neslinur
Thu 15 July 2010, 04:01 pm GMT +0200
Allah-İnsan İlişkisinde Sevgi
1. Allah'ın "Rab" İsmi
Yüce Allah'ın rahmet sıfatının tecellisinin tüm âlemleri kapsaması onun Âlemlerin Rabbi (Rabbu'l-Âlemîn) sıfatını almasındaki hikmette çok açık olarak görülür. İlâh olmanın insanlar karşısında ve onların dünyasında anlaşılabilir yönü, Yüce Allah'ın Rab sıfatıyla açıklanmıştır.
Ulûhiyyetin kendisine isnâd edildiği o Yüce Varlık, insanla ilişkisini Rab sıfatı ile kurar. Rab, sözlük anlamı itibariyle sahib, efendi, yönetici, terbiye edici ve nimet verici gibi mânâlara gelmektedir. [160] Buna göre varlığın hakiki mânâda sahibi sadece Allah'tır. Çünkü her şeyin yaratıcısı, yokluktan varlık âlemine geçireni O'dur. Bundan da anlaşılmaktadır ki, rubûbiyyetin en başta gelen vasfı, yaratmadır. Yaratan da elbette yarattıklarının sahibi, efendisi, idarecisi, terbiye edicisi ve nimet vericisidir. Bütün bu sıfatların kendisinde toplandığı yegâne varlık da ulûhiyyetin isnâd edildiği Yüce Allah'tır. Dolayısıyla kulluğun tek mercii O'dur. Hamd ve övgü sadece O'nadır. Yalnız O'na ibadet edilir. Yalnız O'ndan yardım istenir. [161]
Rab kelimesini bir şeyi ıslâh etme, ziyade etme, geliştirme, inşâ etme, çoğaltma anlamında kullanınca kaynağı ve °zü var olmakla birlikte ulaşacağı sınırlar dikkate ahndığın-kemâlini elde etmemiş olan şeyleri, halden hale geçirerek (derece derece) bu kemâli elde etme durumuna yükseltmek anlamı kastedilir. [162]
Hamdi Yazır, Hak Dîni Kur'ân Dili adlı tefsirinde Rab kelimesinden türemiş olan terbiye kelimesini "bir şeyi kademe kademe tedrîcen kemâline ulaştırmaktır" diye tarif etmektedir. [163] Ziyade etme ise bir şeyi bir şeye ekleyerek çoğaltmak demektir. İnsanın ilk yaratılışı üzerine ilâve edilerek gerçekleştirilen eğitime de ziyade etme denir. [164] ,
Bu anlam, Kur'ân'da 970 kere geçen Rab kelimesinin kullanılışından ortaya çıktığı gibi, şu âyette de açıkça ifadesini bulur:
"Halkiyatatma)da dilediği artırmayı yapar." [165] Allah vücudun tüm organlarını yaratır (halk eder). Daha sonra bunlarda dilediği kadar artırım yapar. Bu eğitim anlayışı da insanın davranışlarının iki aşamada yaratıldığının kabul edilmesini gerektirmektedir.
