- Ahmet Çiğdem

Adsense kodları


Ahmet Çiğdem

Smf Seo Versiyon , -- Seo entegre sistem.

Array
hafiza aise
Wed 4 July 2012, 03:57 pm GMT +0200
Ahmet Çiğdem: Günümüzde muhafazakârlık korumaktan çok, değiştirmekten yana
İbrahim BARAN • 60. Sayı / SÖYLEŞİ


Muhafazakârlık Türkiye’de en çok konuşulan, kişi ve parti düzeyinde özdeşleştirilen konuların başında geliyor. Bu düşünceye sahip siyasi partiler, 21. yüzyılın ilk on yılında ABD dâhil birçok ülkede ve Türkiye’de iktidara geldi. 3 Kasım 2002’de AK Parti’nin iktidara gelişiyle başlayan süreçte ise Türkiye’de muhafazakârlığın yeni biçimleri ortaya çıktı. Yeni dünya düzenine ayak uydurma çabası olarak nitelendirilen, yeni dönemde ‘muhafazakâr demokrasi’ olarak adlandırılan bu akım, teorisyenlerinin ifadesiyle yerli değerlerle evrensel değerleri örtüştüren, dünya sistemi içinde anlamlandırılabilen, ama yerli muhteva üzerinde yükselen bir “siyasal hareket”. Muhafazakârlık ile ilgili önemli çalışmalara imza atan Gazi Üniversitesi öğretim üyesi, sosyolog Prof. Dr. Ahmet Çiğdem’le muhafazakârlığı ve “yeni muhafazakârlık” anlayışını konuştuk.

Muhafazakârlık siyasal bir doktrin midir, yoksa bir ideoloji ya da bir düşünce üslubu mu?
Burada iki farklı olguya değinmek gerekiyor: Bir toplum, modern anlamda, toplumsallığın somut ve örgütlü bir formu olarak kurulduğunda, kendisini artık korumak ister ve böylelikle muhafazakârlık açık bir düzen istemi olarak anlam kazanır. Bu anlam kendisini politik olarak ifade etmeye başladığında, kurulan şey kendisini “tamamlayarak kapatmak” üzere muhafazakârlık ideolojisini üretir. “İttihat” ve “terakki”, “order” ve “progress” bu sürece karşılık gelen kavramlardır. Bu açıdan bakıldığında yukarıdaki sorunun net bir cevabı yok; öznenin, toplumların verili durumu korumaya ayarlı ve amaçlı eylemlerinde muhafazakâr bir damar var. Fakat her muhafazakâr edim, muhafazakârlık ideolojisine içerilemez. Bu saydığınız kavramlar birbirleriyle mesafeli kavramlar değil, dolayısıyla, muhafazakârlık, bunların hepsini, daha doğru bir ifadeyle, bu kavramları ve burada zikredilmeyen başkalarını da (reaksiyonerlik, devrimcilik vb.) içeren, bunları işlevsel bir biçimde eklemleyen düşünce üslûbu da olmaktadır. Bir siyasal doktrin ve ideoloji ile tutumlar arasındaki belirsiz bölgeye yerleşebilmesinden ötürü de esnek bir dokuya sahip olduğu söylenebilir. Fakat bir siyasal doktrin yahut ideolojik bir refleksivite olarak değil, bir “ruh”, bir “üslup” olarak tutunum kazanmıştır ve öyle sürüyor. Paradoksal olarak, ideoloji formunda muhafazakârlığı meydana getiren, siyasal oluşu ve sonuçlarıdır. Oysa muhafazakârlık, kendisini hep siyasal olanın dışarısına iterek var olmaya çalışır.

Dünyanın çeşitli ülkelerinde de muhafazakârlık kavramı var. Mesela İngiltere’de muhafazakârlık sanayi toplumunun dinamikleri üzerine inşa edildi. Yönetici sınıf tarafından modernleştirilmeye ve sanayileştirmeye çalışılan kırsal nüfusun yoğun olduğu bir toplumda doğdu. Türkiye’deki muhafazakârlık da dünyanın diğer ülkelerindeki muhafazakârlık gibi bir süreç sonunda mı ortaya çıktı?

Muhafazakârlık aşağıdan değil, yukarıdan gelirse anlamlıdır. Dolayısıyla, aşağı sınıfların değil, egemen olanların muhafazakârlığından siyasal artık türetilebilir. İngiltere’de de endüstriyel sürece ve devrime gösterilen tepki, muhafazakâr bir tepki değildir. Muhafazakârlığı doğuran moment, Fransız Devrimi’dir. Çünkü bilinen dünyanın bütün kurumlarına, değerlerine, düzenine karşı bir oluşu içerir. Fakat devrimin kendisi de muhafazakârlaşabilir; 1804 Haiti Devrimi, bu açıdan manidar bir örnek; bu durumu örnekleyen, eşitliğin dışlayıcı olabileceğini, kardeşliğin Avrupa merkezciliğini gösteren bir olay. Türkiye’de muhafazakârlığın siyasal momenti bastırılmış bir momenttir; muhafazakârlık diye bilinen örüntüler, ahlâkçı, ya da oportünist ve pragmatist siyasal tutumlardır. Bu açıdan sağda da solda da olabilir. Dolayısıyla bu soruyu tersten sormak gerekiyor belki de…

‘MUHAFAZAKÂRLIK DİNDARLIK DEMEK DEĞİLDİR’

Türkiye’de dindarlık kavramı ile muhafazakârlık kavramı birbirinin yerine kullanılıyor. Bu kavramların birbiri yerine kullanımının kökeni neye dayanıyor? Bu doğru bir kullanım mı?

