ezelinur
Mon 25 January 2010, 12:50 pm GMT +0200
Abdestin şartları, vücûbunun, sıhhatinin, hem vücûbunun hem de sıhhatinin şartları olmak üzere üç kısma ayrılır. Vücûbunun şartlarından maksat, mükellefin abdest almasını vâcib kılan şartlardır. Ki bu şartların tümünü veya bir kısmını üzerinde taşımayan bir kimsenin abdest alması vâcib değildir. Sıhhatinin şartlarından maksat, bu şartlar gerçekleşmediği takdirde alınan abdestin sahîh olmayacağı demektir.
Hem vücûbunun hem de sıhhatinin şartlarından maksat ise, bu şartlardan biri gerçekleşmediği takdirde abdest almanın vâcib olmayacağı ve alınsa da sahîh olmayacağı demektir. Bunları açıklamaya çalışalım:
Vücûbunun şartları:
1. Bulûğ: Erkek olsun kadın olsun bulûğa ermeyen bir kimseye abdest almak vâcib değildir! Ama alacak olursa abdesti sahîh olur. Sözgelimi bulûğa ermeden bir saat önce abdest almış olsa, sonra da bulûğa ererse abdesti bozulmamış olup devam eder. Bu abdestle namaz kılabilir. Böyle bir durumla her ne kadar çok az karşılaşılsa da yolcuların ve çöl gibi suyu az yerlerde ikâmet edenlerin bunu bilmesinde fayda vardır.
2. Namaz vaktinin girmesi: Sabah, öğle, ikindi, akşam ve yatsı namazlarından birinin vaktinin girmiş olması, ileride namaz vakitleri bahsinde açıklanacaktır. Bu vakitlerden biri gelip çattığında mükellef birinin, üzerine farzolan namazı kılması gerekli olur. Namaz, abdest veya onun yerine geçecek bir şey (teyemmüm gibi) alınmadan helâl (sahîh) olmayacağına göre, kişinin namaz kılmak için abdest alması farz olur. Vaktin girmesiyle namaz, kişinin üzerine genişletilmiş bir vecîbe olarak farzolur. Onsuz kabul edilmeyecek olan abdest de böyle... Genişletilmiş vecîbenin mânâsı şudur ki: Mükellefler namazı vaktin başında kılacakları gibi, ortasında veya sonunda da kılabilirler. Vaktin sonuna doğru gelinip de geriye sadece abdest alınıp namaz kılabilecek kadar bir zaman kalırsa bu durumda daraltılmış bir vecibe olur. Mükellef, bu durumda acilen abdest alıp namaz kılmak zorundadır. Abdest ve namazı bundan sonrasına bırakacak olursa günahkâr olur. Farz namazı kılmak isteyenin abdest alması farz olduğu gibi, nafile namaz kılmak isteyenin de abdest alması farzdır. Nafile namaz kılacak olan birinin (eğer yoksa) hemen abdest alması farzolur. Nafile de olsa abdestsiz olarak namaz kılmak haramdır.
Vaktin girişinin sadece abdestin vücûbu için bir şart olduğu anlaşıldıktan sonra bilinmelidir ki: Vaktin girişinden önce alınan abdest sahîh olur. Yani vaktin girişi, abdestin sıhhat şartı değildir. Yalnız abdest alanın özür sahibi biri olmaması gerekir.
Mâlikîler: Özürlü kimsenin, vaktin girişinden önce ve sonra aldığı abdestler sahîhtir demişlerdir.
Hanefiler dediler ki: Özürlü kimsenin vaktin girişinden önce aldığı abdest sahîhtir. Sözgelimi öğleden önce abdest alır, sonra da öğle vakti girerse bu abdesti bozulmuş olmaz. Bununla öğle namazını kılabilir. Öğlen vakti çıkıncaya kadar da abdestinin hükmü devam eder. Öğle vakti sona erip çıkmakla abdesti de bozulmuş olur. İkindi namazım, yeniden abdest almadan kılamaz. Bahsi gelince de, vakti çıktığından ötürü abdestinin bozuluş sebebi anlatılacaktır.