Kur'ân, Allah-insan ilişkisinde eğitime özel bir Önem vermiştir. Onun bu tutumunu içinde geçen "Rab" kelimesinde ve bu kelimenin kullanılışı, yeri ve gayelerinde görebiliriz. "Rab", terbiye mânâsında mastardır. Kur'ân'da her şeyi kemâline ulaştıran Allah'ın güzel isimlerindendir. Rubûbiyet (terbiye edicilik) sıfatı ise, ilâhî sıfatların en büyüğüdür [166]Mübalağa kastı ile "mürebbî" yerine kullanılmıştır. İsm-i failin yerine masdarın kullanılması, failin fiili tam bîr kemâl ile gerçekleştirdiğini gösterir. [167] Buna göre "Rab", terbiyenin bütün gereklerine sahip, en mükemmel ve en kuvvetli bir terbiyeci demektir. Terbiye ise, bir şeyi kademe kademe tedricî ile kemâline ulaştırmaktır. Âlemin her kısmında terbiye ve tekâmül kanunlarının her an cereyan ettiği görülmektedir. [168]
"Rab" kelimesi, Kur'ân-ı Kerîm'de ulûhiyyeti belirtmek için en çok kullanılan kelimedir. 970 defa kullanılmıştır. [169] Aynı zamanda, Kur'ân-ı Kerîm'de 2799 defa zikredilen Allah kelimesinden sonra en çok tekrarlanan kelime olmuştur. [170] Genellikle Kur'ân-ı Kerîm'de geçen dua ve niyazlarda, Allah Teâlâ kendisine isim olarak "Rab" kelimesini almıştır. Dua esnasında, kendisini "Rab" kelimesi ile özellikle tesmiye etmesi, mü'minlere, Allah'ın her şeyden önce bir terbiyeci olduğunu hissettirmek için olması kuvvetle muhtemeldir. Bu şekilde bir kullanış, mü'minlere Allah'tan ilk istenecek niteliğin, kendilerini te'dîb ve terbiye etmesi olması gerektiğine de işaret eder. Bu şekilde te'dîb ve terbiye vasıtası ile mü'minin en mükemmel yaratılışlı olmaya ulaşması amaçlanır.
Eğitimin bu tarifini Felâk sûresini tefsir ederken "Rab" kelimesini ele alan İbn Sînâ şöyle açıklar:
"Felâk "tan yerinin ağarması" demektir. "Felâk'm Rab-bi" ibaresi ise Allah ile kâinat arasında yaratma ile başlayıp sonsuza kadar sürecek olan bir terbiyenin varlığı demektir. Burada terbiyeden maksat, Allah'ın varlık nurunun, mümkün varlık olan insandaki pasif güçleri, istidatları aydınlatmasıdır. İnsan, hayatının hiçbir döneminde bu durumdan müstağni olamaz. [171] Öyle ise insanın merbûb olması, sahip olduğu kabiliyetlerinin geliştirilmesi ve iyi özelliklerinin nitelik itibariyle çoğaltılmasıdır.
Yüce Allah, Rabb oluşunu Âlem(Evren)le ilişkilendir-mekle rahmetini tüm evrene ayrım yapmadan yaydığını da ilân etmektedir. Âlem sonsuz sayıda varlık kategorilerini kapsayan bir kelimedir. Arapçada genellikle akıl sahibi varlıklar için kullanılırsa da daha alt kategorideki varlıkları da kapsar. Şu ana kadar ki bilgilerimizle kavradığımız, daha sonraki bilgilerimizle kavrayabileceğimiz ve hiçbir zaman kavrayamayacağımız bütün kategoriler bu kapsam içine girer. Allah, işte bütün bunların Rabbi'dir. Onların her birini hem kendi hallerinde hem de diğerleriyle ilişkilerinde eğitir ve onları idare eder. Hiçbir din ve mezhepte, medeniyet ve felsefede, ıslahat hareketleri ve ihtilâllerde, bütün insanlığı içine alan böylesine yüce bir mesaj yoktur. Hatta geçmiş peygamberlerin öğretileri, onların hayat ve ahvâline dair bize ulaşan bilgiler de böyle bir mesaj içermemiştir.
Yahudilik Allah'a yalnızca İsrail oğullarının Rabbi ve İlâhı nazarıyla bakmaktadır. Ahd-i Atîk'in sahifelerinde ve Yahudilerce mukaddes sayılan kitaplarda, Allah'tan "Rab-bu'1-Âlemin" veya "Rabbu'1-Kevn" diye bahsedilmez. Bu sebepledir ki, Benî İsrail peygamberlerinden Mûsâ, Harun, Da-vud ve Süleyman gibi herhangi biri, böyle bir mesaj getirmemiştir. Çünkü bu din hiçbir safhasında ırk ayrımı gözetmeden, bütün insan nesli İçin rahmet ve müsâvaat dîni olmamıştır ve hiçbir zaman İsrail oğulları dışında başka bir milleti bu dine davet etmemiştir. [172]
Hıristiyanlık İse hoşgörüsüyle davet ve insanlığa olan şefkat duygusuyla tanınır. Fakat peygamberleri Hz. İsa: "Kendisinin ancak Benî İsrail'in yoldan çıkmış koyunlarını gütmek üzere gönderildiğini" açıkça söylemiştir. Hz. İsa, İsrail oğullarıyla kan ve neseb bağı olmayan hastalara gözünü çevirip baktığı zaman özür dileyerek: "Ben evlâdının ekmeğini köpeklere veren adam değilim" demişti. [173] Böylece bu din de evrenselliğin dışında kalmıştır.
