- Allah-u Teâlâ'nm Sıfatı Hakkında

Adsense kodları


Allah-u Teâlâ'nm Sıfatı Hakkında

Smf Seo Versiyon , -- Seo entegre sistem.

Array
saniyenur
Sun 10 July 2011, 03:55 pm GMT +0200
Allah-u Teâlâ'nm Sıfatı Hakkında


Allah-u Teâlâ'yı, kadîmdir, âlimdir, hayydır, kerîmdir, cevvâddır diye vasfetmek, ve bu isimleri Allah'a vermek haktır. Bu husus, aklî ve naklî delilin her ikisi ile sabittir.

Naklî delil, Kur'anı Kerim ve Allah-u Teâlâ'mn gönderdiği diğer ki­taplarında varid olandır. Allah-u Teâlâ, bütün peygamberlerin beyan et­tikleri ve bilginlerin peygamberlerden naklettikleri isimler, Cenab-ı Hakk'a isim olarak-verildi. Ancak ne var ki insanlardan bir kısmı, o isim­leri Allah'tan başkasına da verdiler. Böylece onlar ismin isbat[135] edilme­sinde isimle her musemmanm (kendisine isim verilen) arasında benzer­lik olduğunu zannettiler. Eğer isim verilmekle isimle musemmanm ara­sında benzerlik olsaydı, birşey meydana getirememeği nefyetmekle de benzerlik bulunurdu. Onu nefyetmekle yine kendisiyle ismin manâsının altına dahil olmayan şeyin arasında da benzerlik bulunurdu. Halbuki bu husus söylendiği gibi değildir. Fakat biz geçen konuda isme muvafakat ettiği için benzerliğin çok uzak bir ihmal olduğunu açıklamıştık. Çünkü Allah, zâtına isim olarak verdiği geyle, kendisine isim verilmiş, ve kendi­sini vasfettiği şeyle de vasf olunmuş tur. Akıl da bunu icap ettirir. Zira Allah-u Teâlâ'mn zatı ve sıfatiyle mahlûkata benzemediğinin sabit olması, Allah'ın fiilinin mecburi bir fiil olmadığı; bilâkis onun ihtiyarı fiili olduğu­na delâlet eder.

Yine, hiçbir bozukluğu meydana gelmeksizin ve hikmet dairesinin dışına çıkmaksızın fiilin birbiri ardınca nizam ve intizamlı bulunması ya­pılan işin failinin ihtiyarı ile olduğunu isbat eder. îşte bunun için, mahlû-katm yaratılması hakikaten Allah'ın fiili[136] ile olduğu sabit olur. Kuvvet ancak Allah'tandır.

Gerçekten Allah-u Teâlâ, herhangi bir şeyi[137] yaratır, sonra onu öldü-. rüp yok eder. Bu ifadeye gece ve gündüz gibi yok edip iade ettiği şey de vardır. Bununla da, Allajı'm fiilinin ihtiyari ile olduğu sabit olur. Çün­kü[138] bununla fesada uğrattığı şeyin, salâhını, öldürüp yok ettiğini, iade­sini[139], yok olanı var etmeyi, ve var olanı da yok etmeyi gerçekleştirir.

Öyle ise bunun ihtiyari olduğu sabit olur. Zira, kendisinde mecburi olarak bir fiil sadır olan kimsenin var ettiği şeyi yok etmesi, yokettiğini de var etmesi mümkün değildir, kendisinin böyle bir iş yapması beklene­mez. Kuvvet ancak Allah'tandır.

Yine biz âlemin bir şeyden olmaksızın sonradan var olduğunu, beyan ettik. îşte bu hususa ancak kendisinde ihtiyari manâsının tamamı bulu­nan kimsenin ulaştığı bir nevidir. İhtiyari olmayan şeyin hakkı mecbur kalmaktır. Eşyayı, bir şeyden olmaksızın yaratma kuvvetine ulaşan kim­senin, sonra bir şeyi yapmağa mecbur olması mustehildir.

