- Asr-ı saadette müşrikler

Adsense kodları


Asr-ı saadette müşrikler

Smf Seo Versiyon , -- Seo entegre sistem.

Array
hafız_32
Mon 4 October 2010, 05:50 pm GMT +0200
ASR-I SAADET'TE MÜŞRİKLER VE MÜŞRİKLERLE İLİŞKİLER


Doç. Dr. M. Ali Kapar
 

Giriş
 

ŞİRK VE MÜŞRİK KAVRAMI
 

1. Müşrik Kelimesinin Lügat Ve Istılah Anlamı
 

Müşrik kelimesi lügatta ortak koşmak anlamına gelen Şerike fiilinden müştaktır. Müşrik, Allah'a küfreden,[1] O'na ortaklar ko­şan ve O'nu inkâr eden kimsedir.[2] Mirasta ve alışverişte ortaklık anlamına gelen şirk, riya, nifak, Allah'tan başkasına yemin, her-hangibir şeyi uğursuz saymak gibi anlamlara gelmektedir.[3]

Istılahta ise, Allah'a ortak koşan, sayısız ilahlara inanan, on­ları Allah'a ortak kabul eden,[4] müslüman, yahudi, sabii, hristiyan ve mecûsî olmayan,[5] şirki din olarak kabul eden putperestlerdir.[6]

 
2. Kur'ân-I Kerim Ve Hadislerde Müşrik
 

Kur'an'da müşriklerin Allah'a ortak koşmaları putlara tap­mak,[7] cinleri ortak koşup O'na oğul ve kız isnad etmek,[8] onların isimlerini çocuklarına ad olarak vermek,[9] Allah'a batıl zan ve is-nadlarda bulunmak, Allah'a ve putlara hisse ayırmak[10] şeklinde bildirilmektedir. Ayrıca müşriklerin putları Allah ile kendi arala­rına şefaatçi koyduklarına dikkat çekilmektedir.[11]

Kur'an'da müşriklerin vasıfları: Putlardan yardım bekle­mek,[12] Allah'ı ve ayetlerini yalanlamak,[13] Peygambere ve melek­lere düşman olmak,[14] ahireti inkar etmek şeklinde anlatılmakta­dır. Ayrıca müşrikler haksız yere mal gasbeden, [15]ahde vefasızlık gösteren,[16] hakka kulak tıkayan,[17] zalim, yalancı ve hâin[18] kişiler oldukları bildirilmiştir. Bundan dolayı Kur'an'da müşriklerin as­la dost edinilmemesi ve onlardan yardım istenmemesi de[19] emre-dilmektedir.

Kur'an'da müslümanlara müşriklerin putlarına sövmemele­ri, kendi din ve inançlarıyla başbaşa bırakmaları,[20] akraba dahi olsa şirk ehline istiğfarda bulunmaları[21] yasaklanmış, müşrikle­rin tapmış oldukları putların güçsüzlüğü beyan edilmiş ve taptık-lanyla beraber kendilerinin kıyamette mutlaka cehennemde olacakları[22] ve amellerinin kendilerine hiçbir fayda vermeyeceği bildirilmiştir.

Hadislerde ise, Hz. Muhammed, inanç ve yaşayış itibariyle müşriklerle ilgisinin bulunmadığını, "...Ben müşriklerden deği­lim"[23] cümlesiyle ifade etmiş, beyat esnasında "müşriklerden ay­rılmak[24], "Allah'a hiçbir şeyi ortak koşmamak"[25] şartı ileri sürül; müştür. Ayrıca hadislerde, cahiliye devrinde yapılan yemin gibi putlara yemin edilmesi yasaklanmış ve keffaret olarak hemen ke-lime-i tevhid getirilmesi emredilmiştir.[26] Müşriklerin amellerinin Allah katında makbul olmadığı bildirilmiş, putların alınıp satıl­ması, şarap, ölü ve domuz eti ticareti gibi değerlendirilerek haram kılınmıştır.[27]

 
3. Müşrik Kelimesinin Kapsamı
 

Müşrik kelimesinin kapsadığı anlam ve sahasını belirlemek için Kur'an'daki müşriklerle ilgili şu ayetin müfessirler tarafın­dan yapılmış izahına bakalım:

"O iman edenler, o yahudiler, o sabitler, o hristiyanlar, o mecûsiler ve Allah'a eş koşanlar yok mu? Allah, kıyamet günü (bü­tün) bunların aralarını mutlaka ayıracaktır Çünkü Allah her şeyi hakkıyla görüp bilendir.[28]

