- Akaid de görüşleri 2

Adsense kodları


Akaid de görüşleri 2

Smf Seo Versiyon , -- Seo entegre sistem.

Array
sidretül münteha
Thu 16 September 2010, 07:09 pm GMT +0200
Akaid de görüşleri 2

12- Kur´an Mahlûk mu Konusundaki Görüş:


Bu sözleri buraya aldık, tâ ki, İmam Ahmed´in çağında insanların ne kadar şaşkınlık içine düştükleri, nasıl saptıkları görülsün, öyle ki, mahsûs olan, elle tutulacak derecede olan bir işde bile nasıl yanılıyor­lar. Bir kısım insanlar, Kur´an mahlûktur sözünü söylemekten çekiniyor­lar, çünkü bu sözü söylemek, ağıza almak bid´atmış! Zira her bid´at dalalettir, her dalalet de cehennemdedir, Hadisi şerif böyle.

Kur´an okumada böyle ihtilâf olunca, Kur´an´ın kendisindeki ihtilâf nasıl olur. Kur´an-ı Kerim´e iki açıdan bakmak gerek: Biri kaynağı itibariyle o Allah´tandır. Allah Teâlâ´nın kelâm sıfatı var. Kelâm sıfatı Cenab-ı Hak´kın kadîm olması itibariyle kadîmdir, zira o, sonradan olan bir sıfatla tavsif olunmaz, O, Havadise : Sonradan olmaya muhalif sıfatları taşır.

İkincisi: Kur´an kelimelerden oluşmuştur, kelimeler de harflerden, bu kelimelerin delâlet ettiği manalar var, bu manaları ibarelerden anlı­yoruz. İşte odak noktası burası, bu kelimeler yazılır, okunur! İıtıam Ahmed´in bunlar hakkındaki görüşü nedir?

Bir kısım tarihçiler diyor ki, o bu hususta birşey söylemez, çekimser kalırdı. Bunu çekiştirmeyi bid´at sayar, bu hususta susmak gerek derdi. Bu mes´eieyi ortaya atanlarla bu konuya dalmaktan çekindiği, bid´atcı-lann sürüklendiği bu duruma girmek istemediğini ortaya atıyorlar. Bu konuda Halife Mu´tasım ile olan konuşmasını ileri sürüyorlar. Onunla münakaşa için getirildiği zaman aralarında şu konuşma geçiyor; Ahmed bunu şöyle anlatıyor:

«Oturdum. Bağlı bulunduğum zincirler, kelepçe beni yormuştu. Biraz oturup dinlendim. Sonra şöyie konuşma yaptık:

 Konuşmama müsaade eder misin?

 Buyur, konuş.

 Hz. Peygamber Aleyhisselâm, insanları neye davet etti?

 Allah´tan başka Tanrı olmadığına şehâdet etmeye.

 Ben de işte: Allah´tan başka Tanrı yok, diye şehâdet ediyorum, dedim. Ve sonra devamla: Atan, Abdullah İbni Abbas şöyle rivayet eder: Abdulkays heyeti, Hz, Peygambere (ona salftt ve selâm olsun) geldikleri zaman imana davet etti ve Allah´a iman etmelerini emir bu­yurdu ve onlara sordu: «İman nedir bilir misiniz?» Onlar da: «Allah ve Resulü doğrusunu bilir,» dediler. Bunun üzerine Resul-ü Ekrem şunları söyledi: İman, Allah´tan başka Tanrı olmadığına, Muhammed O´nun Peygamberi olduğuna iman etmek, namaz kılmak, zekat vermek, Ramazan orucunu tutmak ve bir de ganimetten beşte birini vermektir.»

Ona mensub bulunan bu sözde, bu konuda kesin birşey yok. Harf ve kelimelerden oluşan ve okunan Kur´an kadîmdir, demiyor. Bu ko­nuda Me´mun´a verdiği cevap daha açık, Me´mun ona şu soruyu sordu:

 Kur´an hakkında ne dersin? Cevap verdi:

 O Allah kelâmıdır. Kendisine o mahlûk mudur denince:

 O Allah kelâmıdır, bundan fazla birşey söyleyemem. Ona:

 Allah Teâlâ mahlûkatından hiç birine, hiç bir suretle benzemez denince:

 O´nun misli hiçbir şey yoktur, O semi´dir, Basîrdir, işitir, görür, dedi.»[12]

Bu sözler onun bu hususta tevakkuf ettiği, birşey söylemediğini göstermede açıktır. Bunda belli birşey için kesin bir hüküm yok. Ne |mahlûk diyor, ne de mahlûk değil.


13- Çekimser Kaldığını Kabul Etmeyenler:


Ahmed´in çağdaşı bulunan Abdurrahman Mehdi´nin talebesi olan İbni Kuteybe, Ahmed´den yapılan bu rivayeti kesinlikle reddediyor, Ahmed´in bu mes´ele hakkında hüküm vermeyip sükût ettiğini kabul etmiyor. Ona göre hakkı söylemeyip susanların durumu kötüdür, Ebû Abdullah Ahmed gibi bir zat bü durumda kalmaz. Dinleyelim:

