- Abdullah İbn-i Ravaha

Adsense kodları


Abdullah İbn-i Ravaha

Smf Seo Versiyon , -- Seo entegre sistem.

Array
derya
Fri 26 February 2010, 05:32 pm GMT +0200
Abdullah İbn-i Ravaha (r.a.)

Ey Nefis!

Eğer Öldürülmezsen Ölürsün


Rasûlüllah (s.a.v.) ilk Akabe biatında, Ensar´dan on iki nakîble anlaşmak üzere, Mekke tepelerinde, Kureyş kâfirlerinden gizli olarak Medine´den gelen heyetle biraraya geldiğinde, Abdullah İbn-i Rava-ha; yaptıkları biatlar, o srrada Allah´ın dînî İslâm için şahane bir ha­reket olan, hicreti hazırlayan ve İslâm´ın Medine´ye taşıyıcıları olan o nakîblerden birisiydi...

Ertesi yıl, Rasûlüllah (s.a.v.) ikinci Akabe biatmda Medînelî. 73 Ensar´Ia anlaştığı sırada, büyük îbn-i Ravaha yine biat eden nakîbler­den birisiydi,

Peygamber´in ve ashabının Medine´ye hicret edip oraya yer­leşmelerinden sonra, Ensar arasında dinin zaferi ve onun ayakta dur­ması için. en çok gayret gösteren Ensarhydı. Yine müslümanlar hic­ret etmeden önce Medine halkının, kralları yapmak için taç giydirme­ye hazırlandıkları, kaybolan fırsatın acılığının boğazından gitmediği, ve kafasını artık İslâm´a tuzak aramada kullanan Abdullah İbn-i Ubeyy´-in entrikalarına karşı en çok dikkat edenlerdendi.

Abdullah İbn-i Ravaha basiretle bu belâyı takip etmeye başlayın­ca, îbn-i Ubeyy´in entrikaları kendi aleyhine çıktı ve hiçbir şey yapa­maz oldu.

İbn-i Ravaha (r.a.), yazı yazmaya pek vakit ayrılmayan bir çevre­de yazı yazan birisiydi...

O, şairdi de. Şiir ağzından, tatlı ve güçlü bir şekilde çıkardı...

O, müslüman olur olmaz şairlik gücünü İslâm´ın hizmetine ada­dı....

Peygamber onun şiirlerini sever, onun çok şiir söylemesini is-

Bir gün Rasûlüllah (s.a.v.) ashabıyla birlikte otururken Abdullah İbn-i Ravaha çıkageldi ve Hz. Peygamber ona sordu: « Şiir söylemek istediğinde nasıl söylersin?» Abdullah ona cevap verdi: « O konuda düşünür ve sonra söylerim». O anda içinden geldiği şekilde şu şiiri söylemeye başladı: «Ey hayırlı Haşimoğulları! Allah sadece sizi bütün insanlara üs­tün kıldı sende hayır olduğunu iyice anladım.

Ben onu, baktıkları şeyde onlardan farklı bir firasetle biliyorum. Eğer sen isteseydin veya bazılarından işinin halli için yardım is­teseydin onlar vermezler ve yardım da etmezlerdi.

Allah, sana verdi güzelliği, Musa´nın adını devamlı kıldığı gibi, devamlı kılsın. Muzaffer kılınmış kimseler gibi seni de muzaffer kıl­sın».

Rasûlüllah (s.a.v.) bundan memnun olup: . « Allah seni de İslâm´da daim ve sabit kılsın», buyurdu.

Peygamber kaza umresinde Kabe´yi tavaf ettiği esnada Ab­dullah ibn-i Ravaha önünde şu şiirini söylüyordu:

«Allah´ım! Sen olmasan hidâyet yolunu bulamaz, sadaka vermez, namaz kılmazdık.

Üzerimize bir huzur indir karşılaştığımız zaman ayaklarımızı sa­bit kıl.