Sayfanın üst tarafında anlatılanlar, Şafiî ve Hanbelî mezheblerine göredir.
Meselâ sürekli olarak kendisinde sidik akıntısı bulunan bir insanın, ancak vakit girdikten sonra abdest alması sahîh olur. Nitekim bunun izahı, ma´zûr kimseler bahsinde yapılacaktır.
3. Eski abdest bozulmuş olacak: Meselâ bir kişi, öğle namazı için abdest alır da bu abdesti gün boyunca bozulmasa yeniden abdest alması vâcib olmaz. Çünkü bu abdesti sahîh olmakta devam etmektedir. Vaktin girişinden önce mevcûd bulunan bir abdest de sahîhtir.
4. Abdest almaya muktedîr olmak: Hastalık veya benzen hallerden ötürü suyu kullanamayan kimsenin, ileride teyemmüm bahsinde de açıklanacağı üzere, abdest alması vâcib olmaz. Kullanmak için su bulamayan kimseler de hastalar hükmündedirler.
Bu saydıklarımız, abdestin, üzerinde ittifaka varılan vücûb şartlarıdır.
Özet olarak diyebiliriz ki: Mükellef kişi, abdestli değilse, vaktin girişiyle abdest almak mecburiyeti altına girer. Yalnız bu kişi, suyu kullanmaya da muktedîr olmalıdır. Sıhhatinin şartları:
1. Abdest alınacak su, temizleyici bir su olmalıdır: Abdest alacak olan kişinin, bu suyun temizleyici olduğunu zannetmesi yeterlidir.
2. Abdest alan mümeyyiz olmalıdır: Mümeyyiz olmayan çocuğun aldığı abdest sahîh değildir. Bu, bir varsayım olup, “abdestsiz çocuğun Mushaf´a dokunmasına mâni olunmalıdır” diyenler bu varsayıma ihtiyaç duyabilirler.
3. Abdestle yıkanacak organa suyun ulaşmasına mâni bir engel bulunmamalıdır: Meselâ elde, yüzde, başta veya ayaklarda derinin dış yüzüne suyun ulaşmasına mâni bir engel bulunduğu takdirde bu abdest sahîh olmaz. Yine aynı şekilple elde veya yüzde donmuş yağ, balmumu veya hamur bulunur da bunfar suyun deriye ulaşmasına engel olurlarsa alınan abdest sahîh olmaz.
Abdest almakta olan kişide abdeste zıt bir durum meydana gelmemelidir. Meselâ abdest almakta olan kişide, yüzünü ve ellerini yıkadıktan sonra abdesti bozacak bir durum meydana gelirse bu kişi, abdeste yeniden başlamaya mecbur olur. Ancak özürlü kişilerden olursa yeniden abdest alması zorunlu olmaz. Meselâ sürekli sidik akıntısına müptelâ olan bir kişiden abdest esnasında bir veya birkaç damla sidik damlayacak olursa yeniden abdest alması gerekmez.
Hem vücûbunun hem de sıhhatinin şartları:
1. Akıllı olmak. Delinin, saralının, bunağın, baygının abdest almaları vâcib değildir. Bunlardan biri abdest alacak olursa bu abdesti sahîh olmaz. Şöyle ki: Bunak biri abdest alır da birkaç dakika sonra bu hastalığından kurtulup iyileşecek olursa bu abdestiyle namaz kılması sahîh olmaz. Deli de bu hükme tâbidir. Bunak, saraya düşmüş ve baygın kimselere gelince (şuurları yerinde olmadığından ötürü) bunların abdest almaları zaten düşünülemez. Ancak bunu anlatmaktaki gayemiz, Allah Teâlâ-nın bu hallerde, bütün mükellefiyetleri ortadan kaldırdığını bildirmek içindir. Yine de bu hallere müptelâ kimselerin abdest aldıklarını farzedecek olursak, bunların almış oldukları abdestler sahîh olmaz. Şunu bilmek gerekir ki, ibâdetler karşısındaki şer´î tasarruflarla, günlük hayattaki muameleler karşısındaki şer´î tasarruflar aynıdır. İbâdetlerde olduğu cjibi muameleleri yapanların da akıllı kimseler olmaları vâcibdir. Akılsızların muameleleri geçerli olmaz.
