- Abdullah İbn Amr İbn el-As (r.a.)

Adsense kodları


Abdullah İbn Amr İbn el-As (r.a.)

Smf Seo Versiyon , -- Seo entegre sistem.

rray
derya
Wed 16 December 2009, 02:56 pm GMT +0200
ABDULLAH İBN AMR İBN EL-AS (r.a.)

Ihlâslı, âbid ve çok tövbe eden...

Şimdi kendisinden söz ettiğimiz abid, zâhid ve çok tövbe eden şahıs Abdullah İbn Amr İbn el-As´tır...

Babası; zekâ, deha ve kurnazlıkta üstâd olduğu kadar o da âbid-ler, zâhidler ve her şeyi açık olanlar arasında yüce bir yere sahip üstâddı...

O bütün zamanını ve hayatını ibadete vermişti...

O, imanın tadıyla kendisinden geçmiş ve artık gece gündüz onun kulluk ve ibâdetine yetmez olmuştu.,.

O, babasından önce müslüman olmuştu. Sağ elini biat etmek üze­re Resûlüllah´ın (s.a.v.) sağ eline verdiğinde kalbi parlak sabah gibi Al­lah´ın nuruyla ve ona itaatin nuruyla aydınlanmıştı...

Önce, azar azar inen Kur´ân´a yöneldi. Kur´an´ın bazı âyetleri in­diğinde onları ezberleyip anlamaya çalışırdı. Kur´ân tamamlandığında o da tamamını ezberlemişti...

Onu, sadece mahfuz bir kitabı iki kapağı arasında toplayan güç­lü bir hafıza meydana getirmek için ezberlemiyordu...

Aksine, kalbinin onunla şenlenmesi ve bundan sonra onun itaat­kâr kulu olması için ezberliyordu. Onun helâl kıldığını helâl kılar, ha­ram kıldığını haram kılar. Davet ettiği her şeyde ona icabet eder son­ra, olgun meyveleri olan bahçelerinde mutlu, âyet-i kerimelerinin ver­diği sevinçten gönlü rahat, uyandırdığı haşyetten gözü yaşlı olarak Kur´ân okumaya ve onu düşünmeye yönelir!

Abdullah bir ermiş ve âbid olmak için yaratılmıştı. Dünyada hiç­bir şey onu bu yaratıldığı halden uzaklaştırmaya kadir değildi...

İslâm ordusu, kendilerine savaş açan müşriklerle karşılaşmak üzere bir cihada çıktığı zaman onu bir sevgilinin ruhuyla ve bir aşı­ğın ısrarıyla şehidiiği temenni ederek safların önünde buluruz!...

Savaş bitince onu nerede görürüz? Ya camide, ya da evindeki seccadesinde, gündüz oruçludur, gece ayaktadır (yani namaz kılmaktadır). Dili, helâl da olsa dünya kelâmın­dan hiçbir sözü bilmez. Ancak onun dili, Kur´ân´ını okurken, ona olan hamdini yaparken veya günâhından dolayı istiğfar ederken Allah´ı zik­retmekten dolayı daima ıslaktır...

İnsanları Allah´a ibâdete davet etmeye gelmiş olan Resûlüllah´ın, (s.a.v.) Abdullah´ın aşırı ibadet etmesine engel olmak için duruma mü­dâhale etme ihtiyacını duyması, onun kulluk ve ibadetinin boyutlarını anlamamıza kâfidir!...

Öyie olunca, Abdullah İbn Amr´ın hayatı hakkında alınacak dersi iki yönünden birisi, kulluk ve doğruluğun en ileri derecelerine ulaşma­da insan ruhunu coşturan üstün bir gücü ortaya çıkarmak ise, diğer yönü de bütün üstünlük ve olgunluğu aramada i´tidâl ve orta yolu ta­kip etmede dinin titizliğidir, böylece ruh arzu ve özlem içinde kalır...

Vücûd da sıhhat ve afiyet içinde kalır!.

Resûlüllah [s.a.v.) Abdullah İbn Amr İbn es-As´ın hayatını aynı tarzda geçirdiğini öğrenmişti...

Bu arada olmayan tek şey bir savaşa çıkmaktı. Onun bütün gün­lerini şöyle özetlemek mümkündü. Sabahtan, sabaha kadar devamlı ibadet... Oruç, namaz ve Kur´ân okumak...

Peygamber (s.a.v.) onu çağırttı ve onu İbadete i´tidalden ayrılma­maya davet ediyordu...

Resûlüllah (s.a.v.) ona şöyle dedi: «? Bana senin gündüzleri yemeyip oruç tuttuğun, gecelen de uyumayıp namaz kıldığın haber verilmedi mi sanıyorsun? Her ay üç gün oruç tutman sana yeter».

Abdullah:

«? Benim bundan daha fazlasına gücüm yeter...» dedi.

Peygamber (s.a.v.):

«? Her cumadan itibaren iki gün oruç tutman sana yet yurdu.

Resûlüllah (s.a.v.) tekrar sordu:

«? Öğrendim ki, Kur´ân´ı bir gecede hatmediyormuşsun?

Ömrünün uzun olmasından ve onu okumaktan usanmandan endi­şe ediyorum!

Kur´ân´i her ayda bir defa hatmet...

Onu her on günde bir defa hatmet...

Onu her üç günde bir defa hatmet...»

Sonra sözüne şöyle devam etti:

«? Ben hem oruç tutuyorum, hem tutmuyorum.

Namaz da kılıyorum, uyuyorum da...

Kadınlarla da evleniyorum. Kim sünnetimden yüz çevirirse ben­den değildir...»

Abdullah İbn Amr uzun bir ömür sürmüştür... Yaşı ilerleyip ke­mikleri zayıflayınca daima Resûlüllah´ın (s.a.v.) tavsiyesini hatırlar ve şöyle derdi:

«? Keşke Resûlüllah´ın (s.a.v.) ruhsatını kabul etseydim...»

Bu tip bir mü´mine, iki müsiüman topluluk arasında meydana ge­len bir çarpışmada rastlamak zordur.

Öyleyse bacakları onu, Medine´den, Hz. Muâviye´nin Hz. Ali´ye karşı hazırladığı orduda yer aldığı Siffîn´e nasıl taşımıştı?

Gerçekten Abdullah´ın bu davranışı onu anladıktan sonra saygı­ya lâyık olacak kadar düşünmeye değer...

Abdullah İbn Amr´ın hayatı için ciddi bir tehlike teşkil etmeye varan bir şekilde ibadete nasıl yöneldiğini ve babasının zihnini de­vamlı meşgul eden bu durumu birçok defa Resûlüllah´a (s.a.v.) şikâ­yet ettiğini gördük.

