armi
Sat 30 January 2010, 02:44 pm GMT +0200
40 Hadis-i Şerif´in Tasavvufî Şerhi
Sadreddin Konevi (ks) Hazretlerinden
40 Hadis-i Şerif´in Tasavvufî Şerhi
Mukaddime
Allah´a hamd olsun..
Ki O, zâtı ile zâtında ve zâtı için esma ve sıfat tecellileriyle tecelli eder.
Ve O, sıfatının çokluğu ile, zâtının birliğinde zâhir olur.
Sonra O nimetlerinin ve iyiliklerinin zuhur yerlerinde isim ve sıfatlarının gömleklerine bürünür de görünür.
Yine O, öyle bir zattır ki, kendi kendini gizlemiştir ve saklanmıştır.
"Nerede?" derseniz; deriz ki, “Gayb hali tekliğinde... hem de şanına yakışan bir gizlilikle.”
Delilini isterseniz; işte O´nun kavli:
"Ben gizli bir hazine idim. Bilinmemi istedim. Halkı, bilinmem için yarattım... “
En kâmil, en tam bir mazhar olana Allah-ü Teala´dan salât... Ki O en faziletli ve bu fazileti umuma şamil bir tecelligahtır. Ve O en güzel duyan olup, keza mana kokusunu da en çok alandır. Madde ve mana arasında, tam nailiyete eren, O olmuştur. Madde ve mana suretine yine haiz olan O´dur. Nüsha-i kübra ile, nüsha-i suğra´yı câmi bir zattır. Yani, dünya ile ukbayı temsil eden zat...
Onun ismi şerifi Muhammed´dir. İşte, Allah-ü Teâlâ´dan salat ve selam dileğimiz bu zâtadır.
Salât ve selam bütün âline, pek keremli ve şerefli ashabına da olsun.
Şimdi kısaca derim ki:
Bu eser; Hadis-i Erbain´dir, Kırk Hadis´tir...
Hepsinden nübüvvet kokusu gelir. Mustafa buğusu tüter.
Bu Hadis-i Şerifler benim virdimdi.
Hepsini topladım, şerhettim. Ama bu şerhim, sofıye meşrebi üzerine oldu. Yani, Tasavvuf...
Başarı dileğimi, yüce Allah´a arz ederim.
1. Hadis-i Şerif: Resulullah (SAV) Efendimiz şöyle buyurdu:
"Merhameti olanlar... Bunlara Rahmân olan Allah merhamet eyler. Yerde olanlara merhamet ediniz ki, göktekiler de size merhamet edeler."
Manası ve tasavvufi yönden tefsiri:
Ey cüz´î ruh, sır ve ruhanî kuvvetler... Keder şüphesinden yana temiz olan, Rahmanî damga taşıyan rahmet feyzini saçınız. Kime bilir misiniz? Kendinize... Beşeriyet vasfinızın arzına.
Yani bu tabiî varlığınızın toprağına... Ve onları çağırınız, şer´î hükümlerin esasına uysunlar. Onlara muvafakat etsinler.
Tabiî sıfat taşıyan resmiyetler de manen muhalif davranmaya...
Bu işe böyle devam ediniz. Ta ki, feyyaz olan küllî ve ilahî ruhumuz, Sema mertebesinden yükseklik getire, rıfat vere. "Neyle bunları yapar?" derseniz, "Rabbanî varidat şimşeklerinin eseri ile, Rahmanî tecellilere ait nurların doğmaları ile..." deriz.
Bunlar yaptıklarınıza birer mükâfattır. Yani amellerinize. Ama yararlı amellerinize.
Nasıl ki Hak Teâlâ, Vehhab ismi hürmetine manalar feyzini ve rahmanî hikmetlerini önce ruha verdi, ruh da sırra, sır da kalbe, kalp de nefse, nefs de diğer duygulara ve onlar da cisme...
Netice: Her kim, şefkat ve merhamet vasıflarına bürünürse, Yüce Rabb’ın rahmetini kazanmış sayılır. Yavaş yavaş ondan gelen rahmet esintisi önce ruhunu sarar; sonra derece derece bütün dış yapısını kaplar.
Ama dış temiz olunca... Ama şer´î hükümler onda eksiksiz tatbik edilince. Aksi halde, gelmiş olsa dahi kaçar gider.
2. Hadis-i Şerif: Resulullah (SAV) Efendimiz şöyle buyurdu:
"Allah-ü Teâlâ Hazretleri her yüz yılın başında bu dini ikâme edecek birini baas eder."
Bu Hadis-i Şerifte üç mühim mana vardır: Kutbiyet, Müceddid makamı, Allah İsm-i Celâli.
İşbu üç mananın tefsirini aşağıdaki cümleler içinde bulacaksınız:
Kutup; Kutbiyet makamında tahakkuk edip oturabilmesi için, önce bir evvelki kutup ile arasında yüz senenin geçmesi lazım. Ta ki, ilâhî isimlerin küllisi onda tam tecelli edilebilsin. O isimlerin hemen hepsi, Hadis-i Şerifın metninde geçen Allah lafz-ı celâlinin tesiri altındadır. Burada bu kutbun meydana getirilmesine `baas´ (diriltme) deniyor. Bu da ancak Allah tarafından yapılır. Yani, yalnız bu yüce ismin tecellisi sonunda olur. Diğer isimler, bunun tevabiidir, buna bağlıdır. Kaldı ki, "Allah baas eder.." (Hac Suresi, Ayet-7) mealine aldığımız ayette de, baas işini bizzat Allah-ü Teâlâ yapmaktadır. Çünkü; Allah lafza-i Celâli, bütün isimleri câmidir.
Dikkat buyurulursa, "Rahman baas eder" denmiyor. Çünkü Rahman da Allah İsm-i Celâli´nin şumulündedir. Anla.. Bu bapta hidayet eden Allah´ tır..
Netice: Her yüz sene başında bir müceddid gelir. Esasta değil teferruatta, önemsiz değil, önemli değişiklikler yapar. Asrın icabına göre bazı ahkâm çıkarır. Muannidlere (inatçılara) cevap verir. Açıklanması kendi zamanına kalan bazı meseleleri açıklar. İmam-ı Rabbanî gibi.