Hanefiler dediler ki: Delilik ve sar´aya düşmek, abdeste zıt durumlardandır; abdesti bozarlar. Bu nedenle akıllılık, abdestin sıhhat şartlarından biri olmaktadır. Daha önce de görüldüğü gibi akıllılık, abdestin vücub şartlarından idi. Böylece hem vücûbunun hem de sıhhatinin şartlarından biri olmaktadır.
Hanefiler dediler ki: Bunak, sözlerini birbirine karıştıran ve sakin olmasına, kimseye sövmemesine, şuursuzca yürümemesine rağmen yine de ne yapacağını bilemeyen, hülâsa tedbiri bozulan kimsedir. Bu durumdaki kimselerin ibâdetleri, çocuğunki gibi sahîhtir. Ancak mükellef değildirler. Bunamamak, sadece vücub şartıdır. Sıhhat şartı değildir.
2. Kadının, aybaşı ve nifastan sonraki lohusalık kanlarından temiz olması. Bu haldeki kadınların abdest almaları vâcib değildir. Alacak olsalar ve aldıktan birkaç dakika sonra temizlenecek olsalar, bu abdestleri, sıhhat şartına uyulmadığı gerekçesiyle sahîh ve muteber olmaz. Ama yine de aybaşı hâlini geçirmekte olan bir kadının hatırlama kabilinden olması dolayısıyla her namaz vaktinde abdest alıp önceden namaz kıldığı yerlerde oturması menduptur. Fakat unutulmasın ki bu abdest, sadece bir şekilden ibarettir. Namazı anmak ve unutmamak içindir.
3. Uyku ve gafletin olmaması. Uyumakta olan kişi, ilâhî rahmet dolayısıyla mükellef olmamaktadır. Gafil (dalgın) da böyledir. Bunlar şayet abdest alsalar bile bu abdestleri bâtıldır, geçersizdir. Bazıları sanarlar ki: Uyuyan kişi, sadece kendi yatağında veya bir başkasının yatağına uzanarak uyuyan kişidir. Böyle birinin uyurken abdest alması zaten düşünülemez. Bizim burada uyuyan kişiden kastettiğimiz şudur: Uyurken kalkıp hareket eder. Hatta yine uyurken evinden dışarı çıkar. Bu kimseler hissetmeseler bile uyur-gezerken abdest alabilirler. Benim bir komşum vardı. O da bu uyur-gezerlerdendi.
4. Müslüman olmak. Şu mânâda ki: “Gayr-ı müslim” birinden abdest almasını isteyemeyiz. Ama küfür halindeyken de namaza ve namazın vesilelerine (abdest ve teyemmüme) muhatabtır. Terkinden dolayı da azâb görecektir. Ama müslüman olmadan aldığı abdest de sahîh değildir.
Malikiler dediler ki: Müslüman olmak sadece sıhhat şartıdır. Kâfirler şerîatin hükümlerine muhatap olmaları dolayısıyla ibadetle mükelleftirler. Terkettikleri gerekçesiyle de azaba maruz kalacaklardır. Ancak bu ibadetleri de müslüman olduktan sonra sahîh olabilir. Küfür halindeyken yapacakları ibadetler sahîh olmaz. Çünkü niyet olmaksızın hiçbir ibadet sahîh olamaz. Ayrıca niyetin de sahîh olabilmesi için müslüman olmak şarttır. Hanefiler dediler ki: Müslüman olmak abdestin sadece vücûb şartlarındandır. Hem vücûbunun ve hem de sıhhatinin şartlarından değildir. (Mâlikîlerin hilafına.) Kâfir, şerîatin hükümlerine muhatab değildir. Hanefîler müslüman olmayı abdestin sıhhat şartlarından saymamışlardır. Çünkü onlara göre abdest, niyet etmeden de sahîh olur; Abdestte niyyet farz değildir. Ama teyümmümde bunun aksine niyet, farzdır. Bu durumda kâfir bir kişi teyemmüm yapacak olursa teyemmümü sahih olmaz. Zîrâ teyemmüm, niyet rüknüne bağlıdır.
