- Allah (C.C)’ın Rızası ve Gazabı

Adsense kodları


Allah (C.C)’ın Rızası ve Gazabı

Smf Seo Versiyon , -- Seo entegre sistem.

Array
fakir
Wed 11 February 2009, 08:34 pm GMT +0200
Allah-u Zülcelal ayet-i kerimede şöyle buyurmuştur: 

   "Elbette hepsi huzurumuza getirileceklerdir." (Yasin; 32)

   Bu ayet-i kerime kıyametin kopmasının ve dünyaya dönüşün mümkün olmamasının ardından herkesin mahşerde toplanacağını beyan etmektedir. Gerçekten öldüktan sonra tekrar dirilme, mahşerde toplanma, hesap ve bunun sonucuna göre muamele olmasaydı, ölüm, insan için bir rahatlık olurdu. Lakin, herkes yeniden diriltilecek ve hesaba çekilecektir. Bu hesap sonucunda Allah'a kulluk edenler iltifata mahzar olurken, Allah'a kulluk etmeyenler, kafiler ve münafıklar horlanacaktır. Bugün pişmanlık duymayan kullar için, orası pişmanlık duyulacak yerdir. Kıyamet ve mahşer günü hesap sorma günüdür.

   İnsanları yaratan ve onları dünya hayatında imtihana tabi tutan Allah-u Zülcelal, o gün onlardan hesap sorar. Nitekim Allah-u Zülcelal ayet-i kerimede şöyle buyurmuştur:

   "Yemin olsun, biz kendilerine peygamber gönderdiğimiz milletlerden de, onlara gönderdiğimiz peygamberlerden de hesap soracağız. Biz bunların yaptıklarını tam bir bilgi ile onlara anlatacağız. Çünkü biz onlardan uzak değildik. O gün amelleri tartmak gerçektir. Kimin iyi amelleri ağır gelirse o iflah olur. Kimin iyi amelleri hafif gelirse, ayetlerimize karşı işledikleri zulümden dolayı nefislerini hüsrana bırakmıştır." (A'raf; 6-7)

   Hz. Peygamber (S.A.V) hadis-i şerifte şöyle buyurmuştur:

   "Siz Rabb'inizin huzuruna vardığınızda, tercüman olmaksızın size soru soracak, siz de O'na cevap vereceksiniz." (Tirmizi)

   Kıyamet gününde, ister hayır, ister şer, bütün amellerimizden hesaba çekileceğiz. O günde, ameli kötü olanlar için ayet-i  kerimede buyurulduğu gibi:

   "Yazıklar olsun o kullara..." (Yasin; 30)

   denilecektir.

   İnsanın başına nasıl bir dert bir musibet geldiğinde: "Ah! çok kederliyim!" dediği gibi, kıyamet gününde de kafir ve münafıklar, hasret ve keder içinde böyle diyeceklerdir.

   Evet, o gün öyle bir gündür ki, nice büyük peygamberler bile hayret içinde olduğu için kendi nefislerinin kurtuluşu için "nefsi, nefsi" diyecektir. Melekler halka dönecek teker teker bütün insanları çağırararak: "Ey falan oğlu falan, hesaba gel!" diyecekler. İşte o anda kalpler çarpmaya ve vücutlar titremeye başlayacak, akıllar yerinden oynayacak, hatta bazıları hesaba çekilmeden cehenneme girmeyi tercih edecekler. Keşke bu çirkin amellerimizle Allah-u Zülcelal'in huzuruna çıkmadan ve rezil olmadan doğrudan cehenneme gitsek, diyeceklerdir. İşte bu dehşetli gün gelmeden evvel ona hazırlanmamız lazımdır.

   İnsan, sonbaharda toprağa buğday atarsa, baharda orada ne biter? Buğday biter. Çiçek ekerse, çiçek çıkar. Toprağa diken tohumu atarsa, ondan diken çıkar. İnsan dünyada ne tohum ekerse, kıyamet gününde onu biçecektir. Bu dünyada insanın kalbindeki, içindeki, ruhundaki şey görülmez, tam hakikatiyle meydana çıkmasa da zahiri âzâlar üzerinde belli olur. Fakat kıyamet gününde, tam hakikatiyle ortaya çıkacaktır. İnsan son baharda ne tohum atarsa, baharda onu elde eder. Tohum atmayan kimseler, herkes harman zamanı buğdayını kaldırırken, tohum atmadığı için eli boş kalacaktır.

