- Arap Baharı’na İsrail-İran suikastı

Adsense kodları


Arap Baharı’na İsrail-İran suikastı

Smf Seo Versiyon , -- Seo entegre sistem.

Array
hafiza aise
Mon 13 August 2012, 05:05 pm GMT +0200
Arap Baharı’na İsrail-İran suikastı
Ali ŞAHİN • 88. Sayı / DÜNYA


Türkiye -İsrail ilişkilerinin henüz türbülansa girmediği 2008 yılının Mayıs ayıydı. Türkiye Ortadoğu’da barış ve huzur için İsrail ile Suriye arasında arabuluculuk rolü üstlenmişti. İsrail Sosyal Hizmetler Bakanı Isaac Herzog’un daveti üzerine Kadın ve Aile’den Sorumlu Devlet Bakanımız Nimet Çubukçu ve heyetiyle ile birlikte İsrail’e bir ziyaret düzenlemiştik. Üç gün boyunca Kudüs’ten Tel Aviv ve Hayfa’ya mekik döşeyerek birçok STK ile bir araya gelmiş, Hebrew Üniversitesi’nde temaslarda bulunmuştuk.

Yoğun ve hızlı geçen üç günün ardından heyetle birlikte dönüş için Ben Gurion Havalimanı’na geçtik. VIP salonunda pasaportlarımız çıkış işlemleri için İsrailli güvenlik güçleri tarafından toplandı. Kısa bir süre sonra elinde pasaportlarla dönen İsrailli asker, işlemleri tamamlanan pasaportları tek tek sahiplerine dağıttıktan sonra ayırmış olduğu bir pasaportu havaya kaldırarak kime ait olduğunu sordu. İade edilmeyen tek pasaport benimkiydi. İsrail askeri isim benzerliğinden dolayı beklemek zorunda olduğumu söyleyerek pasaportumla birlikte oradan ayrıldı. 15 dakika aralıklarla gelerek benim dışımda kalan heyetin ayrılması gerektiğini, benim kalabileceğimi saygısızca ifade etti. Askerin aşağılayıcı tavırları Bakanımız Nimet Hanım ve o tarihte Tel Aviv Büyükelçimiz olan Namık Tan’ın tepkisini çekmişti. Zaman uzadıkça sinirler gerildi. Tarifeli THY uçağı havalanamadı. İsrailli yetkililerin bana olan ilgileri ve biraz daha ağırlama istekleri üniversiteyi Pakistan’da tamamlamış olmamdan mı, İsrail’i eleştiren gazete yazılarımdan mı kaynaklandı bir türlü anlam veremedim.

İsrailli yetkililerin tüm telkinlerine rağmen Bakanımız Nimet Hanım; “Heyetimle geldim heyetimle dönerim” diyerek tepkisini koydu ve orada alıkonulmama izin vermedi. Yaklaşık 2 saat bekletildikten sonra pasaportum iade edilerek gitmemize izin verildi. Uçağa geçtiğimizde ise 2 saat gecikmeyi sayın bakana bağladıkları için patlama dozuna gelmiş Türk ve Yahudi yolcuların hakarete varan sataşmaları ve protestoları arasında uçaktaki yerlerimizi aldık.

Uçak yeni bir slot alıp Ankara’ya doğru havalandığında üç gün boyunca İsrail’e karşı edindiğimiz tüm müspet intibaları ve işbirliği düşüncelerini Ben Gurion Havalimanı’nda bırakmış ve menfi bir İsrail izlenimiyle Tel Aviv’den ayrılmıştık. Türkiye’ye dönüş sonrası İsrail Ankara Büyükelçisi Gabi Levi’nin Ben Gurion’da yaşananlarla ilgili şahsıma gönderdiği özür mektubunu ise hâlâ saklıyorum.

Bir ülkeyi ilk kez ziyaret ediyorsanız, uçaktan iner inmez ya da o ülke sınırlarına girer girmez sizi farklı bir ülke ve kültür psikolojisinin karşıladığını hissedersiniz. Sınırlarına girdiğiniz ülkenin ruh iklimi sizi hemen kuşatır ve kendini hissettirir. Ziyaret öncesi en çok merak ettiğim husus İsrail’e girerken beni nasıl bir devlet ruh halinin ve halk psikolojisinin karşılayacağı hususuydu.

Daha uçaktan körüğe adım atar atmaz paranoya halindeki İsrailli güvenlik güçlerinin Bakan korumasının silahını sorun ederek kavga çıkarmaları, problematik bir ülke ile karşı karşıya olduğumuz hissini uyandırmıştı. İsrail kentlerinde gezinirken gözlemlediğim tedirgin ve ürkek halk psikolojisi, şehirlerarası yolculukta Filistin tarafını tecrit etmek için örülen yüksek utanç duvarlarının soğuk betonlarından da okunuyor ve hissediliyordu.
İsrail’in Filistinlilerin saldırılarından korunmak bahanesiyle inşa ettiği bu utanç duvarları aslında farkında olmadan kendi kendilerini içine hapsettikleri büyük bir hapishanenin de duvarlarıydı. İsrail’i adım adım ve hücre hücre analiz ederken hissettiğim ve emin olduğum diğer önemli bir husus ise; İsrail devletinin halkını korku psikolojisi ile yöneterek, Yahudilere kendileri için İsrail dışında güvenilir bir toprak olmadığını telkin etmekti. Bu nedenle Ortadoğu’da her türlü şiddet her zaman İsrail’in işine yaramış ve İsrail’in halkını yönetmek için siyasi bir argüman ve vazgeçilmez bir strateji olmuştur. İsrail’e girerken paranoyak bir halk psikolojisi, çıkarken de psikopat bir devlet ruh haliyle karşılaştığımı dillendirmek sanırım İsrail’i tanımlama yönünde yanlış bir ifade olmayacaktır.

