neslinur
Wed 7 April 2010, 02:11 pm GMT +0200
Aşk-Muhabbet
İstanbulda yetişen büyük velîlerden Abdülehad Nûrî (rahmetullahi teâlâ aleyh) bir gün Sultanahmed Câmiinde vâz verirken şu şiiri söyledi:
Semâdan sırr-ı tevhîdi duyan, gelsin bu meydâna.
Derûn içre bugün, ALLAH diyen gelsin bu meydâna
Duyanlar sırr-ı Settârı, görenler nûr-i Gaffârı
Cihânda şîşe-i ârı, kıran gelsin bu meydâna
Sezâdır ehl-i irfâna getirsin cânı meydâna
Fedâ kılmaya ol cânı duyan gelsin bu meydâna
Gönül maksûdunu buldu, cihan envâr ile doldu.
Bugün iklim-i oldu, duyan gelsin bu meydâna
Anadolu evliyâsından Abdürrezzâk Ali Efendi (rahmetullahi teâlâ aleyh) ALLAHü teâlânın aşkı ile çok güzel şiirler söylemiştir. Bunlardan birisi;
Cemâlullaha olan âşık hevâ ile sivadan geç
Karışma fi´l-i Hakka ey gönül çûn-u-çirâdan geç.
Bekâdan neş´edâr ol bâde-i tevhîd ile ey dil
Gönülden hâzır ol Hakk´a heman mülk-i fenâdan
Libas-ı fahri neyler câme-i aşk âşıka kâfî
Abâ-yı aşkı gey İlmî bütün dârû devâdan geç.
Ey gönül erbâb-ı câha etme arz-ı ihtiyaç
Bâb-ı Hak meftûh iken gayra ne lâzım ilticâ.
Hindistan evliyâsından ve Kendilerine ?Silsile-i aliyye? denilen büyük âlim ve velîlerden Abdullah-ı Dehlevî (rahmetullahi teâlâ aleyh) ömrünün sonlarında hastalıklardan çok güçsüz kaldı. İbâdetlerini zevkle, fakat büyük zorluklar içinde yapardı. Buyururdu ki:
Şu şiiri okuduğum zaman ALLAHü teâlâ vücûduma bir güç kuvvet veriyor, gençleşiyorum.
Gerçi ihtiyârım, kalbim hasta, dermansızım,
Yüzünü andıkça kuvvet gelir, gençleşirim.
Yâni; her ne kadar ihtiyâr, hasta ve mecâlsiz olsam da, hakîkî sevgilinin aşkı ve O´na kavuşma isteğinin cilvelerini gördükçe gençleşirim.
Himmetzâde Abdullah Efendi (rahmetullahi teâlâ aleyh) 1688´de hacca gitti. İliklerine kadar Resûlullah aşkı ile yanarak şu kıtayı söyledi:
.
Ravzana yüz süren bulur amân
El amân ey Fahr-i âlem el amân
Her gelen dilhaste, bulur tâze can
El amân ey Fahr-i âlem el amân.
ALLAHü teâlâyı tam bir muhabbetle sevmek, O´ndan başka her şeyden yüz çevirmek aşk adını alır. İmâm-ı Rabbânî hazretleri, "Nefsin kötü ar- zularına yâni şehvete aşk ve muhabbet adını takmamalıdır. Aşk, muhab- bet kalpte olur ve kıymetlidir. Gerçek aşk, ALLAHü teâlâyı ve O´nun sev- diklerini sevmektir." buyurmuştur. (E. Ans. c.1, s. 6)
İbrâhim Hakkı Erzurumî de; "Aşk, nefsi terbiye eder, ahlâkı güzelleştirir. Aşk, insanın kalbinde bir ateş olup, kalpte ALLAH sevgisinden baş- ka bir şey bırakmaz. Hak âşığı olanın sözü, işi ve düşüncesi, doğru ve saftır. Uyanık kalpli ve hatâdan uzaktır." demiştir. (E. Ans. c.1, s.7)
Anadolu velîlerinin büyüklerinden Ahmed Kuddûsî (rahmetullahi teâlâ aleyh) hazretleri; Kuddûsî mahlasını almasını şöyle anlatmaktadır.
Ben, daha doğmadan önce ana karnında iken, Kuddûs Kuddûs diye ALLAHü teâlâyı zikr ediyormuşum. Birgün annem babama bu durumu söy- leyince, babam; "Kimseye söyleme bu oğlumuz kemâl sâhibi olur inşaallahâ- ALLAH." demiş.
Ahmed Kuddûsî bu durumu şu şiirinde de anlatır.
Kuddûs´a mensûb olmuşam,
Kuddûsî´yem! Kuddûsî´yem!
Hem O´na meczûb olmuşam,
Kuddûsî´yem! Kuddûsî´yem!
Bil ana rahminde beni,
Ki etmişem takdîs O´nu,
Anam işitmiştir bunu,
Kuddûsî´yem! Kuddûsî´yem!
On ikiye erdi yaşım,
Aşk oldu yâr u yoldaşım,
Takdîs-i Hakk idi işim,
Kuddûsî´yem! Kuddûsî´yem!
Yiğirmide ettim hereb,
Gezdim Hicâz´ı, Şam´ı heb,
Kuddûs´e çektim çün nasab,
Kuddûsî´yem! Kuddûsî´yem!
.
Şevkiyle oldum bî karar,
İçimde ışık odu yanar,
Kuddûs´e etmişem firâr,
Kuddûsî´yem! Kuddûsî´yem!
Çektim sivâsından eli,
Buldum O´na giden yolu,
Varsun desün münkir, deli!
Kuddûsî´yem! Kuddûsî´yem!
Yetmiş, dahî üç oldu sin,
Hayran bana hep ins ü cin,
Kuddûs´e kalbim mutma´în,
Kuddûsî´yem! Kuddûsî´yem!
Tedbîr-i dünyâ bilmezsem,
Arzû-yı Cennet kılmazsam,
Ağyâra mensûb olmazsam,
Kuddûsî´yem! Kuddûsî´yem!
Kuddûsî´yi cezb etti ol,
İster O´na her dem vusûl,
Der bilmeyip iz´an usûl,
Kuddûsî´yem! Kuddûsî´yem!
Türkistan´da yetişen büyük velîlerden Ahmed Yesevî (rahmetullahi teâlâ aleyh) sohbetlerinde talebelerine buyururdu ki: "Ey dostlar! Bir kim- se, ALLAHü teâlânın aşkı ile yanıp yakılarak, bu denizde çok usta bir dal- gıç olmadıkça, bundan çok daha derin olan vahdâniyet denizine gire- mez. Ona girmek için çok usta ve dikkatli bir dalgıç olmak gerekir."
"Gönlünde ALLAHü teâlânın aşkını taşıyanlar, dünyâ ile tamâmen alâkalarını kesmişlerdir. Halk içinde Hak ile olurlar. Bir an ALLAHü teâlâyı unutmazlar."
