- Allah'a İman

Adsense kodları


Allah'a İman

Smf Seo Versiyon , -- Seo entegre sistem.

rray
ezelinur
Sun 14 March 2010, 04:23 pm GMT +0200
ALLAH’A İMAN


1. ALLAH´IN SELBÎ SIFATLARI.

Allah Birdir

Allah Kadîmdir

Allah Araz Değildir

Allah Cisim Değildir

Allah Cevher Değildir

Allah Musavver Değildir

Allah Mahdûd Değildir

Allah Ma´dûd Değildir

Allah Mutaba´iz Ve Mütecezzî Değildir

Allah Müterekkib Değildir

Allah Sonlu Değildir

Mahiyet Ve Maiyet Allah´ın Niteliği Olamaz.

Keyfiyet Allah´ın Vasfı Olamaz.

Allah Bir Mekânda Karar Kılmaz.

Allah´ın Üzerinden Zaman Geçmez.

Hiç Bir Şey Allah´a Benzemez.

Hiç Bir Şey Allah´ın İlminin Ve Kudretinin Haricinde Değildir

2. ALLAH´IN SÜBÛTÎ SIFATLARI.

Allah´ın Sıfatları Vardır

Allah´ın Sıfatları Ezelîdir, Zatı İle Kâimdir

Sıfatlar Allah´ın ne Aynıdır, ne de Gayrıdır

1. Ezelî Sıfatlar

2. Allah´ın Kelâmı

Kelâm, Allah´ın Ezelî Bir Sıfatıdır

Kur an Mahlûk Mudur?.

Allah Taâlâ´nın Kelâmı Olan Kur´an, Mahlûk Değildir

3. Tekvin.

4. Rü´yetullah Meselesi

3. İNSANIN FİİLLERİ VE İRÂDE MESELESİ.

1. Halk-Kesb.

2. İstita´at Meselesi

3. Teklif-Teklif-i Mâ-lâyutak.

4. Ecel

5. Rızık.

6. Hidâyet-Dalâlet

ALLAH’A İMAN



1. ALLAH´IN SELBÎ SIFATLARI


Allah Birdir


Yani âlemi yapan ve yaratan birdir. Vâcibu´l-vücûd (varlığı za­rurî ve zatının icabı olan bir vücûdî kavramı, sadece tek bir zat için doğru ve geçerli olur.

Bu konuda kelâmcılar arasında meşhur olan delil “Yer ve gök­te Allah´tan başka ilahlar mevcut olsaydı, bunların nizamı bozulur­du” [1] âyetiyle işaret edilen ve burhân-ı temanü´ adını alan delildir.

Delilin ifadesi: îki ilahın varlığı mümkün olsa temanu´ (irâde çatışması) nın da mümkün olması gerekirdi. Meselâ iki ilahtan biri Ahmed´in hareket, diğeri sükûn halinde olmasını isteyebilir. Zira her iki hal de aslında mümkün olan birşeydir. Aynı şekilde hare­ketin de sükûnun da irâde konusu olması mümkündür. Zira iki ayrı irâde bir çelişki meydana getirmez. (İki zattan birinin hareketi, di­ğerinin sükunu irâde etmesinde bir tezad yoktur). Burada tezad ve çelişki (irâdede değil, murâd ve) irâde edilende meydana gelir. Bu takdirde:

Ya her iki iş (hareket ve sükûn) hasıl olur, bu halde ise iki zıd-dın birleşmesi icab eder (ki bu imkânsızdır).

Veya iki iş meydana gelmez. Bu duruma göre iki ilahtan biri­nin aciz olması lazım gelir. Bu ise hudûs ve imkân alâmetidir. Zira bu vaziyette bir ihtiyaç şaibesi ortaya çıkar. Demek ki, birden fazla ilahın mevcud olması, imkânsızlığı gerektiren “Temanu´ imkânını” icab ettirmekte, onun için de muhal ve imkânsız olmaktadır.

