılda Hayber'in ele geçirilişine kadar yani 6,5 yıl sürmüştü.[60]
Hz. Peygamber, Ensâr'dan herhangi birisiyle anlaşmalı kardeş olmadı; fakat, onlar Resûlullah ailesi'ne imkanları nisbetinde yardımlarını eksik etmediler. Bir kısım sahabe Hz. Peygamber'e bahçelerindeki hurma ağaçlarından bir kaçının mahsulünü tahsis etme yoluna gitti.[61] Buharide anlatıldığına göre hicretin hemen akabinde Enes b. Malik'in annesi (r.a.) Hz. Peygamber'e meyveli hurma ağaçları hediye etti. RasûluUah da bunları azadh kölesi Üsame'nin annesi Ümmü Eymen (r.a.)'e verdi ve Hayber'in fethinden sonra bu hurma ağaçlarını, diğer müslümanlarm yaptıkları gibi, Enes'in annesine aide etti.[62] Geçim açısından gerek Usame (r.a.) ve gerek annesi, RasûluUah ailesinden sayılan kimselerdir. Buyer veya hurma ağacı tahsisleri Kurayza ve hicrî 4. yılda Nadiroğulları arazilerinin ele geçirilişine kadar devam etti ve bundan sonra Hz. Peygamber böylesi bağışları kabul etmedi. Hz. Peygamber'e küçük yaşındayken 10 yıl hizmet etmiş olan Enes (r.a.) bu durumu Buharî'nin tesbit ettiği hadisinde şöyle anlatıyor:
«İnsanlar, Kurayza ve Nadiroğullarının arazileri fethedilin-ceye kadar Hz. Peygamber'e hurmalık bağışında bulundular. O, bundan sonra onlardan bunu kabul etmedi.»[63]
Müslümanlar birbirlerine destek oluyorlar ve yardımın hiçbir çeşidini esirgemiyorlardı. Hediyeleşmek suretiyle de aralarındaki bağı hiç kimsenin koparamıyacağı bir hale dönüştürüyorlardı. Hediyeleşmekte, yardım düşüncesinden daha çok böyle bir maksat bulunmaktadır. Sadaka ve zekat kabul etmeyen Rasûlullah'a hediyeden başka verilecek birşey de yoktur. Hediyeleşmek, toplumla kaynaşıp bütünleşmeyi temin eden güzel âdetlerden biri olduğu için Rasûlullah tarafından teşvik gördü. O, müslüman hanımlara, bir koyun paçasıyla da olsa komşuya ikramda bulunmayı küçümsememelerini öğütlüyordu.[64] Şüphesiz ki hediyeleşmede de Kur'ân'daki israf ve gösteriş yasağım hatırdan çıkarmamak gerekir.
Müslümanlardan Hz. Peygamber'e takdim edilen hediyeler arasında yukarda da değindiğimiz gibi, hurma ağaçları meyvesi (yeri ve aslı değil), hayvanlar, pişmiş hazır yemek,[65] diğer yiyecekler ve süt gibi içecekler[66] başta gelmektedir. Bazan da Hz. Peygamber'in hanımlarına onların akrabaları ve dostları tarafından hediyeler gelmektedir.[67] Bu arada Hz. Peygamberin, kaynaklarda sıkça rastladığımız, bir takım ziyafetlere davetini de burada hatırlatmak uygun düşecektir. Böyle davetlere nadir de olsa bir hanımım da alıp gittiği göze çarpmaktadır; Enes (r.a.)'in anlattığına göre: Hz. Peygamber'in çok güzel çorba pişiren Iran'h bir komşusu O'nu yemeğe davet etti. Hz. Peygamber, hanımı Âişe'nin' de gelip -gelemiyeceğini, sordu. Adam kabul etmeyince Ras.ûlul-lah, Âişe olmadığı için gelemiyeceğini bildirdi. Adam üç kere gidip-geldi ve her seferinde Hz. Peygamber Aişe'siz gelemiyeceğini, tekarladı. Neticerde O da davet edildi ve hep beraber gittiler.[68]