Bu vazifeyi yapan aynı zamanda bir kutuptur.
Bu yazımıza son verirken, Seyyid Şerif Cürcanî Hazretlerinin kutb´ u tarifıne de kısaca bir göz atalım. Diyor ki: "Kutb´ a gavs da denir. Çünkü O, hacet sahiplerine aynı zamanda bir ilticâgâhtır. Bu öyle bir kimsedir ki bulunduğu zamanda Allah-ü Teâlâ´ nın nazargâhıdır. Ve Allah-ü Teâlâ zatından ona en büyük mana tılsımını ihsan buyurmuştur. Bu manayı iyi anlamak için kendimizi ruhî bir safiyete devretmemiz gerekir.
Cenab-ı Hak feyzimizi artırsın.
3. Hadis-i Şerif: Resulullah (SAV) Efendimiz şöyle buyurdu:
“Salacağınız bir ip, sizi mutlaka Allah´a ulaştırır..."
Bu Hadis-i Şerife verilecek mana biraz uzun olacak. Şöyle ki:
Şehadet mertebesine geçen insanlık nurunun eli ile makul nazarı olan fikrî kuvvetinizin ipini saldığınz zaman mutaka taayyünat arzının isbatında Allah´a ulaşır ve O´nun mutlak şuhudunun ipi ile karışan ve O´nun boyası ile boyanan bu ipin ilgisi cüz´î olan süfliyat taayyünatı zımnındadır. Yani ulaşıp tutunacağı makam orasıdır.
Buna bir misal vermek gerekirse efkâr (fikirler) kuşlarını verebiliriz... Şöyle ki; efkâr kuşlarını, müşahede vasfına bürünmüş olarak ulvî ve nuranî âlemlerin evcine uçurduğunuz zaman elbette Mutlak Hakkı müşahede edersiniz... Ama, orada ve açıktan.
Sonra, bundan şu hakikati idrak etmiş olursunuz: süflî ve ulvî mertebelerde müşahede edilen varlık, ulvî mertebelerde müşahede edilen varlığın aynıdır. Sonra, keşif ve müşahede nuru ile şu hakikati de idrak edersiniz: Bütün bu ulvî/süflî mertebeler ancak aklî itibarlara göredir. Bir de vehmî nisbedere.. . Çünkü varlığın tümü o taayyün halinde olan mutlak vücuddur.
Bu taayyün hali ise iki şekilde olur:
Ulvî ve nuranî
Süflî ve zulmanî.
Düşün: O´ndan gayrı tek varlık yoktur... Abadan´dan öte bir karye (şehir) yoktur.
4. Hadis-i Şerif: Resulullah (SAV) Efendimiz şöyle buyurdu:
"Her kim Allah için olursa... Allah onun için olur."
Hadis-i Şerifin metin tercümesi, zahir açıdan yukarıdaki mealden ibarettir. Bunun manevi bir tercümesi vardır ki, onu özet olarak aşağıya alacağız.
Şöyle ki: Bir kul, benliğinden fenâ bulur, zamanını bir yana atar; varlığı, mevhum nefsine izafe etmekten geçerse, Hak Teâlâ ona kayıtsız şartsız tecelli eder.
Bir başka mânâ daha: Her kim fiiller, sıfat ve zat yönüyle fenâfillah mertebesine ererse, onun mazharında İsm-i Âzam zuhur eder -zat, sıfat ve esma, efal (fiiller) olarak-.
Bu manada bir şiir:
Fenaya er; sonra fena bul, sonra fena bul.
Bekaya er; sonra beka bul, sonra beka bul...
Hülâsa, fena hali mertebelerinin herbiri, beka makamına varmayı gerektirir.
Bir şiir daha:
Fenadan fenâ bul, arzun beka ise eğer,
Böylece, bu önemsiz şey, beka bulurmuş meğer...
5. Hadis-i Şerif: Resulullah (SAV) Efendimiz şöyle buyurdu:
"Yüceliğine yüce, mübarekliğine mübarek Allah, dünya semasına nüzul tecellisi eyler ve buyurur:
Yok mu tevbe eden?... Ki, onun tevbesini kabul edeyim.
-Hani duacı?... Ki, onun duasına icabet edeyim.
-Bağış talebinde bulunan yok mu?... Ki, onu da bağışlayayım”
Hadis-i Şerifin tercümesi, kısaca yukarıda arz edildiği gibidir. Ama onun bir manası var ki hiç de buna benzemez; iç açan... gönül ferahlatan... göz aydınlatan.
Aşağıdaki cümlelerde o manayı bulacaksınız:
Bilmelisin ... Yüce Allah´ın nüzulu bir başkadır. O´nun adına: Ruhanî... Nuranî... ve Manevî... denir. Sonra bu nüzul tecellisi, özellikle isimlerin hükümlerini, izlerini, yer ve sema boşluğu alanında zuhurlarını göstermekten ibarettir. Keza, cümle vadileri, alabildiğine, önden sona böylece doldurmaktır...
Unutmamalı ki, bütün bu zuhurlar, yani sema boşluğunda meydana gelen zuhurlar -ama ne olursa olsun, ister hakikat, hakikat babından tümden olsun, isterse gizli, saklı yaratılış yönü ile incelikleri ve remizleri taşısın- hemen hepsi lafızlarla ve harflerle tahakkuk edip, bir gerçek olduğunu gösterir...
Bütün bu olanlar, ahadiyet makamından coşarak gelir. Öyle bir gizli gecede ki, ona "Ben gizli bir hazine idim..." mealine gelen Kudsî Hadisi ile işaret edilir..
Evet... Yüce Allah daima tecellisini ve zuhurunu meydana getirir. Ama vahidiyeti makamında. Ve öyle bir âlemde ki ona "Bilinmemi istedim... Halkı o sebeple yarattım" Kudsî Hadisi ile işaret edilmektedir.