“îki ilahtan biri öbürüne muhalefet etmeye kadir olmazsa, âciz olması lazım gelir; buna muktedir olursa, bu sefer de öbürünün âciz olması lazım gelir”, şeklinde söylenecek sözlerin tafsilatı işte budur.

“Bir temanu´ hâli bahis konusu olmaksızın, iki ilahın bir şey yapmada ittifak etmeleri caizdir”, veya “Bir mümanaat ve muhale­fet durumunun ortaya çıkması mümkün değildir. Zira bu durum imkânsızlığı gerektirmektedir” veya “Tek bir irâdenin Ahmed´in hem hareket ve hem de sükûn halinde bulunmasını istemesi imkânsız olduğu gibi (iki ilaha ait) iki irâdenin de bunu istemede birleşmesi imkânsızdır” (imkânsız olana da irâde taalluk etmez), şeklinde ileri sürülecek itirazlar, yukarda verdiğimiz izahatla ortadan kalkar. (Zira biz, iki ilaha ait iki irâdenin bir konuda çatışmasını zarurî de­ğil, sadece mümkün görüyoruz, mümkün olan bu ihtimal gerçekleş­tiği takdirde durum ne olacak, diye soruyoruz).

Bilmek lazımdır ki, “yerde ve gökte iki ilah bulunsaydı, âlemin nizamı bozulurdu”, mealindeki âyet, iknâî bir delildir (kesin değil­dir). İki ilahın varlığı ile âlemin nizamının bozulması arasındaki il­gi, âdete (ve örfe) dayanan bir hükümdür. Hatâbî delillere uygun olan da zaten budur. Zira birden fazla hâkim ve padişahın bulun­ması halinde bir irâde çatışmasının (temânu´un) ve birbirlerini al-tetme halinin meydana geleceğim, câri olan âdetler göstermektedir. (Sosyal hayattaki tatbikat buna şahitlik etmektedir). Nitekim, “Eğer yerde ve gökte birden fazla ilahlar olsaydı, biri öbürlerine üstün gelirdi” (Müminûn, 23/91) mealindeki âyetle de buna işaret edilmiş­tir. Aksi takdirde (yani bu âyet iknâî değil de akıl yönünden kati bir delil olsa) şöyle bir durum ortaya çıkar: Eğer bu delille yerin ve semânın nizamının bi´1-fiil bozulması, yani şu anda müşahede edilen nizamın dışına çıkmaları kasdedilse, sırf birden fazla ilah bulun­ması bu nizamın bozulmasını gerektirmez. Zira (ilahların) bu ni­zam üzerine ittifak etmiş olmaları mümkündür.

Şayet bu delille “sırf nizamın bozulmasının mümkün olduğu” (za­rurî olmadığı) kasdediliyorsa, âlemin nizamının bozulmayacağına dair elde bir delil yoktur. Aksine naslar semâların (yıkılıp) dürüleceğine ve bu nizamın (kıyamet günü) ortadan kalkacağına şahitlik etmektedir. O halde (birden fazla ilahın varlığından şu nizamın bozulması gibi bir neticenin ortaya çıkması) mümkündür, imkânsız­lık meselesi değildir.

“Birden fazla ilahın, âlemin nizamının bozulmasına sebep ol­ması kesindir. Burada nizamın bozulmasından maksad, yer ve gök­lerin vücuda gelmemeleridir. Şöyle ki: İki ilah ve yaratıcı farzedilse, fiillerde bir temânu´ ve irâde uyuşmazlığının vukua gelmesi müm­kündür. O zaman ikisinden birisinin sâni ve halik olmaması gere­kirdi. Bu durumda ise âlemin var olmaması icabederdi. (îki ilahın irâdesi âlemin var olması konusunda çatıştığından) arz ve semânın mevcut olmaması gerekirdi”, şeklinde bir izah yapılamaz.

