- Afganistan da İslami Hareket

Adsense kodları


Afganistan da İslami Hareket

Smf Seo Versiyon , -- Seo entegre sistem.

Array
seymanur K
Wed 21 September 2011, 01:18 pm GMT +0200
Afganistan'da İslami Hareket


Geçmişi bir hayli karmaşık olan Afganistan'ı sadece İslam'ın girmesiyle tanıtacağız. İlk defa Hz. Osman zamanında İslam Afganistan'a girmeye başlamışsa da muaviye döneminde kesinlik kazanarak, 20. yüzyıla kadar iri­li ufaklı hükümdarlık ve hakimiyetlere şahid olmuştur. 1880'li yıllarda hüküm süren Abdurrahman Han, devleti sağlam temellere oturtuş ve 20 yıl hüküm sürmüştür. 1901 yılında yerine geçen oğlu Habibullah Han, dış siya­set konusunda tamamen İngilizlerin kontrolü altında kal­mış ve Batı emperyalizminin ilk sömürü kolunun Afga­nistan'a girmesine neden olmuştu.

1919'da yönetim Emanullah Han'a geçince Ruslarla bir dostluk anlaşması yapılmış ve her iki ulus birbirleri­nin hürriyetlerine saygılı olacaklarına dair söz vermişler ne ki Rusya kısa zamanda vadinden dönmüş ve anlaşma­nın maddelerini ihlal etmiştir.

Emanullah Han, Batı kültür ve sistemini çeşitli hile ve yutturmacalarla Afganistan'a taşımak istediğinde, Müslümanlar tepki göstermiş ve kanlı isyanlar zuhur et­mişti. Neticede Emanullah, yerine savunma bakanı Nadir Han'ı bırakarak İtalya'ya kaçmıştır.

Nadir Han, İngilizlerin yardımıyla isyanları bastırmışsa da müsabakanın birinde bir öğrenci tarafından öldürülmüştür. Yerine meşhur Zahir Şah getirilmiştir. 1933'ten 1973'e kadar 40 yıl sürekli padişahlık yapan Za­hir Şah, başbakanı olan ve Ruslarla çok iyi anlaşabilen Davut Han tarafından tahtan indirilmiş ve yerine kendisi geçmiştir.

Sözde ülkeye cumhuriyet rejimini getiren Davud Han, kendisini ülkenin hem başbakanı, hem de cumhur­başkanı olarak ilan etmiştir. Ancak bu hükümdarlığı uzun sürmemiş ve 1978'de bir gurup demokratlar tarafından ih­tilal yapılmış ve Davut Han ailesiyle tevkif edilerek idam edilmişti. Yeni demokratik Afganistan cumhuriyetine sa­hip olan ihtilal konseyi arasında görev bölümü yapılarak M. Terakki ihtilal konseyinin başına getirilmişti. Bu komünist darbe, H. Amin, Babrak Karmal ve general Abdulkadir gibi üyelerden oluşuyordu.

İktidar hırsından dolayı kendi aralarında dahi anlaşa­mayan bu azgın herifler, gün geçtikçe halka yönelik baskı ve zulümlerini artırıyor ve memleketi Ruslar'ın kontrolü­ne sokmak istiyorlardı. Bunlara bir türlü seyirci kalama­yan müslüman halk, gizli gizli örgütlenmeye başlayarak zalim respotlara karşı cihada hazırlanıyordu. Aslında müslümanların cihad faaliyetleri yeni değildi. Zahir Şah döneminde başlamıştı, ancak o yılarda yapılan cihad, ka­lem ve irşaddan ibaretti. 1978'lere gelindiğinde müslümanlar daha da güç kazanmış ve artık varlıkları herkes ta­rafından bilinmişti. Ayrı ayrı guruplar halinde çalışan mevzisel hareket, 1979 Mait'ında 28 eyaleti elegeçirmişti. Bu dağınıklık ve mevzisel çalışmaların kayıplarını gören İslami hareketler 1979 Ağustos'unda biraraya gelip "İslam Birliği"ni oluşturarak çalışmalarını sürdürmüşlerdi. Yapılan bu anlaşma ile uzman ve müşavir adıyla Rus as­ker ve subayları yavaş yavaş Afganistan'a gelmeye başla­mıştı. 1979 Eylül’ünde Hafız Amin bir darbeyle terakki'yi öldürmüş ve ikinci uşak olaraksahneye çıkmıştı. Amin'in izlemiş olduğu politika, Mücahidlere karşı son derece yu­muşak olmaktı. Ancak çıkarmış olduğu genel afla kimse­yi aldatamamıştı. Bir taraftan halk cepheye koşarken, di­ğer taraftan ordudan subay ve askerler fevc fevc müca­hidlere katılıyorlardı. Olaylara daha fazla seyirci kalama­yan, ve Amin'in hezimetine daha fazla üzülmeye gelme­yen sovyet Rusya 1979 aralığında Afgan yönetimine res­men el koyarak Amin'i öldürttü ve yerine üçüncü uşak Babrak Karmal'ı getirdi. Bu hareketle Sovyet Rusya sanki Afganistan'a taşınmıştı.