Burada altı dinden bahsedilmiş, bunlardan yalnız birincisi­nin ehli iman olduğu gösterilmiş, geriye kalanlar küfür ehli olarak zikredilmişlerdir. Sonra da bu beş küfür ehlinden birisi şirk ola­rak tasrih edilmiştir. Halbuki diğerlerinde de şirk vardır. Zira me-cusun ateşperestliği malumdur. Şu halde buradaki (Allah'a eş ko­şanlar) ibaresi, diğer müşrikler olabilirse de buradaki şirkden murad "hiçbir veçhile tevhid iddiası karıştırılmayan şirk olması" daha uygundur. Çünkü hristiyanlar üç birdir diye tevhid iddiasın­da bulunduğu gibi, mecûs ve zerdüştîler de bir mabud tanıdıkları iddiasındadırlar. Bu suretle (Allah'a eş koşanlar) ile sadece putla­ra taparak onları Allah'a şirk koşan müşriklere işaret edilmiştir. Zira sabiiler de sarahaten Allah'a şirk koşmadan, meleklere ina­nan ve Zebur'u okuyup kıbleye yönelerek ibadet eden yahudi ve mecûsi arasında bir gruptur.[29]

Taberi, tefsirinde (Allah'a eş koşanlar) dan maksadın "putla­ra tapanlar" olduğunu zikretmektedir.[30] Şevkânî ise, Allah'a eş koşanlardan maksadın, putlara tapan zümrenin[31] olduğunu ifade etmiştir.

Müşrik kavramına Hac sûresinin 17. âyeti ile açıklık getiril­miş ve müşrikin ancak Allah'a putları şirk koşan putperest zümre olabileceği bildirilmiştir.[32] Çünkü bu ayette Arabistan'da cahiliye dönemindeki bütün dinler ayrı ayrı zikredilmiş, Allah'a eş koşan­lar cümlesi ile de daha çok yaygın olan ve cahiliye Arabının gönül­den bağlandığı putperestliğe dikkat çekilmiştir.

Nitekim Arabistan'daki dinler incelendiği zaman, hristiyan-lar, yahudiler, sabiiler ve mecûsiler bir mabud tanıdıkları iddia-sinda olduklarından, müşrik lafzıyla inançlarında hiçbir zaman tevhid görüşü hakim olmayan ve sadece putlara tapmayı din ola­rak kabul eden putperestler anlaşılmaktadır.

Cizye alınması hususunda Hac sûresinin 17. âyetinde zikre­dilen dinler arasında "cizye vererek kendi dinlerinde ve memle­ketlerinde kalmak veya harbetmek" gibi iki tercihten yararlana­mayanlar sadece Arap putperestleridir. Bu konuda Arap putpe­restleri islâm'dan dönen mürtedlerle eşit mütalaa edilmişlerdir. Müşrik ve mürdetlere önce îslâm tebliğ edilir, müslüman olmaları halinde, diğer müslümanlarm sahip oldukları hakların tamamını elde etmiş olurlar. Müslümanlığı kabul etmedikleri takdirde on­larla harp yapılır.[33]

 

Birinci Bölüm


İSLÂM ÖNCESİ DÖNEME GENEL BİR BAKIŞ


I. DİNÎ HAYAT
 

İslâm öncesi dönemde Arabistan'ın dini hayatında putperest­lik yer almış ancak diğer dinlerden olan yahudilik, hristiyanlık, mecûsilik ve sabiilik Arabistan'ın çeşitli bölgelerinde yayılmıştır. Yahudilik Yemen, Hayber ve Medine'de, hristiyanlık Necran ve Kuzey Arabistan'da, mecûsilik Bahreyn'de, sabiilik ise, daha çok Güney Arabistan ve Yemen'de yayılmıştır. Fakat putperest müş­rikler Arabistan'ın her tarafına yayılmışlar ve ilk sırayı almışlar­dır.[34]

 

1. Arabistan'da Putperestlik Ve İbadet Şekilleri
 

Mekke'nin ilk sakinleri Amalika Araplarıdır. Hz. ismail ve annesi Hacer orada iken Cürhümlüler Mekke'ye hâkim oldular. Cürhümlüler Amalikalıları oradan kovdular. Bir müddet sonrada Huzaalılar Amr b. Luhay başkanlığında Cürhümlülere galip gele­rek oraya yerleştiler.[35]

Arabistan'da önceleri putperestlik yokken ilk defa putperest­liği getiren Amr b. Luhay'dır. Hadise şöyle meydana gelmiştir: Amr b. Luhay Cürhüm kabilesini yenip Mekke'nin ve Kabe'nin idaresini ele aldıktan sonra ağır bir hastalığa tutuldu. Suriye'de Belkâ taraflarına gitmesi tavsiye edildi. Oraya gitti. Sıcak pınar­dan çıkan su ile yıkandı ve iyileşti. Orada halkın putlara taptığını görünce bunun sebebini sordu. Onlar da "Biz bu putlar aracılığı ile yağmurun yağdırılmasını isteriz, düşmanlarımıza galip gelmemi­zi talep ederiz" dediler. Bunun üzerine putlardan birisinin kendisine verilmesini istedi. Onlar da Amr b. Luhay'a bir put verdiler. îşte bu put Hübel putudur. Amr b. Luhay bu putu alıp Mekke'ye getirdi ve Kabe'nin çevresine dikti, işte bundan dolayı Rasûlullah Amr b. Luhay'ı ateşte barsak] arına sürür vaziyette gördüğünü ha­ber vermektedir.[36] Kırmızı akik taşından yapılmış olan Hübel pu­tu insan suretinde idi ve Mekke'ye nakli esnasında kınlan koluna altından bir kol takmışlardır.[37]