Hz. Peygamber'e sadece müslümanlardan değil, harp halinde olmadığı pek çok kabile ve devlet başkanından da muhtelif hediyeler gelmiştir; atlar, katırlar, çeşitli giysiler ve hata hanımı Mariye (r.a.) bu hediyeler arasındadır.[69] Kendisi de gelen heyetlere istisnasız hediyeler takdim etmiş ve bunların masraflarını da tama-'nüyle kendi şahsi idaresine geçen arazilerin gelirlerinden karşılamıştır.[70]
Hz. Peygamber, sadece hediye alan, ikram kabul eden bir kimse değildi; kendisi de hediye veriyor, ikramlarda bulunuyordu. Kendisinin sırf hediye vermek gayesiyle bir şeyler satın aldığı olurdu. Mesela: O, bir sefer sırasında Hz. Ömer'den devesini satın almış ve bu deveyi gene O'nun oğlu Abdullah'a hediye etmiştir ki, bu sırada Abdullah aynı deveye binmektedir.[71] Böylece hem Ömer'i alış-verişten faydalandırmış ve hem de oğlunu, artık tamamen şahsının olmak üzere, bir hayvan sahibi yapmıştır: Misal olarak vereceğimiz diğer bir hadise de şöyledir: Hz. Âişe'ye, muhtaç bir hanım bir yiyecek getirmişti. Aişe, fakir olması sebebiyle onun ikramım geri çevirdi. Sonradan durumu öğrenen Hz.Peygamber, hanımına şöyle söyledi: «Keşke onun hediyesini kabul etseydin ve mukabil olarak ona daha iyi bir şey verseydin.»[72] İleride görüceği-miz gibi, aslında Hz. Peygamber'in sofrasından fakir fukara pek eksik olmamıştır.
Hz. Peygamber'in sofrasından en çok istiade edenler şüphesiz ki Mescid-i Nebevî'nin suffasmda barınanlardı. Kurtubî'nin ifadesine göre, suffadakilez, o zor günlerde, islâm'ın misafiriydiler. Hz. Peygamber'e zekat geldiğinde onlara pay ayırır ve şahsına hediye geldiğinde de bunu onlarla beraber yerdi. Bu kimseler Hz. Peygamber'in evi için odun toplar ve su getirirlerdi.[73] Hiçbir dünya varlığı olmayan, İslâm'ın bu bir nevi ilk yatılı talebelerinin de Rasûlullah Ailesi'nin geçimine katkıları ancak böyle olabiliyordu. [74]
C) Hz. Peygamber'in Genel Olarak İhtiyaçları Ve Bunları Karşılama İmkânları
1. Hz. Peygamber'in Genel Olarak İhtiyaçları
Hz. Peygamber'in yaşama seviyesini O'nun sofrasını incelerken ele alacağız. Burada kısa olarak bazı noktalara değinmek istiyorum. O'nun da diğer insanlar gibi ve hem de kalabalık bir ailesi olduğunu yeniden hatırlamamızda fayda vardır. Yeme, içme ve giyim masrafları elbetteki aile bütçesinde gider hanesinin en önemli kısmını işgal ederler. Bu, Hz. Peygamber Ailesi için de böyle olmuştur. Hz. Peygamber'in, zırhını rehin bırakıp bir yahudi tüccardan ekmeklik arpa aldığı hususundaki hadisi pek çok kimse bilir. Enes (r.a.) bize Rasûlullah'm hangi şartlarda bu zırhını rehin bıraktığını Buharî'de şöyle anlatır:
«Rasûlullah, Medine'de bir yahudide zırhını rehin bırakıp ondan ailesi için arpa aldı. Ben (o sırada) Hz. Peygamber'in şöyle dediğini, duydum; Muhammed Ailesi ninde, 1 'sa (yaklaşık 2,917 kg) buğday ve 1 sa' arpa bir gece kalmıyor; şüphesiz O'nun yanında 9 hanımı var.»[75]
Hz. Peygamber bunu bir şikayet olarak değil ve fakat ailesinin fazla zahireye ihtiyacı olduğunu belirtmek için söylemiştir.
