- Ashabı Kehf Öyküsü Önce Toplu Sonra Ayrıntılı Olarak Verilmiştir

Adsense kodları


Ashabı Kehf Öyküsü Önce Toplu Sonra Ayrıntılı Olarak Verilmiştir

Smf Seo Versiyon , -- Seo entegre sistem.

Array
meryem
Wed 8 December 2010, 09:51 am GMT +0200
Ashabı Kehf Öyküsü Önce Toplu Sonra Ayrıntılı Olarak Verilmiştir

Kur'an, en güzel sanatsal anlatım üslubuna uygun olarak Ashab-ı Kehf öyküsünü hoş, etkileyici ve gönülleri okşayıcı bir üslupla anlatmaktadır. Öce toplu ve özet olarak vermekte, sonra açarak ortaya koymaktadır.

Toplu anlatım şu ilk dört ayette bulunmaktadır:"Yoksa sen mağara ve kitabe ehlini şaşılacak ayetlerimizden mi sandın? Birkaç genç mağaraya sığınmış, Rabbimiz! Katından bize rahmet ver ve işimizde doğruyu göster, bizi başarılı kıl, demişlerdi. Mağaranın içinde onları yıllarca uyuttuk.Sonra iki taraftan hangisinin bekledikleri süreyi daha iyi saydığını ortaya çıkarmak için onları dirilttik."

Aaçarak anlatma ise, "Onların haberini sana gerçek olarak biz anlatıyoruz" ayetinden başlayıp sonuna kadar sürmektedir.

Toplu olarak verilen kısım,öykünün ana hatlarını içermektedir. Şöyleki; Bunlar mağarada bulunan ve kitabede adları geçen kişilerdir. Allahın ayetlerindendirler. Mağaraya   sığınmışlar.   Aliahtan   yardım   istemişler.

Rahmetini, doğru yolu göstermesini ve başarısını istemişler. Mağarada Allah onları uyutmuş ve uyumuşlardır. Uykuları yıllarca sürmüştür.Sonra Allah uykularından uyandırmıştır. Sayıları, kimlikleri ve ne kadar kaldıkları konusunda insanlar iki gruba ayrılmışlardır. Kur'an bu konuda doğru olan görüşü belirtmiş ve yanlış olan diğer görüşü iptal etmiştir.

Herhalde ilk ayet olan"Yoksa sen mağara ve kitabe ehlini şaşılacak ayetlerimizden mi sandın?" ayeti,insanların onların durumlarını yadırgamalarına bir cevap verdiği gibi, peygambere bu konuda soru soran yahudi ve müşriklere de cevap vermektedir.[49]

 Rabbimiz! Katından Bize Bir Rahmet Ver:
 
Mağaraya sığındıklarında mümin gençler Allahtan yardım ve rahmet istemişler ve "Rabbimiz! Katından bize bir rahmet ver ve işimizde doğruyu göster" demişlerdir. Böylece müminler Aİlaha sığınma, ondan yardım ve rahmet isteme ve bütün işlerde doğru yolu göstermesi, işimizi kolaylaştırmasını istememizi öğretmektedirler. Rahmetin ancak Ailah tarafından verileceğini bildikleri için onu sahibinden istemişler ve "Katından bize bir rahmet ver" demişlerdir.

Kehf suresinde "yanında-katında" anlamındaki ";Ledun" kelimesinin    aşağıdaki   ayetlerde   dört   defa   geçtiği görülmektedir.

"Yanından şiddetli bir baskını haber vermek ve müminleri mjdelemek için...”[50]

"Rabbimiz! yanından bize bir rahmet ver ve işimizde bize doğru yolu göster"[51]

"Yanımızdan kendisine rahmet verdiğimiz ve katımızdan bir bilgi verdiğimiz kullarımızdan bir kul buldulaı [52]

" O zaman senden Özür dilerim (yanımdan sana Özür bildiririm)"[53]

Surede ayrıca rahmet kelimesinin de şu yerlerde altı defa geçtiği görülmektedir;

""Rabbamiz! katından bize bir rahmet ver ve işimizde bize doğru yolu göster."[54]

"Mağaraya sığının, rabbîniz size rahmetinden çokça verir"[55]

