hafız_32
Tue 26 October 2010, 10:07 am GMT +0200
B- Uzun Vadede (Ahirette) Kazandırdıkları:
1- Gerçek ve Mutlak Kurtuluş:
Allah'ın rahmet ve bağışına kavuşan, gerçek anlamda kurtulmuş demektir. O ilâhî rahmeti bekleyen, aslında ebedî kurtuluşu ummaktadır. Çünkü Allah'ın bağışına ve affına uğrayan, esas olan kurtuluşa, yani cehennem azabından kurtuluşa ermiş demektir. Bunun için Kur'an, 'Allah'tan ittika edin, umulur ki kurtuluşa erersiniz (kurtulmayı umabilesiniz)' şeklinde söylemektedir.[782]
"Ve Allah'tan ittika edin, umulur ki kurtuluşa erersiniz.
Ve kâfirler için hazırlanmış olan cehennem ateşinden korkup sakının.
Allah'a ve Rasûlüne itaat edin, umulur ki rahmete kavuşturulursunuz."[783]
Bu âyetlerde, 'gerçek kurtuluşun' cehennem azabından kurtulmak olduğu işaret edilmektedir.
İnsanın içinde mala, evlâtlara, ekinlere, nefsin hoşuna giden şeylere, bineklere karşı bir meyil, bir ilgi ve bir sevgi vardır. Bütün bunlar insanlar için süslenip bezenmiştir. İstekler zamanlara ve çeşitli ülkelere göre farklılık gösterse de aslında nefisler, dünyanın bu gibi geçici şeylerinden hoşlanırlar.
Kur'an, bütün bunların dünyanın biten, tükenen, insana anlık bir zevk ve gurur veren metaı (eşyası) olduğunu söyledikten sonra şunu ekliyor:
"De ki: Size bundan daha hayırlısını haber vereyim mi? Muttakiler için Rableri katında, içinde temelli kalacakları, altından ırmaklar akan cennetler, tertemiz eşler ve Allah'tan bir rıza vardır. Allah, kulları hakkıyla görücüdür."[784]
"Ahiretin karşılığı ise, iman edenler ve ittika edenler (korkup sakınanlar) için daha hayırlıdır."[785]
"De ki: Dünyanın metaı azdır, ahiret ise muttakiler için daha hayırlıdır ve siz hurma çekirdeğindeki iplik kadar bile haksızlığa uğratılmayacaksınız.”[786]
Gerçek kurtuluşa ancak ittika edenler, muttakiler ulaşacaktır.[787]
"Muttakiler (ise) güvenli bir makamdadırlar."[788] "Muttakiler de cennetlerde, nimet içindedirler."[789] "Dünya hayatı bir oyundan, bir oyalanmadan başka bir şey değildir. Ahiret yurdu ise takvaya erecekler için daha hayırlıdır."[790]
İnsan, öyle veya böyle yaşar, çalışır, bir şeyler elde etmeye uğraşır, nefsinin isteklerini karşılamaya çaba harcar, iyi şeyler yaptığını zanneder, sonunda ölür gider. Ancak ölümden sonra en iyi sonucu, en yüce dereceyi kazanacak olanlar, ittika eden müttakilerdir.[791]
Muttakilerin varacağı cennet yurdu ne güzel yurttur. Aklı başında olan kimseler, Allah'tan ittika ederler ve bu güzel yurdu kazanmaya çalışırlar.
"(Allah'tan) ittika edenlere, 'Rabbiniz ne indirdi?' dendiğinde, 'Hayır' dediler. Bu dünyada güzel davranışta bulunanlara güzellik vardır; ahiret yurdu ise daha hayırlıdır. Takva sahiplerinin yurdu ne güzeldir.
Adn cennetleri; ona girerler, onun altından ırmaklar akar, içinde onların her diledikleri şey vardır. İşte Allah, takva sahiplerini böyle ödüllendirir.
Ki melekler, güzellikle canlarını aldıklarında, 'Selâm size, derler, yaptıklarınıza karşılık olmak üzere cennete girin."[792] Onlara orada korku ve üzüntü dokunmayacaktır.”[793]
Kur'an, takva sahibi mü'minlere verilecek olan mükâfatları, cennetin güzelliklerini, makamlarının yüceliğini sık sık vurgulamaktadır.
