- Asr-ı saadette peygamber ailesinin geçimi

Adsense kodları


Asr-ı saadette peygamber ailesinin geçimi

Smf Seo Versiyon , -- Seo entegre sistem.

rray
hafız_32
Wed 6 October 2010, 01:56 pm GMT +0200
ASR-I SAADETTE HZ. PEYGAMBERİN VE AİLESİNİN GEÇİMİ


Doç.Dr. Celâl Yeniçeri
 

(Marmara Üniversitesi ilahiyat Fakültesi Öğretim Üyesi, istanbul)

CELAL" 1942 yılında İstanbul Şile/Oruçoğlu köyünde doğ-YENİÇERi du. İlkokulu köyünde bitirdi. 1963 yılında (İ.H.L) ve 1968 yılında da İstanbul Yüksek İslam Enstitü­sünü bitirdi. Askerlik görevini müteakip 1970'de ortaöğretimde Öğretmenliğe başladı ve 1985'de Marmara Üniversitesi İlahiyat Fakültesinde öğretim görevlisi olarak tayini yapıldı." 1973'de "el-îhtiyar" adlı eseri Türkçeye tercüme ederek yayınladı. 1980'de "İslâm İktisadının Esasları" adlı bir eserini daha neşretti. 1978'de (Atatürk -Üniversitesi îslâmî İlahiyat Fakültesi)'ne bağlı olarak ve Prof.Dr. Salih Tuğ yönetiminde İslâm Hukukunda doktora yapmaya başladı ve 1983'de "İslâm'da Devlet Bütçesi Hukuku ve İlgili Müesse­selerin Ortaya Çıkışı" tezi ile Doktor unvanını ka­zandı. Bu çalışması 1984'te basıldı. Pek çok yayın­lanmış makaleleri bulunup halen "İslâm'da Ça­lışma Hayatının Düzenlenmesi" ve "İslâm Dü­şüncesinde Kainat ve İmkanları" mevzuları üze­rinde çalışmaktadır. 1989'da Doçentliğe terfi et­miştir. Eserleri:

- el-İhtiyar Metni Muhtar Tercümesi

- İslâm İktisadının Esasları

- İslâm'da Devlet Bütçesi. [1]

 

Birinci Bölüm


PEYGAMBER AİLESİNİN GELİRLERİ VE GEÇİMİ


 A- MEKKE DEVRÎ
 

1- Ailenin Ve Hz. Peygamber Ailesinin Kısaca Tanımı
 

Peygamber (s.a.v.) ailesinin gelir ve geçiminden bahsetmeden önce "Aile"nin ne olduğunu kısa olarak anlatmak istiyorum. Bir aile, bir yuva, maddî yönden her ne kadar küçük bir görünüm için­deyse de manevî yönden o, bütün kurluşlarm çekirdeğidir ve insa­nın mutluluğu ve devletin bekası açısından da her kuruluşun üs­tünde bir yere sahiptir. Aile kuruluşundaki ilişkilerin temelinde sevgi, saygı ve içten yardımlaşma vardır ve bunlardan mahrum bir aileye mutluluğun akışı da mümkün değildir. Yardımlaşma­nın, yardım ve hizmet etmenin, sevginin, saygının en içten ve gö­nülden yapılanma ancak aile yuvasında rastlanır. Böylesine bir hava içerisinde yetişen insan, içinde yaşadığı toplumdan, mille­tinden ve devletinden de aynı şeyleri bekleyecek ve onlara da aile­sinde gördüğünü vermeye çalışacaktır.

Bir annenin çocuklarına, seven eşlerin birbirlerine yaptıkları hizmet ve yardımın en candan olanına aileden, o küçücük yuva­dan başka bir yerde rastlanamaz. Bu kadar içten gelen bu duygu­lar, bu yaklaşımlar, himayeler, hizmetler Allah Teâlâ tarafından mükafatsız bırakılmaz. İşte Hz. Peygamber aile reislerine verdiği müjdelerinde şunları söylüyor:

«Sen ev halkına bir harcamada bulunduğun zaman şüphesiz ki ondan sevap alırsın, hatta hanımının ağzına kaldırıp verdiğin lokmadan bile.»[2]

«Kişinin terazisine konulacak ilk şey, aile ve çocuklarına yap­tığı harcamalarıdır. »[3]

Hanımlara gelince, eğer onlar da eşlerine, çocuklarına ve di­ğer aile ferdlerine bir harcamada bulunurlarsa bundan aynı şekil­de ve hatta fazlasıyla sevap alacaklardır. Hz. Peygamber devrinde bazı hanımlar, kazançlarını eve harcayıp sadaka vermekten mah­rum kaldıkları endişe ve üzüntüsüyle durumlarını Rasûlullah'a ilettiler. Mesela: Bir kısım kaynakların bazı farklarla da olsa bil­dirdiklerine göre, Abdullah b. Mes'ud'un Raita -ki bu hanımın üm-mü'1-veled olduğu da söylenir— veya Zeyneb ismindeki bir hanı­mı, elinden iş gelen, sanatkar bir kadındı ve o yaptıklarını satar, para kazanırdı. Fakat, bütün kazancını eşine ve eşinin diğer hanı­mından olan yetim çocuklarına harcadığı için sadaka veremiyor­du. Hatta bu hanım, sadaka (yahut zekât) vermesine fırsat bırak­madıkları gerekçesiyle eşine çıkışmıştı. Sonra eşinin de isteği ile durumunu sormak için Rasûlullah'm evine gitti. Kapıda kendisi gibi aynı durumda olan bir başka hanıma; Ebû Selemehnin kızı Zeyneb (r.a.)'e rastladı. O da çocuklarına harcamada bulunuyor­du. Hz. Peygamber bu iki hanıma, yaptıkları bu harcamalarından hem sadaka ve hem de yakınlarına yardım olmak üzere iki çeşit sevap alacaklarını, bildirdi.[4] Yuvayı, eşlerden her ikisi, erkek ve hanım birlikte kucakhyacaklar; fakat, nafaka temin etme mecbu­riyeti hukukî açıdan erkeğe düşmekte, kadın sadece vicdanen bu­na iştirak etmektedir. Bu bakımdandır ki erişeceği sevabın türü iki çeşit olmuştur.

Eşlerin yuvalarına olan hizmetlerini ibadetten sayan Hz. Muhammed (s.a.v.) bir kimsenin en hayırlı kazancının, ailesine ve Allah yolundaki arkadaşlarına harcadığı kazancı olduğunu da şöyle belirtiyor: «Kişinin, aile ferdlerine yahut hayvanına veya Al­lah yolundaki arkadaşlarına harcadığı dinar (para)'dan daha üstün bir dinar yoktur.»[5]

işte Hz. Peygamber'in müslümana kurdurtmak istediği ve kendisinin de kurmuş olduğu aile anlayışı: Eşler birbirlerinden razı, Allah da onlardan razı.

Şimdi biz bu araştırmamızda, yemek sırasında hanımların ağzına lokma ver diyen ve onlar için temin edilen nafakayı, başa kakmak şöyle dursun, sevap terazisinde ilk tarttıran bir Peygam­ber (s.a.v.)'in gelirinden ve geçiminden bahsedeceğiz.

Şüphesiz ki ailede herkesin bir yeri ve ayrı çeşitten bir sevgisi ve hatırası vardır. Aile bu güzel farklılıkların gene en güzel kay­naştığı bir bütündür. Beşer aüesidir; içinde neşe olur, hüzün olar, anlaşmazlıklar olur. Fakat insan gene de ancak orada mutludur. Peygamber ailesi de böyledir. O bir melek ailesi değildir. İnsan olan bir peygamberin ailesidir.

Aile, aynı zamanda küçük bir üreticiler ve tüketiciler kurulu­şudur. Bu kuruluş içindeki insanlar hem üretilen, kazanılan mal­lara ve hem de tüketilecek olanlara ortaktırlar. Ailede servet ki­min tarafından kaznılırsa kazanılsın, ailedeki herkes ondan ge­çim ve refah payını alır veya almalıdır. Şüphesiz ki aileyi sadece bir üretici tüketici kuruluşu olarak görmek çok yanlıştır. Demek istiyoruz ki, ailenin böyle bir yanı da vardır.

Bir ailede herkesin ortak ihtiyaçları olduğu gibi herkese ait özel ihtiyaçlar da vardır. Bütün bunlar ailenin geliri gözönünde bulundurularak önem dercesine göre yerine getirilir. Eşitlik iyi şeydir ve esastır. Fakat gelirin paylaşılmasında tam bir eşitliği sağlamak mümkün olamıyacağmdan, aile halkı nasiblerine razı olmalıdırlar. Zaten birbirlerine gönülden tutkun olanlar birbirle­rine karşı çok feragatlıdırlar ve ufak-tefek farklılıkları bir neşe sayarlar. Durum böyle olmakla beraber aile reisi, ortak gelirden, sürekli biçimde bazılarını faydalandırıp diğer aile ferdleri aleyhi­ne bir durum meydana getirmemelidir, bu tutum sevgi-saygı bağı­nı zayıflatıp çözer: «Rasûlullah, bütün hanımlarına eşit muamele eder ve onlara tam bir eşitlik ile davranırdı. Bu hanımlardan ba­zılarının eli ve idaresi altındaki âlet edevat ile ev eşyaları arasın­da bir farklılık varsa bu, Rasûlullah'ın herhangi bir tercihinden değil, fakat sadece bu hanımlarının beraberlerinde getirdikleri çeyiz yahut akraba ve dostlarından aldıkları hediye veyahut da şahıslarıyla ilgili tutumluluklarından ileri gelmekteydi.»[6]

Hz. Muhammed, Peygamberliğinin ve Medine döneminde buna ek olarak devlet başkanlığının yam sıra daima iyi bir aile reisiydi. O, büyük meşgalesine rağmen, hanımlarından, çocuklarından ve torunlarından ilgiyi hiç eksik etmemiştir. Hz. Peygam­ber, esas gelirine ilave olarak ev bütçesine katkısı olan bir kısım yan işler yapmış ve hanımlarının yapması gereken işlerde onlara yardımcı olmuştur. Meselâ: Makrizi (766-845 H.) O'nun evdeki tu­tumu hakkında hanımı Hz. Âişe (r.a.)'den şu bilgiyi veriyor:

«Rasûlullah, evinde, ayakkabısını kendisi tamir eder ve elbi­sesini kendisi dikip yamardı. O, evinde sizlerden birinizin yaptığı gibi işler yapardı.»[7]

Hz. Peygamberin, avlusundaki davarların sütünü sağdığı da olurdu.[8] Buharı, nafakat bölümünde, «Rasûlullah evde ne yapar­dı1?» sorusuna karşılık ümmü'l-mü'minin Hz. Aişe'nin verdiği bir cevabını kaydeder:

«O, evinde, ailesinin işindeydi, ezanı duyuncada da çıkıp gi­derdi. »[9]

Gene Hz. Âişe, O'nun mutfak işinde kendisine yardımcı oldu­ğunu şu şekilde bir hâdiseyi nakledip anlatır: «Bir gece (babam) Ebû Bekir bize koyun paçası göndermişti. Rasûlullah bu paçaları tuttu ve ben de onları kesip parçaladım, yahut o kesip parçaladı da ben tuttum. Dinliyenlerden birisi —lambasız (karanlıkta) mı bu işi yaptınız?— diye sordu da Âişe; eğer yanımızda lâmbamız (ona koyacak bir şeyimiz, yağ) olsaydı şüphesiz onu katık yapar­dık, diye cevap verdi.»[10] Burada O, çok aç olduklarım dile getirme­nin yanı sıra Hz. Peygamberin mutfak işlerinde kendilerine yar­dımcı olduğunu da anlatmaktadır. İnsana büyük değer veren Hz. Peygamberin bundan ailesini ayrı tutması düşünülemez. O'nun ailesi geniş bir geçim imkanına kavuşmadı, fakat O'nun engin bir mahabbet ve sevgisine garkoldular.[11]

 

2- Hz. Peygamber'e Kalan Miras
 

Bilindiği gibi Rasûlullah'ın babası, daha henüz o doğmadan vefat etmiş bulunuyordu. Hz. Peygamberin dedesi Abdülmutta-lib'in ve müteakiben amcası Ebû Talib'in Mekke reisliğini yapma­larına karşılık Rasûlullah'm babası Abdullah'ın ve kendisinin idarede herhangi bir vazifeleri olmamıştı. Bu bakımdan Hz. Pey-gamber'in bu yoldan bir menfaat sağlaması söz konusu değildi. Maverdî (364-450 H.) ve Ferra'nm (ö. 458 H.) el-Vâkıdî1 den naklet­tiklerine göre, Rasûlullah'a babasından Ümm Eymen adında bir cariye ile 5 deve, bir miktar davar, kölesi Şakran ve bunun Salih is­minde oğlu miras kalmıştı. Annesi Amine'den ise bir ev kalmıştı. Hanımı Hatice (r.a.) daha Mekke'de iken vefat edince O'nun Safa ile Merve arasındaki evi ile bir miktar malı da Hz. Peygamber'e kaldı. Rasûlullah bu mallarını Mekke'de bırakıp Medine'ye hicret edince Abdulmuttalibin oğlu Akil, O'nun iki evine de el koyup on­ları satmış bulunuyordu.[12]

Görüldüğü gibi Hz. Peygamber'e miras olarak önemli birşey intikal etmedi. Kur'ân-ı Kerim'de, O'nun başlangıçta fakir olduğu ve sonradan varlıklı hale getirildiği anlatılırken şöyle denilir:

«O (Allah), seni fakir bulup zenginle sürmedi mi?»[13]

Hz. Peygamber, evvelki durumuna nisbetle zengin olmuş ve fakat ilerde ele alacağımız gibi malından sadece kendisi faydalan­madığı için yaşantısı bir fakir yaşantısından ileriye varmamıştı. [14]


3- Hz. Peygamberin Ebû Talib'in Himayesine Girmesi Ve Çobanlığı

 

a) Hz. Peygamber'in Ebû Talib'in himayesine girmesi ve ticarî işlerinde amcalarına yardımcı olması

Hz. Muhammed'in babası o doğmadan bir kaç hafta önce Öl­müş ve bilindiği üzere kendisi doğunca da yanında 4 yaşma kadar kaldığı süt annesi Halime'ye verilmşiti. Bundan sonra, iki sene annesinin ve bir o kadar da dedesinin yanında kalan Muhammed  (s.a.v.) daha sonra uzun yıllar Ebu Talib'in himayesine mazhar ol­muştu.

Hz. Peygamber, çocukluk dönemi hariç, kendi geçimini kendi­si temin etmeğe çalışmış ve himayesi altına girdiği amcasının büt­çesine katkıda bulunmuştur. O, 8 yaşlarında amcası Ebu Talib'in himayesine girdikten sonra O'nun ve diğer amcası Zübeyr'in bir kısım ticarî faaliyetleri içinde yer almış ve onların ticâret kervan-larıyla Suriye'ye ve Bahreyn-Umman bölgelerine gitmiştir. İlk ti­caret kafilesine katıldığında 9 yaşındadır ve daha sonra 10-12 yaşlarında bu iş tekrarlanmıştır. Bu ticaret kafileleri, getirdikleri malları Mekke pazarında sattıklarına göre muhtemelen Hz. Mu-hammed bu pazarcılık işinde amcalarına yardımcı olmuştur.[15]

îbn Sa'd (168-230 H/785-845 M), Ebu Talib'in malı olmadığını veya çok az malı bulunduğunu ve bir deve sürüsünün olduğunu kaydeder. Ebu Talib, başlangıçta yeğeni için ayrı bir sofra kurdu­rur. Muhammed, sofralarına oturmayınca zaten az olan yiyecek­lerle doyamazlar. O'nula beraber yediklerinde ise hem doyarlar ve hem de yiyecekler artar. Bu sebeple amcası, o olmadan ve sofrala­rına oturmadan kimseye yemek yedirtmez.[16] Yengesinin, çekin­genliği sabebiyle Önce Muhammed'i doyurma yoluna gittiği de söylenir. Rasûlullah (s.a.v.), kendisine annesi gibi bakan bu yen­gesinin, ileri yaşta da olsa, ölümüne çok üzüldüğünü anlatmakta­dır.[17]

b) Hz. Peygamber'in Çobanlığı

Kaynakların verdiği bilgilerden Hz. Peygamber'in, genç yaş­larında da olsa, çobanlık da yaptığı anlaşılmaktadır. Buharî'nin verdiği belgiye göre Rasûlullah, bir ara Mekkeliler hesabına üc­retle çobanlık yapmıştır. Buharî'deki hadisin ifadesi şöyledir:

«Rasûlullah; Allah, davar gütmeyen hiçbir peygamber gön­dermemiştir, dedi de ashap O'na; sen de mi ey Allah'ın Peygambe­ri! diye sordular. O da; evet, ben de bir kaç kırat karşılığında (üc­retle) Mekkeliler hesabına davar güdüyordum, diye cevap verdi»[18]

Hz. Peygamber'in 9 yaşından sonra birkaç kere ticaret kervanma katılmasına bakacak olursak, bu çobanlığının daha sonraki bir yaşında olduğunu söyliyebiliriz.

