- Asr-ı saadette islama davet metodu

Adsense kodları


Asr-ı saadette islama davet metodu

Smf Seo Versiyon , -- Seo entegre sistem.

rray
hafız_32
Tue 5 October 2010, 11:47 am GMT +0200
ASR-I SAADETTE İSLAMA DAVET METODU


Doç.Dr.Ahmet Önkal
 

(Selçuk Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Öğretim Üyesi, Konya)

Ahmet Önkal 1952 Yılında Konya'da doğdu. İlk ve orta tahsilini Konya'da yaptı. 1974 senesinde Konya Yüksek İslâm Enstitüsünden mezun oldu. 1977 yılında Konya Yüksek İslâm Enstitüsü'nde İslâm Tarihi Asistanlığına başladı. 1855 yılında "Rasûlullch'ın İslâm'a Davet Metodu" adlı tezle Doktora derece­sini aldı. Bu çalışma, Türkiye Millî Kültür Vakfı tarafından "Jüri Özel Armağanı'nalayık görüldü. 1987 tarihinde İslâm Tarihi, İslâm Uygarlığı ve Kültürleri Anabilim Dalında "Doçent" unvanını kazandı ve doçentlik kadrosuna atandı. Halen S.Ü. İlahiyat Faküîtesi'nde İslâm Tarihi ve Sanatları Bölüm Başkan Yardımcısı olarak görev yapmakta olup arapça ve fransızca bilmektedir. [1]

 

GİRİŞ
 

Rasûlullah'm 23 senelik daveti boyunca başvui'duğu pek çok ve değişik metotları, çeşitli yönlerden incelemek mümkündür. Herşeyden önce biz, biraz sonra tafsilatım vereceğimiz gibi tarihî seyri içerisinde gelişen, ilerliyen Hz. Peygamberin davet hareke­tini, bizzat bir metodun uygulanışı olarak görmekteyiz.

Ayrıca insan fıtratında yer alan duygular, hisler ve özellikler vardır. Psikolojik unsurlar diye isimlendirebileceğimiz bu motif­lerin insan düşünce ve fikriyatına, inanç ve yaşayışına tesir ettiği bir gerçektir. Ve bu gün bu hususları detaylıca araştıran müstakil bir ilim dalı olarak psikoloji karşımıza çıkmıştır. Rasûlullah'm davetinde bu unsurların kullanıldığı, neticeye mutlaka müessir olduğu da inkar edilemez.

Diğer taraftan insan, bir cemiyet içerisinde yaşama,hemcins-leri ile haşır-neşir olma mecburiyetindedir; diğer insanlarla devamlı irtibat ve münasebet halindedir. Sosyoloji ilminin hudut­larına giren bu irtibat ve münasebetlerden davette azamî Ölçüde istifadeye de, Rasûlullah'm davet metotları arasında yer vermek gerekir.

Bu noktalardan hareketle biz, Rasûlullah Efendimizin davet metodunu, bölük-pörçük malumat ve dağınık bilgiler halinde sun­mak yerine, derli-toplu, şümullü ve toplayıcı üç ana bölümde ince­lemek istiyoruz:

A- Rasûlullah'm gayeye ulaşmak için takip ettiği merhaleler açısından davet metodu,

B- Psikolojik unsurları açısından Rasûlullah'm davet metodu ve

C- Sosyal müesseselerle irtibatı açısından Rasûlullah'm da­vet metodu. [2]

 

Birinci Bölüm


RASÛLULLAHIN, GAYEYE ULAŞMAK İÇİN TAKİP ETTİĞİ MERHALELER AÇISINDAN DAVET METODU


Hz. Peygamberin gayeye ulaşmak için takip ettiği merhalele­ri, dört ana madde halinde sıralayabiliriz:

1- Davete hazırlık,

2- Kadrolaşma,

3- Kitleleşme,

4- Devletleşme.[3]

 

1-DAVETE HAZIRLIK
 

Rasûlullah'm davetinde bu merhalenin, O'nun tâ doğumun­dan, hatta nesebi söz konusu edilecek olursa çok öncesinden başla­dığını ve hayatı boyunca devam ettiğim görürüz. Elbette O'nu bu davete hazırlayan ve devamlı O'na yön veren, bizzat Cenab-ı Hak idi. «Şüphesiz ki Allah, risaletini nereye vereceğini çok iyi bilen­dir.»[4] ve O, Rasûlünü kavminin şereflileri arasından özellikle in­tihap etmiştir.

Temiz bir nesepten gelen Hz. Peygamberin, doğumundan kısa bir müddet önce babasını kaybetmesi, hayatının ilk bir kaç senesini Kureyş'ten uzak bir çölde geçirmesi ve anne kucağına dönmesinden çok kısa bir müddet sonra ondan da uzak düşmesi, arkasından dedesine de hasret kalması, hep Rasûlullah'ı bu dave­te hazırlayan silsilenin bir düğümü, bir halkası kabul edilir.

Rasûlullah'ın peygamberliğinden Önce karşılaştığı bir takım güçlükleri, geçirdiği hayat tecrübelerini, Harbul-Ficar ve Hılfu'l-udûl'e katılmasını, insanlığın bu bekleyişine cevap verecek Hz. Peygamber'in ailevî, nefsî, iktisadî, harbî, siyasî, dinî, içtimaî ve harekete yönelik sahalarda hazır hale getirilmesi olarak kabul et­meliyiz.[5]

 

a) Ruhî Hazırlık
 

Bu açıdan Rasûlullah'm hayatına baktığımız ve O'nun davet için ruhî hazırlıklarını incelediğimiz zaman, peygamberliği önce­sinde cereyan eden bazı hadiselerde görüldüğü gibi, tâ doğumun­dan itibaren şirkin ve cahiliyenin her türlü pislik ve ahlaksızlıkla­rından korunmuş olduğunu görürüz.

Kavmi arasında ahlakı ve davranışları ile takdirler kazana­rak "el-Emin" vasfına layık görülmüş ve peygamberliğinden sonra da en azılı düşmanları tarafından bile zaman zaman O'nun doğru­luğu, yalan söylememesi, ahde vefası mecburen ikrar olunmuş, O'nu yalanlayıp duran Mekke müşrikleri, hicretine kadar ema­netlerini gözleri arkada kalmadan emniyetle bırakabilecekleri bi­risi olarak hep yine O'nu görmüşlerdir. Evet, bütün bunlar, ruhen davete hazırlanmasının çeşitli yönleridir.

Hz. Peygamberin davete ruhen hazırlanmasında uzletin ise, şüphesiz ayrı bir yeri var. 35'inden sonra gençlik ve olgunluk devrelerinin kaynaştığı yaşlarda Hz. Peygamber, insanlardan, cemiyetin her türlü kargaşaları ve dağdağalarından uzakta Hıra dağında bir mağarada kendini Allah'a veriyor;[6] O'nun varlığını ve birliğini, kulları üzerindeki nimetlerini düşünüyor. Sonra kullara bakıyor; onların isyanını, dalâletini, düştükleri ahlaksızlıkları ve rezillikleri, acı ve acıklı hallerini gözleri önüne getiriyor. Cenâb-ı Hakk'a karşı kulluklarını ve şükürlerini yerine getiremedikleri­nin acısıyla kıvranıyor ve yalnız başına Allah'a kulluk ediyor, O'na yöneliyor, O'na yalvarıyor, şükrünü ifa ediyor. Bu şekilde de­vam edegelen hazırlık, davet yükünü çekebilecek bir merhaleye geldiği anda hareket başlayacak ve davetçi tebliğe yönelecektir. Fakat bu noktada artık ruhî hazırlık tamam olmuş ve nihayete er­miş değildir. Davet boyunca hazırlık devam edecektir.

Ruhî hazırlığı sağlayan unsurlar olarak belirttiğimiz bu hu­susların yanında, hiç şüphe ve tartışma götürmez bir gerçektir ki, farz olan ibadetlerin dosdoğru, yerli yerince, zamanında, eksiksiz ve ihlasla ifası en başta gelen şarttır. [7]

 

b) İlmî Hazırlık

 

Diğer sahalarda olduğu gibi her şeyden önce Rasûlullah'ı ilmen de davete hazırlayan bizzat Cenâb-ı Hak idi ve O, O'na Kur'ân'ı, ahkamını ve bilmediklerim Öğretiyordu: «Allah, sana kitabı ve hikmeti indirdi ve (evvelce) bilmediklerini sana öğretti. Allah'ın senin üzerindeki lütf-u inayeti çok büyüktür.»[8]

Gençlik devresinde başladığı ticarî faaliyetleri, O'na Arap Yanmadası'nda ve komşu devletlerde bulunan çeşitli kabileleri ve insan topluluklarını görme ve tanıma imkanı vermiş[9] her tip­ten insan ile yüzyüze gelen ve onlarla münasebetler kuran Hz. Muhammed, bu gördüğü cemiyetlerin sosyal ve idarî yapıları, dinî durumları, fikir ve inanışları hakkında bilgi sahibi olmuş, insan psikolojisi üzerinde bir hayli tecrübeler kazanmıştı.[10] Elbette, hiç­bir zaman O'nun bu tacrübe ve bilgilerine dayanarak kavmini ve insanlığı ıslaha teşebbüs ettiği söylenemez. Dinde aslolan, vahiy­dir.