Amr b. Luhay'ın getirmiş olduğu putla başlayan Arabis­tan'daki putperestlik her kabileye yayıldı.[38] Putperestlik o kadar yayıldı ki, Kabe 360 putla dolu bir putperest mabedi haline geldi.[39]

Her kabile kendisinin benimsediği putları kabilelerine yakın yerlerde yaptıkları tapmaklara yerleştirmişlerdi. Sakîf kabilesi­nin putu Lât, Taifte,[40] Kureyş'in putu olan Uzza, Nahle mevkiinde[41] bulunmakta ve önemli putlardan sayılmakta idi. Di­ğer Arap kabileleri de kendilerine uygun putlar edinmişlerdir.[42]

Arapları putperestliğe sevkeden en önemli sebep onlann Mekke'ye ve Kabe'ye duydukları saygıdır. Çünkü Mekke'den uzaklaşan bir Arap, Kabe'ye olan saygısından ve Mekke'ye olan bağlılığından dolayı Mekke'den ayrılırken yanma bir taş alırdı. Yolda nerede konaklarsa onu bir yere koyar ve tıpkı Kabe'yi tavaf eder gibi kendilerine uğur getireceği inancıyla onu tavaf ederler­di. Çünkü putperest Araplar Hz. İbrahim ve ismail'den öğrendik­leri üzere haccediyor ve umre yapıyorlardı.[43]

Arabistan'da Amr b. Luhay tarafından getirilen Hübel putu­nun yamsıra îsâf ve Naile, Uzzâ, Menât, Zulhalasa, Fels, Riâm, Rudâ gibi putlar ve tapmaklar dikkati çekmektedir. Ayrıca Kur'ân-ı Kerim'de Vedd, Suvâ, Yeğûs, Yeûk ve Nesr adı verilen[44] putlardan bahsedilmektedir.

Arapların taptıkları putlar konusunda İbnü'l-Kelbi şu bilgiyli verir: "Eğer put tahtadan, altından veya gümüşten ve insan suretinde ise Sanem, taştan ise Vesen, dikili taş şeklindeki putlara ise Ensab adı verilmektedir.[45]

Cahiliye Arabi yolculuk esnasında konakladığında dört taş bulur. Bunlardan üçünü ocak taşı yapar, diğer bir tanesini de ilah edinirdi.[46] Cahiliye Arabi evinde bulundurduğu putuna yolculuğa çıkarken veya yolculuktan döndükten sonra dokunmak suretiyle ondan diler veya şükrünü ifa ederdi.

Cahiliye döneminde Hac, Umre, Tavaf, Kurban, Oruç, putlar­la müşavere, putlara hediye takdimi, putlara yapılan dua ve ye­min, çocuklara putların isimlerinin ad olarak verilmesini önemli ibadetler arasındadır. Bunların başında Hac ve Umre gelmekte­dir.

Hac ve Umre: Cahiliye döneminde Hac ve Umre ibadeti dini bir vecibe olmakla beraber, haram aylarda yapılmış olması sebe­biyle de ekonomik açıdan son derece önemlidir.

Hac görevi Arafat'tan başlatılır, daha sonra yürüyerek Müz-delife'ye giderlerdi. Ancak Kureyşliler Arafat'ta durmazlar.[47] Müzdelife'den güneş doğduktan sonra ayrılırlar ve beyte gelerek onu yedi defa tavaf ederlerdi. Tavaf esnasında Hacerulesved'e do­kunurlardı. Sonra Safa ile Merve arasında Sa'y görevim yaparak Hac görevlerim tamamlamış olurlardı. Evs ve Hazrec kabilesi ise Sa'y yapmazlar ve Müşellel dağındaki Menât putunu ziyaret ede­rek Hac görevini tamamladıklarına inanırlardı. Evs ve Hazrec ka­bilesinin bu hareketi Kur'an'da Bakara sûresinin 158. ayetiyle kı­nanmaktadır: "Şüphe yokki Safa ile Merve Allah'ın şiarlanndan-dır, îşte kim o beyti hac ve umre kasdı ile ziyaret ederse, bunları güzelce tavaf etmesinde bir beis yoktur."[48]

îslâm öncesi dönemde Araplar, Hac aylarında Umre yapmayı günah sayarlardı. Hac ve Umre esnasında telbiyede bulunurlar, ancak telbiyelerinde de şirk vardı. Telbiye esnasında: "Buyur Al­lah'ım buyur. Buyur. Senin ortağın yoktur. Ancak bir ortağın var­dır. O da senin hükmündedir. Sen ona ve onun sahip olduklarına hükmedersin."[49]

Tavaf: Cahiliye döneminde Kabe'yi genellikle çıplak tavaf ederlerdi. Çünkü Araplar koydukları kurallar sebebiyle Mekke'ye gelirken giydikleri elbiseyi tavaf ensasmda çıkarmaları, Mek­ke'den yeni elbise almaları gerekirdi. Buna razı olmayanlar Mek­ke'ye gelirken giydikleri elbiseleı~i çıkararak çıplak tavaf etmeyi tercih ederlerdi. Erkekler bu şekilde Kabe'yi çıplak tavaf ederler­ken kadınlar üzerlerindeki bütün elbiseleri çıkararak, sadece yu­karıdan aşağıya yırtmaçlı bir gömlek giyerlerdi.[50] Kur'ân-ı Ke­rim'de bu durum açıkça kınanmaktadır.[51]