«Bu fırkalar, kopan bu fitneden sonra bu mes´ele hakkında sükûtu ve tecahülü emretmeyenlerden daha az özürlü göremem. Ancak iş buraya gelmeden sükûtla emir olunabilirdi. İş bu kadar yayıldıktan, bu kadar meydana çıktıktan sonra, dini emir hususunda çekimser kalmak, susmak insan tabiatına aykırıdır. Akıllıları sussa bile, cahilleri ağzını

kapamaz, cahilin çenesi durmaz. İnsanların dilleri sussa bile, kalbleri susmaz. Bundan önce Kur´an hakkında Cehm ve Ebü Hanife[13] konuştuklarından bunlar için ulemadan örnekler de var. Halbuki ondan önce insanlar arasında bu geçmemişti, insanların konuştuğu birşey değildi. İnsanlar bundan ürküp âlimlere başvurdukları zaman, onlar bu, bid´attir, insanlar bunu konuşmadı, bununla memur da değildir, demedi­ler. Yakın ile şekki giydirdiler, şaşkınlığı kaldırdılar, sisi dağıttılar ve görüşlerini: Kur´an mahlûk değildir, hükmünde topladılar. Ve bunu in­sanlara bildirdiler.[14]


14- Çekimser mî Kalıyordu?


İmam Ahmed´in şöyle dediği rivayet olunuyor: «Kim ki Kur´an Mahlûktur derse, o CehmVdir, Cehmı ise kâfirdir. Kim de Kur´an mahlûk değildir, derse, o da bid´atcıdır.»

Fakat İbni Kuteybe ondan yapılan bu rivayeti de inkâr ediyor ve bunu acayipler acayibi, yani ITcube sayıyor. Sonra da şöyle diyor: «Ebû Abdullah Ahmed gibisi için bu söz nasıl düşünülür? Sen de bilirsin ki, hak iki şeyden birinde olmakdan hali olamaz.»


15- İki Görüşün Arasını Bulmak:


Diğer bir grup der ki: İmam Ahmed´in görüşü şöyledir: «Ona göre Kur´an harfleriyle, kelimeleriyle, ibare ve manalarıyle mahlûk değildir.Onun mektupları, ondan nakil ve rivayet olunan bir çok sözleri bunu göstermektedir. Bunlardan biri de. Mütevekkil ondan bu konuda gerçek görüşünü, Kur´an mahlûk mu mes´elesinde gönüle şifa verecek sözleri yazmasını istediği zaman ona gönderdiği mektuptur.

Bu mektupdakilerle, daha önce.Me´mun´un elçilerine ve Mu´ta-sım´a verdiği cevapların arasını bulmak şöyledir: O, önceleri bu işde sükût ediyordu. Sünnet ve Hadis uyarınca buna dalmaktan çekiniyor­du. Bu konuda görüşünü açıklamıyordu, belki de bu konuda henüz kesin bir görüşe varamamıştı Fakat sonraları ilim nehri coşkun hale gelip elinin altındaki âsâra, sahabe ve tabiinin haberlerine müracaat ederek mes´ele olgunlaşınca, görüşünü ilân etti. Böyle şeylere dalma-mağa olan şiddetli arzusuna ve Allah´ın kitabından çekişmeyi caiz görmemesine rağmen, bunu yaptı.


16- Mütevekkil´e Yazdığı Mektup, Son Görüşlerini Yansıtır:



İmam Ahmed´in, Halife Mütevekkilin isteği üzerine ona yazmış olduğu mektup bu konuya biraz ışık tuttuğundan onu buraya alıyoruz. Mektup oğlu Abdullah´tan rivayet olunmuş olup Hılyet´ül-Evliya e Zehebî Tarihinden alınmıştır. Abdullah diyor ki:

«Ubeydullah b. Yahya, babam Ahmed´e mektup yazarak unu söyledi: «Emir´ül-Mü´minin mektup yazıp ondan Kur´an mahlûk mu ms´elesini sormasını emir buyurmuşlar, o münasebetle olan sı­nama mes´elesi değil.. Bunun üzerine babam (Allah ondan razı olsun) beydullah b. Yahya´ya gönderilmek üzere bana şu mektubu yazdırdı, söyledi, ben yazdım.»


Bismillâhirrahmanirrahîm.


«Ey Ebû Hasan, Allah bütün umurda sana hayırlı neticeler nasip ilsin. Rahmetiyle senden dünya ve ahiret kötülüklerini defetsin. Allah enden razı olsun, Emir´ül-Mü´minin´in Kur´an hakkında sordukları şey-erden bildiklerimi sana yazıyorum. Allah´tan dileğim o dur ki, Emîr´ül-ü´minin´in tevfikini devamlı kılsın. İnsanlar batıl içine dalmışlardı, ihti­lâf içinde yuvarlanıyorlardı. Nihayet Hilâfet, Emîr´ül-Mü´minin´e nasip oldu. Allah Teâlâ Emîr´ül-Mü´minin sayesinde her bid´atı ortadan kal-jdırdı, yok etti. İnsanlar içine düştükleri zilletten, hapis sıkıntılarından ikurtuldular. Allah bunların hepsini defetti. Emîr´ül-Mü´minin sayesinde bu belâlar kalktı. Müslümanlar buna çok sevindi. Onların gönlünü ka­zandı. Emîr´ül-Mü´minin iyi niyetini arttırması, ona hayırlı işlerde yardım etmesi için Allah´a dua ediyorlar.

«Abdullah İbni Abbas´tan rivayet olunuyor, o şöyle demiştir: «Al­lah´ın kitabının bazısını bazısıyla tartıştırmayın, çünkü bu kalbinizde şüphe uzandırır.»