"Rabbin çok bağışlayıcı, rahmet sahibidir. Kazandıkları sebebiyle onları cezalandırırsa, azaplarını çabuklaştırır."[56]

"Yanımızdan kendisine rahmet verdiğimiz ve katımızdan ilim öğrettiğimiz kullarımızdan bir kul buldular"[57]

"Rabbin, kendisinden bir rahmet olarak, ikisinin erginlik çağına gelmelerini ve definelerini çıkarmalarını istedi."[58]

"Bu, rabbimden bir rahmettir. Rabbimin belirttiği zaman gelince, onu yerle bir eder"[59]

Allahm rahmeti Kehf suresinde ve anlattığı öykülerde öne çıkmaktadır. Ashab-ı Kehf'e mağaraya sığınmalarını

Öğretmesi ve ona sığınıp müşrik milletlerinden ayrılmalarını sağlaması Allahm onlara bir rahmetidir.Bu kadar uzun yıllar mağarada kalmalarını sağlaması, kaçtıkları kafir kuşak gidip yerine mümin bir kuşak gelinceye kadar yüzlerce yıl uyumalarını sağlaması onun bir rahmetidir.Mağaranın içinde onlar için ayetler ve kudretini gösteren deliller sergilemesi onun bir rahmetidir.

Rahmetin ancak Allahtan olduğunu bildikleri için de ondan istemişler, layık insanlara doğru yolu ancak kendisinin göstereceğini bildikleri için ona yalvarmışlar. "Rabbimiz! Katından bize bir rahmet ver ve işimizde bize doğru yolu göster".

Bunu. kendisinden tam bir içtenlik ve yönelişle, doğruluk ve ümitle isteyince, Allah isteklerini kabul etmiş, gölgelerinde yaşamalarını sağlayacak rahmetini vermiştir.

Allahm rahmeti onlara mağaranın içinde gelmiş ve mağaranın içini nimet ve emniyete çevirmiştir.Yüce Allah ne güzel buyuruyor: "Allahm insanlara vereceği bir rahmeti hiçbir kimse önleyemez. Vermeyeceğini de onun dışında hiçbir kimse veremez"[60]

 Onların Haberini Sana Gerçek/Doğru Olarak Anlatıyoruz:
 
"Onların haberini sana gerçek olarak anlatırız" sözü bazı şeyler anlatmaktadır:

1- Yüce   Allahm   Ashab-ı   Kehf'in   durumunu   bize anlatması,   rahmet   ve   öğretmesinin   bir   ifadesi   ve öncekilerin     öykülerinden     bize     yararlı     şeyleri bildirmesidir.Bu da ondan bir ihsan ve lütuftur.

2- Ayetlerin, Ashab-ı Kehf konusunda yahudi ve müşriklerin peygamberi sınadıkları bir ortamda indiğini unutmayalım.Bu soruya bizzat yüce Allahın cevap vermesi, peygamber için bir destek ve zaferdir.

3- Bu olay, Hz.Muhammed'in peygamber olduğunu kanıtlayan bir delil ve Yüce Allahın bir tanıklığı sayılır.Peygmber olmasaydı, yüce Allah onu doğrulamaz ve ayetlerini ona indirrnezdi.

4- Yüce Allahın "Biz onların haberini sana gerçek olarak anlatıyoruz" sözünü hak olarak nitelemesi, öyküde anlatılan bütün şeyleri gerçek ve doğru olarak kabul etmemize bir çağrıdır.Öyküde anlatılan bazı şeyler maddi ölçülerin dışında olan şeylerdir.Mümin akıl, Yüce Allahın her şeye gücü yeten bir güç, evrenin yasalarından dilediğini değiştiren veya işlevsiz kılan sınırsız bir irade sahibi olduğunu kabul eder.

5- Hak ile nitelemesi, Kur'andan aktardığımız öncekilerin öykülerinde, çalıştığımız alanda, aldığımız kaynaklarda ve vardığımız sonuçlarda doğruluk, isabet ve gerçeklik demek olan hak niteliğine çağırmamız demektir.Bütün bunların hak niteliğine sahip olması gerekir.Bu da ancak Kur'an ve sahih sünnet olan sağlam ve güvenilir kaynaklar için mümkündür.

