sumeyye
Thu 10 February 2011, 05:34 pm GMT +0200
Allah Teâlâ’nın Ezelî İlmi, Olacak Her Şeyi Kuşatmıştır:
Bil ki: Allah Teâlâ’nın ezelî zatî ilmi, olmuş ve olacak her hadiseyi kuşatmıştır. O’nun ilmi dışında bir şeyin kalması veya O’nun ilmî dahilinde olmayan bir şeyin gerçekleşmesi muhaldir; çünkü bu ilim değil, cehalet olur ki Allah Teâlâ bu durumdan münezzehtir. Bu konu, ilmin kapsamı meselesi olmaktadır; kader meselesi değildir. Bu konuda hiçbir İslâmî fırkanın muhalefeti bilinmemektedir. Meşhur (müstefîz) hadislerin delâlet etmiş olduğu, selef-i sâlihin itikat ettiği ve ancak tahkik erbabının sırrını çözebildiği, yükümlü kılmakla bağdaşmayacağı ve bu durumda niye amelin isteneceği şeklinde itiraz edilen kader; hadiseleri, henüz vukuundan önce varlık safhasına çıkma zorunluluğuna sokan kaderdir. Hadiseler işte bu zorunlulukla varlık âlemine çıkar. Ondan kaçmak, kurtulmak mümkün değildir. Bu manada kader, beş kere (ya da yerde) vukubulmuştur:
1. Âlem, mümkün olan en güzel hal üzere yaratılmıştır:
Birincisi; ezelde, âlemin mümkün olan en güzel şekil üzere var edilmesinin kararlaştırılmasıdır. Bu yapılırken, maslahata riayet edilmiş ve varlık safhasına çıkma anındaki nisbî hayır tercih edilmiştir. Allah Teâîâ’nın ilmi (ezelde), suretler (yani var olabilecek ihtimaller) içerisinden tek bir suretin belirlenmesi noktasına ulaşmıştır; artık o surete başkaları katılmaz. Hadiseler, silsile halinde ve biribiri üzerine kurulu şekilde, varlık safhasına çıkışları belirlenmiş olarak tertip edilir. Bizzat âleme vücud verilmesinin, kendisine hiçbir şey gizli kalmayan (Allah Teâlâ) tarafından irade edilmesi dahi, onun varlık safhasına çıkması suretinin, diğer muhtemel durumlara tercihi manasına gelmektedir.
2. Tüm yaratıkların ölçüleri belirlenmiş ve yazılmıştır:
ikincisi, ölçülerin belirlenmesidir. Rivayet olunduğuna göre, -ki rivayetlerin manası birdir- yaratılacak olan her şeyin tamamı, gökler ve yeryüzü henüz yaratılmadan elli bin sene önce yazılmıştır. Şöyle ki: Allah Teâlâ, bütün mahlukâti, ezelî inayeti hasebiyle hayâlu’l-Arş’dâ yarattı ve orada her şeye bir suret verdi. Şeriatlarda “ez-Zikr” diye tabir edilen (âlem) işte burasıdır. Orada meselâ Muhammed’in (s.a.) sureti, onun insanlara falanca vakitte gönderilmesi, kavmini uyarması, Ebû Leheb’in onu inkâr etmesi ve dünyada kendisini hatalarının kuşatması, sonra âhirette ateşte yanması.., tahakkuk etmiştir. İşte bu suret, hadiselerin yeryüzünde, aynen orada belirlendiği şekil üzere meydana gelmesine bir sebep olmaktadır. Bu şuna benzemektedir: Meselâ, iki duvar arasına uzatılmış bir sırık üzerinde yürürken ayağımız kayar ve düşeriz. Fakat aynı sırık yerde olsaydı hiç yalpa yapmadan üzerinde yürüyebilirdik. Birinci durumda düşmemizin sebebi, düşme korkusunun (vehim) içimizde yer etmesidir. (Aynen bu örnekte olduğu gibi, âlem-i misalde önceden belirlenmiş suretler de, hadiselerin aynen oradaki mevcut halleriyle varlık safhasına çıkmaları sonucunu doğurmaktadır.)
3. Allah Teâlâ, Hz. Adem’i insanlığın atası olmak üzere yaratmıştır:
Üçüncüsü şudur: Allah Teâlâ, Hz. Adem’i insanlığın atası olmak ve insan türünü kendisiyle başlatmak üzere yaratınca, âlem-i misalde zürriyetinin suretlerini de yarattı; onların mutluluk ve bedbahtlıklarını nûr ve zulmet ile temsil etti, onları, mükellef tutuldukları şekil üzere kıldı, onlarda kendi bilgisini ve kendisine teslimiyet duygusunu yarattı. Bu, insan fıtratı içerisine saklanmış bulunan misakın [344] esası olmaktadır; dolayısıyla -her ne kadar olayı unutsalar bile- verdikleri sözden sorumlu tutulmaktadırlar. Zira, yeryüzünde yaratılmış bulunan nefisler, o günde mevcut bulunan suretin bir gölgesidir. Bu itibarla o günde insan fıtratı içerisine gizlenmiş olan şey, yeryüzünde varlık safhasına çıkarken de gizli olarak mevcut bulunacak; dolayısıyla da sorumlu tutulacaktır.