îbn Sa'd, Hz. Peygamberin çobanlık sıralarında kazandığı bir tecrübesinden bahseder. Bazıları, dikenli arak ağacı meyvesiyle Rasûlullah'm yanına gelmişler. Muhtemelen ham olmalılar ki on­lara şöyle söylemiş: «Dikenli arak ağacının meyvesini esmerleş-tiklerinde toplayınız; ben çobanlık yaparken bunlardan toplar (yer)dim»[19]

Hz. Peygamber'in ücretle çobanlığı dışında bütçelerine bir katkı olarak ailesinin hayvanlarını otlattığı da olmuştur ki o bun­dan şöyle bahsetmektedir:

«Ben (Mekke'de) Acyâd mevkiinde ailemin hayvanlarını otla­tıyordum.»[20]

Muhtemelen O, himayesine girdiği amcası Ebû Talib'in hay­vanlarını otlatıyordu. Ayrıca M. Hamidullah, Rasûlullah'm ço­banlıktan kazandığı birkaç kuruş ile amcasının zayıf bütçesine katkıda bulunduğunu, yazar.[21] Şüphesiz O, bu katkıyı Mekkeliler hesabına ücretle yaptığı çobanlıkla sağlamıştır. Ziraat imkanı ol­mayan Mekke bölgesinde, meraları kıt da olsa, hayvancılık önemli bir geçim kaynağıdır. Bunun neticesi olarak da burada çobanlık tabii bir meslektir. Bu mesleğin ayrıca insanları sabra alıştırdığı da söylenir ki Hz. Peygamber'in de ilerde yapacağı işler bakımın­dan böyle bir sabır eğitiminden geçmeğe ihtiyacı vardır. [22]

 

4- Hz. Peygamber'in Kurduğu Ticarî Ortaklıklar
 

Hz. Muhammed (s.a.v.) Mekke'de bahsedilen çobanlığından sonra bizzat ticarî faaliyetlere başladı. 25 yaşlarmdaydı ve fazla malı-mülkü olmayan amcası da yaşlanmıştı. Bunun yanı sıra bu bölgede birkaç yıl süren kuraklık herkesi olduğu gibi amcasını da sarsmış bulunuyordu. Hz.Peygamber, O'nun tavsiyesiyle dul ve varlıklı bir hanım olan Hz. Hatice'ye ortaklık teklifinde bulundu ve neticede iş Hz. Muhammed'den, sermaye Hatice (r.a.)'den ol­mak üzere aralarında bir ortaklık (mudarebe ortaklığı) kuruldu.[23]

Tarihi bilinmemekle beraber Hz. Peygamber, Hatice'nin bir ortağı olarak yanında bir yardımcısıyla beraber, senede sadece üç gün faaliyet gösteren ve Mekke'ye 10 günlük mesafede Yemen ci­hetinde bulunan Hubaşe panayırına gitti. Hz. Peygamber iki defa da gene aynı ortaklık çerçevesi içerisinde Curaş veya Carş denilen ve kelimenin iki ayrı okunuşuna göre Taif in güneyinde Yemen ta­rafında yahutta Ürdün'de olması gereken önemli bir şehre gitti. Dönüşünde ortağı tarafından bir deveyle mükafatlandırıldı. Bun­dan sonra olmalıdır ki Suriye istikametine çok daha büyük bir ti­caret kervanı tertiplendi. Bu seferde Hz. Hatice'nin kölesi Meyse-re ile gene O'nun akrabası Huzeyme O'na eşlik ettiler. Hz. Pey­gamber bu ticarî seferinde Kudüs'ün ilerisinde bulunan Busra ka­sabasına gitti. Bu seferiyle iki misli kâr sağlayan Hz. Peygamber payını da ona göre aldı.[24] O bu ticaretinden çok para kazanmış ol­malıdır ki aynı sene ortağı Hatice ile evlendiğinde O'na mehir ola­rak 20 deve ve diğer bazı görüşlere göre de 480 veya 500 dirhem (gümüş para) vermiştir. Düğüne çok sayıda kimse gelmişti ve ik­ram için iki deve kesilmişti. Bu evlilikten sonra Hz. Peygamber, hanımının evine taşındı.[25] Artık O'nun da müstakil bir yuvası var­dı ve O da bir aile reisiydi.

Hz. Peygamber'in, sermaye Hatice'den, emek kendisinden olan bu ticarî ortaklığının ne kadar sürdüğünü bilemiyoruz. Yal­nız evliliğinden 15 sene sonra 40 yaşındayken kendisine peygam­berlik vazifesi verildiği gün dehşete kapıldığında hanımı ve müs-lümanlarm annesi Hatice (r.a.) O'nu teskin ederken şu cümleleri söylemişti:

«Hiç korkun olmasın! Allah Teâlâ seni asla başarısız yap­maz. Çünkü sen yakınlarına yardım ediyor, kimsesizlerin geçimi­ni göğüslüyor, fakire kazandırıyor, misafire ikram ediyorsun ve haklı olanların başlarına gelen felâketler karşısında da onlara yardımcı oluyorsun.»[26]

Bu ifadeler Hz. Muhammed (s.a.v.)'in doğrudan veya bir orta­ğı vasıtasiyle kendi ailesine yetmesinin ötesinde akrabalarına, kimsesizlere ve fakirlere yardımda bulunacak ve misafirlerim ağırlayacak kadar bir gelir temin ettiğini gösteriyor. O zamanlar çoluk çocuğa da karıştığı ve Hz. Hatice'den, süt emme çağmday-ken ölen Kasım dahil 6 çocuğu olduğu düşünülürse ev ihtiyacının bile küçümsenmiyecek miktarda bir geliri gerektirdiği kolayca anlaşılır. Eğer işletiîmiyorsa, hanımının serveti de Mekke gibi bir yerde uzun seneler yetecek bir durumda olamaz. îşte burada Hz. Peygamber'in bir ortağı karşımıza çıkmaktadır.

Kaynaklar Rasûlullah'm islâm öncesinde, Mahzum kabile­sinden es-Saib isminde birisiyle ortaklık kurduğundan bahseder­ler, îki ortak Mekke'nin fetih günü karşılaştıklarında birbirleri­nin iyi huylarını ve uyum içinde bir ortaklıkları olduğunu eski bir hatıra olarak anlatırlar; hiç kavga etmediklerinden, birbirlerine ters düşmediklerinden, mürailik yapmadıklarından söz ederler.[27] Hz. Peygamber'in bu ortaklığım, islâm'ın geleceği bir zamana koymak uygun düşmektedir. Biz, ilk vahiy geldikten sonra da bu ortaklığın devam edip etmediğim ve eğer ettiyse ne kadar daha sürdüğünü bilemiyoruz. Fetih gününe kadar müslüman olmamış olan bu ortak, muhetemelen O'nu peygamberlik davasıyla ortaya çıkınca veya daha sonra bir takım baskılarla terketmiştir. [28]

 

5- Hz. Muhammed (S.A.V.) Ailesinin Peygamberliğin İlanından Sonra Geçim Durumu
 

Hz. Muhammed, peygamber olduktan sonra da bir beşer gibi hayatına devam etti. Bir yuvası, eşi ve çocukları vardı. Yeni dini anlatıyor ve bunun yanı sıra, çarşı-pazarda alış-veriş yapıyordu. Yemeği, içmeği bırakacak bir hali yoktu. Melek olmamıştı, sadece bir peygamber olmuştu. O'na manmıyanlar ise bu tabiî durumu yadırgıyorlar ve melekvârî bir peygamberin hayali içindeydiler. Kur'ân-ı Kerim'de onların bu düşünceleri şöyle dile getirilir;

«Onlar diyorlar ki, Bu nasıl peygamber?! (bizim gibi) yemek yiyor, çarşı-pazarda dolaşıyor.»[29]

Allah ise geçmiş peygamberlerin de başka türlü olmadıklarım anlatmak için şöyle diyor:

«Biz senden önce de, yemek yemiyen, çarşı-pazarda gezmiyen bir peygamber göndermedik. »[30]

Burada aynı zamanda, O'nun yiyeceğini ve bunun için gerekli kazancı, çarşı-pazardan temin ettiğine işaret vardır. Bunu fazla­sıyla tuhaf karşılayan ve ayrıca bundan kendi dinlerine bir pay çı­karan müşrikler gene Kur'an'da anlatıldığına göre şu şekilde bir delil ileriye sürüyorlardı:

«Yahut O'na (gökten) bir hazine atılmalı veya O'nun yiyeceği bir bostanı bulunmalı, değil miydi?»[31]

Hz. Peygamber'in kendileri gibi bir gelire muhtaç olmasını ve yeterince de olsa kazanca yönelmesini makul görmeyenler bu yeni dine de Öyle bakıyorlardı. Peygamberi melek gibi hayal etme zih-niyetiyledir ki daha sonra Hz. Peygamber, Medine döneminde ol­ması gereken şöyle bir durumla karşılaştı; Huzuruna gelen birisi titremeğe başladı. Rasûlullah, «Rahat ol, ben bir melek .(yahut melik) değilim. Ben ancak kurutulmuş et yiyen Kureyşli bir hanı­mın oğluyum.»[32] diyerek onu teskin etmeğe çalıştı.

Burada şunu kaydetmek yerinde olacaktır ki, peygamberlik vazifesi Rasûlullah ailesi'nin gelirini büyük ölçüde azaltmış ve hatta bir süre tamamen kesintiye bile uğratmıştır. Hatta kaynak­lar O'nun, ailesini, hicrî 3. ve 4. yıllara kadar ne gibi gelir kaynak­larıyla geçindirdiği hususunda bir bilgi vermezler. O ve ailesi bu tarihlere kadar büyük sıkıntılara düşmüşlerdir ki aynı sıkıntıları o ilk müslümanlar da aynı ölçüde çekmişlerdir; şu kadar var ki on­ların böylesine büyük bir sorumlulukları yoktur. Bir yandan ilâhî vazifeyi yerine getirme mecburiyeti, öte yandan tabiatından kay­naklanan beşeri istekler, aile mes'uliyeti ve ayrıca toplumun sert ve vahşi tepkisi, bütün bunlar O'na, ancak bir peygamberin daya­nabileceği külfetler getiriyorlardı.

Peygamberliğinin 6. yılında kabilesi,davasından vazgeçmesi karşılığında Hz. Muhammed'e Mekke'nin reisliğini, bu kabul olunmazsa, aralarından toplayacakları büyük miktarda servet teklif ettiklerinde O'ndan aldıkları ancak bir peygamberin cevabı olmuştu. Kurtubi'den (ö. 671 H.) öğrendiğimize göre, kabilesi kay­serler ve kisralar gibi çarşıda-pazarda görünmeyen ve bu gibi yer­lerde halkla karışmıyan bir melik icadetme peşine düştüler.[33] O'nun verdiği cevap ise şöyleydi:

«Güneşi sağ elime, ayı sol elime verseniz ben gene de bu dava­dan vazgeçmem.» [34]

Bu, O'nun şahsi bir meselesi olmayıp yüce Rabb'in verdiği bir vazifeydi. Çağrısı da sadece Arablara olmayıp tüm insanlığa yöne­likti. O'na indirilen ayetler Arablığa değil insanlığa sesleniyordu. Bunu anlamayan Mekke halkı O'nu az sayıdaki taraftarlarıyla be­raber Ebu Talib Mahallesinde, peygamberliğinin 7. yılında, üç yıl kadar sürecek bir muhasaraya aldılar. Müslümanlarla bu süre içerisinde medeni ilişkiler olduğu kadar ticarî ilişkiler de kesildi ve ancak dört haram ay bunun dışında tutuluyordu. Muhasara mahalline erzak sokulması da yasaklar arasındaydı. Ancak ina­nanların dayanabileceği bir açlık ve susuzlukla karşılaşıldı. Hz. Peygamber'in ailesi de bu muhasara içindeydi. Hz. Hatice (r.a.)'in bir müşrik yeğeninin O'na bir yiyecek paketi göndermesi kanlı bir kavgaya bile yol açmıştı. Haram aylarda ise dışardan Mekke'ye gelenlerden biraz erzak temini mümkün oluyordu.[35] Neticede mu­hasara kaldırıldı ve bu arada da müslümanlar Medine'ye göç ha­zırlıkları içine girdiler. [36]

 

B- MEDİNE DEVRİ
 

1- İbâdet-İdâre Merkezi Mescid-İ Nebevî'nin Ve Peygamber Ailesi İçin Hanelerin Yapılması Ve Resûluüah'ın Kiler Hazinesi
 

a) îbâdet-îdâre Merkezi Mescid-i Nebevî'nin ve Hz. Peygamber Ailesi îçin Hanenin Yapılması

Hz. Muhammed (s.a.v.), milâdî 622 tarihinde Medine'de kur­duğu devletin başına geçtiğinde hiçbir mal varlığı yoktu. Kendisi­ne gerek babasından ve gerek rahmetli eşi Hatice (r.a.)'den intikal etmiş olan evler Mekke'de düşman elinde kalmış ve amcasıoğlu 'Akıl tararından da satılıp elden çıkarılmıştı yani 'Âkil bunlara el koymuş bulunuyordu. Rasûlullah, devletinin temelini hicretten 1,5 yıl kadar önce Mekke'nin 'Akabe mevkiinde, 12 Medineli ile 2. 'Akabe görüşmesi sırasında, gizlece yaptığı bir mukavele ile atmış bulunuyordu. Devlet, o zaman eksik unsurlarıyla beraber kurul­muş bulunuyordu. Devleti kuran anlaşma metninde şöyle denili­yordu.

«Refahta olduğu kadar sıkıntıda da, sevinçte olduğu kadar üzüntüde de dinlemek (emir almak) ve itaat etmek (emri yerine ge­tirmek) esastır. Seni kendimizden üstün tutacağız...»[37]

Orada söz verenler bu sözlerini eksiksiz yerine getirdiler. Dünyada hiçbir mukavele bu kadar içtenlikle ve kusursuz yerine getirilmiş olamaz, işte bu, Rasûîullah'ın en büyük imkânı olmuş­tur.

Hz. Peygamber Medine'de ilk yedi ay akrabalarından Ebu Ey-yüb (r.a.)'un evinde misafir kaldı. Bu süre içerisinde meşhur Suffa (zulle) ile beraber Mescid-i Nebevi ve bitişiğinde de başlangıçta sa­yıları iki-üç olup daha sonraları dokuza kadar varan oda (hane) yapıldı Hz. Peygamber bu külliyenin yerini inşaat başlamadan önce iki yetim olan sahiplerinden satın alma yoluna gitti ve bedeli­nin kendisine bildirilmesini istedi. Sahipleri Allah adına bağışla­mayı tercih ettiler ise de bu kabul edilmedi ve onlara 10 dinar vere­rek yeri satın aldı. Diğer bir rivayete göre de Ebu Bekir (r.a.)'e bu parayı vermesini emretti. Yerin, sahiplerince bağışlandığını bildi­ren kaynaklar da vardır. Yer meselesinin hallinden hemen sonra Peygamber Mescidi külliyesinin inşaatına başlandı. Hz. Peygam­ber hem usta-mühendis ve hem de bir işçi olarak bu işte çalıştı ve halkla beraber taş taşıdı. Bu çalışması sırasında O: «Rabbim! Yoktur dünyada yaşamak, Yaşamak öteki dünyadadır ancak.»[38]

diyor ve bunu şiir tarzında dile getiriyordu. Bu şiiriyle Rasûlullah dünyanın sıkıntılarına dikkat çekiyor ve güzel bir hayatın kendi­lerini beklediğini anlatıyor ve çalışanları coşturuyordu.

Hz. Peygamber, yeni ve dünya durdukça değişmeyecek olan yuvasına taşındığında Şevde (r.a.) ile evliydi ve Âişe (r.a.) ile de fiilî evlilik (zifaf) olmamakla beraber nikâhlı bulunuyordu. Kızla­rı Ümmü Gülsüm ve Fatıma (r.a.) da yanmdaydılar. Hz. Fatıma hicrî 4. yılda ikinci oğlu Huseyn'i dünyaya getirene kadar burada kaldı ve bundan sonra Hz. Ali (r.a.) ailesi yahudi kabulesi Kaynu-kalılar'm Medine'den çıkarıİmalarıyla onlardan boş kalan bir eve taşındı. Yeri gelmişken şunu da ilave edelim: Hz. Peygamber'in Medine döneminde 9 hanımı ve iki de cariyesi vardı. Cariyeler Kü­ba tarafında ayrı evlerde oturuyorlardı. Hanımlarından Safiyye (r.a.) de Mescid-i Nebevî'deki odalarda değil, başka bir evde kalı­yordu. Ümmü Gülsüm ve Fâtıma'dan boşalan oda ise, Rasûlul-lah'ın.misafîr ve ziyaretçi kabul odası (Zevr) haline getirildi. Oda­lar, ağaç, dal ve yapraklanyla Örtülü ve deri kaplı bir duvarla çev­rili küçük bir avluya bakıyordu ki burada Hz, Peygamber'in birkaç ttoyun-keçisi bulunuyordu.[39]

Daha sonra Rasûlullah'un bu mütevazi haneleri Kur'ân'da aynı ismi taşıyan sûrede «Hucurât: odalar» diye anıldı. Bunlar tarihte ve zam'anımızdaki devlet başkanlarının köşk ve sarayları gibi şeyler olmayıp çok basit odalardan ibaretti. Şu kadar var ki MeşcicUi Nebevi ile beraber bu külliye, peygamberlik vazifesinin yanı sıra devletin de idare edildiği bir nevi Peygamberlik -Başkan­lık sarayı idi. Burada köşk ve saray kelimeleri mecazi manada olup idarî kademede zirveyi temsil etmektedir. Tarihte olduğu gi­bi günümüzde de bir devletin idaresi onun kötşk ve sarayı ile dile getirilmektedir. Gerçekten de Hucurât Sûresi'nde kişilerin, boy­ların ve devletlerin birbirleriyle olan ilişkileri tanzim edilmekte ve kavgaya yer olmayan ve herkesin hep birden mutlu olacağı bir dünyanın meydana getirilmesi için gerekli hareket tarzı ortaya konulmaktadır.

b- Hz. Peygamber'in Kiler Hazinesi

Buharı, Müslim ve diğer bir kısım kaynaklardan öğrendiği­mize göre, Hz. Peygamber'in 9 odasına ilâve ikinci katta "Meşru-be" veya "Ulliyye" diye anılan ve indirilip kaldırılan, oymalı ağaç kütüğü bir merdivenle çıkılan bir odası daha vardı. Burasının ne zaman inşa edildiğini bilemiyoruz. Kaynaklardaki bilgileri değer­lendirdiğimizde bu yerin devlet hazinesi olarak kullanıldığı hük­müne varıyoruz ki bu husuta elimizde pek çok delil bulunmakta­dır. Biz islâm'da Devlet Bütçesi adlı kitabımızda bu yerin devlet hazinesi yönünü ele aldığımızdan burada ayrıca ondan söz etmi-yeceğiz.[40] Burada esasen bizim için önemli olan bu yerin ayrıca peygamber ailesinin kileri olarak da kullanılma ihtimalinin bu­lunmasıdır, ileride sebeplerim açıklayacağımız gibi, Hz. Peygam­ber hicri 9. yılda hammlarıyla arası açıldığında, bir ay meşrûbe veya diğer bir deyişle "ulliyye"de kalmıştı.

Hz. Ömer, kızı Hafsa validemiz ve diğer validelerimiz ile Rasûlullah'm arasının açılmasından endişelenip olayın sebepleri­ni ve Hz. Peygamber'in maksadını öğrenmek için O'nu ziyarete gittiğinde kendisini üst kattaki odada bulmuştu. Biz, Ömer'in bu­rada gördüklerini kısmen de olsa, O'nun ağzından Müslim ve mü-fessir Kurtubî kanalıyla size aktaracağız:

«Hz. Ömer (anlatıyor): «Ey Hafsa! Sen, Rasûlullah'a eziyet edecek bir duruma mı geldin?Vallahi şunu iyi bil ki Hz. Peygam­ber seni sevmiyor. Ben olmasam O seni şüphesiz ki boşardi», de­dim de bunun üzerine Hafsa çok ağladı, O'na « Rasûlullah nerede­dir?» diye sordum. îşte «şu hazinesinde, meşrûbe denilen yerde­dir,» dedi. Oraya vardım ve bir de baktım ki, Rasûlullah'm Rebah adındaki hizmetçisi, meşrûbenin eşiğinde oturmuş, ayaklarını oy­ma bir kütük üzerinde salıvermiş vaziyetteydi. Bu, Hz. Peygam­ber'in çıkıp indiği bir ağaç kütüğü idi...