Evliyânın büyüklerinden Alâeddîn Âbizî (rahmetullahi teâlâ aleyh) buyurdular ki: "İçinde hakîkî aşk acısı bulunmayan kimseye, bu yolda i- lerlemek nasîb olmaz."
Suriye´de yaşayan velîlerden Ali Kazvânî (rahmetullahi teâlâ aleyh) buyurdular ki: "ALLAHü teâlâyı taleb ve O´nun rızâsını isteme husûsunda samîmî ve doğru olan, insanların kendisini terk etmelerine aldırmaz!"
Osmanlılar zamânında yetişen İslâm âlimlerinden ve tasavvuf büyük- lerinden Behiştî (rahmetullahi teâlâ aleyh) hazretlerinin şiirlerinden bâzı beyitler:
.
Visâlın Kâbe´dir, rûz-ı ecel azmi zamânıdır
Kefen ihrâmı, tâbût, ol yolun taht-ı revânıdır.
(Sana kavuşmak Kâbe´ye kavuşmak demektir. Ecel günü ise dünyâ- dan gitme zamânıdır. Bu yolda kefen ihram, tabût da yürüyen bir tahttır.)
Bülbül-i gülşen-i kudsüm bu cihân dâmımdır
Beni bunda tutan ol serv-i gül-endâmımdır.
(Ben aslında mukaddes ve azîz olan gül bahçesinin bülbülüyüm. Fakat vücûd denen dünyâ evinde hapsedildim. Beni burada eğleyen boyu gül gibi olan ve salınan servi boylu sevgilidir.)
Yâ sabır, yâ sefer derler, ne Rûm ü ne Acem kaldı
Dolaştım rub´ı meskûnu, hemen mülk-i adem kaldı.
(Âşık için yâ sabır yahut da sefer lâzımdır. Ben Anadolu´dan, Acem mülküne kadar dünyânın dört bir tarafını gezdim, gezip görmediğim sâdece yokluk ülkesi kaldı.)
Bağdât´ın büyük velîlerinden Câfer-i Huldî (rahmetullahi teâlâ aleyh) buyurdular ki: "ALLAHü teâlâya âşık olanlar, insanı O´ndan uzaklaştıran her şeyden uzak olup, alâkalarını keserler."
Büyük velîlerden Ebû Ali Dekkâk (rahmetullahi teâlâ aleyh) buyurdular ki: "Bir kimse kendini, hocasının kapısında süpürge yapamazsa, hakîkî âşık değildir."
Osmanlıların kuruluş devrinde Bursa´da yaşamış büyük velî Emîr Sultan (rahmetullahi teâlâ aleyh) hazretleri için yazılan bir şiir:
Gerçi âşıklara salâ denildi,
Derdi olan gelsin dermânı buldum.
Âh ile vâh ile cevlân ederken,
Cânımın içinde cânânı buldum.
Akar gözlerimden yaş yerine kan,
Zerrece görünmez gözüme cihân.
Deryâlar nûş edip, kandırmaz iken,
Âşıklar kandıran ummânı buldum.
Âşıklar meydana doğru varırlar,
Erenler cem olmuş, verir alırlar.
Cümle velîler, dîvân dururlar,
Hakk´a mahbûb olan sultânı buldum.
.
Açılmış dükkânlar kurulmuş pazar,
Canlar mezâd olmuş dellâl de gezer.
Oturmuş ümmetin berâtın yazar,
Cevâhir bahş olan dükkânı buldum.
Emîr Sultan ne hoş pazar imiş,
Âşıklar meydan edip gezer imiş.
Cümlenin maksûdu ol dîdâr imiş,
Hakk´a karşı duran dîvânı buldum.
SOFU BABA´NIN AŞKI
Seyyid Fehîm her sene, Van´a gidip bir defâ
Güzel sohbetleriyle, nûr saçardı etrafa.
Mevsim yaz olduğundan, hava bir sıcaktı ki,
İnsanlar harâretten, kavruluyordu sanki.
Gençten bir kimse vardı, hem de Fehîm isminde,
Yaşardı o zamanlar, günah işler içinde.
Bu genç, dağdan bir tabak, kar temin edip bir gün,
Getirip huzûruna, arz etti o büyüğün.
Seyyid Fehîm o gence, buyurdu: "İsmin nedir?"
O gâyet sıkılarak, dedi: "İsmim Fehîm´dir."
Bir makbûl olmuştu ki, getirdiği soğuk kar,
Şefkatle etti ona, bir teveccüh ve nazar.
Bu, öyle bir teveccüh, öyle nazardı ki hem,
Kalbi, Seyyid Fehîm´in, aşkıyla doldu o dem.
Öyle bir muhabbetle, bağlandı ki o zâta,
Onun muhabbetiyle yanar oldu âdetâ.
Sonradan Seyyid Fehîm, Arvas´a etti avdet,
O sene kış mevsimi, şiddetli geçti gâyet.
Ve lâkin yanıyordu, o aşkla onun gönlü,
Onun ayrılığına, yoktu hiç tahammülü.
.
En son dayanamayıp, dedi ki: "Anneciğim,
Heybemi hazır et ki, Arvas´a gideceğim."
Dedi: "Gitme evladım, bir baksana şu kışa,
Çıkarsan yem olursun, dağlarda kurda kuşa."
Lâkin o, kararını, vermiş idi pek kat´i,
Zîrâ onun aşkından, kalmamıştı tâkati.
Heybesini alarak, düştü Arvas yoluna,
Ona kavuşmak için, bir mâni yoktu ona.
Her an ölüm saçarken, aç kurtlar, soğuk ve kar
O, dağ dere demeyip, gidiyordu bir karar.
Zîrâ onu götüren, bir sevgiydi, bir aşktı.
Çünkü Seyyid Fehîm´e, varıp kavuşacaktı.
Bir dağın tepesinde, tam bu aşkla giderken,
Baktı ki karşısına, bir adam çıktı birden.
Ve sordu ki: "Nereye, gidiyorsun ey Fehîm?
Eğer arzû edersen, sana yardım edeyim."
Lâkin o, cevap bile, vermiyerek hiç ona,
Yine aynı aşk ile, devam etti yoluna.
Çünkü Seyyid Fehîm´le, berâberdi o zâten,
Ve onun aşkı ile, gidiyordu esâsen.
Ve bir akşam, Arvas´ta, ezân okundu, fakat,
Namaz için mihrâba, geçmedi o büyük zât.
Herkes merak ederken, niçin beklediğini,
Seyyid Fehîm bildirdi, bu işin hikmetini.
Buyurdu: "Bir yolcumuz, geliyor, yolda şu an,
Hem de donmak üzere, neredeyse soğuktan."
Biraz sonra genç Fehîm, bir kardan adam gibi,
Kavuştu ma´şûkuna, dinlemeyip kar tipi.
.
Buyurdu ki: "Ey Fehîm, o yolda rast geldiğin,
Hızır´dı, niçin ondan, bir yardım istemedin?"