1 sa'ı toplam olarak 3 kilo kabul edersek, bir sa' buğday ve bir sa' arpa toplam 6 kilo edecektir. O'nun 9 hanımına ilave iki de cariyesini ve bir de kendisini sayacak olursak 12 kişi olacaklar ve bu hesaptan kişi başına günde yarım kilo zahire tüketilmiş olacaktır. Bu da yarım kiloluk bir ekmektir. Fakat O'nun sofrasından hiç eksik olmayan muhtaçlara da bundan bir pey ayırmak gerekecektir. Ayrıca, devrin âdetlerine göre çorbalara ve bazı yemeklere katılacak olan unu da düşünürsek o zaman somun daha da küçülecektir.
Hz. Peygamber'in aile bütçesinde yer alan diğer masraf kalemleri ise şu şekilde ortaya çıkmaktadır; Rasûlullah'm da ikram edeceği misafirleri ve hediye vermesi gereken kimseleri olmuştur. O'nun ayrıca daima ailesinin ferdleri gibi gördüğü fakirleri, muhtaçları vardır ve en asgari geçim seviyesinin ötesindeki bütün fazlalıklarını ilerde de temas edeceğimiz gibi onlara aktarmıştır. Başından hiç eksik olmayan harp giderleri de bu aktardıkları arasındadır.
Hz. Peygamber, insan hayatını ve toplumu baştan aşağı yeniden düzenlerken geçmişin iyi âdetlerine karşı çıkmıyor ve hatta onlara islâm adına sahip çıkıyordu. Erkeğin evleneceği hanıma mehir vermesi düğüne davetiye çıkarıp yemek verilmesi bunlardandır. O da her evliliğinde bunlara riayet etmiştir.[76] Hz. Peygam-ber'in çok sayıda hanımla evlendiği düşünülürse O'na bu açıdan küçümsenmiyecek bir masraf getirmiş olacağı kolayca anlaşılır. Meselâ: Hz. Peygamber Cahş kızı Zeynep (r.a.) ile evlendiğinde düğüne çok sayıda kimseyi davet etmiştir.[77] Bu arada mali ibadetlerin de bir külfetinin olacağı aşikardır. Hz. Peygamber, en asgari geçim seviyesinde aiie ihtiyaçlarının ötesindeki fazlalıkları hiç bekletmeden daima muhtaçlara ve harp için gerekli silah ve malzeme teminine harcadığından, sene sonunda zekat mükellefi olma gibi bir durumla karşılaşmamıştır. Aslında O'nun yaptığı şey bir bakıma her zaman zekat vermek gibi bir şeydir. Kurbanı ise, muhtemelen kendi hayvanlarından veya sırf kurbanlık olarak satın aldığı hayvanlardan kesiyordu. Mesela: Urve (r.a.) bize, Hz. Peygambere O'nun kendi parasıyla bir kurbanlık aldığından bahsetmektedir. [78]Bir ailenin akla gelmiyen nice masrafları olur. [79]
2. Hz. Peygamber Ailesi'nin Hayvan Sürüleri Ve Diğer Geçim İmkanları
Sadaka ve zekat gibi gelirlerden hiçbir şekilde faydalanamı-yan Peygamber Ailesi'nin ancak hediye kabul ettiğini ve yemek davetlerine katıldığını az önce gördük. Bunların ise bir ailenin geçiminde çok az payları vardır ve öte yandan insanların, ailelerin kaynaşması bakımından da mütekabiliyet esasına dayanması gerekir ve öyle de olmuştur. Biz bu başlık altında Peygamber Ailesi'nin önemli geçim kaynağını oluşturan bu ailenin arazilerini ve kısmen zaman zaman bir gelire yol açan ganimetlerdeki paylarını ayrı bir başlık altında tedkik edeceğimizden burada sadece diğer imkanları ele alacağız.