îzin istedim, Rebah bana yukarı çık diye işaret etti. Rasûlul­lah'm huzuruna vardığımda O, hasır üzerinde yan yatıyordu. Oturdum, üzerine izarını çekti. Üstünde başka bir şey yoktu. Ha­sır, yanında iz yapmıştı. Rasûlullah'm hazinesine şöyle bir göz gezdirdim: Bir sa' (2,917 kilo) kadar bir tutam arpa, odanın bir ta­rafında o miktarda (deri tabaklamada kullanılan) karaz ağacı yaprağı ve baş ucunda da henüz tam tabaklanmamış asılı bir deri duruyordu. Bu durum karşısında gözlerim doldu. O bana: «Hatta-boğlu neden ağlıyorsun?» dedi ve ben de şöyle söyledim:

— Ey Allah'ın Peygamberi, niye ağlamıyayım! Şu hasır, ya­nında iz yapmış, işte şu da hazinen; orada şu gördüğüm şeylerden başka bir şey görmüyorum. Halbuki Kayser ile Kisrâ meyveler ve (nimet) nehirleri içinde yüzmektedirler. Sen ise Allah'ın elçisi ve seçilmiş kulu olduğun halde şu hazinene bak...»[41]

Buhari'de bu hâdise kısa olarak anlatılmakta ve orada da meşrûbe ve ulliyye terimlerine yer verilmektedir.[42] Meşrûbe ve meşrebe, kelime manası olarak, insanların toplanıp meşrubat içtikleri oda manasına gelirken ulliyye, bir evin yerden yüksek ikinci katı manasına geliyor. Arâblarda o zamanlar böyle bir yer yapma âdeti vardı. Mesela; Hz. Hatice Mekke'de ticaret ortağı Muhammed (s.a.v.)'i Suriye seferinden dönerken evinin böyle bir katındaki sundurmadan gözlemişti.[43] Meşrûbe (meşrebe)'nin, kı­sa süre de olsa Hz. Peygamber ve hanımlarının, orası daha henüz hazine haline getirilmeden, toplanıp birşeyler yeyip içtikleri bir mekan olup-olmadığı hususunda kaynaklarda bir malumata rast-layamadık. Bizi burada bu yerin, devlet hazinesi olmasının yanı sıra Peygamber ailesi'nin kileri olup olmadığı ilgilendirmektedir. Hz. Peygamber'in hanımı aynı zamanda halasının kızı Zey-neb (r.a.) elinden iş gelir ve iyilik sever bir hanımdı; O, deri tabak­lamasını ve deriden mamul eşya yapmasını bilen bir kimsedir ve bu yoldan kazandığı bütün parasını iyilik ve hayır işlerinde harca­maktadır.[44] Az Önce yer verdiğimiz hadiste Hz. Peygamberin ha­zine olan meşrubesinde, biz tabaklanmaya hazır bir deri ile bu işte kullanılan bir madde görüyoruz. Bunlar muhtemelen O'nun işin­de kullandığı şeylerdi. Orada çok az miktardaki arpaya gelince bu­nun da azlığına binaen vergi geliri olduğunu söylemek biraz güç­tür, îşte bu durum bizi bu yerin kiler olarak da kullanılmış olabile­ceği düşüncesine götürmektedir. [45]

 

2- Medine Döneminde Hz. Muhammed (S.A.V.) Ailesinin Geçimi Ve Edindiği Mallar
 

A) Müslümanlardan Tahsil Edilen Vergiler Karşısında Hz. Peygamber Ailesinin Durumu
 

Hz. Muhammed (s.a.v.), ne peygamberliği ve ne de devlet başkanlığı karşılığında herhangi bir maaş almıyordu. Kur'ân-ı Kerim'de; O'nun, vazifesi karşılığında ücret istemediğine ve bir karşılık almadığına dair pek çok ayet bulunmaktadır. Mesela; bunlardan bir tanesinde şöyle denilir:

«Halbuki sen buna karşılık onlardan hiçbir ücret istemiyor­sun»[46] Kur'anda, inananların, Allah'ın gönderdiği bu Peygam-ber'e herhangi bir ücret ödeme durumunda kal mı yac akları ve bunun için malî bir külfete girmiyeçekleri anlatılmaktadır.

18 ve 20 asırlara gelinceye kadar krallar, devlet başkanları vergiyi halk adına değil, kendi adlarına toplamışlardır. Bu alanda ilk yeniliği Hz. Muhammed yaptı ve «halktan vergiyi gene halk için toplama» esasını getirdi. Hz. Peygamber tarafından 1400 sene önce ortaya konulan bu esas, günümüz çağdaş bütçe hukuklarının temelini ve ruhunu oluşturmaktadır ki, bu demokrasilerin hiçbir zaman vazgeçemiyecekleri bir kaide olmuştur.

Hz. Peygamber, kendi devlet anlayışını ve bütçe siyasetini in­sanlığa hakim kılmaya çalışırken bu arada müslümanlardan, kendisine inananlardan toplanan gelirlerin hem kendine, aile ferdlerine ve hem de akrabalarına haram olduğunu ilan etmiş­tir.[47] Gerek mecburi vergilerden ve gerek fakirlere verilmesi gere­ken nafile sadakalardan[48] Hz. Peygamber hiçbir şekilde faydalan­mıyor, ancak hediye kabul ediyordu. Hicret sırasında, daha Medi­ne'ye varmadan Küba köyündeyken îran asıllı Selman el-Farisi adlı bir kölenin denemek maksadıyla O'na sadaka takdim etmesi sırasında biz Rasûlullahm sadaka kabul etmeyeceğini görüyo­ruz.[49] Bu, Kur'an'dan kaynaklanan bir tutum ve bir siyasettir ki devletin kurulduğu anda uygulamaya konulmuştur. J^rtık halkın ödediği vergilerle saltanat sürme devri, Hz. Muhammed tarafın­dan, çektiği ve çekeceği açlığa ve sıkıntılara rağmen, kapatılmış­tır.

Hz. Peygamber'in akrabaları, zekat gelirlerinden faydalan­mak için muhtelif zamanlarda O'na müracaat ettilerse de her de­fasında Rasûlullah onlara şöyle söyledi:

«Şüphesiz ki bu zekat, insanların (mallarının) kiridir. O, ne Muhammed'in kendisine ve ne de O'nun ailesine helaldir.»[50]

Çok sayıda kaynağın bildirdiğine göre, torunu Hasan (r.a.) ze­kat geliri hurmadan yeinek için ağzına attığında Rasûlullah O'na: «Bırak, bırak! Bilmiyor musun? Biz zekattan yiyemeyiz» demiş­ti.[51] Bir başka zamanda da, zekat geliri hurmayı adı geçen torunu yutmak üzereyken Hz. Peygamber, aynı gerekçeyle parmağı ile O'nu ağzından çıkarmıştı.[52] Bir kere de aynı şey Rasûluüah'ın biz­zat kendi başından geçmişti: «O, bir gece yanında bulduğu hur-mayı yemiş ve sonra bunun evinde bulunan zekat geliri hurma olabileceğini düşünerek rahatsız olmuştu da kusarak bunu çıkar­mıştı.»[53] Muhtemelen bu hurmalar O'nun üst kattaki hazine (muşrube, ulliyye)sinin bir aralığından buraya düşmüştü veya he­men dağıtılmak üzere evinde bir yere konulan hurmalardandı.

Zekat gelirlerinden hiçbir şekilde faydalanmama hususunda çok titiz davranan Hz. Peygamber, vergilerin kendisi ve akrabala­rı için değil de yoksullar ve beüi yer ve hizmetler için toplandığını, bir yazıyla vilayetlere de bildirdi. O'nun Yemen halkına gönderdi­ği yazısı şöyleydi:

«Şüphesiz ki Allah'ın Rasûlü, hem zenginlerinizin ve hem de fakirlerinizin mevlası (koruyucusu)dur. Zekat, ne Muhammed'in kendisine ve ne de O'nun aile efradına helaldir. Temizlenmek gayesiyle vereceğiniz mallarınızın zekatı ancak müslümanların fakirleri içindir.»[54]

Onun akrabalarından gerek Haşim ve gerek Müttaliboğuİla-rından olanlar hiçbir surette müslümanlardan tahsil edilen gelir­lerden faydalanamazlardı.[55]

Hz. Muhammed kendisim, toplanan vergilerin sahibi değil ancak onları, devlet ve halk adına koruyan bir haznedar veya ge­rekli yerlerine harcayan, dağıtan bir dağıtıcı olarak da ilan etmiş­ti: «Ben ancak bir haznedarım.»[56] diyordu. Haznedarın nasıl ki bakıp-koruduğu mallarda bir hakkı yoksa aynı şekilde Hz. Pey­gamber'in de toplanan gelirlerde herhangi bir hakkı bulunma­maktaydı. Ancak ilerde göreceğimiz gibi O'nun ganimet ve fey gelirlerinde sadece Kur'ân-ı Kerim tarafından belirlenen hakları bulunuyordu. O, ayrıca kendisini; «Ben ancak bir kasım (bölüştü­rüp dağıtan)im»[57] diye ilan etmişti. O, hem Allah'dan aldığı ilmi ve hem de halktan topladığı vergileri her ikisini de hiçbir şey gizlemeden ve kendisine saklamadan halka dağıtıyordu ki yukarıdaki her iki sözünü de bu iki maksadı ifade için söylüyordu.[58] Bu durum karşısında O'nun ve ailesinin bu gelirlerden faydalanmaları söz konusu değildir ve onlar geçimlerini başka yerde arayacaklardır. Kur'an, Hz. Peygamber'in, zekat dışı gelirlerden alacağı pay mik­tarının tesbitini de ona bırakmayıp kendisi tesbit etti. Böylece bu yeni din, devlet başkanlarının, kendi maaşlarım kendilerinin ta­yin edemiyeceği kanununu getirmiş oluyordu, işte bunun içindir ki muhtemelen dünyada ilk defa bir devlet başkanına, Ebu Bekir (r.a.)'e maaş, halkın temsilcileri tarafından bağlanmış ve miktarı onlarca belirlenmiş oluyordu.[59]

 

B) Hz. Peygamber'in Medine'de Geçim İmkanları Oluşturması Ve Kendisine Takdim Edilen Hediye-İkramlar
 

Müslümanlar Medine döneminde de çeşitli baskınlara uğra­dılar ve çok sayıda harbe tutuşmak zorunda bırakıldılar. Bu harb-ler, başlangıçta geçim şartlarını ve yaşama imkanlarını çok zor-laştırdıysa da neticeleri itibariyle müslümanlara daha iyi geçim ve bunun da ötesinde hakimiyet kapılarım açtılar. Medine, Mek­ke'ye kıyasla hurmalıkları ve bostanlıkları olan bir yerdi. Bu du­rum, civardaki düşman kabilelere olduğu kadar müslümanlara da kısmen de olsa bir rahatlık sağlıyordu. Fakat, yerlerini ve işle­rini bırakıp buraya göçen müslümanlar, ilk zamanlarda sıkıntı içindeydiler. Medine'nin yerli müslümanları bu sıkıntıları aynı Öl­çüde paylaşma faziletini gösterdiklerinden Kur'an'da ensar (yar­dımcılar) unvanıyla taltif edildiler. Peygamber (s.a.v.) artık böyle bir taraftar topluluğu içindeydi ve fakat O, başına geçtiği toplu­mun her çeşit sorumluluğunu üzerinde taşıyordu.

Çok zor durumda olan Muhacirler'in durumlarını iyileştir­mek için Hz. Peygamber, onlarla Ensâr arasında bir kardeşlik anlaşması gerçekleştirdi. Bu, herkesçe bilinir. Anlaşma Rasûlul-lah'ın Medine'ye varışından beş ay sonra yapılmıştı. Varılan anlaşmaya göre 186 Muhacir ailesi aym sayıdaki Ensar ailesinin yamna yerleştirildiler. Muhacirler bu gönül kardeşlerinin bağ ve bahçelerinde yarıcı olarak çalıştılar. Bu durum, hicri 7 yılda Hay­ber'in ele geçirilişine kadar yani 6,5 yıl sürmüştü.[60]

Hz. Peygamber, Ensâr'dan herhangi birisiyle anlaşmalı kar­deş olmadı; fakat, onlar Resûlullah ailesi'ne imkanları nisbetinde yardımlarını eksik etmediler. Bir kısım sahabe Hz. Peygamber'e bahçelerindeki hurma ağaçlarından bir kaçının mahsulünü tahsis etme yoluna gitti.[61] Buharide anlatıldığına göre hicretin hemen akabinde Enes b. Malik'in annesi (r.a.) Hz. Peygamber'e meyveli hurma ağaçları hediye etti. RasûluUah da bunları azadh kölesi Üsame'nin annesi Ümmü Eymen (r.a.)'e verdi ve Hayber'in fethinden sonra bu hurma ağaçlarını, diğer müslümanlarm yap­tıkları gibi, Enes'in annesine aide etti.[62] Geçim açısından gerek Usame (r.a.) ve gerek annesi, RasûluUah ailesinden sayılan kim­selerdir. Buyer veya hurma ağacı tahsisleri Kurayza ve hicrî 4. yılda Nadiroğulları arazilerinin ele geçirilişine kadar devam etti ve bundan sonra Hz. Peygamber böylesi bağışları kabul etmedi. Hz. Peygamber'e küçük yaşındayken 10 yıl hizmet etmiş olan Enes (r.a.) bu durumu Buharî'nin tesbit ettiği hadisinde şöyle an­latıyor:

«İnsanlar, Kurayza ve Nadiroğullarının arazileri fethedilin-ceye kadar Hz. Peygamber'e hurmalık bağışında bulundular. O, bundan sonra onlardan bunu kabul etmedi.»[63]

Müslümanlar birbirlerine destek oluyorlar ve yardımın hiçbir çeşidini esirgemiyorlardı. Hediyeleşmek suretiyle de aralarında­ki bağı hiç kimsenin koparamıyacağı bir hale dönüştürüyorlardı. Hediyeleşmekte, yardım düşüncesinden daha çok böyle bir mak­sat bulunmaktadır. Sadaka ve zekat kabul etmeyen Rasûlullah'a hediyeden başka verilecek birşey de yoktur. Hediyeleşmek, toplumla kaynaşıp bütünleşmeyi temin eden güzel âdetlerden biri olduğu için Rasûlullah tarafından teşvik gördü. O, müslüman ha­nımlara, bir koyun paçasıyla da olsa komşuya ikramda bulunma­yı küçümsememelerini öğütlüyordu.[64] Şüphesiz ki hediyeleşmede de Kur'ân'daki israf ve gösteriş yasağım hatırdan çıkarmamak ge­rekir.

Müslümanlardan Hz. Peygamber'e takdim edilen hediyeler arasında yukarda da değindiğimiz gibi, hurma ağaçları meyvesi  (yeri ve aslı değil), hayvanlar, pişmiş hazır yemek,[65] diğer yiyecek­ler ve süt gibi içecekler[66] başta gelmektedir. Bazan da Hz. Pey­gamber'in hanımlarına onların akrabaları ve dostları tarafından hediyeler gelmektedir.[67] Bu arada Hz. Peygamberin, kaynaklar­da sıkça rastladığımız, bir takım ziyafetlere davetini de burada hatırlatmak uygun düşecektir. Böyle davetlere nadir de olsa bir hanımım da alıp gittiği göze çarpmaktadır; Enes (r.a.)'in anlattı­ğına göre: Hz. Peygamber'in çok güzel çorba pişiren Iran'h bir komşusu O'nu yemeğe davet etti. Hz. Peygamber, hanımı Âişe'nin' de gelip -gelemiyeceğini, sordu. Adam kabul etmeyince Ras.ûlul-lah, Âişe olmadığı için gelemiyeceğini bildirdi. Adam üç kere gidip-geldi ve her seferinde Hz. Peygamber Aişe'siz gelemiyeceği­ni, tekarladı. Neticerde O da davet edildi ve hep beraber gittiler.[68]

Hz. Peygamber'e sadece müslümanlardan değil, harp halinde olmadığı pek çok kabile ve devlet başkanından da muhtelif hediye­ler gelmiştir; atlar, katırlar, çeşitli giysiler ve hata hanımı Mariye (r.a.) bu hediyeler arasındadır.[69] Kendisi de gelen heyetlere istis­nasız hediyeler takdim etmiş ve bunların masraflarını da tama-'nüyle kendi şahsi idaresine geçen arazilerin gelirlerinden karşıla­mıştır.[70]

Hz. Peygamber, sadece hediye alan, ikram kabul eden bir kimse değildi; kendisi de hediye veriyor, ikramlarda bulunuyor­du. Kendisinin sırf hediye vermek gayesiyle bir şeyler satın aldığı olurdu. Mesela: O, bir sefer sırasında Hz. Ömer'den devesini satın almış ve bu deveyi gene O'nun oğlu Abdullah'a hediye etmiştir ki, bu sırada Abdullah aynı deveye binmektedir.[71] Böylece hem Ömer'i alış-verişten faydalandırmış ve hem de oğlunu, artık tama­men şahsının olmak üzere, bir hayvan sahibi yapmıştır: Misal ola­rak vereceğimiz diğer bir hadise de şöyledir: Hz. Âişe'ye, muhtaç bir hanım bir yiyecek getirmişti. Aişe, fakir olması sebebiyle onun ikramım geri çevirdi. Sonradan durumu öğrenen Hz.Peygamber, hanımına şöyle söyledi: «Keşke onun hediyesini kabul etseydin ve mukabil olarak ona daha iyi bir şey verseydin.»[72] İleride görüceği-miz gibi, aslında Hz. Peygamber'in sofrasından fakir fukara pek eksik olmamıştır.

Hz. Peygamber'in sofrasından en çok istiade edenler şüphesiz ki Mescid-i Nebevî'nin suffasmda barınanlardı. Kurtubî'nin ifade­sine göre, suffadakilez, o zor günlerde, islâm'ın misafiriydiler. Hz. Peygamber'e zekat geldiğinde onlara pay ayırır ve şahsına hediye geldiğinde de bunu onlarla beraber yerdi. Bu kimseler Hz. Pey­gamber'in evi için odun toplar ve su getirirlerdi.[73] Hiçbir dünya varlığı olmayan, İslâm'ın bu bir nevi ilk yatılı talebelerinin de Rasûlullah Ailesi'nin geçimine katkıları ancak böyle olabiliyordu. [74]

 

C) Hz. Peygamber'in Genel Olarak İhtiyaçları Ve Bunları Karşılama İmkânları
 

1. Hz. Peygamber'in Genel Olarak İhtiyaçları
 

Hz. Peygamber'in yaşama seviyesini O'nun sofrasını inceler­ken ele alacağız. Burada kısa olarak bazı noktalara değinmek isti­yorum. O'nun da diğer insanlar gibi ve hem de kalabalık bir ailesi olduğunu yeniden hatırlamamızda fayda vardır. Yeme, içme ve gi­yim masrafları elbetteki aile bütçesinde gider hanesinin en önem­li kısmını işgal ederler. Bu, Hz. Peygamber Ailesi için de böyle ol­muştur. Hz. Peygamber'in, zırhını rehin bırakıp bir yahudi tüc­cardan ekmeklik arpa aldığı hususundaki hadisi pek çok kimse bi­lir. Enes (r.a.) bize Rasûlullah'm hangi şartlarda bu zırhını rehin bıraktığını Buharî'de şöyle anlatır:

«Rasûlullah, Medine'de bir yahudide zırhını rehin bırakıp ondan ailesi için arpa aldı. Ben (o sırada) Hz. Peygamber'in şöyle dediğini, duydum; Muhammed Ailesi ninde, 1 'sa (yaklaşık 2,917 kg) buğday ve 1 sa' arpa bir gece kalmıyor; şüphesiz O'nun yanın­da 9 hanımı var.»[75]

Hz. Peygamber bunu bir şikayet olarak değil ve fakat ailesi­nin fazla zahireye ihtiyacı olduğunu belirtmek için söylemiştir.