Hz. Peygamber´in ibadette mutedil olmasını ve ona sürelerini kı­sıtladığı son defada Amr da hazırdı. ResûlüIIah (s.a.v.) Abdullah´ın elini tutup babası Amr ibnu´l-As´ın elinin içine koydu ve ona şöyle dedi:

«? Sana emrettiğimi yap ve babana itaat et».

Abdullah dini ve ahlâkı gereğince anne ve babasına itaatkâr ol­masına rağmen Resûlüllah´ın bu usûlle ve bu münasebetle ona em­retmesi kendine has bir etkiye sahipti.

«? Abdullah benim bundan daha fazlasına gücüm yeter» dedi.

ResûlüIIah (s.a.v.) şöyle buyurdu:

«? Oruçların en hayırlısı, yani Davud´un orucu için izin i misin? Davud (a.s.) bir gün oruç tutar, bir gün tutmazdı...»

Abdullah İbn Amr uzun ömrünü, bu cümleyi bir an olsun unutma-

dan yaşadı:

«? Sana emrettiğim şeyi yap ve babana itaat et».

Zaman içinde yıllar ve günler birbirini takip etti...

Suriye´deki Hz. Muâviye Hz. Ali´ye biati kabul etmedi...

Hz. Ali de gayrî- meşru bir isyana boyun eğmeyi kabul etmedi.

İki müsiüman topluluk arasında sayaş çıktı. «Cemel olayı» geç-Ve Sıffîn olayı geldi.

Amr ibnu´l-As Hz. Muâviye´nin yanma giden yolunu seçmişti! müslümanlarm, oğlu Abdullah´a olan saygılarının ve dindarlığı konu­sundaki güvenlerinin derecesini biliyordu. Birçok kimsenin Hz. Mu­âviye´nin yanında yer almasını sağlamak için, onu savaşa gitmeye teşvik etmek istedi.

Aynı şekilde, Amr da Abdullah´ın bir savaşta kendisinin ya da yer almasıyla çok iyi netice alacağını zannediyordu. Çünkü onun Suriye´nin fethindeki ve Yermûk günündeki kahramanlığını unutmu­yordu...

Siffîn´e gitmeye niyetlendiğinde onu yanma çağırtıp:

«? Abdullah! Harbe çıkmaya hazır ol, sen de bizimle birlikte sa-vaşacaksın...»

Abdullah ona şöyle cevap verdi:

«? Nasıl?... Resûlülfah (s.a.v.) hiçbir müslümanın boynuna lıç dokundurmamak üzere benden söz aldı...»

Amr, kurnazca, kendilerinin bu savaşa çıkmakla sadece Hz. Os­man´ın katillerine gitmek ve onun temiz kanının öcünü almak istedik­lerini söyliyerek onu ikna etmeye çalıştı...

Sonra, birdenbire, oğluna son sözünü söyledi:

«? Abdullah! Resûlüllah´ın (s.a.v.), senin elini benim elimîn içi­ne koyarak, sana yaptığı son nasihatında: ´Babana itaat et´ dediğini hatırlıyor musun?...»

Abdullah İbn Amr babasına itaat etmek için hiçbir kılıcı taşıma­mak ve hiçbir müslümanı öldürmemek niyetiyle çıktı...

Fakat, bu onun için nasıl tamam olacaktı? Şimdilik, babasıyla birlikte çıkması ona yetecekti. Savaş çıktığında yerine getireceği emir de Allah içindi!... Şiddetli ve ateşli bir şekilde savaş başladı...

Tarihçiler, Abdullah´ın savaşın başına katılıp, katılmadığı konu­şunda ihtilâf ediyorlar.,.

Biz, savaşın başına katıldığını, söylüyoruz... Çünkü savaş çok sür­memiştir. Hatta Abdullah İbn Amr´ı savaşa ve Hz. Muâviye´ye karşı açıkça yerini aldıran bir olay vuku buldu...

İşte bu olay şöyledir: Ammar İbn Yasir, Hz. Ali´yle birlikte sa­vaşıyordu. Ammar, Resûlüllah´ın (s.a.v.) ashabı arasında mutlak bir saygıya sahipti. Bundan da daha fazlası, Hz. Peygamber tarafından, ilerde öldürüleceği ve katilleri bildirilmişti...

Bu da şöyle olmuştu. Hz. Peygamber ve ashabı Medine´ye hic­retlerinden hemen sonra, mescidlerini inşâ ediyorlardı. Taşlar, en kuv­vetli birisinin bir taştan daha fazlasını taşıyamıyacağı kadar iri ve ağırdı... Fakat, Ammar sevinç ve neş´esinden taşları ikişer ikişer ta­şıyordu. Resûlüllah (s.a.v.) onu görünce yaşlı gözlerle süzüp, şöyle demişti:

«? Vah İbn Sümeyye´ye onu âsi bir topluluk öldürecek».

O gün, Resûlüilah´ın inşaata katılan bütün ashabı bu haberi duy­muşlar ve halâ hatırlıyorlardı.

Abdullah İbn Amr da bunu duyanlardan birisiydi...

Hz. Ali´yle, Hz. Muâviye´nin taraftarları arasındaki savaşta, Ammar yüksek tepelere çıkıp avazı çıktığı kadar haykırıyordu:

«?Bugün sevgililere, Muhammed´e [s.a.v.} ve arkadaşlarına ka­vuşuyoruz».

Hz. Muâviye´nin ordusundan bir grup onu öldürme konusunda anlaştılar ve onu, salih şehidlerin dünyasına götüren günahkâr bir oku onun tarafına doğrulttular.

Ammar´m öldürüldüğü haberi rüzgâr gibi esti...

Abdullah İbn Amr heyecandan yerinde duramadı:

? Ammar Öldürüldü mü?...

? Onun katilleri sizsiniz!...

? O halde siz asi topluluksunuz...

? Siz sapıklık üzere savaşanlarsınız!..

Bir haberci olarak, azimlerini kırmak ve aralarında onların asi ol­duklarını söylemek için Hz. Muâviye´nin askerlerinin içine girdi. Çün­kü onlar Ammar´ı öldürmüşlerdi. Peygamber (s.a.v.] 27 sene önce as­habından bir grubun ortasında Ammar´ı asi bir topluluğun öldürece­ğini söylemişti...

Abdullah´ın sözü Hz. Muâviye´ye tasındı. Hz. Muâviye Amr´ı ve og!u Abdullah i çağırıp Amr a:

«? Bu deli oğlunu bizden uzaklaştırmıyor musun?

Abdullah da şöyle cevap verdi:

«? Ben deli değilim. Ancak Resûlüllah´ın Ammar´a: ´Seni âsî bir topluluk öldürecek!´ dediğini duydum». Hz, Muâviye ona: «? Peki, niçin bizimle birlikte çıktın?» dedi.