Diğer Asya dinlerinin de durumu farklı olmadığı gibi hatta mezhep ayrımcılığı konusunda daha ileridirler. İnsanları bir takım sınıflara ayırmak hususunda onlardan daha zâ-mdirler. Hind toplumundaki paryalar, her çeşit şeref ve asâ-Lten, eşitlikten, insan haklarından, en basit insanî esaslardan Mahrumdurlar. Onların ilim öğrenmeleri, eğitim görmele-n' rûhî yüceliklere vâkıf olmaları asla caiz değildir. Vedalar'ı okuyup öğrenmek, ilâhlara kurbanları takdim etmek sadece Brahmanlar'a mahsustur. Vedalar'ı okumak hakkı Kshatri-ler'le Vaisyalar'a aittir. Manoşastr, Allah'ın, paryaları diğer üç sınıfa hizmet düşüncesiyle yarattığını açıkça zikreder. Bu sebeple onların dininde de bir peygamberin, velinin veya ıslahatçının böyle bir mesajından bahsetmek boşuna gayret ve vakit harcamaktan başka bir şey değildir. [174]
AUah-kul ilişkisinde durum böyle olunca hiç kimsenin
Allah'ı kendi tekeline alamayacağı sonucu da ortaya çıkar.
Yani Allah bir milletin bir zümrenin veya belli bir grubun değil
herkesin ve her şeyin Rabbi olur. Hiç kimse ona inanmakta ve onuRabb olarak tanımakta başkalarından farklı değildir.
İslâm'da Allah ile kul arasındaki ilişki, öncelikle, Allah'ın Rabb (Eğitici), kulun ise merbûb (eğitilen) konumunda olması, eğitimin de rahmet ortamı içinde cereyan etmesi ile kurulmuştur. Evrenin yaratılışından bu yana canlı ve sürekli olan bu ilişki kulun Allah karşısındaki durumunu ve konumunu da tayin etmektedir. Buna göre eğitilen durumunda olan insan bu özelliğini sürekli hatırında tutmalı, yanlış işler yaptığı zaman bu bilinçle derhal onu terk etmelidir. Metafizik bir tavır olarak adlandırdığımız [175] bu yöntem insanın duygusal olarak ilâhına yaklaşmasının en verimli yoludur. İlâhî Ölçüyü davranışlarla göz önünde bulundurmak gibi bir zorluğu içeren bu iş, onu yüksek değerler dünyası ile tanıştıracak, onlarla İç içe °*~ masını temin edecek, o oranda da zevk ve coşku ortaya çıkaraçaktır.
Yüce Allah'ın insan tarafından algılanması tarzı, in-san-Allah ilişkisinde son derece önemlidir. Kendisinin algılanması konusunda Yüce Allah bir sınır koymamış, bu konuda yine rahmetinin bir eseri olarak kulu kendi hâline bırakmıştır.
Bir kudsî hadiste peygamberimizin İfâdesi ile, yüce Allah şöyle buyurmuştur:
"Ben, kulumun beni zannettiği (algıladığı) gibiyim (Beni nasıl zannediyor, nasıl bekliyorsa, öyleyim). Eğer bana bir karış yaklaşırsa, ben ona bir adım yaklaşırım; bir adım yaklaşırsa, biv kulaç yaklaşırım; bir kulaç yaklaşırsa, on kulaç yaklaşırım. "
Yüce Allah böyle buyurmakla kendisinin, kulun kendisini algıladığı yönde daha da ileri boyutlarda, kulun istediğine cevap vereceğini beyân etmektedir. [176]
1. Allah'ın "Rab" İsmi
Yüce Allah'ın rahmet sıfatının tecellisinin tüm âlemleri kapsaması onun Âlemlerin Rabbi (Rabbu'l-Âlemîn) sıfatını almasındaki hikmette çok açık olarak görülür. İlâh olmanın insanlar karşısında ve onların dünyasında anlaşılabilir yönü, Yüce Allah'ın Rab sıfatıyla açıklanmıştır.
