Esila
Fri 4 February 2011, 11:58 pm GMT +0200
باٰجٍ اَهُوجٍ جَلْمَهُوجٍ جَلاَلَةٍ جَلِيلٍ جَلْجَلَيُّوتٍ جَمَاهٍ تَمَهْرَجَتْ
بِتَعْدَادٍ اَبْرُومٍ وَسِمْرَازٍ اَبْرَمٍ وَبَهْرَةِ تِبْرِيزٍ وَاُمٍّ تَبَرَّكَتْ
fıkrasıyla Risale-i Nur’un bidayette On İki Söz namında iştihar ve intişar eden on iki küçük risalelerine اَقِدْ كَوْكَبِى 1 karinesiyle, bu fıkradaki on iki Süryanî kelimeler onlara birer işarettir. Gerçi elimde bulunan Celcelûtiye nüshası en sahih ve en mutemeddir. İmam-ı Gazâli (r.a.) gibi çok imamlar Celcelûtiye’yi şerh etmişler. Fakat bu Süryanî kelimelerinin mânâsını tam bilmediğimden ve nüshalarda ihtilâf bulunduğundan, herbirisinin vech-i işaretini ve münasebetini şimdilik bilmediğimden bırakıyorum.
Elhasıl: Hazret-i İmam-ı Ali (r.a.) bir defa اَقِدْ كَوْكَبِى fıkrasıyla âhirzamanda Risale-i Nur’u dua ile Allah’tan niyaz eder, ister ve bidayette on iki risaleden ibaret bulunduğundan, yalnız on iki risalesine işaret ediyor. İkinci defada
تُقَادُ سِرَاجُ النُّورِ 2 fıkrasıyla daha sarîh bir surette Risale-i Nur’u medh ü senâ ile göstererek, tekemmülüne işareten, umum Sözleri ve Mektupları ve Lem’aları remzen haber verir.
Hem On İki Söz namıyla çok intişar eden o küçücük risaleler bu fıkradaki kelimeler gibi birbirine ismen ve sureten benzedikleri gibi, “bedi” mânâsında olan Celcelûtiye kelimesine mutabık olarak, herbiri gayet bedi’ bir tarzda, güzel bir temsille, büyük ve derin bir hakikat-i Kur’âniyeyi tefsir ve ispat eder.
Eğer bir muannid tarafından denilse, “Hazret-i İmam-ı Ali (r.a.) bu umum mecazî mânâları irade etmemiş.” Biz de deriz ki:
Faraza Hazret-i İmam-ı Ali (r.a.) irade etmezse, fakat kelâm delâlet eder. Ve karinelerin kuvvetiyle işârî ve zımnî delâletle mânâları içine dahil eder.
Dipnot-1
Yıldızımı parlat.
Dipnot-2
Siracü’n-Nur (nur kandili) yanıp parlıyor.
Celcelûtiye: (bk. bilgiler) Hazret-i İmam-ı Ali: [bk. bilgiler – Ali (r.a.)]
Süryanî: (bk. bilgiler) bedî: güzel, benzersiz
bidayet: başlangıç delâlet: delil olma, işaret etme
elhasıl: kısaca, özetle faraza: varsayalım ki
fıkra: bölüm, kısım hakikat-i Kur’âniye: Kur’ân hakikati
ihtilâf: uyuşmazlık intişar eden: yayılan
irade etme: kast etmek iştihar eden: meşhur olan
işârî: işaret edilen karine: delil, ipucu
kelâm: ifade, söz mecazî: gerçek anlamı dışında başka bir mânâda kullanılan
medh ü senâ: övme ve yüceltme muannid: inatçı, inanmamakta direnen
mutabık: uygun mutemed: güvenilir
münasebet: bağlantı, ilişki nam: adı
niyaz: dua, yakarış nüsha: kopya, nümune
remzen: işaret ederek risale: mektup; Risale-i Nur’da yer alan bölümlerden her birisi
sahih: doğru sarih: açık
suret: biçim, görünüş sureten: şekil olarak
tefsir: açıklama, yorum tekemmül: mükemmelleşme, olgunlaşma
temsil: kıyaslama tarzında benzetme umum: bütün
vech-i işaret: işaret yönü zımnî: gizli, örtülü
âhirzaman: dünya hayatının kıyamete yakın son devresi İmam-ı Gazâli: (bk. bilgiler – Gazâlî)
şerh etmek: izah etmek, açıklamak