4. Cenine ruh üflenmesi:
Dördüncüsü, cenine ruh üflenmesi anındadır. Meselâ, çekirdek belirli bir vakitte toprağa atılsa ve bazı gerekli işlemler yapılsa, o çekirdeğin özelliği, ekildiği toprağın, su ve havanın çekirdek üzerindeki etkisi hakkında bilgi sahibi olan bir kimse, o çekirdeğin güzel bitip bitmeyeceğini bilir ve dedikleri çıkar. Ceninin durumunu tedvirle görevli melekler de, o günde aynı durumda olurlar ve onlar hakkında, çocuğun ömür ve rızkının nasıl olacağı; onun, melekî yönü hayvani yönüne galip gelen kimseler gibi mi amel edeceği, yoksa bunun tersi mi olacağı; mutluluk ve bahtsızlığının ne hal üzere olacağı.., gibi hususlar açıklık kazanır.
5. Hadiselerin, henüz meydana gelmeden önce Hazîre-i kuds’ten indirilmesi:
Beşincisi, hadisenin vukuundan az önce olmaktadır. Hadise önce, Hazîre-i kuds’ten yeryüzüne misali bir şey olarak iner ve bunun hükümleri yeryüzünde kendisini gösterir.
Şahsen ben, bunu defalarca müşahede etmişimdir. Meselâ, birinde bir grup insan aralarında tartışmışlar ve bu yüzden birbirlerine kin duyar hale gelmişlerdi. Bunun üzerine ben, Allah Teâlâ’ya teveccüh ettim ve misal âleminde nuranî bir nokta gördüm; Hazîre-i kuds’ten yeryüzüne inmişti. Yavaş yavaş yayılmaya başladı. O yayıldıkça, aralarındaki kin azalmaya yüz tuttu. Öyle ki, biz henüz meclisten dağılmadan, barıştılar ve aralarında düşmanlık kalmadı, herkes eski samimi haline döndü. Bu benim müşahede ettiğim, Allah Teâlâ’nın şaşılacak âyetlerinden biriydi.
Bir defasında da şöyle olmuştu; Çocuklarımdan biri hastaydı ve kalbim onunla meşgul bulunuyordu. Ben bu halde öğle namazını kılıyorken, ölümünün indiğini gördüm. Çocuk, o günün gecesinde öldü.
Allah Teâlâ, (Misâl Âleminde) Olayları Yaratır; Sonra Onlardan Dilediğini Geri Siler, Dilediğini de Bırakır:
Sünnet, açık bir şekilde şunu beyan etmiştir: Allah Teâlâ, hadiseleri, henüz yeryüzünde vukubulmadan önce (misal âleminde) bir tür yaratır, sonra bu yarattığı şey, bu (süfli) âleme iner ve ilk defasında (orada) yaratıldığı şekil üzere ortaya çıkar. Bu, Allah Teâlâ’nın bir sünnetidir. Sonra Allah Teâlâ, bu âlemde vücud bulması açısından dilerse sabit olanı siler; dilerse yok olanı var eder. Bu konuda Allah Teâlâ şöyle buyurur;
“Allah, dilediğini silip, iptal eder, dilediğini de sabit bırakır; ana kitap (Ümmü’l-kitâb) O’nun yanındadır.” [345]
Meselâ, Allah Teâlâ belayı bir tür yaratır ve o, mübtela kılmak istediği kimsenin başına iner. Tam bu esnada dua yükselir ve o belayı geri çevirir. Ölümü yaratır, bu esnada iyilik yükselir ve onu geri çevirir. Burada asıl kavranması gereken nokta şurasıdır: Yaratılan ve inen şey, aynen hayatın bekasına nisbetle yemek, içmek gibi; ölüme nisbetle zehir içme ve kılıç darbesi gibi âdî (tabiî) sebeplerden biri olmaktadır.
Arazların surete büründüğü bir âlemin olduğunu, manaların oradan intikal ettiğini, bir şeyin henüz yeryüzünde yaratılmadan önce orada yaratıldığım gösteren pek çok hadis bulunmaktadır.