Abdullah şöyle cevap verdi:

«? Çünkü Resûlüllah (s.a.v.) bana, babama itaat etmemi emret­ti. Ben savaşa çıkma konusunda ona itaat ettim fakat, sizinle birlikte savaşamam».

İkisi konuşurlarken Ammar´ın katilinin içeriye girmesi için izin isteyen kimse, Muâviye´nin huzuruna girdi. Bunun üzerine Abdullah îbn Amr şöyle haykırdı:

«? Ona izin ver ve cehennemi de müjdele».

Çok sabırlı ve yumuşak olmasına rağmen Hz. Muâviye hiddetle­nip Amr´a haykırdı:

«? Şunun söylediklerini duymuyor musun...»

Abdullah müttakilerin sakinliği ve rahatlığıyla Hz. Muâviye´ye, sadece gerçeği söylediğini ve Ammar´ı da ancak asilerin öldürdüğü­nü tekrar etti...

Babasına dönüp: «? Resûlüllah (s.a.v.) bana, sana itaat etmemi emretmeseydi seninle birlikte buraya gelmezdim!»

Hz. Muâviye´yle Amr askerlerini teftişe çıktılar. Herkesin, Hz. Peygamber´in (s.a.v.) Ammar hakkında söylediği; ´Seni asî bir toplu­luk öldürecek´ sözünü duyduğunu öğrenince dehşete kapıldılar.

Amr ve Muâviye bu önemli mes´elenin Muâviye´den yüz çevir­meye ve ona isyana dönüşmek üzere olduğunu hissettiler...

Düşündüler ve sonunda halk arasında yaymaya gittikleri söyle­yeceklerini buldular...

İkisi şunu söylediler:

«? Evet, Resûlüllah (s.a.v.) bir gün Ammar´a ´seni asî bir top­luluk öldürecek´ demiştir...

Resûlüllah´ın (s.a.v.) verdiği haber doğrudur. Gerçekten Ammar öldürülmüştür... Ama onu kim öldürdü?

Ancak, onu savaşa çıkaranlar ve kendileriyle bidikte savaşa sü­rükleyenler öldürdü!...

Böyle bir karışıklıkta hangi mantık çalışabilir. İşte böylece Mu­âviye ve Amr´ın mantığı çalıştı...

İki topluluk savaşa başladı...

Abdullah İbn Amr ise namazgahına ve ibadetine döndü...

-Abdullah hayatını, sadece ibâdetle doldurarak yaşadı...

Şu kadar var ki, sadece Sıffîn´e gitmesi onun için devamlı bir sıkıntı sebebi oldu... Onu hatırlayınca hemen ağlar ve şöyle derdi:

? Bana ne oldu da Sıffîn´e gittim?...

Bana ne oldu da müslümanlarla savaşa gittim?»

Bir gün Hz. Peygamber, mescidinde arkadaşlarıyla otururken on­ların yanından Hüseyin İbn Ali geçti. Birbirlerine selâm verdiler...

Hüseyin.uzaklaştıktan sonra Abdullah, yanındakilere şöyle dedi:

«? Size yeryüzündekilerin semadakilere en sevimli olanını ha­ber vermeyi istetmişiniz?.

İşte o, şu anda bize uğrayan Hüseyin İbn Ali´dir... Sıffîn´den beri o benimle konüşmamıştı.

Onun benden hoşnut olması, benim birçok devem olmasından daha iyidir!...»

O, Ebû Saîd el-Hudri´yie Hüseyin´i ziyaret etmek üzere anlaştı.

Böylece Hüseyin´in evinde en büyük zatların buluşması gerçek­leşti...

Abdullah İbn Amr konuşmaya başladı, Siffîn´den söz açılınca, Hüseyin´in sitemli bir şekilde ona:

«? Seni Muâviye´yle birlikte savaşa çıkmaya iten sebep neydi?» dedi.

Abdullah cevap verdi:

«? Bir gün Amr ibnu´l-As (babam) beni Resûlüllah´a (s.a.v,) şi­kâyet etti:

«? Abdullah her gün oruç tutuyor ve her gece namaz kılıyor...»

Resûlüllah (s.a.vO bana şöyle dedi:

«? Abdullah! Uyumakla birlikte namaz da kıl... Bazan oruç tut, bazan da tutma... Babana itaat et. Sıffîn gününde babam beni ken­dileriyle birlikte savaşa çıkmaya zorladı, bunun üzerine ben de çık-

Fakat, vallahi, ne bir kılıç, ne bir mızrak ne de bir ok kullan-

Mübârek ömründen yetmiş iki sene geçtiğinde, namazgahında Rabbine niyaz ve ona hamd ederken ebediyet yolculuğuna davet edil­di. Büyük bir arzuyla bu daveti kabul etti...

Ruhu, güzel şeylerde onu geçen kardeşlerine koşarak ve uçarak gitti.

Müjdeci ona Rafik-i A´lâ tarafından şu daveti yapıyordu «Ey huzur içinde olan can!

O, senden, sen de ondan hoşnut olarak Rabbine dön! Ey can! İyi kullarımın arasine gir. Cennetime gir» [1]

asım kurucu
Thu 28 November 2013, 01:59 pm GMT +0200
esselamüaleyküm,degerli kardeşim hz.ali ile muaviye arasındaki,olayları ve emevilerin,allah rasulünün,miras olarak kur'an,ı ve itretim(ehlibeytim)dedigi,ali aba'sı,na,muaviye ve onun soyu ve taraftarlarının yaptıgı zulümlere ramen,nasıl' hazret'diyorsunuz??hz ali efendimiz ve onun tarafındaki ashabın(ra) kiMler olduguna,haklarında hz,peygamber efendimizin,neler deigine iyi bakmanızı,yüce allah-ü,tealanın kuranda,ehlibeytle alakalı vemüslümanların efendimize olan borçları(üzerlerindeki haktan dolayı)nı,nasıl ödemeleri ni sorduklarında,efendimizin sukut edip,vahyin gelmesinibekleyip gelen vahiyde,rabbimizin,ashabtan buhakka karşılık(ehli beytinimide beni sevdiginiz gibiseverk ve onları incitmeyerk)ödeye bileceklerini buyurdugu halde,ammar nerede ise hak oradadır,ali hak ile birliktedir,ve bugibi hadis(hasan ve hüseyin (ra)ile herkesin bildigi,hadisleri varken,müslümanlar neden hakkı hak sahibine iade edemiyor,kimden korkuyor? muaviye ve yezit (çok şükür)öldü!!amır bin as ölüm anında,hayaını üç kısma,ayırıp(ben son kısmını söylyecegim)muaviyenin tarafını tutmakla en büyük hasızlıgını itiraf ederken,basit bir konu ulül emir olan hz ali isyancı,bagi(yani darbeci zalim)azgın topluluk muaviye ve o'nun,şurakası,iken,1380küsür senedir netleşmedi;hileci veyalancı,muallefetungulub'tan,biri nasıl,olurda,ashab'tan,olur?ben imam ebu hanefi nin ekolünden biriyim,  adaletin hak olduguna hakkın haksahibine iade edilmesinin,iman,la,ilintili,olduguna inanan dini,kullugu,tapınmayı,dua ve tövbeyi sadece alemlerin hamd veövgüye layık tek(eşi,ortagı,benzeri,dengi ve zıttı dahi olmayan) ilahı ve rabbı olan allah(cc)a,ait kılan,müslümanım elhamdülillah,ben vicdan müftümün sesine tercüman oldum!!!(allahı ve resülünü bırakıb alimlerini ilah,rabb,edindiler işte bu yüzden cehennemdedirler)ayetinin,dışında kalabilmek için üç kitabı (kur'anı,kainatı ve insanı)ukumaya,dogru olanı bilmeye ve allah verasulü nün,islamını yaşamaya,yaşatmaya (gücüm kadar)çalışıyorum:not:abdulah bin amr(ra)ya,selam olsun onadegil eleştirilerim! hamd ve sena allah'a,salat ve selam muhammed (sav)e,al ve ashabına,dır,selam vedua ile