Abdullah İbni Ömer´de şunu anlatır: «Bir grup, Hz. Peygamberin kapısı yanında oturmuşlar, konuşuyorlardı. Bir kısmı: «Allah şöyle de­medi mi dedi, diğer kısmı: Allah şöyle buyurmadı mı? dedi. Hz. Pey­gamber bunları duyunca heyecanla onların yanına geldi ve: «Siz bu­nunla mı emir olundunuz, ne bu, Allah´ın kitabının bazısını bazısıyla tartıştırıyorsunuz. Sizden önceki milletler de böyle şeylerle saptılar. Siz burada bşuna uğraşıyorsunuz. Siz emir olunduğunuz şeye bakın ve

onları işleyin. Nehyolunduğunuz yasaklara bakın ve onları yapmayın» dedi. Ebû Hüreyre Hz. Peygamber Aleyhisselâmdan şunu rivayet eder: «Kur´an´da niza´ etmek küfürdür» Ebu Cehm, Hazret-i Peygamberden şöyle nakleder: «Kur´an hakkında tartışmayın, çünkü onda münakaşa yapmak küfürdür.» İbni Abbas demiştir ki: «Hz. Ömer b. Hattab´ın yanına bir adam geldi, Hz. Ömer ona İnsanların ahvalini sordu. O da, ya Emîr´ül-Mü´minin, onlar Kur´an-ı şöyle şöyle okuyorlar,» dedi. İbni Abbas diyor ki, ben de söze karışarak: Bugün Kur´an hakkında bu kadar hızlı ileri gitmelerini sevmem, dedim. Hz. Ömer benim sözümü kesti ve: «Sus», dedi. Ben de üzüntülü olarak evime döndüm. Ben bu halde iken bir adam gelerek bana: Emîr´ül-Mü´minin sizi istiyor, dedi. Ben de gittim, vardım, kapıda beni bekliyordu, elimi tuttu, içeri girdik. Bana: Senin hoşuna gitmeyen nedir? dedi. DedimJcu «Emir´ül-Mü´minin, eğer., böyle hıziı giderlerse, birbirlerine kızarlar, kızınca da düşmanlık başlar, ihtilâfa düşerler, ihtilâf da vuruşmaya götürür.» Bunun üzerine Hz. Ömer: Babana rahmet, vallah bence de böyle, sen doğru söylersin,dedi.

Câbirden rivayet olunur, demiştir ki: «Hz. Ömer, İslama davet ederken bazı kimselere: Beni kendi kavmine götüren yok mu? Kureyş, Rabbımın kelâmını tebliğ etmeme mani oluyor,» dedi. Cübeyr b. Nü-feyr´den rivayet olunur: «Hz. Ömer Aleyhisselâm şöyle buyurmuştur: Siz Kur´an´dan daha faziletli birşeyle bana rücu´ edemezsiniz.» Abdul­lah İbni Mes´ud şöyle demiştir: «Kur´an´a başka şey karıştırmayın, ona Allah kelamından başka birşey yazmayın». Ömer b. Hattab´tan şöyle dediği rivayet olunur: «Bu Kur´an Allah kelâmıdır, ona gerekli hürmeti, gösterin.» Bir adam Hasan Basri´ye : Ey Ebû Said, ben Allah´ın kitabını okudum, onu tetkik ettim, neredeyse ümidim kesilecek, ye´se düşece­ğim,» dedi. Hasan Basri ona: «Kur´an Allah kelâmıdır, âdemoğlunun amelleri zayıftır, kusurludur, sen elinden geldiği kadar amel et, ve müjde bekle,» dedi. Ferva b. Nevfel Eşcal demiştir ki, ashabdan Hu-baba komşu idim. Birgün mescidden onunla beraber çıktım. Elimden tuttu: Gücünün yettiği kadar Allah´a yaklaşmaya çalış, sen ona onun kelâmı olan Kur´an´dan daha sevdiği bir şeyle yaklaşmış olamazsın», dedi. Bir adam Hakem b, Uteybe´ye: Dalâlet ehlini bu işe ne şey şevketti?» dedi. O da: «Düşmanlıkları.» dedi. Muaviye b. Kurra dedi ki: «Babası Hz. Peygamber Aleyhisselâma gelmiş, Hz. Peygamber ona şöyle demiş: «Sakının, asla düşmanlık yapmayın, çünkü o amelleri bozar.» Ebû Kilabe ki ashaba yetişmiş, onlarla görüşmüş bir zattır, şöyle demiştir: «Nefisleri arzularına uyanlarla veya düşmanlık besle­yenlerle oturmayın. Çünkü onların sizi de kendi dalâletlerine sokmaya­caklarından emin olamam, bildikleri bazı şeyleri size de yuttururlar, aşılarlar.» Sapık görüşlülerden iki kişi, Muhammed b. Sirin´in yanına geldiler. Ona:

 Ey Ebû Bekir, seninle konuşmak istiyoruz, dediler. O da:

 Olmaz, dedi.

 Sana biraz Kur´an okuyalım, dediler.

 Hayır, ya siz buradan gidin, ya ben kalkıp gideyim, dedi. Onlar da dönüp gittiler. Oradakiler:

 Ne olurdu, sana bir ayet okusatar? dediler. Şöyle cevap verdi:

 Ben şundan korktum, bana bir ayeti tahrif ederek okurlar, o da benim kalbime işler, ben şimdiki halimde kalacağımı bilsem, onlara izin verirdim.»

