- 48.Bölüm

Adsense kodları


48.Bölüm

Smf Seo Versiyon , -- Seo entegre sistem.

Array
saniyenur
Thu 21 July 2011, 10:16 pm GMT +0200
48. BÖLÜM



Birisi imamlık ediyordu. «Bedevî Araplar, küfürde, münâfıklıkta pek çetindir" âyetini
okudu. Arap beylerinden biri de namazdaydı. İmamın ensesine bir sille asketti. İmam, öbür rik'atte
«Araplardan Tanrıya, âhiret gününe inanan» âyetini okudu. O Arap, imama, sille ıslah etti seni dedi. Biz
de her solukta, gizli âlemden bir sille yemedeyiz. Neye yöneliyorsak bir silleyle ondan uzaklaştırıyor bizi.
Gene bir başka şeye yöneliyoruz, gene öyle yapıyor. Dayanamayacağımız şey, yere batmaktır, uzak kalmaktır denmiş. «Bedenin eklerini kesmek, dosttan ayrılıştan kolaydır.» Yere batmaktan maksat,
dünyaya dalmak, dünya ehline katılmaktır. Uzak düşmekten maksat da erenlerin gönüllerinden uzak düşmektir. Hani birisi bir yemek yer, yediği yemek midesinde ekşir; derken onu kusar. Ekşimeseydi,
kusmasaydı o yemek, insanın parça-buçuğu olacaktı. Şimdi mürit de şeyhin gönlüne girmek için yaltaklanır, hizmet eder. Derken Tanrı korusun, ondan bir iştir, meydana gelir; bu iş şeyhe hoş gelmez, onu gönlünden
çıkarır atar; bu mürit, adamın yedikten sonra kustuğu yemeğe döner. O yemek, insanın parça-buçuğu olacaktı, ekşimesi yüzünden kusuldu-gitti. O mürit de zaman geçecek, şeyh olacaktı, bir kötü hareketi yüzünden şeyhin gönlünden çıktı-gitti.

Aşkın, âleme bir tellâldır, saldı da
Gönülleri dertlere-belâlara uğrattı.
Derken hepsini de yaktı-kül etti;
Bir yeldir, estirdi; aldırış etmezlik yeliyle
hepsini savurdu-gitti.


O aldırış etmezlik yelinde o gönüller, oynarlar, nâra atarlar. Böyle değilse bu haberi kim getirdi? Oysa
ki her solukta bu haber tazelenmede. Gönüller, yaşayışlarını o yanışta, öyle savruluşta görmeselerdi nasıl olurdu da ona bu kadar özenirlerdi? Dünya isteklerinin ateşine düşüp yanan, yanıp kül olan gönüllerden ne bir ses duyarsın, ne onlarda bir parlaklık görürsün.

İyice bildim ki israf, huyum değildir benim;
Rızkım, nasıl olsa gelip bulacaktır beni.
Onu elde etmeye çalışıp yorulmadayım;
Fakat otursam da o, bana gelir, yorulmam da hem.


Gerçekten de ben, rızkın yolunu-yordamını bilmişim. Boş yere habire koşmak huyum değil; boşuna
kendimi yormak huyum değil. Gerçekten de gümüş olsun, yiyecek-içecek olsun, giyecek olsun, belden aşağı istekler olsun, rızkım neyse, otursam da gelir, beni bulur. Onların peşinde koşmak beni zahmetlere sokar, yorar, horlar. Dayanır da yerimde oturursam zahmetsizce, horlanmadan gelir, bulur beni; çünkü o rızk da beni ister, arar; beni kendisine çeker. Beni kendisine çekmezse o kalkar, gelir bana; hani ben de
onu çekemezsem kalkar, ona giderim ya, tıpkı onun gibi. Bu sözden maksat şudur: Din işine uğraş da dünya, senin ardından koşsun. O oturmadan maksat, oturup din işine girişmektir. Koşsa bile mâdem ki din işine koşuyor, oturmuş sayılır koşan. Oturmuş bile olsa dünya için oturan, koşuyor sayılır. Esenlik ona, Peygamber demiştir ki: «Kim, dertlerini bir dert yaparsa Tanrı, onun öteki dertlerini de giderir.» Kimin on
derdi olsa din derdine düştü mü, Ulu Tanrı o dokuz derdi, o çalışmadan düzeltir-gider. Peygamberler, Tanrı rızâsını kazanma derdine düşmüşlerdi ya; ekmek de onlara sunuldu, ad-san da. Kim Tanrı râzılığını dilerse bu dünyada da peygamberlere düşer-kalkar, öbür dünyada da. «Tanrının nimetlendirdiği kişiler, peygamberlerledir, gerçeklerle, şehitlerle, tertemiz erlerle.» Hattâ sözün de yeri mi? O kişi, Tanrıyla düşerkalkar.
Çünkü «Ben, beni ananlayım.» demiş. Onunla düşüp-kalkan Tanrı olmasaydı, gönlünde Tanrıyı özleyiş bulunmazdı. Gül olmadıkça gül kokusu gelmez; misk olmazsa misk kokusu duyulmaz. Bu sözün sonu yoktur. Sonu olsaydı başka sözlere benzerdi.

Gece bitti-gitti de sözümüzün sonu gelmedi.

Bu dünyanın gecesi geçer-gider de bu sözün ışığı, her solukta daha da fazla parlak, görünür. Nitekim peygamberlerin ömür gecesi geçti-gitti amma sözlerinde ki ışık geçmedi, bitmedi; geçmezde-bitmez de.
Mecnûn için dediler ki: Leylâ'yı seviyorsa şaşılmaz buna; ikisi de daha çocukken bir mektepteydiler. Mecnûn bu sözü duyunca bu adamlar dedi, akılsız. Hangi güzel vardır ki insan, onu sevmez, ona imrenmez? Hiçbir erkek var mıdır ki güzel bir kadına gönlü akmasın? Kadın da böyledir; hattâ bu imreniş,
onun aşkıdır; çünkü yiyeceğini, ağzının tadını onda bulur; anasının, babasının, kardeşinin yüzünü onunla görür; oğlunun güzelliğini, isteğin tadını, bütün tadı-tuzu onda bulur. Mecnûn, âşıklara bir örnek olmuş,
hani Zeyd'in, Amr'in nahivde örnek oluşu gibi.

Şunu şöyle bil ki ister meze ye, kebap ye,
ister arı-duru şarap iç;
Uykudasın da su içiyor görüyorsun kendini.
Uyandın mı uykudan, gene susuzsun, susuz;
Uykuda içilen su, bir fayda vermez sana.

«Dünya, uyuyanın gördüğü rüyâya benzer.» Birisi rüyâda bir şey yer ya, dünya ve dünyada nîmetler
elde etmek, tıpkı buna benzer. Şu halde dünya hâcetlerinden, bir şey dilemek de birisinin rüyâda bir şey
istemesidir sanki. Ona verirler; fakat uykunun sonu uyanmaktır: rüyâda yediği şeyden hiçbir fayda yoktur
ona. Tut ki rüyâda bir şey istemiş de vermişler ona. «Nimet, nasip ne kadarsa o kadardır.»