Ulûhiyyetin kendisine isnâd edildiği o Yüce Varlık, insanla ilişkisini Rab sıfatı ile kurar. Rab, sözlük anlamı itibariyle sahib, efendi, yönetici, terbiye edici ve nimet verici gibi mânâlara gelmektedir. [160] Buna göre varlığın hakiki mânâda sahibi sadece Allah'tır. Çünkü her şeyin yaratıcısı, yokluktan varlık âlemine geçireni O'dur. Bundan da anlaşılmaktadır ki, rubûbiyyetin en başta gelen vasfı, yaratmadır. Yaratan da elbette yarattıklarının sahibi, efendisi, idarecisi, terbiye edicisi ve nimet vericisidir. Bütün bu sıfatların kendisinde toplandığı yegâne varlık da ulûhiyyetin isnâd edildiği Yüce Allah'tır. Dolayısıyla kulluğun tek mercii O'dur. Hamd ve övgü sadece O'nadır. Yalnız O'na ibadet edilir. Yalnız O'ndan yardım istenir. [161]
Rab kelimesini bir şeyi ıslâh etme, ziyade etme, geliştirme, inşâ etme, çoğaltma anlamında kullanınca kaynağı ve °zü var olmakla birlikte ulaşacağı sınırlar dikkate ahndığın-kemâlini elde etmemiş olan şeyleri, halden hale geçirerek (derece derece) bu kemâli elde etme durumuna yükseltmek anlamı kastedilir. [162]
Hamdi Yazır, Hak Dîni Kur'ân Dili adlı tefsirinde Rab kelimesinden türemiş olan terbiye kelimesini "bir şeyi kademe kademe tedrîcen kemâline ulaştırmaktır" diye tarif etmektedir. [163] Ziyade etme ise bir şeyi bir şeye ekleyerek çoğaltmak demektir. İnsanın ilk yaratılışı üzerine ilâve edilerek gerçekleştirilen eğitime de ziyade etme denir. [164] ,
Bu anlam, Kur'ân'da 970 kere geçen Rab kelimesinin kullanılışından ortaya çıktığı gibi, şu âyette de açıkça ifadesini bulur:
"Halkiyatatma)da dilediği artırmayı yapar." [165] Allah vücudun tüm organlarını yaratır (halk eder). Daha sonra bunlarda dilediği kadar artırım yapar. Bu eğitim anlayışı da insanın davranışlarının iki aşamada yaratıldığının kabul edilmesini gerektirmektedir.