Bid´atcılardan biri Eyüp Sehtiyani´ye: Sana bir kelime soracağım dedi. O da: Yarım kelime bile olmaz, dedi ve döndü gitti, tbni Tavus, ehli bid´attan biriyle konuşan oğluna şöyle dedi: «Oğlum, parmaklarınla kulaklarını tıka, onun ne söylediğini dinleme, duyma.» dedi, Ömer b. Abdulaziz şöyle demiştir: «Dinini tartışmalara maruz bırakan, hedef yapan kimse bir yerde duramaz.» İbrahim Nahal dedi ki: «Bid´at ehli sizin iyiliğinizi istemezler, gizli gizli tuzak kurarlar.» Hasan Basri dedi ki: «Derdin en kötüsü kalbde olandır, sapık arzulardır.» Huzeyfe b. Yemân şöyle dedi: «Allah´tan korkun, sizden öncekilerin yolundan gidin. Al­lah´a and içerim ki, eğer doğru yolu tutarsanız, çok yol alır, çok ileri gidersiniz. Şayet sağa, sola saparak doğru yoldan ayrılırsanız, çok dalâlete düşmüş olursunuz.

«Allah Teâlâ da şöyle buyurmuştur: «Eğer Allah´a şirk koşanlardan biri aman dileyip yanına gelmek isterse, onu yanına al ki, Allah´ın kelâmını işitsin» (Tevbe: 6)

Yine buyurmuştur: Bilmiş olun ki, halk ve emir onundur» Önce halk - yaratmak dedi, sonra emir - iş dedi. Demek emir, halktan başkadır. (Böylece Allah halk ile emrin ayrı olduğunu haber veriyor. Kur´an Al­lah´ın emrindendir, halkından değil. Böylece o mahlûk değil demek

olur).

Cenab-ı Hak şöyle buyurmuştur: «Çok merhametli olan Allah, Kur´an´ı öğretti, insan yarattı, ona beyanı öğretti. >» (Rahman Suresi: 1-4) Bu ayetlerle Kur´an´ın onun ilminden olduğu haber veriliyor. Yine Cenab-ı Hak buyurmuştur: «Sen onların kendi dinlerine uymadıkça, ne Yahudiler, ne Hristiyanlar senden asla razı olmazlar. Sen asıl doğru yol, Allah´ın yolu olduğunu söyle. Sana gelen ilimden sonra, eğer onların arzularına uyacak olursan, and olsun ki, Allah´tan sana ne bir dost, ne de bir yardımcı olmaz.» (Bakara - 120)

Yine Allah Teâlâ şöyle buyurmuştur: «Sen kitap verilenlere her türlü ayeti, mu´cizeyi getirsen, yine onlar senin kıblene uymazlar, sen de onların kıblesine uyacak değilsin. Onlar da birbirlerinin kıblesine uymazlar. Sana gelen ilimden sonra onların heveslerine uyarsan, o takdirde sen zulüm edenlerden olursun. »(Bakara-145)

Yine Allah Teâlâ şöyle buyurmuştur: «İşte biz onu, Arapça bir hüküm olarak indirdik. Eğer sana gelen bu ilimden sonra onların arzula­rına uyarsan artık senin için Allah´dan ne bir dost, ne de bir koruyucu, olmaz.» (Ra´d - 37) Kur´an, Allah´ın ilmindendir...

«Bu ayetler göstermektedir ki, Hz. Peygambere gelen Kur´an´dır. O, Allah´ın ilmidir. Çünkü Allah Teâlâ şöyle diyor: «Sana gelen bu ilimden sonra onların arzularına uyarsan.» Seleften şimdiye kadar gelip geçenlerin pek çoğundan rivayet olunur ki, onlar şöyle derlerdi: «Kur´an Allah kelâmıdır. O mahlûk değildir. Ben de onların görüşüne katılıyo­rum. Ben kelâm ehli değilim. Ve kelâm ilmi bu konuda birşey yapamaz. Bu hususta Allah´ın kitabı ve Peygamber Aleyhisselâmın sünnetinde ne varsa p yeter. Ashabın ve tabiinin âsârı da var. Bunlardan başkaları. Onlardan söz etmek öğünülecek birşey değil.»

Zehebi bu mektubu nakil ettikten sonra şöyle diyor: «Bu mektubu Ahmed´den rivayet edenler hepsi mevsuk âlimlerdir. Ben de Allah adına şahidim ki, o bunu oğluna yazdırdı. Bundan başka ona nisbet olunan mektuplar, risaleler, üzerinde düşünülecek bir şeydir.


17- Bu Mektuptan Çıkan İki Sonuç:


Bu mektubun senedi sahihtir. Onun olduğu sabittir. Kur´an mahlûk mu tartışması bittikten sonra İmam Ahmed´in ihtiyarlığında yazılmıştır. O zaman o ilmi olgunluğunun doruğundaydı ve bu onun karar kıldığı görüşünü göstermektedir.

Herşeydenönce bu mektup, bu gibi konulara dalmayı, onları incelemeyi onun hoş görmediğini, bunlara rızası olmadığını göstermektedir. Bu konulardan bahsederken bunu istemeyerek, zoraki yapmaktadır. Maksadı, dinde tartışma çıkaranların iddialarına aldanmasınlar diye halkı onlardan korumaktır. Onun için mektubun baş tarafında konuya ışık tutan haberleri sıraladı, sonra sözünü; ben kelâm sahibi değilim diyerek bitirdi. İkinci olarak gösteriyor ki, ona göre Kur´an mahlûk değildir. Bunu o kendisinden önceki selefe uyarak onların dediği gibi söylüyor. O bunu kendisi ortaya atmıyor, eğer tabiinden mahlûktur, diyen olduğunu hesap etse, böyle demezdi. Ve görüşünü şöyle destek­liyor: Kur´an Allah kelâmıdır, Allah kelâmı, Allah´ın halkı değil, emridir, emir başka, halk başkadır. Bu görüşlerin hepsini Kur´an-ı Kerim´in nassförından, Hadisj Şeriflerden, sahabe ve tabiîlerin kavillerinden almaktadır. Bu hususta ne akla, ne de nakle itimat etmeyen mücerret nazara asla itibar etmez.