Bu kullanım doğru değil. Muhafazakârların daha dindar oldukları da, dindarların muhafazakâr oldukları da doğru değil, yani salt tanımdan ötürü bu sonuca varamayız. Bu yargı, bu toplum hakkında bildiğimizi sandığımız ama yanıldığımız pek çok husustan bir tanesi. Yine de sadece Türkiye’yle sınırlı olmamak üzere, dinsellik ve muhafazakârlık eğilimlerinin birbirleriyle örtüştüğü uğraklardan söz etmek zorundayız. Dinsel ahlâkçılık, muhafazakârlık kisvesiyle hareket edebileceği gibi, muhafazakârlık da dinsel ahlâkçılık adına söz alabilir. Dinsel diye baktığımız şey, bildik muhafazakâr bir tutum olabilir, özellikle gelenekselcilik olarak; katı ya da gevşek bir muhafazakârlıkta da dinsel tınılar bulabiliriz ama dediğim gibi, bu sadece burada olan bir şey değil, genel bir yakınlaşmadan söz edilebilir. Türkiye’ye özgü olan, rejimin nüfuz kapasitesiyle, daha doğrusu dışlamasıyla oluşmuş bir alanda bu türden geçişliliklerin varlığıdır.

Statükoculuk ile muhafazakârlık aynı şey mi peki?
Değil ama yine, benzer bir geçişlilikten söz edilebilir bunlar arasında; statükoculuk değerlerinden arınmış muhafazakârlığın özel bir fenomenidir.

1980’lerden bu yana birçok siyasi/iktisadi akıma, başına “yeni”, “neo”, “post” gibi ekler getirilerek farklı bir perspektif kazandırma; bir anlamda eski düşünceyi bugüne uydurma eğilimi söz konusu oldu. Bir düşünce akımlarının klasiğiyle yenisi arasında bir süreklilikten söz edilebilir mi?
Evet. Yine de bu süreklilik, başına “eski” ve “yeni” sıfatlarının getirildiği ideolojilerin, akımların, işlevlerinin farklılaşması ve bu farklılaşmayı gerektiren bir dönüşümün kendisinden daha anlamlı değil tabii ki.

Yeni muhafazakârlık ile klasik muhafazakârlık anlayışı arasında ne gibi farklılıklar var? Bu farkların dünyada ve Türkiye’de yansımaları nasıl?
Yenisi siyasal olarak daha demokrat ve belki popülist, eskisi elitist; yenisi, iktisadi olarak daha liberal (bunu kötü liberalizm, yani pazarın egemenliğinin kutsanması anlamında söylüyorum), eskisi daha Keynesyen; kültürel olarak, eskisi daha özcü, yenisi daha araçsalcı. Tabii bu tüketici bir tasvir değil; eski muhafazakârlık, günah nosyonuna sahip bir muhafazakârlıktı, yenisi daha “permissive”, daha müsamahakâr bir olay.

‘MUHAFAZAKÂRLIĞIN KENDİNE AİT BİR KONUMU VAR MI, EMİN DEĞİLİM’

2002’de AK Parti’nin iktidara gelmesinden sonra yükselişe geçen bir “muhafazakâr demokrasi” söylemi var. Buna da tam bir ideoloji denmez belki ama öyle olduğu iddia ediliyor. ABD’de Cumhuriyetçilerin kendilerine biçtiği neo-conservatism (yeni muhafazakârlık) ile Türkiye’de yükselişe geçen muhafazakâr demokrasi arasında bir benzerlik var mı?

Evet, zamanın ruhunun, yani içinde yaşadığımız tarihsel bugünün ortaya çıkardığı bir benzerlik var, özellikle iktisadi tercihler söz konusu olduğunda. “Toplumsalın dışlanması vs.” konusunda.

Blair, Clinton ve Schröder gibi Batılı liderlerin önemsedikleri Üçüncü Yol anlayışı solun kendini toparlama ve külleri üzerinden dünyanın bugünkü haline uygun olarak yeniden dirilme çabası olarak görülüyor. Batı’da Üçüncü Yol, solun dönüşümü için ne ifade ediyorsa Yeni Muhafazakârlığın da Türkiye’de aynı şeyi ifade ettiği üzerinde duruluyor. Bu konuda ne düşünüyorsunuz?

