- Abdülmecid döneminde Osmanlı müzik hayatı

Adsense kodları


Abdülmecid döneminde Osmanlı müzik hayatı

Smf Seo Versiyon , -- Seo entegre sistem.

Array
hafiza aise
Thu 26 July 2012, 01:29 pm GMT +0200
Sultan Abdülmecid döneminde Osmanlı müzik hayatı
Harun KORKMAZ • 80. Sayı / DOSYA YAZILARI


Sultan Abdülmecid Osmanlı’nın hızlanan Batılılaşma sürecinde belli bir noktaya gelindiği, kurumlar ve idari yapılanmadan sonra hayat tarzında da Batılılaşma temayülleri had safhaya ulaştığı bir dönemde, daha 17 yaşındayken tahta çıkmış ve kendini bir yığın siyasi sorunla karşı karşıya bulmuştu. Babası Sultan II. Mahmud, Türk musikisini himaye ettiği gibi Batı müziğine de ehemmiyet gösterdi. Birçok Avrupalı bestekârı saraya davet etti, Batı tarzı marşlar ve başka formlarda eserler bestelettirdi. Sultan Abdülmecid de bu tutumu sürdürdü. Nitekim bu dönemde de Batı Avrupa Müziği, Osmanlı insanın hayatında ciddi biçimde yer tutuyordu.

Sultan Abdülmecid, genç yaşına rağmen çok iyi yetiştirilmiş bir padişah adayıydı. Tahta geçtiği zaman sanat politikalarını da son derece başarılı bir şekilde yürüttü. Kendisi zaten ciddi biçimde Batı Müziği eğitimi almıştı ve aynı zamanda hat sanatkârıydı. İyi derecede Fransızca konuşan padişah, piyano çalmasını da öğrenmişti ve nazarî musiki bilgisi kuvvetliydi.

Sultan Abdülmecid, 22 yıllık saltanatı süresince müziği ve musikişinasları daima himaye eden, destekleyen ve onlara fırsatlar sunan bir devlet adamı olmuştu. Bu dönemin önde gelen Batı Müziği adamlarının başında Giuseppe Donizetti geliyor. Sultan II. Mahmud devrinde İstanbul’a gelen ve “Mahmûdiye Marşı”nı besteleyen İtalyan besteci, Sultan Abdülmecid’den de destek görmüş ve çalışmalarını sürdürmüştü. Sultan Abdülmecid için ise “Mecîdiye Marşı”nı saltanat marşı olarak bestelemişti (1839). Bu beste, 22 yıl devlet marşı olarak çalınmış, Osmanlı’da ve sair devletlerde notaları defalarca basılmıştı. Bu nüshaların İstanbul’da neşredilenlerinden birinde yer alan şu ifade dikkat çekici: “Vâlid-i mâcid-i hazret-i şehriyarî cennetmekân Sultan Abdülmecîd Han Hazretleri’nin devr-i saltanatlarındaki marş-ı sultânî olup âhiren şeref-sâdır olan irâde-i seniyye-i hazret-i hilâfetpenâhî mantuk-i âlisince resmî marş olmak üzere kabul buyrulmuştur.”

Osmanlı İmparatorluğu’nda diğer Avrupalı devletler gibi millî marş geleneği bulunmadığından, her padişah için ayrı marşlar bestelenmişti. Mecidiye Marşı da bu sebeple bilhassa Sultan Abdülmecid devrine has kalmıştı. Nitekim akabinde tahta çıkan Sultan Abdülaziz için de Callisto Guatelli Aziziye Marşı’nı bestelemişti.

Donizetti’ye paşalık unvanı getiren Mecidiye Marşı, bolca şarkî unsurlarla doludur. Melodik yapısı incelendiğinde bu marş, Donizetti Paşa’nın on yılın ardından üzerinde oluşan İstanbul üslûbu tesirini gözler önüne seriyor. Nitekim Fransız yazar Théophile Gautier nakledeceğimiz aşağıdaki pasajda, mübalağalı da olsa bu tesiri şöyle ifade ediyor:

“Avrupalıları dehşete düşürmeden, İslâmî kulaklara da hoş gelmesi açısından içinde bol bol def ve derviş flütü bulunmakta.”

Giuseppe Donizetti’nin İtalya’da yaşayan küçük kardeşi Gaetano Donizetti de Sultan Abdülmecid için 1841’de bir askerî marş bestelemişti. “Gran Marcia Militare Imperiale” diye isimlendirdiği bu marş karşılığında, padişah tarafından “Nişân-ı İftihâr” ile taltif edilmişti ve Ahmed Fethi Paşa imzası ile bir teşekkür mektubu gönderilmişti. Bu mektup ve nişanın beratı bugün Napoli Konservatuarı Kütüphanesi’nde muhafaza ediliyor.