sümeyra
Thu 28 November 2013, 02:52 pm GMT +0200

   
Hz. Muaviye hakkında geniş bilgi verir misiniz? Hz. Muaviye'ye Ehl-i sünnet alimlerinin ve bilhassa İmamı Azam Hazretlerinin bakışı nasıldır? Hakem olayı Hz. Muaviye'nin haksız olduğunu kanıtlar mı?

Hz. Muaviye (ra), Ebu Süfyan (ra) ve Hind (ra)’ın oğludur. Kendisi Mekke’nin Fethi’nden önce Müslüman olduğunu ve bunu ailesinden gizlediğini söylemiştir. Mekke’nin fethinden sonra Huneyn Gazvesi’ne katılmış ve ganimetten pay almıştır.

Hz. Ebubekir (ra) zamanında Suriye tarafına giden orduya kardeşi Yezid ile katılmıştır. Hz. Ömer (ra) zamanında ise Dimeşk Valisi olan kardeşi Yezid, valiliği kardeşine vefatı anında bıraktı ve Hz. Ömer (ra) bunu onayladı.

Hz. Osman (ra) zamanında ise. tüm Suriyenin valisi oldu. Hz. Osman (ra)'ın vefatından sonra Hz. Ali (ra)’ye biat etmedi ve Hz. Osman (ra)’ın katillerinin kanını istedi. Topladığı taraftarlar ile Sıffin de Hz. Ali (ra) ile çarpıştı. Hz. Ali (ra) vefat edip, Hz. Hasan (ra) halife olduğunda ise, Hz. Muaviye (ra) ile çarpışmayı fitne çıkması endişesiyle bırakıp halifeliği Hz. Muaviye’ye bıraktı ve Hz. Muaviye Küfe’ye gelip halktan biat aldı.

Hz. Muaviye (ra) H. 60 yılında (diğer bir rivayette H. 50 yılında ) vefat etmiştir. Hz. Muaviye (ra) İslam’ın seçime dayalı hilafet sistemini saltanata çevirmekle tenkid edilmiştir. Ancak şu unutulmamalıdır ki, Hz. Muaviye (ra) de bir sahabedir ve Resulüllahın (asm) hiçbir ayrım yapmadan bütün ashabını (temize çıkarmış) hangisi olursa olsun dil uzatanı lanet etmiştir. Bütün Ehl-i sünnet uleması, bunu mühim bir esas olarak kabul etmiştir.

Ayrıca, o zamanda olan olaylarda kaderin payını da ihmal etmemek gerekir. Resulüllah (asm), sahih hadis kitaplarının ifadesi ile, Hz. Muaviye (ra) hakkında hayır dua etmiş ve Hz. Ömer (ra)’den bir rivayette Hz. Muaviye (ra) için “Allah’ım, onunla (insanlara) hidayetini ulaştır.” diye dua ettiğini bildirmektedir. (Tirmizi Menakıb hadis no:3842)

Hz. Muaviye (ra) devri, İslam fetihlerinin devam ettiği bir devirdir. Elhasıl; Hz. Muaviye (ra) da dahil olmak üzere hiçbir sahabe hakkında, yaptıklarından dolayı itham ve suizan edilemez. Bu, hem Hz. Peygamberin (asm) hadisleri ile ve hem de Ehl-i sünnet alimlerinin ittifakı ile caiz değildir ve yapanlara lanet edilmiştir.

Hazret-i Muaviye İslam'ın yayılmasında çok kıymetli hizmetlerde bulundu. Sicistan, Sudan, Afganistan, Buhara, Hindistan’ın kuzey kısmı, Tunus kendi zamanında alındı. Kıbrıs Bizans'tan kurtarıldı. Kudüs geri alandı. Yine zamanında, İstanbul kuşatıldı; her sene yüklü vergi vermek şartıyla kuşatma kaldırıldı.

Peygamber Efendimiz (asm) kendisine ,

    “Benden sonra ümmetimin yerine hakim olursun. O zaman iyilere iyilik et! Kötülük yapanları da af eyle!”

buyurmuştu. Resulullah (asm)'ın bu hayır duasının bereketiyle, İslamiyet Hz. Muaviye (ra) zamanıda bu kadar yayıldı.

Hz. Muâviye (ra), Peygamberimiz (asm)'den çok hadîs rivâyet etmiştir. Bu hadîs-i şerîflerden birkaçı şunlardır:

    “Allah Teâlâ kime iyilik murâd ederse, onu din âlimi yapar ve dinene zarar verecek şeyleri ona bildirir. Ona doğruyu gösterir.”

    “Amel bir kab gibidir, sonu iyi olursa evveli de iyi olur.”

    “Ehl-i kitab, dinlerinde yetmiş iki fırkaya ayrıldılar. Bu ümmet ise yetmiş üç fırkaya ayrılacak, hepsi cehennemde olacak, yalnız bir tânesi müstesnâ, o da Ehl-i sünnet velcemâattır. Ümmetimden bir kavim ortaya çıkacak ki, bunlar, köpeğin sâhibi peşinden koştuğu (gibi) bir nefsin arzularına uyacaklardır.”

    “Bütün günahları Allah’ın bağışlaması umulur, yalnız müşrik olarak ölenin ve kasden bir mü’mini öldürenin afvolması umulmaz.”