Rasûlünü böylece gerekli hususlarda aydınlatan ve bilgi sahi­bi kılan Cenab-ı Hak, ayrıca O'nu ilmî hazırlığa teşvik etmekte ve buyurmaktadır: «De ki (ey Habibim): "Rabbim, benim ilmimi ar­tır."»[11] Hz. Peygamber de bu emre uyarak dua etmektedir.[12]

 

c) Maddi Hazırlık
 

Hz. Peygamber gününde de davette bir merkeze ihtiyaç vardı ve O, Mekke'de Dâru'l-Erkam'ı, Medine'ye hicretten sonra da Mescid'ini diğer faaliyetlerin icrası yamnda bu iş için tahsis etmiş­ti;[13] İslâmî eğitim-öğretim çalışmaları ve evi-barkı olmayan kimse­siz ashabın pansiyon problemini halletmek üzere Mescidin he­men bitişiğinde Suffa'yı inşa etme ihtiyacım duymuştu.[14]

Umumiyetle O, devlet planında islâm davetini ilgilendiren, çeşitli yerlere çeşitli maksatlarla seriyyeler göndermek veya bir gazveye çakmak gibi durumlarda askeri birliğin her türlü ikmali­ni, at, deve gibi binit; ok, yay, mızrak, kılıç, zırh, kalkan gibi silah alet ve edevatını; yiyecek ve yedek malzeme gibi mühimmatını ashabına havale ediyor, kendi imkanları çerçevesinde ihtiyaçları­nı karşılayamıyanlar için islâm'ın müntesiplerine verdiği infak ruhunu harekete geçirerek maddi imkanları hazırlıyordu. [15]

 

2- KADROLAŞMA
 

a) Aile Efradına Tebliğ
 

Davasını tebliğe başlayan davetçinin yapacağı ilk iş sunulan-mesajlar etrafında sımsıkı kenetlenerek, düşünce ve idealine samimiyetle bağlanarak müdafaası ve neşri uğrunda her türlü fedakarlığa katlanacak elemanlar, fertler yetiştirmek yani bir kadro oluşturmak, kadrolaşmayı sağlamaktır.

Hz. Peygamber (s.a.v.) bunu çok iyi biliyordu. Zevcesi Hz. Hatice'ye kendisine vahyin ilk gelişini anlatırken, henüz "inzar" emri verilmemişken bile sadık eşinden kendisini tasdik etmesini bekliyordu. Hz. Hatice de tereddüt etmeden derhal O'na iman etti; üstelik teskin ve tesellide bulundu. Hayatı boyunca islâm'a davet kadrosunun ilk neferi olarak devamlı zevcim destekledi, şevk ve azmini artırdı; O'nun hayatında ebediyyen unutamıyacağı müs­takil ve müstesna yere gerçekten layık olduğunu ispatladı.[16]

Hz. Hatice'den başka Hz. Muhammed (s.a.v.) ailesinde küçük Ali ve azadlı köle ve oğulluk Zeyd b. Harise vardı. Bunlar da daha ilk anlarda kadroda yerlerini aldılar; Hz. Hatice'den sonra ilk iman edenler onlardı.[17]

Rasûlullah'm en büyük kızı Hz. Zeyneb, O, ilk vahyi aldığı zaman, ancak hicretten bir kaç yıl sonra müslüman olan Ebu'l-As b. er-Rabi ile evli idi ve ilk müslüman olanlar arasında kaynakla­rımızın tasrih etmemesine rağmen babasının davetine icabette tereddüt etmeyenler arasında sayılmalıdır. Amcası Ebu Leheb'in oğlu Utbe ile nikahlı Rukayye ile yine Ebu Leheb'in oğlu Uteybe ile nikahlı Ümmü Külsûm, Ibn Sa'd'ın beyanına göre anneleri Hatice

iman ettiği zaman iman etmişler ve diğer kızkardeşleri ile beraber Rasûlullah'a biat etmişlerdi.[18] Buradan, Hz. Zeyneb'in de ilk iman ve biat edenler arasında olduğunu çıkarmamız mümkün değil mi­dir? Rasûlullah'm hakemlik yaptığı Kabe tamiri senesinde doğan Hz. Fatıma ise, henüz o zaman beş yaşında bulunuyordu.[19] Hadi­seleri değerlendirecek bir yaşa geldiği anda kadronun ve muha­tapların ilk halkasından olarak Hz. Peygamber'in ona da davette bulunduğu ve müspet netice aldığından şüphemiz olmamalıdır. [20]

 

b) Güvenilen Şahıslara Tebliğ
 

Rasûlullah (s.a.v.) Efendimizin davete başlayışından itibaren geçen üç sene, bu merhalenin uygulanışıdır; gizli davet devresidir. Bu merhalede Hz. Peygamber ve O'na inananlar gizlice ibadet edi­yor, namaz kılıyor ve davet çalışmalarını gizlice sürdürüyorlardı. Davet sadece kendisine güvenilen, teklifi kabul etmese bile sır telakki ederek saklamasını bilen kimselere ve islâm'ı kabul için istidadı olduğuna inanılan, cahiliyenin bid'at ve sapıklıklarından tiksinerek doğru yolu arayış içerisinde olan Hakk'a meyyal kişile­re sunuluyordu.[21] Mesela ilk iman edenler arasında yer alan Hz. Ebubekir ve Osman, daha önceden Rasûlullah'm arkadaşları idi­ler.[22] Peygamberliğin ilk günlerinde amcası oğlu Muhammedi ve yengesi Hatice'yi namaz kılarken gören küçük Ali (r.a.) alışık ol­madığı bu ibadetin mahiyetini sormuş, Hz. Peygamber O'nu islâm'a davet ettiği zaman da babasıyla istişare talebinde bulun­muştu. Fakat gizliliğe tam riayet şarttı ve Rasûlullah, kendisini iman etmemekle beraber hayatı boyunca koruyan ve canı kadar seven amcası Ebu Talibe bile meselenin açılmasından hoşlanma­dı; amcası oğlundan kabul etmezse de mes'eleyi hiç kimseye söyle­memesini istedi.[23] islâm'ın neşrinde büyük gayret ve fedakarlık­ları olan Hz. Ebubekir, kendisine güvendiği ve arkadaşlığı olan kimselere tebliğde Rasûlullah'a yardımcı oluyordu.[24] Kendisinin,

dördüncü iman eden olduğunu söyleyen Benû Gıfar'dan Ebu Zer, cahiliyye pisliklerinden uzak kalmış, hidayet yolunu arayan biri­siydi,[25] Amr b. Abese, putlardan ve insanların dalaletinden hep uzak kalmıştı.[26]

 

c- Dârul-Erkam'dan İdare Edilen Faaliyet

 

Henüz yeni müslüman olmuş kadro elemanlarının iman ve ibadet esaslarını talim edecekleri, Rasûlleri'nden bizzat tatbikatı­nı görerek zihinlerine ve gönüllerine yerleştirecekleri, diğer dava arkadaşlarıyla görüşüp mefkurelerinin neşri için elbirliği edip ça­lışıp çabalayacakları bir yer olarak Hz. Peygamber, Mekke'de Dâru'l-Erkam'ı seçti, ilk inananlardan el-Erkam b. Ebi'l-Er-kam'm evi... Bugün hâlâ mevcut bulunan bu ev Kabe'ye çok yakın Safa tepesi civarında bulunuyordu; hacca ve umreye gelen yaban­cıların her an için uğrayabilecekleri merkezi bir yerde idi.[27] Ayrıca Kureyş'in Kabe civarındaki toplantı yerlerini ve Mekke Site-Dev-leti'nin hükümet binası veya millet meclisi binasını teşkil eden Dâru'n-Nedve'yi kontrol altında bulundurabilecek, müşrikleri her an gözetlemeye müsait hakim bir noktada bulunuyordu. Şüp­hesiz bu stratejik ehemmiyet ve evin mühtedilerin tamamını içine alabilecek şekildeki hacmi, Hz. Peygamberin orayı seçmesinde müessir olmuştur.