Ashab-ı   Kehf   Öyküsünde   anlatılanların   hak   ile nitelenmesi, araştırmacı ve okuyucuların gerçek ve doğru rabbani kelam ile yetinmeleri, israiliyyat ve mitolojilerle dolup taşan başka kaynaklara gitmemeleri, aksine onları anlatan bütün rivayetleri bir tarafa atmaları için bir çağrıdır.

6- Ayetteki haber anlamındaki "Nebe'" kelimesi, Ashab-ı Kehf öyküsünün önemli olduğunu anlatır. Çünkü "Nebe' '' kelimesi, aynı zamanda önemli ve doğru haberler için kullanılır.[61]

 Gençlerdir:
 
Yüce Allah Ashab-ı Kehf'in gençler olduğunu bildirmektedir. "Rablerine inanmış ve hidayetlerini artırdığımız gençler".

Gençlik delikanlılık, canlılık ve coşku dönemidir. Fedakarlık, verimlilik, sorumluluk ve görev üslenme çağıdır. Kur'anda gençlik, övülen bir niteliktir. Genç de güzel ve önemli işler yaptığı zaman övülmektedir.

Milletinin putlarını kıran Hz.ibrahim genç diye nitelenmiş ve "ibrahim denilen bir gencin onlardan söz ettiğini duyduk"[62] demişlerdir.

Halk onu genç diye nitelerken küçümsemeyi, horlamayı ve suçlamayı düşünüyorlardı. Sanki yaptığının sonucunu ve davranışlarının akibetini düşünmeyen soytarı bir delikanlıdır, yetişkin ve olgun bir büyük olsaydı, böyle bir işe kalkışmazdı, demek istiyorlardı.

Ancak, Kur'anın genç diye nitelemesi onun için ve yaptıkları için bir övgü olduğunu düşünüyoruz.Kötü şeylere karşı    çıkmaya    ve    putları    kırmaya    gençlik    onu sürüklemiştir.Gençliği, şirkin tanrıları olan putları görmeye dayanamıyordu.Onun için münkeri kırıp dağıtmıştır.

Günümüzde dinine bağlı müslüman gencin gençliği, islam- düşmanlarının küçümseme, horlama ve suçlama sebebi olmaktadır. Çünkü islam düşmanları onları köktenci gençler ve tepkici taşkın delikanlılar olarak görmektedir.Akh başında büyük adamlar olsalardı, anlayışlı, ferasetli ve olgunluk sahibi olurlardı, derler.

Halbuki dinine bağlı bu gençlerin gençliği, himmet ve enerjisinin, çalışma ve fedakarlığı, gayret ve aktivitesinin kaynağıdır. Bunlar her zaman gerçek gençliğin olgun meyveleridir. Belirttiğimiz gibi gençlik dönemi, fedakarlık, verimlilik ve hamaset dönemidir.Gençlik atılganlık ve değerlere bağlılık demektir.

Değiştirme ve reformun enerjisi gençlerdir. Çağrılar ancak gençlerin çabalarıyla yayılmış ve egemen olmuştur. Değişim  ancak  onların çabalarıyla   gerçekleşmiştir. Peygamberlerin, reformcu ve ıslahatçıların mensuplarının çoğu gençler olmuştur.

Gençlerin gözle görülür enerji ve rollerinin büyüklüğünü bilen ve müslümanların onlardan yararlanmasını istemiyen islam düşmanları, onların inanç ve düşüncelerini bozmak, başıboş ve hayvan gibi yaşamalarını sağlamak, duyarlılık, girişkenlik ve sorumluluk duygularını köreltmek, hayatta anlamsız ve değersiz işlere yöneltmek için ellerinden geldiği kadar çalışmışlardır. Günümüzde olduğu kadar müslüman gençliğe karşı savaşılmamış ve her yönden saldırılara maruz bırakılmamıştır. Bugün olduğu kadar müslümanlar gençlerini yitirmemiş ve gençler bugünkü kadar batıl yollara düşerek kaybolup ziyan olmamıştır. Gençlerini yitirdiği zaman ümmet ne kadar çok zarar eder! Dayanağı ve geleceği olan gençlerini yitirdiği gün ümmet ne kadar büyük felakete uğramış olur!