Düşmanlar bize karşı azıp kudurdular, fakat fitne çıkarmak iste­dikleri zaman çekindik, katılmadık».

Müslümanlar da onun güzel şirini tekrar ediyorlardı. Şâir Abdullah îbn-i Ravaha:

«Şâirlere ancak azgınlar uyar». (Şuâra, 224) âyet-i kerimesi na­zil olunca çok üzülür. Ama:

«Ancak inanıp yararlı iş işleyenler, Allah´ı çok çok ananlar ve haksızlığa uğratıldıklarında haklarını alanlar bunun dışındadır». (Şu-âra/227) âyeti nazil olunca da neş´esî yerine gelir.

İslâm kendini savunmak için savaşmaya mecbur kalınca, ibn-i Ra-vaha şiirindeki:

«Ey nefis! Eğer öldürülmezsen ölürsün» sözlerini devamlı paro­lası yaparak, her savaşta müşriklerin içinde:

« Ey kâfir oğullan! Onun Rasûlüllah´in (s.a.v.)  yolundan çe­kilin,

Çekilin, bütün hayırlar Allah´ın Rasûlündedir» diye haykırarak, Bedir, Uhud, Hendek, Hudeybiye ve Hayber´de kılıcını taşıyordu.

Mute savaşı geldi...

Abdullah, komutanların üçüncüsüydü.

İbn-i Ravaha (r.a.) ve ordu Medine´den ayrılmak için hazırlan­maya başladılar...

Abdullah ibn-i Ravaha şu şiiri söyleyerek bekliyordu :

Fakat ben Rahmân´dan mağfiret ve ağızdan köpük fışkırtan te­sirli bir kılıç darbesi istiyorum.

Veya çok susuz birinin elleriyle hazırlanmış karnı ve ciğeri delen bir mızrak yarası istiyorum.

Nihayet, benim kabrime uğradıklarında «Allah´ın doğru yolu gös­terdiği asker! O doğruyu bulmuş» denilsin istiyorum.

Evet... Bu onun idealiydi, ondan başka bir şey istemiyordu... Ken­disini muzaffer şehidlerin alemine götürecek bir kılıç darbesi veya bir mızrak darbesi!!..

Ordu Mû´te´ye hareket etti, müslümanlar düşmanlarına baktıkla­rında, Bizans ordusunun iki yüz bin savaşçı kadar olduklarını tahmin ettiler... Çünkü sonu gelmeyen saflar ve hesabın üstüne çıkan sayı­lar gördüler!...

Müslümanlar kendilerinin azıcık sayılarına bakıp korkudan dille­ri tutuldu... Bazıları : «Rasûlüllah´a (s.a.v.) adam gönderip düşmanı­mızın sayısını haber verelim. O bize, ya takviye gönderir, ya da sa­vaşmamızı emreder ve biz de emre itaat ederiz» dediler...

Ancak ibn-i Ravaha, gün gibi, safların ortasında kalkıp onlara :

« Ey kavmim!

Vallahi biz, düşmanlarımızla, sayı, güç ve çokluk sebepleriyle dö ğüşmeyiz...

Biz ancak, şerefimizi yükselten müslümanlık için savaşırı

Haydi ilerleyiniz... Bu sayede iki güzel sonuçtan birisine erişiriz: Ya gazi oluruz, ya da şehîd...» dedi.

Sayıca az, imanca çok müsiümanlar şöyle fısıldadılar: « Vallahi, ibn-i Ravaha doğru söyledi».

Ordu, azıcık sayıyla, iki yüz bin kişilik Bizanslıyla, korku

için hedefine doğru yürüdü...

İki ordu karşılaştı...

Birinci komutan Zeyd ibn-i Harise şereflice şehîd düştü

İkinci komutan Cafer ibn-i Talib onu takip etti ve nihayet gıpta edilecek ve yüce bir şekilde şehîdliğe kavuştu...