Acaba Rasûlullah (s.a.v.) nübüvvetin kaçıncı senesinde Dâru'l-Ekram'ı daveti için mei'kez kabul etmiş ve ne zamana kadar orada kalmıştı? Kaynaklarımız bu hususta kesin bilgi ver­miyor. Günümüzün kıymetli siyer âlimi Muhammed Hamidullah: «Mekke'lüerin müslümanlara ve Rasûlullah'ın bizzat kendisine zulümleri iyice artınca Peygamberimiz evini terkederek el-Er-kam'ın evine sığınmak mecburiyetinde kaldı. Rasûlullah'ın bun­dan gayesi, zulümden kurtulmak değil; dini daha rahat yayma im­kanını bulmak idi. Bu inziva bir kaç yıl devam etti.» der.[28] Buna göre Rasûlullah'ın alenî davetten sonra Dâru'l-Erkam'a sığındığı kabul edilecektir. Zira müslümanlara ve bizzat Hz. Peygambere işkencelerin artırılması davetin izharından sonradır, islâm Ansiklopedisine Erkam maddesini yazan Reckendorf da kesin ko­nuşmamakla birlikte bu görüşü benimser: «Omar'm ihtidasından biraz sonra Peygamber al-Arkam'ın evini bırakmıştır. Orada ne zaman ve ne kadar kaldığı kafi olarak malum değildir. Fakat 615-617 seneleri arasında kalmış olması muhtemeldir.»[29] Arnold, bize Dâru'l-Erkam'a giriş tarihini verir: «Hz. Muhammed, risaletinin dördüncü senesi kendi ikametgahından çıkıp ilk iman edenlerden el-Erkam'ın evinde oturmaya başladı.»[30]

Ashab-ı kiramdan Ammar b. Yasir ile Suheyb b. Sinan cr-Ru-mi'nin ilk iman edenlerden olduklarını biliyoruz.[31] el-Belazurî'nin imanlarını ilk izhar edenlerin Ebubekir, Bilal, Habbab, Suheyb ve Ammar olduğunu nakletmesi,[32] onların alenî davetten önce müs­lüman olduklarına delalet eder. îbn Sa'd'm nakline göre ise Am­mar b. Yasir ve Suheyb, Dâru'l-Erkam'da müslüman olmuşlardır: Ammar b. Yasir diyor ki: "Dârul-Erkam'm kapısında RasûlulLıh orada iken Suheyb b. Sinan'la karşılaştım ve sordum: "Ne arıyor­sun?" Cevabı aynı soru oldu: "Sen ne anyorsun?"Bunun üzerine: "Muhammed'in yanma girip sözünü bir dinlemek istiyorum" de­dim. Suheyb de aynı şey için geldiğim belirtince beraberce Rasûlullah'm huzuruna girdik. O, bize islâm'ı arzetti ve biz müs­lüman olduk. Sonra akşam oluncaya kadar orada kaldık. Akşam olunca gizlice oradan ayrıldık.»[33] Bütün bu bilgilerden Hz. Pey-gamber'in nübüvvetinin dördüncü senesinden önce de Dârul-Er­kam'dan islâm'a davet faaliyetini idare ettiğini çıkaramaz mıyız?

Dâru'l-Erkam'dan bu şekilde gizlice kadrosunu oluşturmak üzere islâm'a davet faaliyetini yürüten Hz. Peygamberin bu mer­halesi şüphesiz İslâm'ın neşrinde büyük ehemmiyeti ve değeri olan bir merhaledir; burada yapılan çalışmalar, islâm'ın cihan ha­kimiyetini sağlamak üzere atılan adımları perçinleyen kıymetli çalışmalardır. Mekke'de islâm'ın yayılmasında ve İslâm'ın kitle­ye mal edilmesinde Dâru'l-Erkam'ın gerçekten rolü olmuş, kibar-ı sahabeden pek çoğu, burada müslümanlığı kabul etmiştir.

îslâm'm neşrinde bir dönüm noktası ve atılını başlangıcı telakki-siyle müslünıaniardan pek çoğu, islâm'a giriş tarihlerini Dâru'l-Erkam'dan faaliyetin yürütüldüğü günlerden itibaren hesaplaya­rak tespit etmişlerdir.[34]

Dâru'l-Erkam'da müslümanlara yönelik olarak yapılan çalış­ma, tslâm dairesine girenlere tam bir İslâmî anlayış ve ruh kazan­dırarak onları davaya sadık birer eleman, kadronun fedakar birer ferdi haline getirme, davetin neşri için çaba gösterecek birer da-vetçi olarak yetiştirme olarak kabul edilmelidir. Hz. Peygam­berin İslâm'a davetinde metot olarak davetçiler yetiştirmesi ve çevreye davetçiler göndermesi, mühim bir unsurdur. Dârul-Er-kam'dan yetişen muvaffak davetçi Mus'ab b. Umeyr'in I. Akabe Biatı'ndan sonra Medine'de yaptığı fevkalâde faaliyet ve İslâm Devleti'ne Medine'yi hazırlaması nazar-ı itibara alınırsa davetçi-lerin davetteki fonksiyonu ve davetçiler yetiştirmenin Önemi anlaşılmış olur. İşte Hz. Peygamber, hicretten sonra Mescid'de ve Suffa'da yaptığı bu faaliyeti, hicretten önce Dâru'l-Erkam'dan yürütüyor, davasına sadık davetçiler yetiştiriyor, kadrosunu oluşturuyordu.[35] Zira O, biliyordu ki, davetin temel merhalelerin­den ilki, kadrolaşmadır.[36]

 

3- KÎTLELEŞME
 

Rasûlullah (s.a.v.) Efendimiz, davetinin ilk senelerinde kad­rolaşma çalışmalarının yanında kitleye yönelmiş, İslâm'ın emret­tiği cemaat ve ümmeti ortaya koymak üzere faaliyet göstermiştir. Şüphesiz O'nun kitleleşme faaliyetinin en belirgin safhası, daveti izhar ile, aleni tebliğ ile başlar, çevredeki Arap kabilelerine dave­tin sunulması, bu çalışmanın devamıdır; Medinelilerin müslü-man olmaları, kitleleşmeyi tahakkuk ettirmiş, hicretten sonra Hz. Peygamber, Medine civarındaki kabileleri islâm'a davetle ve onlarla anlaşmalar yaparak bu faaliyetini sürdürmüştür. Şimdi bunlara kısaca temas edelim: [37]

 

a) Aleni Davet
 

Peygamberimiz, üç sene süren gizli davetten sonra Cenâb-ı Hak'tan aldığı «En yakın arkabalannı inzâr et»[38] ve «Emrolun-duğu şeyi izhar ve ilan et»[39] emirleri üzerine davetini izhar etti. Bu müddet içerisinde sayıları yüzü geçmemekle beraber Allah ve Rasûlünü nefislerinden bile çok seven, bağlandıkları din ve ideal uğrunda her şeylerini, hatta nefislerini bile fedada asla tereddüt göstermeyen bir kadro teşekkül etmişti. Müşriklerin eza ve cefa­ları, zulüm ve baskıları bunların davaya sebat ve bağlılıklarını artn'maktan başka bir şey gösteremeyecek, muhite azim ve sabır, fedakarlık ve çilekeşlik numunesi veren Örnek insanları tanıt­maktan başka bir şeye yaramıyacaktı. Bu sebeple artık gizli faali­yet, ilan edilebilir, hücre elemanları varlıklarını haykmp hakkı anons edebilirlerdi. Hz. Peygamber ilan emrini aldı; en yakın ak­raba inzar olunacaktı.

Yakınlar ve akrabalar, davet için büyük bir destek olma gücü­ne de sahiptir, korkunç bir engel olma tehlikesine de... Bütün bu sebeplerle davet, izhar olunurken ilan edilirken Ön planda yakın akrabalar tutulmalıydı. Hz. Peygamber de böyle yaptı. Cenâb-ı Hak'tan aldığı emirle hısımlardan otuz veya kırkbeş kadarını ver­diği bir ziyafetle evinde toplandı ve onlara inzâr ve tebşirde bulun­du.[40] O, konuşmasını bitirir bitirmez Ebu Leheb'in itiraz ve tasal­lutu ile karşı karşıya kaldı ve önceden iman etmiş, küçük Ali'den başka kendisine yardımcı olacağını söyleyen çıkmadı.[41] Fakat O, bilahare her fırsatta tekrarlayacağı yakın akrabasını davet göre­vini ifa etmiş, Cenâb-ı Hakk'a karşı sorumluluğunu yerine getir­mişti.

Şimdi sıra uzak akrabalarda idi; davet dairesi biraz daha ge­nişleyince onlar, muhatap oluyorlardı. Rasûlullah'm uzak akra­baları, dışarıdan gelip yerleşmiş, anlaşmalı olarak bulunan bir grup hariç tutulursa hemen hemen bütün Mekke halkım teşkil ediyor, O'nun bütün Mekke'lilerle soyca akrabalığı bulunuyor­du.[42]

 

b- Kabileleri Davet
 

Hz. Peygamber (s.a.v.) alenî davet emrini aldığı andan itiba­ren Mekke'de kaldığı on sene içerisinde bu imkandan istifade etti ve fırsatları değerlendirdi; on sene devamla durmadan, dinlenme­den, yılmadan, ümidini kaybetmeden Mekke'ye gelen hacılara, mutemirlere, tacir veya misafirlere İslâm'ı anlattı, Rur'ân oku­du.[43]

Kabilelerin kaldıkları yerlere giderken çoğu zaman nesep ilmine vakıf sadık arkadaşa Ebubekir, bazan Hz. Ali bazan da Rasûlullah'm talebiyle henüz iman etmemiş olmasına rağmen ka­bilelerin yerlerini göstermek üzere amcası Abbas, O'na refakat ediyordu.[44]

Rasûlullah'm bu kitleleşme faaliyetleri esnasında çeşitli kabilelerden değişik insanlar nezdinde gördüğü alaka muhtelif oluyordu: Kaba, kibar, kaçamaklı, alaylı; fakat daima menfi... O ise, birbirini takip eden muvaffakıyyet sizlikler e rağmen büyük bir sebatla gayretlerine devam ediyor, her fırsatta davetini tek­rarlıyordu.[45] Ö'nun azmine, şevkine muhatapları ve düşmanları bile şaşırıyor ve bazıları: «Senin bizden ümidi kesme vaktin gel­medi mi?» diyorlardı.[46]