18- Kur´an İle Kıraat Arasındaki Fark:



Bütün bunlardan şu sonuca varıyoruz: Ona göre Kur´an mahlûk değildir. Kitap ve sünnet çalışma ve araştırmaları onu bu sonuca gö­türmüştür. Bu hususta o Kur´an-ı Kerim´e ve âsâra dayanmaktadır. Bir de Selef-i Salih´in izine uymaktadır. Fakat bunu yaparken, onu fikirler kavrasın diye akla uygun gelecek kalıba sokmaya çalışmadı. Çünkü bunu kendi işi saymadı. Çünkü kendisi kelâm ehlinden değil. Böyle aklî deliller getirme, kelâm âlimlerinin işidir. Onlar tartışmayı yaparken gö-rüşleVini akla dayarlar, nakille mukayyed olmazlar.

İmam Ahmed, görüşlerini aklî delillerle pekiştirmeye çalışma-dıysa da, kendisinden sonra gelen âlimlerden, bunu aklı delillerle izaha çalışanlar, fikir yönünden bu görüşün temelini takviye edenler bulundu ki, onlar da İbni Kuteybe ve İbni Teymiye´dir. Onlar Kur´an ile kıraat arasındaki farkı açıkladılar. Kur´an-ı Kerim, Allah kelâmıdır. Kıraat ise okuyanın sesidir. Nasıl ki ayeti kerime de bunu gösterir:

«Eğer şirk koşanlardan biri aman dileyip yanma gelmek isterse, onu kabul et ki, Allah´ın kelâmını işitsin.» (Tevbe- 7). Hz. Peygamber de şöyle buyurmuştur: «Sesinizle Kur´an-ı güzelleştirin».. Hz. Peygamber Efendimiz, Ebû Musa El-Eş´arî, Kur´an okurken dinledi. Ebû Musa ona: Eğer senin dinlediğini bilseydim, daha güzel okumaya gayret ederdim, dedi.

Okumak, kulun sesiyle olunca, o mahlûktur, nasıl ki kul kendisi zaten mahlûktur. Mushaflara Kur´an´ın yazıldığı mürekkep nasıl mah-lûksa, ses de öyle; Ancak yazılan Allah kelâmıdır. Allah Teâlâ şöyle buyurmuştur: «De ki, eğer denizler Rabbimin kelimeleri için mürekkep olsa, Rabbimin kelimeleri tükenmeden önce, denizler tükenir.» Böylece Cenab-ı Hak, kelimeleri ile o kelimelerin yazıldığı mürekkep arasında fark olduğunu göstermiştir. [15]


19- Allah´ın Sıfatları Hakkında Üç Görüş:


Okunan Kur´an´ın, mushaf sahifelerine yazılan kelimelerin mahlûk olduğunu kimse tartışamaz, bunda şüphe edecek birşey asla yok. İmam Ahmed´den menkul olan da odur. Cebrail aleyhisselâmın Hz. Muhammed Aleyhisselâm´a indirdiği Kur´an şüphesiz Allah kelâmıdır. «Uyarıcılardan olasın diye onu Cebrail senin kalbine indirdi.» Kur´an-ı Kerim kelimeleri, manaları ve ibaresi itibariyle Allah´ın sıfatları ile ilgili­dir. Bu münasebetle Allah´ın sıfatlarından bahsetmenin yeridir.

Allah´ın sıfatları hakkında ulema üç görüşe ayrılmıştır:

1- Kudret, irade, ilim, kelâm, işitmek, görmek gibi mâna sıfatlarıyla Allah´ın vasıflanmasını caiz görmeyen bir grup vardır. Zira Allah´ın Zat-ı İlâhisi kadîm olduğundan, bu sıfatların da kadim olması gerekir, o zaman da kadîmlerin çok olması icabeder. Mu´tezile fırkası bunlar­dandır. Kur´an-ı Kerim´de zikir olunan bu sıfatları, Allah´ın isimlerinden sayarlar, sıfat değil, Allah Teâlâ bu mâna sıfatlarından biriyle vasıfla-namadığından, Allah kelâmı olan Kur´an-ı Kerim onun yarattığı bir şeydir. Onu o meydana getirdi. Onu Hz. Muhammed´in Peygamberli-. ğtne delil kıldı. Araplar onun mislini getirmekten âciz kaldı. Ondaki beyanın üstünlüğü Arapların elinden gelemez. Kur´an mucizdir...

2- Diğer bir grup Allah´ın bu sıfatlarla vasıflanmasını caiz görürler, fakat Allah´ın kadîm kudreti ile olan fiilleri, mahlûk sayarlar. Allah´ın kelâm sıfatı var, kelime ve mânaları yaratır. Bu bakımdan Kur´an mah­lûktur. Nasıl ki, kudretiyle yarattığı diğer şeyler onun mahlûkudur.