Allah'ın geniş mülkündeki ahiretin sonsuzluğu ile şu küçük yer küresi karşılaştırıldığı zaman, dünya hayatı gündüzün ancak birkaç saati kadar sayılabilir. Dünyadaki bu bir saatlik çalışma veya ibadet de, o sonsuz ahiret âleminin ciddiyetine nisbetle ancak 'bir oyun ve bir oyalanma' kadardır.
"Dünya hayatı yalnızca bir oyun ve bir oyalanmadan başka bir şey değildir. Muttakiler (Allah'a karşı sorumluluk bilinciyle hareket edenler) için ahiret yurdu gerçekten daha hayırlıdır. Yine de akıl erdirmeyecek misiniz?"[794]
İşte gerçek kurtuluşun yolu:
"Ey iman edenler, Allah'tan korkup sakının ve (sizi) O'na (yaklaştıracak) vesile (sebep) arayın; O'nun yolunda cihad edin, umulur ki kurtuluşa erersiniz."[795]
Allah yolunda cehd etmek, çaba göstermek ve kişiyi O'na yaklaştıracak ibadet cinsinden vesileler aramak; bunu da takva bilinciyle yapmak, takvadan ayrılmamak...
"Kim Allah'a ve O'nun Rasûlüne itaat ederse, O'ndan haşyet duyar (korkar) ve O'na karşı sorumluluk bilinci duyarsa, işte kurtuluşa ve mutluluğa erenler bunlardır."[796]
"...Kim nefsinin 'cimri ve bencil tutkularından' korunmuşsa, işte onlar, kurtuluşa erenlerdir."[797]
Kur'an, en başta muttakilerin özelliklerini saydıktan sonra çok net bir şekilde diyor ki:
"İşte bunlar, Rablerinden olan bir hidayet üzerindedirler ve gerçek kurtuluşa erenler de bunlardır."[798]
2- Günahların Örtülmesi, Cehennemden Uzaklaşma:
"Bu, Allah'ın size indirdiği emridir. Kim Allah'tan ittika ederse, Allah onun kötü amellerini örter ve onun ecrini (sevabını) büyütür."[799]
Bazı emirler size ağır geliyorsa da yine Allah'tan ittika ederek bu emirlere uyun ki Allah sizler için bir kolaylık yaratsın. O sizin günahlarınızı affeder ve size bu davranışlarınızdan dolayı mükâfat verir.[800]
"Ey iman edenler, Allah'tan ittika edin ve sözü doğru olarak söyleyin.
Ki O (Allah) amellerinizi ıslah etsin ve size günahlarınızı bağışlasın. Kim Allah'a ve Rasûlüne itaat ederse, artık o en büyük kurtuluşla kurtulmuştur."[801]
"Sonra, ittika edenleri kurtarırız ve zulme sapanları dizüstü çökmüş olarak bırakıveririz."[802]
Peygamberimiz (s.a.v) şöyle buyurmuştur:
"Hangi hâlde olursan ol, Allah'tan ittika et. İşlediğin bir seyyienin (kötülüğün) ardından hemen bir hasene (sevap bir amel) işle ki onu silip süpürsün. İnsanlara da güzel ahlâkla davran."[803]
"Hiç şüphesiz muttakiler, cennetlerde ve nimet içindedirler.
Rabblerinin kendilerine verdikleriyle 'sevinçli ve mutludurlar'. Rabbleri, kendilerini 'çılgınca yanan cehennem' azabından korumuştur.
Yapmakta olduklarınızdan dolayı afiyetle yeyin, için.