Şimdi olduğu gibi Hz. Peygamber devrinde de bazı hanımlar, aile bütçelerine bir katkıda bulunabilmek için ellerinden gelen bazı işler yapıyorlar ve bunları paraya çevirip ailelerine harcıyorlardı. Ük başta gördüğümüz gibi böyle durumda olan iki hanım, sadaka vermelerine imkan bırakmadıkları düşüncesiyle eş ve çocuklarından Hz. Peygamber'e şikayetçi olmuşlardı da Hz. Peygamber onları, aile bütçelerine katkıda bulunmaya teşvik etmiş ve bu yaptıkları şeyden sadakada olduğu gibi ve hatta daha fazlasıyla sevap alacaklarını, onlara bildirmişti. Acaba Hz. Peygamber'in hanımları da böyle işler yapıp aile bütçesine bir katkıda bulunuyorlar mıydı? Onlar çok sade bir hayat yaşıyorlar ve kendi yemeklerini de kendileri pişiriyorlardı. Biz onların bunun ötesinde bir katkılarını pek tesbit edemedik Mekke döneminde, daha islâm gelmeden Hz. Hatice'nin Rasûlullah ile ticarî bir ortaklık kurduğunu gördük. Bu ortaklığın, onlarmbirbirleriyle evlenmelerinden sonra ne gibi bir şekle girdiğini ve bunun Islâmî döneme de taşıp taşmadı-ğını bilemiyoruz. Biz Hz. Peygamber'in Kiler Hazinesi kısmında Medine'de O'nun hanımı Zeyneb (r.a.)'m deriden bazı eşya imal edip bu yoldan kazandıklarını hayra, muhtaçlara harcadığını belirtmiştik. O, bu gelirinden aile bütçesine bir katkıda bulunmamış görünüyor. Hz. Peygamber, bu hammıyla hicrî 5. yılda yani Nadi-roğulları arazileri ele geçtikten ve geçim bakımından kısmen bir rahatlama olduktan sonra evlenmiştir. O, Rasûlullah'm hanımıyken ileri derecede bir açlıkla karşılaşmamış olmalı ki kazandığı üç-beş kuruşunu hayra verebilmiştir.
Hz. Peygamber'in hanımlarının Rasûlullah1 tan görüp o£x en diklerini, müslüman hanımlara ve kendilerinden bir şey Öğrenmek isteyen mü'minlere öğretmek gibi bir vazifeleri vardır. Hz. Âişe, kendini tamamen ilme vermiş bir validemizdir. 'Ikdü'l-Fe-rid adlı eserde O'nun şu sözüne yer verilir:
«Kadının elindeki iplik eğirme aleti, Allah yolunda çarpışan mücahidin elindeki oktan daha güzeldir.»[80]
Biz O'nun böyle bir becerisi olup olmadığını bilemiyoruz. Fakat, hanımları aile bütçesine bir katkı yapmaya teşvik ettiği açıktır. O devirde bazı müslüman hanımların bu tür becerileri vardı ve hatta onlar harp sahalarına kadar gelip oralarda iplik eğirerek askerî ihtiyaçlar için yardımcı olmaya çalışıyorlardı. Ahmed h. Hanbel'in Müsned'indeki bir hadisten anlaşıldığına göre, bazı hanımlar, Hayber'in fethi sırasında Rasûlullah'm izni ve bilgisi olmadan harp sahasına gelip orada iplik eğirerek cihada yardımcı olma hevesine düşmüşlerdi. Sonra Hz. Peygamber, bu sahadan onları uzaklaştırdı.[81]
Hz. Peygamber Ailesinin geçiminin tamamen Resûlullah'ın omuzlarında olduğu anlaşılıyor. Hz. Peygamber, denetim faaliyetleri dışında, Mekke'de olduğu gibi Medine'de çarşı-pazara gi-dip-geldi. Bu sefer O, ticaret için değil, ailesinin ihtiyaçlarım temin ve tedarik için çarşılara gidiyordu. O'nun pazarlardaki tutumundan bahsedilirken; katı kalpli, kaba ve gürültülü bir insan olmadığı[82] yani kolaylıktan yana olduğu anlatılır. Buharı, O'nun ihtiyaçlarını bizzat kendisinin satın aldığına dair bir başlık atmıştır. Burada anlatıldığına göre: Hz. Peygamber, Ömer (r.a.)'den bir deve, bir gayr-i müslimden bir koyun, Cabir (r.a.)'den bir yük devesi (veya katır) satın alırken bir yahudiden de yiyecek satın almış ve zırhını, onun yanında rehin bırakmıştır.[83] Ibn Sa'd da Hz. Peygamber'in 7 süt devesinden ikisini bizzat kendisinin en Nabt Pazarı'ndan satın aldığı kaydedilir.[84]