5. Peygamber Efendimiz Muhammed İbn Abdullah´ın çağrısının mükellefe kavuşmuş olması. Kendisine bu çağrının ulaşmamış olduğu kimselere abdest vâcib değildir. Alsalar bile, aldıktan sonra bir saat içinde çağrıya muhâtab olurlarsa bu abdestleri geçersiz olur. Bununla namaz kılmaları sahîh olmaz. Ki bu hususta bazı mezheblerin koşmuş oldukları birtakım ek şartlar aşağıda sıralanmıştır.
Hanefiler dediler ki: Peygamber Efendimizin çağrısının ulaşması, abdestin sıhhat şartlarından değildir. Şöyleki: Adamın biri, bu çağrı kendisine ulaşmadan abdest alicak olursa, sonra da çağrıyı alırsa bu abdesti sahîh olur. Hanefîler, çağrının ulaşmasını İslâmiyet şartı ile yetinerek abdestin vücûb şartlarından saymamışlardır. Çünkü İslâmiyet, ancak bu çağrı yapıldıktan sonra gerçekleşmektedir. Böylece de anlaşılıyor ki: Peygamberimizin çağrısını, abdestin hem vücûbunun hem sıhhatinin şartlarından sayanlar sadece Şâfiîler ile Hanbelîlerdir.
Şâfiîler: Abdestin sıhhat şartlarına üç tane daha eklemişlerdir:
1. Abdest alan kişi, abdestin alınış keyfiyetini bilmelidir. Öyleki: Abdestin elleri, yüzü, ayaklan yıkamak vs. den ibaret olduğunu bilse ve bunları yerine getirirken bunun şerîatçe kendisinden istenilen abdestin ta kendisi olduğunu bilmese abdesti sahîh olmaz.
2. Farzı diğerlerinden ayırdedebilmelidir. Ancak abdest alan, avamdan biriyse bunun, farzı nafile olarak itikad etmemesi gerekir. Onun için yeterli olan budur. Eğer abdestteki bütün fiillerin farz olduğuna inanırsa aldığı abdest yine sahîh olur. Yine bunun gibi abdestte hem farz hem de sünnet olan fiiller bulunduğuna inansa, ancak farzlarla sünnetleri birbirinden ayırd edemese aldığı abdest yine sahîh olur.
3. Abdeste başladığı anda niyet edip bu niyeti abdest tamamlayıncaya kadar devam ettirmelidir. Sözgelimi eğer yüzünü yıkarken abdeste niyet ederse, sonra da ellerini sırf temizlik veya serinlemek amacıyla yıkarsa bu abdesti sahîh olmaz. Ki buna hükmen niyetle beraberlik denir. Eğer bir kişi abdeste niyet eder, bununla birlikte temizlik maksadıyla da niyet ederse bu niyeti abdesti bozmaz.
Hanbelîler: Bunlar da abdestin sıhhat şartlarına üç tane daha eklemişlerdir:
1. Abdest alınacak su, mübâh bir su olmalıdır. Gasbedilmiş bir suyla alınan abdest sahîh olmaz.
2. Abdest almaya niyet edilmelidir. Niyet edilmeksizin alınan abdest sahîh olmaz. Hanefîlere gelince bunların nazarında niyet, sünnettir. Bir rükün veya bir şart değildir. Mâlikî ve Şâfiîlere gelince bunlar demişlerdir ki: Niyet, abdestin rükûnlarından bir rükündür. Niyeti, abdest için bir şart olarak kabul edenler, yalnızca Hanbelîlerdir. Niyet bahsi geldiğinde rükün ile niyet arasındaki fark açıklanacaktır.
3. Abdestten önce istinca veya isticmar yapılmalıdır. Bunlar yapılmadan alman abdest sahîh olmaz. İstinca bahsinde bu hususun açıklaması yapılacaktır.[53]