Dedi ki: "Beraberdim, o anda sizin ile,
Çok kolay geliyordum, sizin himmetinizle.
Siz de geliyordunuz, o yolda yanım sıra,
Sizinle beraberken, bakar mıyım Hızır´a.
Ben sizin aşkınızla, dağları aşıyordum.
Her adımda daha çok, size yaklaşıyordum."
Sofu Baba derler ki, ona Van civârında,
Ziyâret etmektedir, sevenler, mezarında.
Anadolu´da yetişen büyük velîlerden İbrâhim Tennûrî (rahmetullahi teâlâ aleyh) hazretleri ilâhiler de söylemiştir.
KAHRIN DA HOŞ LÜTFUN DA HOŞ
Câna cefâ kıl ya vefâ
Kahrın da hoş lütfun da hoş
Ya derd gönder ya devâ
Kahrın da hoş lütfun da hoş.
Hoşdur bana senden gelen
Ya hil´at ü yahut kefen
Ya tâze gül yahut diken
Kahrın da hoş lütfun da hoş.
Gelse celâlünden cefâ
Yâhut cemâlünden vefâ
İkisi de cânâ safâ
Kahrın da hoş lütfun da hoş.
Ger bâğ u ger bostân da
Ger bend u ger zindân da
Ger vasl u ger hicrân da
Kahrın da hoş lütfun da hoş.
Ey pâdişâh-ı lemyezel
Zât-ı ebed hayy-ı ezel
.
Ey lutfu bol kahrı güzel
Kahrın da hoş lütfun da hoş.
Ağlatırsın zârî zârî
Verirsin cennet ü hûrî
Lâyık görür isen nârı
Kahrın da hoş, lütfun da hoş.
Gerek ağlat gerek güldür
Gerek dirilt gerek öldür
Bu Âşık hem sana kuldur
Kahrında hoş lütfun da hoş.
Osmanlılar zamânında yetişmiş âlim ve velî Lâmiî Çelebi (rahme- tullahi teâlâ aleyh) hazretlerinin şiirlerinden örnekler.
Çağrışur gökte melekler âh u zârımdan, meded!
Odlara yandım, bu âh-ı pür şerârımdan, meded!
Senin gitmez başından bu havâlar
Dimâğın Cümle toprak olmayınca
Bu sergerdanlığın pâyânı yoktur
Vücûdun serteser hâk olmayınca.
Irak´ta yetişen büyük velîlerden Mâcid el-Kürdî (rahmetullahi teâlâ aleyh) ALLAHü teâlâya âşık olanlar hakkında; "ALLAHü teâlâya âşık olanların kalpleri, azîz ve celîl olan ALLAHü teâlânın nûru ile nûrlanmış, aydınlanmıştır. O kalbde istek, arzu hâli hareket edince, onun nûru yer ile gök arasını aydınlatır. ALLAHü teâlâ, meleklere onları över ve; "Şâhid olunuz ki, ben onlara daha müştâkım." der.
"Şevk, ALLAHü teâlâya âşık olanların kalplerinde yanan bir ateştir. O ateşi ancak, ALLAHü teâlâya kavuşmak ve O´nun cemâline nazar etmek (bakmak) teskîn eder, dindirir." buyurdular.
SEVDİĞİNE KAVUŞMAK
Dokuzuncu asırda, yetişen evliyâdan,
Biri dahi Muhammed Şüveymî´dir o zaman.
Bu zât, talebesine, der idi ki her derste:
?Hâtırlayın ALLAH´ı, her an ve her nefeste.
.
Eğer unutmazsanız. Rabbinizi hiç bir ân,
Kurtarır O da sizi, cümle sıkıntınızdan.?
Bir gün biri gelerek, bu velînin yanına,
Dedi ?Sıkıntıdayım, yardım et lütfen bana.?
Bu kimse bir kadınla, evlenmek istiyordu,
Kadın ise aksine, bunu istemiyordu.
Şüveymî hazretleri, gösterip bir odayı,
Buyurdu ki: Şuraya gir ve kapat kapıyı.
O kadının ismini, söyle devâm üzere,
Murâdın tez zamanda, hâsıl olur bu kere.
O kimse ?Peki? deyip odaya girdi nâçar,
O kadının ismini söyledi tekrar tekrar.
Öyle ki, gece gündüz, yemek de yemiyordu,
O kadının, ismini hep tekrar ediyordu.
Birkaç gün geçmişti ki, hadise üzerinden,
O kadın bir gün gelip, kapıyı çaldı birden.
Açmadan sordu o da; Siz kimsiniz? diyerek,
Kadın, kapı dışında, seslendi sevinerek.
Dedi ki: Ben falanca, kadınım beni dinle,
Bil ki ben, evlenmeye, râzı oldum seninle.
O ânda o kimseye, erişti bir hidâyet,
Kadınla görüşmeyip, teklifini etti red.
Dedi: ?Şâyet bir kişi, severse birisini,
Madem ki kavuşuyor, çok söylerse ismini.
Ben niçin insanlarla böyle meşgûl olurum.
İsmini söyleyerek Rabbime kavuşurum.
O günden îtibâren, o kişi gündüz gece,
ALLAHın zikri ile meşgûl oldu böylece,
.
Beş gün geçmiş idi ki, görüldü tesirleri,
Kalp gözü açılarak, oldu kâmil bir velî.
Hindistan´da yetişen büyük velîlerden Mahdûmzâde Ebü´l-Kâsım (rahmetullahi teâlâ aleyh) hazretlerinin bir beyti şöyledir:
"Güzelliğini görmeyen gözü söküp atarım,
Kaş mihrâbının altında nasıl hissiz yatarım."
Büyük velîlerden Mansûr el-Betâihî (rahmetullahi teâlâ aleyh) hakkında Ahmed Rıfâî hazretleri şöyle anlatır: "Dayım Mansûr´dan işittim. Buyurdular ki: "Yeryüzü ALLAH aşkını tatsaydı, bu aşk ve muhabbet sebebiyle bir ateş parçası hâline gelen meyveleriyle, yeryüzündeki ağaçlar alev alev tutuşur, dalları yapraksız kupkuru bir çubuk hâline gelirdi. Bu aşk ateşine, demir ve sarp kayalar, insandan daha dayanıklı ve tahammüllü değildir."
Hirat´ta yetişen âlim ve büyük velîlerden Molla Câmî (rahmetullahi teâlâ aleyh) buyurdular ki: "Seven o kimselerdir ki, sevgilisinden ne kadar düşmanlık görse, yine dostluğunu arttırır. Sevgilisinden başına binlerce sitem taşı gelse, onlar ancak aşk binâsını sağlamlaştırır."
Molla Câmî hazretleri dîvânında, Türk hâkânı Fâtih Sultan Mehmed Hâna hitâben, onu övücü şiirler yazdı. Ayrıca onun oğlu Sultan Bâyezîd´i medheden kasîdeleri de bulunmaktadır. Fâtih için söylediği kasîdelerden bâzılarının Türkçeye tercümeleri şöyledir:
Ey kuzeyden esen rüzgâr! Ne hoş kokular getiriyorsun. Haydi arzu- ların kıblesi olan semte doğru es!
