- Ali imran suresi

Adsense kodları


Ali imran suresi

Smf Seo Versiyon , -- Seo entegre sistem.

rray
sumeyye
Thu 16 June 2011, 02:17 pm GMT +0200
ALİ İMRAN SÛRESİ


1125- Hazreti Aişe (R.A) der ki:

Peygamber Sallallahu Aleyhi ve Sellem Hazretleri şu mealde ki ayeti kerimeyi okudu:

«Sana KUr'anı indiren O'dur. Kur'an'ın muhkem (açık ve keşin) âyetleri vardır ki, bunlar (kutsal) kitabın esasıdır. Birtakım müteşa-bih (değişik anlamlara gelebilen) başka âyetler de vardır ki, kalble-rinde eğrilik bulunanlar, fitne çıkarmak ve kendilerine göre yorum­lamak için onun müteşabih ayetlerine uyarlar, Halbuki o müteşabi-hin te'vilim ancak Allah bilir. İlmin inceliklerine vakıf olanlar. Biz ona (kutsal kitaba) inandık, hepsi (muhkemi ve müteşabihi) Rab-bımız katındandır, derler, Aklıselim sahipleri ancak buna akıl erdi­rir.» (Ali İmran: 7)

Sonra bana Hazreti Peygamber şöyle buyurdu:

Kur'an'ın müteşabih ayetlerinin ardına düşenleri görürsen bil ki, onlar, Allah'ın adlandırdığı (kalbleri eğri) kimselerdir. Onlardan sakınınız.

Mütercim:

Müteşabih gerçek manası anlaşılamayan .ayetlerdir. Bunlar da iki kısımdır. Biri, hem lâfız, hem de manası müteşabih olanlardır. Bunlar, sûre başlarında gelen (Elif, Lam, Mîm ve Ta, Ha gibi) harfledir. Bunlara mukatta'a harfler denir. Bunların Arab dilinde ne lâfız lan ve ne de manaları bilinmiyor. Bunların gerçek manasını yalni2 Allah bilir.

İkinci kısım müteşabih de, yalnız manaları bilinmeyen ve kapalı olan ayetlerdir. «Allah'ın eli, sizin ellerinizin üstündedir.», «Rahman olan Allah Arş üzerine oturdu.» ayetleri ile, «Rabbimiz dünya göğü­ne iner.» mealindeki hadîs-i şerifler gibi. Bu ayetlerde geçen Allah'ın eli, oturdu- kelimeleriyle hadîste geçen iner kelimesinin manaları bi­linen şeylerdir. Fakat bunları Allah'a isnad etmek. Allah'ın şanına uygun düşmeyeceğinden bunların gerçek manalarını Allah'a bırak­mak selef alimlerin görüşüdür. Ancak daha sonra gelen ve müteah-hirin dîye adlandırılan müctehîdlere göre, bu gibi ayetler ve hadîs-i şerifler, Allah'ın şanına yaraşır şekilde tevil edilirler. Allah'ın eli demek, Allah'ın kudreti demektir. İstilâ, ihata manasınadır. Allah'ın inmesi demek, rahmetinin bolca gelmesi demektir, şeklinde uygun manalar verirler.

îşte böyle müteşabih' ayetlerin hakikatinden bahsedenler ve tar­tışanlar, kalblerinde eğrilik bulunanlar olduğunu Allah Tealâ Kur­anı kerimde buyuruyor. Bu ayetin meali metinde verilmiştir.

 

1126- îbni Abbasdan (Radiyallahu Anhüma) rivayet edilmiş­tir:

«Eğer insanların dava edip istedikleri her şey kendilerine (yal­nız iddiaları üzerine) verilmiş olsaydı, birtakım kimselerin kanları ve malları haksız yere giderdi. Yemin ancak davalıya teklif edilir tve davacı ise delil ikame etmekle yükümlüdür).»

 

1127- ibni Abbas (Radıyallahu Anhüma) der ki:

Hazreti İbrahim Aleyhisselâm ateşe atılırken «Allah bize kâfidir ve o ne güzel vekildir!» dedi.

Peygamber Sallallahu Aleyhi ve seler gelerek:

 ancak müminlerin iman ve cesaretlerin, artmh ve şöyle dediler:

«Allah bize kâfidir ve O ne güzel vekildir.»