Üçüncü komutan Abdullah İbn-i Ravaha, Cafer´in elinden sanca­ğı aldı... Savaş son haddine ulaştı. Bir avuç müslüman topluluğu He-rakliyüs´ün yığdığı güçlü ve gürültülü ordunun ortasında yok olmak üzereydi.

İbn-i Ravaha bir er olarak savaşırken hiç tereddütsüz ve hiçbir şeye aldırmaksızın çarpışıyordu...

Ama şimdi, bir ordunun komutanı olmuş ve kendi hayatından so­rumlu hale gelmişti. Karşısında Bizanslı belâsı vardı. Sanki ona bir tereddüt ve korku duygusu gelmişti. Fakat kendisini tehlikeye atacak bütün güçleri yardıma çağırmakta gecikmedi ve şöyle haykırdı^:

Ey-nefis! Yemin ettim. Sen mutlaka ona gideceksin. Bana ne oluyor da senin Cennet´i istemediğini görüyorum: Ey nefis! Eğer öldürülmezsen Ölürsün, Bu ölümün ecelidir. Sen onu tatmış durumdasın. Sen istemedin ama sana verildi. Eğer o ikisi gibi yaparsan sana hidâyet verildi. Bu son mısra ile kendisinden önce şehîd olan iki arkadaşı Zeyd ve Ca´fer´i kastediyordu...

«Eğer o ikisi gibi yaparsan sana hidâyet verildi...»

Ve fırtına gibi Bizanslıların üzerine esti.

Eğer, bugün Cennetle randevusunun olduğuna dair daha önce bir belge olmasaydı savaşan toplulukları yok edinceye kadar kılıcıyla dö­vüşürdü... Fakat göç saati, Allah´a gidişin başlangıcını ilân etmek üze­re çaldı ve şehîd olarak gitti...

Cesedi düştü ve temiz, ölümü arayan ruhu Refik-i A´lâ´ya yük­seldi...

En değerli idealleri gerçekleşmişti:

«Nihayet, benim kabrime uğradıklarında: ´Allah´ın doğru yolu gösterdiği asker! O doğruyu bulmuş´ denilsin istiyorum».

Evet... Ey îbn-İ Ravaha!

Ey Allah´ın doğru yolu gösterdiği asker! O doğruyu bulmuş!!...

Suriye´deki Belka topraklarında savaş devam ederken, Medine´­de, aralarında konuşmak üzere Rasûlüllah (s.a.v.) ashabıyla oturuyor­du...

Konuşma neş´e ve huzur içinde geçerken birden bire, Rasûlül­lah (s.a.v.) sustu ve gözlerini bir süre kapattı... Sonra, üzüntü ve şef­katin ıslattığı parlak bir ışığın gözlerinden çıkması için göz kapakla­rını kaldırdı!...

Üzgün bakışlarını ashabının yüzlerinde gezdirdikten sonra : « Sancağı Zeyd ibn-i Harise aldı ve şehîd edilinceye kadar elinde sancakla savaştı... Sonra onu Ca´fer aldı ve o da şehîd edi­linceye kadar elinde sancakla savaştı» buyurdu. Biraz sustuktan sonra :

«Sonra onu Abdullah ibn-i Ravaha aldı ve o da şehîd edifin-ceye kadar, elinde sancakla savaştı...» demeye başladı.

Bir süre daha sustu... Neş´eli, huzurlu ve hasret duyan bir gü­lümsemeyle gözleri parlayarak:

« Onlar Cennet´te, benîm yanıma yükseltildiler!...» Ne şerefli bir yolculuktu... Ne mutlu bir anlaşmaydı... Savaşa hep birlikte gitmişlerdi... Cennet´e hep birlikte yükselmişlerdi...

Onların ebedî hatıralarına gönderilmiş en hayırlı selâm, Rasûlüllah´ın (s.a.v.) şu sözleriydi:

«Onlar Cennet´te benim yanıma yükseltildiler!!...» [1]

[1] Hald Muhammed Halid, Sahabe Hayatından Tablolar, Uysal Kitabevi: 1/482-486.