Ilık nefesine samîmiyet kokularını karıştır. Ve hep ihlâs yolundan giderek hedefe ulaş.
Ricâ ve duâ denklerini Horasan´da bağladıktan sonra, Rum diyârına doğru yürü.
Yolda bu yolun usûl ve erkânını öğren. Büyüklerin yetiştiği dergâhın nerede olduğunu sor.
Oraya varınca yüzünü hizmetçilerin ayak tozlarına sür. İzin isteyip, yeri öperek huzûra gir.
O cihâd eri, gâzî pâdişâhın önünde hikmetler saçarak söze gir ve;
"Ey mertebesi yüksek pâdişâh! Sana dünyâ mülkü, atalarından kalma bir mîrâstır." de.
Dünyâda pek az kimse, böyle büyüklük ve ihtişam tahtında senin gibi feyz verme olgunluğuna sâhib olabilmiştir.
Sünnet-i seniyyenin her tarafa yayılması senin gayretinle oldu.
Küfür yuvaları, kiliseler, yine senin himmetinle câmiye çevrildi.
Harplerdeki isâbetli tedbirlerinle, küfür ve sapıklık kal´alarını kökün- den yıktın.
Dâimâ şefkat ve merhamet tarafına yönelmiş, kötü huylardan temiz- lenmiş bir pâdişâhsın.
Seni kıskananların aksine, her türlü hikmet, şeref, yiğitlik ve cömert- lik sıfatları sende toplanmış...
Cömertlikte deryâ gibisin, sanki altın mâdenisin. Hattâ deryâdan da, altın ocağından da cömertsin.
Şu gök kubbenin zirvesi var oldukça ve dünyâ yerinde durdukça,
ALLAHü teâlâ, gönlüne uygun ihsânlarda bulunsun, dünyânın şerefi ayaklarının altına serilsin, dilerim."
Ey etrâfa amber kokuları saçan seher rüzgârı! Mâdemki duâ ve senâ demetleri diziyorsun,
Bu garip şiirlerden birkaçı o selîm akıllı edîb pâdişâha lâyık ola.
Sana emânet ettiğimiz bu garip armağanları sultânın meclisine götür.
Bu kıymetsiz hediyemi onun yüce ve şerefli huzuruna sunarken, de ki:
"Karınca, muhabbet ve sadâkat yönünden, Süleymân aleyhisselâ- mın katına yarım çekirge ayağı gönderdi.
Nitekim, "Armağanlar, gönderenin değeriyle ölçülür" diyerek sözü bitirmeye bak.
Fazla ısrâr etme, lütfen selâm ve hürmetimi söyleyerek kelâma son ver".
Muhammed Bâkî-billah (rahmetullahi teâlâ aleyh)
Beyt:
Ne taleb dile gelir, ne matlûb anlatılır,
Ne onun bir benzeri, ne bunun misli vardır.
Beyt:
Ben tenden kurtulurum, o hayâlden kurtulur,
Gideyim, kavuşmanın sonu böyle bulunur.
Evliyânın meşhûrlarından ve büyük İslâm âlimi Muhammed Ma´- sûm Fârûkî (rahmetullahi teâlâ aleyh) hazretlerinin sohbetine bir genç gelirdi. Bu genç, bir kıza âşık olup, dalgın ve dağınık bir hâldeydi. Mu- hammed Ma´sûm hazretleri bir gün o gencin hâlini anlayıp buyurdular ki: "Bu bozuk düşünceden ve lüzumsuz hayâlden vazgeç! Himmet ve arzu yüzünü hakîkat bahçesine çevir! Mârifet bostanından meyveler topla! Elbette bu diğerinden daha iyi olacaktır." Bu hâl içerisinde ezilen ve sı- kıntı içinde olan genç, Hâfız-ı Şirâzî´nin bir beytini okuyarak bu hâlden kurtulması için duâ ve himmet etmesini istedi. Muhammed Ma´sûm haz- retleri, gencin bu sözü üzerine, o hâlden kurtulması için duâ ve himmet etti ve; "Seni bu hâlden kurtardılar!" buyurdu. Genç bu sözü duyar duymaz, kendini toplayıp aklı başına geldi. Mecazî olan aşk ve sevgisi, hakîkî aşka döndü. Muhammed Ma´sûm hazretlerinin sâdık talebelerinden oldu. Hattâ onun feyz ve bereketlerinden o kadar faydalandı ki, sâlih, velî ve kâmil bir zât oldu.
Evliyânın büyüklerinden Muhammed Pârisâ (rahmetullahi teâlâ aleyh) birgün bir bahçede, havuz kenarında ayaklarını suya sarkıtmış oturuyordu. O sırada ALLAHü teâlânın zikrine dalmış, kendinden geçmiş hâlde iken, hocası Behâeddîn-i Buhârî hazretleri oradan geçti. Onu kendinden geçmiş, âdetâ baygın bir hâlde ve dünyâyı unutmuş derin bir murâkabeye dalmış olarak gördü. Bu hâlinden son derece duygulanıp, soyundu ve havuza girdi. Yüzünü, suya sarkmakta olan talebesinin ayaklarına sürerek; "ALLAH´ım bunun hürmetine bana rahmet et!" diye duâ etti ve talebesi Muhammed Pârisâ´ya pek yüksek bir iltifât gösterdi.
İstanbul´da medfûn bulunan en büyük üç evliyâdan biri olan Seyyid Murâd-ı Münzâvî (rahmetullahi teâlâ aleyh) hazretlerinin kabrini ziyâret edenler, orada rûhânî bir zevk ve lezzet duyarlar. Celvetî büyüklerinden İsmâil Hakkı Bursevî hazretleri, Ahidnâme´sinde; "İlâhî aşk sâhiplerine, Murâd-ı Münzâvî´nin kabrini ziyâret etmek lâzımdır. Bereketi görülen makamlardandır." buyurmuştur.
Tokat velîlerinden Mustafa Hâki Efendi (rahmetullahi teâlâ aleyh) hazretlerinin vefâtı sebebiyle yazılan mersiyeden bir bölüm:
Hicrânda koydun bizleri ey Mürşîd-i ebcel
Nâkısları kim eyleyecek kâmil ü ekmel
Destine yapışdık ebedî bir habl-i metîne
Çekdin elini nâkıs olan düşdi zemîne
Eyvâh geçirdik dem-i fırsatları eyvâh
Allaha ulaştırıcı sohbetleri eyvâh
Feyz-i nazarın mürdeleri eyledi ihyâ
Bu seng-dil Âdemliğini bulmadı hâlâ
Sen bizleri cezb eder idin arş-ı berîne
Biz kendimizi attırırız zîr-i zemîne
Hayfâ o nezâfet o zerâfet, o cemâl
Cem´ olmış idi sende hemân cümle kemâlât
İstanbulda yetişen büyük velîlerden Abdülehad Nûrî (rahmetullahi teâlâ aleyh) bir gün Sultanahmed Câmiinde vâz verirken şu şiiri söyledi:
Semâdan sırr-ı tevhîdi duyan, gelsin bu meydâna.