 

1128- Üşame bin Zeyd (Radıyallahu Anh) der ki: Peygamber Sallallahu Aleyhi ve Sellem Hazretleri Bedir sava­şından önce Medine'de hastalanan Sa'd bin Ubade'yi ziyaret için çık­mıştı. Sa'd, Haris bin Hazrec oğulları yanında hasta yatıyordu. Haz-reü Peygamber bir merkebe binmişti. Merkebin sırtında, Fedek bel­desinde dokunan saçaklı ve kalın bir kilim vardı. Hazreti peygam­berin terkisinde de küçük Üsame bulunuyordu. Yolda   giderlerken, henüz islâmı kabul etmemiş olan Abdullah bin Selül'ün cemiyetine uğradılar. Bu toplantıda, müslümanlardan, putperest   müşriklerden ve Yahudilerden karışık kimseler vardı. Ashabdan Abdullah bin Re­vana da bu toplantıda bulunuyordu. Hazreti Peygamber geçerken merkebin kaldırdığı tozlar oradakilerin üzerlerini kapladı. Abdullah bin Ubeyy bin Selül, elbisesinin eteği ile \ uzünü ve burnunu kapadı. Sonra Peygamber Sallallahu Aleyhi ve Sellem'e;

—  Üstümüzü, başımızı toz etmeyiniz, dedi. Hazreti Peygamber o meclise selâm verdi ve durdu. Sonra hayvanından inerek orada bulunanlan dine davet etti ve onlara öğüt verdi, Kur'andan ayet okudu.

Abdullah bin Ubeyy bin Selül dedi ki:

—  Senin söylediklerin gerçek ve hak ise, bundan daha güzel şey olamaz. Fakat bizim meclisimize gelipte bizi böyle rahatsız etmeyiniz. Siz evinize dönünüz de, size gelen olursa ona öğüt veriniz.

Bunun üzerine ashabın ileri gelenlerinden şair Abdullah bin Revaha:

—  Ya Resûlallah! Abdullah bin Ubeyy bin Selül'ün sözüne bakma; her zaman meclisimize şeref ver ve bize Kur'an okuyarak öğüt­lerde bulun, dedi. Bunun üzerine müslümanlarla diğer müşrikler ara­sında münakaşa ve çekişme başladı. Birbirleriyle döğüşecek hale geldiler. Hazreti Peygamber yumuşak ve tatlı sözleri ile onları ya­tıştırdı.

Bundan sonra Hazreti Peygamber yine hayvanına bjnerek yola koyuldu ve Sa'd bin Ubade'nin bulunduğu eve girdi. Sa'd Hazretle­rine şöyle buyurdu:

«Ey Sa'd! Ebû Hubab'ın (Abdullah bin Ubeyy bin Selül'ün) de­diklerini keşke kulağınla işitseydin. Adam şöyle şöyle söyledi.» Sa'd bin Ubade şu cevabı verdi:

— Ya Resûlallah, onu bağışlayınız. Çünkü Size Kur'anı indiren Allah'a yemin ederim ki, Allah Tealâ Hazretleri en şerefli olan peygamberlik rütbesini ve tacını size ihsan buyurdu. Halbuki bu bel­de halkı (Medine'liler) tüm olarak Abdullah bin Übeyy bin Selüi'û kendilerine başkan seçmek ve ona, özel şekilde sarılmış saltanat ta­cını giydirmek üzere idiler Sonra sizin Medine'ye teşrifinizle onun bu saltanatı yıkılınca son derece kederlendi. İşte Abdullah'ın size karşı o çirkin hareketi bundan ileri gelmektedir. Bu bakımdan Ab­dullah bin Ubeyy bin Selül'ün kusuruna bakmayınız.

Peygamber Sallallahu Aleyhi ve Sellem de onu bağışladı.

Zaten Hazreti Peygamber ötedenberi kendilerine karşı yapılan kusur ve kabahetleri kimden gelirse gelsin affederlerdi. Kâfirlerin yapmış oldukları eziyetlere katlanarak sabrederlerdi Kâfirlerle sa­vaşmaya dair Allah'ın emri gelinceye kadar hep böyle devam etti. Bedir savaşında Kureyş müşriklerinin ileri gelenlerinin bir kısmı öl­dürülünce, adı geçen Abdullah bin Ubeyy bin Selül ile müşrik arka­daşlarından ibaret kalabalık bir topluluk, bu Bedir savaşı açık bir üstünlüktür, diyerek hemen islâmı kabul ettiklerine dair Hazreti Pey­gambere söz verdiler.

Mütercim:

Bunların islâmı kabul edişi görünüş haldedir; çünkü Abdullah bin Ubeyy bin Selül, münafıkların başı idi. O hal üzere de ölmüş­tü. «Münafıklardan hiç kimse üzerine namaz kılma ve kabri üzerin­de durma,» mealindeki ayeti kerime bunun hakkında nazil olmuşa tur.