Başta anlatılan ve mevzumuz olan Hadis-i Şerife tekrar dönelim. Özellikle, Allah-ü Teâlâ´nın o kelamı buyurma şekli üzerinde duracak, ondaki daha başka manaları da anlatacağız.
Şüphesiz, Allah-ü Teâlâ´nın kelamı bir beşer kelamına benzemez. "O halde nasıl?" diye soracaksınız. Bu sorunuzun cevabını aşağıda bulacaksınız.
Şöyle ki: Allah-ü Teâlâ, ezelî ve ebedî bir kelamla konuşmaktadır. Ama şekilsiz. Harfin ve sesin verdiği şekilden yana münezzeh... Ne bir semt var, ne de bir zarf.
Şimdi yukarıdaki cümleleri biraz şerh edelim:
Allah-ü Teâlâ, "Yok mu tevbe eden?..." buyurdu. Anlatılmak istenen mana şudur: "Nefsi makamında iken ve onun sıfatlarını takınmış iken tabiatın gereği olan aykınlıkları bırakıp şer´î uyarlığa dönen yok mu?... Evet böyle biri yok mu ki “Tevbesini kabul edeyim?..."
Bu cümlede ise şu mana anlatılır: "Evet... hani o kimse ki nefsinin tabiî aykırılıklarını bırakıp şer´î uyarlığa döner. Ve onun böyle yapmasının bir sonucu olarak Ben de ilahî isimlerin nurları tecellisi yolu ile ona döneyim... Lahutî sıfatlarla ona yöneleyim."
Şimdi ikinci cümleye geçiyoruz.
Burada Allah-ü Teâlâ, şöyle buyurdu: "Hani duacı?..." Bunda aranacak mana şudur: "Nerede o talip? Ama, rahmet feyzime hak kazanan talip; bir de şefat fazlıma hak kazanan..." Ama bu talep ve hak kazanmak kalp ve onun sıfatları makamında olacak... "Evet... hani böyle bir talip ve böyle bir duacı?... ki, onun duasına icabet edeyim."
Bunda anlatılmak istenen mana da şudur: "İsimlere has tecelli aydınlığı ile onu aydınlatayım... Sıfat inişlerinin şimşekleri ile ona gürleyeyim ve onun sonradan olma ve yaratılma sıfatlarını ifna edeyim."
Bu sıfatlar, Hakka has hakikî sıfatların beka yüzüne ârız olmuşlardır.
Şimdi de üçüncü cümlenin açıklamasına geçelim. Allah-ü Teâlâ şöyle buyuruyor:
"Bağış talebinde bulunan yok mu?" Bunun manası şöyle anlatılabilir:
Bilhassa ruh ve sır makamında, örtülmeyi ve kapanmayı, gizlenip saklanmayı isteyen yok mu?
-Evet... Böyle bir talebi olan yok mu ki, kibriya örtümle örteyim... Azamet izarımla onu saklayayım?
-Evet... Bütün bunları zatî isimlerimden gelen tecellilerle yapayım.
-Böylece onu izafet yolu ile gelen zamandan ve izafet yolu ile kendisinde bulunan benlikten alıp kurtarayım.
-Bütün bunlardan sonradır ki o, Hakikî varlığımdan bir varlık âleminde tahakkuk eder
Yine bundan sonradır ki o, örtülmüş olur,
Yani; Benimle... isimlerimle... sıfatlarımla... fiillerimle. Özellikle taayyün içliğinden ve onun üzerine geçen takyid kaftanından.
Anlatılan örtünme hallerinin yerleri ve belli makamları vardır:
"Fiillerimle..." denirken, bu durum nefs makamı ile sıfatlarında olmaktadır.
"İsimlerimle..." denirken, kalp ve sıfatlarında hasıl olacak setr işine işaret edilir.
"Sıfatlarımla..." denirken, ise ruh ve onun ahkâmının kapanacağına işaret edilir,
"Benimle..." denirken ise şüphesiz zata geçilir. Bunun kapadığı yerler ise, sır ve ondan hasıl olan diğer esrardır. Şimdi işin sonuna geliyoruz. Bütün bu işlerden sonra olacakları O´ndan duymaya çalışacağız...
Yüce Allah bize şu manayı anlatmak istiyor: "Ve sen baki kalırsın... Ama sensiz olarak. Ve... Sen Ben olursun. Sonra... Ben sen olurum. Sen dahi Bensin."
Hasılı her şey O´nda ve O olur.
Yukarıdan beri anlatılan manaların tümüne şu Ayeti Kerime ile işaret edildi:
"Gerçekten ben çok çok bağışlayanım. Ama tevbe edeni... İman edip yarar iş yapanı." (Tâ-Hâ Suresi, Ayet-82 ) Bu manalardan Allah-ü Teâlâ´ya kavuşmayı anla. Ve bereket bul.
6. Hadis-i Şerif: Resulullah (SAV) Efendimiz şöyle buyurdu:
"O mümin ki insanlar arasına girer ve onların eziyetlerine sabreder: bu, o müminden hayırlıdır ki, insanlar arasına giremez ve eziyetlerine sabredemez..."
Bu Hadis-i Şerifte özel olarak İnsan-ı Kâmil´e işaret edilir. Belirtilen mana özetle şudur:
"Tam ve kâmil insanın manaya talib olan müslümanlar arasına girmesi, yalnız kalıp onlara karışmamasından hayırlıdır."
Halk arasına karışmamak, daha ziyade, meczub vasfına haiz saliklere has bir haldir. Ama bu meczub salik de, kendisinden hiç bir şey hasıl olmayan salikten hayırlıdır. Yine, kendisinde hiç bir zuhurat olmayan meczubdan fazilet itibarı ile daha değerlidir.
7. Hadis-i Şerif: Resulullah (SAV) Efendimiz şöyle buyurdu:
"Şayet Hakkı tam manası ile bilseydiniz su üzerinde yürürdünüz, dağlar sizinle kayardı..."