Derûn içre bugün, ALLAH diyen gelsin bu meydâna
Duyanlar sırr-ı Settârı, görenler nûr-i Gaffârı
Cihânda şîşe-i ârı, kıran gelsin bu meydâna
Sezâdır ehl-i irfâna getirsin cânı meydâna
Fedâ kılmaya ol cânı duyan gelsin bu meydâna
Gönül maksûdunu buldu, cihan envâr ile doldu.
Bugün iklim-i oldu, duyan gelsin bu meydâna
Anadolu evliyâsından Abdürrezzâk Ali Efendi (rahmetullahi teâlâ aleyh) ALLAHü teâlânın aşkı ile çok güzel şiirler söylemiştir. Bunlardan birisi;
Cemâlullaha olan âşık hevâ ile sivadan geç
Karışma fi´l-i Hakka ey gönül çûn-u-çirâdan geç.
Bekâdan neş´edâr ol bâde-i tevhîd ile ey dil
Gönülden hâzır ol Hakk´a heman mülk-i fenâdan
Libas-ı fahri neyler câme-i aşk âşıka kâfî
Abâ-yı aşkı gey İlmî bütün dârû devâdan geç.
Ey gönül erbâb-ı câha etme arz-ı ihtiyaç
Bâb-ı Hak meftûh iken gayra ne lâzım ilticâ.
Hindistan evliyâsından ve Kendilerine ?Silsile-i aliyye? denilen büyük âlim ve velîlerden Abdullah-ı Dehlevî (rahmetullahi teâlâ aleyh) ömrünün sonlarında hastalıklardan çok güçsüz kaldı. İbâdetlerini zevkle, fakat büyük zorluklar içinde yapardı. Buyururdu ki:
Şu şiiri okuduğum zaman ALLAHü teâlâ vücûduma bir güç kuvvet veriyor, gençleşiyorum.
Gerçi ihtiyârım, kalbim hasta, dermansızım,
Yüzünü andıkça kuvvet gelir, gençleşirim.
Yâni; her ne kadar ihtiyâr, hasta ve mecâlsiz olsam da, hakîkî sevgilinin aşkı ve O´na kavuşma isteğinin cilvelerini gördükçe gençleşirim.
Himmetzâde Abdullah Efendi (rahmetullahi teâlâ aleyh) 1688´de hacca gitti. İliklerine kadar Resûlullah aşkı ile yanarak şu kıtayı söyledi:
.
Ravzana yüz süren bulur amân
El amân ey Fahr-i âlem el amân
Her gelen dilhaste, bulur tâze can
El amân ey Fahr-i âlem el amân.
ALLAHü teâlâyı tam bir muhabbetle sevmek, O´ndan başka her şeyden yüz çevirmek aşk adını alır. İmâm-ı Rabbânî hazretleri, "Nefsin kötü ar- zularına yâni şehvete aşk ve muhabbet adını takmamalıdır. Aşk, muhab- bet kalpte olur ve kıymetlidir. Gerçek aşk, ALLAHü teâlâyı ve O´nun sev- diklerini sevmektir." buyurmuştur. (E. Ans. c.1, s. 6)
İbrâhim Hakkı Erzurumî de; "Aşk, nefsi terbiye eder, ahlâkı güzelleştirir. Aşk, insanın kalbinde bir ateş olup, kalpte ALLAH sevgisinden baş- ka bir şey bırakmaz. Hak âşığı olanın sözü, işi ve düşüncesi, doğru ve saftır. Uyanık kalpli ve hatâdan uzaktır." demiştir. (E. Ans. c.1, s.7)
Anadolu velîlerinin büyüklerinden Ahmed Kuddûsî (rahmetullahi teâlâ aleyh) hazretleri; Kuddûsî mahlasını almasını şöyle anlatmaktadır.
Ben, daha doğmadan önce ana karnında iken, Kuddûs Kuddûs diye ALLAHü teâlâyı zikr ediyormuşum. Birgün annem babama bu durumu söy- leyince, babam; "Kimseye söyleme bu oğlumuz kemâl sâhibi olur inşaallahâ- ALLAH." demiş.
Ahmed Kuddûsî bu durumu şu şiirinde de anlatır.
Kuddûs´a mensûb olmuşam,
Kuddûsî´yem! Kuddûsî´yem!
Hem O´na meczûb olmuşam,
Kuddûsî´yem! Kuddûsî´yem!
Bil ana rahminde beni,
Ki etmişem takdîs O´nu,
Anam işitmiştir bunu,
Kuddûsî´yem! Kuddûsî´yem!
On ikiye erdi yaşım,
Aşk oldu yâr u yoldaşım,
Takdîs-i Hakk idi işim,
Kuddûsî´yem! Kuddûsî´yem!
Yiğirmide ettim hereb,
Gezdim Hicâz´ı, Şam´ı heb,
Kuddûs´e çektim çün nasab,
Kuddûsî´yem! Kuddûsî´yem!
.
Şevkiyle oldum bî karar,
İçimde ışık odu yanar,
Kuddûs´e etmişem firâr,
Kuddûsî´yem! Kuddûsî´yem!
Çektim sivâsından eli,
Buldum O´na giden yolu,
Varsun desün münkir, deli!
Kuddûsî´yem! Kuddûsî´yem!
Yetmiş, dahî üç oldu sin,
Hayran bana hep ins ü cin,
Kuddûs´e kalbim mutma´în,
Kuddûsî´yem! Kuddûsî´yem!
Tedbîr-i dünyâ bilmezsem,
Arzû-yı Cennet kılmazsam,
Ağyâra mensûb olmazsam,
Kuddûsî´yem! Kuddûsî´yem!
Kuddûsî´yi cezb etti ol,
İster O´na her dem vusûl,
Der bilmeyip iz´an usûl,
Kuddûsî´yem! Kuddûsî´yem!
Türkistan´da yetişen büyük velîlerden Ahmed Yesevî (rahmetullahi teâlâ aleyh) sohbetlerinde talebelerine buyururdu ki: "Ey dostlar! Bir kim- se, ALLAHü teâlânın aşkı ile yanıp yakılarak, bu denizde çok usta bir dal- gıç olmadıkça, bundan çok daha derin olan vahdâniyet denizine gire- mez. Ona girmek için çok usta ve dikkatli bir dalgıç olmak gerekir."
"Gönlünde ALLAHü teâlânın aşkını taşıyanlar, dünyâ ile tamâmen alâkalarını kesmişlerdir. Halk içinde Hak ile olurlar. Bir an ALLAHü teâlâyı unutmazlar."
