neslinur
Fri 25 June 2010, 03:59 pm GMT +0200
5–Ebu Yezîd-i (Bayezid) Bestâmî:
Wafayât'ul-A'yân'a göre, Adı Tayfur, babasının adı İsa, Onun babasının adı Âdem, Onun babasının adı yine İsa, O'nun da babasının adı Ali'dir. Ancak «ceddi –yani babasının dedesi– Mecûsî idi.» denilmektedir. Buna göre dördüncü atası olan Ali'nin oğlu İsa için Mecûsî denilmiş olur ki bu, ihtimalden uzaktır. Belki de «ceddi Mecûsî idi» tabirinden amaç, O'nun dördüncü atası olan Ali'dir. Serûşân adında İranlı bir Mecûsiyken İslâm'a girerek Ali adını alan bu şahıs olmalıdır.
Ebu Yezîd, h. 160 ya da 188 yılında Bestâm'da doğdu. Burası Hazar Denizi Sahillerinde bir yerdir. Ölüm tarihi ise h. 231 veya 261/m. 874'dür.
Nakşibendîler bu şahsın «Üveysî» olduğunu, yani, «İmam Ca’fer'us-Sâdık'ın rûhâniyetinden Feyiz alarak» velîlik makamına yükseldiğini ileri sürmekte ve O'nun, rûhânîler zincirinde 5'inci halkayı oluşturduğuna inanmaktadırlar. Halbuki Bestâmî, İmam Ca'fer'us-Sâdık (ra)'dan 40 yıl sonra dünyaya gelmiştir!
Nakşibendî Tarîkatı'nda «Üveysîlik» diye adlandırılan bu inanç, her ne kadar Üveys'ul Karanî adındaki bir Yemenlinin, (çağdaşı ve hayranı bulunduğu) Hz. Peygamber (s)'e olan platonik sevgisi üzerine örülmüş ise de aslında kökü, eski Yahudi inançlarına dayanmaktadır. Nitekim Hz. Musa (as)'ya inen vahyin, ruhçuluğu yasakladığına ilişkin bilgilere bakılacak olursa, o devirde ruh çağırmak ya da ölmüş insanların rûhâniyetinden yardım dilemek gibi batıl inançların yaygın olduğu sonucu çıkmaktadır. Buna ek olarak Kur’ân-ı Kerîm'de Allah Teâlâ'nın, Hz. Peygamber (s)'e: «Ve sana ruhu sorarlar, De ki: Ruh, Rabb'imin sistemindendir. Size ancak pek az bilgi verilmiştir.»[1] diye emretmiş olması da ayrıca ruhlarla ilişki kurmaya çalışmanın hem ilâhî emre aykırı bir davranış olduğunu hem de bu türlü bir amacın asla gerçekleşemeyeceğini kanıtlamaktadır.
Bestâmî'nin, Ebu Ali es–Sindî[2] ile haşir neşir olduktan sonra fıkhı bıraktığı ve Budizm'den etkilenerek Patanjalist bir inanca saptığı sanılmaktadır. Nitekim, İmam Ca'fer'us-Sâdık (ra)'dan 40 yıl sonra dünyaya gelmesine rağmen O'nun bu zatın rûhâniyetinden istifade ettiğine dair ileri sürülen mitolojik hikayeye bakılacak olursa Nakşîliğin tuttuğu yolda, ta baştan beri ne tehlikeli çukurların bulunduğunu fark etmekte insan gecikmez. Bütün bu çelişkilere rağmen Ebu Yezîd-i Bestâmî'nin, (Teverruk oturuşu ile oturarak, gözünü yumarak, şeyhinin şeklini zihninde canlandırarak,) özetle bugünkü Nakşîlerin yaptığı râbıtanın aynısını yapmış bulunduğuna ilişkin hiç bir kanıt yoktur.
[1]. Kur’ân-ı Kerîm 17/85
[2]. Bu isim, ilginç bir tartışma konusu olmuştur: Tartışmanın özü ise: Ebu Ali'nin sanıldığı gibi (Hindistan'ın batısına düşen ve bugünkü Pakistan'ın bir bölgesi olan) SiND halkından olmadığı, bu zannın çok büyük yanlışlığa yol açtığı ve Ebu Ali'nin, esâsen Horasan'da bu adı taşıyan bir kasabadan olduğudur.