Kabe'nin ve putların bulunduğu tapınaklarda ibadet törenle­ri tanzim ederler ve genç kızlar güzel elbiseler giyerek törenlere iştirak ederlerdi. Bundan dolayı Rasûlullah, "Devs kabilesi kadın­larının kıçları tekrar Zülhalasa puthanesinin etrafında tavaf ede­rek çalkalanmadıkça kıyamet kopmaz." buyurmuştur.[52]

Kurban: Putperest Araplar putlarım ilah veya ilahe vasıta olarak kabul ettiklerinden onlar için Kurban kesmeyi ihmal et­mezler, hatta bir görev telakki ederlerdi.[53] Bir çoban en değerli hayvanını kurban ederken, bereketli olması için bir hayvanın do­ğan ilk yavrusu da put adına kurban edilirdi. Kurbanın eti de puta Kurban'a katılanlar arasında paylaştırılırdı.[54]

Araplar Recep ayını ta'zim etmek için putların yanında bir-Kurban daha keserlerdi. Rasûlullah, Kurbanlarını keserken cahi­liye Araplarma muhalefet ederek, Kurbanın sadece Allah için ola­bileceğini ifade etmiş ve "Ben müşriklerden değilim" buyurmuştur.[55]

Oruç: Cahiliye döneminde Araplar Aşure günü oruç tutarlar­dı.[56] Ayrıca Recep ayında putlarını ta'zim için Kurban kestikleri gün de oruç tutarlardı. Bu dönemde Sumt adı verilen ve hiç konuş­mamak üzere tutulan bir oruçtan daha bahsedilmektedir.[57]

Putlara Danışma: Putlara büyük değer veren cahiliye Ara­bi yapacakları işler için onlara danışmayı asla ihmal etmezdi. Bu putlara danışma genellikle put önünde fal okları çekmek suretiyle yapılırdı. "Evet veya "hayır" okundan birinin çıkması ile yapacağı işe karar verirdi.[58]

Hz. Peygamber'in dedesi Abdülmuttalip de Zemzem kuyusu­nun kazılması esnasındaki çektiği zorluklar sebebiyle 10 erkek ço­cuğa sahip olursam birini kurban edeceğim şeklindeki adağı üze­rine daha sonra sahip olduğu 10 çocuğu arasından Kurban edile­cek çocuğunu tayin için Hübel önünde fal okları çekmişti."[59]

Fal okları sadece Hübel önünde çekilmez, diğer tapmaklarda da fal oklarının çekildiği bilinmektedir.[60]

Putlara Hediye Takdimi: Putlara hediye takdimi Arapla­rın putlara gösterdikleri hürmetin ifadesidir. Onları ziyaretleri esnasında, her ailenin putlara yiyecek veya kıymetli eşya takdi­minin yanısıra[61] sürülerin en değerli hayvanlarının veya toprakta yetişen mahsûlün bir kısmının putlara hisse olarak ayrılması[62] dini açıdan büyük önem arzeder.

Bu kıymetli hediyeler genelikle Kabe'de ve diğer tapmakların yanındaki hazinelerde muhafaza edilirdi.[63] Sakif kabilesinin putu olan Lât ve Fels putlarının yıkılması esnasında hazinelerinden pekçok hediye çıkmıştı. Ayrıca putlara yiyecek takdiminde de bu­lunulurdu. Kur'ân'da cahiliye Araplartnın bu hareketleri şiddetle kınanmaktadır.[64]

Dua ve Yemin: Mekke müşrikleri putlarına korktukların­dan emin olmak ve yardımlarını talep etmek için putlarını Allah'a şefaatçi kabul ettiklerinden, putların yanına gidip bereket için dua ederlerdi. Cahiliye Arabmın putlarına dua etmelerinin ikinci sebebi, putların öfkesini çekip hastalık, kıtlık, mal ve can kaybı gibi musibetlere duçar olmaktan korktukları içindir ki, putları şe­faatçi kılmak ve hediyeler takdimiyle yardımlarını celbetmek isti­yorlardı.[65]

Cahiliye Arabi inançlarının gereği önemli işlerinde putları devreye sokarak "Allah seninle benim aramdadır"[66] diyerek ye­min etmelerinin yanısıra, "Lât hakkı için" en çok kullanılan yemin seldi idi.. Rasûlullah "Sizden her kim yemin eder de Lât hakkı için derse (bunun keffareti olarak) hemen Lâilahe illallah desin"[67] di­yerek putlar adına yapılan yemini reddetmiştir.