Evliyânın büyüklerinden Alâeddîn Âbizî (rahmetullahi teâlâ aleyh) buyurdular ki: "İçinde hakîkî aşk acısı bulunmayan kimseye, bu yolda i- lerlemek nasîb olmaz."
Suriye´de yaşayan velîlerden Ali Kazvânî (rahmetullahi teâlâ aleyh) buyurdular ki: "ALLAHü teâlâyı taleb ve O´nun rızâsını isteme husûsunda samîmî ve doğru olan, insanların kendisini terk etmelerine aldırmaz!"
Osmanlılar zamânında yetişen İslâm âlimlerinden ve tasavvuf büyük- lerinden Behiştî (rahmetullahi teâlâ aleyh) hazretlerinin şiirlerinden bâzı beyitler:
.
Visâlın Kâbe´dir, rûz-ı ecel azmi zamânıdır
Kefen ihrâmı, tâbût, ol yolun taht-ı revânıdır.
(Sana kavuşmak Kâbe´ye kavuşmak demektir. Ecel günü ise dünyâ- dan gitme zamânıdır. Bu yolda kefen ihram, tabût da yürüyen bir tahttır.)
Bülbül-i gülşen-i kudsüm bu cihân dâmımdır
Beni bunda tutan ol serv-i gül-endâmımdır.
(Ben aslında mukaddes ve azîz olan gül bahçesinin bülbülüyüm. Fakat vücûd denen dünyâ evinde hapsedildim. Beni burada eğleyen boyu gül gibi olan ve salınan servi boylu sevgilidir.)
Yâ sabır, yâ sefer derler, ne Rûm ü ne Acem kaldı
Dolaştım rub´ı meskûnu, hemen mülk-i adem kaldı.
(Âşık için yâ sabır yahut da sefer lâzımdır. Ben Anadolu´dan, Acem mülküne kadar dünyânın dört bir tarafını gezdim, gezip görmediğim sâdece yokluk ülkesi kaldı.)
Bağdât´ın büyük velîlerinden Câfer-i Huldî (rahmetullahi teâlâ aleyh) buyurdular ki: "ALLAHü teâlâya âşık olanlar, insanı O´ndan uzaklaştıran her şeyden uzak olup, alâkalarını keserler."
Büyük velîlerden Ebû Ali Dekkâk (rahmetullahi teâlâ aleyh) buyurdular ki: "Bir kimse kendini, hocasının kapısında süpürge yapamazsa, hakîkî âşık değildir."
Osmanlıların kuruluş devrinde Bursa´da yaşamış büyük velî Emîr Sultan (rahmetullahi teâlâ aleyh) hazretleri için yazılan bir şiir:
Gerçi âşıklara salâ denildi,
Derdi olan gelsin dermânı buldum.
Âh ile vâh ile cevlân ederken,
Cânımın içinde cânânı buldum.
Akar gözlerimden yaş yerine kan,
Zerrece görünmez gözüme cihân.
Deryâlar nûş edip, kandırmaz iken,
Âşıklar kandıran ummânı buldum.
Âşıklar meydana doğru varırlar,
Erenler cem olmuş, verir alırlar.
Cümle velîler, dîvân dururlar,
Hakk´a mahbûb olan sultânı buldum.
.
Açılmış dükkânlar kurulmuş pazar,
Canlar mezâd olmuş dellâl de gezer.
Oturmuş ümmetin berâtın yazar,
Cevâhir bahş olan dükkânı buldum.
Emîr Sultan ne hoş pazar imiş,
Âşıklar meydan edip gezer imiş.
Cümlenin maksûdu ol dîdâr imiş,
Hakk´a karşı duran dîvânı buldum.
SOFU BABA´NIN AŞKI
Seyyid Fehîm her sene, Van´a gidip bir defâ
Güzel sohbetleriyle, nûr saçardı etrafa.
Mevsim yaz olduğundan, hava bir sıcaktı ki,
İnsanlar harâretten, kavruluyordu sanki.
Gençten bir kimse vardı, hem de Fehîm isminde,
Yaşardı o zamanlar, günah işler içinde.
Bu genç, dağdan bir tabak, kar temin edip bir gün,
Getirip huzûruna, arz etti o büyüğün.
Seyyid Fehîm o gence, buyurdu: "İsmin nedir?"
O gâyet sıkılarak, dedi: "İsmim Fehîm´dir."
Bir makbûl olmuştu ki, getirdiği soğuk kar,
Şefkatle etti ona, bir teveccüh ve nazar.
Bu, öyle bir teveccüh, öyle nazardı ki hem,
Kalbi, Seyyid Fehîm´in, aşkıyla doldu o dem.
Öyle bir muhabbetle, bağlandı ki o zâta,
Onun muhabbetiyle yanar oldu âdetâ.
Sonradan Seyyid Fehîm, Arvas´a etti avdet,
O sene kış mevsimi, şiddetli geçti gâyet.
Ve lâkin yanıyordu, o aşkla onun gönlü,
Onun ayrılığına, yoktu hiç tahammülü.
.
En son dayanamayıp, dedi ki: "Anneciğim,
Heybemi hazır et ki, Arvas´a gideceğim."
Dedi: "Gitme evladım, bir baksana şu kışa,
Çıkarsan yem olursun, dağlarda kurda kuşa."
Lâkin o, kararını, vermiş idi pek kat´i,
Zîrâ onun aşkından, kalmamıştı tâkati.
Heybesini alarak, düştü Arvas yoluna,
Ona kavuşmak için, bir mâni yoktu ona.
Her an ölüm saçarken, aç kurtlar, soğuk ve kar
O, dağ dere demeyip, gidiyordu bir karar.
Zîrâ onu götüren, bir sevgiydi, bir aşktı.
Çünkü Seyyid Fehîm´e, varıp kavuşacaktı.
Bir dağın tepesinde, tam bu aşkla giderken,
Baktı ki karşısına, bir adam çıktı birden.
Ve sordu ki: "Nereye, gidiyorsun ey Fehîm?
Eğer arzû edersen, sana yardım edeyim."
Lâkin o, cevap bile, vermiyerek hiç ona,
Yine aynı aşk ile, devam etti yoluna.
Çünkü Seyyid Fehîm´le, berâberdi o zâten,
Ve onun aşkı ile, gidiyordu esâsen.
Ve bir akşam, Arvas´ta, ezân okundu, fakat,
Namaz için mihrâba, geçmedi o büyük zât.
Herkes merak ederken, niçin beklediğini,
Seyyid Fehîm bildirdi, bu işin hikmetini.
Buyurdu: "Bir yolcumuz, geliyor, yolda şu an,
Hem de donmak üzere, neredeyse soğuktan."
Biraz sonra genç Fehîm, bir kardan adam gibi,
Kavuştu ma´şûkuna, dinlemeyip kar tipi.
.
Buyurdu ki: "Ey Fehîm, o yolda rast geldiğin,
Hızır´dı, niçin ondan, bir yardım istemedin?"