Arabistan gibi bir yerde hayvancılık en önemli geçim kaynaklarından biridir; et süt, yün ve deriler, hayatı idame ettirmede Önemli bir yere sahiptirler. Diğer yandan hayvanlar, ailelere sürekli bir gelir imkânı sağlarlar. Hz. Peygamber çok faydasını görmüş olmalı ki «koyun olan evde bereket vardır.» diyor.[85] işte Hz. Peygamber, ailesini sürekli bir gelire ve bir berekete kavuşturmak için bazı hayvanlar edinmiştir. Rasûlullah Medine'de pek çok süt, yük ve binek hayvanları edindi ki Makrizi, O'nun sahip olduğu hayvanlar arasında tavuk cinsinin bile bulunduğunu yazar.[86] İbn Sad'den öğrendiğimize göre: Hz. Peygamber'in, Medine civarındaki mer'alarda otlayan 7 veya 20 adet devesi, 7 adet de keçisi vardı ve her akşam çobanı O'na iki büyük kırba süt getiriyordu ki bu sürüler bir ara baskına uğramışlar ve çoban da öldürülmüştü.[87] Bu hadise, hicretin 6. yılı sonlarında veya 7. yılı başlarında olmuştu. Ureyne Kabilesi'nden olan bu haydutlar, hasta oldukları için; develerin süt ve sidiklerinden faydalanıp tedavi olsunlar diye Rasûlullah tarafından sürülerin yanına gönderilmişlerdi, iyileşip azgınlaşan bu kimseler daha sonra yakalanarak layık oldukları cezaya çarptırıldılar. Burada şunu da kaydetmeliyiz ki Ibn Sa'd'm bu sürüyü Rasûlullah'm şahsına maletmesine karşılık, gerek Buharı ve gerek Tirmizî, çobanı öldürülen bu sürünün zekat hayvanlarından olduğunu kaydederler.[88] Eğer bunlar zekat hayvanlarından ise, o takdirde tabiatıyla bu getirilen sütlerden Hz. Peygamber ve Ailesinin faydalanmaları mümkün olamayacaktır. O zaman Rasûlullah, bu zekat mallarının üretimi olan sütleri zekatın sarf yerlerine harcamış olacaktır.
Ibn Sa'd (168-230 H/785-845 M)'ın verdiği bilgiye bakılırsa, Hz. Peygamber'in 7 adet davan, Ümmü Eymen tarafından otlatılmaktadır. Rasûlullah'm hanımı Ümmü Seleme (r.a.) bize, sahip oldukları sürüler hakkında epey geniş malumat verir. O bize şunları anlatıyor: Hz. Peygamber'in deve sürüsü, O'nun iki kölesi ve aynı zamanda kardeş olan Hind ve Esma tarafından Uhud ve el-Cemmâ meralarında gün aşırı otlatılmaktadır. Akşamlan eve gelen sürüler sağılıp, sütleri akşam içeceği olarak misafirlere doyasıya ikramedilir ve kalan süt ile ayrıca sabah sütü Rasûlullah'm hanımlarına dağıtılır. Bu validemizin diğer bir anlatımına göre; Hz. Peygamber'in 7 keçisi, adı geçen mer'alarda otlatılırken O'nun deve sürüsü Zil-cedr denilen ormanlık mer'ada (yahut el-Cevvaniyye bölgesinde) otlatılmakta ve sütleri akşamları kendilerine getirilmektedir. Ümmü Seleme ayrıca Hz. Peygamber'in, her hanımına ayrı bir isimle anılan bir deve tahsis ettiğini ve Rasûlul-lah'ın da, herkesinkinden daha bol süt veren ayrı bir devesi bulunduğunu kaydettikten sonra: «geçimimizin büyük bir kısmı develerden ve davarlardandı» diye de ilave eder. Gene aynı yerde anlatıldığına göre; Yesar ismindeki çobanın öldürülüp sürünün yağmalanması üzerine, akşam Hz. Peygamber hanesine süt gelmeyince Rasûlullah şöyle bir bedduada bulunur:
«Bu gece Muhammed Ailesini kimler susattıysa Allah da onları susatsın.»[89]
Biz bundan sonra Hz. Peygamber Ailesinin diğer geçim imkanları ganimet ve arazi gelirleri üzerinde duracağız[90].