Zira biz diyoruz ki: Temânu´un imkânı, birden fazla sânî ve hâlikın yokluğundan başka bir şey gerektirmez. (İlah birden fazla ola­bilir de sâni ve halik bir olur). Buna göre temânu´un mümkün olu­şundan, âlemin mevcut olmaması lazım gelmez. Bununla beraber, âlemin fiilen vücuda gelmemesi kasdediliyorsa iki ilah, âlemde nizamın yokluğunu gerektirir, şeklindeki itiraza karşı açıklanabilir. Âlemin vücuda gelmemesinin imkânı kasdediliyorsa, o zaman da, âlemin fiilen mevcut olduğu öne sürülerek, yapılan itirazlar orta­dan kaldırılabilir.

İtiraz: (Şart edatı olan ve“olsaydı”, manâsına gelen) “lev” ke­limesinin gereği, mazide ikincisinin bulunmayışının sebebi, birincinin olmamasıdır, (meşrut bulunmayışı, şartının olmamasmdandır,) geç­mişte âlemin nizamının bozulmamasmm sebebi birden fazla ilahın olmamasıdır.

Cevap: Evet, bu husus lügat yönünden esas itibariyle doğrudur (meşrut ve cezanın olmaması şartın da bulunmayışını gösterir). Lâ­kin bazan «lev», zaman tayinine delâlet bahis konusu olmaksızın, meşrut ve cezanın olmayışından, şartında bulunmayışına istidlal için kullanılır. “Âlem kadîm olsaydı, değişken olmazdı”, denilmesi gibi. Bahsi geçen âyet bu kabilden (bir istidlal) dir. Bazı kimseler “lev” edatının iki türlü kullanılış şeklini birbiriyle karıştırdıkları için, bil­meden bir hatanın içine düşerler ve meseleyi karıştırırlar.[2]


Allah Kadîmdir


Bu, iltizam suretiyle (vâcib kavramında zımnen mevcud ve) malum olan bir şeyi açıklamaktır. Zira vacib (ve zarurî varlık)ın kadîm olmaması imkânsızdır. Vacib varlık için bir başlangıç yok­tur. Zira vacib varlık, öncesi yokluk olan bir hadis olsaydı, zarurî olarak varlığının başkasından olması gerekirdi. Hatta bazılarının “vacib ile kadîm eşanlamlıdır”, demeleri bunun için doğru değildir. Zira iki kavram, kesinlikle birbirinden başkadır. Burada bahis konu­su olan, her iki kavramın da eşit derecede doğru olmasıdır. Bazıları­na (yani Eş´arîlere) göre, kadîm kelimesini, vacibin sıfatları hakkın­da da kullanmak (ve Allah´ın ilmi kadîmdir... demek) doğru oldu­ğu için, kadîm tabiri vacib tabirinden daha umumîdir. Kadîm olan sıfatların birden fazla olması imkânsız değildir. İmkânsız olan, bir­den fazla zatların kadim olmasıdır. (Bazı kelâmcılar Allah´ın zatı gibi sıfatları da kadîmdir, derler ve taaddüd-i kudemayı, yani birden fazla kadimin mevcut olduğunu kabul ederler. Diğer bazıları ise taaddüd-i kudema fikrine karşı çıkarlar.)

İmam Hamiduddin Darirî gibi, sonraki kelâmcılardan bazıları ve onlara tabi olanlar, “li-zatihi vâcib olan Allah Taâlâ ve sıfatlandır”, sözünü açıkça söylemişler ve bu meselede şöyle istidlalde bulunmuş­lardır: Kadîm olan her şey li-zatihî vacibtir. Zira li-zatihî vâcib ol­masa, esas itibariyle yokluğunun mümkün olması gerekirdi. Bu duruma göre de, var olmak için (varlığını yokluğuna tercih eden bir) muhassise (tahsis yapan bir âmile) muhtaç olması, böyle olma­sı durumunda da muhdes ve hadis olması icabederdi. Zira biz, muhdes sözü ile varlığı diğer bir şeyin icadına bağlı ve alâkalı olan şeyi kasdediyoruz. Başka bir şey kasdetmiyoruz.