1 sa'ı toplam olarak 3 kilo kabul edersek, bir sa' buğday ve bir sa' arpa toplam 6 kilo edecektir. O'nun 9 hanımına ilave iki de cariye­sini ve bir de kendisini sayacak olursak 12 kişi olacaklar ve bu he­saptan kişi başına günde yarım kilo zahire tüketilmiş olacaktır. Bu da yarım kiloluk bir ekmektir. Fakat O'nun sofrasından hiç ek­sik olmayan muhtaçlara da bundan bir pey ayırmak gerekecektir. Ayrıca, devrin âdetlerine göre çorbalara ve bazı yemeklere katıla­cak olan unu da düşünürsek o zaman somun daha da küçülecektir.

Hz. Peygamber'in aile bütçesinde yer alan diğer masraf ka­lemleri ise şu şekilde ortaya çıkmaktadır; Rasûlullah'm da ikram edeceği misafirleri ve hediye vermesi gereken kimseleri olmuştur. O'nun ayrıca daima ailesinin ferdleri gibi gördüğü fakirleri, muhtaçları vardır ve en asgari geçim seviyesinin ötesindeki bütün fazlalıklarını ilerde de temas edeceğimiz gibi onlara aktarmıştır. Başından hiç eksik olmayan harp giderleri de bu aktardıkları ara­sındadır.

Hz. Peygamber, insan hayatını ve toplumu baştan aşağı yeni­den düzenlerken geçmişin iyi âdetlerine karşı çıkmıyor ve hatta onlara islâm adına sahip çıkıyordu. Erkeğin evleneceği hanıma mehir vermesi düğüne davetiye çıkarıp yemek verilmesi bunlar­dandır. O da her evliliğinde bunlara riayet etmiştir.[76] Hz. Peygam-ber'in çok sayıda hanımla evlendiği düşünülürse O'na bu açıdan küçümsenmiyecek bir masraf getirmiş olacağı kolayca anlaşılır. Meselâ: Hz. Peygamber Cahş kızı Zeynep (r.a.) ile evlendiğinde düğüne çok sayıda kimseyi davet etmiştir.[77] Bu arada mali ibadet­lerin de bir külfetinin olacağı aşikardır. Hz. Peygamber, en asgari geçim seviyesinde aiie ihtiyaçlarının ötesindeki fazlalıkları hiç bekletmeden daima muhtaçlara ve harp için gerekli silah ve mal­zeme teminine harcadığından, sene sonunda zekat mükellefi ol­ma gibi bir durumla karşılaşmamıştır. Aslında O'nun yaptığı şey bir bakıma her zaman zekat vermek gibi bir şeydir. Kurbanı ise, muhtemelen kendi hayvanlarından veya sırf kurbanlık olarak satın aldığı hayvanlardan kesiyordu. Mesela: Urve (r.a.) bize, Hz. Peygambere O'nun kendi parasıyla bir kurbanlık aldığından bah­setmektedir. [78]Bir ailenin akla gelmiyen nice masrafları olur. [79]

 

2. Hz. Peygamber Ailesi'nin Hayvan Sürüleri Ve Diğer Geçim İmkanları
 

Sadaka ve zekat gibi gelirlerden hiçbir şekilde faydalanamı-yan Peygamber Ailesi'nin ancak hediye kabul ettiğini ve yemek davetlerine katıldığını az önce gördük. Bunların ise bir ailenin ge­çiminde çok az payları vardır ve öte yandan insanların, ailelerin kaynaşması bakımından da mütekabiliyet esasına dayanması ge­rekir ve öyle de olmuştur. Biz bu başlık altında Peygamber Aile­si'nin önemli geçim kaynağını oluşturan bu ailenin arazilerini ve kısmen zaman zaman bir gelire yol açan ganimetlerdeki paylarını ayrı bir başlık altında tedkik edeceğimizden burada sadece diğer imkanları ele alacağız.

Şimdi olduğu gibi Hz. Peygamber devrinde de bazı hanımlar, aile bütçelerine bir katkıda bulunabilmek için ellerinden gelen ba­zı işler yapıyorlar ve bunları paraya çevirip ailelerine harcıyorlar­dı. Ük başta gördüğümüz gibi böyle durumda olan iki hanım, sada­ka vermelerine imkan bırakmadıkları düşüncesiyle eş ve çocukla­rından Hz. Peygamber'e şikayetçi olmuşlardı da Hz. Peygamber onları, aile bütçelerine katkıda bulunmaya teşvik etmiş ve bu yap­tıkları şeyden sadakada olduğu gibi ve hatta daha fazlasıyla sevap alacaklarını, onlara bildirmişti. Acaba Hz. Peygamber'in hanım­ları da böyle işler yapıp aile bütçesine bir katkıda bulunuyorlar mıydı? Onlar çok sade bir hayat yaşıyorlar ve kendi yemeklerini de kendileri pişiriyorlardı. Biz onların bunun ötesinde bir katkıla­rını pek tesbit edemedik Mekke döneminde, daha islâm gelmeden Hz. Hatice'nin Rasûlullah ile ticarî bir ortaklık kurduğunu gör­dük. Bu ortaklığın, onlarmbirbirleriyle evlenmelerinden sonra ne gibi bir şekle girdiğini ve bunun Islâmî döneme de taşıp taşmadı-ğını bilemiyoruz. Biz Hz. Peygamber'in Kiler Hazinesi kısmında Medine'de O'nun hanımı Zeyneb (r.a.)'m deriden bazı eşya imal edip bu yoldan kazandıklarını hayra, muhtaçlara harcadığını be­lirtmiştik. O, bu gelirinden aile bütçesine bir katkıda bulunmamış görünüyor. Hz. Peygamber, bu hammıyla hicrî 5. yılda yani Nadi-roğulları arazileri ele geçtikten ve geçim bakımından kısmen bir rahatlama olduktan sonra evlenmiştir. O, Rasûlullah'm hanımıy­ken ileri derecede bir açlıkla karşılaşmamış olmalı ki kazandığı üç-beş kuruşunu hayra verebilmiştir.

Hz. Peygamber'in hanımlarının Rasûlullah1 tan görüp o£x en diklerini, müslüman hanımlara ve kendilerinden bir şey Öğren­mek isteyen mü'minlere öğretmek gibi bir vazifeleri vardır. Hz. Âişe, kendini tamamen ilme vermiş bir validemizdir. 'Ikdü'l-Fe-rid adlı eserde O'nun şu sözüne yer verilir:

«Kadının elindeki iplik eğirme aleti, Allah yolunda çarpışan mücahidin elindeki oktan daha güzeldir.»[80]

Biz O'nun böyle bir becerisi olup olmadığını bilemiyoruz. Fa­kat, hanımları aile bütçesine bir katkı yapmaya teşvik ettiği açık­tır. O devirde bazı müslüman hanımların bu tür becerileri vardı ve hatta onlar harp sahalarına kadar gelip oralarda iplik eğirerek askerî ihtiyaçlar için yardımcı olmaya çalışıyorlardı. Ahmed h. Hanbel'in Müsned'indeki bir hadisten anlaşıldığına göre, bazı ha­nımlar, Hayber'in fethi sırasında Rasûlullah'm izni ve bilgisi ol­madan harp sahasına gelip orada iplik eğirerek cihada yardımcı olma hevesine düşmüşlerdi. Sonra Hz. Peygamber, bu sahadan onları uzaklaştırdı.[81]

Hz. Peygamber Ailesinin geçiminin tamamen Resûlullah'ın omuzlarında olduğu anlaşılıyor. Hz. Peygamber, denetim faali­yetleri dışında, Mekke'de olduğu gibi Medine'de çarşı-pazara gi-dip-geldi. Bu sefer O, ticaret için değil, ailesinin ihtiyaçlarım te­min ve tedarik için çarşılara gidiyordu. O'nun pazarlardaki tutu­mundan bahsedilirken; katı kalpli, kaba ve gürültülü bir insan olmadığı[82] yani kolaylıktan yana olduğu anlatılır. Buharı, O'nun ihtiyaçlarını bizzat kendisinin satın aldığına dair bir başlık atmış­tır. Burada anlatıldığına göre: Hz. Peygamber, Ömer (r.a.)'den bir deve, bir gayr-i müslimden bir koyun, Cabir (r.a.)'den bir yük de­vesi (veya katır) satın alırken bir yahudiden de yiyecek satın almış ve zırhını, onun yanında rehin bırakmıştır.[83] Ibn Sa'd da Hz. Peygamber'in 7 süt devesinden ikisini bizzat kendisinin en Nabt Pazarı'ndan satın aldığı kaydedilir.[84]

Arabistan gibi bir yerde hayvancılık en önemli geçim kaynak­larından biridir; et süt, yün ve deriler, hayatı idame ettirmede Önemli bir yere sahiptirler. Diğer yandan hayvanlar, ailelere sürekli bir gelir imkânı sağlarlar. Hz. Peygamber çok faydasını görmüş olmalı ki «koyun olan evde bereket vardır.» diyor.[85] işte Hz. Peygamber, ailesini sürekli bir gelire ve bir berekete kavuş­turmak için bazı hayvanlar edinmiştir. Rasûlullah Medine'de pek çok süt, yük ve binek hayvanları edindi ki Makrizi, O'nun sahip ol­duğu hayvanlar arasında tavuk cinsinin bile bulunduğunu yazar.[86] İbn Sad'den öğrendiğimize göre: Hz. Peygamber'in, Medi­ne civarındaki mer'alarda otlayan 7 veya 20 adet devesi, 7 adet de keçisi vardı ve her akşam çobanı O'na iki büyük kırba süt getiri­yordu ki bu sürüler bir ara baskına uğramışlar ve çoban da öldü­rülmüştü.[87] Bu hadise, hicretin 6. yılı sonlarında veya 7. yılı başla­rında olmuştu. Ureyne Kabilesi'nden olan bu haydutlar, hasta ol­dukları için; develerin süt ve sidiklerinden faydalanıp tedavi ol­sunlar diye Rasûlullah tarafından sürülerin yanına gönderilmiş­lerdi, iyileşip azgınlaşan bu kimseler daha sonra yakalanarak la­yık oldukları cezaya çarptırıldılar. Burada şunu da kaydetmeliyiz ki Ibn Sa'd'm bu sürüyü Rasûlullah'm şahsına maletmesine karşı­lık, gerek Buharı ve gerek Tirmizî, çobanı öldürülen bu sürünün zekat hayvanlarından olduğunu kaydederler.[88] Eğer bunlar zekat hayvanlarından ise, o takdirde tabiatıyla bu getirilen sütlerden Hz. Peygamber ve Ailesinin faydalanmaları mümkün olamaya­caktır. O zaman Rasûlullah, bu zekat mallarının üretimi olan süt­leri zekatın sarf yerlerine harcamış olacaktır.

Ibn Sa'd (168-230 H/785-845 M)'ın verdiği bilgiye bakılırsa, Hz. Peygamber'in 7 adet davan, Ümmü Eymen tarafından otlatıl­maktadır. Rasûlullah'm hanımı Ümmü Seleme (r.a.) bize, sahip oldukları sürüler hakkında epey geniş malumat verir. O bize şun­ları anlatıyor: Hz. Peygamber'in deve sürüsü, O'nun iki kölesi ve aynı zamanda kardeş olan Hind ve Esma tarafından Uhud ve el-Cemmâ meralarında gün aşırı otlatılmaktadır. Akşamlan eve gelen sürüler sağılıp, sütleri akşam içeceği olarak misafirlere do­yasıya ikramedilir ve kalan süt ile ayrıca sabah sütü Rasûlullah'm hanımlarına dağıtılır. Bu validemizin diğer bir anlatımına göre; Hz. Peygamber'in 7 keçisi, adı geçen mer'alarda otlatılırken O'nun deve sürüsü Zil-cedr denilen ormanlık mer'ada (yahut el-Cevvaniyye bölgesinde) otlatılmakta ve sütleri akşamları kendilerine getirilmektedir. Ümmü Seleme ayrıca Hz. Peygamber'in, her hanımına ayrı bir isimle anılan bir deve tahsis ettiğini ve Rasûlul-lah'ın da, herkesinkinden daha bol süt veren ayrı bir devesi bulun­duğunu kaydettikten sonra: «geçimimizin büyük bir kısmı deve­lerden ve davarlardandı» diye de ilave eder. Gene aynı yerde anlatıldığına göre; Yesar ismindeki çobanın öldürülüp sürünün yağmalanması üzerine, akşam Hz. Peygamber hanesine süt gel­meyince Rasûlullah şöyle bir bedduada bulunur:

«Bu gece Muhammed Ailesini kimler susattıysa Allah da on­ları susatsın.»[89]

Biz bundan sonra Hz. Peygamber Ailesinin diğer geçim im­kanları ganimet ve arazi gelirleri üzerinde duracağız[90].

 

D) Peygamber (S.A.V.)'İn Ganimet Ve Fey' Gelirlerindeki Hakları Ve Sahip Olduğu Araziler
 

1. Hz. Peygamber'in Ganimet Ve Fey'gelirlerindeki Hakları
 

Hz. Muhammed, Medine döneminde getirdiği yeni dini, bölge kabilelerine, daha sonra da bütün dünya devletlerine ve tüm in­sanlığa arzetme işine giriştiğinde, silahlı çatışma mecburiyetinde kalacağım biliyordu. Gerek kendini ve gerek Yüce Rabb'in en son olarak ortaya koyduğu bu mukayese kabul etmez dini ortadan kal­dırmaya yönelik bu çarpışmalardan mağlup çıkması mümkün de­ğildi. Buna kesin inancı vardı. Kazanacaktır ve zayiatı olsa bile hiç bir güç, Allah'ın O'na verdiği vazifeyi yerine getirmesine karşı çıkamayacaktır. Bu durum, Allah tarafından O'na şöyle bildiril­miştir:

«İnanmayanlar hoş karşılamasa da Allah nurunu (dinini) tamamlayacaktır. »[91]

Hz. Peygamber'in devletine saldıranlar, harbi kaydedince bu­nun hukukî neticelerine katlanmak zorunda bırakılmışlardır. Kendiliğinden Rasûlullah'm devletine tâbi olanların dışında bu yolla pek çok kabile ve Arabistan Yarımadası'ndaki küçücük dev­letler O'nun idaresi altına girdiler. Bu, ister istemez, O'na hakimi­yet, mülk ve rızık getirmiştir. îşte Hz. Peygamber;

«Rızkım, okumun gölgesi (hükümranlığı) altına konulmuş­tur. Emrime (işime) karşı gelene de aşağılık, küçüklük takdir edil­miştir.»[92] buyururken bu gerçeği dile getirmektedir. Öte yandan müslümanlardan tahsil edilen gelirlerden kendisine rızık kapısı­nı kapamasının, diğer sebepleri yamada, bu sözle de bir bağlantısı olabileceği düşünülebilir. Rızık, İslâm'a düşman olanların elin­den alınacaktır.

Hz. Muhammed'in Medine'ye göç ettiği sırada her hangi bir geliri ve bir mal varlığı bulunmamaktaydı. O ve ailesinin, Kur'an'da ziraata elverişli olmadığı ifade edilen Mekke'de[93] de herhangi bir arazisi ve buna bağlı bir geliri olmamıştı. îlk yıl ken­disi ve ailesi, Medine'de tamamiyle bir misafir muamelesi gördü­ler. Bu yüzdendir ki Ebu Eyyub (r.a.) Peygamber'in mihmandarı unvanını aldı. Hicretin 2. senesinde yapılan Bedir Harbinde Hz. Peygamber ilk defa bir ganimet geliri elde etti. Bundan hemen sonra Yahudi Kaynuka Kabilesi yle harp yapıldı ve elde edilen ga­nimetler, o sırada nazil olan:

«Bilin ki ganimet olarak aldığınız herhangi birşeyin mutlaka beşte biri Allah'ın, Rasûlü'nün hısımların, yetimlerin, yoksulla­rın ve yolcunundur.»^11 ayetine göre bölüştürüldü. Bu ayet, gani­metlerinin beşte birinin ayrıca 5'e ve bir yoruma göre de 6'ya tak­sim edilmesini gerekli kılmaktadır. Bunun da bir hissesi Hz. Pey­gamber'in şahsına kalırken bir hissesi de O'nun akrabalarına ay­rılmaktadır. 4/5'ün gazilere taksim edileceği ganimetlerdeki Rasûlullah ve arkabalarmm payları, hesaba göre umumî yekûn içerisinde 2/25 yani % 8 olmaktadır. Böylece müsîümanlardan tahsil edilen gelirlerden hiçbir şekilde faydalanamayan Hz. Pey­gamber, O'nun aile ve akrabaları ganimet ve fey' hukukuna göre bir gelire kavuşmuş oluyorlardı. Fey', ganimet haricinde gayr-i müslim halktan tahsil edilen vergilerin ve arazi gelirlerinin umumî ismidir. Biz burada bu gelirlerin sarf yerleri hakkında ge­niş bir bilgi veremiyeceğiz.[94] Arazi ve mülk olmadığında ganimet geçici bir gelirdir ve ilk iki harp de onlara herhangi bir arazi ve ona bağlı bir gelir kazandırmamıştır. Hz. Peygamber ilk defa hicrî 3. yılda yapılan Uhud Harbi sırasında, kendisine vasıyyet yoluyla kalan yedi adet bahçeye sahip oldu ve bunu diğerleri izledi ki şim­di bunları sırasıyla göreceğiz.

 

2.Hz. Peygamber'in Arazileri Ve Arazi Gelirleri:
 

Hz. Peygamber ve Ailesi'nin eline geçen araziler, Hayber'deki yerlerini ayrı ayrı sayacak olursak, 8 parça halindedir. Şöyleki:

1) Hz. Peygamberin ilk sahip olduğu arazi, hicri 3. yılda Uhud Harbi sırasında, O'na Benu'n-Nadir'li yahudi bilgin Muhayrık'm vasıyyet yoluyla bağışladığı 7 adet bahçedir. Rasûlullah'a büyük hayranlık duyan Muhaynk, O'nun yanında harbe katılmış ve ölü­mü halinde Nadiroğulları yurdundaki 7 bahçesinin Hz. Peygam­berin olacağını vasıyyet vetmişti ve bu harbte de çarpışrrken ölüm şerbetini içmişti. Ibn Sa'd, diğer kaynaklardan farklı olarak, bu bahçelerin Rasûlullah'm vefatından  sonra çocuklarına ve müteakiben torunlarına tahsis edildiğini yazar.[95]

2) Çarpışmasız alındığı için Kur'ân-ı Kerim'de fey' olarak ta-mamiyle Hz. Peygambere verilen ilk arazi H. 4 yılda ele geçirilen Nadiroğulları arazisidir. Rasûlullah, buradan elde ettiği mahsul gelirlerinden kendisinin ve ailesinin bir yıllık ihtiyaçlarını ayır­dıktan sonra artanı devlet hazinesine aktarmıştır.[96] O, sade ya­şantısı içerisinde bu gelirlerden arttırdığı fazlalıklarla harp silah ve vasıtalarını temin etmiş ve ayrıca muhtemel masraflar (neva-ib) için tahsisatlar ayırmıştır. Bazı kaynaklardan öğrendiğimize göre Rasûlullah bu arazilerden Muhacirlere ve Ensar'dan da iki fakir adama, ekip-biçmeleri ve faydalanmaları için yer vermiş­tir.[97] Yahya b. Adem (ö 203 H.) ise, yukarıda adı geçen 7 bahçe hariç Hz. Peygamber'in Nadiroğulları arazisinin hepsini taksim ettiğini yazar.[98] işletip faydalanmaları için vermiş olsa bile bu yer­lerin mülkiyeti Rasûlullah'a ait bulunmaktadır.