    Dünyada ibadet, zikir yapmayan, Allah-u Zülcelal'in taatinde bulunmayan kimseler de sonbaharda tohum atmamış gibi olurlar. Dünyada sonbahar da tohum atmayanlar, arkadaşları buğdayını pirincini kaldırıp sevinirken nasıl pişman olup 'keşke ben de tohum atsaydım, tembellik yapmasaydım' diyorlarsa; bunun gibi bu dünyada hayır, taat ve zikir tohumu atmazsak, kıyamet gününde pişman olacağız.

   Mürşidim Seyyid Muhammed Raşid Hazretleri bazen şu hikayeyi anlatırdı: "Eski insanlar buğdayını biçtiği zaman, geri de bazı taneler kalırdı. Fakir kadınlar ve erkeklerde onu toplardı. O zamanlar dul bir kadın ve yetişmiş birde kızı vardı. Buğdaylar biçildikten sonra o kadına: "Gidin geride kalan taneleri toplayın. Şimdi tam zamanıdır. Eğer toplamazsanız kış mevsiminde perişan  olursunuz. Kızın da sana yardım etsin." dediler. Bu sözler karşısında, kadın: "Biz toplayıp ne yapacağız? Zaten ben ihtiyarım yakında öleceğim. Kızımda yetişkin olduğu için onu evlendireceğim. Dolayısıyla o tanelere ihtiyacımız yoktur." dedi. Kış geldiğinde ne ihtiyar kadın öldü, ne de nasibi olmadığı için kızı evlenebildi. Kış mevsimi geldi, hava soğudu, evde birşeyleri olmadığı için perişan oldular. Kadın sokağa çıkıp; "Buğday toplama yeri neresidir? Bana gösterin ki biraz     buğday toplayayım!" deyince, ona: "Bu zaman buğday toplama zamanı değildir, her tarafı kar kaplamıştır. Onun vakti yaz mevsimindeydi." dediler.

   Mürşidim Seyyid Muhammed Raşid Hazretleri bu olayı anlattıktan sonra şöyle derdi: "İşte bu dünyada daha vücudumuzda hayat varken, şimdi buğday toplama zamanı iken, hazırlığımızı yapalım. Kış mevsimi geldiği, kar diz boyu olduğu zaman, yani ölüpte kabre girdikten sonra pişman olacağız. Bana bir yol gösterin diyeceğiz. Ama o zaman iş işten geçmiş olacak ve amel yapma vakti bulunmayacaktır."

   Şimdi amel yapma zamanı iken, elimizden geldiğince bunu değerlendirelim. Şimdi elimizde fırsat vardır. Fırsat bittikten sonra, o ihtiyar kadın gibi perişan oluruz. Allah-u Zülcelal kullarına karşı çok merhamet ve şefkat sahibidir. Fakat biz O'nun bu sabrına, keremine mağrur olup aldanıyoruz. Bir gün Şeyh Ebu Hasan, camide vaaz veriyordu. Şibli de caminin önünden geçerken onun vaaz ettiğini gördü. O diyordu ki: "Kıyamet günü Allah-u Zülcelal insana şöyle soracaktır: "Sana ömür verdim, bu ömrü nerede sarf ettin? Bu gençliği, kuvveti sana verdim, nerede sarf ettin? Günah işleyerek mi, sevap isleyerek mi yoksa boş boş gezerek mi? Sana mal verdim, bu malı nereden kazanıp nereye harcadın, ölümü duydun buna ne hazırlık yaptın?"

   Şeyh Ebu Hasan'ın bu şekilde vaaz verdiğini duyan Şibli, ona şöyle dedi:"Ya Hasan! Allah'ın kullarını o kadar korkutma!" O: "Peki ne diyeyim ya Şibli?" deyince, dedi ki: "Sen onlara Allah seninle beraberken, sen kiminle  beraberdin diye sor!" Bakınız, ne büyük bir sorudur. Allah devamlı olarak seninle beraberken, sen kiminle beraberdin?  Buna nasıl cevap vereceğiz? Ben dünyayla, kötü insanlarla, keyf ve sefayla beraberdim mi  diyeceğiz? Allah, kendi kudret ve azametiyle bizimle beraber olup bizden hiç ayrılmıyorken, bizim başkalarıyla beraber olmamız, ne kadar büyük bir haksızlıktır. Oysa cevabımızın ne olması gerekirdi?