Kavmi, kabilesi arasında yaptığı çalışmalar, tecrübeler, O'na Mekke'lilerin islâm davasının cemaati olamıyacaklanm ifade et­tiği zaman O, karşılaştığı diğer kabile mensuplarına: «İçinizden beni kavmine götürüp himaye edecek biri yok mu? Kureyş, Rabbi-min kelamım tebliğime engel oluyor!»[47] diyerek İslâm'ı kabullene­cek bir efkâr-ı umumiye aramıştı. Gelenler içerisinde bu cesaret ve imam gösteren birisi çıkmayıp, nübüvvetinin onuncu senesin­de arka arkaya himayekân Ebu Talib ve en büyük desteği zevcesi Hatice'yi de kaybedince[48] mahzun Peygamber, bizzat kendisi ya­nma azadlı kölesi Zeyd b. Harise'yi de alarak islâm'ın neşri için ye­ni bir zemin olur, Islâmî bir kitle belki teşekkül ettirilir düşünce­siyle Taife gitti. Fakat heyhat!.. Taifliler, îslâm cemaatını oluş­turma şuurundan çok çok uzakta ve her türlü nezaket kaideleri­nin de dışında idiler. Allah Rasûlünü ayakları kan revan, canını Taif çıkışında azılı birer müşrik Utbe ve Şeybe b. Rabia'nın bağına atma zorunda bıraktılar.[49]

 

c) Medinelilerin Müslüman Olmaları Ve Biatlar
 


Tarihî seyrini ve hadisenin cerayan ediş şeklim siyer kaynak­larımızın detaylıca verdiği bisetin 11. senesinde vuku bulan: Medine'de meskun Hazrec kabilesinden altı kişinin müslüman ol­ması, münferid ihtidaların dışında islâm'ın geniş bir kitlede ka­bul görmesini sağlayan mes'ud bir hadise oldu. Rasûl-ü Ek: em, bir ümit ışığı olarak parlayan bu zemine inananlarıyla beraber gi­dip yepyeni bir devlet nizamını sergileme niyetindeydi.

Hazrec'li davetçilerin gayretiyle islâm, Medine'de bir hayli yayılmıştı. Fakat tabanın ekseriyetini henüz teşkil etmediği için bu kadarıyla kitleleşme çalışması, bir ileri merhaleye geçiş için ki­fayetli değildi. Müslüman olanların tam bir Islâmî şuurla davaya bağlanmaları, islâm'ın prensiplerini çok iyi öğrenmeleri gereki­yordu; bir de oyların çoğunu teşkil edecek kamunun islâm lehine oluşturulması lüzumluydu, işte bu faaliyetleri yürütmek üzere bu Biattan sonra Hz. Peygamber, muvaffak islâm davetçisi Mus'ab b.Umeyr'i Medine'ye gönderdi.

Hz. Mus'ab'm bir sene müddetle Medine'de yaptığı çalışma, o kadar iyi netice vermişti ki bir sene sonra, nübüvvetin 13. senesin­de o, Rasûlullah'ın yanma döndüğü zaman beraberinde 75 Medi-ne'li müslüman bulunuyor ve bunlar «ikinci Akabe Biatı»nda «kendi malları ve canları gibi Rasûlullah'ı ve ashabım koruyacak­larına» söz veriyorlar, and içiyorlardı.[50]

 

d) Hicretten Sonraki Kitleleşme Faaliyetleri
 

Hz. Peygamber, Medine'ye hicretinden sonra zaten manen bu anlayışa sahip ashabını, Ensâr ve Muhacirini, vaktiyle Mekke'de muhacirler arasında yaptığı gibi, bir araya getirdi ve şeklen de bir ensârî ile bir muhaciri kardeş ilan etti; kitlesini, bir binanın birbi­riyle içice tuğlaları gibi birbirine bağladı. Bu sözde ve formalitede kalan bir kardeşlik değildi; aynı ailenin fertleri gibi kaynaşan bu Örnek insanlar —miras ayetleri nazil oluncaya kadar—, birbirle­rine vâris bile oluyorlardı.[51]

içte kitle arasında bu sağlandıktan sonra Medine çevresinde­ki Arap kabileleri ile görüşüp konuşmak, onların yeni islâm Dev-leti'ne karşı durum ve tavırlarını tespit etmek ve kitleyi genişlet­mek gerekiyordu. Bu maksatla Peygamber Efendimiz, bu kabile­lerle temas sağlayarak bir takım girişimlerde bulundu ve bir kıs­mıyla dostluk andlaşmaları imzalandı, islâm devleti'nin varlığını kabul eden bir kabileler, böylece islâm'ın kitlesi olmaya hazırlan­dılar. [52]

 

e) Davette Kur'ân-I Kerim
 

islâm'ın intişarında, davetin fertler tarafından kabulünde îslâmî bir kadronun oluşturulması ve kitlelerin gerçekleştirilme­sinde Kur'ân'm gerçekten müstesna bir yeri, mühim fonksiyonu vardır.

Şu halde islâm'a ve Allah'a davette ondan istifade etmek, ona göre harekette bulunmak, onunla faaliyeti yürütmek, mutlaka gereklidir. Nitekim Cenâb-ı Hak, Rasûlüne davetinde Kur'ân'a sımsıkı sarılmasını, onunla hareket etmesini açıkça emreder: «Binaenaleyh sen, sana uahyolunan (Kur'ân) a kuvvetle sarıl»[53]

Rasûlullah, geceleri evinde Kur'ân okurdu; çoluk-çocuk, ka­dınlar ve erkekler merakla gider, 0'n.u dinlerlerdi. Azılı müşrikle­rin Ödü kopuyordu, bu insanların iman edivermelerinden. Ve Kur'ân'ı dinlemelerini yasak ettiler onlara. Ama bizzat kendileri, Kur'ân'm cazibesinden kurtulamıyor ve kimseye sezdirmeden, gizlice Muhammed'in evine gitmeye zorluyordu bir his onları. Dö­nerken yolda birbirleriyle karşılaşan elebaşıları söz veriyorlardı bir daha gelmemeye. Fakat yine bir güç çekiyordu onları ve hadise üç defa tekrar ediyordu.[54]

Rasûlullah, kendisine sorulan sorulara, yapılan tekliflere ço­ğu zaman kendinden hiçbir şey katmaksızın birkaç ayet okumak­la karşılık verirdi. [55]

 

4- DEVLETLEŞME
 

İslâm'ın ilk davetçisi Hz. Peygamber, tebliğ ettiği esaslar üze­rine devleti tesis edebileceği bir kitle teşekkül ettirdiği zaman in­sanlar arasında huzur ve saadeti temin gayesinde olan islâm'ın ve cemiyetin devlete olan ihtiyacını çok iyi takdir ederek devletleşme merhalesini uygulama planına koyuyor, bunun için gerekli her türlü vesileye tevessül ediyordu. [56]

 

A) Akabe Biatları Ve Hicret

 

Medine'lilerden bir grubun nübüvvetin 11. senesinde islâm'la müşerref olmaları, birer sene ara ile Mekke'de Akabe demlen mevkide I. ve II Akabe Biatlannın akdi,[57] islâm Devleti'ne açılan kapı oluyor, islâm Devleti'nin temelleri atılıyordu.

Rasûlü Ekrem, böylece tahakkuk eden devletleşme merhale­sinin ilk adımı olarak ashabına hicret izni verdi. Bir müddet sonra kendisine de Isrâ sûresi'nin 80. ayeti ile hicret izni veriliyordu. [58]

 

B) Mescid Ve Ezan
 

Rasûlullah (s.a.v.) Efendimizin hicretle getirdiği islâm Devle­ti tide halifeleri zamanında hususuyle hükümet işlerinin yürütül­düğü müstakil binalar yapılıncaya kadar devlete ait her türlü işin takip ve idare olunduğu yer, Mescid idi.[59]

Bütün bir yeryüzü islâm ümmetine ibadete elverişli temiz mahal kabul edildiği halde başka bir takım fayda mülahazaları yanında yeni kurulan devletin işlerini idare açısından Hz. Pey­gamberin Medine'de ilk iş olarak Mescid'i inşası,[60] O'nun devleti teşekkülde planlı hareketinin en büyük belgesi sayılmalıdır.

Bu önemli merkeze, namaz vakitlerini ilan ederek inananla­rın toplanmalarını sağlayan ezan ise islâm'ın şiarıdır; islâm Dev-leti'nin varlığını, islâm hakimiyetini gösteren bir belgedir. Bu se­beple ancak Rasûlullah Medine'ye yerleşip, etrafında Muhacirin ve Ensâr toplandıkları, islâm kuvvet bulduğu zaman meşru kılın­mıştır.[61] Bu sebeple Hz. Peygamber, askeriyle bir yere gittiği za­man acele etmeyip beklemiş, ezan sesi duyduğu zaman baskın yapmamış ezan duyulmadığı zaman askerine hareket emri ver­miştir ve gönderdiği birliklere de bu hususa riayeti emretmiştir.[62]

 

C) Hudut Tespiti Ve Nüfus Sayımı
 

Devletin vatana olan ihtiyacım biliyoruz. Bir toprak parçası üzerinde kurulan devletin, arazisini koruyabilmesi, çevresindeki dost veya düşman milletlerle kendi topraklarına tecavüze göz yummaksızm ilişkiler kurabilmesi için hudutların tespit edilme­sine ve sınırların çizilmesine ihtiyaç vardır.

Ayrıca bu hudutlar içinde yaşayan tebeanın sayısının, dolayı­sıyla devletin güç ve kuvvetinin bilinmesi, yapılması gerekli zaru­ri bir iştir.