Putların İsimlerini Çocuklarına Ad Olarak Vermeleri: Cahiliye döneminde Abdurrahman, Abdullah gibi isimlerin yanı­sıra putlarına atfen Abdüluzza, Abdümenaf, Abdümenat, Abdüyegûs gibi isimler çocuklarına ad olarak verilmiştir. Lât pu­tundan dolayı Zeydü'1-Lât, Teymü'1-Lât, Rudâ' putuna olan sevgi­lerini sebebiyle de Abdü Rudâ' gibi isimler verilmiştir. [68]

 

2. Putperest - Ehl-İ Kitap Münasebetleri
 

islâm öncesi Arap Yarımadasında bol miktarda yahudi mev­cuttu. Bunların çoğu Hicaz bölgesindeydi.[69] Arabistan'a çeşitli maksatlarla gelmiş bulunan yahudiler, verimli olan topraklara yerleşmişler ve buraları korumak için de kaleler inşa etmişlerdir. Rüşvet ve hediyeler vererek komşu kabilelerle antlaşmalar yap­mışlar ve kendilerini emniyete almışlardır.[70]

Hristiyanlar ise, sadece Güney Arabistan'da olmayıp Benû Bekr, Tağlib, Hanîfe ve Tay kabileleri arasında yayılmıştır.[71]

Miladi VI. asrın başlangıcında ehli kitap olan iki din mensubu yahudi ve hristiyanlar arasında uzun süre devam eden çekişme baş göstermiş, yahudi olan Zû Nuvâs, 522 yılında Necrân hristi-yanlarma saldırarak onları dinlerini terketmeye zorlamıştır. Daha sonraları Ebrehe zamanında da hristiyanlık ve putperestlik çatışması başlamış, 570 yılında Kabe'yi yıkmak için Mekke'ye sefer düzenleyen Ebrehe[72] buna muvaffak olamamıştır.

Putperestlerle ehl-i kitap arasındaki ilgi ticaret yönüyle de dikkati çekmektedir. Tüccar olan Araplar yahudi ve hristiyanlar-la karşılıklı iyi ilişkiler içerisinde olmuşlardır. Abdümenaf m oğlu Hâşim, Şam, Rum ve Gassan melikinden, bu topraklarda ticaret için eman almışdır.[73] Çünkü Araplar kışm Yemen'e, yazın ise Şam taraflarına ticaret kervanları gönderiyorlar di. Bunun neticesi olarak Arapların ehl-i kitap ile medeni, dini, içtimai yönden mü­nasebetleri olmuştur.[74]

Cahiliye döneminde yahudiler müşriklere karşı ilmi yönden üstünlük sağlamışlardır. Aralarında bir anlaşmazlık meydana geldiği zaman, müşriklerden intikam almak için "Allah'ın gönde­receği peygamberle birleşip onları yurtlarından çıkarıp, Ad ve irem gibi öldürülüp yok olacaklarını söylüyorlardı.[75]

Hristiyanlar da yahudiler gibi Rasûlullah'm vasıflarını bili­yorlardı. Kur'ân-ı Kerim'de de buna temas edilmektedir.[76] Rasûlullah, yahudi ve hristiyan rahip ve kabilelerle küçük yaştan itibaren karşılaşmıştır. Gözlerinin tedavisi için dedesi onu rahibe götürmüş,[77] amcası Ebu Talib üe Şam'a gitmiş ve Bahira isimli ra­hiple görüşmüş,[78] yirmi beş yaşlarında ise Şam'a yaptığı seyahat-ta yine bir başka rahip olan Nastura ile görüşmüştür.

Ehl-i Kitap, Rasûlullah gönderilmeden önce müşrikleri hakir görmelerine mukabil, peygamberlikten sonra Rasûlullah'a karşı müşriklerle işbirliği yapmaktan çekinmemişlerdir.

Arabistan'da cahiliye örf ve adetlerinden uzak, yahudilik ve hristiyanlık hakkında bilgileri olan bir grup daha vardır ki, bunlar "Hanif' diye isimlendirilmektedir. Varasa b. Nevfel, Ubeydullah b. Cahş, Osman b. Huveyris, Zeyd b. Amr b. Nüfeyl, Kus b. Sâide belli başlı haniflerdendir.[79]

 

II. SİYASI HAYAT
 

1. İdare Şekli
 

Araplar, kabileler halinde yaşamakta ve her kabile ayrı bir ce­maat Özelliği taşımaktadır. Bundan dolayı Arabistan'da ve Hicaz'da müstakil bir hükümetten bahsetmek mümkün değil­dir.[80] Kabileler, şeyhler veya reisler tarafindan- idare edilmekte olup, reisler kabilenin büyüğü, malı ve çocuğu çok olan, nüfuzu fazla olanlar arasından seçilirdi.[81]

Bu dönemde reisler hakimiyeti ellerinde bulundurmakla be­raber emri altındakilere asla baskı yapmazlar, aksine kabilenin ileri gelenleriyle istişare ederlerdi. Reisler her sınıf halkla konu­şurlar, kendisine künyesiyle veya adıyla hitap ederlerdi.