Bununla beraber, bir şeyin mecburen vuku bulması, onun başkası^ mn kudretinin icbarı altında bulunması ve kendisinden her türlü imkânın gitmesi demektir. Bu ise hadis olmanın delili ve zayıf olmanın alâmetidir. Rabbimiz olan Cenab-ı Allah, bu gibilerden beridir, yücedir. Mahlûkatta, birinden diğerine miras olarak kaldığı bilinen şeyde, Allah'a duada bu­lunmaları ve kurtulmaları için kendisine niyaz etmeleridir.

Ve Allah şunu kahretti, bunu kurtardı. Pelân'a yardım etti, filân'ı ise rezil rüsvay etti. Her kuvvet sahibi yarattığı kuvvet ile fiilini icra eder. Bu hususlardan herhangi bir şeye mecbur olanla nail olunmaz, ken­disine rağbet de edilmez. Bunlar delâlet ediyor ki âlem gerçekten Allah'ın ihtiyarı ile yaratılmıştır.

Allah-u Teâlâ'nın fiilinde ihtiyar sahibi olduğu sabit olunca, bulun­duğu hâl üsere mahlûkatm üzerine hakim olması bakımından kudret ve irade sahibi olduğu sabit olur. Çünkü, kudreti bulunmayan kimseden [140]meydana gelen şey, kararsız ve fasid olur; bir şeye zıddı ile birlikte ma­lik ve sahip olunmaz. îşte kendisinden meydana gelen şey kudret ve ihti­yari ile olduğu sabit olur. Bu hususta gaibi bilmek için asıl olan, görünen âlemdeki hakiki[141] fiilin emareleridir. Kuvvet ancak Allah'tandır.

Bizim, fiilin birbiri ardınca vukubulması ve bu durumun muhkem ve sabit olarak hasıl olan şeylerden zikrettiklerimiz Allah'ın fiilinin ilmiyle vuku bulduğuna delâlet eder. Güç ve kuvvet ancak Allah'tandır.

Yine, dünyadaki imtihanlara tabi tutulanların maslahatları doğrul­tusunda imtihan olunmayan cevherlerin her birinin meydana çıkması; ve kendisinin baki kalmasını temin eden şeyin yaradıimasiyle beraber, bekası murad edilen her şeyin yaratılması ile bilinir ki, bunların hepsi, her şeyin keyfiyetini ve ihtiyacın] ve hayatını idame ettirecek olan hu­susunu bilen tarafından olmuştur. Güç ve kuvvet ancak Allah'tandır.

Gerçekten, Allah-u Teâlâ, mahlûkatı öyle bir şekilde yaratmıştır ki, bu yaratılış şekli, mahlûkatm hadis olduğuna, ve kendisini yaratan bir muhdisin bulunduğuna ve onun birliğine delâlet eder. Eğer Allah mah­lûkatm yaratılmasını, biîmemiş olsaydı, mahlûkatm bu hal üzere mey­dana gelmesinin imkân ve ihtimali düşünülmezdi. Gerçekten Allah-u Te­âlâ'nm mahlûkatı bulunduğu gibi yaratması, kendisinin yarattığını bil­diğine delâlet etmektedir. Tevfik Allah'tandır.

Peygamberlerin emirle gelmesi de Allah'ın ilmi ve ihtiyari iledir. Eğer insanlar peygamberlere tabi olup onların getirdikleri prensiple amel etmiş olsaydılar, aralarında ihtilâf, tefrika ve fesada uğrama ihtimali ol­mazdı. Tabii bu husus eğer Allah'ın ilmi ayrı, ayrı yerlerde olmamış ol­saydı vukubulurdu.

Allah-u Teâlâ yaratma fiili yok iken vardı. Sonra tekvin yani varet-me, yaratma var oldu ki o, ise yaratmanın gayridir diyen kimsenin sözü, tıpkı âlemin yaratıcısının bulunmaması ile âlemin var olduğunu zikrede­nin sözü gibidir. Kuvvet ancak Allah'tandır.