3) Hayber'deki 8 kaleden, ganimet ve fey' hukuku gereğince Rasûlullah'a ve humus (1/5) hakkından faydalanacak olan diğer sınıflara kalmıştır.[99] Bunlardan iki kaleye tamamiyle Rasûlullah'ın kendisi sahip olurlarken O, Ketibe denilen kaleyi humus olarak; akrabaları, hanımları, diğer hak sahipleri ve uygun gördü­ğü kimseler arasında taksim etmiştir.[100] Bu yerlerden O'nun hanımlarının, akrabalarının ve diğerlerinin alacakları mahsul miktarları da yazıyla tesbit edilmişti. Çünkü, bu yerleri anlaşma gereğince eski sahipleri olan yahudiler yarıcı olarak işletecekler­di. Buna göre, O'nun hanımlarının herbiri, her yıl 80 vesk hurma, 20 vesk de arpa olmak üzere toplam 100 vesk mahsul alıyorlardı,[101] 1 vesk yaklaşık olarak 240 kilo olduğuna göre,[102] onlar bu yerlerin­den 2,5 tona yakın bir miktarda mahsul elde etmiş oluyorlardı. Hayber, hicretin 7. yılında Rasûlullah'ın vefatından yaklaşık 4 se­ne kadar önce ele geçirilmiş bulunuyordu.

4) Fedek; Bu arazi Hayber'le beraber H. 7. yılda sulh yoluyla alındığından tamamiyle Rasûlullah (s.a.v.)'in emrine girdi ve hal­kı, Hayber'de olduğu gibi, mahsulün yansım almaları şartıyla bu topraklarda kaldılar.[103] Hz. Peygamber, bu yerden elde ettiği «yarı gelir»den nafakasına harcar, akrabasından fakirlere yardımda bulunur ve onların kızlarını evlendirirdi.[104] Nafakasından artan fazla gelirlerini daima devlet hazinesine aktarırdı. Hz. Peygam­ber bu uygulamasına uygun olarak gerek Hayber ve gerek Fedek'ten sağladığı gelirlerinden artanı, belîi hizmetlerin karşı­lanmasına tahsis etmiştir.[105]

5) Rasûlullah'm özel yerlerinden biri de Vad'il Kura denilen bölgenin 1/3'idir.[106]

6)  O'nun şahsına ait yerlerden sonuncusu Medine içindeki Mehruz denilen bir pazar yeridir.[107] O'nun bu yerden ne gibi bir ge­lir temin ettiği hakkında kaynaklar bir malumat vermemektedir­ler.

Hz. Ömer, yahudileri Hayber, Fedek ve Vadi'l-Kuradan çıkar­dığı zaman, bu yerlerin toplam kıymetlerini takdir ettirmiş ve onlara sadece bir işletmeci olarak sahip oldukları haklarını öde­mişti." Bu arada, [108]Rasûlullah'ın hanımlarını da, kendilerine tah­sis edilmiş yerlerde bir işletmeci sıfatıyla kalmaları ile belli mik­tarda mahsul almaları arasında serbest bırakmıştır. Bunlardan kimi işletmeciliği tercih ederken, Hz. Aişe ve Hafza (r.a.) belli mik­tardaki paylarını almaya devam etmişlerdir.[109]

 

3- Hz. Peygamberdin Hanımlarının, Kendisinden Daha İyi Bir Hayat Seviyesi İstemeleri
 

Hz. Peygamber, Hicrî 9. yıla geldiğinde Yemen de dahil olmak üzere bütün Arabistan O'nun idaresi altına girmiş, Bizans ve Sasanî hudutlarına erişilmişti. Devletin gelirleri, eskisine naza­ran artmış ve Hz. Peygamber'in şahsî gelir kaynakları, arazileri de çoğalmıştı. Fakat, îslâm devletinin kuzeyinde ve kuzey doğu­sundaki imparatorluklar büyük tehlike oluşturuyorlardı. Nite­kim Hz. Ömer, o sıralarda tampon bir devlet olan Gassaniler'in bir saldırısından endişe içinde olduklarını söylemektedir.[110] işte bu sebeple bu bölgelerde her an patlak verebilecek büyük bir çatışma­ya hazırlıklı olmak gerekiyordu. Rasûlullah, hanımlarına, eskisi kadar sıkıntılı olmasa da sade bir hayat yaşatıyor ve şahsî gelir fazlasını, pek çok eserin kaydettiğine göre, devletin ve halkın umumî ihtiyaçlarına, harp silah ve vasıtalarının teminine ve fakirleri içtimaî (sosyal) güvenliğe kavuşturmaya harcıyordu.[111]

Dullar, muhtaçlar ve Mescid-i Nebevî'nin suffasında kalan kimseler, O'nun aile ferdleri gibiydiler. O, bir devlet başkanı so-runluluğu ile bu gibilerin nafakasını, kendi aile ferdlerinin nafa­kası gibi düşünüyordu. Buharî de kaydedildiğine göre; Rasûlul­lah'ın kızı Fatıma (r.a.), el değirmeninde un öğütmekten ellerinin nasırlaştığını öne sürerek, bir gün, babasından bir hizmetçi köle istemişti. Babası Rasûlullah, kızının bu isteğini geri çevirmiş ve O'na yatağa yorgun giderken 33'er defa teşbih çekmenin bu iste­ğinden daha hayırlı olduğunu bildirmişti. Buharî; Hz. Peygam­ber'in, o zaman, fakirlerin, yoksulların, suffa ehlinin ve dulların ihtiyaçlarını

hafız_32
Wed 6 October 2010, 02:12 pm GMT +0200
ihtiyaçlarını, kızının ihtiyacından öne aldığını yazmaktadır.[112] Bir başka yerde de hadise şu şekilde anlatılmaktadır: Bir gün Hz. Peygamber'in eline bir miktar para geçer; kızı Fatıma gelip, koca­sının kuyudan su çekerken zorluk içinde kaldığını, kendisinin de un yapmak için tane öğütecek takatinin olmadığını ileri sürüp bu işlere yardım etmek için bir köle satın almasını ister. Rasûlullah da O'na şu cevabı verir:

«Suffadaki insanların midelerini boş bırakarak sizin istedi­ğinizi yerine getiremem, parayı onlara harcayacağım.»[113]

Hz. Peygamberin şahsi gelirlerinin arttığı ve fakat yukarda-ki sebepler yüzünden ve diğer sebeplerden, hayat seviyesinin aynı ölçüde artmadığı bu 9. Hicrî yılda O'nun, bizim ailelerimizde de ol­duğu gibi, hanımlarıyla arasının açıldığı ve bu dargınlığın (ilâ) tam bir ay sürdüğü hepimizin malûmu.

Yukarıda bahsi geçen dargınlığa yol açan sebepler, bir kısım kaynaklarda ele alınmaktadır. Buharî ve Müslim'de dargınlığın sebebi, biraz farklı anlatımlarla da olsa, şöyledir:

Rasûlullah, her ikindi namazım kıldıktan sonra, sırasıyla ha­nımlarına uğrar ve her biriyle başbaşa sohbetler (ikindi sohbeti) yapardı. Bir gün sohbeti sırasında eşi Cahş kızı Zeynep (r.a.), ken­disine akrabaları tarafından hediye edilmiş olan baldan şerbet yaptı ve Peygamber'in tam ayrılacağı sırada O'na ikramda bulun­du. Rasûlullah, bal ve helvayı çok sevdiği için bu ikramı geri çevi­remedi, bu yüzden de diğer hanımları Hz. Aişe ve daha sonra da Hafsa (r.a.) ile sohbeti gecikti. Bu, kendilerinde bir kıskançlığa yol açan her iki validemiz söz birliği ettiler: Rasûlullah yanlarına gel­diğinde, «megafir»denen ve kötü bir kokusu olan bitki suyundan içmiş olduğunu söyliyeceklerdi, Öğle de yaptılar. Hz. Peygamber, kendisinde kötü kokuya yol açtığı düşüncesiyle bal şerbeti içme-meye and içti ve bunun üzerine Allah O'nu:

«Ey peygamber! Allah'ın sana helâl kıldığı şeyi, hanımları­nın hoşnudluğu için, niçin haram ediyorsun?»(Et-Tahrîm, 66/1) ayetiyle uyardı. Allah'ın helal ettiği bir şeyi O'nun haram etme salâhiyeti bulunmamaktaydı. Bu duruma yol açtıkları için Hz. Peygamber, hanımlarıyla arayı açtı.[114]

Müslim'de yer alan bir diğer hadisten anlaşıldığına göre, dar­gınlığın sebebi nafaka meselesidir. Burada konuşan Hz. Ömer, olayı şöyle anlatır: Kendisi Hz. Peygamberi ziyarete gider ve ha­nımları da yanında olduğu halde Rasûlullah'ı çok durgun vaziyet­te görür. Havayı yumuşatmak ve Peygamberi de güldürmek için söze başlar:

«Ey Allah'ın Rasûlü! Bir görseydin, Harice kızı (kendi kızı Hafsa) benden nafaka istedi de ben de O'na dikildim ve boynunu büküverdim, deyince Hz. Peygamber gülüverdi ve (gördüğün gibi bunlar, benim çevremde, nafaka isteyip duruyorlar,) dedi. Bunun üzerine (orada bulunan) Ebû Bekir, doğı-uldu da Aişe'yi boynun­dan itti. Ömer de Hafsa1 yi boynundan itiverdi ve her ikisi kızları­na şöyle seslendiler:

«Siz Hz. Peygamber'in yanında olmayan şeyler istiyorsunuz ha!»

Bunun üzerine O'nun bütün hanımları, Allah'a yemin ederiz ki bundan böyle hiçbir zaman «Rasûlullah'tan, O'nun yanında ol­mayan şeyler istemeyeceğiz.» dediler. Sonra Hz. Peygamber, ha­nımlarından bir ay ayrı kaldı da Ahzab Sûresi'nin 28-29. ayetleri nazil oldu.[115]

Yukarıdaki anlatım tarzına bakılırsa hanımları. Hz. Peygam-ber'den fazla bir nafaka istemişlerdir. Nafaka hukukuna aykırı olarak O'nun, hanımlarını tamamen aç bırakması gibi bir şey dü­şünülemez. Buharî'de ve diğer pek çok kaynakta geçtiğine göre,

«Peygamber (s.a.v.), Nâdiroğulları hurmalığından elde ettiği mahsulünü satar ve bu (para ile) ailelerinin bir yıllık ihtiyaçlarını ayırırdı. Geri kalanı da devlet malına katardı. Peygamber bunu hayatı boyunca böyle yaptı.»[116]

Adı geçen arazi, hicri 4. yılda ele geçirilmişti; oysa bu anlaş­mazlık 9. yılda oldu ve bu arada O'nun eline ganimet ve fey' huku­ku gereğince Hayber, Fedek ve diğer bir kısım bölgelerden ziraata elverişli yerler daha geçmiş bulunuyordu. Hz. Peygamber'in, açlı­ğa karşı bir teminat olarak evinde daima hurma bulundurduğu anlaşılıyor. Âişe (r.a.) bize O'nun şöyle bir sözünü nakleder:

«Ey Âişe! İçinde hurması olmayan bir evin halkı açtır, dedi ve O, bu sözünü iki kere tekrarladı.»[117]

Hz. Peygamber'in hanımlarıyla arasının açılması hâdisesine ve sebepleri hakkındaki görüşlere genişçe yer veren Kurtubî (ö. 671 H.) bunları şöyle sıralamaktadır:

a) Hanımları O'ndan dünya malı istediler.

b) Fazla nafaka istemişlerdir.

c) Birbirlerini kıskanarak O'na eziyet etmişlerdir,.

d) Hanımlarından biri Hz. Peygamber'den altun bir yüzük is­temiş, Resûlullah da ona gümüşten bir yüzük yaptırmış ve üstünü altunla kaplatmıştır. Bu hanımı, yüzüğü altundan yaptırmadığı gerekçesiyle O'ndan uzak durmuştur.[118]

Bunlardan kıskançlık hariç, diğer görüşler hemen hemen aynıdır ki bunların tümü birden birikerek böyle bir anlaşmazlığa sebebiyet vermiş olabilirler.

Kur'ân-ı Kerim'de,az Önce Müslim hadisi münasebetiyle de­ğindiğimiz Ahzab sûresinin 27-29. ayetlerinde Peygamber (s.a.v.) hanımlarının, O'ndan —bizim hanımlarımızın yaptıkları gibi— ileri seviyede müreffeh bir hayat istemeleri hadisesine temas edil­mektedir. Bu ve müteakip ayetlerde aynen şöyle deniliyor:

«Onların (gayr-i müslimlerin) yerlerine, yurdlar\na, malları­na ve henüz ayak basmadığınız diğer araziye de sizi mirasçı yaptı. Allah her şeye tam olarak kadirdir.

— Ey Peygamber! Zevcelerine de ki: Eğer siz dünya hayatını ve onun zinet (ve ihtişamhnı arzu ediyorsanız, gelin size boşanma bedellerini vereyim de hepinizi güzellikle salıverelim.

— Eğer Allah'ı, Peygamber'ini ve âhiret yurdunu diliyorsa­nız şüphe yok ki Allah, içinizden güzel hareket edenler için büyük bir mükafat hazırlamıştır.

— Sizden kim de Allah'a ve Peygamberine itaat eder, iyi amelde bulunursa ona da mükâfatını iki kere veririz. Hem biz ona çok şerefli bir rızık da hazırlamışızdır.»

Burada 27. ayette İslâm devletine saldıranların yurdlarının ve mallarının müslürnanlarm eline geçtiği ve daha da geçeceği an­latılmaktadır. Ondan sonraki ayette ise, Rasûlullah'm hanımları, validelerimizin, —harama kaçmadan bile olsa— yüksek bir ya­şantı hevesi içinde oldukları dile getirilmekte ve böyle bir hayata kavuşturulmalarıyla Rasûlullah'm hanımı olarak kalma şıkla­rından birini tercihte serbest olacakları anlatılmaktadır. Fakat onlar, yukarıda verdiğimiz hadislerde de açıkça ifade ettikleri gibi Allah ve Rasûlünü hiçbir şeye değişmemişler ve yanlış hareket et­tiklerinin şuuruna varmışlardır. Bu anlaşmazlık da böylece ka­panmış gitmiştir. Allah hepsinden razı olsun. [119]

 

4. Peygamber Ailesinin Sofrası
 

a) Hz. Peygamber'in Sofra Âdabı
 

Burada Hz. Peygamber'in mirasına geçmeden önee O'nun sof­rasından bahsedeceğiz.[120] Rasûlullah'm sofralarını, a) Aile sofra­sı, b) Fakirlere ve misafirlere çıkardığı sofra, d) Siyasî sofraları ol­mak üzere üç ana kısma ayırmak mümkün olmaktadır. Biz bura­da esas ağırlığı O'nun aile sofrasına vereceğiz.

Sofra, alın terinin Kadının en çok çıkarıldığı bir yerdir ve sof­ra başı vakti, bir ailenin en mutlu zamanlarından biridir. Eğer şü­kür ve kanaat yoksa, o zaman sofra acı sofralara dönüşür; Allah'a şükür ve ailenin de mutluluğu vesilesi olmaktan çıkar. Sofra, haram ve helallerin de en çok kol gezdiği mahaldir. Müslümanın sofrasında, tabağında, tasında ise harama yer yoktur. O'nun sof­rasına konulan, daima ibadet aşkıyla kazanılmış olan rızıktır. Rasûlullah'm sofrası yiyecekler bakımından fakir ve fakat muh­taçlara yardım ve Allah'a şükür bakımından sofraların en zengini olmuştur. O'nun sofrasına haram hiç sokulamamıştır. Şimdi biz O'nun mütevazı sofrasını teferruatiyle ele alacağız.

Hz. Peygamber de herkes gibi bazı yemekleri diğerlerinden daha çok severdi. Fakat O, beğenmediği bir yemeği kötülemezdi ve kötülemnesini de yasaklamıştı. Buharî ve Müslim'de O'nun bu tutumu şöyle anlatılır:

«Rasûlullah, hiçbir zaman, hiçbir yemeği kötülemezdi. Eğer canı çekerce yer, hoşlanmadıysa bırakırdı.[121]

 

B) Peygamber Sofrasında Sevilen Ve Yenilen Yiyecekler:
 

Hz. Peygamber'in sevdiği yemeklere gelince, daha önce de söylediğimiz gibi O, bal ve diğer tatlıları çok severdi. Et suyu ile yapılan bir çorbaya ekmek doğrayıp kaynatılarak hazırlanan tirit (serid) yemeği O'nun en çok sevdiği yemeklerdendi. Hatta O, hanı­mı Âişe validemizi bile bu yemeğe benzetmiştir.[122] Tam kıvama gelmemiş hurma ile karpuz yemek de hoşlandıkları arasındadır. Salatalığı (hıyarı) tuzlayıp yemek de âdetidir. Hiç söylemeğe gerek yok ki, o devirde en çok yenilen et yemekleridir ve bu tür ye­mekler Hz. Peygamber'in aynen tirit gibi en çok sevdiği yemekler arasındadır. Soğuk içecekler de —tabiatiyle buzdolabı soğuklu­ğunda değil— en çok sevilenler arasındadır.[123]

Şüphesiz ki Arabistan'da herkesin olduğu gibi Peygamber Ai­lesi'nin de en başta gelen besin kaynakları hurma ve arpadır. Hur­ma, bu yarımadada açlığa karşı bir teminat olmuştur. Peygamber (s.a.v):

«Ey Âişe! İçinde hurma olmayan evin hane halkı açtır»[124] der­ken işte bu gerçeği dile getirmişlerdir. Rasûlullah1 in arazilerin­den elde edilen de ancak hurma ve arpa olarak görünüyor. Fakat bu ailenin, sadece hurma ve arpa ekmeği yediğini söyleyemeyiz. Bir önceki konuda kaydettiğimiz gibi Rasûlullah hicrî 4. yılda ele geçirdiği Nâdiroğulları arazilerinden elde ettiği mahsulünü satıp paraya çeviriyor ve bundan ailelerinin bir yıllık nafakalarım ayı­rıyordu. Bölgenin imkanlarıyla sınırlı da olsa parayla çeşitli şey­ler almak mümkün olacaktır. Bu yerlerden elde ettiği mahsulü ay­nen evine getirdiği, de muhakkaktır.