Bu tarihi yaklaşımdan sonra, Afganistan'da faaliyet gösteren İslami hizipleri ve ihtilaf sebeplerini kısaca izah­tan sona olup bitenlerden söz etmeye çalışacağız.

1. Hizbi İslami: Bu cemaatın lideri, birçok şehidin arasından birbuçuk yıllık zindanla (1970'li yılların başın­da) kurulan Gulbeddin Hikmetyar'dır. 1970'li yılların ba­şında hareket üniversitelerden başlamış ve kısa zamanda kontrolü ele geçirmiştir. 1978lere gelindiğinde Hizb-i İs­lami cihad faaliyetlerini çoğaltır ve nihayet Rusların gelmesiyle kıyam ulusal bir şekil alır. Hizb-i İslami bugün diğer cemaatlara kıyasen en büyük ve en organizeli teşki­lattır, teşkilatın ana hedefi, silahlı cihad yoluyla İslami ül­kede hakim kılmaktır. Cemiyeti İslami bu düşünceye karşılık geniş bir eğitim programıyla halkı cihada hazırlayıp neticeye gitmeyi planlamış ve metotta ayrılm şiardır.

2. Cemiyeti İslami: Bu hareket 1957'de Gulam Mu­hammed Niyazi tarafından kurulmuş, 1972'de Burhaneddin Rabbani liderliğe getirilerek bu güne dek varlığını sürdürmüştür. Gulam muhammed 1978 devriminden son­ra şehid edilmiştir.

Geniş bir kültürel çalışmayla halkın eğitilmesini esas alan Rabbani'nin Cemaati, Rusların Afganistan'ı işgaliyle kendilerini silahlı cihadın içinde buldular. Siyasi ve aske­ri alanlarda Hizb-i İslami'den sonra gelir. Temel amacı Kur'an ve Sünnet'e dayalı bir Aslam devleti kurmaktır.

3. Hareketi İnkılabı İslamiye: Bu hareket 19781erde mevlevi Muhammed Nebi Muhammedi önderliğinde kurulmuştur, temel amacı, Hizb-i İslami ile Cemiyeti İs­lami arasındaki ihtilafları çözmek, medrese kökenli mollalar ile mekteplerden yetişmiş olan müslümanları bir çatı altında toplamak ve daha geniş halk tabanlı bir savaş ver­mektir. İdari kadronun çoğunluğunu mevleviler (Alimler) oluşturmaktadır. Ancak bu mevleviler dünya siyasetini yakından bilemedikleri için teşkilatı Batıya yamamanın başındadırlar ve diğer Batıcı hiziplede beraber hareket et­mektedirler. Amacı İslami bir devlet kurmaktır. Ancak Batıya karşı oldukça yumuşak davranmaktadır.

4. Hizb-i İslami Halis: Bu teşkilat. Hareketi İnkılabı İslameyi'den kopmuştur. Hareketin lideri Mevlevi Yunus Halistir. Siyasi olmaktan daha ziyade askeri bir görünüm arzeden teşkilatın idare kesimlerinde daha çok medrese kökenli alimler bulunmakta ve İslami gelenekleri koru­maya özel bir ihtimam göstermektedir. Hizbin mücahidleri Kabil çevresinde gerilla faaliyetlerinde oldukça etkin­dirler. Temel amaçları İslam devletine sahip olmaktır.