    “Ben sâdece bir haznedârım. Her kime gönül hoşnutluğu ile bir şey versem, Allah onu ona hayırlı kılar. Yine her kimse bir şeyi, isteği ve aç gözlülüğü sonucu verirsem, onun durumu yiyip yiyip doymayana benzer.”

    “Yâ Rabbi, onu doğru yolda bulundur!”

Cenâb-ı Hak, eshâb-ı kiramın hepsinden razı olduğunu bildiriyor. Eshâb-ı kiram aralarındaki bazı meselelere rağmen birbirlerini çok severlerdi. İstisnasız eshabın hepsini sevmek Ehl-i sünnetin şartıdır. Hz. Muaviye (ra) de eshâb-ı kirâmdan hatta büyüklerindendir. Ayrıca Resulullah Efendimizin (asm) kayınbiraderidir. Bunun için O’nun da son sözlerine yer vermeden geçemedik.

Peygamberimizin (asm),

    “Yâ Rabbi, onu doğru yolda bulundur ve başkalarını da doğru yola götürücü kıl.” ve

    “Yâ Rabbi! Muâviye’ye yazı ve kitab öğret, onu azabından koru.”

    “Yâ Rabbi! Onu memleketlere hakim kıl.” duâlarıyla şereflenmiştir.

Hz. Muaviye (ra) vahy katibidir. Vahy katibliğine alınması, Cebrâil aleyhisselâmın bildirmesi ile olmuştur. Hz. Cebrâil’in getirdiği Kur’ân-ı kerîmi ve Peygamberimiz (asm)’in mektublarını yazardı.

Hz. Muâviye (ra) Huneyn gazâsında Resûlullah’ın önünde babası ile birlikte kahramanca çarpıştı. Tebük gazvesine katıldı. Vedâ Haccında bulundu.

Hz. Muâviye (ra) ömrünün son günlerinde okuduğu bir hutbede şunları söyledi:

    “Ey insanlar! Üzerinizde çok kaldım. Sizi usandırdım. Artık ayrılmak istiyorum. Siz de benden ayrılmak ister oldunuz. Fakat size benden daha iyisi gelmez. Nitekim benden evvel gelenler, benden daha iyi idiler. Kim Allah Teâlâ'ya kavuşmak isterse, Allah Teâlâ da ona kavuşmak ister.

    Yâ Rab! Sana kavuşmak istiyorum, sana kavuşmamı nasib eyle! Beni mübârek ve mes’ud eyle!”

(bk. Prof. Dr. Canan İbrahim, Kütüb-i Sitte Muhtasarı Tercüme ve Şerhi,  I / 518-530; XIII / 30-33)
Selam ve dua ile...


Sorularla İslamiyet
 

admin
Thu 28 November 2013, 09:06 pm GMT +0200
ve aleykümüsselam sevgili asım kardeşim cevaplarında duygusallık sezdim... biz hz. muaviye veya hz ali r.a arasında geçen olayların hakikatini allaha havale etmiş ve bu konuda ne yorum yapar nede gözleriyle resulullahı görmüş  bir sahebe-i kiramı dil ile kınarız.  Allahu  Alem. Ümmeti Muhammediye ise bunu tavsiye ederiz...

insanlar namaz kılmaz oruç tutmaz hak bilmez hak yaşamaz  ALLAH  c.c anmaz olmuşlar Farzlari farzi aynı  vacipleri terkeder olmuşlar. Hz Ali r.a ile hz muaviyeye kadar ne kadar eksik var ehemmiyet gerektiren hikmet var bilirmisin ?

İnsanın tek derdi ALLAH'a c.c kul olabilme yolunda emeklemeye çalışan kişilerken,  hiç bir sahabei kirama dil uzatmak bu ummetin hakkı değil diye düşünüyorum...