Gerçekten, var olmayı tabiatlara ve gıda maddelerine isnad eden kimsenin sözü, yaratmadan başka bir şey olmaksızın, yok iken sonradan yaratmayı Allah'a isnad eden kimsenin sözünden daha gerçek ve doğru olur. Çünkü ilkinde var olmayı tabiat ve gıda maddelerine isnad etmekte kendisi ile başkasının olması işinin ispatı vardır. Böylece onların yaptık­ları isnatta, bir analiz bulunur, diğerlerinde ise tedkik ve tahkik yoktur. Güç ve kuvvet ancak Allah'tandır.

Görünen âlemde, kendisi kadir olup da, kendisinin fiili bulunmayan ve memnu' olmayan bulunmaz. Görünen âlem ise görünmeyen âlemin delilidir. Binaenaleyh yaratma sıfatının Allah'ta bulunması lâzımdır. Tevfik Allah'tandır.

Yaratma sıfatı, fesad, şer, çirkin ve kötü sıfatlan ile mevsuf olur. Eğer onun zatında Allah'ın fiili bulunmuş olsaydı, Allah-u Teâlâ bunların hepsiyle mevsuf olması ve bu isimlerle kendisine isim verilmesi gerekirdi. Bunlarla Allah'ın vasfoîunnıasi ve bu isimlerin kendisine verilmesi kü­für olunca, Allah'a verilen isim ve sıfatlar, bu isim ve sıfatların gayridir. Kurtuluş ancak Allah'tandır.

Değmek, duyurmak, taat, masiyet ve kazanmak, eğer Allah'ta ha­kikaten bulunmuş olsaydı bunlardan biri ile kendisine isim verilirdi.[142] Tevfik Allah'tandır.

Hakikaten, Allah'tan asılda bir fiilin sadır olması caiz olmayıp sonra vaki olması caiz olsaydı, ya bizatihi kendisi için caiz olmazdı ki bunun ebediyyen böyle olması vacip olurdu. Veyahut gayrisi için caiz olurdu. İşte kendisinden sorulan da odur. Allah-u Teâlâ'nm bizatihi fail olmaması caiz olmadığı sabit olunca kendisi binefsihi fail olur. Tevfik Allah'tandır.

Yaratma, hakikatte Allah-u Teâlâ'nm fiilidir, diye iddia eden kimse, o namaz gibidir. Namaz ise hakikatte fiildir, diyor.

Ebu Mansur (r.h.) diyor ki : Böyle söylemek vehimdir. Çünkü bu isim hakikatte Alîah-u Teâlâ'nm fiilinin ismidir.

Sonra, yaratma gerçekten Allah'ın fiilidir ki : Bununla Allah'a isim verilmesine, bu kelime delâlet etmiyor. Oysa ki biz[143] Allah'a isim veril­mesi caiz olan ve olmayan şeyi geçen konularımızda açıklamış bulunu­yoruz.

Eğer «Allah-u Teâlâ ezelde Tekvin (varetmek) sıfatı ile nıevsuf olunca, niçin ezelde mükevven (varolan) bulunmuyor?» denilirse cevap olarak denir ki : Allah-u Teâlâ, ezelde eşyanın bulunduğu hâl üzere var­olacağını biilyor ve murad ediyordu. Bu, herşeyin vakti zamanında olma­sı için Allah-u Teâlâ'nm eşya üzerindeki kudreti, iradesi ve eşya hakkın­daki ilmi gibidir. Her nekadar yok iken sonradan varolan [144]Olanın tara­fında kendisi hakkında olan ilmi ve üzerinde müessir olan kudretin de­ğişmemesi ile olsa da sonradan var olma, olan hakkında kullanılır, yoksa olanı bilme hakkında değil.