Bu Hadis-i Şerifte özellikle fena bulma haline işaret edilmektedir. Anlatılmak istenen mana kısaca şudur:
"Eğer Hakkın varlığında fani olup, O´nunla beka bulsaydınız, elbette herşeye karşı bir tasarruf sahibi olurdunuz... Özellikle icad ve yok etme babında. Ama her iki ülkede. Âfakta ve enfüste..." Yani, hem batınî alemde, hem de zahirî alemde.
8. Hadis-i Şerif: Resulullah (SAV) Efendimiz şöyle buyurdu:
"Hemen herkes dünyadan susuz çıkar. Ancak `Rahman, Rahim Allah adı ile´ diyenler hariç."
Burada, Yüce Hakk´ın İlahî ismi ile kaim olmaya işaret edilmektedir. Böyle bir hale eren sonunda Hakk´ın bir halifesi olmuş olur. Hem de bütün sıfatlarda... Hatta, Halikiyet, Razıkiyet ve Kadiriyet sıfatlarında da.
Şimdi, bu Hadis-i Şerifın biraz şerhini yapalım ve burada bize anlatılmak istenen mana üzerine biraz söz edelim: Her noksan olan, kemal derecesine yönelmek zorundadır. Ta ki O´nu bile. Şayet O´nu bilmiyorsa hakikî kemali bulamaz. Meğer ki bütün esma ve sıfatlarla tahakkuk etmiş ola. Ama hem celâl tarafındaki sıfatları ile hem de cemâl tarafındaki sıfatları ile.
9. Hadis-i Şerif: Resulullah (SAV) Efendimiz Allah-ü Teâlâ´dan hikaye yolu ile şöyle anlatıyor:
"Eğer Âdemoğlunun iki dere dolusu altını olsa üçüncüsünü arzular... Âdemoğlunun boşluğunu ancak toprak doldurur."
Manasından anlaşıldığı gibi bu Kudsî bir Hadis-i Şeriftir. Bu Hadis-i Şerifin şerhini yapmak istediğimiz zaman şöyle diyebiliriz:
"Bir kalp için iki vadi olsa... İş bu iki vadi, ruhun ve nefsin vadileridir. Ve bunlar ledünnî ilimlerin altını ile dolsa, mutlaka üçüncü bir vadinin de dolmasını ister. Çünkü onun istidadı vardır. Özellikle ilahî feyzi kabul etme babında; bir de... evet bir de feyiz veren zatta hakikati bulması babında; bir de... evet bir de verilen feyizle hakikate kavuşmak üzerine." Burada bilhassa, Âdemoğlunun gözünü dolduran şeyin toprak olarak anlatılmasından murad, zül haline varan bir fena halini bulmaktır. Özellikle burada fani bir varlığın izzet burcundan zillet enginine düşmesine işaret vardır. Buraya kadar anlatılan manaları şu Ayeti Kerime’ nin özlü manasına bağlamak icab eder: "Mirası, helal haram demeyip alabildiğinize yersiniz. Malı da pek çok seversiniz." (Fecr Suresi, Ayet 19-20)
10. Hadis-i Şerif: Resulullah (SAV) Efendimiz şöyle buyurdu:
"Allah-ü Teâlâ bir kulu severse, onu çeşitli denemelere tâbi tutar."
Yani iptilaya uğratır. Kul o iptilalara sabrettiği takdirde ona üstünlük vererek sever. Şayet şükür yoluna girerse bu sefer onu zatına seçer.
Bu Hadis-i Şerifle anlatılması istenen mana şudur:
Allah-ü Teâlâ bir kulu severse onu fena hali denemelerine sokar. Bundan sonra, fenadan da fena haline geçirir. Daha sonra fena halini de kaldırır beka makamına vardırır. İş bu manaya şu Ayet-i Kerime ile işaret edilmektedir: "Allah-ü Teâlâ, müminlerin mallarını ve canlarını satın aldı... Ki onlara cennet vardır." (Tevbe Suresi, Ayet-111 )
11. Hadis-i Şerif: Resulullah (SAV) Efendimiz şöyle buyurdu:
"Su hacmi iki kulleyi (büyük küpü) aşınca artık pislik taşımaz..."
Bu Hadis-i Şerife şöyle bir mana verebiliriz: "Bir irfan sahibi, zata has olan şehadet makamına yerleşirse, gerek esma gerekse sıfatların müşahedesi ona perde olamaz."
Allah-ü Teâlâ bu manayı bize şöyle anlatır:
"Onlar kötülüğü iyilikle savarlar." (Ra´d Suresi, Ayet-22) Yani yapılan iyilikle kir darlığını def ederler. En iyi bilen ve en iyi hükmü veren Allah-ü Teâlâ´dır.
12. Hadis-i Şerif: Resulullah (SAV) Efendimiz şöyle buyurdu:
"Allah-ü Teâlâ Âdemi kendi sureti üzerine yarattı."
Bu Hadis-i Şerife verilecek mana şudur: "Allah-ü Teâlâ Adem´i, yani insan suretini zatına bir ayna kıldı. Sıfatlarına da mazhar, fıillerine de tecelligah... Ta ki onda zuhura gele,"
Bütün bu manalara tüm olarak şu Ayet-i Kerime işaret eder: "Vaktaki, Rabb’ın meleklere ‘Ben, yeryüzünde bir halife yaratacağım...´ dedi..." (Bakara Suresi, Ayet-30) Azim olan Allah daima doğruyu anlatır, söyler.
13. Hadis-i Şerif: Resulullah (SAV) Efendimiz Rabbından naklen şöyle anlatıyor:
"İhlas sırrımdan bir sırdır. Onu kullarımdan sevdiğimin kalbine bir vedia olarak bıraktım..."
Bu Kudsî Hadis-i Şerife şu şekilde bir mana vermek mümkündür: "İhlas varlık sırrımdan bir sırdır. Ama bu taayyünatla kapalı olan varlığımın sırrından. Sevdiğimin kalbinde onunla tecelli ederim. Ve onu varlığımda fani kılarım. O kadar ki benden başkası onu bilemez, onun haline muttali olamaz... Hatta bunu kendisi de bilemez." Yani, ihlas sahibi... Çünkü o, ihlasta o kadar ileri gitmiştir ki ihlasını da unutmuştur.