   "Ya Rabbi! Senin bu zayıf yaramaz kulun, senin kuvvetinle, seninle beraberdir." dememiz lazımdı. O bizimle beraberken,  bizim dünyayla, günahla, kötü insanlarla beraber olmamız çok ayıptır. Allah-u Zülcelal ayet-i kerimede şöyle buyurmuştur:

   "Siz nerede olursanız olun, O sizinle beraberdir." (Hadid; 4)

   Sokakta, evimizde, insanların arasında, yalnızken, her an Allah-u Zülcelal bizimledir. Allah-u Zülcelal'in bize soru sorduğunu  düşünelim, bize: "Gençliğini nerede sarf ettin?" dese, O'na ne cevap veririz? "Ya Rabbi! Gençliğimi namaz kılmakla, zikir yapmakla, boş kaldığım zaman sohbetlere gitmekle, bir cami, bir ilim meclisi  yapmak gibi bir hizmet olduğu zaman, onunla uğraşmakla  geçiriyorum." diye cevap vermemiz lazımdır.

   Eğer paramız varsa, hayır yerlerine yardım ederek, fakire sadaka vererek malımızı sarf etmeliyiz. Eğer bu gibi şeyleri yapıyorsak, Allah-u Zülcelal bize hesap sorduğunda, cevabımız hazırdır, elhamdulillah. O bizi hesaba çektiğinde, eğer cevabımız yok ise o zaman perişan olacağız. Onun için kendimizi hesap gününe hazırlayalım. Allah-u  Zülcelal'in merhameti, keremi, bize sabretmesi, bizi mağrur  ediyor. Yoksa eğer cenneti, cehennemi, haşir meydanını, sırat köprüsü veya mizanı, bir an bize gösterseydi, aklımız hemen başımıza gelecekti. Ama bu bir imtihandır. Allah-u Zülcelal  imtihanın bitmemesi için göstermiyor.

   Allah-u Zülcelal ayet-i kerimede şöyle buyurmuştur:

   "Sen Rabb'inin kerim olmasıyla mı mağrur oluyorsun?"  (İnfitar; 6) Nasıl Ashab-ı Kiram, Hz. Peygamber (S.A.V) ile beraber olmaya muhtaç idiler. O, dinlerini muhafaza etmek için onlara bir delil idiyse, bunun gibi zamanımıza gelinceye kadar da sadat-ı kiram da bizim için delildirler.

   Mevlana Halid-i Bağdadi bir nasihatlarında şöyle buyurmuştur: "En mühim vasiyyetim şudur ki; ölümü, ahiret hallerini ve ni'metlerin hakiki sahibini unutmayınız. Elden geldiği kadar Peygamberlerin Efendisinin (S.A.V) sünnetine uymada ileri gitmeye çalışınız. Evliyanın kalpleri, ilahi nurların çıkıp geldiği kaynaklardır. Onların hoşnut olduğundan, Allah-u Zülcelal de hoşnuttur. Onların kalplerinde yer eden, büyük devlete kavuşmuştur. Allah dostlarının dokunaklı sözlerini ilaç gibi bilmelidir. Bizim yolumuz, islam dinine ittiba' yoludur. Herkes elinden geldiği kadar buna çalışmalıdır. Bütün gayretle sünnetin yayılmasına ve bid'atlerin yok edilmesine çalışmalı, müslümanların, ehl-i sünnet alimlerinin bildirdikleri doğru itikad üzere olmalarına uğraşmalıdır. İnsanlardan gelen sıkıntılara katlanmak, Allah-u Zülcelal'in beğendiği, Resulullah'ın sevdiği ve büyük evliyanın özendiği bir ahlaktır."

   Evet, Allah dostlarıyla beraber olmak, Allah-u Zülcelal'in muhabbetini, rızasını kazanmaya, bizim için çok büyük bir delildir. Sadat-ı kiramın yanında olmadığımız, evlerimizde olduğumuz zaman da haftada en az bir gün, arkadaşlarla beraber toplanıp sadat'ın sohbetlerini, menkıbelerini, hadis ve fıkıh okuyarak, Allah-u Zülcelal'in rızasını aramamız lazımdır.

   Allah-u Zülcelal, devamlı bizimle beraberdir. Her ne kadar, biz O'ndan gafil olsak da, yine de O bizi, rızasını ararken görsün. Sohbetlere giderken, Allah'ın rızasının yolunu bilmek için kitap okurken, Allah bizi rızasını ararken görecektir. İmanın icapları vardır. İman Allah'a, Peygamber'e, kıyamet gününe, haşre, sırata, cennet ve cehenneme inanmaktır. İmanımızla bunları tasdik ediyoruz. İmanın şartlarına inanıyorsak, bunların icaplarını yerine getirmeliyiz.

   Allah-u Zülcelal kendi fazlı ve keremi ile bizlere muamele etsin ve hepimize razı olacağı şekilde salih amel nasip etsin...