3- Üçüncü sınıf selefiyyeci olup bunlara göre Allah Teâlâ Kur´an-ı Kerim´de Zat-ı İlâhisini tavsif ettiği sıfatlarla vasıflanır. O: kudret, irade, ilim, kelâm, işitmek, görmek ve Hadislerde zikrolunan diğer sıfatlarla vasıflanır. Allah Teâiâ´nın kudret ve iradesiyle olan fiillerin mahlûk olduğuna hükmetmezler, öyleyse Kur´an mahlûktur denemez. Çünkü o, Allah´ın zatile kaimdir. İbnî Teymiyye şöyle demektedir: «Selef dedi ki: Kelam sahibi olmakta devam etmektedir, kelâm, kemal sıfatıdır. Söyleyen, söylemeyenden daha kâmildir. Allah dileyince Arapça söy­ler, nasıl ki Kur´an-ı Kerim Arapçadır. Onun söylediği onunla kâimdir, ondan ayrılmaz, mahlûk olamaz. Ondan gelen kelimeler ve indirdiği kitaplar mahlûk değildir.»[16]


20- Kur´an Mahlûk Değildir Demek, Kadîm Demek Değildir:


Bu anlatışa göre Kur´an mahlûk olmayınca, acaba o Allah´ın kadim olması gibi kadîm midir? Çünkü kadîm olan Allah´a kâim. İbni Teymiy­ye, İmam Ahmed´e göre Kur´an´ın kadim olmadığını söylüyor. Çünkü o, Aliah kadim diye Zat-ı İlâhisiyle kâim olan her şeyi kadîm saymıyor. Zira,Allah´ın iradesiyle meydana gelen her fiil, onunla kâim diye kadîm olmaz, onlar hadistir, hepsi sonradan meydana gelmiştir. Bunun dışın­daki görüşler Feylezofların görüşieridir.Oniar Müslümanları bağlamaz. Onlar zanna dayanan şeylerdir.

İbni Teymiyye, selefin ve Ahmed´in görüşünün: Kur´an kadimdir, diye olmasını kabul etmiyor ve şöyle diyor: «Selef ittifak etmiştir ki, nazil olan Allah kelâmı mahlûk değildir. Bazt insanlar bundan onların mura­dının kadîm olmasını zannettiler. Sonra bir grup bu aynı manaya gelir dedi. Bu her emir olunanı emir, her yasaklananı nehiydir. Allah Teâlâ Arapça beyan ederse Kur´an olur, İbranice beyan ederse Tevrat, Sür-yanice beyan ederse İncil otur, sandılar. Bu söz şeriata ve akla muhalif­tir.[17]

İbni Teymiyye, Allah Teâlâ´nın kadîm kelamla vasıflanmasının onun söylediklerinin kadim olmamasına aykırı olmadığını şöyle açıklar: «Allah´ın kelâmı kadîmdir, iradesiyle ve kudretiyle söyler. Denebilir ki: O savtla söyler.bundan savtın kadîm olması gerekmez.O irade ve kudre­tiyle Kur´ân´ı,Tevrat ve İncil´i söylemiştir?[18]



21- Bu konuda Abduh´un Dedikleri:


Bütün bunların özeti şudur: «Ahmed b. Hanbelle- onun yolunda olanlara göre Kur´an, mahlûk değildir. Fakat kadimdir diyemiyorlar. O Allah Teâlâ´nin irade ve kudretiyle hasıl olan kelimelerle hadis olmuş­tur. Kelâm olan Kur´an´ı Resulüne Cebrail vasıtasıyla indirmiştir.

İş böyle olunca, mânalar ve hakikatler ihtilâf mevzuu değil. İhtilâf mahlûk kelimesinin Kur´an´a denilip denilmeyeceğidir. Onun için Mısır Müftüsü üstâd İmam Muhammed Abduh bu konuda şunu yazmıştır: «Allah Teâlâ Peygamberlerden bazısıyla söyleşmiştir. Kur´an Allah kelâmıdır, bu duyulan kelâmın sadır olduğu yer, onun bir hali olup kadîmdir. Fakat kadîm olan sıfatından ifade olunan ve işitilen sözün hadis olduğunda ihtilâf yoktur. Ve onun yaratmasıyla olmuştur. O hal­kına iblâğını irade ettiği şeyin önemine binaen onu böyle isnat buyur­muştur. O zahir ve batın itibariyle sırf onun kudretinden sadır olmuştur. Diğer bir varlığın hiç bir suretle onda madhali yoktur. Peygamberin lisanile getirdiği, ondan sadır olduğunu beyandır. Bunun hilâfına olan söz, bedihî olan şeye karşı gelmektir, kutsal kıdem makamına karşı cür´eUir. Bir kimsenin okuduğu ayetler, onun sesiyle hadis oluyor. O susunca duruyor. Lisanla okunan Kur´an´ın, kıraatin kadim olduğunu söyleyen kimsenin hali kötüdür, o bizzat Kur´an´ın dalâlette olduğunu bildirdiği ve muhalefete davet ettiği, her milletten itikadça daha çok dalâlettedir. Allah Teâiâ´nın, insanın hiç bir dahli olmaksızın, Kur´an´ı onun lisanında meydana getirdiğini söylemekte, Kur´an´ın nisbeti şere­fine dokunur hiç birşey yoktur. Dinin itikade çağırdığı şey, sünnettir, Hz. Peygamberin ve ashabının yaptığı budur. Buna aykırı olan herşey bid´attır, daıaıenır.»