5. İttihadı İslamiyyi Mücahidin: Bu teşkilat, 79 Aralığında Rusların Afganistan'a bizzat müdahale etme­siyle, değişik çanlar altında faaliyet gösteren cihad birim­lerini bir çatı altında toplama çabasıyla ortaya çıkar. Teş­kilatın lideri 1973'de Dvud Han tarafından tutuklanıp, 1979'da Babrak karmal'ın affıyla çıkıp Pakistan'a hicret eden Rasul Sayyaf tır.

Sayyafın 1979 birliği 18. gününde dağılırken, 1981'de tekrar yeni bir ittihad çalışması başlatır. "Çünkü birlik olmadan ne Ruslar geri püskürtülür, ne de İslam hakim kılınır" diyordu. Bu çalışma bütün gurupların katı­lımı ile 1981'de ilan edilir. Ancak şûraya gönderilecek ki­şilerin tasfiye komitesinden geçme kakan "birlikte" ilk çatlağı oluşturur ve Seyyid Ahmet Geylani "birlikten" ayrıldığını ilan eder. Diğerleri de onu takip eder.

Bu cemaat askeri faaliyetlerden ziyade, dışardaki si­yasi faaliyerlere ağırlık vermektedir. Daha ziyade Arap ülkeleriyle temastatır. Pakistan sınırında bir kaç cephede etkili olan teşkilatın amacı, Kur'an ve Sünnet'e dayalı ba­ğımsız bir devletin kurulmasıdır.

6. Cepheye Necati Milli: 1978 yılında İmam Rab­bani soyundan geldiğini iddia eden, halk üzerinde tarikat silsilesi ile belli bir etkinliği olan Sıbgatullah Müceddidi tarafından ve Zahir Şah taraftarlarının da desteğiyle kuru­lan kozmopolit bir teşkilattır. Batıyla iyi ilişkiler içerisin­de olan bu teşkilatta İslami kesim kadar, faydacı ve fırsat­çı kesimler de kendilerine yer bulabilmişlerdir. Sınırlı bir nüfuza sahip olmakla beraber hayatiyetini sürdürmekte­dir.

7. Me'hazı Milli: Bu teşkilat da Cepheyi Necat gibi tarikat çevresinden oluşmuştur. Tarikatın piri, Seyyid Ah­met Geylani'dir. 1979 yılında kurulan bu teşkilat, Batıyla iyi ilişki içerisindedir. İslami kaygılardan ziyade Rus askerlerinin korkusuyla bir araya gelen müridlerden oluş­muştur.

Son üç teşkilat (İttihadı İslami, Cepheyi Necat, Me'hazı Milli) her ne kadar amaçlarının İslami olduğunu söylüyorlarsa da batılıların korkusundan veya tepkisini çekmediğinden dolayı milliyetçilikten de vazgeçmiyorlar.

Afganistan'da bu yedi cemaatten ayrı sayılan 10'a va­ran ve hepsi İran destekli şii cemaatler de vardır. Bu ce­maatler, sünni kardeşleri gibi mücadele vermektedirler. Afganistan'ın orta kesiminde oldukça etkindirler. [238]

Saydığımız bu cemaatlar arasında en fazla karşı kar­şıya gelen ve birbirleriyle İslam cengi yapan cemaat, Hiz­bi İslami ile Cemiyeti İslami'dir. Çünkü bölgede en fazla etkin olan, en fazla güç sahibi olan (siyasi veya askeri) bu iki cemaattır. Diğerlerinin fazla bir etkinliği olmadığı için, diğer cemaatlerle savaşmıyorlar. Artı, diğer cemaat­ler zaten birleştirmek için ortaya çıkmışlardı.

Ancak Hizbi İslami ile Cemiyeti İslami arasındaki yöntem farklılığı kendilerine pahalıya mal olmuştur.

Yöntem farklılığının bedelini kanlarıyla ve canlarıyla ödediler.