Süt en çok müracaat edilen bir içecektir. Hz. Peygamberin bi­le bizzat avlusunda barınan davarlarının sütünü sağarak ailesine yardımcı olduğu vakidir.[125] Süt, diğer ailelerde olduğu gibi, Pey­gamber Ailesi'nin de hurma ve arpa, ekmeği mesabesinde temel gıda maddesi durumundadır ve misafirlerine de en çok ikram et­tikleri bir içecekleridir. Hz. Peygamber'in sürülerinden bahseder­ken hanımı Ümmü Seleme (r.a.)'nin bu hususta:

«Geçimimizin büyük bir kısmı develerden ve davarlardandı» dediğini, kaydetmiştik. O, biraz farklı anlatımla gene aym yerde şöyle söylemektedir:

«Rasûlullah ile beraber geçimimizin büyük bir kısmını süt oluştururdu»[126]

Süt Hz. Peygamber'in siyasi heyetlere de ikram ettiği birşey olmuştur.[127]

 

c) Peygamber Mutfağında Çekilen Sıkıntılar Sofra Tarzı
 

Biz burada daha çok Rasûlullah Ailesinin maruz kaldığı açlığı dile getirmek istiyoruz. Vazifelerin en ağınyla görevlendirilan Hz. Muhammed ve dolayısıyle O'nun ailesi sık sık geçim sıkıntısı içine düştüler. O, büyük davanın tebliği, Hz. Peygamber'e şahsen geçim peşinde koşma imkanı vermiyordu. Aynı davada O'na yar­dımcı olanlar da başlangıçta bu sıkıntıları çektiler. Sıkıntıların en başında şüphesiz ki yeterli rızık temiz edememe geliyordu. Hz. Peygamber kıt imkanları ile ailesinin nafakasını sağlamaya çalı­şıyordu. Biz daha Önce Hz. Peygamber'in genel ihtiyaçlarından bahsederken, O'nun Enes (r.a.)tarafindan rivayete dilen e çarşıda alış-veriş yaarken söylediği bir sözünü yazmıştık. Peygam­berimiz o zaman zırhım bir yahudiye rehin bırakıp ailesi için ek­meklik hububat almıştı. Rasûlullah o sırada şöyle buyuruyordu. «Muhammed Ailesinde 1 sa' (yaklaşık 2,917 kg.) buğday ve bir sa' arpa bir gece bile kalmıyor; şüphesiz O'nun yanında 9 hanımı var.»[128]

Rasûlullah, bunu bir şikâyet olarak değil ve fakat mutfağında aile ferdlerinin çokluğu sebebiyle ekmeklik tüketiminin az olma­dığını ifade ün söylüyordu. Hz. Aişe (r.a.) de Peygamber Ailesi'nin çekmiş olduğu sıkıntıları şikâyet kasdı olmaksızın sadece bir va­kıayı dile getirmek ve geçmişi öğretmek için yeğenine şöyle anla­tır:

«Biz hilâli (onun ibtidaen ilk görünüşünü^sonra tekrar hila­li, iki ay içerisinde üç hilali (üçüncü ayın hilalini) görürdük de ha­la Rasûlullah'ın hanelerinde ateşin yanmadığı olurdu. «Peki tey­ze, sizi geçindiren neydi?» diye sordum. Dediki: îki siyah madde yani hurma ve su. Fakat Hz. Peygamber'in ensar komşularının bağışları olurdu. Onlar sütlerinden Rasûlullah'ı ikram ederlerdi de o da bize içirirdi.»[129]

Bu haberden, Rasûlullah'm evinde iki-üç ay sıcak yemek ye-nilmediği anlaşılıyor. Hz. Aişe validemiz, çektikleri açlığı ve bu arada buğday ekmeği ile doymadıklarım bir başka sözlerinde şöy­le dile getirir:

«Muhammed Ailesi Medine'ye geldikten Rasûlullah'm ölü­müne kadar (geçen süre içerisinde) üst üste üç gece buğday ekmeği ile doymamıştır.[130]

Şüphesiz ki Hz. Aişe, Peygamber'den sonra çok iyi geçim imkanlarına kavuşan insanlara bunları anlatıyordu. Rasûlullah Ailesi'nin yiyecek bakımından çektikleri sıkıntılar ile ilgili çok sa­yıda hadis vardır ve Hz.Peygamberin açlıktan karnına taş bağla­ması da bunlar arasındadır. Hane-i Saadet hakkında bizlere geniş bilgiler sunan Hz. Aişe, Rasûlullâh'ın yiyecekleri idareli tüketimi hakkında da şöyle bir tutumundan bahseder:

«Hz. Peygamber'in midesine bir günde iki ayrı çeşit yiyecek girmemiştir. Eğer 0, et yemişse ona başka birşey katmaz, hurma yediyse ona başka bir şey katmaz, ekmek yediyse ona da başka bir­şey ilâve etmezdi.»[131]

Şüphesiz ki, bir defada çok çeşitli şeyler yememek sıhhat ba­kımından gereklidir. Fakat, Hz. Peygamber'in burada sadece tek şey yemesi, gıda maddeleri azlığından kaynaklanmaktadır. O'nun ekmek kalitesi hakkında ise Enes (r.a.) bize şu bilgiyi veriyor:

«Rasûlullah, Allah'a kavuşuncaya kadar ince undan yapıl­mış ekmek ve kızarmış koyun eti yememiştir.»[132]

Bir kısım hadislerden ailede kepekli ekmek yenildiği ve fakat Peygamber'in hanımlarının, elekleri olmaması sebebiyle, ekmek­lik una üfleyerek onu kısmen kepekten arındırdıkları ve böylece biraz daha has bir ekmek yaptıkları anlaşılıyor.[133] Kur'ân-ı Ke­rim1 de geçen; zeytin, nar ve incir gibi yiyeceklerin yetiştiği bölgele­re daha henüz müslümanların erişemedikleri anlaşılmaktadır.

Hz. Peygamber'in mutfak hizmetlerine gelince, O'nun hanım­ları yemeklerini kendilerine pişiriyorlardı. Meselâ Safiyye (r.a.)İn yemek pişirmesi meşhurdur. Hz. Aişe; «Onun gibi yemek pişireni görmedim», diyor. Hatta O'nun pişirdiği bir yemek bir defasında Aişe (r.a.)'in şaşkınlığına yol açmıştı da elindeki yemek tabağı düşüp kmlıvermişti.[134] Kaynaklarda Rasûlullah'ın mutfağında çalıştırılan herhangi bir hizmetçi cariyeye rastlıyamadık. Hz. Peygamberin eline sonradan hepsini azad ettiği bazı köleler ve ca­riyeler geçmiştir. Bunlar kısa sürelerle bağ bahçe ve hayvan güt­me işlerinde istihdam edilmişlerdir. Ev haricindeki işlerde istih­dam edildiği anlaşılan bu köleleri Rasûlullah, çok kısa sürelerle elinde tutmuş olmalı ki kaynaklar onların gördükleri hizmetler hakkında fazla bir malumat vermezler.[135] Rasûlullah'ın aşçısının olmamasına karşılık ashaptan bazılarının aşçıları-ekmekçileri olmuştur. Meselâ: O'na on yıl hizmet etmiş olan Enes (r.a.)'m son­radan bile olsa bir ekmekçisi ve bir başkasının da aşçı- kasabı var-dır.[136]

Muhtemelen Hz. Peygamber'in hanımları, ekmeklik unları­nı, el değirmenlerinde kendileri öğütüyorlardı. Bizi bu düşünceye iten şey, kızı Fatıma (r.a.)'nın babasından; ellerinin un değirme­ninden nasırlaştığını öne sürerek kendisine bir hizmetçi köle ve­rilmesini yahut satın alınmasını isteyip de O'nun bu talebinin, muhtaçların ihtiyaçları yüzünden, yatağa, Allah'ı teşbih edip yor­gun gitmenin daha hayırlı olacağı düşüncesiyle geri çevirilmesi, itmektedir. Biz bu hadiseden, Rasûlullah'ın hanımlarının ondan yüksek bir hayat istemeleri başlığı altında teferruatlı bahsetmiş­tik. Fakat Rasûlullah1 m son zamanlarındaki durumun ne olduğu­nu bilemiyoruz.

Son olarak Hz. Peygamberden sofra biçiminin nasıl olduğunu ele alalım. Altun ve gümüş kap-kacağm kullanılmadığı ve yasak­landığı[137] Rasûlullah'm sofra biçimini, O'na küçük yaşta 10 yıl hizmet etmiş olan Enes (r.a.)'den dinleyelim;

«Ben Hz. Peygamber'in küçük sahanlar (sükürrüce) da yemek yediğini, O'na ince undan ekmek pişirildiğini ve O'nun masada yemek yediğini bilmiyorum. (Hadisi rivayet eden Katade'ye) Peki onlar neyin üzerinde yerlerdi, diye soruldu da cevaben, (yer) sofra­larında yiyorlardı, dedi»[138]

San'ânî'de geçen bir başka hadiste de O'nun yaşantısı anlatı­lırken; O'na çanaklarda yiyecek ve içeceklerin sunulmadığı, ken­disinin yere oturduğu ve sofrasının yere konulduğu ve yemekten sonra parmaklarını yaladığı, bildirilmektedir.[139] Gerek yukarı­daki hadiste geçen sahan ve gerek burada geçen çanaktan kastedi­len, îran veya bir başka medeniyetin süslü kıymetli mamulleri ol­malıdır. Nitekim yukarıdaki hadiste geçen «Sükürrüce» kelimesi Farsça kökenlidir. Hurma dal ve yapraklarında örülmüş hasırlar üzerinde yemek yenirdi. Ekseriyetle ağaçtan yapılmış eşya san­dıkları, tabaklar, maşraba ve diğer mutfak eşyaları kullanılıyor­du.[140] Yemekten sonra Hz. Peygamber'in bir tavsiyesi olarak elleri kurulamada peçete-havlu kullanılırdı.[141]

Hz. Peygamber kırallar gibi muhteşem bir hayat sürmedi. O bu durumunu şöyle ifade ediyor:

«Kölenin yediği gibi yerim, kölenin oturduğu gibi otururum; çünkü ben bir kuldan başka bir şey değilim.»[142]

işte Hz. Peygamber Ailesi'nin sofrası budur. Şüphesiz ki ha­ramlar müstesna ve hatta O'nun tavsiyeleri de müstesna, bizim de aynı tarzda bir sofra kurmamız, aynı şeyleri sevmemiz, yeyip iç­memiz, söz konusu değildir ve böyle bir şey onun tarafından emre­dilmiş de değildir. Fakat O, böyle yaşamıştır. Rasûlullah Ailesi çok sade bir hayat yaşadılar. Böylece Hz. Peygamber (s.a.v.) şahsi gelirlerinin önemli bir kısmını o gün için, imkanları kıt olan devlet hizmetlerinde ve fakirlere yardımda kullanabilme imkanını elde etmiş olmaktadır. [143]

 

D) Hz. Peygamber'in Muhtaçlara Çıkardığı Sofralar Ve Siyasî Sofraları
 

Hz. Peygamber, gerek SufFa'da barınan yersiz-yurtsuz fakir­leri ve gerek diğer muhtaçları, açları, sadaka ve zekat gibi çeşitli imkânlardan faydalandırıyordu. Bazı durumlarda onlardan bir kısmını evine yemeğe götürür ve imkanı olan müslümanlara da aynı şeyi yaptırırdı. Müslim'de bu hususta şöyle bir hadis geçmek­tedir. Ebu Bekir'in oğlu Abdurrahman anlatıyor: «Bir defasında Rasûlullah: iki kişilik yiyeceği olan (Suffa'da barınanlardan) bir üçüncüsünü, 4 kişilik yiyeceği olan bir beşincisini yahut da altın­cısını alıp birlikte götürsün, buyurdu. Ebû Bekir bunlardan üçü­nü eve getirdi. Rasûlullah da onlardan 10 kişi alıp evine götür­dü.[144]

Ibn Sa'd bize Rasûlullah'ın sofrası hakkında Ebû Hureyre (r.a.)'nin şöyle bir açıklamasını nakleder. Hadisi O'ndan el-A'rac rivayet etmektedir:

«Ebu Hureyre, Rasûlullah (s.a.v.) aç kalıyordu, diye bahsetti de ben de, «bu açlık nasıl oluyordu?» diye sordum. Dedi ki: Bu aç­lık, O'na akın akın gelenlerin ve misafirlerinin çokluğundan ve O'ndan hiç ayrılmayan bir zümreden kaynaklanıyor. Bu yüzden­dir ki Rasûlullah, beraberinde arkadaşları ve sürekli Mescid'de kalan ihtiyaç sahipleri (Ehl-i Suffa) olmadan asla yemek yemezdi. Allah Teâlâ, Hayber'in fethini nasip etti de insanlar biraz ferahlı­ğa çıktılar.»[145]

Hz. Peygamber de, H. 7 yılda Hayber'in fethiyle sağlanan ra­hatlamadan şüphesiz ki hissesini almıştır. Ancak ne var ki, devlet gelirleri daha henüz ihtiyaçları karşılayacak bir miktara ulaşa­mamıştır.

Hz. Peygamber'in siyasi sofralarına gelince: Rasûlullah, Na-diroğulları ve Hayber arazilerinden şahsi idaresine geçen yerler­den sağladığı gelirlerden elçileri ve siyasî heyetleri ağırlıyor ve on­lara yemek çıkartıyordu.[146] Hicretin 9 yılından itibaren Medine'ye çok sayıda heyetler gelmeğe başladı. Hz. Peygamber bunları misa­firhanelerde barındırıyor ve onlara sofra çıkartıyordu. Selman he­yeti geldiğinde onlar Remle bintü'l-Hâris misafirhanesine yerleş­tirildiler. Heyetlere hizmetle vazifeli Sevbân, onları misafirhane­ye götürdüğünde onlar orada hurma ile karşılaşmışlardı.[147] Bu hurma orada şüphesiz ki misafirler için bulundurulmaktadır.

Tebuk ve Sakif heyetleri geldiğinde Hz. Peygamber onlara Mescid yanında bir çadır misafirhane kurdurtmuştu. Halid b. Said (r.a.) onlarla Rasûlullah arasındaki görüşmeleri düzenliyor ve alman kararları yazıyordu. Huza'i (ö. 789)'nin yazdığına göre bunlar; görevli memur Halid yemeden, Hz. Peygamber1 den gelen yiyeceklerden yemiyorlardı. Müslüman-olduktan sonra kendile­riyle Bilal el-Habeşi (r.a.) ilgilenmeğe başladı. Ramazan ayı oldu­ğu için kalan günleri oruçla geçirdiler. Kendileri bu durumlarını anlatırken şöyle diyorlar: «İftarımız ve sahurumuz Hz. Peygam­ber'in nezdinden geliyordu.»[148] Burada onlara Rasûlullah'ın evinden yemek geldiği anlaşılıyor. Muhtemelen onlar zehirlenme endişesiyle, yemeklerden, önce görevlinin yemesini istivorlardı veya nezâketleri bunu gerektiriyordu.

Biz bazı heyetlere nelerin ikram edildiğini öğrenebiliyoruz. Yemame bölgesinden Hanîfe Halkı heyeti geldiğinde —ki bunlar 10 kusur kişiydiler— yukarıda adı geçen misafirhanede konuk edildiler. Kendilerine akşam-sabah; bazen ekmek ve et, bazan ek­mek ve süt, başka bir zaman ekmek ve tereyağı ve bazan da hurma ikram ediliyordu.[149] Muhtemelen diğer heyetlere de, imkânlara göre değişiklik gösterse de, buna benzer şeyler ikram ediliyordu. Az yukarıda temas edildiği gibi Ebû Hureyre; akın akın gelenlerin ve misafirlerin çokluğundan dolayı Hz. Peygamberin aç kaldığın­dan söz etmekteydi. Devlet gelirleri yeterli olmadığından Hz. Pey­gamber heryere yardım elini uzatmak zorunda kalıyordu ve işte busebeple de O'nun sofrası devlet adına evinin dışına da taşıyor­du.

Hz. Peygamberin devleti geniş imkanlara kavuşamadan o bu dünyadan gitti. Sofrası zengin olmadı. Fakat, müslümanlara ken­dinden sonra dünya çiçeklerinin açılacağını söylüyor ve yeryüzü hazinelerine kavuşacaklarım müjdeliyordu. Bu durumda, çizgi dışına çıkılmamasını ve dikkatli olmak gerektiğim de tenbih edi­yordu.[150]


[1] Doç. Dr. Celâl Yeniçeri, Bütün Yönleriyle Asr-ı Saadet’te İslam, Beyan Yayınları: 1/311-312.

[2] Buharı, Nafakat, 1, İman, 41, Vesâya, 2; Müslim, Vasıyyet, 1; Ahmed b. Hanbel, Müsned, 3, 45, Hadis no. 1480 (neşr. A. Şakir).

[3] Munzirî, 3, 64.

[4] Buharı, Zekât, 49, Nafakat, 13; Ahmed, Müsned, 3/503; San'anî, 10, 458, Ha. No. 19696.

[5] San'anî, 10, 4558, Ha, No. 19694.

[6] Muhammed Hamidullah, İslâm Peygamberi, 1144-45.

[7] Makrizi, îmtâ, 14, v. 46/b; ayrıca bk. M. Hamidullah, 2,1144.

[8] M. Hamidullah, 2,1145.

[9] Buharî, Nafakat, 7.

[10] İbn Sa'd, 2, 166 (Mısır, 1358 H).

[11] İslâm'da aile ve ev ekonomisi hakkında geniş bilgi için bk. Celâl Yeniçeri, İslâm İktisadının Esasları, s. 210-230, İst. 1980.

Doç. Dr. Celâl Yeniçeri, Bütün Yönleriyle Asr-ı Saadet’te İslam, Beyan Yayınları: 1/313-316.

[12] Maverdî, s. 162-163; Ferrâ', s. 85-186.

[13] Duhâ, 93/8.

[14] Doç. Dr. Celâl Yeniçeri, Bütün Yönleriyle Asr-ı Saadet’te İslam, Beyan Yayınları: 1/317.

[15] Bak. tbn Sa'd, I, 102 (Kahire, 1358), M. Hamidullah, I, 49-51.

[16] Îbn Sa'd, 1,101,150.

[17] M. Hamidullah, I, 49-51.

[18] Buharî, Çâre, 2.

[19] îbn Sa'd, 1,107-108 (Kahire, 1358).

[20] Îbn Sa'd, 1,107 vd.

[21] M. Hamidullah, I, 49-50.

[22] Doç. Dr. Celâl Yeniçeri, Bütün Yönleriyle Asr-ı Saadet’te İslam, Beyan Yayınları: 1/317-319.

[23] İbn Sa'd, 1,111-113 (Kahire, 1358); M. Hamidullah I, 61-63.

[24] İbn Sa'd, 1,111-113 (Kahire, 1358); M. Hamidullah, I, 61-63.

[25] M. Hamidullah, I, 69.

[26] Buharı, Bedü'l-vafıy, 1.