Ancak ümmet bütün gençlerini yitirmiş değildir.İçinde iyi gençler ve çalışan delikanlılar vardır. Yüce Allanın Ashab-ı Kehf için buyurduğu gibi "Onlar rablerine inanmış ve hidayetlerini artırdığımız gençlerdir"sözüne uygun olan gençlerdir. Bu gençler İslama yönelmiş, gereği gibi öğrenmiş, İçtenlikle ona sarılmış, aşk ve şevkle çağrısını yapmışlardır.

Onlar, Allaha iman etmiş gençlerdir.Ona iman edip yolunu   tercih   edince,   Allah   da   içtenliklerini   ve   ve doğruluklarını   görünce,    desteğiyle   desteklemiş   ve hidayetlerini artırmıştır.

Bu ayet, iman ve hidayet konusunda gerçeği söyleyen Kur'anın şu gerçeğini kararlaştırmaktadır: Şüphesiz seçimi ve tercihi yapan, mümin insanın kendisidir.imanı seçip içtenlikle,ciddiyet ve sorumlulukla tercih ederse, Allah ona daha çok verir.Ama kendisi ilk adımı atmaz ve istekte bulunmazsa, Allah ona daha çok vermek bir yana, hidayeti kesinlikle vermez.

Onun için insana düşen, istemektir. Allah da, küfür veya iman, istediğimiz şeyi bize fazlasıyla verir. Kur'an ayetlerinin kararlaştırdığı ilahi yasa budur. Mesela yüce Allah şöyle buyuruyor:

"Dünyayı  isteyene,   istediğimiz  kimseye  dilediğimiz kadar,     hemen    veririz.    Sonra    ona    cehenneme hazırlarız.Yerilmiş ve kovulmuş olarak oraya girer.Ahireti isteyip inanmış olarak onun için gerekli çalışmada bulunan kimselerin çalışmaları da ödüllendirilecektir. Onların ve bunların her birine rabbinin vergisinden bol bol veririz. Esasen     rabbinin     vergisi     kimseye     yasaklanmış değildir.Onları birbirlerinden nasıl üstün kıldığımıza bir bak!  Şüphesiz ahirette daha büyük dereceler ve daha büyük üstünlükler vardır."[63]

 Kalplerini Pekiştirdik:
 
Allaha inanan ve hidayeti yakalayan mümin gençler kafir bir toplum içinde bulunmuşlar, ama kalplerini imana açarak onlardan ayrılmış, hak ve iman tarafını seçmişlerdir.

İman kalplerine girince Allah iman ve hidayetlerini artırmış ve kalplerini onunla doldurmuştur. İman ve hidayetle dolan kalplerini Allah korumuştur. "Kalplerini bağladık" . Bağladık demek, iman üzerinde sabitleştirdik,azim, sabır ve sebat içinde iman üzere devam ettirdik, demektir.

Bu cümlenin çizdiği tabloya hayranım. Çünkü kalplerinin iman ve hidayetle dolu olduğu gözümün önünde canlanıyor.Tıpkı dolu bir su tulumu gibi. içindeki suyun akmaması için sahibi ağzını bağlıyor ve suyu içinde tutuyor.

imanı ve hidayeti seçen bu kalplerden kafir toplumun fitnesiyle iman ve hidayetin sızmasından endişe ediliyor.Bu sebepten içinde iman ve hidayetin tutulması için Allah o kalpleri bağlıyor.

imanı seçen kalpler, onu sızdırıp yitirmemek için bağlanmaya muhtaçtır. Nitekim Yüce Allah Bedir'de savaşan müminlere şöyle buyurmuştur: "Sizi kendisiyle temizlemek, şeytanın pisliklerinden arındırmak, kalplerinizi bağlamak ve onunia ayakları sağlamlaştırmak için üzerinize gökten su indiriyor."[64]

 Kıyam Ederek Dediler:
 
"Onların kalplerini bağladık. Kıyam ettiler ve Rabbimiz yerin ve göklerin rabbidir,onun dışında hiçbir tanrı kabul etmeyeceğiz, aksi halde saçmalamış oluruz, dediler."