«Tarihçilerin bize naklettiği o, milleti fırkalara bölen, özellikle hicre­tin üçüncü asrı başlarında olaylar meydana getiren o ihtilâf nedir? Bazı imamların Kur´an mahlûktur, demeden çekinmeleri, bunun sebebi, ba­zılarının sırf şüpheden sakınmaları ve edepte mübalâğa göstermeleri­dir. Yoksa İmam Ahmed İbnî Hanbel gibi bir zatın, Okunan Kur´an kadimdir, inancında olması, ondan uzaktır. O ki, her gece Kur´an oku­makta ve ona sesiyle suret vermekte...»[19]

İmam Abduh´un bu son sözü, şüphesiz ki çok doğrudur. İmam Ahmed asla kıraat kadîmdir, mahlûk değildir, dememiştir. Kur´an kadimdir, diye de bir sözü yoktur. O: Kur´an mahlûk değildir, demiştir, U]lema bundan şunu çıkarmıştır: O Allah Teâlâ´dan sadır olan keiâme rnahlûk, demekten, bu tabiri kullanmaktan çekinmiştir.

İmam Ahmed´in Kur´an kadimdir, dediği iddiası, IV. asırda meçhul bjir rivayetle ortaya atılmıştır. Zehebî de Tarihinde, bu rivayetin ona nisbetini inkâr etmiştir.


22- Allah´ın Sıfatları Kur´an ve Sünnette Olanlardır:



İşte Kur´an mahlûk mu, mes´elesi bu, ulemanın tahkik ve beyanına göre İmam Ahmed´in görüşü de böyle. Bu mes´ele, dediğimiz gibi, Allah´ın sıfatları bahsine dayanmaktadır.

İmam Ahmed´in ,sıfatlar hakkındaki, te´vil ve şüphe götürmez görüşü de şöyledir «Allah Teâlâ Kur´an-ı Kerim´de geçen ve sahih sünnetle sabit olan her sıfatla vasıflanır. İşitmek, görmek, hayat, ilim, ijtelâm, irade, kudret, tekvin sıfatlan onun sıfatıdır. Bunlarla ve diğer kur´an ve sünnetle sabit bütün sıfatlarla vasıflanır. Ancak bunların keyfiyetinden bahsolunmaz. Fakat bu sıfatlardan hiç birine hadis olan­lar ona asla benzemez, Allah Teâlâ şöyle buyuruyor: «Onun zatına benzer hiçbir şey yoktur. O, işitir, görendir.» (Şûra : 11)

Böylece o, bu görüşüyle Allah´ın sıfatlarını tanımıyan tatil ehlinden ve teşbihten çekinerek, Allah´a her sıfatı yakıştıran Mücessime, Müşşebbiheden ayrılıp orta bir yol tutuyor. Haşviyye denen aşırı bir grup İAIlah´a insanlara yakışan her sıfatı yakıştırmaktadırlar. Allah onların dediklerinden ne yücedir. Müşebbiheden bazıları, kendilerinin İmam İAhmed´e mensup olduğu iddiasındadır, o ise bunlardan ne uzaktır, içünkü o kesin nassda geldiği üzere Allah´ın benzeri olmadığını söyler: «Onun zatının hiç bir benzeri yoktur. O işitir ve görür.» (Kur´an-ı Kerim)


E- Ahıret´te Allah´ı Görmek 23- Ahirette Allah´ı Görmek Mes´elesi:


23- Ahirette Allahı Görmek Meselesi:


Ahirette Allah´ı görmek mes´elesi, İmam Ahmed (Allah ondan ; razı olsun) çağında ortaya çıktı. Mu´tezile, ahirette Allah´ın görülmesini inkâr ettiler. Çünkü onlarca, görmek için cisim olmayı, cisim de havâdise benzemeyi gerektirir. Halbuki Allah´ın bir benzeri olamaz. Gör­meye delâlet eden Kur´an ayetlerini te´vil ettiler. «Bazı yüzler o gün ışıl ışıl parlar, Rabbına bakar.» Bu gibi zahiri, görmeyi işaret eden ayetleri münasip bir yorumda anladılar.

Halife Me´mun, hayatının sonuna doğru halkı, Kur´an mahlûktur demeye zorladığı gibi, ahirette görülmez inanandaydı. Ondan sonra halife olan Vâsık, Kur´an mahlûktur, demeye zorladığı gibi bir de görülmez zorlamasını buna kattı. Bu iki tatsız tutum, Mütevekkil halife oluncaya kadar sürdü, onun gelmesiyle kara sisler dağıldı, belâ­lar defoldu.

İmam Ahmed nasslara bakar ve te´vile gitmezdi. Onun için Allah´ın görüleceğine tam imanı vardır, onun için Ehli sünnet ve cemaat inancını beyan eden mektuplarından birinde, kıyamette Allah´ın görüle­ceğine imanı, imandan bir cüz sayar ve şöyle der:

«Ahirette Allah´ı görmeye inanmak gerekir. Bu, Hadis-i şeriflerle sabittir. Hz. Peygamber Aleyhissetâm, Rabbını görmüştür, bu sahih Hadisle sabittir, bunu ikrime´den Katâde, o da İbni Abbas´tan rivayet ettiği gibi Hakem de İbni Abbas´tan rivayet eder. Ali b. Zeyd, Yusuf b. Mihran´dan, o da İbni Abbas´tan rivayet eder. Hadis bizce Hz. Pey­gamberden geldiği üzere zahiri üzeredir. Bundan söz etmek bid´attır. Biz buna zahiri üzere inanırız, onda kimseyle tartışmayız.»[20]