D) Peygamber (S.A.V.)'İn Ganimet Ve Fey' Gelirlerindeki Hakları Ve Sahip Olduğu Araziler
1. Hz. Peygamber'in Ganimet Ve Fey'gelirlerindeki Hakları
Hz. Muhammed, Medine döneminde getirdiği yeni dini, bölge kabilelerine, daha sonra da bütün dünya devletlerine ve tüm insanlığa arzetme işine giriştiğinde, silahlı çatışma mecburiyetinde kalacağım biliyordu. Gerek kendini ve gerek Yüce Rabb'in en son olarak ortaya koyduğu bu mukayese kabul etmez dini ortadan kaldırmaya yönelik bu çarpışmalardan mağlup çıkması mümkün değildi. Buna kesin inancı vardı. Kazanacaktır ve zayiatı olsa bile hiç bir güç, Allah'ın O'na verdiği vazifeyi yerine getirmesine karşı çıkamayacaktır. Bu durum, Allah tarafından O'na şöyle bildirilmiştir:
«İnanmayanlar hoş karşılamasa da Allah nurunu (dinini) tamamlayacaktır. »[91]
Hz. Peygamber'in devletine saldıranlar, harbi kaydedince bunun hukukî neticelerine katlanmak zorunda bırakılmışlardır. Kendiliğinden Rasûlullah'm devletine tâbi olanların dışında bu yolla pek çok kabile ve Arabistan Yarımadası'ndaki küçücük devletler O'nun idaresi altına girdiler. Bu, ister istemez, O'na hakimiyet, mülk ve rızık getirmiştir. îşte Hz. Peygamber;
«Rızkım, okumun gölgesi (hükümranlığı) altına konulmuştur. Emrime (işime) karşı gelene de aşağılık, küçüklük takdir edilmiştir.»[92] buyururken bu gerçeği dile getirmektedir. Öte yandan müslümanlardan tahsil edilen gelirlerden kendisine rızık kapısını kapamasının, diğer sebepleri yamada, bu sözle de bir bağlantısı olabileceği düşünülebilir. Rızık, İslâm'a düşman olanların elinden alınacaktır.
Hz. Muhammed'in Medine'ye göç ettiği sırada her hangi bir geliri ve bir mal varlığı bulunmamaktaydı. O ve ailesinin, Kur'an'da ziraata elverişli olmadığı ifade edilen Mekke'de[93] de herhangi bir arazisi ve buna bağlı bir geliri olmamıştı. îlk yıl kendisi ve ailesi, Medine'de tamamiyle bir misafir muamelesi gördüler. Bu yüzdendir ki Ebu Eyyub (r.a.) Peygamber'in mihmandarı unvanını aldı. Hicretin 2. senesinde yapılan Bedir Harbinde Hz. Peygamber ilk defa bir ganimet geliri elde etti. Bundan hemen sonra Yahudi Kaynuka Kabilesi yle harp yapıldı ve elde edilen ganimetler, o sırada nazil olan:
«Bilin ki ganimet olarak aldığınız herhangi birşeyin mutlaka beşte biri Allah'ın, Rasûlü'nün hısımların, yetimlerin, yoksulların ve yolcunundur.»^11 ayetine göre bölüştürüldü. Bu ayet, ganimetlerinin beşte birinin ayrıca 5'e ve bir yoruma göre de 6'ya taksim edilmesini gerekli kılmaktadır. Bunun da bir hissesi Hz. Peygamber'in şahsına kalırken bir hissesi de O'nun akrabalarına ayrılmaktadır. 4/5'ün gazilere taksim edileceği ganimetlerdeki Rasûlullah ve arkabalarmm payları, hesaba göre umumî yekûn içerisinde 2/25 yani % 8 olmaktadır. Böylece müsîümanlardan tahsil edilen gelirlerden hiçbir şekilde faydalanamayan Hz. Peygamber, O'nun aile ve akrabaları ganimet ve fey' hukukuna göre bir gelire kavuşmuş oluyorlardı. Fey', ganimet haricinde gayr-i müslim halktan tahsil edilen vergilerin ve arazi gelirlerinin umumî ismidir. Biz burada bu gelirlerin sarf yerleri hakkında geniş bir bilgi veremiyeceğiz.[94] Arazi ve mülk olmadığında ganimet geçici bir gelirdir ve ilk iki harp de onlara herhangi bir arazi ve ona bağlı bir gelir kazandırmamıştır. Hz. Peygamber ilk defa hicrî 3. yılda yapılan Uhud Harbi sırasında, kendisine vasıyyet yoluyla kalan yedi adet bahçeye sahip oldu ve bunu diğerleri izledi ki şimdi bunları sırasıyla göreceğiz.