Aralarında belki bir takım haklı gerekçeler olabilir; ama bunlar asla birliği zedelememeliydi.

Afganistan yıllar yılı cahili yasalarla idare edilegelmiş ve halkı tamamen cahil bırakılmıştır. Halk, zihnen, fikren ve ilmen oldukça ihmale uğratılmıştır. Halkın %10'u ancak okuma yazma sahibi olabilmiştir. Bu olum­suzluklar savaş günlerinde kendilerine çok pahalıya mal olmuştur. İslami bilgi ve bilinç olmayınca iç anlaşmazlık­lar çıkmış ve çıkan bu anlaşmazlıklar İslami esaslara göre çözülememiştir. Hatta, bilinçli olarak kurulu rejimlere karşı öteden beri mücadele veren yiğit müslümanlara hal­kın büyük çoğunluğu alimleriyle birlikte karşı çıkmış, ye­ni bir din getirmekle, mezhepsizlik yapmakla suçlamış­lardı. Ancak 78 devrimi ile halk, komünistlerle beraber olmaya razı olmadı ve silahını alan dağa çıkarak mücahidlere katıldı. İslam savaşçılarının safına dalga dalga olan bu katılım 79 işgali ile son şeklini aldı. Artık saflar ayrılmıştı. Bu safta mücahidler; diğer safta kafirler...

Şimdi herşeyden yoksun olarak mücahidlere katılan bu halk yığının getirdiği birçok problemler vardı otada. Mücahidler kendilerine katılan bu halk yığınlarını İs­lam'ın potasında eritmeye çalışacaklardı. Bir tarafta dün­yanın yenilmez dediği bir süper devlet ve uşakları, diğer tarafta, halkın ilmen, fikren, teknik yönden ve savaş yö­nünden yetiştirilmesi meselesi...

Başta mücahidlerin komutanları, sonra savaşa katılan halk, ben, sen, o, biz, siz, onlar, şii-sünni, Fars, Türkmen, Peştun, Tacik; kavim, aşiret, akraba; ana, baba, evlat; ge­ce, gündüz, dere, tepe, dağ, ova, yaz, kış demeden sadece

Allah'a güvendiler. O'na dayandılar ve direnip kahraman­ca savaştılar. Öyle zaferler elde ettiler ki bütün dünya on­ların üstünlüklerinden söz ediyordu.

İlk birkaç sene içerisinde yılmadan, grup-hizip farkı gözetmeden savaşan bu yiğit mücahidler büyük topraklar ve birçok ganimetler elde ettiler. Sovyet Rusya gibi süper bir devleti etkisiz hale getirip kovdular. Fakat kendi aralarında geçici hükümet kurmalarına rağmen kısa müddet soma niçin bu hükümeti dağıttılar ve kukla Babil Rejimi niçin hâlâ ayaktadır?

Kanaatımca savaşan insan gücünün disiplin altına alınmaması ve eğililmemesidir birinci problem. Cihad öncesi okuma-yazması olmayan, işi-gücü çobanlık veya benzeri meşguliyetler olan insanların komutan (bölge ve­ya küçük gurup) olduğunu düşünelim. Elbetteki bu du­rum İslami harekete problem olacaktır. Ancak eğitim ve bilinçten yoksun bu halk yığınlarını eğitmek, istenilen se­viyeye getirmek ve görevi ehline vermek parti (hizip) liderlerine düşer ki, bu da onlara büyük bir sorumluluk yüklenmektedir.

Cihad, çok geniş ve kapsamlı bir kavramdır. Bu kav­ramı salt savaşa (öl-öldür) hasretmek yanlıştır. Cihad kavramı savaşı kapsadığı gibi, insanların eğitim ve öğre­timini, silah ve teçhizatın kullanılmasını, lojistik faktörle­ri, istihbarat birimlerini, siyasi gelişmeleri ve basan için her türlü çalışmayı da kapsar. İşte bu bağlamda mücahidleri değerlendirdiğimizde, öl-öldür için hazır olduklarını, ancak mutlak zafere kavuşmak için bir çok eksikliklere sahip olduklarını müşahede ederiz.