 

1129- Ebû Saîd El-Hudıi (Radıyallahü Anh) der ki:

Peygamöer Sâllallahu Aleyhi ve Sellem Hazretlerine birtakım insanlar gelip:

—  Ya Resûlallah! Kıyamette biz Rabbımızı görecek* miyiz? diye sordular. Hazreti Peygamber onlara şu cevabı verdi:

«Evet, (göreceksiniz)! Bulutsuz, gayet berrak bir havada ve tam öğle zamanında güneşi görmekte hiç sıkıntı çeker misiniz?» Ashabı kiram:

—  Ya Resûlallah, hiç bir zorluk çekmeyiz, dediler. Hazreti Pey­gamber tekrar:

«Bulutsuz ve berrak bir gecenin aydınlığında dolunayı görmek te hiç zahmet çeker misiniz?» buyurdu. Ashab yine:

—  Ya Resûlallah, çekmeyiz! dediler. Bunun üzerine Hazreti Pey­gamber onlara şöyte buyurdu:

«İşte böyle güneş ve ayı sıkıntısız ve kuşkusuz gördüğünüz gibi, Allah Tealâ Hazretlerim de kıyamette öylece göreceksiniz.

Kıyamet günü olunca, bir münadî (çağırmacı) şöyle çağıracak­tır: Her ümmet, dünyada kime ibadet etmişse onun peşinden gitsin. Bunun üzerine Allah'dan başka (put ve sair) şeylere İbadet edenle­rin hepsi cehenneme düşecektir. Ancak iyi olsun veya günahkâr ol­sun, Allah'a kulluk edenlerle kitap ehlinin bir kısmı kalacaktır. Son­ra Yahudi'ler çağrılır ve onlara şöyle denilir!

—  Siz (dünyada) kime ibadet ediyordunuz? Onlar derler ki:

—  Biz, Allah'ın oğlu Uzeyr'e ibadet ediyorduk. Onlara:

—  Siz yalan söylüyorsunuz. Allah çocuk ve zevce edinmemiştir. Siz şimdi ne istiyorsunuz? denilir. Onlar derler ki:

—  Ey Eabbimizî çok susadık. İçmek için su isteriz. Onlara, as­lında cehennem alevi olup uzaktan serap gibi görünen cehennemi göstererek, işte oraya varmalısınız, denilir. Onlar toplanıp oraya gi­derek cehenneme düşerler.

—  Sonra Hıristiyanlar çağrılır ve onlara sorulur:

—  (Dünyada) kime ibadet ediyordunuz? Onlar derler ki:

—  Biz, Allah'ın oğlu Mesih'e  (İsa'ya) ibadet ediyorduk. Bu ce-vablanna karşılık onlara:

—  Siz yalan söylüyorsunuz. Allah zevce ve çocuk    edinmemiş tir. Şimdi ne istiyorsunuz? denilir. Onlar önceki Yahudiler gibi söy­leyip sonunda cehenneme düşerler. Böylece mahşerde yalnız Allah'a ibadet eden iyi ve günahkâr müminler kalınca, alemlerin Rabbı onla­ra, evelce tasarladıkları surete yakın bir surette gelir. Bunlara şöyle denilir:

—  Siz ne bekliyorsunuz? Her ümmet ibadet etmiş olduğu şeye

uyarak gitti. Onlar şu cevabı vereceklerdir:

—  Bîz dünyada kendilerine en çok muhtaç olduğumuz zamanda bile onlardan ayrılmış ve onlarla arkadaşlık etmemiştik. Biz, ibadet etmiş olduğumuz Rabbimizi bekliyoruz. Allah Tealâ buyurur: — îşte ben sizin Rabbımzım. Onlar:

—  Biz dünyada kendilerine en çok muhtaç olduğumuz zamanda bile onlardan ayrılmış ve onlarla arkadaşlık etmemiştik. Biz, ibadet etmiş olduğumuz Rabbimizi bekliyoruz. Allah Tealâ buyurur: — îşte ben sizin Rabbımzım. Onlar:

—  Biz Allah'a hiç bir şeyi ortak koşmayız, derler ve bu, iki veya üç kez tekrarlanır.»[8]



[8] Ömer Ziyaeddin Dağistâni, Zübdetü’l-Buhari, Hisar Yayınevi:767-773


ceren
Fri 1 December 2017, 07:33 pm GMT +0200
Esselamu aleykum.RABBİM bizleri ona inanan iman eden sonsuz tevekkul içinde yaşayıp kıyamet günü yüzü agiran ve rahmete erişen kullardan olalim inşallah. ...