[27] Ebu Dâvûd, Edeb, 17 (20); İbn Mace, Ticaret, 63, Ahmed Müsned, 3, 425; İbn Hacer (tere. A. Davudoğlu), 3; 133.

[28] Doç. Dr. Celâl Yeniçeri, Bütün Yönleriyle Asr-ı Saadet’te İslam, Beyan Yayınları: 1/319-321.

[29] Furkan, 25/7.

[30] Furkan, 25/20.

[31] Furkan, 25/8.

[32] İbn Sa'd, I, 5 (Kahire, 1358).

[33] Bak. Kurtubî, 13, 5.

[34] M.Hamİdullah, 2, 921.

[35] Bk. M. Hamidullah, 1,122.

[36] Doç. Dr. Celâl Yeniçeri, Bütün Yönleriyle Asr-ı Saadet’te İslam, Beyan Yayınları: 1/321-323.

[37] . Yeniçeri, İslâm'da Devlet Bütçesi, s. 2-3.

[38] Bk. îbn Sa'd, 2, 3-5; Yerin bağlandığına dür bk Taberî, Tarih, 2,116-117.

[39] Bk. M. Hamidullah, 2, 1119-1125.

[40] Bk. C. Yeniçeri, s. 48-50.

[41] Müslim, Talâk, 30-34; Kurtubi, 18,190-191.

[42] Buharı, Mezâlim, 25.

[43] M. Hamidullah, 2,1118.

[44] Bk. M. Hamidullah, 2, 737.

[45] Doç. Dr. Celâl Yeniçeri, Bütün Yönleriyle Asr-ı Saadet’te İslam, Beyan Yayınları: 1/323-327.

[46] Yusuf, 12/104;Diğer ayetleriçin bk. Sebe', 34/47; Şura'42/23; Sad, 38/86;Tur, 52/40, Kalem, 68/46.

[47] Bu hususta geniş bilgi için bk. C. Yeniçeri, İslâm'da Devlet Bütçesi, S.-47-50, 357-363.

[48] Nafile sadakalar için bk. Şafiî, el-Umm, 2, 69; İbn Kudame, 2, 658, 660.

[49] İbn Hişam, I, 233-234; İbn Sa'd, 4, 56.

[50] Nesaî, 5,105-106 (şerh. Suyûtî ve Sindî); îbn Sa'd, 4, 40; Zurkanî, 4, 264; İbn Zenceveyh, 2, 219.

[51] Buharı, Zekât, 61; Müslim, Zekât, 50; İbn Zenceveyh, 2, 219.

[52] Ahmed, Müsned, 3,169, Ha. no. 1723 (neşr. A. Şakir);İbn Sa'd, 2,106, 6, 29.

[53] Ahmed, Müsned, (neşr. A. Şakir), 11, 72.  .

[54] Belazurî, s. 81; Ya'kubî, 2, 65.

[55] Ferrâ', s. 117.

[56] Müslim, Zekat 33; Ebû Dâv^d, Haraç, 12; Ebu Yusuf, s. 53.

[57] Buharî, Cihad 206; îlim, 13; Ahmed, Müsned, 12,170, Ha. no. 7193 (neşr. A. Şakir).

[58] Geniş bilgi için ok. C. Yeniçeri, İslâm'da Devlet Bütçesi, s. 359-360.

[59] Bk. İslâm'da Devlet Bütçesi, s. 298-300.

Doç. Dr. Celâl Yeniçeri, Bütün Yönleriyle Asr-ı Saadet’te İslam, Beyan Yayınları: 1/327-330.

[60] Geniş Bilgi için bk. C. Yeniçeri, Devlet Bütçesi, s. 399 vd.

[61] M. Hamidullah, 2,1041.

[62] Buharı, Hibe, 34.

[63] Buharî, Ci/ıo.

[64] Buharı, Hibe,l.

[65] M. Hamidullah, 2,1041.

[66] Bk. Buharı,Hibe,l.

[67] Bir misal olarak bk. Müslim, Talâk, 20-21.

[68] Müslim, Eşribe, 19.

[69] Bu hediyelere dair çok sayıdaki kaynak için bk. C. Yeniçeri, Devlet Bütçesi, s. 292, Dip No. 16.

[70] Geniş bilgi için bk. C. Yeniçeri, Devlet Bütçesi, s. 347-349.

[71] Buharî,/fröe, 18.

[72] San'anî, el-Musannef, 10, 449-50, Ha. No. 19670.

[73] Kurtubî, 13,14-15.

[74] Doç. Dr. Celâl Yeniçeri, Bütün Yönleriyle Asr-ı Saadet’te İslam, Beyan Yayınları: 1/330-333.

[75] Buharı, Buyu, 14; Ayrıca bk. İbn Sa'd, 2,162-163. Kahire, 1358 H.)

[76] Düğün ziyafeti için bk. Ebû Davüd, Etîme, 2.

[77] Bk. Buhârî, Tefsir sûre 33/7.

[78] Ibn Hacer el-Askalanî, Selâmet Yolları, (Tere. A. Davudoğlu), 3. 135.

[79] Doç. Dr. Celâl Yeniçeri, Bütün Yönleriyle Asr-ı Saadet’te İslam, Beyan Yayınları: 1/333-334.

[80] Fakih Ahmed el-Endülüsi, C. 2, 258. 

[81] Müsned, 6, 371.

[82] Buharı, Buyu, 50; Kurtubi, 13, 5.

[83] Buharı, Buyu, 33.

[84] İbn Sa'd, et-Tabakat, 2. 28.

[85] İbn Sa'd, 2,179.

[86] Makrizi, îmta, 4, v. 5/a-18/b.

[87] Tabakat, 2, 177-178.

[88] Buharı, Zekât, 69; Tirmizî, Tıbb, 6; İbn Sa'd, 2, 178.

[89] İbn Sa'd, 2, 27-29, Hind ve Esma, için bk. s. 30-32 (Kahire 1358).

[90] Doç. Dr. Celâl Yeniçeri, Bütün Yönleriyle Asr-ı Saadet’te İslam, Beyan Yayınları: 1/335-338.

[91] Saf, 61/8.

[92] Buharı, Cihâd, 88; Ahmed, Müsned, 3/50; Kurtubî, 13,14.

[93] İbrahim, 14/37. (84/1) el-Enfal, 8/41.

[94] Geniş bilgi için bk. C. Yeniçeri, İslâm'da Devlet Bütçesi, s. 45, 236-249.

[95] Vakıdî, Megazî, s. 259; İbn Sa'd, 2,182 vd. Maverdi, 160 vd.

[96] Bak. Buharı, Megazi, 14. Nafakat, 2; Diğer çok sayıda kaynak için bk. C. Yeniçeri, Devlet Bütçesi, s. 293, Dip. No. 19.

[97] Maverdi, s. 160-161; Makrizi, 4. v. 194/n: Belazuri, s. 33-34.

[98] Yahya b. Âdem, s. 38, Ha. No. 92.

[99] Maverdi, s. 161;Ferrâ', s. 1184-185.

[100] İbn Hişâm, s. 363-364; Makrizi, 4, v. 195/a-b.

[101] Ahmed, Müsned, 7, 81, Ha. No. 4946; Ebu Yusuf, s. 96-97; Yahya b. Âdem, s. 39, Ha. No. 97.

[102] Bk. M. Hamidullah, 2,1047.

[103] Maverdi, s. 162.

[104] Belazuri, s. 45.

[105] Bu hizmetler için bk. C. Yeniçeri, Devlet Bütçesi, Ödenekler bahsi.

[106] Maverdi, s. 162; Ferrâ', s. 185.

[107] C. Yeniçeri, Devlet Bütçesi, s. 294.

[108] Bk. Devlet Bütçesi, s. 294.

[109] Ebu Yusuf, s. 97; Yahya b. Âdem, s. 39, Ha. No. 97.

Doç. Dr. Celâl Yeniçeri, Bütün Yönleriyle Asr-ı Saadet’te İslam, Beyan Yayınları: 1/338-340.

[110] Buharî, Buya' 25; Müslim, Talak 31.

[111] Bu husustaki kaynaklar için bk. C.Yeniçeri, Devlet Bütçesi, s. 293, 294, Dip. No. 19, 27, Ayrıca bk. s. 278-282.

[112] Buharî, Cihad, 205, Hadis için ayrıca bk. Nafakat, 5,6.

[113] Ahmed, Müsned, Ha. No. 838'den M. Hamidullah, 2, 832.

[114] Buharî, Talâk, 7, ayrıca bk. Mezâlim 25, Müslim, Talâk 20-21; Ayrıca bk. Kurtubî, 18, 177-179.

[115] Müslim, Talâk, 29; Ayrıca bk. Kurtubî, 14,163; 18,192.

[116] Buharı, Nafakât, 2; diğer kaynaklar için bk. C. Yeniçeri, Devlet Bütçesi, s. 293; Dip. No. 19.

[117] Müslim, Eşribe, 26.

[118] Kurtubî, 14, 162.

[119] Doç. Dr. Celâl Yeniçeri, Bütün Yönleriyle Asr-ı Saadet’te İslam, Beyan Yayınları: 1/340-342-346.

[120] Sofra adabı hakkında geniş bilgi için bk. C. Yeniçeri, İslâm İktisadının Esasları, s. 222-230.

[121] Buharî, Et'ime, 21: Müslim, Müsakat, 138.

Doç. Dr. Celâl Yeniçeri, Bütün Yönleriyle Asr-ı Saadet’te İslam, Beyan Yayınları: 1/346-347.

[122] Bk. Buharî, Erime, 25.

[123] San'anî, 10, 426, 423 Ha. No. 19572,19583.

[124] Müslim, Eşribe, 26.

[125] M. Hamidullah, 2,1145.

[126] İbn Sa'd, 2, 27-29 (Kahire, 1358).

[127] Bk. C. Yeniçeri, Devlet Bütçesi, s. 349.

Doç. Dr. Celâl Yeniçeri, Bütün Yönleriyle Asr-ı Saadet’te İslam, Beyan Yayınları: 1/347-348.

[128] Buharî, Buyu' 14; Aynca bk. İbn Sa'd, 2,162-163. (Kahire, 1358).

[129] Buharı, Hibe,l.

[130] Buharî, Et'ime, 23.

[131] Rasûlullah Aüesi'nİn çektikleri açlıklar için bk. İbn Sa'd. 2, 161-165 (Kahire, 1358).

[132] Buharı, Et'ime, 1.

[133] İbn Sa'd, 2,169; M. Hamidullah, 2,1127.00.

[134] Ebu Davud, Buyu', 89/91.

[135] O'nun cariye ve köleleri için bk. îbn Sa'd, 2, 30-32. Kahire, 1358.

[136] Bk. Buharî, Et'ime 7, 34.

[137] Müslim Libas, 1-2.

[138] Bulıarî, Et'ime, 7.

[139] San'ani, 10, 458, Ha. No. 19696.

[140] M. Hamidullah, 2,1125.

[141] Bk. Buharı, Et'ime, 52-53.

[142] San'anî, 10, 417, Ha. No. 19554.

[143] Doç. Dr. Celâl Yeniçeri, Bütün Yönleriyle Asr-ı Saadet’te İslam, Beyan Yayınları: 1/348-352.

[144] Müslim, Eşribe, 32.

[145] İbn Sa'd, 2,170 (Kahire 1358).

[146] Bk. C. Yeniçeri, Devlet Bütçesi, s. 347-349.

[147] Huza'î, s. 667.

[148] Huza'î, s. 669.

[149] îbn Sa'd, 2, 81 (Kahire, 1358).

[150] Bk.  Buharî, Megazi, 12; Müslim, Zekât, 41; Nes£î, Zekât, 81; Kurtubî, 15,105.

Doç. Dr. Celâl Yeniçeri, Bütün Yönleriyle Asr-ı Saadet’te İslam, Beyan Yayınları: 1/352-354.

bahrişan 8/b
Thu 15 January 2015, 05:01 pm GMT +0200
HZ.Muhammed de ailesi fzla zengin değillerdi
allah razı olsun paylaşımdan

gulbaharaktay
Thu 15 January 2015, 05:12 pm GMT +0200
Peygamberimiz (asm) evlilikten evvel ticaretle uğraşmış, evlilikten sonra Hz. Hatice (ra) validemizin serveti ile ticareti devam ettirmişti. (bk. Salih Suruç, Peygamberimizin Hayatı, Mekke devri, s, 143)

Buna göre, Peygamber Efendimiz  (asm) çocukluğunda çobanlık yapmış, gençliğinde ise zaman zaman ticaretle meşgul olmuştur. Peygamber olduktan sonra ise Allah’ın gönderdiği İslam dinini yaşamış ve anlatmıştır. Bütün hayatı bu hizmetle geçmiştir.

Peygamberimiz (asm) bir dinin ve ümmetin sorumlusudur. Bu nedenle hayatın her yönünü içine alan bir vazife yapmıştır. O savaşlarda baş komutan, idarede ümmet-i muhammedin idarecisi, problemlerin çözümünde hakim, dünya ve ahiret işlerinin tanziminde bir öğretmen olmak gibi her konuda bir lider özelliğiyle yaşamış ve hizmet etmiştir.

Bu nedenle savaşlardan elde edilen ganimetlerin belirli bir kısmını aldığından, geçimini kimseye el açmadan karşılamıştır. Ancak O ticaret, ganimet gibi nedenlerle servet sahibi olacak kadar zenginken bile fakir gibi yaşamıştır.

Ganimetlerin gelirinin belli bir oranının Peygamberimize (asm) ve onun ev halkına verilmesi ayetlerle belirlenmiştir. Çünkü O'na ve ev halkına zekat düşmemektedir. Buna rağmen o bir çok zaman aç kalmış, açlıktan karnına taş bağladığı olmuştur. Kendilerine gelen teberrükleri hep fakirlere dağıtmıştır. Onun hayatını insafla okuyan kimse bunun sayısız misalleriyle karşılaşır.

Peygamberimiz (asm) İslâm'ın bütün dünyaya duyurulmasına çalışırken, fetih ve zafer gibi pek çok nimete de mazhar olmuştu. Fakat bu fetihlerden sonra fethedilen şehre ve topraklara girerken asla gurura kapılmıyor, büyük bir tevazu içinde yol alıyordu. Hiçbir merasime ihtiyaç duymadan sade bir şekilde şehre giriyordu.

Yahudilerin en büyük kalesi ve yerleşim bölgesi olan Hayber'i fethettiğinde Peygamberimiz (asm), yuları ipten olan bir merkebin üzerinde olduğu halde şehre girmişti. Halbuki o anda Arabistan'ın en verimli toprakları eline geçmiş, hazineleri dolduran ganimete sahip olmuştu.

Yine Peygamberimiz (asm) Mekke'nin fethi üzerine şehre girerken, muzaffer bir komutan olduğu halde, yine hiçbir şekilde gurura kapılmamıştı. Devesinin üzerinde Yüce Allah (c.c.)'a karşı başını önüne o kadar eğmişti ki, tevazuundan sakalının uçları neredeyse devesinin semerine değmekte idi. Bu halde iken söyle dua ediyordu:

"Allah (c.c.)'ım, hayât ancak âhiret hayâtıdır."

Veda Haccına giderken, sırtında sadece dört dirhem değerinde bir kadife parçası, devesinin üzerinde ise semer yerine yırtık bir şilte bulunuyordu. Bu durumda bile riyaya kaçar endişesiyle şöyle dua ediyordu:

"Allah (c.c.)'ım, bu halimi riya ve gösterişten uzak kıl."

Halbuki o fakir de değildi. Koskoca orduları yenmiş, birçok yerler fethetmiş, çok miktarda ganimetler elde etmişti. Hatta bu haccında yüz deve kurban etmişti.

Peygamberimiz (asm) kendi ailesi arasında ve evi içinde de son derece mütevazı idi. Zaten çok sade bir hayât yaşardı. Zaman zaman ev işlerinde hanımlarına yardımda bulunurdu. Elbisesini yamar, ayakkabıları yırtıldığı zaman söküklerini diker, kendi hizmetini kendisi görürdü. Ev süpürür; deveyi bağlar, yemler, koyunları sağar; alışverişi kendisi yapar ve aldıklarını kendisi taşırdı. Hizmetçisiyle birlikte oturup yemek yer ve onunla beraber hamur yoğururdu.

Allah Teala’nın Son Elçisi olan Hz. Muhammed aleyhissalatü vesselamın tevazu örneklerinden bazılarını şunlardır:

Sevgili Peygamberimiz (a.s.m) tevazuun her çeşidini ve en idealini hayâtında göstermiştir. Kimsenin yapamadığı ve istese de ulaşamayacağı bir şekilde, tevazu ve alçak gönüllülüğün en makbulünü yaşamıştır. Yaratılmışların en üstünü, makam ve mertebece en yücesi olduğu, Kur'ân-ı Kerim'de Rabbi tarafından çeşitli defalar övüldüğü halde, hiçbir şekilde insanlar arasında peygamberlik imtiyazını kullanmamış ve kendisini onlardan üstün göstermeye çalışmamıştır.

Bu üstün ahlâkî vasfını kendi aile fertleri arasında gösterdiği gibi, sahabîleri içinde ve henüz İslâmiyeti kabul etmemiş kimselere karşı da belli etmekten asla çekinmemiştir. Böylece pek çok insanın hidayetine vesile olmuştur.

Cenab-ı Hak kendisini kral bir peygamber olmakla, kul bir peygamber olmak arasında serbest bıraktığında o, "kul bir peygamber" olmayı tercih edip kabul etmiştir. Bunun üzerine İsrafil Aleyhisselâm Peygamberimize, "Şüphesiz, Allah (c.c.), tevazu gösterdiğin için o hasleti de sana vermiştir. Kıyamet gününde insanların efendisisin. Yeryüzü yarılıp kabrinden çıkacak ve ilk şefaat edecek olan da sensin." demiştir. Bundan sonra Peygamberimiz (asm) uzanarak yemek yemedi. Ve

"Bir köle nasıl yemek yerse ben de öyle yemek yerim. Köle nasıl oturuyorsa ben de o biçimde otururum." diyordu.

Bir defasında asasına dayanarak sahabîlerin yanına geldi. Resulullah'ın geldiğini gören sahabîler hemen ayağa kalktılar. Bu hareketlerini tasvip etmeyen Peygamber Efendimiz (asm) onları ikaz etti:

"Acemlerin (diğer milletlerin) birbirlerini ta'zim ederek ayağa kalktıkları gibi, siz de benim için ayağa kalkmayın. Çünkü ben kulun yediği gibi yiyen, kulun oturduğu gibi oturan bir kulum."

Peygamberimiz (asm) çok defa elini öpmek isteyenleri ve kendisine aşırı derecede hürmette bulunanları da hoş karşılamazdı.

Bir alışverişi esnasında Hz. Ebû Hüreyre (r.a.) de yanındaydı. Ebû Hüreyre'nin (r.a.) anlattığına göre:

Peygamberimiz (asm) mal sahibine aldığı elbisenin değerinden fazla bir fiyat öder. Daha sonra satıcı hemen Peygamberimizin eline sarılarak öpmek ister. Peygamberimiz elini çekerek şu ihtarda bulunur:

"Bu senin yaptığını Acemler krallarına yaparlar. Ben kral değilim. Ben sadece içinizden biriyim."