Bu eksikliklerden -ki önemlidir- birinci madde olarak belirttiğimiz, savaşa katılan insanların komutanlar tarafindan eğitilip disiplin altına alınmamaları yanında, ben­cillik ve egoist tavırlar, particilik ve grupçuluktan kay­naklanan sorunlar, aşiret duygularının ağır basması, kav­miyetçilik duygularının önplana çıkartılması, düşman ajanlarının getirdiği sorunlar, suçluların cezalandırılma­ması, ganimet bölüşümü, şahsi çıkarların zuhuru, mezhe­bi farklılıklar, zekat veya göşürün doğurduğu sorunlar, kurtarılmış bölgelere kimin nasıl sahip çıkacağı sürtüş­meleri, şahsi ihtiraslar, cehalet, araziden doğan anlaşmaz­lıklar, daha fazla silaha sahip olma hırsı gibi anlayış ve davranışlar koca bir Afgan cihadını olumsuz yönde etki­lemiş ve fiili kıyam hareketi onbeşinci yılına girdiği hal­de halen istenilen başarıyı kazanamamıştır. Mutlak başarı bir yana, hizipler, partiler arası çatışmalar ve savaş bir çok değeri alt-üst etmiştir. Başlangıçta çok temiz ve saf bir akideyle cihada katılan bir mücahidin itirafları şöyle­dir: "Ruslar gitti. Cihad bitti. Geçen on yıl boyunca mücahid idim. Ama şimdi değil, çünkü o zaman küfre karşı savaşıyorduk, şimdi burada ne devlet var ne de Ruslar. Fakat savaş var, nüfuz sahibi olma ve tahakküm etme sa­vaşı! Bazı kumandanlar cahil. Mücahidlerine vur diyor­lar, onlar da vuruyor! Vurduğum müslüman mı, kafir mi, niçin vuruyorum? diye düşünen yok, iyisi mi ayrılmak. Burada düşman yok ama savaş var. Kunduz'da savaş yok ama düşman var..." [239]

İşte Mücahid'in acı ve gerçek itirafı böyleydi. Kardeş kavgasına engel olamayınca daha fazla müslüman kanı dökmektense ayrılmak daha hayırlıdır deyip ayrılıyordu. Ancak yüreği kan ağlıyor ve şöyle dua ediyordu:

"Allah'ım! Şehidlerin, yetimlerin, gazilerin, muhacirlerin yü­zü suyu hürmetine bizleri ıslah et. Bizi haktan, adaletten ve sıratı müstakimden ayırma..."

İslam cengi dedikleri guruplar arası veya kardeş kav­gası, işi öyle bir noktaya getirdi ki birbirlerinin yollarına mayın döşemek mi dersiniz, birbirinin silah, lojistik malzeme, ilaç ve benzeri eşyalarına elkoymak için yol kesmeleri mi dersiniz, savaş esnasında birbirlerine karşı tank, top ve helikopterlerle saldırmayı mı dersiniz, birbir­lerini hırsızlık, ajanlık, katillikle suçlamayı mı dersiniz, daha neler neler...

Bütün bu ciddi olumsuzluklara Peşaver'deki parti ko­mutanları ve geçici hükümet de bir türlü engel olmak istememiş veya olamamışlardır. Sonuçta binlerce insan İs­lam çenginde öldürülmüş ve o kadarı da yaralanmıştır. Hatta yüzlerce komutan bu tür savaşlarda yok olup git­mişlerdir. Bütün bunların faturasını bence -daha önce belirttiğimiz gibi- komutanlara yüklemek lazım veya komu­tanların öncelikle hatayı kendilerinde aramaları gerekir. Onlar gerekli dürüstlüğü, İslami hassasiyeti ve İslami hoşgörüyü gösterirlerse eminim ki sorunların büyük bir kısmı çözülecektir.

