saniyenur
Sun 10 July 2011, 02:19 pm GMT +0200
Allah «Şey»Dir, Demenin Mânası
Sonra «şey» ifadesi, ispatdan başka bir şey değildir. Ve dıs varlıktan da ispatdır. Çünkü «şey olmayan», nefyi ifade eder. Bununla bilinir ki Allah-u Teâlâ şey'dir. O, kendi nefsinden şey olduğunu kendisinden nefyetmemiştir. Çünkü kendi nefsinin genel ahvali nefyolunnıuş olur. Kendi nefsini, onun şey olmasını nefyetmeksizin bilir. Böylece Rabb'isini bilmiş olur. Fakat Rabb'isinin şey olduğunu bilme yönünden değil. Bunun içindir ki, kendi nefsinin şey olduğunu bilmesi, Rabb'isinin gey olduğunu bilmeyi menetmez. Çünkü Rabb'inin varlığına delâlet eden şey olmak değildir. Kuvvet ancak Allah'tandır,
Cisme gelince : O, sınırlanmış herşeyin ismidir. Şey ise, ispatdan başka bir şey değildir. Âlemin olduğu hal üzere bulunması ispatın delilidir. Bunun için âleme, «şey» denildi. Âlemde, Allah-u Teâlâ'nm sınırlı olmasını nefyeden delil vardır. Çünkü âlemin sonu vardır. Fakat «şey» olması bakımından değil, bilakis sınırlı olması bakımındandır[361]. Ancak sınır, manasına kullandığımız had ile vahdaniyet ve rububiyet murad edilmesi müstesna. Allah-u Teâlâ'nm şey olması da böyledir. Allah hakkında sınırlı olma hususu yoktur. Çünkü bu husus, ekseriyetle araz yolundan şey'in nihayetine delâlet eder. Bu gibi şeylerden Allah-u Teâlâ yüce" ve beridir. İşte bu görünen âlemde cismin manasıdır. Cisimde, yine daha uzun, daha kısa ve daha geniş olması bakımından her yöne ihtimali bulunan yönlerin bulunması icabolunmaktadır. Bunun içindir ki Allah'a cisim demek batıl olur. Kuvvet ancak Allah'tandır.
Sonra Allah-u Teâlâ'nm görünen âlemde, yani, dünyadaki bilinen ismi, varlığından kinayedir. Bunun te'vili ise, kendisinden yokluğu nefyetmektedir. Allah-u Teâlâ, ezelde var idi. Varlığı ebediyyen hiç bir değişikliğe uğramaksızm devam eder. Kendisine zeval ve bir halden bir hale intikal etme, hareket etme ve bir yerde karar kılma gibi şeyler gelmez. Bu gibi sıfatlardan yücedir, beridir. Çünkü zikredilenler, durumların, hallerin ihtilâf etmesinin bir vasfıdır. Kim ki kendisindeki haller birbirine benzernezse o kimse, o hallerden ayrılamaz. Kim ki hallerden ayrı düşmezse, ki hallerin hepsi sonradan var olan hadis şeylerdir. Bunun için kendisinden ayrılmayan, sonradan var olmakla vasfolunur. Bu vasfo-lunmada da vahdaniyetin ve sonra da kıdemin sukutu vardır. Sonra «gayr»m kendi üzerinde tedbiri[362] cari olur Çünkü hallerden bir hal, eğer zatı için olmuş olsaydı, o halin, zatında bulunduğu müddetçe değişmesi, bozulması caiz olmazdı. Öyle ise bir halden bir hale nakledilmesi ve üzerindeki9 hallerin değişmesi[363], «gayr»m bununla bulunduğu sabit olur. Bu ise onun mekânla vasfedilmesinden yüce ve berî olduğunun delilidir. Çünkü sabit olmuştur ki Allah vardı ve kendisi var iken mekân yoktu. Allah-u Teâlâ'nm Arş'ı istilâ etmesi ile bu hususun kendisine izafe edilmesinde mekân tesbiti yoktur. Tıpkı Allah-u Teâlâ'nm «... Biz, ona şah damarından daha yakınız»[364] kavli celîlinde mekân tesbiti olmadığı gibi. Ve yine Allah-u Teâlâ'nın «... Her hangi bir üç sırdaşın fısıltısı oluyor mu, mutlak o, (Allah) dördüncüleridir...»[365] ifadesi de böyledir.
