- 5.Bölüm

Adsense kodları


5.Bölüm

Smf Seo Versiyon , -- Seo entegre sistem.

Array
saniyenur
Tue 26 July 2011, 11:45 pm GMT +0200
5. BÖLÜM


Dedi ki :
Bu ne lûtuftur ki Mevlânâ şereflendirdi bizi; hiç beklemezdim; gönlümden bile geçmezdi; buna lâyık
da değilim. Benim gece-gündüz el kavuşturup onun kullarının-kölelerinin safında bulunmam gerekti; halbuki ona bile lâyık değilim hâlâ. Bu ne lûtuf?
(Mevlânâ) buyurdu ki: Bütün bunlar, himmetinizin yüceliğinden. Yüce, büyük bir dereceniz var. Ağır, yüce işlere koyulmuşsunuz. Himmetinizin yüceliği yüzünden gene de kendinizi kusurlu görüyorsunuz; buna razı olmuyorsunuz; kendinize birçok şeyleri gerekli biliyorsunuz. Gönlümüz daima tapınızda; fakat, bedenle de şereflenmeyi diledik. Fakat bedenin de pek büyük bir itibarı var; hattâ itibarın da yeri mi? Beden, özle
ortak. Özsüz beden, nasıl bir işe yaramazsa bedensiz öz de bir işe yaramaz. Hani tohumu, kabuksuz olarak yere ekersen baş vermez, tutmaz; fakat kabuğuyla ekersen tutar, büyük bir ağaç olur. Şu halde bu bakımdan bedenin de büyük bir kadri var; böyle de olması gerek zâti. Onsuz bir iş görülemez; hiçbir maksada ulaşılamaz; evet, vallahi de böyledir bu. Asıl, anlamı bilene, anlam haline gelene göre anlamdır. Hani derler ya "İki rek'at namaz, dünyadan da hayırlıdır, dünyadakilerden de." Amma bu, herkese göre
değil; birisi olsa da dünya yüzünde ne varsa hepsine sahip olsa, bütün dünyanın malına-mülküne sahipken hepsi elinden çıksa, iki rek'at namazını kaçırmak, ona bundan da daha zor gelirse işte o kişiye göredir bu. Dervişin biri, bir padişahın yanına vardı. Padişah ona, ey zâhit dedi. Derviş, zâhit sensin dedi. Padişah, ben nasıl zâhid olabilirim ki dedi, bütün dünya benim. Derviş, hayır dedi, ters görüyorsun sen. Dünya da, âhiret de, bütün mal-mülk de benim, âlemi ben zaptetmişim; bir lokmayla bir hırkayı yeter bulan sensin.
"Artık nereye dönerseniz dönün, Allahın zâtına dönersiniz." Bu, boyuna böyledir, tecelli hiç kesilmez, sonsuzdur, ölümsüzdür. Âşıklar, kendilerini o zâta feda etmişlerdir, karşılık da istemezler. Âşıklardan başkalarıysa yayılan hayvanlara benzerler. Buyurdu ki: Yayılan hayvanlardır amma kendilerine nimet verilmeye de lâyıktır bunlar. Ahırdadır onlar
amma ahır sahibinin makbulüdür onlar. Dilerse içlerinden birini alır, has ahırına götürür. Hani önceden yoktu, onu varlığa getirdi. Varlık tavlasından cansızlar arasına getirdi; cansızlar tavlasından bitkiler tavlasına, bitkilikten hayvanlığa, hayvanlıktan insanlığı, insanlıktan da melekliğe getirdi; bunun da sonu yoktur zâti. Bütün bunları da, onun bu çeşit pek çok, birbirinden yüce tavlaları olduğunu ikrar etmen için gösterdi. "Elbette geçeceksiniz bir halden bir hale; artık ne oluyor onlara ki inanmıyorlar?" Bunu, ilerdeki
katları ikrar etmen için gösterdim, inkâr edip var olan budur ancak demen için değil. Bir usta, sanatını, hünerini, halkı kendisine inandırmak, göstermediği başka hünerlerine de ikrar edip var olan budur ancak demen için değil. Bir usta, sanatını, hünerini, halkı kendisine inandırmak, göstermediği başka hünerlerine de ikrar ettirmek, inandırmak için gösterir. Hani padişah da, kendisinden daha başka şeyler de istesinler, umsunlar, bu umutlarla keseler örsünler, diksinler diye bağışlarda, ihsanlarda bulunur. İşte bu, bu
kadardır, padişah artık başka birşey vermez; verip vereceği budur ancak desinler diye değil. Hattâ padişah, birisinin böyle diyeceğini, bu düşünceye kapılacağını bilse ona asla ihsanda bulunmaz. Zâhid ona derler ki işin sonunu görür, dünya ehliyse ahiri görür. Fakat Tanrıya tam yaklaşmış arifler, ne sonu görürler, ne ahiri. Onlar, öne bakarlar da her işin başlangıcını bilirler. Hani bilen biri buğday eker; bilir ki buğday bitecektir, buğday biçecektir o. Sonu, önceden görmüştür. Arpa, pirinç, başka şeyler eken de böyle. Madem ki önü gördü, sona bakmaz artık; bütün sonlar, önceden malûmdur ona; fakat bunlar
azdır. Sonu görenlerse orta hallilerdir. Ahırdakilere gelince yayılan hayvanlardır.
İnsana yolu gösteren derttir, hem de her işte. İnsan, hangi işe koyulura koyulsun, o işin derdi, o işin hevesi, aşkı, gönlünde doğmazsa adam, o işe girişemez; o iş, dertsiz kolay gelmez ona. İster dünya olsun, ister âhiret... İster alış-veriş olsun, ister padişahlık... İster bilgi olsun, ister yıldız; isterse başkası; hepsi de böyledir. Meryem de doğum ağrısı başlamadan baht ağacının yanına gitmedi. "Doğum ağrısı, onu hurma
ağacının dibine sevk etti." Onu, ağaca götüren o dertti de kuru ağaç meyve verdi. Beden Meryem'e benzer. Her birimizin bir Îsâ'sı var. Bizde dert meydana gelirse Îsâ'mız doğar; fakat dert olmazsa Îsâ, geldiği o gizli yoldan gider, gene aslına kavuşur; ancak biz mahrum kalırız; faydalanamayız ondan.

Can, iç âlemde yokluk-yoksulluk içinde; tabiat dışarda nimetlere gark olmuş
Şeytan, yiyip içmeden mîde fesâdına uğramış, Cemşîd'se daha sabah kahvaltısı bile
etmemiş. Mesîh'in yeryüzündeykeni hastalığını tedâvi ettir;
Mesîh göğe ağmaya koyuldu mu derman, elden çıkar-gider
.