Mümin gençler, iman yolunda şu aşamalı yolu izlemişlerdir:

a- Önce Rablerine iman etmişler ve ondan rahmetini vermesini ve doğru yolu göstermesini istemişler.Allah onların isteklerini kabul etmiş, iman ve hidayetlerini artırmıştır.

b- Allahın lütuf, iyilik ve nimetini kazanmışlardır.Çünkü içinde   imanı   diri   tutmak   için   iman   dolu   kalplerini

bağlamıştır.

c- Ondan sonra azim ve ciddiyetle kalkmışlar, gayret ve çaba ile araştırmışlar, yerin ve göklerin rabbinin sadece Allah olduğunu ilan etmişler, bundan böyle onun dışında başka bir tanrı kabul etmiyeceklerini açıklamışlar ve başka tanrılara tapan milletlerinin yanlış yaptığını söylemişlerdir. Bu üçüncü aşamayı Kur'anı Kerim şöyle belirtir: " kalktılar ve Rabbimiz yerin ve göklerin rabbidir, onun dışında başka bir tanrı kabul etmiyeceğiz. Aksi halde saçmalamış oluruz, dediler".

Tefsirciler, kıyamın anlamında ihtilaf ederek şöyle açıklarlar:

1- Bazıları   kıyamın,   mümin   gençlerin   kafir   kralın

huzurunda dikilmeleri olduğunu söylemiştir. Bu ifade kralın huzurunda duruşlarını nitelemektedir. Kral kendisine ve dinine muhalefet ettiklerini öğrenmiş, onlar da çağrılıp kralın huzuruna çıkarılmışlar, ona "bunlar senin dininden ayrılmışlar ve seni tanımaz olmuşlar" denilmiştir.

Kral, gençlerin kendi dinine dönmelerini emretmiş ve dönmedikleri taktirde öldürmekle tehdit etmiştir. Ama onlar hak üzere sebat etmiş ve rabbimiz, yerin ve göklerin rabbidir, demişlerdir. Rasulullahtan böyle sahih bir rivayet gelseydi, bu görüş doğru olabilirdi.Ama sahih bir rivyet olmadığından, bu görüşün doğru veya yanlış olması sözkonusudur.

2- Bazıları da gençlerin şehirde önde gelen kişilerin çocukları olduğunu, aralarında randevulaşma olmaksızın şehirden çıkıp banliyoda buluştuklarını, içlerinden birinin

Rabbimin yerin ve göklerin rabbi olduğunu düşünüyorum, dediğini, diğerlerinin de aynı şekilde kalkarak aynı şekilde söylediklerini belirtmektedir. Bu kalkışlarının ayrıntıları da sahih rivayetlerde geçmemektedir.

3- Başka    tefsirciler    ise,gençlerin     halklarından ayrılmalarının,  onları bırakıp Allaha doğru kaçışlarının kıyam ile ifade edildiğini belirtmektedir. Tıpkı bir işi tam bir çaba ile yapmaya azmeden kişi için "Falan kişi bu işe kalkıştı" demek gibidir.[65]

Ancak burada biz kıyamdan başka bir şey anlıyoruz. Bu, ayağa kalkmak veya ayakta dikilmek anlamında somut bir kalkış olabilir. Bunlar Allanın yolunu seçmiş ve Allah da mümin kalplerini bağlamış olduğu için kalkıp dikilmişler ve rablerinin yerin ve göklerin rabbi olduğunu açıkça ilan etmiş olabilirler.

Kıyamdan maksat, çalışma, gayret, çaba, ihtimam ve araştırma da olabilir. Allanın yolunu seçmede tam bir azim ve gayret, çaba ve samimiyet içinde bulunmuş olabilirler.

Kıyamın hareket, çalışma ve çaba anlamında olduğunu da düşünüyoruz. Yani imanı, soyut zihinsel bilgi planında bırakmadan, soyut bilgilenme ile yetinmeden ayağa kalkarak, hareket ve gayret göstererek bu zihinsel bilgi ve akli kültürün doğal bir meyvesi ve mantıklı sonucu sayılan bir adım daha atmışlardır.