Bu görüşe şu yolda itiraz yapılmıştır: Sıfatlar li-zatihî vâcib ol­salardı, bakî olurlardı. Halbuki beka (bakî olmak) bir manâdır. Bu duruma göre (araz ve sıfat olan) bir manânın diğer bir manâ ile kâim olması lazım gelirdi, (halbuki araz araz ile, sıfat sıfat ile kâim olmaz).

Bu itiraza şu şekilde cevap verilmiştir: Her sıfat, kendisinin ay­nı olan bir beka sıfatı ile bakîdir. (Meselâ ilim sıfatının sıfatı olan beka, ilimden ayrı değildir, aksine onun ta kendisidir).

Bu, (yani vâcib ve zaruri varlık olmanın, vücûbu´l-vücudun za­tı ile sıfatlan arasında müşterek olması meselesi) son derece, zor anlaşılan bir (mesele ve) sözdür. Zira li-zatihî vâcib olan varlığın birden fazla olduğunu söylemek, tevhide aylandır. Allah´ın sıfatla­rının mümkün olduğunu (ve li-zatihî vacib olmadığını) söylemek, kelâmcıların “her mümkün hadistir” şeklindeki kanâatlarına aykırıdır. Eğer, “öncesinde yokluk bulunmayan” (yani yok idi de sonra­dan var oldu denilemeyecek) manâsına gelmek üzere, “Allah´ın sı­fatları zaman itibariyle kadimdir” (zat itibariyle değil) derlerse, “var olmak için vacibin zatına muhtaç olma” manâsına gelen, “hudûs-i zatî “ye (zat bakımından sonra olma haline) aykırı düş­mez. Bu ise, “hudûs ve kıdemden her biri zâti ve zamanı kısımlara ayrılır”, görüşünde olan filozoflann kanâatim kabul etmek olur. Bu kanâat benimsenince de (kelâmı) kaidelerin bir çoğu red ve terke­dilmiş olur. Bu husus ileride daha fazla incelenecektir.

(Bu konuda, Taftazâni´nin, meselenin güçlüğünü kabul ve itiraf etmesi anlamlı olduğu kadar da ilgi çekicidir. Mutezile, sırf taaddud-i kudemâ ve netice itibariyle de halis ve saf tevhide aykırı bir durum ortaya çıkar, endişesiyle Allah´ın kadîr, alîm, mürîd, mükevvin, semi, basir ve mütekellim olduğunu kabul ve müdafaa etmekle beraber, Allah´ın zatından ayn ve zat üzerine zait kudret, ilim, irâ­de tekvin, sem´, basar ve kelâm gibi sıfatlan bulunabileceğini ka­bul etmemiştir. Mutezileye göre Allah´ın, zatından ayn ve zatı üze­rine zait bir ilim, kudret... sıfatı vardır, demek Allah´tan başka ka­dîm ve ezelî varlıklar kabul etmek manâsına gelir ve bu da tevhide uygun düşmez. Onun için, “Allah kadirdir, ama zatı üzerine zait ve ondan başka olan bir kudret sıfatı ile değil, sadece ve sadece zatı ile kadirdir,” demeli ve meseleyi böyle anlamalıdır.