Özenle dizilmiş tahtlar üzerinde yaslanıp dayanmışlardır. Ve biz onları iri/ceylan gözlü hurilerle evlendirmişizdir."[804]
"Allah, takva sahiplerini (inanarak ve davranarak) zafere ulaşmaları dolayısıyla kurtarır. Onlara kötülük dokunmaz ve onlar hüzne kapılmayacaklardır."[805]
3- Kıyamette de Üstün Kılınma:
Dünyada iken mü'minleri ve onların gittiği yolu beğenmeyenler, kendilerinin üstün, değerli ve ileri olduklarını zannederler. Hâlbuki gerçek onların zannettiği gibi değildir. Kur'an şöyle buyuruyor:
"İnkâr edenlere dünya hayatı süslü gösterildi. Onlar, iman edenlerden kimileriyle alay ederler. Oysa takva sahipleri, kıyamet gününde onlardan üstündürler. Allah, dilediğine hesapsız rızık verir."[806]
Dünyayı ve içindeki şeyleri ahirete tercih edenler, her ne kadar dünyada iken müttakileri alaya alsalar da, takva sahipleri ahirette onlardan çok üstün olacaklardır. Ahiret, her şeyin ortaya konulduğu, doğru yolda olanlarla sapıklığın peşine gidenlerin, imanında sadık olanlarla yalancıların ortaya çıktığı zamandır.
Dünya hayatı, Kur'an'ın davetine yüz çeviren inkarcılara süslü görünür. Bundan dolayı ona bağlanıp kalırlar, ondan ötesini göremezler. Bu sınırlar içerisine saplanıp kalan kimse, elbette mü'minlerin ulaştığı yüce ufukları anlayamaz. Müslümanlar, çoğu zaman dünyalıkları, dünyalık değerleri, dünyalık saltanatları küçümserler. Onları elde etmeye güçlerinin yetmediğinden değil, o değerlere ve zenginliklere yücelerden baktıkları, daha değerli şeylerin peşinde oldukları için onları önemsemezler.
İnkarcılar, Müslümanların itikadları uğruna fedakârlık yaptıklarını, birtakım zevkleri terk ettiklerini, idealleri için meşakketlere katlandıklarını, ya da Allah rızası için pekçok şeyden vazgeçtiklerini, pekçok zorluğa katlandıklarını anlamazlar, onlarla alay ederler, onları beğenmezler, düşüncelerini tenkit ederler.
"...Ve onlar mü'minlerle alay ederler. Hâlbuki muttakiler, kıyamette onların üstündedir."
İşte Allah'ın ölçüsü budur. İman edenler, gerçek değerlerini bu ölçüye göre anlasınlar. İnkarcıların değersiz oluşuna, alay edenlerin alaylarına, sefihlerin kafasızlığına aldırmadan yollarına devam etsinler. Her şeye hâkim olan Allah'ın şahitliği ile onlar, kıyamette, yani hesap verme zamanı herkesten üstün olacaklar. Allah (cc) onlar için hayırlı ve bol rızıklar hazırlamıştır. Bu nimetleri onlara verecektir.[807]
Muttakilerin, yani Allah'ın âyetlerine karşı dik kafalılık yapmayanların ahirette daha üstün oldukları başka bir âyette şöyle açıklanıyor:
"Ancak Rablerinden ittika edenler ise, onlar için yüksek köşkler vardır, onların üstünde de yüksek köşkler bina edilmiştir. Onların altından ırmaklar akmaktadır. (Bu), Allah'ın va'didir. Allah, va'dinden dönmez."[808]
4- Herkesin Birbirine Hasım Olduğu Günde Dostluk:
Dünyada iken şirk koşmakta, isyan ve inkâr etmekte dost (veli) olanlar, ahirette birbirlerine düşman olacaklar, birbirlerini suçlayacaklar, birbirlerinden nefret edecekler. Takva sahipleri, tıpkı dünyada olduğu gibi kıyamette de dost olacaklar. Birbirlerine yakın olacaklar ve velilikleri devam edecektir.
Kıyamet günü kişi annesinden, babasından, kardeşinden, eşinden ve dostundan kaçacaktır. Çünkü herkesin kendisini meşgul edecek bir 'hesap' derdi olacaktır.[809] Böyle bir günde, Allah'tan korkup sakınanların dünyadaki dostluğu kesilmeyecektir.
