SevD@_GüLü
Mon 25 April 2011, 11:23 am GMT +0200
Kaderi kaderle karşılamak
Kulun başına iki halden birisi gelir. Bunlar ya zenginlik ya da fakirliktir. Diğer bir vaziyete göre başa gelen şey ya iyilik, ya da kötülüktür. Aynı şekilde sihhat ile hastalık, genişlik ile darlık, şenlik ile yanlızlık, huzur ile perişanlık sırasıyla insana gelir, üzerinde vazife yapar giderler.
İnsan hangi hâli yaşıyorsa, o halin içinde iken yapacağı bir vazife, edeb, anlayış ve karşılayış vardır. Önce kul bütün bu hallerin Allah'tan geldiğini ve kendisini hal diliyle Allah'a davet ettiğini bilmelidir. Acı tatlı, iyi kötü her şey bir davetçidir. Kula Allah'ı hatırlatır, bir çeşit zikir yaptırır; farklı bir ilim öğretir; ayrı bir tecrübe kazandırır; Allah'ın rahmetini kulun acziyetini isbat eder; İlahi azameti hissettirir.
Allah'tan yine Allah'a kaçılır. Zenginken de fakirken de O'na el açılır. Gazabından affına sığınılır. Nimete şükürle, musibete sabırla mukabele edilir. O'nun her tecellisi ayrı bir hikmet taşır. Her hükmü ayrı bir edeb ister.
Hastalık bir kaderdir; tedavi olmak, ilaç almak da bir kaderdir. Acıkmak bir kaderdir; açlığı giderecek yiyeceği aramak ve almak da bir kaderdir. İşlenen günahlar bir kaderdir; peşinden tevbe edip ağlamak da bir kaderdir. Önceki kaderi bu şekilde karşılamak ilahi bir emirdir. Allahu Teala hangi kadere nasıl mukabele edeceğimizi bize öğretmiştir. O'nun öğrettiği şekilde davranırsak, sonumuz güzel bir kadere çıkar; ilahi müjdelere ulaşırız. Aksi durumda başımıza gelen de kaderdir; fakat sonuç çok beterdir.
Hz. Rasulullah (s.a.v) Efendimize: "Ya Rasulallah! Biz hasta olunca ilaç alıyoruz, şifa için okunuyoruz, bunlar Allah'ın kaderine mani olur, bize bir fayda verir mi?" diye sordular, Efendimiz (s.a.v):
"Onlar da Allah'ın kaderindendir." (Tirmizi, el-Câmi, No: 2065; ibnu Mace, Sünen, No: 3437; Hakim, Müstedrek, IV, 198; Ahmed, Müsned, III, 421.) buyurdu.
Yüce Rabbimiz, kainatta dilediği gibi tecelli, istediği gibi hükmeder. O'nu tanıyan ve sevenler, acı-tatlı her halde O'na yönelir; O'nun rızasını ararlar. İtaat etseler de, kusur işleseler de istiğfara sarılır; O'nun kapısında büyün büküp el açmayı, inleyip ağlamayı en büyük sermaye ve şeref bilirler.
Rasulullah (s.a.v) Efendimiz, bu konuda her mü'mine ilaç olacak ölçüyü şöyle belirtmiştir:
"Kuvvetli mü'min Allah'a zayıf mü'minden daha sevimlidir. Bununla birlikte hepsinde hayır vardır. Sana fayda verecek şeyin peşine düş ve ona ulaşmak için Allah'tan yardım iste, sakın acizlik gösterme. Başına bir durum gelince:
"Keşke şöyle yapsaydım şöyle şöyle olurdu" deme. Fakat: "Bu Allah'ın takdiridir, o dilediğini yapar" de. Çünkü "keşke" türü hayıflanmalar, şeytana kapı açar; söyleyeni zarara sokar."( Müslim, Kader, 34; Nesai, Ameli'l- Yevmi ve'l-Leyle, 195; ibnu Mace, Mukaddime, 10. )
Ulaşılmak istenen her şeyin bir sebebi ve tedbiri vardır. Kulun tedbiri Allahu Teala'nın takdirine tabidir. Tedbir ilahi takdire uyarsa, kul sonuç alır. Uymazsa, kulun tedbiri sonuçsuz kalır.