Bu konuda asıl olan şudur : Gerçekten Allah-u Teâlâ'ya bir sıfat ıt­lak olunduğu ve ilim, fiil ve benzeri sıfatlardan biri ile vasfolunduğunda Allah'ın ezelde o sıfatla mevsuf olması lâzımdır. Bu sıfatın altında bulu­nan -malûm (bilinen), üzerine kudretin hükmünün cari olduğu, makdur ve var olandan ibaret olan mükevven ve murad gibileri o sıfatla beraber zikrolundukları vakit bu eşyanın kadim olduğu anlaşılmaması için o eşyanın vakitleri o sıfatla, beraber zikredilmesi gerekir. Kuvvet ancak Allah'tandır.

Birincisinin yani Allah-u Teâlâ'ya her hangi bir sıfat ıtlak olunduğu zaman aynı sıfatla ezelde mevsuf olmasının gerektiği hakkındaki delil; o sıfatın ezelde Allah'ta bulunduğunun sebkat etmesidir.

İkincisinin delili, yani var olanın vaktinin zikrolunmasınm gerekti­ğinin delili ise şöyle izah edilmektedir : Yapılanın vakti zikrolunmadığı zaman kendisinin kadim olduğuna veyahut vaktinin gayrinde bilinme­diğine imâ ve işaret olunmuş olur. Acizlik de böyledir. Çünkü «o, saat için var olmuştur» dendiği zaman bununla, bu saatte var olması için, var­lığı bilinmiş ve murad edilmiştir demeye işaret olunur. Onun hakkındaki ilim, kudret ve irade de böyledir. Kuvvet ancak Allah'tandır,

Kıyamet ve fena kelimelerinin başka bir manâsı daha vardır. Şöyle ki : Gerçekten kıyameti soran kimse, «eğer Allah, saati işler» diye murad ederse, bu «saat» kelimesinin kıyamete vakit olmaktan veyahut Al­lah'ın kıyameti var etmesi için kullanılması veya murad edilmesinden hâli kalmaz. Birincisi mümkün değildir, zira böyle bir şey yoktur ve dü­şünülmemiştir. İkincisi ise, vakti var etmek için bir zaman kılındığından dolayı fasiddir. Bu da hadis olmanın yani sonradan var olmanın alâmet ve işaretidir.

Soru : Mükevven, yani var olunan bulunmadan tekvinin, yani var etmenin bulunmasında aczin ispatı mı vardır?

Cevap : Bu husus, eğer var etme bir vakit için olur da o vakitte var olmazsa ancak o zaman bulunur. Halbuki ezelde bilinen ve murad edilen, hükmedilen, zamanı geldiğinde vakti, vaktinde vukubuluyor. Cehil ve mecburiyet olmadığı zaman onu bilme ve irade etme hakkında söylenecek söz de böyledir.

Amma, kendisinde vukubulduğu vakit için olmuş olsa, ilmide hak­kında beyan ettiğimiz gibi böyle söylenmez, tgitme, görme, kerem ve cud sıfatları da buna göredir. Her ne kadar işitilen, görülen ve diğer zik-rolunanlar hadis ise de, Allah-u Teâlâ ezelde bu sıfatlarla mevsufdur. Bu ifadeye göre sonradan var olma cari olduğu için her ikisi zikredildiğinde işitilen için vaktin zikredilmesi muhakkak lâzımdır. Birincisi de yani Tekvin de bunun gibidir.