Türk-İsrail ilişkilerine “Dökme Kurşun”
2008 yılı Aralık ayına kadar Ortadoğu’da İsrail’in de içinde olduğu bir barışı iklimleme çabası içerisinde olan Türkiye, Suriye ile İsrail arasında arabuluculuk rolünü üstlenmişti. Ne var ki, İsrail’in Ankara’da varılan mutabakatlara sadık kalmaması ve 2008 yılı Aralık ayında Filistin tarafından atılan el yapımı Kassam roketlerini bahane ederek Dökme Kurşun Operasyonu’nu başlatması, Türk-İsrail ilişkilerinde kara kış dönemini başlattı. İsrail’in uluslararası hukuku ve insan haklarını hiçe sayarak Gazze’de giriştiği sivil katliamı, Başbakan Erdoğan’ın İsrail’e olan küçük ümit kırıntılarını da tüketti. Bu noktada İsrail’in Başbakan Erdoğan’ın kişilik ve liderlik analizini doğru yapamadığını söyleyebiliriz. Başbakan Erdoğan’ın Gazze saldırıları karşısında İsrail’i hedef alan ağır söylemleri, Kuzey Afrika’dan Körfez’e kadar Arap sokaklarında dalga dalga yankılandı. Bu söylemler Arap dünyasına cesaret ve hamaset verirken, Türkiye’nin nüfuz coğrafyasını Arap Yarımadası ve Kuzey Afrika uçlarına kadar genişletti.

Ortadoğu’da İsrail’e “One Minute” ayarı
29 Ocak 2009 günü. Başbakan Erdoğan’ın Davos’ta, Ortadoğu’da tüm dengeleri sarsacak One Minute harekâtına hazırlandığı saatlerden birkaç saat önce. Strazburg’ta Avrupa Konseyi Parlamenter Meclisi’nde (AKPM) çalışmalarımızı tamamlamış, delegasyon üyesi arkadaşlarımızla bindiğimiz ticari takside otele doğru yol almaktaydık. Sonradan Faslı olduğunu öğrendiğimiz şoförün, Türk olduğumuzu anlayınca asık simasındaki gergin çizgiler, bir anda tebessüme dönüştü. Başbakan Erdoğan ve Türkiye’ye methiyeler dizerek; “keşke bizim liderlerimiz de Erdoğan gibi olsalar” temennisinde bulunan Faslı taksi şoförümüz otele vardığımızda bizden ücret almak istemedi. One Minute çıkışına birkaç saat kala yaşadığımız gurur verici bu hadise sonrası Başbakan Erdoğan’ın Şimon Perez’e “One Minute” çıkışı, Arap halkları ve İslam coğrafyasında histeri haline gelmiş “meydan okunamaz, karşı konulamaz” sanılan suni İsrail algısını yerle bir etti. İsrail, kurulduğu 1948 yılından bu yana ilk kez Müslüman bir lider tarafından hizaya çekildi. “One Minute” vakası, Arap halkları üzerinde bir bakıma hastayı hipnozdan uyandıran parmak şaklatma etkisi yarattı ve lambadaki cini uyandırdı. İsrail ve Ortadoğu tarihinde hiçbir olay iki kelimeden oluşan “One Minute” kadar kırılma yaratan, dönüşüm başlatan ve dengeleri altüst eden bir etki oluşturmadı. “One Minute” olayı her şeyden önce Arap toplumlarını hipnozdan uyandırıp Arap Baharı’nı iklimledi. Bugün İsrail’e tarihinizde hangi olayın başına dönmek ve farklı yön vermek isterdiniz diye sorulsa akıllarına “One Minute” olayını getireceklerdir. O gün Davos’ta yaşananlar İsrail’i itibarsızlaştırıp, psikolojik üstünlüğünü sarsarken Arap toplumlarını izzetlendirip, kendine getirmiş ve özgüven kazandırmıştı. Başbakan Erdoğan’ın Davos’ta sempozyumu terk ederken Arap Birliği Genel Sekreteri Amr Musa’nın net bir şekilde okunan ruh hali, takındığı heyecanlı tavır ve duyduğu gurur dikkatle analiz edilmeli.
Davos’ta yaşanan durum karşısında psikolojisi bozulan İsrail, önce alçak koltuk olayıyla basit bir intikam almaya çalışmış, ardından da Mavi Marmara katliamıyla One Minute’ün acısını çıkarmaya çalışmıştı. Başbakan Erdoğan’ın “One Minute” tekdiri, Türk-İsrail ilişkilerinde eskiye asla dönüşü olmayan bir kırılma ve dönüşüm etkisi bırakmıştı.