Onbeş yılı aşkın kıyama ve direnişe geçen Afgan mücahidleri hatırlanınca akla cihad, savaş, hicret, şehid, yetim, gazi gelmektedir ve biz inanıyoruz ki İslam çengi­ne son verilirse mücahidlerin savaş meydanlarında kanla­rı pahasına kazandıkları zaferleri çeşitli hile ve entrikalar­la yuvarlak masalarda kaybetmeyecekler. Bu şanlı zafer­leri kafirlere peşkeş çekmeye hiç kimse hak sahibi değil­dir. Eğer kendi aralarındaki anlaşmazlıklara son verirler­se, İslami hareket liderlerinin, curcuna haline dönüştürül­müş barış ve uzlaşma tekliflerine karşı taviz vermeden Afganistan'da İslam bütünüyle hakim oluncaya kadar di­renişlerini sürdüreceklerine inanıyoruz. İki milyon şehid, bir o kadar yaralı ve yedi milyon muhacir insana sahip Afgan mücahidleri, kafirlerin istedikleri çözümlere asla razı olamazlar. Artık mücahidler ne şartların değişmesini ne değişen şartların yumuşak ve esnekliğine ve ne de bı­yık altından gülen Amerika'nın sempatisine asla aldanamazlar. Eğer ismi çokça zikredilen yedi hizip (parti) ayeti kerimede tanımlandığı gibi kendi aralarında merhametli, kafirlere karşı şedid olup aralarında vahdeti sağlasalar; tağutlara karşı acı, kalır, çile ve savaş dolu oniki yıl bo­yunca sürdürdükleri ve iki milyondan fazla şehid, yedi milyon muhacir, onbinlerce sakat, yaralı, dul, yetim, ök­süz; evleri barkları, işyerleri tarumar edilmiş, ekili arazi­leri yakılmış, meyveleri, bostanları tahrib edilmiş maz­lum ve yiğit Afgan halkı zalim tuğyanlara ülkeye teslim etmeyecekler.

Bakınız, daha önce rejimin ajanı olup uzun uğraştan sonra mücahidlere katılan birinin itirafı şöyledir:

"Reji­min casus ve işbirlikçilerine direktifleri şunlardır: Aralarına nifak sokun, sorunlar yaratın, kavgalar yapın ve yaptırın. Birbirine karşı savaştırın. Ki savaşta ölenler bizim için kârdır. Savaş süresince veya sonrasında zayıf kalan taraf intikam almak için bize yaslanır ve bize geçer...

Hırsızlık yapın ve yaptırın... Halka baskı yapın, dai­ma rahatsız edin, yaptığınız her türlü gayri meşru fiili mücahidler adına yapın ki halkın onlara olan güveni kal­masın. Onların kıyafetlerini iyi taklid edin ki size güven­leri artsın." [240]

İşte düşman her zaman budur. Bunu farketmemek acı bir saflıktır. O halde mücahidlerin mutlaka bu oyunları farketmeleri gerekir. Şunu da açıkça belirtelim ki hangi hizip mücahidleri bir çatı altında toplayabilecek bir güce ve teşkilatlanmaya sahip olursa, Afganistan'da çoğunluğu elde edebilir ve diğer gurupları da kendi etrafında toplayarak özlemi duyuları bir birliği sağlayabilir. Bunun için de bu işe soyunan hizbin neye malolursa olsun büyük fedakarlıklara katlanması, olağanüstü müsamaha gös­termesi ve sürekli Allah'tan yardım dileyerek alicenaplıkla hareket etmesi gerekir. Bunu mutlaka birileri­nin yapması zaruridir. Aksi takdirde Afgan cihadından sözetmek abes olacaktır. Zira şu anda kardeş savaşından başka bir şey yoktur.

Son iki yıldır birleşmenin zaruretinden başka çıkar yol olmadığını düşünen insanlar az değildir. Dileriz ki bu uğraşlar sonunda semeresini verir ve mücahidler ilk gün­lerde olduğu gibi yekvücud olarak tağutlara karşı savaşır. Ülkeye İslam nizamını hakim kılarlar. Allah tüm müslümanlara birlik beraberlik nasip eylesin, bizi her türlü tefrikadan uzak tutsun. Hepimize zafer nasip etsin. [241]



[238] Dış Politika, Afganistan Dosyası. (sayı;2)

[239] Cihadı Kuşanan Topraklar.

[240] A.g.e.

[241] Beşir İslamoğlu, İslami Hareketin Tarihi Seyri, Denge Yayınları, İstanbul, 1993: 316-327.