Reis kabile fertleriyle asabiyet bağlarını koparmamak için onlara müşfik davranmaya çalışır. Reisler harp zamanında ordu kumandam, sulh zamanında hakem görevini yapardı.[82]

Hicaz bölgesindeki idare şekli hakkında daha çok Kusay b. Ki-lab'dan sonraki devre hakkında bilgiye sahibiz. Kusay tarafindan kurulan Darünnedve, Hac için gelenlere ikramda bulunmak üze­re Rifade müessesesi için vergi alınması kararlaştırıldı.

Darünnedve, halkın işlerinin görüldüğü bir müessesedir. Bu­raya yaşı kırk olanlar alınır. Ancak ehliyet ve liyakat sahibi olan­lardan yaşı küçük olanlar da girmekteydi. Nitekim Ebu Cehil 30 yaşında, Hâkim b. Hizam 20 yaşında Darünnedve'ye alınmışlar­dır.[83] Rifade, sikâye, hicabet, liva ve nedve gibi görevler Darün­nedve tarafından görülmektedir.

Darünnedve, reis başkanlığında toplanır. Nikah, düğün gibi sosyal hizmetlerin yanısıra orduların tanzimi ve komutanların tayini buradan yapılırdı. Hacıların su ihtiyaçları Sikaye müesse­sesi aracılığı ile Darünnedve tarafından yürütülürdü.[84] Kabe'nin bakıcılığı olan Hicabet, sancaklık vazifesi olan Liva, cezaların uy­gulanması olan Diyet, dış temsilcilik olan Sefaret, Darünnedve bünyesinde yürütülen görevler arasındadır.

Darünnedve'de bu hizmetler Kureyş tarafından 10 aileye mensup 10 kişi tarafından yürütülmektedir: Hâşim, Ümeyye, Mahzûm, Cumah, Sehm, Teym, Adiy, Esed, Nevfel, Zühre, kabile­lerinden katılan birer kişi "Onlar Meclisi"ni meydana getirmekte­dir.[85]

Bu dönemde davalara reisler veya kadılar bakardı. Ayrıca panayırlarda da önemli davalar halledilirdi. Bu dönemde davala­rın ispat yolları, Kıyafet ilmi (nesep ve iz bulma), Feraset ilmi (ko­nuşanın ses ve hareketlerinden sözünün doğruluğunu tesbit etme ilmi), Kasâme (elli kişinin bir cinayet konusunda katili bilmedik­lerine dair veya kendilerinin öldürmediklerine dair yemin etmele­ri), kura çekmek ve güvenilir bir şahidin ikrarından ibaret olup, davalar bunlardan biriyle çözüme bağlanırdı.[86] Bunların dışında kuşların uçuşu, gaibden haber almak ve kehânette bulunularak davaların halline çalışılırdı.

Hüküm verilirken kişinin makam ve mevkii dikkate almır, çoğu kez cezaların verilmesine engel teşkil ederdi. Bundan dolayı­dır ki Rasûlullah! "Sizden evelki kavimlerin helak olmalarının se­bebi şudur: Onların aralarında makam ve mevki sahibi kimseler­den biri hırsızlık yapınca hırsıza gereken ceza verilmeyip bırakı­lırdı. Makam ve mevki sahibi olmayan birisi hırsızlık yapınca he­men cezaya çarptırılırdı" buyurmaktadır.[87]

 

2. Harpler
 

îslâm Öncesi dönemde yahudi ve hristiyanlar arasındaki harpler ve ehl-i kitap -putperestler arasındaki çatışmalar, her grubun kendi dinini yayması ve o bölgede hakimiyetin sağlanması amacına matuftur. Güçlü olanın zayıfi ezmesi, kabileler arasında­ki harplerin devam etmesine sebep teşkil ediyordu. Hılfu'l-Fudûl adı verilen andlaşma bu noksanlığın telafisi için atılmış önemli adımlardandır.[88] Ayrıca Mekke'deki kabileler arasında meydana gelen Ficar harpleri ve Medine'deki Evs ve Hazrec kabileleri arasındaki Buâs harbi ve benzeri harpler kan gütme örfünden ve suçlunun tüm kabile tarafından korunması adetinden doğmuş­tur.[89] Çoğu harplerden önce andlaşma sağlanamayınca, bütün ka­bile fertlerinin kan dolusu bir kap içine ellerini sokup yemin etme­ye ve kanları yalamaya ahdettikleri de görülmektedir.[90]

islâm öncesi Arabistan'da kabilelerin hazır orduları olmadığı gibi, asker sayıları 3000'den fazla orduları da mevcut değildi. Or­duda harp malzemeleri olarak ok, mızrak, kılınç, at, kalkan, zırh, miğfer kullanılırdı.

Cahiliye döneminde kadınlar da harbe çıkarlardı. Cahiliye dönemi harplerinin bir devamı niteliği taşıyan Uhud harbinde de müşrik kadınların harbe katıldıklarını görüyoruz.[91]

Harbe sancak sağlanarak iştirak edilir, şâir ve hatiplerin ileri gelenleri vasıtasıyla harbe teşvik edilir ve er dilemek suretiyle harbe başlanırdı.[92] Bu dönemde harplere uzun süre devam edil­mezdi. Muhasara şeklinde olan harpler tasvip edilmezdi. Baskın yapmak ve kısa zamanda harbi neticelendirmek bu dönemin en bariz harp anlayışı idi.