Hz. Peygamber, bu gerçek ve zaruretlerden hareket ederek hicretinden bir kaç ay sonra Medine'yi harem bölge (dokunulmaz bölge) ilan etti ve kendisinin işaret ettiği tepelere ashaptan Ka'b b. Maliki göndererek islâm Devleti'nin o günkü hudutlarına işaret etmek üzere duvarlar, sınır taşları inşa ettirdi.[63] Bir de nüfus

sayımı yaptırarak mevcut ashabın isimlerini bir sahifeye (kütü­ğe) kaydettirdi.[64]

 

D) Anayasa Ve Andlaşmalar
 

Tespit edilen hudutlar içerisinde, yapılan nüfus sayımı neti­cesinde mevcudiyeti anlaşılan 1500 islâm hanesi dışında henüz hicretin birinci yılında îslâmiyeti kabul etmemiş müşrik Araplar ile üç kabile halinde yahudiler bulunuyordu.

Hz. Peygamber, henüz hicretin birinci senesi dolmadan Muhacirin ve Ensar'm, Ensar ile anlaşmalı olan müşrik Arap ka­bilelerinin ve yahudilerin ileri gelenlerini, temsilcilerini Hz. Enesin evinde topladı ve Anayasa diyebileceğimiz metni yazdır­dı.[65]

Kısa müddet içerisinde Devletini sağlam temeller üzerine oturtan Hz. Peygamber, bu maksada bağlı olarak, ayrıca daha Önce de belirtiğimiz gibi bir yandan da kitleleşme faaliyetlerinin devamı olarak çevreyi tanımak üzere küçük silahlı birlikler çıkar­dı. Herhangi bir çatışma ve çarpışmaya girmelerine izin verilme­yen bu erler, etrafı ve ticaret yollarını kolaçan ediyorlar, kabilele­rin durumu hakkında istihbaratta bulunup Rasûlullah'a dönü­yorlardı.[66] Bu şekilde görevlendirilmiş üç seriyyeden sonra hicre­tin ikinci yılı başında Hz. Peygamber, birliklerinin başında bizzat kendisi de çıktı. O'nun bu gazvelerinde komşu kabilelerle irtibata geçerek iyi münasebet sözleşmeleri ve sulh andlaşmaları imzala­dığını görüyoruz. Kendileriyle ilk münasebetlerin kurulduğu ve andlaşmalar aktedildiği kabileler arasında Benu Mudlic, Benu Damre ve Benu Cuheyne'yi saymamız mümkündür.[67]

 

E) Cihad Ve Gazveler
 

Rasûlullah'm İslâm'a davet hareketinde devletleşme merha­lesinin en mühim meselesi, şüphesiz cihad konusu ile Hz. Pey­gamberin gazveleri ve seriyyeleridir. islâm'ın cihada verdiği fev­kalade ehemmiyet yanında, İslâm'ı tenkit gayesiyle hareket eden­lerin İslâm davetinin neşrinde cihad ve gazveler ile daha sonraki devirlerde fütuhat hareketlerinin icra ettikleri tesir sebebiyle İslâm'ın baskı ve zorlamalarla, kılıç vasıtasıyla yayıldığı iddia ve ithamları, islâm literatürüne cihadla ilgili zengin ve bol kaynak­ların kazandırılmasına vesile olmuştur.

Hz. Peygamberin, on senelik Medine hayatı boyunca bizzat kendisinin katıldığı 27 gazve ile çeşitli yerlere ashabından birinin komutasında gönderdiği 60 kadar seriyyede,[68] Muhammed Hami-dullah'm tezi kabul edilecek olursa, sadece 150 kişinin maktul düştüğünü görmemiz, gerçekten heyecan vericidir.[69]

Rasûlullah'm muharebe esnasında çatışmaya katılmayan yaşlıların, kadınların ve çocukların öldürülmesini yasaklayan, aşırı gidilmemesi, zulüm ve işkencede bulunulmaması, gözleri oyarak, kulak, burun vesair uzuvları keserek müsle yapılmaması hususundaki emirleri de[70] şüphesiz hayranlık vericidir. [71]

 

F) Hudeybiye Musâlehası Ve Diplomatik Davet
 


Rasûlullah'ın İslâm'a davet hareketinde, hicretin altıncı se­nesinde imzalanan Hudeybiye Musâlehası, bir dönüm noktası teşkil etmektedir. Diyebiliriz ki bu Muahede, o anda ashaptan umreye katılanlarca şarttan çok çok ağır, hatta zillet telakki edi­lerek itirazlara yol açmasına rağmen[72] islâm'ın o ana kadar ka­zandığı en büyük muzafferiyyet olmuş, dönüşte Mekke ile Medine arasında nazil olan[73] el-Feth sûresinde Cenâb-ı Hakkın buyurdu­ğu gibi "feth-i mübin"[74] teşkil etmiştir.

Her şeyden Önce devletleşme açısından, o zamana kadar İslâm'ın ve islâm Devleti'nin varlığını asla kabul edemiyen, haz-medemiyen, Arap Yarımadası içerisinde islâm'ın en amansız düş­manı, müşrik Arapların dinî, içtimaî, siyasî, iktisadî yönlerden kendilerine üstünlüğü dolayısıyla hep ittiba ettikleri Kureyş, res­men îslâm Devleti'ni kabul etmiş oluyor, islâm davetinin varlığım ikrar mecburiyetinde kalıyordu, islâm'ı ve müslümanları topye-kun imha için ardı arası kesilmeden hamleler yapan ve müşrikle­ri, yahudileri, münafıkları durmadan kışkırtan bu kabile artık kabına çekiliyor, on sene müddetle[75] müslümanlarla insanî ölçü­ler içerisinde iyi münasebetlerde bulunmayı kabulleniyor, sulh ve sükûna rıza göstermek mecburiyetinde kalıyordu; islâm Devle­ti nin bir başka muhasım grupla halledilmesi gerekli meselelerin­de tarafsız kalma şartına imza koyuyordu.[76]

Bu sulh ve sükun devresi, islâm davetine yeni boyutlar, yeni intişar zemin ve sahaları kazandırdı, islâm'ın gayretli davetçileri güven ve emniyet içerisinde çeşitli münasebetlerle gittikleri her-yerde, her vesile ile islâm'ın prensiplerini tebliğ ile meşgul oluyor­lar, akıl sahiplerine hitap ediyorlar, münakaşalarda bulunuyor­lar ve neticede islâm, yeni müntesipler kazanıyordu.[77]

Hudeybiye Müsâlehası'nm davet açısından sağladığı fayda­lardan birisi de diplomatik davete imkan vermiş olmasıdır. Rasûlullah'ın davetinde devletleşme merhalesi içerisinde cere-yan eden bu şekle mahiyet ve muhtevaları iki ayrı esasta toplandı­ğı için iki noktadan bakmak istiyoruz: [78]

 

I- İslâm'a Davet Mektupları Ve Elçiler
 

Rasûlullah, Hudeybiye'den dönüşünde bir gün ashabına çıktı ve onlara şöyle hitabetti: «Arkadaşlar! Cenâb-ı Hak beni rahmet ve bütün âleme davetçi olarak gönderdi. (Şimdi ben size bir vazife vermek istiyorum.) Sakın havarilerin Hz. isa'ya muhalefet ettik­leri gibi muhalefet etmeyiniz!» Ashabı merakla sordu: «Havarile­rin muhalefeti nasıl olmuştu ya Rasûlallah!?» Buyurdular "Benim size vereceğim vazifeyi o, havarilerine teklif etmiş, dini neşr için yakın yere gönderilenler razı olmuşlar; uzak yere görevlendirilen­ler ise memnuniyetsizlik içinde gidecekleri yerin lisanını bilme­dikleri bahanesiyle imtina etmişlerdi. Derken Hz. "isa'nın Cenaba Hakk'a ilticasıyla onlardan her biri gidecekleri yerin lisanını gayet mükemmel bilir bir şekilde sabaha çıkarıldılar.» Ve Rasûlullah bu konuşmasından sonra ashabından bazı kimseleri tayin ve tespit ederek yazıp mühürlediği islâm'a davet mektupla­rıyla komşu devlet hükümdarlarına ve kabile reislerine elçi ola­rak gönderdi.[79] Bizans, Iran, Mısır, Habeşistan, Gassan, Hire, Bahreyn, Umman, Dumetu'l-Cendel, Necran gibi ülkelere, Bekir b. Vail, Benu Cuzame gibi pek çok Arap kabilelerine Hz. Peygam-ber'in gönderdiği bu mektupların bir çoğunun -memnuniyetle kaydedelim ki- metnine, hatta orijinaline sahip bulunuyoruz.[80]

Hz. Peygamberin diplomatik davetle komşu devletlere me­sajlar sunması, her ne kadar o zaman buna muhatap olanlar tara­fından—en-Necâşî müstesna— acaip görülmüş, menfi karşılan­mış, hatta kin ve öfkeleri harekete geçirmişse de, bunu takip eden seneler, bu mektupların boş bir hevesle kaleme alınmadığını gös­terdiler ve îslâm davetinin cihanşümûllüğünü bütün aleme ilan ettiler.[81]

 