2.Hz. Peygamber'in Arazileri Ve Arazi Gelirleri:
Hz. Peygamber ve Ailesi'nin eline geçen araziler, Hayber'deki yerlerini ayrı ayrı sayacak olursak, 8 parça halindedir. Şöyleki:
1) Hz. Peygamberin ilk sahip olduğu arazi, hicri 3. yılda Uhud Harbi sırasında, O'na Benu'n-Nadir'li yahudi bilgin Muhayrık'm vasıyyet yoluyla bağışladığı 7 adet bahçedir. Rasûlullah'a büyük hayranlık duyan Muhaynk, O'nun yanında harbe katılmış ve ölümü halinde Nadiroğulları yurdundaki 7 bahçesinin Hz. Peygamberin olacağını vasıyyet vetmişti ve bu harbte de çarpışrrken ölüm şerbetini içmişti. Ibn Sa'd, diğer kaynaklardan farklı olarak, bu bahçelerin Rasûlullah'm vefatından sonra çocuklarına ve müteakiben torunlarına tahsis edildiğini yazar.[95]
2) Çarpışmasız alındığı için Kur'ân-ı Kerim'de fey' olarak ta-mamiyle Hz. Peygambere verilen ilk arazi H. 4 yılda ele geçirilen Nadiroğulları arazisidir. Rasûlullah, buradan elde ettiği mahsul gelirlerinden kendisinin ve ailesinin bir yıllık ihtiyaçlarını ayırdıktan sonra artanı devlet hazinesine aktarmıştır.[96] O, sade yaşantısı içerisinde bu gelirlerden arttırdığı fazlalıklarla harp silah ve vasıtalarını temin etmiş ve ayrıca muhtemel masraflar (neva-ib) için tahsisatlar ayırmıştır. Bazı kaynaklardan öğrendiğimize göre Rasûlullah bu arazilerden Muhacirlere ve Ensar'dan da iki fakir adama, ekip-biçmeleri ve faydalanmaları için yer vermiştir.[97] Yahya b. Adem (ö 203 H.) ise, yukarıda adı geçen 7 bahçe hariç Hz. Peygamber'in Nadiroğulları arazisinin hepsini taksim ettiğini yazar.[98] işletip faydalanmaları için vermiş olsa bile bu yerlerin mülkiyeti Rasûlullah'a ait bulunmaktadır.
3) Hayber'deki 8 kaleden, ganimet ve fey' hukuku gereğince Rasûlullah'a ve humus (1/5) hakkından faydalanacak olan diğer sınıflara kalmıştır.[99] Bunlardan iki kaleye tamamiyle Rasûlullah'ın kendisi sahip olurlarken O, Ketibe denilen kaleyi humus olarak; akrabaları, hanımları, diğer hak sahipleri ve uygun gördüğü kimseler arasında taksim etmiştir.[100] Bu yerlerden O'nun hanımlarının, akrabalarının ve diğerlerinin alacakları mahsul miktarları da yazıyla tesbit edilmişti. Çünkü, bu yerleri anlaşma gereğince eski sahipleri olan yahudiler yarıcı olarak işleteceklerdi. Buna göre, O'nun hanımlarının herbiri, her yıl 80 vesk hurma, 20 vesk de arpa olmak üzere toplam 100 vesk mahsul alıyorlardı,[101] 1 vesk yaklaşık olarak 240 kilo olduğuna göre,[102] onlar bu yerlerinden 2,5 tona yakın bir miktarda mahsul elde etmiş oluyorlardı. Hayber, hicretin 7. yılında Rasûlullah'ın vefatından yaklaşık 4 sene kadar önce ele geçirilmiş bulunuyordu.