Mesela, çocuk sahibi olmak ve neslinin devamını sağlamak isteyen bir kimse, önce evlenmeli, anne rahmine tohumu ekmeli, hayırlısını isteyip beklemeli ve ondan sonra kaderde neyin cerayan edeceğine bakmalıdır. Kendisi oğlan çocuğu beklerken kız doğarsa, ona razı olmalıdır. Hiç çocuk olmayabilir veya çok geç olabilir, bütün bunlar kaderdir.
Belli bir yaşa kadar cehalet üzere yaşayan ve bu kader çizgisini değiştirip alim olmak isteyen bir kimse, bunun için lazım olan gayreti gösterir, sebeplerine yapışır ve bu uğurda sabrederse, muhakkak hali değişecek, bir seviyede alim olacak, o güne kadar kader dediği cehaletinin nefsinden ve tembelliğinden kaynaklandığını görecektir.
Allahu Teala kafirleri imana davet ediyor; günahkar kullarının tevbesini bekliyor; gafil kalplerin kendisini zikretmesini istiyor. Öyleyse, kafir mü'min olabilir, ömrünün bir kısımını Rabbine düşmanlık içinde geçiren bir kimse, güzel bir tevbe ve anlayış ile ona dönüp sevgili kullar sınıfına girebilir. Gafil bir kalp aşk ile uyanıp zikre geçebilir. Allah tevbe edenleri sevmektedir. Tevbe, günah çizgisinde yol alan bir kulun, taat çizgisine geçmesidir. Kul tevbesinde samimi olunca, geçmiş günahları temizlenir. Eğer herkes olduğu sıfatta kalsaydı, sahip olduğu ahlak ve gidişatı hiç değişmeyecek olsaydı, insanları zulmetten nura çıkarmak için gönderilen peygamberlerin ve kitapların, ilahi emir ve nehiylerin bir hükmü ve faydası olmazdı.
Allahu Teala, günaha düşen kulunun bu günahı tevbe ile karşılamasını, Allah'ın rahmetinden ve affından ümit kesmemesini, günah kirini tevbe ve istiğfar suyu ile yıkamasını, kötü hali bırakıp güzele dönmesini istiyor.( Zümer, 52-55.)
Hz peygamber (s.a.v) Efendimiz: "Bir kötülük işlediğin zaman hemen peşinden bir iyilik yap ki onu temizlesin"( Tirmizi, Birr, 55; Darimi, Rikak, 74; Ahmed, Müsned, V, 153.) buyuruyor.
Dr. Dilaver SELVİ
Kulun başına iki halden birisi gelir. Bunlar ya zenginlik ya da fakirliktir. Diğer bir vaziyete göre başa gelen şey ya iyilik, ya da kötülüktür. Aynı şekilde sihhat ile hastalık, genişlik ile darlık, şenlik ile yanlızlık, huzur ile perişanlık sırasıyla insana gelir, üzerinde vazife yapar giderler.
İnsan hangi hâli yaşıyorsa, o halin içinde iken yapacağı bir vazife, edeb, anlayış ve karşılayış vardır. Önce kul bütün bu hallerin Allah'tan geldiğini ve kendisini hal diliyle Allah'a davet ettiğini bilmelidir. Acı tatlı, iyi kötü her şey bir davetçidir. Kula Allah'ı hatırlatır, bir çeşit zikir yaptırır; farklı bir ilim öğretir; ayrı bir tecrübe kazandırır; Allah'ın rahmetini kulun acziyetini isbat eder; İlahi azameti hissettirir.
Allah'tan yine Allah'a kaçılır. Zenginken de fakirken de O'na el açılır. Gazabından affına sığınılır. Nimete şükürle, musibete sabırla mukabele edilir. O'nun her tecellisi ayrı bir hikmet taşır. Her hükmü ayrı bir edeb ister.
Hastalık bir kaderdir; tedavi olmak, ilaç almak da bir kaderdir. Acıkmak bir kaderdir; açlığı giderecek yiyeceği aramak ve almak da bir kaderdir. İşlenen günahlar bir kaderdir; peşinden tevbe edip ağlamak da bir kaderdir. Önceki kaderi bu şekilde karşılamak ilahi bir emirdir. Allahu Teala hangi kadere nasıl mukabele edeceğimizi bize öğretmiştir. O'nun öğrettiği şekilde davranırsak, sonumuz güzel bir kadere çıkar; ilahi müjdelere ulaşırız. Aksi durumda başımıza gelen de kaderdir; fakat sonuç çok beterdir.