Dedi ki: "Beraberdim, o anda sizin ile,
Çok kolay geliyordum, sizin himmetinizle.
Siz de geliyordunuz, o yolda yanım sıra,
Sizinle beraberken, bakar mıyım Hızır´a.
Ben sizin aşkınızla, dağları aşıyordum.
Her adımda daha çok, size yaklaşıyordum."
Sofu Baba derler ki, ona Van civârında,
Ziyâret etmektedir, sevenler, mezarında.
Anadolu´da yetişen büyük velîlerden İbrâhim Tennûrî (rahmetullahi teâlâ aleyh) hazretleri ilâhiler de söylemiştir.
KAHRIN DA HOŞ LÜTFUN DA HOŞ
Câna cefâ kıl ya vefâ
Kahrın da hoş lütfun da hoş
Ya derd gönder ya devâ
Kahrın da hoş lütfun da hoş.
Hoşdur bana senden gelen
Ya hil´at ü yahut kefen
Ya tâze gül yahut diken
Kahrın da hoş lütfun da hoş.
Gelse celâlünden cefâ
Yâhut cemâlünden vefâ
İkisi de cânâ safâ
Kahrın da hoş lütfun da hoş.
Ger bâğ u ger bostân da
Ger bend u ger zindân da
Ger vasl u ger hicrân da
Kahrın da hoş lütfun da hoş.
Ey pâdişâh-ı lemyezel
Zât-ı ebed hayy-ı ezel
.
Ey lutfu bol kahrı güzel
Kahrın da hoş lütfun da hoş.
Ağlatırsın zârî zârî
Verirsin cennet ü hûrî
Lâyık görür isen nârı
Kahrın da hoş, lütfun da hoş.
Gerek ağlat gerek güldür
Gerek dirilt gerek öldür
Bu Âşık hem sana kuldur
Kahrında hoş lütfun da hoş.
Osmanlılar zamânında yetişmiş âlim ve velî Lâmiî Çelebi (rahme- tullahi teâlâ aleyh) hazretlerinin şiirlerinden örnekler.
Çağrışur gökte melekler âh u zârımdan, meded!
Odlara yandım, bu âh-ı pür şerârımdan, meded!
Senin gitmez başından bu havâlar
Dimâğın Cümle toprak olmayınca
Bu sergerdanlığın pâyânı yoktur
Vücûdun serteser hâk olmayınca.
Irak´ta yetişen büyük velîlerden Mâcid el-Kürdî (rahmetullahi teâlâ aleyh) ALLAHü teâlâya âşık olanlar hakkında; "ALLAHü teâlâya âşık olanların kalpleri, azîz ve celîl olan ALLAHü teâlânın nûru ile nûrlanmış, aydınlanmıştır. O kalbde istek, arzu hâli hareket edince, onun nûru yer ile gök arasını aydınlatır. ALLAHü teâlâ, meleklere onları över ve; "Şâhid olunuz ki, ben onlara daha müştâkım." der.
"Şevk, ALLAHü teâlâya âşık olanların kalplerinde yanan bir ateştir. O ateşi ancak, ALLAHü teâlâya kavuşmak ve O´nun cemâline nazar etmek (bakmak) teskîn eder, dindirir." buyurdular.
SEVDİĞİNE KAVUŞMAK
Dokuzuncu asırda, yetişen evliyâdan,
Biri dahi Muhammed Şüveymî´dir o zaman.
Bu zât, talebesine, der idi ki her derste:
?Hâtırlayın ALLAH´ı, her an ve her nefeste.
.
Eğer unutmazsanız. Rabbinizi hiç bir ân,
Kurtarır O da sizi, cümle sıkıntınızdan.?
Bir gün biri gelerek, bu velînin yanına,
Dedi ?Sıkıntıdayım, yardım et lütfen bana.?
Bu kimse bir kadınla, evlenmek istiyordu,
Kadın ise aksine, bunu istemiyordu.
Şüveymî hazretleri, gösterip bir odayı,
Buyurdu ki: Şuraya gir ve kapat kapıyı.
O kadının ismini, söyle devâm üzere,
Murâdın tez zamanda, hâsıl olur bu kere.
O kimse ?Peki? deyip odaya girdi nâçar,
O kadının ismini söyledi tekrar tekrar.
Öyle ki, gece gündüz, yemek de yemiyordu,
O kadının, ismini hep tekrar ediyordu.
Birkaç gün geçmişti ki, hadise üzerinden,
O kadın bir gün gelip, kapıyı çaldı birden.
Açmadan sordu o da; Siz kimsiniz? diyerek,
Kadın, kapı dışında, seslendi sevinerek.
Dedi ki: Ben falanca, kadınım beni dinle,
Bil ki ben, evlenmeye, râzı oldum seninle.
O ânda o kimseye, erişti bir hidâyet,
Kadınla görüşmeyip, teklifini etti red.
Dedi: ?Şâyet bir kişi, severse birisini,
Madem ki kavuşuyor, çok söylerse ismini.
Ben niçin insanlarla böyle meşgûl olurum.
İsmini söyleyerek Rabbime kavuşurum.
O günden îtibâren, o kişi gündüz gece,
ALLAHın zikri ile meşgûl oldu böylece,
.
Beş gün geçmiş idi ki, görüldü tesirleri,
Kalp gözü açılarak, oldu kâmil bir velî.
Hindistan´da yetişen büyük velîlerden Mahdûmzâde Ebü´l-Kâsım (rahmetullahi teâlâ aleyh) hazretlerinin bir beyti şöyledir:
"Güzelliğini görmeyen gözü söküp atarım,
Kaş mihrâbının altında nasıl hissiz yatarım."
Büyük velîlerden Mansûr el-Betâihî (rahmetullahi teâlâ aleyh) hakkında Ahmed Rıfâî hazretleri şöyle anlatır: "Dayım Mansûr´dan işittim. Buyurdular ki: "Yeryüzü ALLAH aşkını tatsaydı, bu aşk ve muhabbet sebebiyle bir ateş parçası hâline gelen meyveleriyle, yeryüzündeki ağaçlar alev alev tutuşur, dalları yapraksız kupkuru bir çubuk hâline gelirdi. Bu aşk ateşine, demir ve sarp kayalar, insandan daha dayanıklı ve tahammüllü değildir."
Hirat´ta yetişen âlim ve büyük velîlerden Molla Câmî (rahmetullahi teâlâ aleyh) buyurdular ki: "Seven o kimselerdir ki, sevgilisinden ne kadar düşmanlık görse, yine dostluğunu arttırır. Sevgilisinden başına binlerce sitem taşı gelse, onlar ancak aşk binâsını sağlamlaştırır."
Molla Câmî hazretleri dîvânında, Türk hâkânı Fâtih Sultan Mehmed Hâna hitâben, onu övücü şiirler yazdı. Ayrıca onun oğlu Sultan Bâyezîd´i medheden kasîdeleri de bulunmaktadır. Fâtih için söylediği kasîdelerden bâzılarının Türkçeye tercümeleri şöyledir:
Ey kuzeyden esen rüzgâr! Ne hoş kokular getiriyorsun. Haydi arzu- ların kıblesi olan semte doğru es!