"Müttakiler hariç olmak üzere, o gün, dostlar kimi kimine düşmandır."[810]
Onlar, yeryüzündeki eski arkadaşları tarafından saptırıldıklarını anlayanlar ile onların kendilerini saptırmakla suçladıkları arkadaşlarıdır. Bu ikinciler, saptırdıklarının günahlarından dolayı hesaba çekileceklerini göreceklerdir.[811] Böyleleri, dünya hayatında günah işlerde biraraya gelirlerdi ve birbirlerini sapıklığa davet ederlerdi. Ancak hesap günü karşılıklı olarak birbirlerini kınarlar, suçu ötekinin üzerine atarlar. Muttakilerin dostluğu ise böyle değildir. Onlar dünyada iken birbirlerinin dinde kardeşi, dostu ve velisi olurlar; ahirette de bu yakınlık devam eder. Çünkü onlar doğru yolda biraraya gelirler, hayır işlerinde birbirlerine yardım ederler ve kimseye kötülükte bulunmazlar. Dolayısıyla Allah için kurdukları dostluk, kesilmeksizin sürer.
İslâm'a karşı olanlar, dünyada birbirleriyle canciğer dost olmalarına karşın o gün birbirlerine düşman kesilecek ve 'senin yüzünden bu hâle düştüm' diye yine birbirlerini itham edecekler. Buna göre herkes, takva bilinciyle hareket etmeli ve 'bu dünyada kimi veya hangi grubu veli (yakın dost) edinirsem öbür dünyada faydalı olur; kime veya hangi gruba bağlı olursam bana felâket getirir' diye iyice düşünmelidir.
Bu dünyada iken günah yolunda, haram işlerde, şirk ve küfür uğruna birbirlerine dost olanlar, birbirlerine yardım edenler ya da destek olanlar, o gün karşılıklı düşman olurlar. Saptırılanlar, bu kötü duruma düşmelerinin günahını peşlerinden gittikleri liderlere yüklemeye çalışırlar. Lider konumunda olanlar ise bunu kabul etmez, suçu kendilerinde aramalarını söylerler.
Muttakiler ise dünyada olduğu gibi, kalplerinde kin ve nefret olmaksızın, birbirlerinin en candan kardeşleri olarak ebedî mutluluğa kavuşurlar.
Allah (cc), dostlukları ahirette de, cennette ve nimet içerisinde devam edenlere şöyle seslenecek: "Ey kullarım, bugün sizin için bir korku yoktur ve siz bir hüzne kapılacak da değilsiniz."[812]
"Gerçekten takva sahibi olanlar, cennetlerde ve pınar başındadırlar.
Oraya esenlikle ve güvenlikle girin.
Onların göğüslerinde kinden (ne varsa tümden) sıyırıp çektik; kardeşler olarak tahtlar üzerinde karşı karşıyadırlar.
Orada onlara hiçbir yorgunluk dokunmaz ve onlar oradan çıkacak değillerdir."[813]
5- Şerefli Bir Misafir Olarak Haşr:
Allah (cc), muttakileri mahşer gününde şerefli bir misafir olarak, güzel bir karşılama ile huzuruna toplayacaktır.[814]
"Takva sahiplerini onurlu bir konuk (vefd) olarak Rahman (olan Allah'ın huzurun)a toplayacağımız gün.
Suçlu günahkârları da susamışlar olarak cehenneme süreceğiz."[815]
Onlar Allah'ın huzuruna, O'nun rahmetini ve rızasını kazanmış, kendilerine değer verilmiş olarak çıkacaklar. Tıpkı şerefli elçilerin yüksek bir makama kabul edilmeleri gibi.
Bazılarına göre bu âyette geçen 'vefd’ kelimesi heyet hâlinde veya binek üzerinde demektir. Buna göre âyetin anlamı şöyle: Muttakiler binek üzerinde (heyet hâlinde), kendilerine ikram edilerek, nimet ve değer verilerek Allah'ın huzurunda toplanacaklar.[816]
6- Güzel Bir Sonuç:
"İnananlar ve ittika edenler için, elbette ahiret ödülü daha hayırlıdır."[817]
Ahiret mükâfatı, dünyanınkinden daha fazla olmakla beraber dünya mükâfatından birşey eksiltmez. Yeter ki insanoğlu iman etsin, Rabbine olan bağlılığında zaafa düşmesin, sahip olduğu takvayı gizli ve açık kontrol altında tutsun.