Ehl-i sünnet kelâmcıları ise, “taaddud-i kudema” yani birden fazla kadîm varlık kabul etme sonucunu doğurma pahasına bile ol­sa alîm, kadîr... gibi sıfatlann mastar manâlarının yani ilim, kud­ret... veya başka bir deyimle âlimiyet, kadiriyet....vasıflarının Al­lah´ın zatında mevcut olduğunu, fakat bunlann Allah´ın zatından başka bir şey olmadıklannı ama Allah´ın zatının aynı da olmadık­larını ısrarla kabul ve müdafaa etmişler, kendileriyle aynı görüşü paylaşmayan Mutezileyi sıfat inkarcılığı -ta´til-i sıfat- ile itham etmişlerdir. İşte bu noktada, “Vâcib lizatihi muteaddiddir”, desen tevhide aykırı oluyor, “Allah´ın sıfatlan vâcib li-zatihi değil, müm­kündür”, desen, bu da, “her mümkün hadistir”, şeklindeki kelâmcı­lann prensibine muhalif oluyor, yani Allah´ın sıfatlannın hadis ol­ması lazım geliyor, “Allah´ın sıfatları zaman itibariyle kadîmdir, ha­dis değildir, ama malûlün illetten ve neticenin sebepten sonra gel­mesi manâsında hadistir. Yani sıfatlar hudûs-i zam anî ile hadis de­ğildir lâkin hudûsi zatî ile hadistir, desen, bu da filozofların kanâatını kabul etmek manâsına geliyor. Netice itibariyle bir çok kelâm kaidesinin çürüğe çıkmasına sebep oluyor, şeklinde değişik görüşle­re temas eden Taftazânî´nin “Bu, son derece güç bir meseledir”, de­mesi gerçekten de üzerinde durulmaya değer bir beyandır)”Allah Hayy, Kadir, Âlim, Semf, Basîr, Şâî, Mürid (diri, kud­retli, bilici, işitici, görücü, dileyici ve isteyici) dir”

Akim açıkça verdiği kesin hüküm şudur: “Âlemi, bu tarzda gü­zel bir şekilde, ve sağlam bir nizam üzere yaratan, ayrıca (tabiat kanunlannm cereyan tarzi neticesinde meydâna gelen oluşumlan.î mükemmel fiilleri ve gayet güzel nakışları ihtiva eden kâinatı îcad eden varlık için bu sıfatlar zarurîdir. (Bunlar olmadan böyle bir âlem yaratılamaz), Diğer taraftan bu sıfatların zıdlan kusur olduğu için Allah Taâlâ´yı onlardan tenzih etmek farzdır.

Bundan başka, sıfatlar konusunda naslar da vardır. Şeriatın (ve dinin) kabul edilmesi, bahis konusu sıfatlardan bazısına bağlı değildir, Tevhid gibi. Onun için bu gibi yerlerde naslardan delil getirmek sahihtir. Halbuki şeriatın ve İslâmm kabul edilmesi Allah´­ın varlığı, kelâm sıfatına sahip olduğu... gibi (diğer bazı) husus­lara ve sıfatlara bağlıdır. (Allah ve kelâm sıfatı kabul edilmezse şeriat da kabul edilmez. Fakat Allah´ın birliği şeriatı kabul ettikten sonra da ispat edilebilir). [3]

ceren
Wed 12 November 2014, 10:48 pm GMT +0200
Esselamu aleyküm.Rabbim razı olsun paylaşımdan hocam.Allah'a iman İslamın şartındandır.Rabbim bizleri ona inanan hakiki kullarından eylesin inşallah....

Nisa / 136. Ey iman edenler! Allah'a, Peygamberine, Peygamberine indirdiği Kitab'a ve daha önce indirdiği kitaba iman (da sebat) ediniz. Kim Allah'ı, meleklerini, kitaplarını, peygamberlerini ve kıyamet gününü inkâr ederse tam manasıyle sapıtmıştır.

ceren
Sun 24 April 2022, 04:14 am GMT +0200
Esselamu aleyküm.allaha noksansız iman eden tevekkül tam olan ve Allah'ın emrinde rızasına yaşayan onun rızasına kavuşan kullardan olalım inşallah...

Sevgi.
Mon 25 April 2022, 04:04 am GMT +0200
Aleyküm Selam. Rabb'im bizleri herzaman rızasına uygun şekilde yaşayan kullarından eylesin inşaAllah

Bilal2009
Mon 25 April 2022, 11:06 am GMT +0200
Ve aleykümüsselam Rabbim bizleri doğru bir iman ile iman edenlerden eylesin Rabbim paylaşım için razı olsıun