II- Gelen Heyetler
 

Her biri müstakil küçük bir devlet şeklinde kendi başına buy­ruk, Arap Yanmadası'nm muhtelif bölgelerinde dağınık bir vazi­yette meskun bulunan Arap kabilelerinin islâm Devleti'nin baş­kanı Hz. Peygamber'e çeşitli maksatlarla diplomatik heyetler göndermeye başladığı tarih, Ibn Sa'd ve Ibn Kesir'in beyanlarına göre [82] Mudar'm bir kolu Muzeyne'nin, imanlarını Rasûlullah'a bildirmek üzere geldikleri hicretin beşinci senesidir.

ismini gelen heyetlerden alan hicretin dokuzuncu senesi, hu-susuyle dikkatimizi çekiyor. Ibn Hişam'm dediği gibi[83] müşrik Araplar, Kureyş'e bakıp durmakta idiler.Hicretin 8. senesinde gerçekleştirilen Mekke Fethi'nin ardından Kureyş müslüman olup da 9. senede Hz. Peygamber bütün Arap Yarımadası1 nda yan­kılar bırakan Tebük Gazvesi'nden haşmetle dönünce Arap kabile­leri islâm Devleti'ne karşı çıkamayacaklarına dâir zaten mevcut bilgileriyle harekete geçtiler ve Yarımada'mn her tarafından Cenâb-ı Hakk'ın buyurduğu gibi 71 grup grup gelen hey'etler Medi­ne'yi doldurdular. Bu dokuzuncu seneye "Senetu'l-Vüfud = Heyet­ler Yılı" deniliyordu.[84] Ertesi sene de bu diplomatik münasebetler devam etti.

Medine'ye gelip Rasûlullah tarafından kabul edilen heyetle­rin çok çeşitli maksatları ve istekleri vardı:

1- Kabile ve kavimlerinin müslüman olduklarını bildirmek ve onlar adına biatta bulunmak.[85]

2-  islâm'ı, dinin ahkamım öğrenmek ve kavimlerine dönüp islâm'ı öğretmek.[86]

3- islâm'ı tebliğ edecek, dini öğretecek mübelliğ ve hocalar ta­lep etmek.[87]

4- îslâm hakkında bilgi alıp müslüman olmak ve gidip kavim­lerini islâm'a davet etmek.[88]

5- Bazı şartlarla islâm'ı kabul etmek.[89]

6- Dünyalık elde etmek ve menfaatler sağlamak.[90]

7- Bîtaraflık andlaşması yapmak,[91]

8- islâm dinini kabul etmemekle beraber, cizye vererek islâm idaresini kabul etmek ve andlaşma imzalamak,[92]

9- Rasûlullahla ilmî, dinî münakaşalarda bulunmak,[93]

10- Rasûlullah'tan sonra O'nun makamına haleflik, devlet idaresinde ortaklık ve devlet arazisini paylaşma teklif etmek —ki buna Hz. Peygamber orada bulduğu bir hurma dalını göstererek: «Şayet benden şunu isteseydin bunu bile vermezdim.» diye cevap vermiştir.[94]

11- inatçı bir tavır, düşman bir eda ile gelerek îslâm Devle-ti'nin ve Rasûlullah'ın durumu ve gücünü öğrenmek bunlar da müslüman olmadan geri dönmüşlerdir.[95]

12- Ve nihayet sinsi bir şekilde elçi görünümünde Hz. Pey-gamber'e sokulup fırsatını bulunca O'nu öldürmek üzere komplo planlarıyla suikasta teşebbüs etmek.[96]

Bu şekilde bir çok değişik gayelerde İslâm Devletinin başşeh­ri Medine'ye gelen diplomatların bir kaç küçük hadise dışında Hz. Peygamber1 den gördükleri muamele, hep müsamahakâr, iltifat edici, değer verici olmuş, Rasûlullah ziyaretçileri ile fevkalade il­gilenmiştir. O'nun nazik davranışları, kabilelerin meseleleriyle meşgul olması, ismini umumun kabulüne mazhar kılmış, ününün bütün Arap Yarımadası'na yayılmasına ve hüsn-ü kabul görmesi­ne vesile olmuştur.[97]

Hz. Peygamber gelenlerin taleplerini dinliyor, sorularını ce­vaplandırıyor, meselelerini hallediyor,[98] akşam- sabah ne zaman müsait olursa gidip onlarla görüşüyor, uzun uzun konuşuyordu; hatta Sakif heyetiyle mûtad olarak her yatsı sonu buluşan Hz. Peygamber, bir keresinde ayakta konuşmaları bir hayli uzadığı için zaman zaman vücudunun yükünü bir ayağına bindirerek di­ğerini dinlendirme ihtiyacını hissetmişti.[99]

Hz. Peygamber'in islâm'ı kabul ederek gelen ve biat eden veya orada müslüman olan heyetlere büyük ölçüde ihtimam gösterdiği hususların başında, Medine'de yeterli müddet kalarak Kurân-ı Kerim öğrenmeleri, dinî prensip ve esaslara vukuf kesbetmeleri ve bizzat kendisinin ve ashabının tatbikatını görerek islâm'ın ya-şanış ve uygulanışı konularında fikir edinmelerini sağlamak ol­muştur.

Çeşitli heyetler içerisinde Kur'ân öğrenmeye daha fazla rağ­bet ve gayreti olanlara Hz. Peygamber, daha çok değer veriyor, ilgi gösteriyor ve onlara diğer heyetlere verilenden daha fazla, daha kıymetli hediyeler verilmesini emrediyordu.[100] Bir heyetten de Kur'ân'ı daha çok öğrenmiş olanı ve gayret göstereni, yaşı onların en küçüğü olsa bile onlara başkan tayin ediyordu.[101]

Medine'de bu şekilde bazan on gün, bazan daha fazla süren eğitim-öğretim devresinde murahhasların kalmalarına tahsis edilmiş evler vardı. Meselâ Abdurrahman b. Avf in evi bu işte kul­lanılıyor ve "Dâru'd-Dıyfân=Misafirhane" olarak anılıyordu.[102] ibn Sa'd ise, bu münasebetle Kamle bint el-Haris'in evinden sık sık bahseder.[103] Burası hurmalıklar arasında inşâ edilmiş, pek çok heyetin ikametine elverişli genişlikte güzel bir evdi.[104]

Hususen misafirler için kullanılan bu gibi evler yanında el-Muğîra b. Şube,[105] Ebu Eyyub el-Ensarî[106] ve Ensâr'dan diğer zeva­tın evleri[107] ile Mescid bitişiğindeki SufFa[108] ve Mescid yanına kuru­lan bir çadırın[109] da lüzum hasıl olunca misafirhane olarak kulla­nıldığını görüyoruz.

Heyetler, Medine'den ayrılacakları vakit Hz. Peygamber, on­lara hediyeler verme itiyat ve endişesindeydi. Hatta bu hususa o kadar önem veriyordu ki Ibn Abbas'm rivayetine göre O, ölüm dö-şeğindeyken ve başında cereyan eden münakaşaların gürültüsü­ne tahammül edemiyecek kadar hasta vaziyette son vasıyyeti ola­rak «aynen kendisinin yaptığı gibi, heyetlere hediyeler verilmesi» ni emretmişti.[110]

 

G) Tebuk Gazvesi
 

Hicretin dokuzuncu senesi Recep ayında cereyan eden[111] Tebuk Gazvesi'ne askerî, siyasî ve tarihi yönlerini bir tarafa bıra­karak davet açısından bakacak olursak, Rasûlullah'ın hayatında islâm davetinin neşrinde mühim hadiselerden biriyle karşı karşı­ya olduğumuzu anlarız. Tebuk'te bir süre bekleyen Peygamber Efendimiz, bir ordu ile karşısına çıkamayan Bizans Imparatorlu-ğu'na, elçisiyle bir mektup göndererek imparatoru islâm'ı kabul etmeye, tebeasmı dinlerini seçme konusunda serbest bırakmaya, yahut da cizye vermeye çağırdı.

Bizans, Hz. Peygamber'in tekliflerini kabul etmiyordu ama, Onunla görüşmek üzere bir elçi ve ayrıca Kasûlullah'a hitaben bir mektup göndererek tâ Tebuk'e kadar kalkıp gelmiş islâm Devle-ti'ni resmen tanımış oluyordu.

işte bu, Hz. Peygamber'in davetinde devletleşme merhalesi­nin son düğümleri oluyor, islâm davetini bütün cihana duyuracak olan Rasûlullah'ın Devleti, varlığım, gününde dünyamn en büyük devletine, imparatorluğuna kabul ettiriyordu. [112]

 

H) Veda Haccı
 

23 senelik davetin meyvesi olarak iman edip de Rasûlullahla bir arada bulunmaya, O'nunla karşılaşmaya, nasihat ve hidaye­tinden istifade etmeye can atan pek çok mü'min vardı. Hususuyle badiyede, Arabistan'ın çeşitli dağınık yerlerinde son senelerde müslüman olmuş, kabile halkı için hiç görmediklerini peygamber­leri ile görüşmek, O'nu kavuşmak, büyük bir emel idi.

Bunun için de en uygun zaman ve mekan, hac mevsimi ve me-nasik yerleri idi. Bunu sağlayabilmek için Hz. Peygamber Hacca karar verdi ve kararını çevreye bildirdi. Böylece gerçekleştirilen hac esnasında Yarımada'nın her bir tarafından koşup gelmiş sayısız[113] insana haccı talim etti; ebedî Veda Hutbesini irad bu­yurdu. Faiz, kısas, intikam, zina... gibi önemli hukukî hükümler ihtiva eden hutbe, bütün bu ağır ve ciddî konulara rağmen çok his­li ve heyecanlı idi.