Ebû Hüreyre anlatmaya devam ediyor "Sonra elbiseleri aldı. Ben taşımak istedim. Fakat bana şöyle hitapta bulundu:

'Kişi, kendi eşyasını taşımaya daha lâyıktır. Ancak taşıyamazsa Müslüman kardeşi ona yardım eder."

Peygamberimiz (asm) kendi işini kendisi yapardı. İnsanların kendisine hizmet etmelerini istemezdi.

Âmir bin Rebia anlatıyor:

"Peygamber Efendimiz ile birlikte camiye gidiyordum. Yolda Peygamberimizin ayakkabısının bağı çözüldü. Ben hemen eğilip bağlamak istedim. Fakat Peygamberimiz ayağını önümden çekti ve şöyle buyurdu:

"Bu hareketin, başkasına hizmet gördürmek demektir. Ben başkasına hizmet gördürmeyi sevmem."

Peygamberimizin (asm) bu konudaki bir başka örnek davranışını Abdullah bin Abbas anlatıyor:

"Peygamber Efendimiz, ne suyunun hazırlanmasını, ne de herhangi bir fakire sadaka vermeyi başkasına bırakmazdı. Abdest suyunu kendisi bizzat hazırlar ve bir fakire sadaka vermek istediği zaman bizzat kendi elleriyle verirlerdi."

Abdullah bin Cübeyr'in anlattığına göre, bir gün Peygamberimiz (asm) ashabıyla birlikte yürüyerek bir yere gidiyorlardı. Hava çok sıcak olduğundan, ashabdan birisi, elbisesini Peygamberimizin başının üzerine kaldırarak gölgelemek istedi. Bunu gören Peygamberimiz, "Bundan vazgeç. Ben ancak bir insanım." buyurdu ve elbiseyi alıp indirdi.

Peygamberimiz (asm) kendisini görenlerin bir kral zannıyla çekinip titremelerini uygun bulmaz, onları teskin ederek rahatlatırdı.

Bir gün bir zat Peygamberimizin huzuruna gelince, peygamberlik heybetinden titremeye başladı. Bu sahabîsinin halini gören Peygamberimiz, "Kendine gel, ben bir hükümdar değilim. Ben ancak Kureyş kabilesinden kurumuş tuzlu ekmek yiyen bir kadının oğluyum." buyurdu.

Gerçekten de Peygamberimizi (asm) ilk defa gören, heyecanlanırdı. Fakat daha sonra ondaki şefkati, yüzündeki tebessümü görünce rahatlar, görüşüp konuşunca içindeki korku sevgiye dönüşürdü.

Sosyal durumu ne olursa olsun; ister zengin ister fakir, ister dul bir kadın veya bir hizmetçi olsun, hangi halde bulunursa bulunsun, Peygamberimiz herkese eşit davranır, basit yaşayışından, fakir ve hizmetçi oluşundan dolayı kimseyi aşağı görmezdi. Onların da diğerleri gibi ihtiyaçlarını görür, hiç gurura kapılmazdı.

Peygamberimiz (asm)'deki üstün tevazuu gördükten sonra Müslüman olan Adiy bin Hatim, Peygamberimizle olan ilk anlarını şöyle anlatmaktadır:

"Peygamber Aleyhisselâmın yanında akraba, kadın ve çocuklarının bulunduğunu gördüğüm zaman, anladım ki, onda ne Kisra'nın (İran hükümdarı), ne de Kayser'in (Bizans kralı) saltanatı var.

"Resulullah benimle birlikte evine giderken yolda zayıf ve yaşlı bir kadına rastladı. Kadının yanında da küçük bir çocuk bulunuyordu. Kadın onu karşıladı ve durdurdu. O da durup bekledi.

"Bizim senden bir isteğimiz var' dediler. Resulullah onların ihtiyaçlarını uzun uzun konuştu. Kendileriyle birlikte gidip, işlerini gördükten sonra geldi.

"İçimden kendi kendime, 'Vallahi, bu zat hükümdar değildir.' dedim. Sonra beni evine götürdü. İçi hurma lifi dolu derinden bir minder alarak bana uzattı ve:

"Buyur, buna otur.' dedi.

"Ben, 'Hayır, siz oturun' dedim.

"O, 'Hayır, siz' diye tekrar ettiler. Oturdum. Kendisi de kuru yere oturdu."

Peygamber Efendimiz (asm) herkesle ilgilenirdi. Hiç kimseye üstten bakmazdı. Öyle ki çoğu insanların dönüp bakmadığı, yüz vermediği kişilerin dahi isteklerini yerine getirirdi. Çünkü Peygamberimizin gayesi insanlara faydalı yolları göstermekti.

Medine'de ağzı bozuk, şuna buna çatarak sövüp sayan, ağır ve kaba lâflar söyleyen bir kadın vardı. Bu kadın bir gün Peygamber Efendimizin (asm) yanından geçerken Resulullah bir seki üzerinde oturmuş haşlanmış et yiyordu.

Kadın: "Şu adama bakın. Bir köle gibi yere oturmuş ve kölelerin yemek yiyişi gibi yemek yiyor." dedi.

Peygamber Efendimiz: "Benden daha köle olan bir köle var mı?" dedi.

Kadın: "Kendisi yiyor da bana vermiyor." dedi.

Peygamber Efendimiz: "Gel, sen de ye." buyurdu.

Kadın: "Kendi elinle bana vermezsen yemem." dedi.

Bunun üzerine Peygamber Efendimiz kendi eliyle kadına verdiyse de kadın bu sefer:

"Ağzındaki lokmayı çıkarıp bana vermezsen yemem." diyerek diretti.

Peygamber Efendimiz de ağzındaki lokmayı çıkarıp kadına uzattı. Kadın da hemen alıp ağzına attı. Kadın bu lokmayı yedikten sonra çok hayâlı ve utangaç oldu. Hiç kimseye kötü söz söylemedi. Medine'nin en namuslu ve iyi kadınlarından birisi oldu.

Adiy bin Hatim, cömertlikle meşhur Hatim-i Tai'nin oğludur. Yakınlarının bir kısmı İslâm ordusu tarafından esir edilmiş, kendisi de mağlup bir şekilde Peygamberimizin (asm) huzuruna gelmişti. Peygamberimiz onu mindere oturtuyor, kendisi de yere oturuyordu. Ayrıca mağlup da olsa bir düşman kumandanıyla bulunduğu bir zamanda zavallı bir kadının isteğini ihmal etmiyor, onun ihtiyacını gideriyordu.

Hak namına, seviyece en basit insanlarla görüştüğü gibi, dostlarıyla, düşmanlarıyla ve herkesle, gösteriş ve merasime ihtiyaç duymadan görüşüyor, konuşuyordu. Böylece insanların ileriden beri görüp alışageldikleri âdet ve görenekleri fiilen değiştiriyor, yerlerine doğrusunu ve uygun olanını koyuyordu.

Arapların, insandan saymayıp hor gördükleri bir grup da kölelerdi. Onlarla oturmaz, birlikte yürümez, beraber yemek yemezlerdi. Bu kötü alışkanlığı da Peygamberimiz (asm) bizzat yıktı.

Sahabîlerin anlattığına göre, köleler arpa ekmeğine bile davet etseler, Peygamberimiz (asm) davetlerine icabet eder, yemeklerini yerdi. Çünkü onların köle olmaları basit görülmelerini, horlanmalarını gerektiren bir durum değildi.

Peygamberimiz (asm), sahabîleriyle birlikte bulunduğu zamanlarda kendisini onlardan ayırt etmez, farklı görmezdi. Onlarla beraber hareket eder, kendisi için ayrı yer seçmez, aralarına oturur, yapacakları işe iştirak eder, onlara yardımcı olur, katkıda bulunurdu.

Peygamberimizin amcası Hz. Abbas, sahabîleri arasında sıkışık bir vaziyette bulunduğunu, oturduğu zamanlar gelip geçenlerin kendisini rahatsız ettiğini söyleyip, ayrı bir yerde oturmasını teklif ederek şöyle demişti:

"Ya Resulullah, sizin için gölgesinde oturacağınız bir çardak yapalım."

Böyle bir imtiyazı asla uygun bulmayan Peygamberimiz,

"Allah (c.c.)'ın ruhumu teslim alacağı vakte kadar ben sahabîlerimin ökçeme basmalarına da, hırkamı çekiştirmelerine de katlanacağım." buyurarak reddetti.

Bir sefer sırasında Peygamberimiz (asm) sahabîlerinden bir koyun kesip pişirmelerini istedi. Ashabdan birisi öne çıktı:

"Ya Resulallah, onu kesmek benim üzerime olsun." dedi.

Bir başkası ileri atıldı:

"Ya Resulallah, pişirmesi de benim üzerime olsun."

Başka bir sahabî hizmete talip oldu:

"Onu yüzmesi de benim üzerime olsun." diyerek kendi aralarında vazife taksimi yaptılar.

Peygamberimiz de,

"Odun toplamak da benim üzerime olsun." diyerek katılmak istedi.

Sahabîler buna razı olmak istemediler:

"Ya Resulallah, biz sizin yapacağınız işi de görmeye yeteriz. Sizin çalışmanıza ihtiyaç yoktur." dediler.

Bunun üzerine Peygamberimiz eşsiz tevazuunu göstererek şöyle buyurdu:

"Sizin benim işimi de göreceğinizi ve kâfi geleceğinizi biliyorum, fakat ben size karşı imtiyazlı bir durumda bulunmaktan hoşlanmam. Çünkü Allah (c.c.), kulunu sahabîleri arasında imtiyazlı durumda görmekten hoşlanmaz."

Hendek savaşından önce Medine'nin etrafına hendek kazılırken bütün sahabîler çalışıyor, bir an önce bitirmeye gayret ediyorlardı. Yiyecek bir şey bulamadıklarından, açlıklarını bastırmak için karınlarına taş bağlıyor, o şekilde kazma sallıyorlardı. En büyük örnek olan Peygamberimiz (asm) de kendisini onlardan farklı görmeden eline kazmayı alıyor, çalışıyor, o da açlığından karnına taş bağlıyordu.

Kuba Mescidinin ve Medine'deki Mescid-i Nebevinin inşaatında da Peygamberimiz (asm) bir işçi gibi çalışmış, sahabîlerle birlikte sırtında kerpiç taşımıştı.

Hz. Âişe (ra) validemiz, Hz. Hasan (ra) ve Ebû Said el-Hudri, Peygamberimizin aile hayâtını böyle anlatıyorlardı.

"Peygamberimiz ne kilitli kapılar arkasına çekilir, ne perdeler arkasına dikilir, ne de önüne tabaklarla yemek taşınırdı. Toprak üzerine oturur, yemeğini de yerde yerdi."

O tevazu gösterdikçe yükseliyordu, yüceliyordu.

"Allah (c.c.) için tevazu gösteren kimseyi Allah (c.c.) yüceltir." buyuruyor, hem de bizzat en mükemmel şekilde yaşıyordu.

Hazret-i Hüseyin, babası Hazret-i Ali'den dedesi Resulullahın dışarıda nasıl davrandığını öğrenmek ister. Hazret-i Ali de Efendimizi şöyle anlatır:

"Peygamber Efendimiz önemli bir iş olmadıkça konuşmazdı. Çevresiyle hep güzel ilişkiler kurar, onları ürkütücü bir davranışı olmazdı.

"Her toplumun ileri gelenine özel ilgi gösterir ve onları başkan olarak göreve getirirdi. İnsanları gözü gibi sakınır, hiçbirinden güleryüzünü ve tatlı dilini esirgemez, onların üstüne titrerdi.

"Sahabîlerini, yokluklarında arayıp sorar, durumlarını takip ederdi. Karşılaştığı insanlara 'Ne var, ne yok?' diye çevrede olup bitenleri sorardı. Güzel olan her şeyi beğendiğini ifade eder, onu desteklerdi. Kötü olan şeye de tepkisini gösterir ve onu çürütücü bir tavır takınırdı.

"Peygamberimizin bütün hareketleri uyumlu idi. Tutarsız hiçbir davranışı yoktu. Sahabîlerin kendi özel işlerini ihmal etmeleri veya bıkkınlık duymaları endişesiyle onlar adına kendisi hep tetikte dururdu.

"O her durum karşısında tedarikli idi. Her problemin çaresini bulurdu. Onun yanında insanların en faziletlisi, başkalarına iyiliği en yaygın olanlardı; mertebesi en yüksek olanlar da, halkın dertlerine en iyi şekilde ortak olan ve onlara yardım elini uzatan kimselerdi."

Hazret-i Hüseyin babasına Peygamber Efendimizin toplantılardaki halini, sohbet şeklini sorar, Hazret-i Ali onu da şöyle anlatır:

"Peygamberimizin kalkması da, oturması da zikir üzere idi. Allah (c.c.)'ın adını dilinden düşürmezdi. Toplantı halinde olan bir topluluğa varsa, baş köşeye geçmez, meclisin hemen bir kıyısına oturuverirdi, çevresinin de böyle yapmasını isterdi.

"Peygamberimizin bu husustaki tavsiyesi şöyleydi:

'Herhangi biriniz bir toplantı yerine vardığında bir baksın, şayet oturacak yer gösterirlerse oraya otursun, değilse gördüğü en uygun yere ilişiversin.'

"Peygamberimiz birlikte oturduğu kimselerin seviyelerine göre herbirinin halini hatırını sorar, onlara iltifat ederdi. Çevresindekilere öylesine candan davranırdı ki, orada hazır olanların hepsi de Resulullahın yanında en değerli kimsenin kendisi olduğu kanaatine varırdı.

"Bir kimse Peygamberimizin huzurunda gereğinden fazla oturursa veya bir ihtiyacını iletmek düşüncesiyle huzura gelse, o kişi kendiliğinden kalkıp gidinceye kadar sabrederdi. Kendisinden bir istekte bulunan kimseyi, ya istediğini yerine getirir veya tatlı bir dille gönderir, fakat hiç boş çevirmezdi.

"Onun cömertliliği, tatlı dili, güzel ahlâkı insanlar arasında öyle yayılmıştı ki, âdeta halkın babası gibi olmuştu.

"Onun yanında bütün insanlar da, hiçbiri arasında hak ayırımı yapılmayan aynı düzeydeki evlatlar gibiydi.

"Peygamber Efendimizin toplantıları hep ilim, haya, emanet ve sabır gibi ahlâkî değerlerin öğretildiği bir meclisti. Huzurunda kimse sesini yükseltmez, hiç kimsenin gizli ve özel halleri konuşulmaz, orada meydana gelen noksan taraflar ve hatalar dışarı sızdırılmazdı.

"Onun meclisinde herkes eşit durumdaydı. Ancak bir diğerine karşı takva ile üstünlük kazanabilirdi. Herkes tevazu üzereydi. Orada yaşça büyük olanlara saygı gösterirler, küçüklere de sevgiyle davranırlardı.

"Toplantıda ihtiyaç sahiplerine öncelik tanırlar, özellikle garip olanlara ayrı bir ilgi gösterirlerdi."

yunus emre 7/B
Thu 15 January 2015, 05:17 pm GMT +0200
peygamber efendimizin durumu pek iyi deilmis ama yinede sukretmis evi felanda iyi deilmis ama sukretmis fazla yemegide yokmus ama sukretmis fazlasini istememis

Liyla
Wed 18 March 2015, 01:20 pm GMT +0200
Hz. Muhammed yardımlaşmaya önem verirdi.
Bunu aile içerisinde de uygulayarak Müslümanlara örnek olmuştur.
Fazla parası olmasa da şükrederek parasını bereketlendirmesini de bilmiştir.

Emirhan7c
Thu 19 March 2015, 12:06 am GMT +0200
Kaynakların verdiği bilgilerden Hz. Peygamber'in, genç yaş­larında da olsa, çobanlık da yaptığı anlaşılmaktadır. Buharî'nin verdiği belgiye göre Rasûlullah, bir ara Mekkeliler hesabına üc­retle çobanlık yapmıştır. Buharî'deki hadisin ifadesi şöyledir:

«Rasûlullah; Allah, davar gütmeyen hiçbir peygamber gön­dermemiştir, dedi de ashap O'na; sen de mi ey Allah'ın Peygambe­ri! diye sordular. O da; evet, ben de bir kaç kırat karşılığında (üc­retle) Mekkeliler hesabına davar güdüyordum, diye cevap verdi»[18]

Hz. Peygamber'in 9 yaşından sonra birkaç kere ticaret kervanma katılmasına bakacak olursak, bu çobanlığının daha sonraki bir yaşında olduğunu söyliyebiliriz.

îbn Sa'd, Hz. Peygamberin çobanlık sıralarında kazandığı bir tecrübesinden bahseder. Bazıları, dikenli arak ağacı meyvesiyle Rasûlullah'm yanına gelmişler. Muhtemelen ham olmalılar ki on­lara şöyle söylemiş: «Dikenli arak ağacının meyvesini esmerleş-tiklerinde toplayınız; ben çobanlık yaparken bunlardan toplar (yer)dim»[19]

Hz. Peygamber'in ücretle çobanlığı dışında bütçelerine bir katkı olarak ailesinin hayvanlarını otlattığı da olmuştur ki o bun­dan şöyle bahsetmektedir:

«Ben (Mekke'de) Acyâd mevkiinde ailemin hayvanlarını otla­tıyordum.»[20]

Muhtemelen O, himayesine girdiği amcası Ebû Talib'in hay­vanlarını otlatıyordu. Ayrıca M. Hamidullah, Rasûlullah'm ço­banlıktan kazandığı birkaç kuruş ile amcasının zayıf bütçesine katkıda bulunduğunu, yazar.[21] Şüphesiz O, bu katkıyı Mekkeliler hesabına ücretle yaptığı çobanlıkla sağlamıştır. Ziraat imkanı ol­mayan Mekke bölgesinde, meraları kıt da olsa, hayvancılık önemli bir geçim kaynağıdır. Bunun neticesi olarak da burada çobanlık tabii bir meslektir. Bu mesleğin ayrıca insanları sabra alıştırdığı da söylenir ki Hz. Peygamber'in de ilerde yapacağı işler bakımın­dan böyle bir sabır eğitiminden geçmeğe ihtiyacı vardır. [22]

ceren
Thu 19 March 2015, 11:26 am GMT +0200
Aleykümselam.Rabbim razı olsun paylaşımdan kardeşim.Peygamber efendimiz çocukken çobanlık,gençlik yıllarında ise amcası ile ticaret yapmıştır.Evlendikten sonra ticarete devam etmiştir.

Lal-i Hal
Mon 18 April 2016, 06:38 pm GMT +0200
Efendimiz daha cocuk yaslardan itibaren caliamaya ve g kendi ihtiyaclarini temin etmeye baslamis.
Bu haliyle bile bize guzel bir ornek .calismayi asla elden birakmamaliyiz insallah.Allah razi oslun bilgiler icin

selma 8-D
Mon 18 April 2016, 06:44 pm GMT +0200
&Esselamü Aleyküm Peygamberimiz ailece insana öfnrk olmuştur bütün davranislariyla&