Ve yine Allah-u Teâlâ'nın «Biz ise, ona, ilim ve kudretimizle sizden daha yakınız»[366] kavli celîli ile de bir mekân tesbit edilmemektedir. Çünkü Allah'a mekân isnat etmek, O'nu, tebcil ve ta'zîm etme cinsinden değildir. Bilakis mekânlar ancak Allah ile şereflenirler. Mekânların kadr u şerefleri, Allah-u Teâlâ'nın seçkin kullarından birine o mekânı mahsus kıldığı için, veyahut da o mekânın Allah'a ibadet etmek, veyahut da kendisinde Allah'a ta'zim etmek için kılındığından başka bir mekâna Allah'ın onu üstün kılması ile vukubularak aralarında böyle bir benzersizlik hasıl olmuştur. Mahlûkattan olan yeryüzü sultanlarının veyahut seçkinlerinin mekânla rütbesi ve derecesi yükselmiş olması bizzat mekândan sayılmayınca, bütün mevcudatın mâliki ve hâkimi olan Allah'ın mekânla yücelmesi nasıl düşünülebilir ki, mekânın kadr u şerefinin yükselmesi, derecesinin âli olması bile ancak Allah'la olur. Bu böyle olduğu vakitte mekânın Allah'a izafe edilmesinde Allah'a karşı bir ta'zim ifade eder, demek batıl olur. Sonra ta'zimin ardmda düşünülen şey, hacet için olur. Allah-u Teâlâ ihtiyaçtan yüce ve beridir. Bunun içindir ki Aliah-u Teâlâ'nın «O Rahman, Arş'ı istilâ etti.»[367] Kavli cemi ile Allah'ın mekânda var olması manası gerekmez. Çünkü bu kelime ile yücelik ve ululuk tabir olunur. Kendisinde bulunanın aynısının mahiûkatmda bulunması mümkün değildir. Bununla sabit olur ki, bu husus, Allah-u Teâlâ'nın zatına, yücelik ve ululuk bakımından müstahak olur. Allah-u Teâlâ, zatı ile olduğu gibidir. Ve mahlûkatı yok iken de Allah böyle idi. Öyle ise, mahlûkattaki sıfatla vasfolunması caiz değildir. Kuvvet ancak Allah'tandır.
Bununla beraber bu itikad Öyle bir ilimden[368] oluşmuştur ki, kendisine her hangi bir ihtimal izafe edilmeden önce görünen alemde bunun kendisine izafe edilenin bir hali takaddüm etmiştir. Sonra Allah vardı; fakat var olduğu zaman mekân yoktu. îşte insanların itikadı bu hal üzeredir; yani, daha önce bulunan şeyden izafe edilmesi mahiyetinin anlaşılmasının değişmesi caiz olmaz. Mahlûkatina dair olan izafenin de anlaşılması Allah'a irca edilir. Görünen âlemde eşyanın hepsinin Allah'a izafe etmeye tahsis kılınması, Övülen haller, kendilerinden razı olunan işlerden olanla, Allah'a ta'zim edilme yerinde vukubulmuş olur. Öyle ise bunların arasında bulunan Arş'tn hal ve durumu ne ola! Tevfik Allah'tandır.
Bu durumlara göre Allah-u Teâîâ'yı bütün mekân ile vasfedenin sözü batıl ve fasid olur. Çünkü hususi olarak Allah'a izafe edilen bir mekânla bir çok mekânlar arasında hiç bir fark yoktur. Bilakis bir mekânın Allah-u Teâîâ'yı ta'zim etmeyi beyan etmekte kullanılması daha evlâdır. Çünkü bu halde o şeyi özellikle zikretmek vardır. Zikıetmekte teşrif ve tekrim bulunduğu için o şeyin yüceliğinin zikredilmesine raci' olur. Mutlak olarak söylemekte ve hepsim Allah-u Teâlâ'nm sıfatının hakikatini[369] izah etmeğe hâs kılmakta, Allah-u Teâîâ'yı ta'zim ve tebcil vardır. Tıpkı «herşeyin Rabb'i ve herşeyin ilâhı» denildiği gibi. «Muhammed'in Rabb'i, İbrahim'in ilâhı» denildiği vakitte bununla ancak her ikisinin şerefli olduğu ve hürmete lâyık oldukları kasdoluntır. Buna kıyasla Arş'a izafe edilmesi, arşın ta'zimi ve onun büyütülmesini gerektirir. Her mekâna izafe edilmek ise, Allah'ın mekânlarla vasfolunmasını icabettirir kî, bu da çirkindir. Çünkü Allah, ezelde bununla vasfohınmamıştır. Hiç bir şey mesafe ve sınırlı olmak bakımından Allah'a yakın olmakla vasfo-lunmadığı gibi; Allah da, bunlardan bir şeye yakın olmasıyla vasfolunmaz. Çünkü bunda mekânlar takdir etme ve sınırlamalar yönü vardır. Allah, gerçekten var idi ve mekân yoktu. O, ezelde olduğu gibi vardır. Zaman ve mekândan yüce ve beridir. Çünkü eşyanın sonuçları ve sınırlan zaman ve mekâna rücu' eder. Kuvvet ancak Allah'tandır. [370]
[361] Kitabın aslında «haysıu kelimesi noktasız ve harfleri de karışık yazılmıştır.
[362] Kitabın aslında «litedbîrin» kelimesi «et tedbîru» olarak yazılmıştır.
[363] Kitabın aslında «litağayyur'il ahvâli aleyhi» ibaresi «letegayyere aleyh'ü ahvâlu» olarak yazılmıştır
[364] Kaf, âyet 16
[365] El-Mücadile, âyet 7
[366] El-Vâkıa, âyet 85.
[367] Tahâ, âyet 5.
[368] Kitabın aslında «an. kelimesi «yekûnu an» olarak yazılmıştır.
[369] Kitabın aslında «vehakîkatühû» kelimesi . «vehakîkuhû» olarak yazılmıştır.
[370] İmam Matüridi, Tevhid, Hicret Yayınları: 208-211.