Zikrettiğiniz isimler, kapitalizmi daha güler yüzlü kılmaya çalışan bir programın önde gelen figürleri oldular. Yaptıkları sola değil, sermaye egemenliğine faydalı oldu son tahlilde. Blair, Thatcher’dan; Clinton, Bush’tan; Schröder de Kohl’dan esastan bir farklılaşmayı temsil etmiyorlar. Türkiye’de yeni muhafazakârlığın konumu hakkında sizin kadar pozitif düşünemiyorum doğrusu. Aslına bakılırsa, muhafazakârlığın kendine ait bir konumu var mı, ondan da emin değilim.

Türkiye muhafazakârlaşıyor mu tartışmaları yaşandı bir ara. Daha sonra bu konu üzerine başka araştırmalar da yapıldı. “2002’den sonra Türkiye muhafazakârlaştı” görüşüne katılıyor musunuz?
Türkiye’de muhafazakârlaşma olarak tasvir edilen sürecin, gerçekte bir tür içe kapanmacı, taşralı, “biz bize benzeriz”ci reaksiyoner bir yerleşme olduğunu sanıyorum. Kapitalist için, artık-değer sunan her şey kabul edilebilirdir: Toplumun sıcak karşıladığı şeyler de böyle, pazarla, hazla, tüketimle barışmayı vadeden, yani artık-tatmini görselleştiren her şey münhasıran ayartıcı.

Yeni muhafazakârlık görüşü toplum tarafından daha mı sıcak karşılanıyor, yoksa amiyane tabirle milletin işine mi geliyor?
Bizde herhangi bir şeyin isim konulduğunda, ona kuşkuyla yaklaşmak gerekir diye düşünüyorum. Sadece geleneksel düşünce kalıplarına ilişkin bir rahatlamayı ifade ettiği için değil, aynı zamanda olguların göründüklerinden daha fazla ya da az olabileceklerine ilişkin bir iç görüyü engellediğinden de.

‘KONUMLARIN DEĞİŞMEDİĞİ BİR DEĞİŞİM’

Sadece Türkiye’de değil, genel olarak dünyada da siyasal olarak daha sağa kaymak gibi bir trend var ve bunun bir ayağı da muhafazakârlık olarak öne çıkarılıyor. Peki, muhafazakârlığın korumak istediği nedir? Neye tepki gösteriyorlar?

Bakın dünyanın her yerinde sağ iktidarlar, benzer şeyler yapıyor. Kamu hizmetlerini özelleştiriyorlar, sağlığı, eğitimi, güvenliği ayrıcalıklı kesimlerin imtiyazı haline getiriyorlar. Diğer taraftan, sağlığa yönelik korkunç bir ideolojik saldırı var, tütün yasağı, işte bilmem ne gribi; eğitim, özellikle çok para gerektiren yüksek öğretim giderek varoluşun önemli bir parçası kılınıyor; neredeyse karın tokluğuna çalışan özel güvenlik kuruluş elemanlarını yakında evimizde bile kullanıyor olacağız vs. Günümüzde muhafazakârlık korumaktan çok, değiştirmekten yana. Ancak nesnelerin ve insanların konumlarının değişmediği bir değişim bu.

Türkiye’de muhafazakârların yükselişi muhafazakârlığın algılanış biçimini de değiştirdi. Yeni muhafazakârlığa bir anlamda liberal demokrasi diyebilir miyiz?
Diyemeyiz; muhafazakârlıkla, böyle bakıldığında, liberalizmin birbiriyle telif edilemez iktisadi ve sosyolojik öncelikleri vardır. Bu böyle dönemsel, oldukça araçsal bir seçici yakınlaşmadır, geçer.

Muhafazakârlık kavramının ilerleyen günlerde Türkiye’de farklı tezahürleri ortaya çıkar mı?
Zaten bir farklılaşma var sizin kastettiğinizi düşündüğüm anlamda; bütün bu liberalizasyon, pazar vs. olayları en çok cemaati, geleneği ve aileyi tehdit ediyor, oysa baktığınızda muhafazakârlar bunların en büyük savunucusu konumundalar.

Kimdir:
Prof. Dr. Ahmet Çiğdem, 1964 yılında Çankırı’da doğdu. Ankara Üniversitesi Eğitim Bilimleri Fakültesi’ni bitirdi. ODTÜ Sosyoloji Bölümü’nde yüksek lisans ve doktora yaptı. Akıl ve Toplumun Özgürleşimi (Vadi, 1992; İletişim, 2008); Aydınlanma Düşüncesi (Ağaç 1993, İletişim, 1997); Bir İmkân Olarak Modernite (İletişim, 1997); Taşra Epiği (Birikim, 2001), Toplum: Kavram ve Gerçeklik (İletişim, 2006) gibi eserleri bulunan Prof. Çiğdem, yine İletişim Yayınları tarafından yayınlanan Modern Türkiye’de Siyasal Düşünce serisinde Muhafazakârlık cildinin editörlüğünü üstlendi. Halen Gazi Üniversitesi İktisadi ve İdari Bilimler Fakültesi’nde öğretim üyesi olarak görev yapan Ahmet Çiğdem, Toplum ve Bilim Dergisi yayın kurulu üyesidir.