Ilık nefesine samîmiyet kokularını karıştır. Ve hep ihlâs yolundan giderek hedefe ulaş.
Ricâ ve duâ denklerini Horasan´da bağladıktan sonra, Rum diyârına doğru yürü.
Yolda bu yolun usûl ve erkânını öğren. Büyüklerin yetiştiği dergâhın nerede olduğunu sor.
Oraya varınca yüzünü hizmetçilerin ayak tozlarına sür. İzin isteyip, yeri öperek huzûra gir.
O cihâd eri, gâzî pâdişâhın önünde hikmetler saçarak söze gir ve;
"Ey mertebesi yüksek pâdişâh! Sana dünyâ mülkü, atalarından kalma bir mîrâstır." de.
Dünyâda pek az kimse, böyle büyüklük ve ihtişam tahtında senin gibi feyz verme olgunluğuna sâhib olabilmiştir.
Sünnet-i seniyyenin her tarafa yayılması senin gayretinle oldu.
Küfür yuvaları, kiliseler, yine senin himmetinle câmiye çevrildi.
Harplerdeki isâbetli tedbirlerinle, küfür ve sapıklık kal´alarını kökün- den yıktın.
Dâimâ şefkat ve merhamet tarafına yönelmiş, kötü huylardan temiz- lenmiş bir pâdişâhsın.
Seni kıskananların aksine, her türlü hikmet, şeref, yiğitlik ve cömert- lik sıfatları sende toplanmış...
Cömertlikte deryâ gibisin, sanki altın mâdenisin. Hattâ deryâdan da, altın ocağından da cömertsin.
Şu gök kubbenin zirvesi var oldukça ve dünyâ yerinde durdukça,
ALLAHü teâlâ, gönlüne uygun ihsânlarda bulunsun, dünyânın şerefi ayaklarının altına serilsin, dilerim."
Ey etrâfa amber kokuları saçan seher rüzgârı! Mâdemki duâ ve senâ demetleri diziyorsun,
Bu garip şiirlerden birkaçı o selîm akıllı edîb pâdişâha lâyık ola.
Sana emânet ettiğimiz bu garip armağanları sultânın meclisine götür.
Bu kıymetsiz hediyemi onun yüce ve şerefli huzuruna sunarken, de ki:
"Karınca, muhabbet ve sadâkat yönünden, Süleymân aleyhisselâ- mın katına yarım çekirge ayağı gönderdi.
Nitekim, "Armağanlar, gönderenin değeriyle ölçülür" diyerek sözü bitirmeye bak.
Fazla ısrâr etme, lütfen selâm ve hürmetimi söyleyerek kelâma son ver".
Muhammed Bâkî-billah (rahmetullahi teâlâ aleyh)
Beyt:
Ne taleb dile gelir, ne matlûb anlatılır,
Ne onun bir benzeri, ne bunun misli vardır.
Beyt:
Ben tenden kurtulurum, o hayâlden kurtulur,
Gideyim, kavuşmanın sonu böyle bulunur.
Evliyânın meşhûrlarından ve büyük İslâm âlimi Muhammed Ma´- sûm Fârûkî (rahmetullahi teâlâ aleyh) hazretlerinin sohbetine bir genç gelirdi. Bu genç, bir kıza âşık olup, dalgın ve dağınık bir hâldeydi. Mu- hammed Ma´sûm hazretleri bir gün o gencin hâlini anlayıp buyurdular ki: "Bu bozuk düşünceden ve lüzumsuz hayâlden vazgeç! Himmet ve arzu yüzünü hakîkat bahçesine çevir! Mârifet bostanından meyveler topla! Elbette bu diğerinden daha iyi olacaktır." Bu hâl içerisinde ezilen ve sı- kıntı içinde olan genç, Hâfız-ı Şirâzî´nin bir beytini okuyarak bu hâlden kurtulması için duâ ve himmet etmesini istedi. Muhammed Ma´sûm haz- retleri, gencin bu sözü üzerine, o hâlden kurtulması için duâ ve himmet etti ve; "Seni bu hâlden kurtardılar!" buyurdu. Genç bu sözü duyar duymaz, kendini toplayıp aklı başına geldi. Mecazî olan aşk ve sevgisi, hakîkî aşka döndü. Muhammed Ma´sûm hazretlerinin sâdık talebelerinden oldu. Hattâ onun feyz ve bereketlerinden o kadar faydalandı ki, sâlih, velî ve kâmil bir zât oldu.
Evliyânın büyüklerinden Muhammed Pârisâ (rahmetullahi teâlâ aleyh) birgün bir bahçede, havuz kenarında ayaklarını suya sarkıtmış oturuyordu. O sırada ALLAHü teâlânın zikrine dalmış, kendinden geçmiş hâlde iken, hocası Behâeddîn-i Buhârî hazretleri oradan geçti. Onu kendinden geçmiş, âdetâ baygın bir hâlde ve dünyâyı unutmuş derin bir murâkabeye dalmış olarak gördü. Bu hâlinden son derece duygulanıp, soyundu ve havuza girdi. Yüzünü, suya sarkmakta olan talebesinin ayaklarına sürerek; "ALLAH´ım bunun hürmetine bana rahmet et!" diye duâ etti ve talebesi Muhammed Pârisâ´ya pek yüksek bir iltifât gösterdi.
İstanbul´da medfûn bulunan en büyük üç evliyâdan biri olan Seyyid Murâd-ı Münzâvî (rahmetullahi teâlâ aleyh) hazretlerinin kabrini ziyâret edenler, orada rûhânî bir zevk ve lezzet duyarlar. Celvetî büyüklerinden İsmâil Hakkı Bursevî hazretleri, Ahidnâme´sinde; "İlâhî aşk sâhiplerine, Murâd-ı Münzâvî´nin kabrini ziyâret etmek lâzımdır. Bereketi görülen makamlardandır." buyurmuştur.
Tokat velîlerinden Mustafa Hâki Efendi (rahmetullahi teâlâ aleyh) hazretlerinin vefâtı sebebiyle yazılan mersiyeden bir bölüm:
Hicrânda koydun bizleri ey Mürşîd-i ebcel
Nâkısları kim eyleyecek kâmil ü ekmel
Destine yapışdık ebedî bir habl-i metîne
Çekdin elini nâkıs olan düşdi zemîne
Eyvâh geçirdik dem-i fırsatları eyvâh
Allaha ulaştırıcı sohbetleri eyvâh
Feyz-i nazarın mürdeleri eyledi ihyâ
Bu seng-dil Âdemliğini bulmadı hâlâ
Sen bizleri cezb eder idin arş-ı berîne
Biz kendimizi attırırız zîr-i zemîne
Hayfâ o nezâfet o zerâfet, o cemâl
Cem´ olmış idi sende hemân cümle kemâlât