Böylece Allah (cc), Hz. Yusuf'un çektiği çilelere karşılık dünyada ona bazı mükâfatlar verirken, iman, sabır ve iyiliklerden ötürü de ahirette vereceği ecirleri müjdeliyor.[818]
"Bunlar, sana vahyettiğimiz gayb haberlerindendir. Bunları sen ve kavmin bundan önce bilmiyordun. Şu hâlde sabret. Şüphesiz (güzel olan) sonuç muttakilerindir."[819]
"İşte ahiret yurdu; biz onu, yeryüzünde büyüklenmeyi ve fesat çıkarmayı istemeyenlere (armağan) kılarız. (Güzel) sonuç da muttakilerindir."[820]
"Bu bir zikirdir (hatırlatmadır). Şüphesiz muttakiler için elbette varılacak güzel bir yer vardır."[821]
7- Ve En Büyük Mükâfat: Cennet
Şüphesiz ki muttakilerin elde edeceği nimetlerin, üstünlüklerin, ödüllerin en büyüğü ve ebedî olanı cennettir. Ölümden sonraki sonsuz kurtuluş ve sonsuz nimetlerin sunulduğu mükâfat yeridir. Orada muttakiler için hazırlanmış armağanları, makamları ve güzellikleri anlatmaya kelimeler yetmez. Bunlar, dünyada insanların gördükleri, sevdikleri ve peşlerinden gittikleri değerli şeyler gibi değillerdir, daha da üstündürler.
Peygamberimiz (s.a.v) buyuruyor ki:
"İnsanın cennete girmesine en çok sebep olan şey, onun takvasıdır (Allah'a karşı duyduğu sorumluluk bilincidir).”[822]
Kur'an, muttakiler için hazırlanmış cennetin ve oradaki armağanların özelliklerini anlatıyor. Şimdi onların bir kısmını beraber okuyalım:
"Rabbinizden olan mağfirete ve eni gökler ve yer kadar olan cennete (kavuşmak için) yarışın. O, muttakiler için hazırlanmıştır."[823]
"(O gün) cennet takva sahiplerine yaklaştırılmıştır.”[824]
“Muttakiler, kendileri için hazırlanan ve yaklaştırılan cennete zümre zümre sevkedilirler.”[825]
"Bu bir zikirdir (hatırlatma ve öğüttür). Şüphesiz muttakiler için, elbette varılacak güzel bir yer vardır.
Adn cennetleri; kapılar onlara açılmıştır.
İçinde yaslanıp dayanmışlardır; orada bir çok meyve ve içecek istemektedirler.
Ve yanlarında da bakışlarını yalnızca eşlerine çevirmiş yaşıt zevceler vardır.
İşte hesap günü size vaad edilen budur.
Hiç şüphesiz bu, bizim rızkımızdır; bitip tükenmesi de yok."[826]
"Hiç şüphesiz muttakiler, cennetlerde ve nehir (çevresin)dedirler.
Oldukça kudretli, mülkünün sonu olmayan (Allah'ın) yanında, doğruluk makamındadırlar."[827]
Kur'an, ittika edenlere Allah'ın söz verdiği cenneti şu örnekle anlatıyor:
"...İçinde bozulmayan sudan ırmaklar, tadı değişmeyen sütten ırmaklar, içenler için lezzet veren içecekten (şaraptan) ırmaklar ve süzme baldan ırmaklar vardır; ve orada onlar için meyvelerin her türlüsünden ve Rablerinden bir mağfiret de vardır. Hiç (böyle mükâfatlandırılan bir kişi), ateşin içinde ebedî kalan ve 'bağırsaklarını parça parça koparan' kaynar sudan içirilen kimseler gibi olur mu?"[828]
"Takva sahiplerine vaad edilen cennetin misali: Onun altından ırmaklar akar, yemişleri ve gölgelikleri devamlıdır. Bu, Allah'a karşı sorumluluk duyanların (mutlu) sonudur; küfre sapanların sonu ise ateştir."[829] Kişi, böylesine arzuladığı bir yaşantıya, rahata ve emniyete devamlı bir gayretle ulaşabilir. Böyle bir sonuç elde etmek üzere çaba göstermeli, bunun için gereken ameli işlemelidir. Bu da ancak takva bilinciyle olabilir.