asım kurucu
Tue 3 December 2013, 02:45 pm GMT +0200
esselamüaleyküm,degerli kardeşim,benim derdim,güzide ashab,a,dil uzatmak degil!yaklaşık21-22sene allah verasülü ile savaşmış,kin ve nevretini hat noktaya çıkarmış,bir ailenin,allahrasulünün,ashabı olmadıgı kana atini,taşıyorum!bukonuyu,çok araştırdım,efendimizin(sav)kimlere ashabım dedigini veashabını şikayet eden amr,bin as'a,verdigi cevabı(ashabıma ilişmeyin onları bana bırakın,zira,allah(cc)katında,sizlerin,şu dagları altın ve gümüş sadaka vermenizden,onların yarısını yedigi hurmayı sadka vermesi daha sevimlidir)hadisin de,de,belli oluyor,o'nu,gören herkes ashab,degil.ayrıca,muaviye,nin,avukatı çok,benim onu sevmemegerekyok,bana;sıddık-i ekber,hz ebu bekr ra,hakkı batıldan ayıran hz ömer ra,osan-ı,zinnureyn(efendimiz ikidefa'allahım osman beni aciz bıraktı onu sana havale ediyorum)ve ilim şehribenim,kapısı ise ali dir,daha birçok mübarek hadisleri var bu öncülerile alakalı!derdi gerçekten allah'a ve rasulüne tam uymak olan,allahtan bu ümmeti birr,e,(birr-i,takvaya,)ulaştırmasını dileyen,hakkında ehlisünnet alim lerinin(mesela hasan el basri,imamı azam ebe hanefi rha.)vegünümüzün degerli uleması ve kaynak teşkil eden eserlerden ve kur'an,ayetlerinden ayrıca tam adaleti gözeterk bir karara vardım(muaviye ve onunşurakası hakında)O'da şudur;adaletin geregi iman,etmektir!(zira en büyük adalet,o'na,o'nun istedigi şekilde iman etmektir,hakkı en büyük hakk sahibi olana teslim etmektir)işte bu hak anlayış ve kimin tarafı olmak,neden,niçin sorularına vicdan ve adalet duyguları,haksıa haksız,demeyen,hakkın üstünü dün oldugu gibi bu günde örten kim olursa olsun onlardan beriyim,zulum zulüm,dür,bunu yapan,gözleri ile efendimizi gören,muaviye de,olsa ve,allahcc,nun rasulü kime 'azgın,bagi,topluluk dedmiti, ve,hakkı terketmeyen kim di?? siz bugün kendinizi hz ali nin yerine koyun ve insanlar sizi yasal olarak seçsin,bir ilin valisi kur'an,da olmayan bir gerekçe ile(20 yıllık valiligin de ilkdefa paralı asker;profosyenel hazır ordu kurarak adeta pusuya yatıp ve yattıda) size darbe yapsın,hem insanların ölmesine hemde ailenizi öldürsün,bu durumda,nedersiniz??şayet vicdan ve adalet sahibi biri olarak!!herşeye ra'men,yinede benim,kahramanım hz !!muaviye!!dir,diyorsanız,bu sizin bileceginizbirşey,ben55 yaşına geldim,35senedir okumadıgım eser(tefsir,siyer,hadisve mezheb ler ayrıca sahabe hayatı,tabin büyükleri ve evliya hayatı neredeyse kalmadı) bu büyüklerin eserleri varsa temin edebildiklerimi de okudum!alimmi oldum(haşa)ancak sahih bilgilere allah-ü,tealanın lütfu ile ulaşabidim'se,neala,çok şükür elhamdülillah,öyle duygusallık yok,olamaz da,çünki!müslüman,elinden ve dilinden gelecek her türlü şerden,başkalarının emin oldugu kimsedir!!çünki!!mü'min,malının,canıyın ve namusunun emanet edebildigin kimse dir!!eger biz bir hususta aşırıya gittikse özürdileriz,benin derdim müslümanlık iddiası güden,selam veren,alan kimselerin,ister az,ister çok,ister önemli,ister önemsiz,kendi menfaatları söz konusu olunca,allahuekber diyerek birbirlerini öldürmelerinin artık son bulması,bunun yolununda,birilerinin(çünki oradan nemalanıyorlar)avu katlıgına soyun madan,kur'an,a ve sahih sünnete(gerçek islama ve gerçek kardeşlige)kavuşabilmek! ama!bu acı bir vakıa ki,mezhebçilik,tarikatcılık ve fetava cılık(üç cılık)insanları bir birine can düşmanı ediyor,bu konuya giren yandı ve yanıyor!!!dinmi bunlar? hayır!!! ama dinden,dinin yerine konmaz,herkes (ümmetimin ihtilafından rahmet dogar)müjdesi bugün bu taassubçu,gerçek cahil ve (islam güzelbir ahlaktan ibarettir ben bu güzel ahlakı tamamlamak için gönderildim ve tamamladım) men faatcı taife neyazık ki saf ve temiz müslümanların ilmi(islamı )ögren mesini istiyor,bunun yerine takım tutargibi mezhep çi anlayış haki !bu anlayışın getirdigi yer ise 'allahuekber'diyerek(tıpkı kerbelada peygamber ali aba sının son bireyi hz hüseyinin başını) baş kesmek,iyi de O'da,islam yooo O'benim mezhebim veya tarıkımdan degil!!nası olsa aga baba ları fetvayı vermş,cemelde,sıffin de ölende öldüren de şehit'ya!!!beni anladınızsa ne ala yok bana lütfen muavi ye,yi,savun mayın,kimin zamanın da ve ne için vali yapıldıgını iyi biliyorum!ama bildigim birşey daha var O'da,şu 'la'yusel olan sadece allah cc dır,her kul hata yapar,buna dilimizin var madıgı mübarekler de,dahil,kutsal ise,subhan olan allatır, ben cahil biriyim ,eba zerr'e,nediyeceksiniz! hz salman'a,ammar nerde ise hakta orada dır,vb,yani bu hazretlerdemi duygusaldılar,ayrıca hz osmanın şehatetini de iyi irdeledim,hz ali mu aviye ye dirisi(osmanı kastederk) işine yaramıyordu sahib çıkmadın ölü sü işne yarıyor sahib çıkı yorsun,derken neyi ima ediyordu???hakikaten allah tan korkan hakkın üstünü örtmez,rica ederim bu konudaO' adamın(muaviye)hakın da hadisleri can simidi yapmayın!!(cebrail as cam bir kavonoz için de bir avuç top rak rak getirip ey allaın rasulü bu snin şu ogluyun  şehit edilecegi kerbelanın topragı dır) tamamını biliyorsunuzdur,diyecek ,efendimizde haksızye zulme ugrayan ali ye,her gördügünde agladıgı hasan ve hüseyine O,acı ları yaşatan,muaviye ye,O'duaları yapacak öylemi???iyi irdeleyin lütfen ve her yazılana da inanmayın.selam vedua ile

sümeyra
Tue 3 December 2013, 05:55 pm GMT +0200


       AMR BİN ÂS (Radıyallahü Anh)

Eshâb-ı kirâmın büyüklerinden. Tahminen m. 574 yıllarında Mekke-i Mükerreme’de doğdu. 43 (m. 663) yılında, doksan yaşlarında Mısır’da vefât etmiştir. Amr bin Âs hazretlerinin nesebi: Amr bin Âs bin Vail bin Hâşim bin Suayd bin Sehm bin Amr bin Hesis bin Kâb bin Le’vi Kureyşî Sehmî’dir. Âs bin Vâil Es-Sehmî’nin oğludur, Ebû Abdullah, Ebû Muhammed künyeleri vardır. Annesi beni Aneze’den Nâbigâ’dır.

Hz. Amr bin Âs’ın mensûb olduğu, Benî Sehm kabilesi, İslâmiyet’ten önceki cahiliyye devrinde, Kureyşin ileri gelen, tanınmış ailelerinden idi. Müslüman olmadan önce, babası Âs bin Vâil sağ iken ismi pek duyulmazdı. Ancak ikinci derecede reisler arasında ismi geçerdi. 8 (m. 629) yılında müslüman olduktan sonra kendini göstermeye başlamıştır. Müslüman olmadan önce, müslümanlar ikinci defa Habeşistan’a göç ettikleri zaman, Kureyş kâfirleri tarafından, Habeş’teki müslüman muhacirlerini teslim etmesini teklif için Habeş hükümdarı Necaşî’ye elçi olarak gönderilmişti.

Amr bin Âs, önceleri kabilesine uyarak İslâm aleyhinde çalışmış olmakla beraber, Hendek savaşından sonra, İslâmiyet üzerinde düşünmeğe koyuldu. Düşünüyor, düşündükçe değişiyordu. Amr bin Âs’ın durumundaki bu değişiklik kabilesinin gözünden kaçmıyordu. Zira artık müslümanlara muhalefet etmediği gibi, muhalefet edenlerden de kaçıyordu. Meseleyi kendisine açtılar. Açık açık konuştular. Fakat Amr bin Âs (r.a.) artık kalbini İslâma çevirmişti. Kendisini kınayanlara “Aldanıyorsunuz.” diyordu. Onları ikna etmeğe, yola getirmeğe çalışıyordu. Mekke’nin fethinden önce bir ara çarşıda Hâlid bin Velid ve Ebâ Süleyman ile tesadüfen görüştü. Fikrini onlara açıkladı. Resûl-i Ekrem’in (s.a.v.) hizmetine baş koymak istediğini söyledi. Meğerse onlar da aynı düşüncede imişler. Teklifi hemen kabul ettiler. Hicretin sekizinci yılı, Mekke’nin fethinden altı ay önce üçü birlikte Medine’ye gelerek müslüman oldular. Fetihten önce imâna gelenlerin şereflerine ve yüksek derecelerine kavuştular. Diğer bir rivâyette, Hudeybiye anlaşması ile Hayber’in fethi arasında müslüman olmuştur.