Kur'ân, Allah-insan ilişkisinde eğitime özel bir Önem vermiştir. Onun bu tutumunu içinde geçen "Rab" kelimesinde ve bu kelimenin kullanılışı, yeri ve gayelerinde görebiliriz. "Rab", terbiye mânâsında mastardır. Kur'ân'da her şeyi kemâline ulaştıran Allah'ın güzel isimlerindendir. Rubûbiyet (terbiye edicilik) sıfatı ise, ilâhî sıfatların en büyüğüdür [166]Mübalağa kastı ile "mürebbî" yerine kullanılmıştır. İsm-i failin yerine masdarın kullanılması, failin fiili tam bîr kemâl ile gerçekleştirdiğini gösterir. [167] Buna göre "Rab", terbiyenin bütün gereklerine sahip, en mükemmel ve en kuvvetli bir terbiyeci demektir. Terbiye ise, bir şeyi kademe kademe tedricî ile kemâline ulaştırmaktır. Âlemin her kısmında terbiye ve tekâmül kanunlarının her an cereyan ettiği görülmektedir. [168]
"Rab" kelimesi, Kur'ân-ı Kerîm'de ulûhiyyeti belirtmek için en çok kullanılan kelimedir. 970 defa kullanılmıştır. [169] Aynı zamanda, Kur'ân-ı Kerîm'de 2799 defa zikredilen Allah kelimesinden sonra en çok tekrarlanan kelime olmuştur. [170] Genellikle Kur'ân-ı Kerîm'de geçen dua ve niyazlarda, Allah Teâlâ kendisine isim olarak "Rab" kelimesini almıştır. Dua esnasında, kendisini "Rab" kelimesi ile özellikle tesmiye etmesi, mü'minlere, Allah'ın her şeyden önce bir terbiyeci olduğunu hissettirmek için olması kuvvetle muhtemeldir. Bu şekilde bir kullanış, mü'minlere Allah'tan ilk istenecek niteliğin, kendilerini te'dîb ve terbiye etmesi olması gerektiğine de işaret eder. Bu şekilde te'dîb ve terbiye vasıtası ile mü'minin en mükemmel yaratılışlı olmaya ulaşması amaçlanır.
Eğitimin bu tarifini Felâk sûresini tefsir ederken "Rab" kelimesini ele alan İbn Sînâ şöyle açıklar:
"Felâk "tan yerinin ağarması" demektir. "Felâk'm Rab-bi" ibaresi ise Allah ile kâinat arasında yaratma ile başlayıp sonsuza kadar sürecek olan bir terbiyenin varlığı demektir. Burada terbiyeden maksat, Allah'ın varlık nurunun, mümkün varlık olan insandaki pasif güçleri, istidatları aydınlatmasıdır. İnsan, hayatının hiçbir döneminde bu durumdan müstağni olamaz. [171] Öyle ise insanın merbûb olması, sahip olduğu kabiliyetlerinin geliştirilmesi ve iyi özelliklerinin nitelik itibariyle çoğaltılmasıdır.
Yüce Allah, Rabb oluşunu Âlem(Evren)le ilişkilendir-mekle rahmetini tüm evrene ayrım yapmadan yaydığını da ilân etmektedir. Âlem sonsuz sayıda varlık kategorilerini kapsayan bir kelimedir. Arapçada genellikle akıl sahibi varlıklar için kullanılırsa da daha alt kategorideki varlıkları da kapsar. Şu ana kadar ki bilgilerimizle kavradığımız, daha sonraki bilgilerimizle kavrayabileceğimiz ve hiçbir zaman kavrayamayacağımız bütün kategoriler bu kapsam içine girer. Allah, işte bütün bunların Rabbi'dir. Onların her birini hem kendi hallerinde hem de diğerleriyle ilişkilerinde eğitir ve onları idare eder. Hiçbir din ve mezhepte, medeniyet ve felsefede, ıslahat hareketleri ve ihtilâllerde, bütün insanlığı içine alan böylesine yüce bir mesaj yoktur. Hatta geçmiş peygamberlerin öğretileri, onların hayat ve ahvâline dair bize ulaşan bilgiler de böyle bir mesaj içermemiştir.
Yahudilik Allah'a yalnızca İsrail oğullarının Rabbi ve İlâhı nazarıyla bakmaktadır. Ahd-i Atîk'in sahifelerinde ve Yahudilerce mukaddes sayılan kitaplarda, Allah'tan "Rab-bu'1-Âlemin" veya "Rabbu'1-Kevn" diye bahsedilmez. Bu sebepledir ki, Benî İsrail peygamberlerinden Mûsâ, Harun, Da-vud ve Süleyman gibi herhangi biri, böyle bir mesaj getirmemiştir. Çünkü bu din hiçbir safhasında ırk ayrımı gözetmeden, bütün insan nesli İçin rahmet ve müsâvaat dîni olmamıştır ve hiçbir zaman İsrail oğulları dışında başka bir milleti bu dine davet etmemiştir. [172]
Hıristiyanlık İse hoşgörüsüyle davet ve insanlığa olan şefkat duygusuyla tanınır. Fakat peygamberleri Hz. İsa: "Kendisinin ancak Benî İsrail'in yoldan çıkmış koyunlarını gütmek üzere gönderildiğini" açıkça söylemiştir. Hz. İsa, İsrail oğullarıyla kan ve neseb bağı olmayan hastalara gözünü çevirip baktığı zaman özür dileyerek: "Ben evlâdının ekmeğini köpeklere veren adam değilim" demişti. [173] Böylece bu din de evrenselliğin dışında kalmıştır.