Bu mevzuda asıl olan şudur ki : Gerçekten Allah'ın fiili ile vaki olan, Allah'ın bilfiil o sıfatla vasfedildiği zaman aynı sıfat Allah'ta bulunmasa, bu vasıf, acizlik vasfıdır. Eğer aynı sıfat Allah'ta bulunup vasfedilen şey de zamanında ve Allah katında bulunursa bu kudret sıfatıdır. Bu husus, tıpkı kendisinde bir şeyin fiili ve onun yanında zıddı bulunan kimse gibi­dir ki o fiil[145] onun fiili yönünden daha tamamdır.[146] Fiili bulunduğu yerde[147]' olmayan kimse, fiili her yerde[148] vukubulan kimsenin gayri ol­ması da böyledir. Zikrettiğimiz hususlar ile Allah-u Teâlâ'yı vasfetmemiz de bu meyanda mütalea edilmektedir. Çünkü o, tamam olan bir vasıftır. Bununla beraber kul'un fiili vaktinin gayri için vaki olmaz. Çünkü o fiil kulun isidir ki[149] bu is bilfiil ve aletlerle   olur.   Allah-u Teâlâ ise bizatihi yapar. Bu tıpkı Allah-u Teâlâ'nm bizatihi bilmesi ve bizatihi kadir olması gibidir. Zikrettiğimizin gayri ile Allah'tan başka olan her şey, eğer Al­lah'ın fiili olmamış olsaydı ondan bu fiil sadır olmazdı. Allah, her şeyi bir şeyden olmaksızın var eder. Bunun içindir ki takdir hakkında söyledik­leri sözün tümü batıldır, fasittir. Kudret, irade ve geçen mevzularda açıkladığımızın hepsi bunun gibidir.

Başka bir delil; gerçekten kuldan mütevellit bir fiil bulunur ki bu o fiili kul isledikten bir zaman sonra vaki olur. Tıpkı her hangi bir şeyi atmak, fırlatmak ve cinayetler işlemek gibi.

Bu fiili işleyene fiilinin gerçekte vuku bulmasından sonra kaatil, cani ve katle ve cinayete uğramış, isminin verilmesi kendisine müstehak olur. Bunun gibisinin Allah'tan vukubuîması her nekadar Allah'ın fiili, yaratılma ve doğma vasıfları ile vasfoiunnıazsa da Allah'tan olduğunu söylemek doğru olur. Çünkü görünen âlemde iki vecihten birinin mey­dana gelmesi fiilin[150] tahkikini menetmez. Bunun aynısı görünmeyen âlem hakkında da caridir. Her nekadar bizim bir şeyin cisim olmadığını ispat etmede[151] açıkladığımız husus üzere açıklanan bu vecihten değilse de. Bu söz Allah'a şey, demenin caiz olmasma binaendir. Her nekadar araz de­ğilse de o gey. Görünen âlemde cisim olmıyan her şey, varlık hakkında arazdır. Yoksa o şey, varlığın ismi değildir. İlk zikredilen aynı bunun gi­bidir. Kuvvet ancak Allah'tandır. Ve yine acizlik alâmeti olma hususun­da ileri sürülen görüş, Allah hakkında değil, bilâkis bul hakkında ileri sü­rülebilir. Çünkü kul, kendisiyle tahakkuku mümkün olmıyan bir şeyin yapılmasına kadir olmaz. Tıpkı hareket ve hareketsizlik fiilini icra et­mek suretiyle kendini kuîlanmaksizın yapılanın meydana gelmesine kadir olmadığı gibi. Güç ve kuvvet ancak Allah'tandır.

Bundan sonra hiç bir kimse yoktur ki kendisinin memur kılındığı ve nehyedildiği vakitte bu hususta bir emrin aynı vakitte gelmediği sözünü kabul etmesin. Memur ve menhiy olduğu husus hakkında aynı vakitte bir emrin geldiğini kabul etmek zorundadır. Vaad ve vaid de böyledir[152]. îşte bu suretle Peygamber  (s.a.v.)   gönderilen ile o halde memur veya menhiy olan odur. Binaenaleyh olduğu zamandaki var olmasının ezeldeki tekvin sıfatının bir tecellisi olduğu inkâr olunamaz, tşte böylece Allah-u Teâlâ her olan ile, onun olacağını bilmesiyle vasfolunması da böyledir. Her nekadar daha önce Allah'ın ilmi ile vasfohmdu ise de. Var olma, ha­dis olmanın hepsi Allah'tan başkasmdaki varlıkta düşünülebilir. Tevfik Allah'tandır.