Rasûlullah'ın Veda Hutbesinde dikkatimizi çeken bir husus var. O'nun bu hutbe ile ilan ettiği prensipler, davetinin başlangı­cında henüz yalnızken, işkencelere maruz kalmışken ve güçsüz iken insanları çağırdığı prensiplerin aynısıdır. Azınlıkta iken ve çoğunluğu teşkil edince, savaşta ve barışta, zaferde ve hezimette, fırsat elde varken ve yokken, düşman zayıfken ve kuvvetli iken de­ğişmeyen prensiplerdir, bunlar.[114]


[1] Doç.Dr.Ahmet Önkal, Bütün Yönleriyle Asr-ı Saadet’te İslam, Beyan Yayınları: 2/68-70.

[2] Doç.Dr.Ahmet Önkal, Bütün Yönleriyle Asr-ı Saadet’te İslam, Beyan Yayınları: 2/71.

[3] Doç.Dr.Ahmet Önkal, Bütün Yönleriyle Asr-ı Saadet’te İslam, Beyan Yayınları: 2/73.

[4] En'âm, 6/124.

[5] îmaduddin Halil, Dirase fi's-Sira, s. 45-53.

Doç.Dr.Ahmet Önkal, Bütün Yönleriyle Asr-ı Saadet’te İslam, Beyan Yayınları: 2/73-74.

[6] Bidaye III, 5; Taberi, Tarih II, 298; îbn Haldun, Tarih II, Bakıyye 6.

[7] Doç.Dr.Ahmet Önkal, Bütün Yönleriyle Asr-ı Saadet’te İslam, Beyan Yayınları: 2/74.

[8] Nisa, 4/113.

[9] Taberî, Tarih II, 277-282; Îbnu'1-Esir, Kamil I, 37-40.

[10] Hamidullah, İslam Peygamberi I, 34.

[11] Tâ-hâ, 20/114.

[12] İbn Kesir, Tefsir IV, 540-541; S. Sabık, Davetu'l-İslâm, s. 54-55.

Doç.Dr.Ahmet Önkal, Bütün Yönleriyle Asr-ı Saadet’te İslam, Beyan Yayınları: 2/75.

[13] Rasûlullah'm davetinde Daru'l-Erkam'in ve Mescid'in icra ettiği fonksiyonu ileride ayrıca inceleyeceğiz.

[14] Suffa da ileride ayrıca incelenecektir.

[15] Doç.Dr.Ahmet Önkal, Bütün Yönleriyle Asr-ı Saadet’te İslam, Beyan Yayınları: 2/75-76.

[16] İbn Sa'd, Tabakat, VIII, 17-19; Ibn Hazm, Ceuamiu's-Sira, s. 45.

[17] İbn Hişam, Sîret, MI, 246-248.

[18] İbn Sa'd VIII, 30-31, 36-37.

[19] İbn Sa'd VIII, 19.

[20] Doç.Dr.Ahmet Önkal, Bütün Yönleriyle Asr-ı Saadet’te İslam, Beyan Yayınları: 2/76-77.

[21] Hasen İbrahim, Tarihu'l-îslâm I, 81.

[22] Hudarî, Nuru'l-Yakin, s. 41; Dahlân, Sim I, 93-94.

[23] Kandehlevî, I, 87-88.

[24] İbn Hişam 1-11,250.

[25] İbn Kesîr, Bldaye III, 34-36; İbnu'1-Esir, Kamil II, 59.

[26] Kandehlevi, Hayatu's-Sahabe, I, 89-90.

Doç.Dr.Ahmet Önkal, Bütün Yönleriyle Asr-ı Saadet’te İslam, Beyan Yayınları: 2/77-78.

[27] İmaduddin Halil, Dirase fi's-Sîra, s. 64-65; Hasen İbrahim, Tarihu'l-İslâm I, 80; Arnold, İntişar-ı İslâm Tarihi, s. 44.

[28] Hamidullah, İslâm Peygamberi, I, 79.

[29] Reckendorf, «Erkam», İ.A. IV, 316.

[30] Arnold, întişar-ı İslâm Tarihi, s. 44. 

[31] İbn Hişam, MI, 260-262.

[32] İbn Sa'd III, 247; Belazurî, Ensab 1,158; Kandehlevî 1,117.

[33] Belazurî, Ensab I, 158.

[34] İmaduddin Halil, Dirase fi's-Sira, s. 64-65; Hasen İbrahim, Tarihu'l-İslâm I, 80; Arnold, întişar-ı İslâm Tarihi, s. 44.

[35] Kandehlevî 1,167-172, III, 691-694; 'Hedvîjslâm Tarihi Tebligat ve Tali­mat II, 431-432; Sibaî, Ez. Muhammed ve Hayatı, s. 42-43; Arnold, înti­şar-ı İslâm Tarihi, s.53-54.

[36] F. Yeken, Muşkilat, s. 45-46, 74-75; Behî, Tezklra, ?. 270-271; M.A. er-Raşid, Muntalak, s. 150-170; Abdulbedi, Keyfe Ned'u s.15.

Doç.Dr.Ahmet Önkal, Bütün Yönleriyle Asr-ı Saadet’te İslam, Beyan Yayınları: 2/78-80.

[37] Doç.Dr.Ahmet Önkal, Bütün Yönleriyle Asr-ı Saadet’te İslam, Beyan Yayınları: 2/80.

[38] Şuarâ, 26/214.

[39] Hıcr, 15/94.

[40] İbn Kesîr, Bidaye III, 39-4.0; Kandehlevî 1,154; İbnu'1-Esir, Kamil II. 

[41] Ibn Kesîr, Bidaye III, 40; İbnu'1-Esir, Kamil II, 62-63.

[42] Buharı, Tefsiru Sürati'ş-Şurâl.

Doç.Dr.Ahmet Önkal, Bütün Yönleriyle Asr-ı Saadet’te İslam, Beyan Yayınları: 2/81.

[43] Halebî, İnsan II, 2; Bidaye III, 138-146; Kandehlevî 1,127.

[44] Kahdehlevî I, 141, 148. Sikaye (hacıların su ihtiyacını karşılama) gibi mühim bir görevin Hz. Abbas'm üzerinde olduğu nazar-ı itibara alınırsa, kabilelerin yeri ve durumu hakkında onun bilgisinin ehemmiyeti anlaşılır. Diğer taraftan mutlaka, bu görevi ifa eden birinin kabileler üzerinde nüfu­zu olacaktır. Bu hususlardan faydalanmak üzere henüz iman etmemiş biîe olsa Hz. Abbas'tan Rasûlullah'm yardım talebi garip karşılanın amalidir.

[45] Hamidullah, İslâm Peygamberi I, 98.

[46] Said Havva, Rasul 1,107.

[47] Ebu Davud, Sünnet 20; Tirmizî, Sevâhıı'l-Kur'ân 24; îbn Mace, Mukaddi­me 13; Darimî, Fedailu'l-Kur'ân, 5.

[48] İbn Hişam I"11' 415'418; Tabert, Tarih II, 343-344.

[49] İbn Hişam I'11' 419"421;îbn Kesîr, Bidaye III, 135-137.

Doç.Dr.Ahmet Önkal, Bütün Yönleriyle Asr-ı Saadet’te İslam, Beyan Yayınları: 2/82-83.

[50] Îbn Hişam I-II, 428-443; İbn Kesîr, Bidaye III, 148-165; İbn Kayyim,2adul-Mead II, 56-58.

Doç.Dr.Ahmet Önkal, Bütün Yönleriyle Asr-ı Saadet’te İslam, Beyan Yayınları: 2/83.

[51] İbn Hişam III, 504-507; İbn Sa'd 1,238-239; İbn Kesir, Bidaye III, 226-229.

[52] Doç.Dr.Ahmet Önkal, Bütün Yönleriyle Asr-ı Saadet’te İslam, Beyan Yayınları: 2/84.

[53] Zuhruf, 43/43.

[54] îbn Hişam MI, 315-317.

[55] Doç.Dr.Ahmet Önkal, Bütün Yönleriyle Asr-ı Saadet’te İslam, Beyan Yayınları: 2/84-85.

[56] Doç.Dr.Ahmet Önkal, Bütün Yönleriyle Asr-ı Saadet’te İslam, Beyan Yayınları: 2/85.

[57] lbn Hişam I-11' 428-443 , İbn Kesîr Bidaye III, 148-165.

[58] Doç.Dr.Ahmet Önkal, Bütün Yönleriyle Asr-ı Saadet’te İslam, Beyan Yayınları: 2/85.

[59] Hasen İbrahim, Tarihu'l-îslâm I, 523-524.

[60] İbn Hişam III, 496-497; İbn Kesîr, Bidaye III, 214-219.

[61] Hasen İbrahim, Tarihu'Uîslâm 1,103; İbn Hişam I-II, 508; İbn Kesîr, Bi-daye III, 231-232.

[62] Müslim, Salat 9; îbn Hişam III-IV, 329; İbn Kesîr, Bidaye IV, 183; Kandehlevl 1,166.

Doç.Dr.Ahmet Önkal, Bütün Yönleriyle Asr-ı Saadet’te İslam, Beyan Yayınları: 2/85-86.