Çünkü Bestâmî'ye Hind mistisizmini aşılayan kişinin, Ebu Ali olduğu öteden beri ileri sürülmektedir. "Eğer bu adamın, Hindistan'daki SiND'le hiç bir ilişkisi yoksa Hind mistisizmini nasıl öğrenmiş ve Bestâmî'ye onu nasıl öğretmiş olabilir?!" diye bazı kimseler kuşkuya düşmüş ve bunu ileri süren Oryantalist Zaehner'i ağır şekilde suçlamışlardır.
Burada hemen ifade etmek gerekir ki Zaehner'i suçlayanlar, çok ucuz bir fırsatı değerlendirmeye çalışmışlardır. Çünkü onlara göre Zaehner, Horasan'da bu ismi taşıyan bir kasabanın bulunduğunu bilmemektedir; Üstelik Zaehner, Ebu Ali'yi, Hindistan'ın Sind Bölgesi'den sandığı için onunla Hind mistisizmi arasında hayâlî bir ilişki kurmuştur.
Burada belirtilmesi gereken birkaç gerçek vardır:
Her şeyden önce, bir milletin anlayış ve düşüncesini aşılanmak ve onu başkasına aşılamak, mutlaka o milletin arasında yaşamaya bağlı değildir. Bu açıdan Ebu Ali'nin, Hindistan'ın Sind Bölgesi'den olup olmaması büyük bir önem taşımaz. Esasen üzerinde durulması gereken ince nokta, kanâatimizce şu olmalıdır:
Zaehner'i suçlayanların en büyük kozu, Onun, bu iki Sind'den birini bilmediği için, diğerinden sebep Ebu Ali'yi Hind mistisizmiyle irtıbatlandırarak ilginç bir hata işlemiş olmasıdır. Tabiatıyla bu yanlışlık, O'nun ileri sürdüğü her şeyi yalanlamak için karşıtlarının işine çok yaramıştır! Halbuki Horasan halkı tarih boyunca Hind atmosfarinin her bakımdan etkisini yaşamışlardır.
Sonuç olarak Horasanlı Ebu Ali'nin Hind mistisizmine bulaşmış olması için O'nun, mutlaka Hindistan'nın Sind Bölgesi'nden olması diye bir şey düşünmek doğru olmasa gerektir.
Wafayât'ul-A'yân'a göre, Adı Tayfur, babasının adı İsa, Onun babasının adı Âdem, Onun babasının adı yine İsa, O'nun da babasının adı Ali'dir. Ancak «ceddi –yani babasının dedesi– Mecûsî idi.» denilmektedir. Buna göre dördüncü atası olan Ali'nin oğlu İsa için Mecûsî denilmiş olur ki bu, ihtimalden uzaktır. Belki de «ceddi Mecûsî idi» tabirinden amaç, O'nun dördüncü atası olan Ali'dir. Serûşân adında İranlı bir Mecûsiyken İslâm'a girerek Ali adını alan bu şahıs olmalıdır.
Ebu Yezîd, h. 160 ya da 188 yılında Bestâm'da doğdu. Burası Hazar Denizi Sahillerinde bir yerdir. Ölüm tarihi ise h. 231 veya 261/m. 874'dür.
Nakşibendîler bu şahsın «Üveysî» olduğunu, yani, «İmam Ca’fer'us-Sâdık'ın rûhâniyetinden Feyiz alarak» velîlik makamına yükseldiğini ileri sürmekte ve O'nun, rûhânîler zincirinde 5'inci halkayı oluşturduğuna inanmaktadırlar. Halbuki Bestâmî, İmam Ca'fer'us-Sâdık (ra)'dan 40 yıl sonra dünyaya gelmiştir!
Nakşibendî Tarîkatı'nda «Üveysîlik» diye adlandırılan bu inanç, her ne kadar Üveys'ul Karanî adındaki bir Yemenlinin, (çağdaşı ve hayranı bulunduğu) Hz. Peygamber (s)'e olan platonik sevgisi üzerine örülmüş ise de aslında kökü, eski Yahudi inançlarına dayanmaktadır. Nitekim Hz. Musa (as)'ya inen vahyin, ruhçuluğu yasakladığına ilişkin bilgilere bakılacak olursa, o devirde ruh çağırmak ya da ölmüş insanların rûhâniyetinden yardım dilemek gibi batıl inançların yaygın olduğu sonucu çıkmaktadır. Buna ek olarak Kur’ân-ı Kerîm'de Allah Teâlâ'nın, Hz. Peygamber (s)'e: «Ve sana ruhu sorarlar, De ki: Ruh, Rabb'imin sistemindendir. Size ancak pek az bilgi verilmiştir.»[1] diye emretmiş olması da ayrıca ruhlarla ilişki kurmaya çalışmanın hem ilâhî emre aykırı bir davranış olduğunu hem de bu türlü bir amacın asla gerçekleşemeyeceğini kanıtlamaktadır.