Kıyamet saatini, ölümden sonra başlayacak hayatı inkâr edenler, o gün ile karşılaştıkları zaman yok olmayı, ortadan kaybolmayı isteyecekler ama bu istekleri gerçekleşmeyecek. Kur'an bu gerçeği hatırlattıktan sonra şöyle soruyor:
"De ki: Bu mu daha hayırlı, yoksa takva sahiplerine söz verilen ebedî cennet mi? Ki orası, onlar için bir mükâfat ve son duraktır."[830]
"İnkarcılar, 'Rabbiniz ne indirdi?' diye sorulsa, 'Eskilerin masallarını indirdi' derler ve İslâmdan yüz çevirirler. Ancak aynı soru takva sahiplerine sorulsa, 'şöyle derler: ...Rabbimiz hayır indirdi' derler. Dünyada ihsan edenlere (güzel davranışta bulunanlara) hasene (güzellik) vardır, ahiret yurdu ise daha hayırlıdır. Takva sahiplerinin yurdu ne güzeldir.
Adn cennetleri; ona girerler, onun altından ırmaklar akar, içinde onların diledikleri her şey vardır. İşte Allah, takva sahiplerini böyle ödüllendirir.
Ki melekler, güzellikle canlarını aldıklarında, 'Selâm size, yaptıklarınıza karşılık olmak üzere cennete girin.' derler.”[831]
Dünya hayatında büyüklük taslayarak Allah'tan korkup sakınmayanlar, ahiret hayatında kötü bir sonuçla karşılaşacaklar. Azgınlıklarının karşılığını, zakkum ağacı, cehennemin kaynar suyu ve benzeri azaplarla görecekler. Buna karşın; [832]
"Muttakilere gelince, muhakkak onlar, güvenli bir makamdadırlar, cennetlerde ve pınarlarda...
Hafif ipekten ve ağır işlenmiş atlastan (elbiseler) giyinirler, karşılıklı olarak (otururlar).
İşte böyle; ve biz onları siyah, iri gözlü hurilerle evlendirmişizdir.
Orada, güvenlik içinde her türlü meyveyi istemektedirler.
Orada, ilk ölümün dışında başka ölüm tatmazlar. Ve (Allah da) onları cehennem azabından korumuştur; senin Rabbinden bir fazl ve (lütuf) olarak. İşte büyük 'mutluluk ve kurtuluş' budur."[833]
"Şüphesiz muttaki olanlar, gölgeliklerde ve pınar başlarındadır.
Ve canlarının çekip arzu ettiği meyveler (arasındadırlar).
Yapmakta olduklarınıza karşılık olmak üzere, afiyetle yeyin ve için.
Elbette biz, ihsan edenleri (iyi ve güzel davrananları) işte böyle ödüllendirmekteyiz."[834]
Kur'an'ı ve onun haber verdiklerini yalanlayanlar sürüklenerek cehenneme atılırlar. Onlara; "...Girin oraya, siz ancak yapmakta olduklarınız ile cezalandırıyorsunuz." denir. Arkasından da Allah'tan ittika edenlerin durumu açıklanıyor:[835]
"Hiç şüphesiz muttakiler, cennetlerde ve nimet içindedirler.
Rablerinin kendilerine verdikleriyle 'sevinçli ve mutludurlar'. Rableri, kendilerini 'çılgınca yanan cehennemin' azabından korumuştur.
'Yapmakta olduklarınızdan dolayı afiyetle yeyin ve için.[836]
Özenle dizilmiş tahtlar üzerinde yaslanıp dayanmışlardır. Ve biz, onları iri ceylan gözlü hurilerle evlendirmişiz. İman edenler ve soyları da kendilerini imanda izleyenler (var ya); biz onların soylarını da kendilerine katıp eklemişiz. Onların amellerinden hiçbir şeyi eksiltmedik. Her kişi, kendi kazanmakta olduğuna karşılık bir rehindir.
Onlara, istek duyup arzuladıkları meyvelerden ve etten bol bol verdik.
Orada bir kadeh kapışır, çekişirler ki, onda ne 'boş ve saçma bir söz', ne de bir günah...
Kendileri için (görevlendirilmiş hizmetçi) civanlar, etrafında dönüp dolaşırlar; sanki (her biri) 'sedefte saklı inci' gibi tertemiz, pırıl pırıl.