Donizetti Paşa, Sultan Abdülmecid için başka besteler de yapmıştı ve bu bestelerinde oryantal bir üslup benimsemişti. Türkçe güfteli besteleriyle padişahın iltifatlarına ve ihsanlarına mazhar olmuştu. “Sultan Mecid binler yaşa”, “Padişahım sen bu nevsâhil-sarayda sûr safâ”, “İzz ü şevketinle Hünkârım” gibi eserleri bunlardan birkaçı. Bir de sözlü millî marş geleneğinin ilk matbu örneği olarak kabul edilen, şan partisi tek sesli, fakat piyano refakatinde okunan eseri var.

Sultan Abdülmecid müzik reformlarında sınır tanımıyordu. Devlet-i Aliyye tarihi boyunca Cuma selamlığına refakat eden mehterin yerini onun döneminde meşhur bestekâr Rossini’nin eserleri almıştı. Padişah bu modern alafranga besteler eşliğinde halkın arasına çıkıyordu. Abdülmecid’in tahta çıkışından hemen sonra İstanbul’a gelen Danimarkalı meşhur hikâyeci Hans Chrisitian Andersen, uzaktan gözlemlediği bir Cuma selamlığı esnasında değişik noktalara yerleştirilen çeşitli bandoların belirli aralıklarla Rossini’nin Wilhelm Tell’inden parçalar çaldıklarını müşahede etmiş ve hatıratında nakletmişti.

Lizst İstanbul’da
Bu devirde saraya gelip Sultan Abdülmecid’in huzurunda konserler veren ünlü yabancı sanatçılar büyük bir heyecan oluşturuyordu. Muzıka-i Hümâyun, bünyesindeki müzisyenlerin sanat çalışmalarına hız katıyordu. Gelen ünlülerden hiç şüphesiz en önemlisi Franz Lizst’ti.

Osmanlı Devleti’nin resmî gazetesi Takvîm-i Vakayi’nin Aralık 1846 tarihli 309. sayısında sanatkârın İstanbul’a geleceğine dair kısa bir haber yayınlanmıştı. “Bazı haberlere göre, piyano üstadlarının meşhûrlarından Avrupa’nın bütün hükümet merkezlerinde nam kazanmış olan Mösyö Lizst bu aralık İstanbul’a gelmek üzere imiş.”

Lizst’in İstanbul’a gelişi bu haberin yayınlanmasından 6 ay sonraydı. Sanatçı, Abdülmecid tarafından kabul edilerek beklenilen konserini vermişti.

Lizst’in yakın dostu Kontes d’Auoult arkadaşlarından Pictet’ye gönderdiği mektupta bu konserden şöyle bahseder: “Sultanın sarayında şu hoş hadise cereyan etmişti: Davetliler, Lizst’in eserlerinin başarıyla çalınmasından sonra birbirlerine şunları söylediler; Hiç kimsenin parmaklarını bu kadar süratli hareket ettirebileceğini ummazdık.”

Franz Liszt, Donizetti’nin Sultan Abdülmecid Han marşından ilham alarak, Sultan’a bir parafraz  da ithaf etmişti (1847). Franz Liszt, Sultan tarafından iftihar nişanı ve kıt’a nişanı ile taltîf edilmişti. Ünlü besteci İstanbul’da, meşhur piyano fabrikatörü A. Alexandre Kommendinger’ın, Beyoğlu’ndaki evinde konuk olarak kalmıştı.

Sultan Abdülmecid bütün bu gelişmelerin yanında Türk musikisine de sahip çıkmıştı. Devrinde yaşayan kıymetli mûsikîşinaslara karşı hamiyetperver davrandığı inkâr edemeyeceğimiz bir hakikat. Dedeefendi, Dellalzâde gibi bestekârlara değer vermişti. Fakat Dede, yine de ortamdan hazzetmemiş ve saraydan uzaklaşmıştı.

Bu devrin şüphesiz en parlak ismi Hacı Ârif Bey’di. Türk musiki tarihinin şüphesiz en büyük şarkı bestecisi olan Ârif Bey, Sultan Abdülmecid’in ilgisini çekerek daha çok genç diyebileceğimiz bir yaşta saraya girmiş ve muhteşem bestelerini ardı ardına bestelemişti. Sultan Abdülmecid’le aralarında geçen bir hâdiseye binaen Hüseynî makamında besteleyip pâdişâha arz ettiği “Bana lutf eyleriken sen neden menfûrun oldum ben” şarkısı ise başlı başına bir şâheserdir.