Kalkmaları ve çaba göstermeleri imanlarının güçlenmesinde etken olduğu gibi, harekete geçmeleri ve pratik adım atmaları da imanlarının zorunlu bir gereğidir.

Şüphesiz   imanın,   bu   gençlerin   imanı   gibi   diri, canh,dinamik ve güçlü olması gerekir.Bu imanın, bütün

hayatımızı kendisine uyduracak ve başkalarını da ona çağıracak şekilde, bizi pratik adımlar atmaya ve uygulayarak göstermeye sevketmesi gerekir.

iman ve islam ile kıyam etmek, üzerinde sebat edip ona davet etmek,onu seçen, onunla dolan ve Allahtan üzerinde bağlamasını isteyen kalpler gerektirir. Yüce Allah, Ashab-ı Kehfin kalplerini bağlayınca, kendilerine kuvvet, azim ve gayret vermiş, onlar da imanlarıyla kıyam etmişlerdir. Mücahit mümin kalpler her zaman böyledir.

Şüphesiz  Kur'an  bizden  azim,araştırma,  düşünme, çalışma   ve   aktivite   olan   kıyam   istemektedir.    Bu gerçekleşirse,  insan  imanı  ve  onun  gereğini yapmayı seçecektir.Yüce  Allah  buyuruyor:   "Deki,   size  tek  bir öğüdüm vardır; Allah için ikişer ikişer ve tek tek kalkınız, sonra düşününüz, göreceksiniz ki arkadaşınızda bir delilik yoktur. O,    yalnız   çetin   bir   azabın    öncesinde   sizi uyarmaktadır"[66]

Ne tuhaftır ki tasavvufçular Ashab-ı Kehfin kıyamına ve "Rabbimiz, yerin ve göklerin rabbidir" sözüne dört elle sarılmış ve bunu ayakta durmaları, zikir, dervişlik ve gazel okuma halkalarında dans edip sallanmaları için bir delil saymışlardır. İmam Kurtubi, böyle bir şey için bunu delil göstermenin yanlış olduğunu belirterek yaptıklarını eleştirmiş ve şöyle demiştir:

"Bunu delil göstermek yanlıştır.Mümin gençler kalkıp hidayet üzere Allahı anmışlar, verdiği nimet ve hidayet için ona şükretmişlerdir. Bu nerede, özellikle bu zamanda kadınların ve tüysüz gençlerin güzel sesleri eşliğinde ayaklan yere vurarak sarıklarla dans etmek nerede! Allaha yemin ederim aralarında yerle gökler arası kadar fark vardır. Kaldıki sofuların bu yaptıkları bütün müsiümanlara göre haramdır.

imam   Ebubekir   et-Tarsusi'ye   sofuların   mezhebi sorulmuş ve şu cevabı vermiştir: Dans etmeyi ve kendinden geçmeyi ilk uyduranlar,  Samiri'nu adamlarıdır.  Onlara öküz gibi ses çıkaran bir buzağı yapınca, kalkıp etrafında dans ettiler ve coştular."[67]

 Tanrıları İçin Açık Bir Delil Getirsinler:
 
Ashab-ı Kehf kalktılar ve rabbimiz yerin ve gölerin' rabbidir, onun dışında hiçbir tanrı kabul etmeyeceğiz, aksi halde  saçmalamış  oluruz,  dediler.   Şu  halkımız  Allahı bırakmış  ve  başka  tanrılar  edinmişler,  bunların  tanrı olduklarını göstererek apaçık delil getirmeleri gerekmez mi? Allaha iftira ederek yalan söyleyenden daha zalim kimdir? dediler.

Milletlerinin içinde bulunduğu küfrü,şirki ve Allahtan başka varlıklara tapmalaranı red etmişlerdir.İçinde bulundukları küfür, şirk ve batıl yolun.doğru olduğunu gösterecek açık ve kesin bir delil getirmelerini istemişler. Bu yaptıklarının Allaha yalan ve iftira olduğunu belirtmişler ve Allaha iftira ederek ona ortak koşanlardan daha zalim kimse olamıyacağım söylemişlerdir.