Görüyoruz ki, İmam Ahmed, ahirette Allah´ı görmeye inanıyor. Çünkü br hususta Nasslar var ve Hz. Peygamber Rabbını görmüştür. Ancak bu görmenin nasıl olacağını araştırmıyor, görmek cismi gerekti­rir, cisim olmadan nasıl olur? Bu konuda tartışmayı bid´at sayıyor ve buna dalmıyor. Yalnız şuna inanıyor ki, bu görme, hadis olanlara, benzer bir şekilde olmıyacaktır. Çünkü Allah Teâl.â´nın hiçbir benzeri yoktur, bu görmenin hakikati, nasıl olacağı konusu, yasak bölgedir, düşünce oraya dalamaz. Bu konuda İmam Ahmed´in görüşü, inkarcı­larla aşinalar arasındadır; Kıyamette görmeyi haber veren Hadis, Haber-i Vahit olduğundan, inanç bahsinde onu kabul etmeyen bir kısım, görmeyi inkar ederler, Haşviyye ve Mücessime ise ahirette Al­lah´ı görmeyi, şahısları ve eşyayı nasıl görüyorsak, cisim halinde öyle göreceklerini iddia ederler. O, bu iki görüş ortasında doğru yol tutmuş­tur. Cumhur Müslimin onun görüşünü almıştır.



24- İki Ayeti Yorumlamak:



Görüyoruz ki, İmam Ahmed, bu hususta yalnız Kur´an´a değil, Hadise de dayanmaktadır. Kur´an-ı Kerim´de bu konuda, zahirde birbi­rine aykırı gibi görünen, iki ayet vardır. Biri: «Yüzler var ki, o gün şen şen parlar, Rabbına bakar.» (Kıyâme: 22-23) Diğeri de: «Gözler onu göre­mez, kavrayamaz, o ise gözleri görür, o latif ve herşeyi haber alandır.» (En´am: 103) İmam Ahmed´in tutumu, Kur´an´ı bölük bölük edenlerden, onu parça parça yapıp birbiriyle çarpıştıranlardan olmak değildi. Onun için bu konuda sünnetin yardımına koştu. Sünnet Kur´an´ın beyanıdır. Böylece ahirette görmeyi isbat etti. Belki de ikinci ayetteki görmemeyi dünyada görmezler anlamına aldı. İbni Kuteybe de, «İhtilafı Lafz´da» bu yolu tutmuştur. Bu iki ayeti ve Musa´ya (beni göremezsin) hitabını alarak şöyle der:

«Allah´ın muradı, dünyada göremezlerdir. Musa´ya hitabında da dünyada göremezsin, demektir. Çünkü Cenab-ı Hak, bu dünyada bütün mahlûkatının gözünden gizlidir. Ahirette onlara tecelli edecektir. O zaman görürler, hem de, ayı bedir halinde gördükleri gibi. Ayı gör­mede ihtilâf etmedikleri gibi, açık görürler. Hz. Peygamberin Hadisi Kur´an´ı açıklamaktadır. Görmeyi haber veren Hadisler o kadar çok ki, bunları ancak cahil ve inatçı zalim reddedebilir. Çünkü mevsuk kimselerden birbirini te´kit eden rivayetler var. Allah Teâlâ «onu gözler göremez» demişken, Hz. Peygamber´in: Siz Allah´ı kıyamette göreceksiniz» demesi, düşüncesi yerinde olana gizli değil ki, bu başka başka zamanlarda olacaktır.»[21]


25- Onun Görüşlerinin Dayanağı:


Kelâm âlimlerinin ele aldıkları ve o çağda etrafında tartışmalar yapılan mes´eleler hakkında İmam Ahmed´in görüşlerinin bir kısmı işte bunlardır. Görüyorsun ki, o bu konuda da, fıkıhtaki tutumunu sürdür-

mekte, aşırılıktan, haddi tecavüz etmekten korunmaktadır. Şöyle ki:

1- O, nasslara dayanmakta, onları ne aşar, ne de te´vil eder, zahirinden başka türlü yorumlamaz. Nassiarı anlamakta bir yardıma ihtiyaç hasıl olursa, o zaman sırf akıldan medet ummaz, sünnete başvurur, Kur´an´ı sünnetle tefsir eder, çağında müşkil mes´eleler ortaya atıp tartışanlarla böyle uğraşmıştır.

2- O, Allah´ın sıfatlan bahsinde kitap ve sünnette olanlara dayandı. Allah ile mahlûkat arasında benzerliği reddetmeğe çok dikkat etti «Onun benzeri hiç birşey yoktur» ayeti rehberdir. Sıfatlan ve görmeyi isbat ederken, Allah ile mahlûkattan biri arasında bîr benzerlik zannı uyandırmaktan son derece kaçındı.


[12] Bak: Ahban Mihneh.

[13] Doğrusu, Ebû Hanife bu konuya dalmadı, onun çağında bu mes´ele yayılmamıştı.

[14] Ihtilafu´l-Lâfz s.59.

[15] İbn Teymiyye Mecmuatür-Resail ,c,III,s.21-22,Tab?i Menar.

[16] İbni Teymiyye, Resaii, c.lll, s.45.

[17] Aynı Kaynak, s.165.

[18] Aynı Kaynak, s.106.

[19] Muhammed Abduh, Tevhîd Risalesi.

[20] İbni Cevzi, s.173.

[21] IbniCevzi, Menâkıb, s. 165.