Bestâmî'nin, Ebu Ali es–Sindî[2] ile haşir neşir olduktan sonra fıkhı bıraktığı ve Budizm'den etkilenerek Patanjalist bir inanca saptığı sanılmaktadır. Nitekim, İmam Ca'fer'us-Sâdık (ra)'dan 40 yıl sonra dünyaya gelmesine rağmen O'nun bu zatın rûhâniyetinden istifade ettiğine dair ileri sürülen mitolojik hikayeye bakılacak olursa Nakşîliğin tuttuğu yolda, ta baştan beri ne tehlikeli çukurların bulunduğunu fark etmekte insan gecikmez. Bütün bu çelişkilere rağmen Ebu Yezîd-i Bestâmî'nin, (Teverruk oturuşu ile oturarak, gözünü yumarak, şeyhinin şeklini zihninde canlandırarak,) özetle bugünkü Nakşîlerin yaptığı râbıtanın aynısını yapmış bulunduğuna ilişkin hiç bir kanıt yoktur.
[1]. Kur’ân-ı Kerîm 17/85
[2]. Bu isim, ilginç bir tartışma konusu olmuştur: Tartışmanın özü ise: Ebu Ali'nin sanıldığı gibi (Hindistan'ın batısına düşen ve bugünkü Pakistan'ın bir bölgesi olan) SiND halkından olmadığı, bu zannın çok büyük yanlışlığa yol açtığı ve Ebu Ali'nin, esâsen Horasan'da bu adı taşıyan bir kasabadan olduğudur.
Çünkü Bestâmî'ye Hind mistisizmini aşılayan kişinin, Ebu Ali olduğu öteden beri ileri sürülmektedir. "Eğer bu adamın, Hindistan'daki SiND'le hiç bir ilişkisi yoksa Hind mistisizmini nasıl öğrenmiş ve Bestâmî'ye onu nasıl öğretmiş olabilir?!" diye bazı kimseler kuşkuya düşmüş ve bunu ileri süren Oryantalist Zaehner'i ağır şekilde suçlamışlardır.
Burada hemen ifade etmek gerekir ki Zaehner'i suçlayanlar, çok ucuz bir fırsatı değerlendirmeye çalışmışlardır. Çünkü onlara göre Zaehner, Horasan'da bu ismi taşıyan bir kasabanın bulunduğunu bilmemektedir; Üstelik Zaehner, Ebu Ali'yi, Hindistan'ın Sind Bölgesi'den sandığı için onunla Hind mistisizmi arasında hayâlî bir ilişki kurmuştur.
Burada belirtilmesi gereken birkaç gerçek vardır:
Her şeyden önce, bir milletin anlayış ve düşüncesini aşılanmak ve onu başkasına aşılamak, mutlaka o milletin arasında yaşamaya bağlı değildir. Bu açıdan Ebu Ali'nin, Hindistan'ın Sind Bölgesi'den olup olmaması büyük bir önem taşımaz. Esasen üzerinde durulması gereken ince nokta, kanâatimizce şu olmalıdır:
Zaehner'i suçlayanların en büyük kozu, Onun, bu iki Sind'den birini bilmediği için, diğerinden sebep Ebu Ali'yi Hind mistisizmiyle irtıbatlandırarak ilginç bir hata işlemiş olmasıdır. Tabiatıyla bu yanlışlık, O'nun ileri sürdüğü her şeyi yalanlamak için karşıtlarının işine çok yaramıştır! Halbuki Horasan halkı tarih boyunca Hind atmosfarinin her bakımdan etkisini yaşamışlardır.
Sonuç olarak Horasanlı Ebu Ali'nin Hind mistisizmine bulaşmış olması için O'nun, mutlaka Hindistan'nın Sind Bölgesi'nden olması diye bir şey düşünmek doğru olmasa gerektir.