Hatta kendisi ile ihlasa geçilen şeye nisbet edilen ihlastan yana da fena halini bulmuştur... Ve o, Mutlak Hakk´ın müşahedesine o kadar geçmiştir ki vahdetten de kesretten de olmuştur... Çok çok ötelere varmıştır.
En iyi bilen Allah-ü Teâlâ´dır.
14. Hadis-i Şerif: Resulullah (SAV) Efendimiz şöyle buyurdu:
"Allah-ü Teâlâ şöyle buyurdu:
-O kimse ki kazama rıza gösternıez, belama sabretmez, nimetlerime de şükretmez, artık varsın Benden başka bir Rabb arasın..."
Görüldüğü gibi bu da Kudsî bir Hadis-i Şerif´tir. Bunun manasını anlatmaya şu yoldan girebiliriz:
"Mutlak Rububiyyetim, nimetlerin ve belaların bir arada bulunmasını icab ettirir. Ta ki zıt isimleri ve birbirine benzeyen sıfatların rağmına Zatım tam kemali ile zuhura gelsin. Durum böyle olunca her kim zıtlara razı olursa Zatıma nail olur, Ben de onun Rabbı olurum. ...Ve her kim ki onlara razı olmaz, Ben onun Rabbı değilim. Sebebine gelince, o, bir vasfa bağlı kalmakta, diğerini de atmaktadır. Bir hükme tabi olmakta, diğerini de kabul etmemektedir. Halbuki Ben bütün vasıflara câmi bulunmaktayım. Bütün incelikleri ile cümle hükümlere müştemil bulunmaktayım... Hatta çeşitli yaratılışlara da. Çünkü, Zatım bütün açık hakikatleri ihata etmektedir."
Bu manayı şu Ayet-i Kerime gayet açık bir şekilde anlatır: “Evvel O´dur; Ahir O´dur; Zahir O´dur..." (Hadid Suresi, Ayet-3 )
Yüce Allah´ın kelamı daima sadâkat damgasını taşır.
15. Hadis-i Şerif: Resulullah (SAV) Efendimiz Allah-ü Teâlâ´dan naklen anlatıyor;
"Allah-ü Teâlâ şöyle buyurdu:
-Ey Ademoğlu, hasta oldum; ziyaretime gelmedin.
Âdemoğlu sordu:
-Ya Rabbi, Sen âlemlerin Rabbisin... Seni nasıl ziyaret edeyim?
Allah-ü Teâlâ buyurdu:
-Bilmiyor musun? Falan kulum hasta oldu... Ama sen onu ziyaret etmedin. Eğer onu ziyaret etseydin Beni yanında bulacaktın...
Allah-ü Teâlâ devamla buyurdu:
-Ey Ademoğlu, senden yemekle doyurulmamı istedim, ama sen Beni doyurmadın.
Âdemoğlu sordu:
-Ya Rabbi, seni yemekle nasıl doyurayım? Sen âlemlerin Rabbisin.
Allah-ü Teâlâ anlattı:
-Falan kulum senden yemek istedi. Ama ona yedirmedin. Bilemedin mi? Ona yedirseydin beni yanında bulacaktın.
Allah-ü Teâlâ devamla buyurdu:
-Ey Ademoğlu, senden su istedim, ama vermedin.
Âdemoğlu sordu:
-Ya Rabbi sana nasıl su vereyim?. Sen âlemlerin Rabbisin.
Allah-ü Teâlâ anlattı:
-Falan kulum senden su istedi, vermedin. Ona su verseydin Beni yanında bulacaktın... Bunu da mı anlayamadın?"
Bu da Kudsî bir Hadis-i Şeriftir. Mana kapısını şu şekilde aralayabiliriz:
"Ey Âdemoğlu..." şeklinde yapılan hitap rûhadır. Bu ruh ise kalptir. Bilhassa nefsanî perde ile perdelenen kalp. Bu kalbe şöyle hitab edilmektedir:
"Ben, belli bir zuhur yerine tecelli ettim. Zuhura geldim orada. Yine belli bir taayyünde de aynı şekilde tecelli ettim; zuhur eyledim. Fakat, bu has zuhurla perdelendim, gizlendim...Özellikle mutlak hakikatimi müşahade edilmeden yana sakladım. Belli bir şekle girmekten ve bir kayda sığmaktan yana kendimi kapadım. Bütün bu işler, bu belli taayyünün özünde oldu. Gel gör ki sen bu taayyünü bilmedin. Ki O mutlak hakikatimin aynıdır.
Burada "Ya Rabbi, sen âlemlerin Rabbisın, Seni nasıl ziyaret edeyim?" cümlesi bir başka mana taşır. Onu da burada anlatmak icab eder. Şu demektir:
"Belli bir surette Seni nasıl müşahede edebilirim? Bilhassa, keyfıyeti ve şekli olan bir şeyde... Halbuki Sen bu gözle görülen âlemlerin suretine inhisar etmekten ve belli bir şekil almaktan yana münezzehsin."
“Bilmiyor musun?..." kelimeleri ile başlayan cümleye verilecek mana ise şu şekilde olur:
"Sen şöyle bir marifete sahib olmadın mı ki, mutlak varlığım her taayünde, yani göze gelen her belli şeyde vardır. Sonra taayyün halini her mutlak olan mana taşır. Halbuki sen, anlatıldığı gibi, kendinde bir irfana sahip olmadın. Sonra bilmedin ki, o hasta kulun hakikati Hakikatimin aynıdır. Zira onda zahir olan Benim."
Bu zuhurun belli bir mana şekli şöyle olabilir: İsmin isim verilene nisbeti gibi ki, bu, o hasta kulun `Hakikatime´ nisbeti babında bir misaldir, benzetmedir. Kaldı ki, isim, müsemmaya göre ayrı değil, aynıdır.
Yukarıdaki açıklama nazara alınarak, "Bilmiyor musun?" şeklinde gelen cümlenin devamı olan "Eğer onu ziyaret etseydin Beni yanında bulacaktın..." cümlesine de bir başka mana vermek icab eder:
"Durum yukarıda anlatıldığı gibi olunca, anlayamadın ki Mutlak Varlığım onun izafı varlığında seyrini tamamlamaktadır. Onu zuhura getirmektedir."