Harplerde üniforma olmadığı için parola kullanılmaz, harple­rin sonunda ele geçirilen ganimetlerin 1/4'i mirba' adıyla reis tara­fından alınırken, ayrıca safiy ve hukm adıyla beğendiği herhangi bir şeyi alabilirdi. Reis harp öncesi ele geçirilen mal olan Neşîta ile taksimi mümkün olmayan eşya ve emval olan "Fudûl" ü de alır­dı.[93]

 

3. Muahede Ve Diplomasi
 

Her zamanda olduğu gibi cahiliye döneminde de çeşitli sebep­lerle andlaşmaîar yapılmıştır. Rasûlullah: "Cahiliye döneminde yapılan herhangi bir andlaşmayı İslâmiyet ancak pekiştirir" buyurarak[94] her zaman andlaşmaya taraftar olmuştur.

Bu dönemde yapılan en önemli andlaşmalardan birisi Hılful-Fudûl'dür. Mekke içerisinde mazlumun hakkım zâlimden almak ve zâlimi cezalandırmak üzere fikir birliğine varmış oldukları bi] andlaşmadır.

Arapların ayrıca ticaretle meşgul olmaları komşularıyla tica ri konuda andlaşmaîar yapmalarına'vesile olmuştur.[95]

Muahedelerin onaylanması, kan ve koku dolu bir kaba elin so kulması şeklinde olduğu gibi, müzakere etmek, tek taraflı kara] vermek, iki taraf arasında müzakere edilen şartların yazılı vesika haline getirilerek şahitler huzurunda okunmak suretiyle müm kün olmaktadır. Ayrıca bu devrin muahede özellikleri arasıncU kokular sürünmek, ateş yakmak, başın ön kısmından bir tutarr saç kesmek, tarafların kesilen tırnaklarım havuzun dibine göm mek, el sıkışmak dikkati çekmektedir.[96]

Cahiliye dönemindeki diplomasi (siyasi temsilcilik), kabile şefleri tarafından tek başına yürütüldüğü gibi, tayin edilen öze! görevliler tarafından da yürütülürdü. Müslüman olmadan evve! Hz. Ömer, Mekke Site devletinde Sefaret görevini yürütmüştü Rasûlullah'ı öldürmek için yola çıkışının sebebi Sefaretle görevi: olmasından kaynaklanmaktaydı. Hz. Ömer'in müslüman olma sından sonra bu göreve Amr b. el-As ve Abdullah b. Rebîa tayir edilmiştir.

Mekke idaresinde diplomasi reis başkanlığında bir heyet ta rafından da yürütülürdü. Nitekim Yemen idarecisi Seyf Zû Ye zen'i Abdülmuttalib başkanlığında Ümeyye b. Abdi Şems, Abdul lah b. Cüd'ân ve Hz. Ömer'in dedesi Riyah'dan müteşekkil bir he yetle ziyaret etmişler, hatta bir ay misafir edildikten sonra kralır hediyeleriyle Mekke'ye dönmüşlerdir.[97]


[1] Firûzâbâdî, el-Kâmûsu'l-MuhU,  III/308.

[2] İbn Manzur, Lisânü'l-Arab Xİ/363.

[3] Ebu'1-Bekâ, Külliyât, s. 390.

[4] M. Hamdi Yazır, Hak Dini Kur'an Dili, 11/770

[5] Hac, 22/17.

[6] el-Kurdubî, el-âmiu li Ahkâmi'l-Kur'ân, XII/23.

Doç. Dr. M. Ali Kapar, Bütün Yönleriyle Asr-ı Saadet’te İslam, Beyan Yayınları: 2/309-311.

[7] Hac, 22/30; Ankebût, 29/17,25.

[8] En'am,6/100.

[9] A'raf, 7/190.

[10] En'am, 6/136.

[11] En'am, 6/95.

[12] Ra'd, 13/14.

[13] A'raf, 7/37.

[14] Bakara, 2/90.

[15] Bakara, 2/160-61.

[16] Tevbe, 9/12.

[17] Bakara, 2/19

[18] Hac, 22/38.

[19] Nisa, 4/84, 89.

[20] Kâfırûn, 109/1-6.

[21] Tevbe, 9/113 vd.

[22] Sebe, 34/22, 27.

[23] İbn Mâce, Edâhî, 1.

[24] Neseî, Beyat, 17.

[25] İbn Hanbel, IV/14.

[26] Müslim, îman, 5.

[27] Müslim, Müsâkât, 71.

Doç. Dr. M. Ali Kapar, Bütün Yönleriyle Asr-ı Saadet’te İslam, Beyan Yayınları: 2/311-312.

[28] Hac, 22/17; Maide, 5/69.

[29] M. Hamdi Yazır, Hak Dini, V/3389-3390.

[30] Taberi, Tefsir, XVII/129.

[31] Şevkânî, Fethu'l-Kadîr, III/443.

[32] Hac, 22/17.

[33] Ebû Yûsuf, Kitâbü'l-Harac, s. 130.