“One Minute” olayının da iklimlediği Arap Baharı, İsrail’i derin bir suskunluğa itmişti. Kimi çevrelerin belirttiğinin aksine Arap Baharı, İsrail’in lehine değil aleyhine. İsrail gibi sinsi ve strateji yeteneği olan ülkeler için tek adamlı diktatöryel devletler en ideal ülkeler. Tek bir diktatörü kontrol edebilmek bütün bir halkı kontrol edebilmekten her zaman için daha kolay. Halk iradelerinin hâkim olduğu, hükümet ve liderlerin halk iradesiyle değişebildiği ülkeler tek adamlı ülkelere oranla kontrolü ve yönlendirilmeleri çok daha zor ülkeler. İsrail için Mübarekli bir Mısır, halk iradesinin hâkim olduğu demokratik bir Mısır’dan her zaman için daha makbul bir Mısır’dır. Bu nedenledir ki, Mübarek’in devrilmesinin hemen ardından İsrail Mısır’ı adeta kaybetti. İlerleyen süreçte demokratik olgunluğa kavuşmuş bir Mısır, İsrail için çok daha sıkıcı ve bunaltıcı bir komşu olacak. İsrail, çevresinde halk iradelerinin hâkim olduğu güçlü Arap ülkeleri gördükçe kendi sınırları içine daha da hapsolacak.

Arap Baharı’na İsrail-İran suikastı: Şii-Sünni çatışması
Özgürleşen toplumlar, nasıl bir toplumsal ve siyasi mühendislik operasyonuna maruz kalmış olurlarsa olsunlar, mutlaka mecralarına akıp yataklarını buluyorlar. Bu konuda en somut örnek Türkiye. Son yüz yıllık süreç içinde din, dil, kültür her alanda toplum mühendisliğine maruz kalan Müslüman Türk halkı, 100 yıl dolmadan kendi mecrasına akıp, yatağını buldu.

Bu açıdan bakıldığında, Arap Baharı ve sonrasında oluşacak aydınlanmış, özgür ve örgütlü bir Arap coğrafyası, İsrail için adeta bir kâbus anlamına geliyor. Ortadoğu’nun bu şekilde bir evinim geçirmesinden en az İsrail kadar rahatsızlık duyan diğer bir ülke ise İran. Epidemik bir etkisi olan özgürlük hastalığının kendi sınırlarına dayanmasından endişe eden İran, ne pahasına olursa olsun bu ateşi dindirmek ve kendi sınırlarının çok ötesinde set çekmek niyetinde. Bu noktada Suriye’yi kendi güvenliği için bir tampon bölge gibi gören İran, Beşar’ı koşulsuz desteklerken İsrail’in örgütlediği Şii-Sünni çatışmasını da körükleme gayreti içerisinde. Uluslararası ilişkiler ve dengeler öylesine değişken ki, can güvenliği söz konusu olduğunda iki kadim düşmanı bir anda ortak bir menfaatte bir araya getirebiliyor. İsrail ve İran bugün Arap Baharı’nın yıkıcı sonuçlarına maruz kalmamak adına, Arap halklarını özgürlükten başka şeylerle meşgul etmek için Ortadoğu’da bir Şii-Sünni çatışmasını körüklüyorlar. Dikkatleri farklı yöne çekmek için Ortadoğu’da bir Şii-Sünni ateşi yakılıyor.

Türkiye ile İsrail arasındaki strateji oyunu, sürekli yeni boyutlar kazanarak şekillenmeye devam ediyor. Türkiye, İsrail’i kuşatan Suriye, Lübnan, Ürdün başta olmak üzere Ortadoğu ülkeleri ile yaptığı vize muafiyet anlaşmaları ile İsrail’in etrafında sınırsız ve bütünleşen bir Ortadoğu oluştururken İsrail, Yunanistan ve Rum kartını oynamaya çalışıyor. İsrail’in Güney Kıbrıs Rum Kesimi’ne yerleştirmeyi planladığı 20 bin İsrail komandosu, Türkiye’yi güneyden ve Akdeniz’den kuşatarak ablukaya almak ve rahatsız etmek niyeti taşıyor.

Türkiye’nin güneyindeki sıcaklık ve hararet bir süre daha etkisini gösterecek gibi. Şartlar şu aşamada Türkiye’nin aleyhine gibi görünse de orta vadede Ortadoğu Türkiye’nin öngördüğü şekle bürünecek. Ortadoğu’da tüm sorunların tek kaynağı 100 yıl önce oluşturulmuş suni sınırlar. Sınırların ortadan kaldırıldığı, özgürlüklerin hüküm sürdüğü ve her kenti “Medinetüsselam” yani “Barış Yurdu” olan bir Ortadoğu, İsrail’in yalnızlaşıp pasifleştiği, halklarının ise zenginleşip özgürleştiği bir coğrafya haline gelecek.

Şimdi, “Sınırsız bir Ortadoğu” hayal etme zamanı…