"Tanrıları için açık bir delil getirmeleri gerekmez mi!" sözü, inanç, düşünce ve görüş alanında Kur'anın kesin,

zorunlu ve açık bir kuralını ortaya koymaktadır. Allahtan başka varlıklara tapan veya tanrılar edinen kişiler taptıklarının ilah olduğunu kanıtlayacak açık bir delil getirseler ya! Gittikleri yolun doğru olduğunu gösterecek bir delil getirmeleri gerekmez mi?

Kur'an bütün insanların inanç, düşünce ve görüşlerinde bilimsel, ilkeli ve objektif olmalarını, bilimsel, objektif ve ilkeli olmayan, doğruluk ve gerçekle bağdaşmayan hiçbir düşünceyi veya görüşü kabul etmemelerini ister. İçinde bulundukları durumlarına bu niteliği kazandırabilmeleri için sağlam her aklın kabul edeceği ve doğru her mantıkla bağdaşan açık seçik zorunlu delilleri göstermesi gerekir.

Her insan, inandığı veya söylediği şeyler için bir delil ararsa ve delile dayanmayan her türlü inanç, düşünce ve görüşü bir yana atarsa, insanlar inandıkları ve söyledikleri, hatta açık kesin şeyler olarak saydıkları birçok şeylerden vazgeçer ve delilden, bilimsellikten, ilkesellikten ve objektiflikten yoksun dünyada yayılmış pek çok inanç, teori, düşünce, slogan, ilke ve ideoloji ortadan kalkardı.

Kur'an, insanlardan delil ve kanıt istemektedir. Özellikle inanç, düşünce ve prensiplerini tartıştığı kafirlerden bunu istemektedir. Şöyle buyuruyor;" Deki, Rabbim sadece açık ve gizli ahlaksızlıkları, günahı, haksızlığı, hakkında hiçbir delil indirmediği şeyi Allaha ortak koşmanızı, Allaha karşı bilmediğiniz şeyleri söylemenizi haram kılmıştır."[68]

Kur'an, müşriklerin Alİahın oğlu olduğuna ilişkinsözlerini aktarmış ve hiçbir delile dayanmadığı için red etmiştir. "Allah bir çocuk edindi, dediler. Haşa! Bu sözlerinden tamemen uzaktır. Zengin Odur. Bu sözünüzü kanıtlayacak herhangi bir deliliniz var mı? Allah hakkında bilmediğiniz şeyi mi söylüyorsunuz!?"[69]

Kur'an, Allaha koştukları ortaklık için bir delile bile sahip olmayan, buna rağmen şirk inançları üzerinde ısrar eden ve Alİahın ayetlerini kabul etmemekte direnen müşriklerin  içlerinde  gizledikleri  kibir ve  aldanmaktan

dolayı  böyle  davrandıklarını  kararlaştırır.   "Kendilerine gelmiş bir delile sahip olmaksızın Allanın ayetleri hakkında tartışanların  içlerinde  ulaşamayacakları  büyüklenmeden başka bir şey yoktur. Sen Ailaha sığın. Şüphesiz O işitendir, görendir"[70]

Yüce Allah müşriklerin hiçbir delile dayanmadan putlara yaptıkları ibadeti redetmesini emrederek şöyle buyurur: "Ey inkarcılar! Şimdi Lat, Uzza ve diğer üçüncüleri olan Menat'm ne olduğunu söyler misiniz? Demek erkekler sizin,dişiler Allanın, öyle mi? O zaman bu haksız bir paylaşma! Bunlar sizin ve babalarınızın taktığı adlardan başka bir şey değildir. Allah onları destekleyen bir delil indirmemiştir.Onlar sadece zanna ve canlarının istediğine uymaktadırlar. Oysa onlara rablerinden and olsun ki doğruluk rehberi gelmiştir."[71]

Şüphe yok ki kafirler bulmak için ömür boyu çalışsalar, her şeylerini harcasalar, akıllarını bitirseler ve canlarını tüketseler bile, içinde bulundukları şirk, küfür ve batılın doğruluğunu kanıtlayacak hiçbir delil bulamazlar. Çünkü Allanın ilahlığı ve rablığı gerçeği dışında, Allahtan gelen bütün   emirlere,   hükümlere,   gerçek   ve   prensiplere sarılmanın doğruluğu dışında, söyledikleri şeylerin hiçbir delili yoktur.