Ne var ki tekvin'in manâsı her nekadar beşer anlayışının ulaşama­dığı bir husus ise de «kün-ol»[153] sözünün imkân ve ihtimali dahilinde olan en kolay sözle edası mümkün olur. Zira Allah-u Teâlâ, var olmasını bil­diği ve dilediği her şey'e ol dediği vakitte o şey bu emirle var olur. O var olan her şey, bulunduğu hal üzere var olması gerektiği vakitte tekrarsız olarak var olur. İşte bu noktaya emrin hepsi, nehiy, vaad ve vaid dahil olur. Bu suretle, devamlı olarak kâinatın vakitleri ve mekânlarında]'! muhtelif halleri üzere olmuş ve olacak şeyden haber verilmiş olur. Fakat, mahlûkatm aklî kapasitesi meşgul etmiyen ve yormiyan[154] tekvin sıfatını anlama vüsatmda değildir. Kuvvet ancak Allah'tandır.

Bu bölüm öyle bir bölümdür ki eğer bunda uzun uzadıya araştırma ve analiz etmeğe kalkışılırsa maksud olanın sonucuna ulaşmaktan insan aciz kalır. Biz işaret etmiş olduğumuz gey'in akıl ve iyi anlayış sahibi için ikna edici bir yer olmasını dileriz. [155]



[135] Kitabın aslında:  «isbâtun»  kelimesi «el-isbâtu»  olarak  yazılmışlar.   

[136] Kitabın aslında :  «bifi'lihî» kelimesi «yefaluhû» olarak yaalnugtır.

[137] Kitabın aslında :  «şey'un>  kelimesi   «ğayru  şey'in olarak yazılmıştır.

[138] Kitabın aslında :   «iz» kelimesi  «izâ»  olarak yazılmıştır.

[139] Kitabın aslında : .ve iâdetu» kelimesi .ve eâdehû» olarak yazılmıştır.

[140] Kitabın aslında : «kendisi ile meydana gelen şey kendisinden olur» ibaresi vardır.

[141] Kitabın aslında : «el-hakîkiyyetu» kelimesi yerine'«el-hakîkatu. Yazılmıştır.

[142] Kitabın aslında desummiye» kelimesi  «fesummiye» olarak yazılmıştır.

[143] Metinde «ennâ» kelimesi «enne» olarak yazılmıştır.

[144] Kitabın aslında : bu ibare mükerrerdir- Kitabı nesneden, mükerrer olan kelimenin üzerine soru edatı koymuş bulunmaktadır.

[145] Kitabın aslında :   «ennehü. kelimesi yerine  «ayettin»  olarak yazılıdır.

[146] '   Kitabın aslında iki noktalı «ta» bulunmadığı gibi .elif» de hemzesizdlr. Kitabın aslında «min ciheti filini» ibaresi emin ciheti fi'lihî vahidun» olarak ya­zılmıştır.

[147] Kitabın aslında kelime noktasızdır.

[148] Kitabın aslında noktasız (re) ile yazılmıştır.

[149] Kitabın aslında noktasız (sin) ile yazılmıştır.

[150] Kitabın aslında     «el-fi'Iu»  kelimesi «el-aldu»  olarak yazılmıştır.

[151] Kitabın aslında     .isbâtin» kelimesi «sebâtin» olarak yazılmıştır-

[152] Vâad : AHah-u Teâlâ'nm, kulların yapmış oldukları sevaplı işlerin karşılığında ken­dilerini mükâfaatiandıracağmı bildirmesi;  vâid ise :  Kulların yapmış  oldukları  gü­nah ve isyanlarından  dolayı  Allah-u Teâîâ'mn     kendilerine ceza vereceğini beyan buyurmasıdır :  (Mütercim).

[153] Kitabın aslında    «kün» kelimesi <bikün» olarak bir kelime halinde yazılmıştır. Biz, be harfini tekid için tekvin emrini ifade eden -küns kelimesinden ayırdık- Binaena­leyh bu hususu tabir etmekte sırf iki harften ibaret olan bir kelime ile daha kolay bir şekilde ifade etmek mümkündür.

[154] Asıl kitapta «şın» harfi noktasızdır.

[155] İmam Matüridi, Tevhid, Hicret Yayınları: 132-139.