Diğer Asya dinlerinin de durumu farklı olmadığı gibi hatta mezhep ayrımcılığı konusunda daha ileridirler. İnsanları bir takım sınıflara ayırmak hususunda onlardan daha zâ-mdirler. Hind toplumundaki paryalar, her çeşit şeref ve asâ-Lten, eşitlikten, insan haklarından, en basit insanî esaslardan Mahrumdurlar. Onların ilim öğrenmeleri, eğitim görmele-n' rûhî yüceliklere vâkıf olmaları asla caiz değildir. Vedalar'ı okuyup öğrenmek, ilâhlara kurbanları takdim etmek sadece Brahmanlar'a mahsustur. Vedalar'ı okumak hakkı Kshatri-ler'le Vaisyalar'a aittir. Manoşastr, Allah'ın, paryaları diğer üç sınıfa hizmet düşüncesiyle yarattığını açıkça zikreder. Bu sebeple onların dininde de bir peygamberin, velinin veya ıslahatçının böyle bir mesajından bahsetmek boşuna gayret ve vakit harcamaktan başka bir şey değildir. [174]
AUah-kul ilişkisinde durum böyle olunca hiç kimsenin
Allah'ı kendi tekeline alamayacağı sonucu da ortaya çıkar.
Yani Allah bir milletin bir zümrenin veya belli bir grubun değil
herkesin ve her şeyin Rabbi olur. Hiç kimse ona inanmakta ve onuRabb olarak tanımakta başkalarından farklı değildir.
İslâm'da Allah ile kul arasındaki ilişki, öncelikle, Allah'ın Rabb (Eğitici), kulun ise merbûb (eğitilen) konumunda olması, eğitimin de rahmet ortamı içinde cereyan etmesi ile kurulmuştur. Evrenin yaratılışından bu yana canlı ve sürekli olan bu ilişki kulun Allah karşısındaki durumunu ve konumunu da tayin etmektedir. Buna göre eğitilen durumunda olan insan bu özelliğini sürekli hatırında tutmalı, yanlış işler yaptığı zaman bu bilinçle derhal onu terk etmelidir. Metafizik bir tavır olarak adlandırdığımız [175] bu yöntem insanın duygusal olarak ilâhına yaklaşmasının en verimli yoludur. İlâhî Ölçüyü davranışlarla göz önünde bulundurmak gibi bir zorluğu içeren bu iş, onu yüksek değerler dünyası ile tanıştıracak, onlarla İç içe °*~ masını temin edecek, o oranda da zevk ve coşku ortaya çıkaraçaktır.
Yüce Allah'ın insan tarafından algılanması tarzı, in-san-Allah ilişkisinde son derece önemlidir. Kendisinin algılanması konusunda Yüce Allah bir sınır koymamış, bu konuda yine rahmetinin bir eseri olarak kulu kendi hâline bırakmıştır.
Bir kudsî hadiste peygamberimizin İfâdesi ile, yüce Allah şöyle buyurmuştur:
"Ben, kulumun beni zannettiği (algıladığı) gibiyim (Beni nasıl zannediyor, nasıl bekliyorsa, öyleyim). Eğer bana bir karış yaklaşırsa, ben ona bir adım yaklaşırım; bir adım yaklaşırsa, biv kulaç yaklaşırım; bir kulaç yaklaşırsa, on kulaç yaklaşırım. "
Yüce Allah böyle buyurmakla kendisinin, kulun kendisini algıladığı yönde daha da ileri boyutlarda, kulun istediğine cevap vereceğini beyân etmektedir. [176]