Amr bin Âs (r.a.) İslâmiyeti kabul ettikten sonra eski hatalarından dolayı çok pişman oldu. İslâma hizmet etmeyi, müşriklere karşı savaşmayı şiddetle arzu etti. Böylece İslâm dininin yaman ve yiğit mücâhidi oldu.

Vâkıdî’nin (r.a.) ifade ettiğine göre; Amr bin Âs, Peygamberimize “Yâ Resûlallah, nice müddettir, şeriat sarayını yıkmağa kasdettim. Şimdi muradım odur ki, İslâm’a geldiğim belli ola.” deyince, Resûl aleyhisselâm “Yakında seni bir hizmete gönderirim” buyurdu. Sonra Peygamber efendimiz (s.a.v.) tarafından bir seriyye ile (bir bölük askerin kumandanı olarak) babasının dayıları olan Belî bin Ömer bin Lihaf kabilesine karşı gönderildi. Zat-üs-selâsil adındaki yere gelince, kâfirlerin başka kabilelerle birleştiğini haber aldı. Durumu Resûlullaha arz edip, yardım istedi. Resûl aleyhisselâm, Ebû Ubeyde bin Cerrah (r.a.)’ın emri altında, Hz. Ebû Bekir ve Hz. Ömer’in de bulunduğu bir birliği gönderip, Amr’a yardım etmelerini emr eyledi. Amr, Ebû Ubeyde’nin yardımı ile kuvvet buldu. Düşman cezalandırıldı. Selâmet ve ganimet ile Medine’ye döndüler. Bu Seriyyeden sonra, Amr bin Âs (r.a.), Resûlullaha sordu ki, Yâ Resûlallah, en ziyade kimi seversin? Resûl aleyhisselâm, “Aişe’yi” buyurdu. Erkeklerden kimi sevdiğini sordu. Resûlullah, “Âişe’nin babasını” buyurdu. Amr, ondan sonra kimi deyince, Resûlullah, “Ömer’i” buyurdu. Amr, sordukça Resûl aleyhisselâm bir bir Eshâbın isimlerini zikretti. Böylece Amr (r.a.), beylik ve emirliğin, fazilete sebep olmadığını ve ziyade muhabbete delil olamayacağını anladı.

Amr bin Âs, müslüman olduktan sonra, Mekke fethine iştirak etti. Bunun arkasından Huneyn gazvesinde bulundu. Sonra Resûlullah ile birlikte Medine’ye döndü. Mekke fethinden bir müddet sonra Suva ve Benî Hüzeyl kabileleri putperestlikte ısrar ettikleri için bunların üzerine Hz. Amr bin Âs kumandasında küçük bir ordu gönderilerek müslümanlığı kabul etmeleri sağlandı.

Mekke’nin fethinden sonra Resûl-i Ekrem bazı hükümdarlara, İslâma davet eden mektûblar gönderdi. Umman’a da Amr bin Âs’ı (r.a.) göndermişti. Resûl aleyhisselâmın (s.a.v.) mektubunu okuyan Umman hükümdarları müslüman olmuştu. Bunun üzerine Amr bin Âs (r.a.), Resûlullah tarafından Umman’a vali tayin edildi. Hiç azl olunmadı. Resûl-i Ekrem’in vefâtına kadar bu vazifeye devam etti.

Hz. Ebû Bekir’in hilâfeti sırasında, önce Umman’daki mürtedleri (İslâm’dan dönenleri) sonra da Hz. Ebû Bekir tarafından çağrıldığında, Medine’ye gelerek, Benî Kadaa mürtedlerini yola getirdi. Sonra Umman’a döndü. Hz. Amr bin Âs irtidat kargaşalığını başardıktan sonra, Hz. Ebû Bekir tarafından Irak ve Şam’ın fethine gönderildi. 13 (m. 634) yılında Ecnadin muharebesini yaparak, Bizanslıları mağlûb etti. Bu savaştan sonra Şam’ın fethi İslâm ordusuna nasîb oldu. Şam’ın fethinden sonra, Bizanslılarla Fahl ve Yermük savaşlarını yaptı. İslâm ordusu, Bizans ordularını üst üste mağlubiyete uğrattı. Bu arada Dımaşk, Fahl, Yermük, Kansereyn ve diğer birçok yerler alındı. Haleb, Menbee ve Antakya halkı ile sulh yapıldı. Yermük savaşı neticelendikten sonra, Amr bin Âs’a (r.a.) başka işler düşüyordu. Durmak yoktu. Gazze, Sabastin, Nablus, Ledda, Mabni, Beyt, Cirin, Amvas arka arkaya feth olundu. Ancak, Kudüs daha feth edilememişti. Hz. Amr bin Âs, Kudüs’ü kuşattı. Kudüs hükümdarı, Halife’nin bizzat gelmesi halinde şehri teslim edeceğini bildirdi.

Bunun üzerine Hz. Ömer, Şam’a geldi. Sulh ile işi halletti. Kudüs böylece müslümanların eline geçti. Hz. Amr bin Âs, Filistin’in fethi tamamlanınca, Hz. Ömer tarafından Filistin valisi oldu. Halife’den izin alarak Mısır’ı fethe koyuldu. Mısır’a girdi. Bazıları çok uzun süren, peşpeşe savaşlardan sonra Mısır feth edildi. Amr bin Âs (r.a.) Mısır’dan sonra, Kuzey Afrika’ya yönelerek Trablusgarb ve Siyre’yi de fethetti. Trablus ve civarının, feth edildiğini Halife’ye bildirdi, Tunus, Merakeş ve Cezayir’in de fethi için izin istedi. Fakat daha fazla ileri gitmenin mahzurlu olacağı, orada kalmanın daha uygun olduğu halife tarafından bildirilince, Amr bin Âs daha fazla ilerlemedi. Amr bin Âs (r.a.), Hz. Osman zamanında Mısır Valiliği’nden alınarak Medine’ye getirildi. Halife’nin müşaviri oldu.

Sıffîn muharebesinde ictihâdı, Hz. Muaviye’nin ictihâdına uygun oldu. Hz. Muaviye’nin halifeliği sırasında tekrar Mısır’a vali oldu. Vefatına kadar bu vazifede kaldı. 43 (m. 664) tarihinde 93 yaşında iken vefât etti. Cenaze namazını Ramazan bayramının birinci günü oğlu Abdullah bin Amr hazretleri kıldırdı. Mukattam mevkiine defn edildi.