Meselâ, rahmin arşa asılı olması, yağmurun düşüşü gibi fitnelerin inmesi [346], Nil ve Fırat’ın Sidre-i Müntehâ’nın dibinden çıkar halde yaratılması ve sonra onların yeryüzüne indirilmesi [347], dunirin, malların (en’âm) indirilmesi, Kur’ân’ın dünya semasına toplu bir halde indirilmesi, cennet ve cehennemin, Rasûlullah’ın (s.a.) önü ile mescidin duvarı arasında, elini üzüm salkımına uzatabilecek, ateşin sıcaklığını hissedecek şekilde temessül etmesi [348], belâ ve duanın birbiriyle mücadele etmesi, Hz. Âdem’in zürriyetinin yaratılması, aklın yaratılması; yönelmesi ve dönmesi [349], Zehrâveyn diye anılan Bakara ve Âl-i İmrân sûrelerinin sanki iki bölük kuş sürüsü gibi gelmesi, amellerin tartılması, cennetin hoşlanılmadık, cehennemin de hoşa giden şeylerle kuşatılması [350] ve buna benzer Sünnet hakkında azıcık bilgisi bulunan herkesin bilebileceği daha pek çok örnek gibi. [351]
Kader, Sebeplerin Müsebbeblerini Doğurmasını Engellemez:
Bil ki: Kader, sebeplerin müsebbeblerini doğurmasını engellemez. Çünkü kaderin taalluku, toptan ve bir defada müselsel (zincirleme) olarak olayların birbiri üzerine tertibi yoluyladır. Rasûlullah’ın (s.a.) şu sözü bu manayı ifade etmektedir. Ona rukye [352], ilaçla tedavi ve sığınağa girme hakkında sorduklarında:
“Bunlar da, Allah’ın kaderi cümlesindendir.” buyurmuş- 12001 tur. [353] Hz. Ömer, Tebûk vadisinde bulunan Serğ köyüne vardığında Şam’da veba salgını olduğunu öğrendi. Bunun üzerine oraya girmek istemedi ve ısrar edenlere karşı verdiği cevapta şöyle dedi:
“Sen develerinle bir vadiye insen ve vadinin bir yamacı bol otlaklı, diğeri de kurak olsa, şimdi sen, otlakı bol yamacında hayvanını otlattığın zaman Allah’ın kaderiyle otlatmış olmaz mısın?!” Hz. Ömer’in bu sözü [354] de bu manadadır.
Şimdi gelelim kulların ihtiyarı konusuna. Kullar, işleyecekleri fiilleri seçebilirler. Evet, ama kullar için gerçek bir seçim, hiçbir zaman için söz konusu değildir. Çünkü bu seçim, kişinin değil de Allah’ın istediği şeyin olması, fayda vermesi, hakkında bilgi sahibi olmadığı bir şey hakkında bir saik ve azmin bulunması gibi sebeplerle malûldür. Bu durumda hangi ve nasıl ihtiyardan bahsedilebilir?! Rasûlullah (s.a.) aşağıdaki hadisinde işte bu manaya işaret etmiş olmaktadır:
“Şüphesiz kalpler, Allah’ın iki parmağı arasındadır; onları dilediği gibi evirip çevirir.” [355]
[344] Elest bezminde verilen yeminin. (Ç)
[345] Ra'd: 13/39.
[346] Buhârî, Medine, 8; Müslim, Fiten, 9.
[347] Buhârî, Bed'i'1-halk, 6; Müslim, İmân, 264.
[348] Bkz. Buhârî, Ezan, 91, Küsûf, 9; Müslim, Küsûf, 17.
[349] İthaf, 1/455.
[350] Müslim, Cennet, 1; Ebû Dâvûd, Sünnet, 22.
[351] Bu hadislerin bir kısmı daha önce metin olarak "Âlem-i misâl" bahsinde geçmişti, (Bkz. s. 52 vd). (Ç)
[352] Bir tür afsunlama. (Ç)
[353] Hadis şöyle: Rasûlullah'a (s.a.) soruldu:
"Tedavi olduğumuz ilaçlar, yaptığımız rukyeler (afsunlar), sığındığımız sığmaklar hakkında ne buyurursun? Acaba bunlar, takdir-i ilâhîden bir şeyi geri çevirir mi?" Rasûlullah (s.a.) onlara cevaben:
"Bunlar, Allah'ın kaderi cümlesindendir." buyurdu (Bkz. İbn Mâce, Tıbb, 1). Yani, Allah Teâlâ, sebepleri ve müsebbebleri takdir etmiş ve müsebbeplerin olmasını sebeplere bağlamıştır. Bu durumda, sebeplerin bulunması halinde müsebbeblerin meydana gelmesi de Allah'ın kaderi cümlesinden olmaktadır. (Ç)
[354] Hz. Ömer, Şam'a giderken Tebûk vadisinde bulunan Serğ (veya Serağ) köyüne geldiğinde Şam'da veba hastalığı olduğunu öğrenir ve bunun üzerine geri dönülmesini emreder. Ebû Ubeyde b. el-Cerrâh ona:
"Allah'ın kaderinden mi kaçmak?!" der. Hz, Ömer, ona verdiği karşılığın sonunda şöyle der:
"Evet! Allah'ın kaderinden, yine Allah'ın kaderine kaçıyoruz. Sen develerinle bir vadiye insen ve vadinin bir yamacı bol otlaklı, diğeri de kurak olsa, şimdi sen, otlakı bol yamacında hayvanını otlattığın zaman Allah'ın kaderiyle otlatmış olmaz mısın?!" (Bkz. Muvatta, Medine, 22; Buhâri, Tıbb, 30; Müslim, Selâm, 98.
[355] Müslim, Kader, 17; İbn Mâce, Dua, 1; Ahmed, 2/168, 3/112.