4) Fedek; Bu arazi Hayber'le beraber H. 7. yılda sulh yoluyla alındığından tamamiyle Rasûlullah (s.a.v.)'in emrine girdi ve halkı, Hayber'de olduğu gibi, mahsulün yansım almaları şartıyla bu topraklarda kaldılar.[103] Hz. Peygamber, bu yerden elde ettiği «yarı gelir»den nafakasına harcar, akrabasından fakirlere yardımda bulunur ve onların kızlarını evlendirirdi.[104] Nafakasından artan fazla gelirlerini daima devlet hazinesine aktarırdı. Hz. Peygamber bu uygulamasına uygun olarak gerek Hayber ve gerek Fedek'ten sağladığı gelirlerinden artanı, belîi hizmetlerin karşılanmasına tahsis etmiştir.[105]
5) Rasûlullah'm özel yerlerinden biri de Vad'il Kura denilen bölgenin 1/3'idir.[106]
6) O'nun şahsına ait yerlerden sonuncusu Medine içindeki Mehruz denilen bir pazar yeridir.[107] O'nun bu yerden ne gibi bir gelir temin ettiği hakkında kaynaklar bir malumat vermemektedirler.
Hz. Ömer, yahudileri Hayber, Fedek ve Vadi'l-Kuradan çıkardığı zaman, bu yerlerin toplam kıymetlerini takdir ettirmiş ve onlara sadece bir işletmeci olarak sahip oldukları haklarını ödemişti." Bu arada, [108]Rasûlullah'ın hanımlarını da, kendilerine tahsis edilmiş yerlerde bir işletmeci sıfatıyla kalmaları ile belli miktarda mahsul almaları arasında serbest bırakmıştır. Bunlardan kimi işletmeciliği tercih ederken, Hz. Aişe ve Hafza (r.a.) belli miktardaki paylarını almaya devam etmişlerdir.[109]
3- Hz. Peygamberdin Hanımlarının, Kendisinden Daha İyi Bir Hayat Seviyesi İstemeleri
Hz. Peygamber, Hicrî 9. yıla geldiğinde Yemen de dahil olmak üzere bütün Arabistan O'nun idaresi altına girmiş, Bizans ve Sasanî hudutlarına erişilmişti. Devletin gelirleri, eskisine nazaran artmış ve Hz. Peygamber'in şahsî gelir kaynakları, arazileri de çoğalmıştı. Fakat, îslâm devletinin kuzeyinde ve kuzey doğusundaki imparatorluklar büyük tehlike oluşturuyorlardı. Nitekim Hz. Ömer, o sıralarda tampon bir devlet olan Gassaniler'in bir saldırısından endişe içinde olduklarını söylemektedir.[110] işte bu sebeple bu bölgelerde her an patlak verebilecek büyük bir çatışmaya hazırlıklı olmak gerekiyordu. Rasûlullah, hanımlarına, eskisi kadar sıkıntılı olmasa da sade bir hayat yaşatıyor ve şahsî gelir fazlasını, pek çok eserin kaydettiğine göre, devletin ve halkın umumî ihtiyaçlarına, harp silah ve vasıtalarının teminine ve fakirleri içtimaî (sosyal) güvenliğe kavuşturmaya harcıyordu.[111]
Dullar, muhtaçlar ve Mescid-i Nebevî'nin suffasında kalan kimseler, O'nun aile ferdleri gibiydiler. O, bir devlet başkanı so-runluluğu ile bu gibilerin nafakasını, kendi aile ferdlerinin nafakası gibi düşünüyordu. Buharî de kaydedildiğine göre; Rasûlullah'ın kızı Fatıma (r.a.), el değirmeninde un öğütmekten ellerinin nasırlaştığını öne sürerek, bir gün, babasından bir hizmetçi köle istemişti. Babası Rasûlullah, kızının bu isteğini geri çevirmiş ve O'na yatağa yorgun giderken 33'er defa teşbih çekmenin bu isteğinden daha hayırlı olduğunu bildirmişti. Buharî; Hz. Peygamber'in, o zaman, fakirlerin, yoksulların, suffa ehlinin ve dulların ihtiyaçlarını