[63] Buharı, Cihad 71; Müslim, Hacc 456-457; Tirmizî, Menakıb 67; İbn Mace, Menasık 104; Muvatta, Medine 10,11; İbn Hanbel 1,169,181, II, 236, III, 23 IV, 77, V, 181; Semhudi, Vefa I, 97. Semhudi, hudut tespiti ve harem ila­nının getirdiği fıkhi hükümleri genişçe izah etmektedir. Bilgi için Bak: a.g.e. I. 89-117.

[64] Buharı, Cihad 181; Hamİdullah, İslâm Peygamberi I, 118; Şiblî, Asr-ı Saadet I, 27.

Doç.Dr.Ahmet Önkal, Bütün Yönleriyle Asr-ı Saadet’te İslam, Beyan Yayınları: 2/86-87.

[65] İbn Hişam I-II, 501-504;  îbn Kesir, Bidaye III, 224-226; Hamİdullah, Vesaik, s. 15-21.

[66] İbn Sa'd II, 5-7; Belazurî, Ensab I, 371.

[67] İbn Hişam MI, 598-599; Süheyli, Ravd III. 28 Bidaye III, 246-247; Ibnu'l-Esir, Kamil II, 112; Şiblî, Asr-ı Saadet I, 227.

Doç.Dr.Ahmet Önkal, Bütün Yönleriyle Asr-ı Saadet’te İslam, Beyan Yayınları: 2/87.

[68] Belazurî, Ensab I, 287-384.

[69] Hamidullah, Hz. Peygamberin Savaşları s. 11. Hamidullah, dipnotunda verdiği rakama Benu Kureyza'dan idam edilen­lerin de dahil olduğunu ileri sürmektedir. Siyerle ilgili bir kaç kitabında kendisi, Benu Kureyza Gazvesinden bahsederken meseleyi fazlaca yumu­şatmaya çalışarak idam edilenlerle ilgili hiç rakam vermemektedir. Fakat kaynaklarımız, Kureyza'lılardan öldürülenlerin 600-700 kişi, hatta bazı rivayetlerde 900 kadar olduklarını belirtirler (İbn Hişam III-IV, 241; îbn Sa'd II, 75). Bunu nazar-ı itibara alarak Hamidullah'm rakamını on katlasak ve bütün harplerde maktullerin adedini 1500 olarak kabul etsek bile bu, tezimiz açısından bir değişiklik getirmez. Hamidullah'm aynı yer­deki ifadesiyle «Rusya hariç, Avrupa büyüklüğünde ve üzerinde milyon­larca halkın yaşadığı, Rasûlullah devrinde İslâm'ın intişar bulduğu bir bu­çuk milyon kilometrekareden fazla bir saha» da cereyan eden gazve ve se-riyyelerden her birine düşen ölü adedi ancak 17 olur. Binlerce kişinin çar­pışması sonucu karşı taraftan sadece 17 kişinin maktul düşmesi, İslâm'ın insan kanma verdiği değer ve gösterdiği hürmeti, bu hususta titizlikle uy­guladığı tedbirleri anlatmaya gerçekten kifayetlidir.

[70] Buharî, Cihad 147, 148; Müslim, Cihad 3; İbn Mace, Cihad 38;. Ebu Da-vud, Cihad 82.

[71] Doç.Dr.Ahmet Önkal, Bütün Yönleriyle Asr-ı Saadet’te İslam, Beyan Yayınları: 2/88.

[72] Buharî, Şurut 15, Cizye 18, Tefsıru Surati'l-Feth 5; Müslim, Cihad 94; İbn Hanbel III, 486, IV, 330; İbn Hişam III-IV, 316-317; İbn Kesir, Bidaye IV, 168,175-176.

[73] İbn Hişam III-IV, 320; Vahidî, Esbabu'n-Nuzûl, s. 255.

[74] Feth,48/l.

[75] İbn Hişam III-IV, 317; Taberî, Tarih, II, 634; Belazurî, Ensab I, 350.

[76] Hamidullah, İslâm Peygamberi 1,163, İslâm'da Devlet İdaresi, s. 242-243.

[77] Gazali, Fıkhu's-Sira, s. 403; Hasen İbrahim, Tarihu'l-İslâm I,129.

[78] Doç.Dr.Ahmet Önkal, Bütün Yönleriyle Asr-ı Saadet’te İslam, Beyan Yayınları: 2/89-90.

[79] îbn Hişam, III-IV, 606-607; Taberi, Tarih II, 644-646; İbn Haldun, Tarih II, Bakıyye 30-38.

[80] Bu konuda Mubammed Hamidullah'ın "Mecmuatu'l-Vesaikı's-Siyasiyye» adlı çok kıymetli çalışması, gerçekten her türlü takdir ve ilim adına teşek­küre layıktır. Okuyucu, Rasûlullah'ın İslâm'a davet mektupları için bu ki­taptan 42-253 sahifelerini mütalaa etmelidir. Ayrıca bak: Kettânî, Teratib I, 156-168; Hudarî, Nuru'l-Yakin, s. 193-202; Kandehlevî I, 183-212.

[81] Arnold, a.g.e., s. 62.

Doç.Dr.Ahmet Önkal, Bütün Yönleriyle Asr-ı Saadet’te İslam, Beyan Yayınları: 2/90-91.

[82] Ibn Sa'd, 291; îbn Kesir, BidayeV, 41.

[83] Ibn Hişam IIMV, 559-560. (7DNasr, 110/2.

[84] İbn Hişam III-IV, 559-560; Bidaye V, 40.

[85] Ibn Hanbel IV, 232; Kettanî, Teratib I, 445.

[86] Buharî, Tevhid 22; Subkî,Menhel VI, 227; Azimabadî, Avnu'l-MabudZl, 87-88; Hudarî, Nuru'l-Yakin, s. 269.

[87] Müslim, Fedailu's-Sahabe 55.

[88] îbn Hanbel I, 264; Sübkî a.g.e. VI, 227; Azhnabadî, a.g.e., XI, 87-88.

[89] îbnHanbelIV, 218.

[90] Buharı, Tevhid 22.

[91] İbn Kesîr, Bidaye V, 91.

[92] İbn Kesîr, a.g.e., V, 93; Yakubî, Tarih II, 82-83; Hudarî, a.g.e., s. 260.

[93] Yakubî, a.g.e., II, 82-83.

[94] İbn Hişam III-IV, 576; İbn Kesîr, Bidaye V, 49-50.

[95] Yakubî, Tarih II, s. 79.

[96] İbn Kesîr, Bidaye V, 56-57.

[97] Arnold, întişar-ı İslâm Tarihi, s. 71.

[98] Nesâî, Umre 5.

[99] Ebu Davud, Kamadan 9.

[100] Hudarî, Nuru'l-Yakin, s.266, 267.

[101] İbn Hişam III-IV, 540; Bidaye v, 30-31.

[102] Kettanî, Teratib I, 445.

[103] İbn Sa'd I, 291-350.

[104] Kettanî, a.g.e. I, 446.

[105] Ebu Davud, Ramadan 9; Kettanî, a.g.e. I, 448.

[106] Kettanî, Teratib I, 449.

[107] İbn Hanbel III, 432.

[108] Hamidullah, İslâm Peygamberi II, 76.

[109] Ebu Davud, Ramadan 9; İbn Hanbeî IV, 9, 343; Kandehlevî III, 564.

[110] Buharı, Cizye 6; Müslim, Vasıyyet 20; Ebu Davud, İmaret 28.

Doç.Dr.Ahmet Önkal, Bütün Yönleriyle Asr-ı Saadet’te İslam, Beyan Yayınları: 2/91-94.

[111] İbn Hişam III-IV, 515; Ibn Kesîr, Bidaye V, 2.

[112] Doç.Dr.Ahmet Önkal, Bütün Yönleriyle Asr-ı Saadet’te İslam, Beyan Yayınları: 2/94.

[113] İbn Sa'd II, 172-173; Ibn Kayyim, Zadu'l-Mead I, 213; îbn Seyyidi'n-Nas; Uyun II, 273.

[114] Siba'i, Hz. Muhammed ve Hayatı, s. 162.

Doç.Dr.Ahmet Önkal, Bütün Yönleriyle Asr-ı Saadet’te İslam, Beyan Yayınları: 2/95.

ceren
Tue 20 November 2018, 02:34 pm GMT +0200
Esselmau aleyküm.Rabbim razı olsun bilgilerden kardeşim...

Bilal2009
Tue 20 November 2018, 02:40 pm GMT +0200
Ve Aleykümüsselam Rabbim bizleri İslam a hakkı ile çağıran kullarından eylesin Rabbim paylaşım için razı olsun

Sevgi.
Wed 21 November 2018, 01:09 am GMT +0200
Aleyküm Selâm. Rabbim bu güzel bilgiler için Allah Razı olsun. Rabbim ilmimizi artırsın inşaAllah

Fethiye Çopur Koü
Wed 21 November 2018, 12:10 pm GMT +0200
Hadis-i Şerif: "Allah'ım senin izin ve yardımınla sabahladık ve akşamladık. Yine senin izin ve yardımınla yaşar ve ölürüz. Sonunda dönüş yalnız sanadır." (Ebu Davud) hadisi şerif mucibince yaşayan ve Rasullah'ın sünnetlerini fiilen yaşatan ümmetinden Allah razı olsun