Hz. Rasulullah (s.a.v) Efendimize: "Ya Rasulallah! Biz hasta olunca ilaç alıyoruz, şifa için okunuyoruz, bunlar Allah'ın kaderine mani olur, bize bir fayda verir mi?" diye sordular, Efendimiz (s.a.v):
"Onlar da Allah'ın kaderindendir." (Tirmizi, el-Câmi, No: 2065; ibnu Mace, Sünen, No: 3437; Hakim, Müstedrek, IV, 198; Ahmed, Müsned, III, 421.) buyurdu.
Yüce Rabbimiz, kainatta dilediği gibi tecelli, istediği gibi hükmeder. O'nu tanıyan ve sevenler, acı-tatlı her halde O'na yönelir; O'nun rızasını ararlar. İtaat etseler de, kusur işleseler de istiğfara sarılır; O'nun kapısında büyün büküp el açmayı, inleyip ağlamayı en büyük sermaye ve şeref bilirler.
Rasulullah (s.a.v) Efendimiz, bu konuda her mü'mine ilaç olacak ölçüyü şöyle belirtmiştir:
"Kuvvetli mü'min Allah'a zayıf mü'minden daha sevimlidir. Bununla birlikte hepsinde hayır vardır. Sana fayda verecek şeyin peşine düş ve ona ulaşmak için Allah'tan yardım iste, sakın acizlik gösterme. Başına bir durum gelince:
"Keşke şöyle yapsaydım şöyle şöyle olurdu" deme. Fakat: "Bu Allah'ın takdiridir, o dilediğini yapar" de. Çünkü "keşke" türü hayıflanmalar, şeytana kapı açar; söyleyeni zarara sokar."( Müslim, Kader, 34; Nesai, Ameli'l- Yevmi ve'l-Leyle, 195; ibnu Mace, Mukaddime, 10. )
Ulaşılmak istenen her şeyin bir sebebi ve tedbiri vardır. Kulun tedbiri Allahu Teala'nın takdirine tabidir. Tedbir ilahi takdire uyarsa, kul sonuç alır. Uymazsa, kulun tedbiri sonuçsuz kalır.
Mesela, çocuk sahibi olmak ve neslinin devamını sağlamak isteyen bir kimse, önce evlenmeli, anne rahmine tohumu ekmeli, hayırlısını isteyip beklemeli ve ondan sonra kaderde neyin cerayan edeceğine bakmalıdır. Kendisi oğlan çocuğu beklerken kız doğarsa, ona razı olmalıdır. Hiç çocuk olmayabilir veya çok geç olabilir, bütün bunlar kaderdir.
Belli bir yaşa kadar cehalet üzere yaşayan ve bu kader çizgisini değiştirip alim olmak isteyen bir kimse, bunun için lazım olan gayreti gösterir, sebeplerine yapışır ve bu uğurda sabrederse, muhakkak hali değişecek, bir seviyede alim olacak, o güne kadar kader dediği cehaletinin nefsinden ve tembelliğinden kaynaklandığını görecektir.
Allahu Teala kafirleri imana davet ediyor; günahkar kullarının tevbesini bekliyor; gafil kalplerin kendisini zikretmesini istiyor. Öyleyse, kafir mü'min olabilir, ömrünün bir kısımını Rabbine düşmanlık içinde geçiren bir kimse, güzel bir tevbe ve anlayış ile ona dönüp sevgili kullar sınıfına girebilir. Gafil bir kalp aşk ile uyanıp zikre geçebilir. Allah tevbe edenleri sevmektedir. Tevbe, günah çizgisinde yol alan bir kulun, taat çizgisine geçmesidir. Kul tevbesinde samimi olunca, geçmiş günahları temizlenir. Eğer herkes olduğu sıfatta kalsaydı, sahip olduğu ahlak ve gidişatı hiç değişmeyecek olsaydı, insanları zulmetten nura çıkarmak için gönderilen peygamberlerin ve kitapların, ilahi emir ve nehiylerin bir hükmü ve faydası olmazdı.
Allahu Teala, günaha düşen kulunun bu günahı tevbe ile karşılamasını, Allah'ın rahmetinden ve affından ümit kesmemesini, günah kirini tevbe ve istiğfar suyu ile yıkamasını, kötü hali bırakıp güzele dönmesini istiyor.( Zümer, 52-55.)
Hz peygamber (s.a.v) Efendimiz: "Bir kötülük işlediğin zaman hemen peşinden bir iyilik yap ki onu temizlesin"( Tirmizi, Birr, 55; Darimi, Rikak, 74; Ahmed, Müsned, V, 153.) buyuruyor.
Dr. Dilaver SELVİ