Kimi kimine dönüp sorarlar:
Dediler ki: 'Biz doğrusu daha önce, ailemiz (yakın akrabamız) için de endişe edip korkanlardık.[837]
Şimdi Allah, bize lütufta bulundu ve bizi 'hücrelere kadar işleyen' kavurucu azabından korudu.
Hiç şüphesiz, biz bundan önce O'na dua (kulluk) ederdik. Gerçekten O, iyiliği bol, esirgemesi çok olanın ta kendisidir.”[838]
[782] En'am: 6/155.
[783] S. Kutub, fı-Zilâli'l-Kur'an, 3/1237.
[784] Yâsin: 36/45.
[785] Hucurât: 49/12, Enfal: 8/69.
[786] L. Cebeci, Takva, s. 196.
[787] Âl-i İmran: 3/l30-1327.
[788] Al-i İmran: 3/15.
[789] Yusuf: 12/57. Ayrıca bak. Bakara: 2/212, Maide: 5/57, Yusuf: 12/109, Ra'd: 13/35, Tevbe: 9/44, 123, Kasas: 28/83, v.d.
[790] Nisa: 4/77.
[791] Maide: 5/35, 100, Âl-i İmran: 3/130, 200, Nebe': 78/31.
[792] Duhan: 44/5l.
[793] Tûr: 52/17.
[794] En'am: 6/32, Zuhruf: 43/33-35.
[795] A'raf: 7/128, Hud: 11/49, Yusuf: 12/56-57.
[796] Nahl: 16/30-32.
[797] Yunus: 10/63, Zümer: 39/61.
[798] En'am: 6/32. Hüseyin K. Ece, Takva Bilinci, Denge Yayınları: 270-273.
[799] Maide: 5/35.
[800] Nûr: 24/52.
[801] Haşr: 59/9, Teğâbûn: 64/16.
[802] Bakara: 2/5.
[803] Talâk: 65/5.
[804] Mevdudî, Tefhim, 6/377.
[805] Ahzab: 33/70-71. Hüseyin K. Ece, Takva Bilinci, Denge Yayınları: 274-275.
[806] Meryem: 19/72.
[807] Tirmizi, Birr/55, Hadis no: 1987.
[808] Tur: 52/17-20. Hüseyin K. Ece, Takva Bilinci, Denge Yayınları: 275-277.
[809] Zümer: 39/61.
[810] Bakara: 2/212.
[811] S. Kutub, Tefsir, 1/214.
[812] Zümer: 39/20.
[813] Abese: 80/34-37. Hüseyin K. Ece, Takva Bilinci, Denge Yayınları: 277-280.
[814] Zuhruf: 43/67.
[815] M. Eseri, K. Mesajı, 3/1007.
[816] Zuhruf: 42/68. Hüseyin K. Ece, Takva Bilinci, Denge Yayınları: 279-280.
[817] Hicr: 15/45-48.
[818] S. Kutub, Tefsir, 4/2320, M. Esed, K. Mesajı, 2/620.
[819] Meryem: 19/85-86.
[820] İbni Kesir, Mııh. Tefsir, 2/465, Zamahşerî, el-Keşşâf, 3/41, S. Kulub. Tefsir, 4/2320.
[821] İbni Kesir, Muh. Tefsir, 2/465, Bağavî, Tefsir, 3/209, S. Ateş, Tefsir, 5/401. Hüseyin K. Ece, Takva Bilinci, Denge Yayınları: 280.
[822] Yusuf: 12/57.
[823] S. Kutub, Tefsir, 4/2014.
[824] Hûd: 11/49.
[825] Kasas: 28/83.
[826] Sâd: 38/49.
[827] Müsned, 2/392, 442. Nak. N. Turgay, Şamil, İ. A., Takva mad. 6/101.
[828] Âl-i İmran: 3/133.
[829] Şuarâ: 26/90. Ayrıca bak. Kâf: 50/31.
[830] Zümer: 39/73.
[831] Sâd: 38/49-54.
[832] Nahl: 16/30-32.
[833] Kamer: 54/54-55.
[834] Muhammed: 47/15.
[835] Duhan: 44/51-57.
[836] Mürselât: 77/41-44.
[837] Tûr: 52/17-28.
[838] Ra'd: 13/35. Hüseyin K. Ece, Takva Bilinci, Denge Yayınları: 281-286.