Amr bin Âs hazretlerinin Abdullah ve Muhammed adında iki oğlu vardı. Bu oğullarının ikisinin de Riyta binti Münebbih’den veya Havle binti Hamza’dan olduğu rivâyet edilmektedir. Orta boylu, cesur, edip ve beliğ olan Hz. Amr bin Âs, hemen hemen ömrünün tamamını savaş meydanlarında geçirmiştir. Bu bakımdan ilimle fazla uğraşamadı. Ancak çok temiz ve fasih bir Arapça ile Kur’ân-ı kerîm okur ve bundan derin bir zevk duyardı. Savaştan fırsat buldukça, halka öğüt verir, Resûl-i Ekrem’in söz ve davranışlarını anlatır ve bunu pek şerefli bir vazife sayardı. Bilhassa dünyâya fazla bağlı olmamak gerektiği üzerinde ısrarla dururdu. Ayrıca bazı fıkhî meselelerde kıyas ve ictihadlarda da bulunmuştur. Zamanının en iyi edip ve hatiblerindendi. Kısa ve toplu yazmak, mükemmel tesbihler yapmak onun özelliklerindendi. Yaratılıştan hak sever bir zât idi. Resûl-i Ekrem’e karşı duyduğu çok derin sevgisi hemen hissedilirdi. Amr bin Âs hazretleri akıllı, bilgili, siyasette usta ve asker bir sahabî idi. Çok zeki idi. Şa’bî İslâm’daki Arab dâhileri dörttür. Amr onlardan biridir. O çetin günler içindir.” demiştir. Hayırlı işlerde aceleci ve atak idi. Bilhassa savaşlarda bu özelliği daha çok belli olurdu.

Hz. Amr, sadece savaşlarda değil, devlet idaresinde de dâhi idi. Memleket idaresi, mahkemelerin tanzimi, vergi toplanması gibi işlerde de pek büyük başarılar göstermiştir. Bu arada ilk defa Fustat şehrinde, bugünkü Anadolu camilerinin minarelerine benzeyen minareli bir cami yaptırdı. Kahire ile Kızıldeniz arasında ondokuz kilometrelik bir kanal açtırarak, hicaz bölgesine gemilerle yiyecek sevketti.

Birisi Amr bin Âs’a (r.a.), siz akıllı adamdınız. Niçin İslâma girmekte geciktiniz? deyince, O cevap olarak “Biz, yaş ve bilgi bakımından, bizim önümüzde olan insanlarla beraberdik. Onların yalancılıkları, akılsızlık derecesinde idi. Resûlullah (s.a.v.) Peygamber olarak gönderilince, O’nu kabul etmediler. Bu hepimize tatlı geldi. Onlar gidip, sıra bize gelince, düşündük, inceledik Hakkın çok açık olduğunu gördük. Böylece İslâm kalbime yerleşti. Resûlullahın (s.a.v.) iyilik yapana öldükten sonra iyilik, kötülük yapana kötülük yapılacağı, sözünü içimde doğru buldum.

Bozuk ve bâtıl olan bir şeye devamda hiçbir fâide görmedim.” buyurdu.

Hz. Ömer, bir defa yürürken Hz. Amr’a baktı. “Ebû Abdullah’a yeryüzünde emir gibi yürümek yakışır” buyurdu.

Kabise bin Câbir “Amr ile arkadaşlık ettim. Kur’ân-ı kerîmi onun gibi açık okuyan, onun gibi güzel ahlâklı, onun gibi içi dışına benzeyen görmedim.” der.

Amr İbn-i Âs (r.a.), Resûlullah’dan birçok hadîs rivâyet etti. Kendisinden de iki oğlu Abdullah ve Muhammed, ayrıca, Kays bin Ebû Hâzim, Ebû Seleme bin Abdurrahman, kölesi Ebû Kays, Abdurrahman bin Şemâme, Ebû Osman Hindî ve başkaları hadîs bildirdi.

Resûlullah (s.a.v.) Âmr İbn-i Âs için buyurdular ki: “Amr İbn-i Âs, Kureyş’in sâlihlerindendir.” “Allahım, Amr İbn-i Âs’a rahmet et. Zira o hem seni seviyor, hem de Resûlünü”, “İyi kimseye malın iyisi ne güzel yakışır.”

Resûlullah’tan bizzat işiterek rivâyet ettiği hadîs-i şerîflerden bazıları:

Amr İbn-i Âs anlatır: Resûlullah bana: “Elbiseni giy, silâhını kuşan ve bana, gel” diye haber gönderdi. Gittiğimde “Seni asker üzerine göndermek isterim. Allah sana selâmet ve ganimet versin ve çok sâlih mal ile dön” buyurdu. Ey Allah’ın Resûlü ben mal para için değil, İslâm’a olan rağbet ve arzumdan müslüman oldum, dedim. “Ey Amr, sâlih mal, sâlih kimsede ne güzeldir” buyurdu.

Bir kişi Resûlullaha (s.a.v.) geldi ve “Yâ Resûlallah amellerin en efdali (en üstünü) hangisidir” diye sordu. Peygamber efendimiz, “Allahü teâlâya îmân edip, kalb ile tasdik etmek, O’nun yolunda cihad etmek ve Hacc-ı Mebrûr (kabul olunan hac) dır” buyurdu. O kişi “Biraz daha söyler misiniz yâ Resûlallah dedi.” Resûlullah “İnsanlara yumuşak söylemek, fakirlere çok yemek yedirmek, vermesi lâzım ve vâcib olmayan şeyleri, seve seve vermek ve güzel ahlâktır.” buyurdu.

“Yanılan müctehide bir sevâb doğruyu bulana iki veya on sevâb vardır.”

 

KAYNAKLAR

1) Üsûd-ül-gâbe, cild-4, sh-112
2) Fütûh-ül-büldan, sh-83, 127
3) Taberî cild-4, sh-82, 127
4) İbn-i Esir cild-2, sh-318
5) Mu’cem-ül-büldan: Berka kelimesi
6) Ahbar-ut-tıval sh, 167, 169
7) Tabakât-ı İbn-i Sa’d cild-4, sh-8
8) Tehzîb-ül-kemâl sh-290
9) Tehzîb-üt-tehzîb cild-8, sh-56
10) Hüsn-ül-muhâdâra, sh-68
11) Müstedrek, Hâkim cild-3, sh-454
12) Müsned-i Ahmed bin Hanbel cild-1, sh-155
13) Kenz-ül-ummal sh-6
14) Tam İlmihâl Se’âdet-i Ebediyye sh-986
15) Eshâb-ı Kirâm sh-312
16) Hadikât-ün-nediyye cild-1, sh-298
 

Rüveyha
Tue 3 December 2013, 10:53 pm GMT +0200
Efendimizin övgüsüne mashar olan bir sahabe..Rabbim onlardan razı olsun..Onların sayesinde bir çok şeyi öğreniyoruz...