Esila
Fri 4 February 2011, 12:09 pm GMT +0200
İkincisi: Hazret-i İmam-ı Ali (r.a.) başta
....رُوحِى بِهِ اهْتَدَتْ اِلٰى كَشْفِ اَسْرَارٍ بِبَاطِنِهِ انْطَوَتْ 1
وَاَمْنِحْنِى يَا ذَا الْجَلاَلِ كَراَمَةً بِاَسْرَارِ عِلْمٍ يَاحَلِيمُ بِكَ انْجَلَتْ 2 ve ortalarında
مَقَالُ عَلِىٍّ وَابْنِ عَمِّ مُحَمَّدٍ وَسِرُّ عُلُومٍ لِلْخَلاَئِقِ جُمِّعَتْ 3 ve âhirde
bir hazine-i ulûm olarak gösteriyor. Halbuki, zâhirinde yalnız bir münâcâttır. Hattâ İmam-ı Ali’nin (r.a.) hakikat-feşan sair kasideleri ve ilmî başka münâcâtları gibi, esrar-ı ilmiye ile tam münasebeti görünmüyor. Benim hususî kanaatım şudur ki: Celcelûtiye, madem Risale-i Nur’u içine almış ve sinesine basıp mânevî veled gibi kabul etmiş, elbette وَسِرُّ عُلُومٍ لِلْخَلاَئِقِ جُمِّعَتْ fıkrası ile kendi hazinesinin bir kısım pırlantalarını âhirzamanda neşreden Risale-i Nur’u şahit gösterip Celcelûtiye’yi bir hazine-i ulûm ve bir define-i ilmiyedir diye bihakkın medh ü senâ edebilir.
Dipnot-1
İçinde sırların dürülü olduğu hazinelerin keşfine ruhum onunla ulaştı.
Dipnot-2
Ey celâl sahibi Allah’ım, bana ilmin sırlarını lütfunla bildir, seninle anlaşılır onlar ya Halîm!
Dipnot-3
Bu sözler Muhammedin (a.s.m.) amcasının oğlu Ali’nindir (r.a.) ve yaratılmış olan herşey hakkındaki ilimlerin sırlarını toplamıştır.
Celcelûtiye: (bk. bilgiler) Hazret-i İmam-ı Ali: [bk. bilgiler – Ali (r.a.)]
Süryanîce: (bk. bilgiler) beyan: açıklama, izah
bihakkın: hakkıyla, gerçek anlamıyla cihet: şekil, yön
define-i ilmiye: ilim hazinesi emare: belirti, işaret
esrar-ı ilmiye: ilmin sırları fıkra: bölüm, kısım
hakikat-feşan: gerçekleri yayan hazine-i ulûm: ilimler hazinesi
kanaat: görüş, fikir; inanma, razı olma kaside: övgü şiiri
kâfi: yeterli mahiyet: asıl, esas, nitelik
medh ü senâ: övme ve yüceltme münasebet: bağlantı, ilişki
münâcât: Allah’a yalvarış, dua namındaki: adındaki
neşreden: yayan sabık: geçen, önceki
sair: diğer, başka tâdât etmek: saymak
veled: çocuk, evlad yakîn: kesin ve doğru bilgi
zâhir: açık, gözle görülür âhirde: sonunda
âhirzaman: dünya hayatının kıyamete yakın son devresi şahit: tanık, delil
şerâit: şartlar, belirtiler
....رُوحِى بِهِ اهْتَدَتْ اِلٰى كَشْفِ اَسْرَارٍ بِبَاطِنِهِ انْطَوَتْ 1
وَاَمْنِحْنِى يَا ذَا الْجَلاَلِ كَراَمَةً بِاَسْرَارِ عِلْمٍ يَاحَلِيمُ بِكَ انْجَلَتْ 2 ve ortalarında
مَقَالُ عَلِىٍّ وَابْنِ عَمِّ مُحَمَّدٍ وَسِرُّ عُلُومٍ لِلْخَلاَئِقِ جُمِّعَتْ 3 ve âhirde
bir hazine-i ulûm olarak gösteriyor. Halbuki, zâhirinde yalnız bir münâcâttır. Hattâ İmam-ı Ali’nin (r.a.) hakikat-feşan sair kasideleri ve ilmî başka münâcâtları gibi, esrar-ı ilmiye ile tam münasebeti görünmüyor. Benim hususî kanaatım şudur ki: Celcelûtiye, madem Risale-i Nur’u içine almış ve sinesine basıp mânevî veled gibi kabul etmiş, elbette وَسِرُّ عُلُومٍ لِلْخَلاَئِقِ جُمِّعَتْ fıkrası ile kendi hazinesinin bir kısım pırlantalarını âhirzamanda neşreden Risale-i Nur’u şahit gösterip Celcelûtiye’yi bir hazine-i ulûm ve bir define-i ilmiyedir diye bihakkın medh ü senâ edebilir.
Dipnot-1
İçinde sırların dürülü olduğu hazinelerin keşfine ruhum onunla ulaştı.
Dipnot-2
Ey celâl sahibi Allah’ım, bana ilmin sırlarını lütfunla bildir, seninle anlaşılır onlar ya Halîm!
Dipnot-3
Bu sözler Muhammedin (a.s.m.) amcasının oğlu Ali’nindir (r.a.) ve yaratılmış olan herşey hakkındaki ilimlerin sırlarını toplamıştır.
Celcelûtiye: (bk. bilgiler) Hazret-i İmam-ı Ali: [bk. bilgiler – Ali (r.a.)]
Süryanîce: (bk. bilgiler) beyan: açıklama, izah
bihakkın: hakkıyla, gerçek anlamıyla cihet: şekil, yön
define-i ilmiye: ilim hazinesi emare: belirti, işaret
esrar-ı ilmiye: ilmin sırları fıkra: bölüm, kısım
hakikat-feşan: gerçekleri yayan hazine-i ulûm: ilimler hazinesi
kanaat: görüş, fikir; inanma, razı olma kaside: övgü şiiri
kâfi: yeterli mahiyet: asıl, esas, nitelik
medh ü senâ: övme ve yüceltme münasebet: bağlantı, ilişki
münâcât: Allah’a yalvarış, dua namındaki: adındaki
neşreden: yayan sabık: geçen, önceki
sair: diğer, başka tâdât etmek: saymak
veled: çocuk, evlad yakîn: kesin ve doğru bilgi
zâhir: açık, gözle görülür âhirde: sonunda
âhirzaman: dünya hayatının kıyamete yakın son devresi şahit: tanık, delil
şerâit: şartlar, belirtiler