Yukarıda anlatılan manaların tümüne şu Ayeti Kerime işaret etmektedir:
"O küfredenlerin amelleri ise çöldeki serab gibidir ki susuz onu su zanneder." (Nur Suresi, Ayet-39) Mevzumuz olan Hadis-i Şerifın hepsini burada açıklayamadık. Ama kendisi ile bir kıyas yapılacak kadarını açıkladık. Kaldı ki bir kıyas usulü de vardır. Kalanı da buna göre kıyas eyle.
Sadreddin Konevi (ks) Hazretlerinden
40 Hadis-i Şerif´in Tasavvufî Şerhi
Mukaddime
Allah´a hamd olsun..
Ki O, zâtı ile zâtında ve zâtı için esma ve sıfat tecellileriyle tecelli eder.
Ve O, sıfatının çokluğu ile, zâtının birliğinde zâhir olur.
Sonra O nimetlerinin ve iyiliklerinin zuhur yerlerinde isim ve sıfatlarının gömleklerine bürünür de görünür.
Yine O, öyle bir zattır ki, kendi kendini gizlemiştir ve saklanmıştır.
"Nerede?" derseniz; deriz ki, “Gayb hali tekliğinde... hem de şanına yakışan bir gizlilikle.”
Delilini isterseniz; işte O´nun kavli:
"Ben gizli bir hazine idim. Bilinmemi istedim. Halkı, bilinmem için yarattım... “
En kâmil, en tam bir mazhar olana Allah-ü Teala´dan salât... Ki O en faziletli ve bu fazileti umuma şamil bir tecelligahtır. Ve O en güzel duyan olup, keza mana kokusunu da en çok alandır. Madde ve mana arasında, tam nailiyete eren, O olmuştur. Madde ve mana suretine yine haiz olan O´dur. Nüsha-i kübra ile, nüsha-i suğra´yı câmi bir zattır. Yani, dünya ile ukbayı temsil eden zat...
Onun ismi şerifi Muhammed´dir. İşte, Allah-ü Teâlâ´dan salat ve selam dileğimiz bu zâtadır.
Salât ve selam bütün âline, pek keremli ve şerefli ashabına da olsun.
Şimdi kısaca derim ki:
Bu eser; Hadis-i Erbain´dir, Kırk Hadis´tir...
Hepsinden nübüvvet kokusu gelir. Mustafa buğusu tüter.
Bu Hadis-i Şerifler benim virdimdi.
Hepsini topladım, şerhettim. Ama bu şerhim, sofıye meşrebi üzerine oldu. Yani, Tasavvuf...
Başarı dileğimi, yüce Allah´a arz ederim.
1. Hadis-i Şerif: Resulullah (SAV) Efendimiz şöyle buyurdu:
"Merhameti olanlar... Bunlara Rahmân olan Allah merhamet eyler. Yerde olanlara merhamet ediniz ki, göktekiler de size merhamet edeler."
Manası ve tasavvufi yönden tefsiri:
Ey cüz´î ruh, sır ve ruhanî kuvvetler... Keder şüphesinden yana temiz olan, Rahmanî damga taşıyan rahmet feyzini saçınız. Kime bilir misiniz? Kendinize... Beşeriyet vasfinızın arzına.
Yani bu tabiî varlığınızın toprağına... Ve onları çağırınız, şer´î hükümlerin esasına uysunlar. Onlara muvafakat etsinler.
Tabiî sıfat taşıyan resmiyetler de manen muhalif davranmaya...
Bu işe böyle devam ediniz. Ta ki, feyyaz olan küllî ve ilahî ruhumuz, Sema mertebesinden yükseklik getire, rıfat vere. "Neyle bunları yapar?" derseniz, "Rabbanî varidat şimşeklerinin eseri ile, Rahmanî tecellilere ait nurların doğmaları ile..." deriz.
Bunlar yaptıklarınıza birer mükâfattır. Yani amellerinize. Ama yararlı amellerinize.
Nasıl ki Hak Teâlâ, Vehhab ismi hürmetine manalar feyzini ve rahmanî hikmetlerini önce ruha verdi, ruh da sırra, sır da kalbe, kalp de nefse, nefs de diğer duygulara ve onlar da cisme...
Netice: Her kim, şefkat ve merhamet vasıflarına bürünürse, Yüce Rabb’ın rahmetini kazanmış sayılır. Yavaş yavaş ondan gelen rahmet esintisi önce ruhunu sarar; sonra derece derece bütün dış yapısını kaplar.
Ama dış temiz olunca... Ama şer´î hükümler onda eksiksiz tatbik edilince. Aksi halde, gelmiş olsa dahi kaçar gider.
2. Hadis-i Şerif: Resulullah (SAV) Efendimiz şöyle buyurdu:
"Allah-ü Teâlâ Hazretleri her yüz yılın başında bu dini ikâme edecek birini baas eder."
Bu Hadis-i Şerifte üç mühim mana vardır: Kutbiyet, Müceddid makamı, Allah İsm-i Celâli.
İşbu üç mananın tefsirini aşağıdaki cümleler içinde bulacaksınız:
Kutup; Kutbiyet makamında tahakkuk edip oturabilmesi için, önce bir evvelki kutup ile arasında yüz senenin geçmesi lazım. Ta ki, ilâhî isimlerin küllisi onda tam tecelli edilebilsin. O isimlerin hemen hepsi, Hadis-i Şerifın metninde geçen Allah lafz-ı celâlinin tesiri altındadır. Burada bu kutbun meydana getirilmesine `baas´ (diriltme) deniyor. Bu da ancak Allah tarafından yapılır. Yani, yalnız bu yüce ismin tecellisi sonunda olur. Diğer isimler, bunun tevabiidir, buna bağlıdır. Kaldı ki, "Allah baas eder.." (Hac Suresi, Ayet-7) mealine aldığımız ayette de, baas işini bizzat Allah-ü Teâlâ yapmaktadır. Çünkü; Allah lafza-i Celâli, bütün isimleri câmidir.