Doç. Dr. M. Ali Kapar, Bütün Yönleriyle Asr-ı Saadet’te İslam, Beyan Yayınları: 2/313-314.

[34] Doç. Dr. M. Ali Kapar, Bütün Yönleriyle Asr-ı Saadet’te İslam, Beyan Yayınları: 2/315.

[35] İbnü'l-Kelbî, Kitâbü'l-Esnâm, Çev: Beyzâ Düşüngel, s. 29.

[36] Buhari, Menâkıb, 9; Müslim, Küsûf, 9, 10.

[37] Hasan İbrahim, Târîhu'Uîslâm, 1/69.

[38] İbnü'I-Kelbî, Kitâbü'l-Esnâm, s. 50.

[39] Hasan İbrahim, Târîhu'l-îdâm, 1/47, 71.

[40] İbnHişâm, 1/87.

[41] İbn Hişâm, 1/86.

[42] ibnHişâm; 1/81-91.

[43] İbnü'l-Kelbi, age., s. 26.

[44] Nuh, 17/23.

[45] İbnü'l-Kelbi, age., s. 43, 49.

[46] İbnü'l-Kelbi, age., s. 39.

[47] İbn Hişâm, 1/212; îbn Habib, Muhabber, s. 319.

[48] Bakara, 2/158.

[49] İbnü'l-Kelbi, age., s. 27.

[50] İbn Hişâm, 1/215.

[51] A'râf, 7/31,32.

[52] Müslim, Fİten 51.

[53] Yunus, 10/18; İbnü'1-Kelbi, age., s. 28, 40.

[54] İbnü'l-Kelbi, age., s. 66.

[55] İbn Mâce, Ezâhî, 1.

[56] Müslim, Siyam, 113.

[57] Buharı, Menâkıbü'l-Ensar, 26.

[58] İbn Hişâm, 1/160-161.

[59] İbn Hişâm, 1/160-161.

[60] İbnü'l-Kelbi, age., s. 40-46.

[61] îbn Hişâm, 1/160-161.

[62] İbnü'l-Kelbi, age., s. 44, 50

[63] İbn Hişâm, 1/205.

[64] İbnü'l-Kelbi, age., s. 44, 52.

[65] el-Mevdûdî, Ebu'1-Alâ, el-Mustalahâtü'l-Erbcafi'l-Kur'an, s. 16.

[66] İbnü'l-Kelbi, age., s. 80.

[67] Müslim, İman, 5.

[68] Doç. Dr. M. Ali Kapar, Bütün Yönleriyle Asr-ı Saadet’te İslam, Beyan Yayınları: 2/315-320.

[69] Nevâvi, Abdülhâlik, el-Alâkatü'l-Devliyye, s. 177.

[70] Afif Abdülfettah, Kur'an Açısından Yahudi, s. 22.

[71] Fr. Buhl, Muhammed, İ.A., VIII/455.

[72] İbn Hişâm, 1/44 vd.

[73] Taberi, Tarih, 11/252.

[74] îbn Hişâm, 1/143.

[75] îbn Kayyım el-Cevziyye, Zâdü'l-Meâd, 11/56.

[76] Saf, 61/6.

[77] İbnü'l-Cevzi, age., 1/101.

[78] İbn Hİşâm, 1/191-195.

[79] îbn Hişâm, 1/239-347.

Doç. Dr. M. Ali Kapar, Bütün Yönleriyle Asr-ı Saadet’te İslam, Beyan Yayınları: 2/320-321.

[80] M. Hamidullah, îslâm Peygamberi, 1/283.

[81] Hasan İbrahim, age., 1/52.

[82] Ya'kûbî, Tarih, 1/258.

[83] M. Hamidullah, İslâm Peygamberi, 11/124-124.

[84] İbn Sa'd, 1/70.

[85] Nedvî, es-Siretü'n-Nebeviyye, s. 98-99.

[86] Fahreddin Atar, İslâm Adliye Teşkilatı, s. 30.

[87] îbn Mâce, Hudûd, 6, Dârimî, Hudûd, 5.

Doç. Dr. M. Ali Kapar, Bütün Yönleriyle Asr-ı Saadet’te İslam, Beyan Yayınları: 2/322-323.

[88] İbn Hişâm, 1/140-142.

[89] İbn Sa'd, 1/126-128.

[90] Taberi, Tarih, 11/289-290.

[91] Belâzurî, Ensab, 1/312-313.

[92] İbn Hişâm, 11/277.

[93] Tâhiru'l-Mevlevî, Olgun, Müslümanlıkta İbadet Tarihi, s. 142.

Doç. Dr. M. Ali Kapar, Bütün Yönleriyle Asr-ı Saadet’te İslam, Beyan Yayınları: 2/323-324.

[94] Müslim, Fedâilü's-Sahâbe, 206.

[95] ibn Hişâm, 1/146-147.

[96] M. Hamidullah, Ulamda Devlet İdaresi, s. 47.

[97] M. Hamidullah, İslâm Peygamberi, 11/257.

Doç. Dr. M. Ali Kapar, Bütün Yönleriyle Asr-ı Saadet’te İslam, Beyan Yayınları: 2/324-325.