Günümüzde Allanın sisteminin dışına çıkan ve yolundan başka yollara uyan insanlara Ashab-ı Kehfin söylediklerini söylüyoruz. "Şu halkımız, Allahı bırakıp birtakım tanrılar edinmişler.Onlann tanrı olduğunu kanıtlayacak açik bir delil getirmeleri gerekmez mi? Ailaha iftira edip yalan söyleyen kimseden daha zalim kimdir?"[72]

 Onlardan Ayrıldığınız Zaman:
 
Mümin gençler, araştırma ve doğru yolu bulmada bu aşamaya geldikten, halkın güç ve kuvveti karşısında kendi güç ve kuvvetlerini görerek onlara karşı çıkıp değiştirmeye güçlerinin yetmiyeceğini anladıktan sonra, milletlerinden ayrılmaya karar vermiş ve mağaraya gitmeyi tercih etmişlerdir. Birbirlerine seslenerek "Onları ve Allahtan başka taptıkları şeyleri bıraktıktan sonra mağaraya sığının, rabbiniz size rahmetinden bol bol versin ve işinizi kolaylatırsın,7'

Kafir olan milletinizi ve Allahı bırakıp taptıkları putlara tapmayı red ettiğinize göre, mağaraya gidiniz ve ona sığınınınız. Çünkü halktan ayrılmak için orası en iyi yerdir. Orada Allah size rahmetinden bol bol verir ve kalmanız için gerekli şartları hazırlar.[73]


[49] Dr. Salâh Abdülfettah Hâlidî, (Çeviren: Ahmet Sarıkaya), Kur'an Öyküleri, Kitap Dünyası Yayınları,

(2.Baskı) Konya 2005: II/34-35.

[50] Kehf, 2

[51] Kehf, 10

[52] Kehf,65

[53] Kehf,76

[54] Kehf,1

[55] kehl,16

[56] Kehf,58

[57] Kehf ,65

[58] Kehf,82

[59] Kehf,98

[60] Fatır, 2 Dr. Salâh Abdülfettah Hâlidî, (Çeviren: Ahmet Sarıkaya), Kur'an Öyküleri, Kitap Dünyası Yayınları,

(2.Baskı) Konya 2005: II/35-37.

[61] Dr. Salâh Abdülfettah Hâlidî, (Çeviren: Ahmet Sarıkaya), Kur'an Öyküleri, Kitap Dünyası Yayınları,

(2.Baskı) Konya 2005: II/37-38.

[62] Enbiya, 60

[63] isra,18-21 Dr. Salâh Abdülfettah Hâlidî, (Çeviren: Ahmet Sarıkaya), Kur'an Öyküleri, Kitap Dünyası Yayınları, (2.Baskı) Konya 2005: II/39-41.

[64] Enfal.11 Dr. Salâh Abdülfettah Hâlidî, (Çeviren: Ahmet Sarıkaya), Kur'an Öyküleri, Kitap Dünyası Yayınları,

(2.Baskı) Konya 2005: II/41-42.

[65] Kurtubi, Tefsir,10/365-366

[66] Sebe',46

[67] Kurlubi, Tefsir,10/366 Dr. Salâh Abdülfettah Hâlidî, (Çeviren: Ahmet Sarıkaya), Kur'an Öyküleri, Kitap Dünyası Yayınları, (2.Baskı) Konya 2005: II/42-46.

[68] Arat, 33

[69] Yunus, 68

[70] Mümin,56

[71] Necm,19-23

[72] Dr. Salâh Abdülfettah Hâlidî, (Çeviren: Ahmet Sarıkaya), Kur'an Öyküleri, Kitap Dünyası Yayınları,

(2.Baskı) Konya 2005: II/46-48.

[73] Dr. Salâh Abdülfettah Hâlidî, (Çeviren: Ahmet Sarıkaya), Kur'an Öyküleri, Kitap Dünyası Yayınları,

(2.Baskı) Konya 2005: II/49.