Dikkat buyurulursa, "Rahman baas eder" denmiyor. Çünkü Rahman da Allah İsm-i Celâli´nin şumulündedir. Anla.. Bu bapta hidayet eden Allah´ tır..
Netice: Her yüz sene başında bir müceddid gelir. Esasta değil teferruatta, önemsiz değil, önemli değişiklikler yapar. Asrın icabına göre bazı ahkâm çıkarır. Muannidlere (inatçılara) cevap verir. Açıklanması kendi zamanına kalan bazı meseleleri açıklar. İmam-ı Rabbanî gibi.
Bu vazifeyi yapan aynı zamanda bir kutuptur.
Bu yazımıza son verirken, Seyyid Şerif Cürcanî Hazretlerinin kutb´ u tarifıne de kısaca bir göz atalım. Diyor ki: "Kutb´ a gavs da denir. Çünkü O, hacet sahiplerine aynı zamanda bir ilticâgâhtır. Bu öyle bir kimsedir ki bulunduğu zamanda Allah-ü Teâlâ´ nın nazargâhıdır. Ve Allah-ü Teâlâ zatından ona en büyük mana tılsımını ihsan buyurmuştur. Bu manayı iyi anlamak için kendimizi ruhî bir safiyete devretmemiz gerekir.
Cenab-ı Hak feyzimizi artırsın.
3. Hadis-i Şerif: Resulullah (SAV) Efendimiz şöyle buyurdu:
“Salacağınız bir ip, sizi mutlaka Allah´a ulaştırır..."
Bu Hadis-i Şerife verilecek mana biraz uzun olacak. Şöyle ki:
Şehadet mertebesine geçen insanlık nurunun eli ile makul nazarı olan fikrî kuvvetinizin ipini saldığınz zaman mutaka taayyünat arzının isbatında Allah´a ulaşır ve O´nun mutlak şuhudunun ipi ile karışan ve O´nun boyası ile boyanan bu ipin ilgisi cüz´î olan süfliyat taayyünatı zımnındadır. Yani ulaşıp tutunacağı makam orasıdır.
Buna bir misal vermek gerekirse efkâr (fikirler) kuşlarını verebiliriz... Şöyle ki; efkâr kuşlarını, müşahede vasfına bürünmüş olarak ulvî ve nuranî âlemlerin evcine uçurduğunuz zaman elbette Mutlak Hakkı müşahede edersiniz... Ama, orada ve açıktan.
Sonra, bundan şu hakikati idrak etmiş olursunuz: süflî ve ulvî mertebelerde müşahede edilen varlık, ulvî mertebelerde müşahede edilen varlığın aynıdır. Sonra, keşif ve müşahede nuru ile şu hakikati de idrak edersiniz: Bütün bu ulvî/süflî mertebeler ancak aklî itibarlara göredir. Bir de vehmî nisbedere.. . Çünkü varlığın tümü o taayyün halinde olan mutlak vücuddur.
Bu taayyün hali ise iki şekilde olur:
Ulvî ve nuranî
Süflî ve zulmanî.
Düşün: O´ndan gayrı tek varlık yoktur... Abadan´dan öte bir karye (şehir) yoktur.
4. Hadis-i Şerif: Resulullah (SAV) Efendimiz şöyle buyurdu:
"Her kim Allah için olursa... Allah onun için olur."
Hadis-i Şerifin metin tercümesi, zahir açıdan yukarıdaki mealden ibarettir. Bunun manevi bir tercümesi vardır ki, onu özet olarak aşağıya alacağız.
Şöyle ki: Bir kul, benliğinden fenâ bulur, zamanını bir yana atar; varlığı, mevhum nefsine izafe etmekten geçerse, Hak Teâlâ ona kayıtsız şartsız tecelli eder.
Bir başka mânâ daha: Her kim fiiller, sıfat ve zat yönüyle fenâfillah mertebesine ererse, onun mazharında İsm-i Âzam zuhur eder -zat, sıfat ve esma, efal (fiiller) olarak-.
Bu manada bir şiir:
Fenaya er; sonra fena bul, sonra fena bul.
Bekaya er; sonra beka bul, sonra beka bul...
Hülâsa, fena hali mertebelerinin herbiri, beka makamına varmayı gerektirir.
Bir şiir daha:
Fenadan fenâ bul, arzun beka ise eğer,
Böylece, bu önemsiz şey, beka bulurmuş meğer...
5. Hadis-i Şerif: Resulullah (SAV) Efendimiz şöyle buyurdu:
"Yüceliğine yüce, mübarekliğine mübarek Allah, dünya semasına nüzul tecellisi eyler ve buyurur:
Yok mu tevbe eden?... Ki, onun tevbesini kabul edeyim.
-Hani duacı?... Ki, onun duasına icabet edeyim.
-Bağış talebinde bulunan yok mu?... Ki, onu da bağışlayayım”
Hadis-i Şerifin tercümesi, kısaca yukarıda arz edildiği gibidir. Ama onun bir manası var ki hiç de buna benzemez; iç açan... gönül ferahlatan... göz aydınlatan.
Aşağıdaki cümlelerde o manayı bulacaksınız:
Bilmelisin ... Yüce Allah´ın nüzulu bir başkadır. O´nun adına: Ruhanî... Nuranî... ve Manevî... denir. Sonra bu nüzul tecellisi, özellikle isimlerin hükümlerini, izlerini, yer ve sema boşluğu alanında zuhurlarını göstermekten ibarettir. Keza, cümle vadileri, alabildiğine, önden sona böylece doldurmaktır...
Unutmamalı ki, bütün bu zuhurlar, yani sema boşluğunda meydana gelen zuhurlar -ama ne olursa olsun, ister hakikat, hakikat babından tümden olsun, isterse gizli, saklı yaratılış yönü ile incelikleri ve remizleri taşısın- hemen hepsi lafızlarla ve harflerle tahakkuk edip, bir gerçek olduğunu gösterir...
Bütün bu olanlar, ahadiyet makamından coşarak gelir. Öyle bir gizli gecede ki, ona "Ben gizli bir hazine idim..." mealine gelen Kudsî Hadisi ile işaret edilir..
Evet... Yüce Allah daima tecellisini ve zuhurunu meydana getirir. Ama vahidiyeti makamında. Ve öyle bir âlemde ki ona "Bilinmemi istedim... Halkı o sebeple yarattım" Kudsî Hadisi ile işaret edilmektedir.
Başta anlatılan ve mevzumuz olan Hadis-i Şerife tekrar dönelim. Özellikle, Allah-ü Teâlâ´nın o kelamı buyurma şekli üzerinde duracak, ondaki daha başka manaları da anlatacağız.
Şüphesiz, Allah-ü Teâlâ´nın kelamı bir beşer kelamına benzemez. "O halde nasıl?" diye soracaksınız. Bu sorunuzun cevabını aşağıda bulacaksınız.
Şöyle ki: Allah-ü Teâlâ, ezelî ve ebedî bir kelamla konuşmaktadır. Ama şekilsiz. Harfin ve sesin verdiği şekilden yana münezzeh... Ne bir semt var, ne de bir zarf.
Şimdi yukarıdaki cümleleri biraz şerh edelim:
Allah-ü Teâlâ, "Yok mu tevbe eden?..." buyurdu. Anlatılmak istenen mana şudur: "Nefsi makamında iken ve onun sıfatlarını takınmış iken tabiatın gereği olan aykınlıkları bırakıp şer´î uyarlığa dönen yok mu?... Evet böyle biri yok mu ki “Tevbesini kabul edeyim?..."
Bu cümlede ise şu mana anlatılır: "Evet... hani o kimse ki nefsinin tabiî aykırılıklarını bırakıp şer´î uyarlığa döner. Ve onun böyle yapmasının bir sonucu olarak Ben de ilahî isimlerin nurları tecellisi yolu ile ona döneyim... Lahutî sıfatlarla ona yöneleyim."
Şimdi ikinci cümleye geçiyoruz.
Burada Allah-ü Teâlâ, şöyle buyurdu: "Hani duacı?..." Bunda aranacak mana şudur: "Nerede o talip? Ama, rahmet feyzime hak kazanan talip; bir de şefat fazlıma hak kazanan..." Ama bu talep ve hak kazanmak kalp ve onun sıfatları makamında olacak... "Evet... hani böyle bir talip ve böyle bir duacı?... ki, onun duasına icabet edeyim."
Bunda anlatılmak istenen mana da şudur: "İsimlere has tecelli aydınlığı ile onu aydınlatayım... Sıfat inişlerinin şimşekleri ile ona gürleyeyim ve onun sonradan olma ve yaratılma sıfatlarını ifna edeyim."
Bu sıfatlar, Hakka has hakikî sıfatların beka yüzüne ârız olmuşlardır.
Şimdi de üçüncü cümlenin açıklamasına geçelim. Allah-ü Teâlâ şöyle buyuruyor:
"Bağış talebinde bulunan yok mu?" Bunun manası şöyle anlatılabilir:
Bilhassa ruh ve sır makamında, örtülmeyi ve kapanmayı, gizlenip saklanmayı isteyen yok mu?
-Evet... Böyle bir talebi olan yok mu ki, kibriya örtümle örteyim... Azamet izarımla onu saklayayım?
-Evet... Bütün bunları zatî isimlerimden gelen tecellilerle yapayım.
-Böylece onu izafet yolu ile gelen zamandan ve izafet yolu ile kendisinde bulunan benlikten alıp kurtarayım.
-Bütün bunlardan sonradır ki o, Hakikî varlığımdan bir varlık âleminde tahakkuk eder
Yine bundan sonradır ki o, örtülmüş olur,
Yani; Benimle... isimlerimle... sıfatlarımla... fiillerimle. Özellikle taayyün içliğinden ve onun üzerine geçen takyid kaftanından.
Anlatılan örtünme hallerinin yerleri ve belli makamları vardır:
"Fiillerimle..." denirken, bu durum nefs makamı ile sıfatlarında olmaktadır.
"İsimlerimle..." denirken, kalp ve sıfatlarında hasıl olacak setr işine işaret edilir.
"Sıfatlarımla..." denirken, ise ruh ve onun ahkâmının kapanacağına işaret edilir,
"Benimle..." denirken ise şüphesiz zata geçilir. Bunun kapadığı yerler ise, sır ve ondan hasıl olan diğer esrardır. Şimdi işin sonuna geliyoruz. Bütün bu işlerden sonra olacakları O´ndan duymaya çalışacağız...
Yüce Allah bize şu manayı anlatmak istiyor: "Ve sen baki kalırsın... Ama sensiz olarak. Ve... Sen Ben olursun. Sonra... Ben sen olurum. Sen dahi Bensin."
Hasılı her şey O´nda ve O olur.
Yukarıdan beri anlatılan manaların tümüne şu Ayeti Kerime ile işaret edildi:
"Gerçekten ben çok çok bağışlayanım. Ama tevbe edeni... İman edip yarar iş yapanı." (Tâ-Hâ Suresi, Ayet-82 ) Bu manalardan Allah-ü Teâlâ´ya kavuşmayı anla. Ve bereket bul.
6. Hadis-i Şerif: Resulullah (SAV) Efendimiz şöyle buyurdu:
"O mümin ki insanlar arasına girer ve onların eziyetlerine sabreder: bu, o müminden hayırlıdır ki, insanlar arasına giremez ve eziyetlerine sabredemez..."
Bu Hadis-i Şerifte özel olarak İnsan-ı Kâmil´e işaret edilir. Belirtilen mana özetle şudur:
"Tam ve kâmil insanın manaya talib olan müslümanlar arasına girmesi, yalnız kalıp onlara karışmamasından hayırlıdır."
Halk arasına karışmamak, daha ziyade, meczub vasfına haiz saliklere has bir haldir. Ama bu meczub salik de, kendisinden hiç bir şey hasıl olmayan salikten hayırlıdır. Yine, kendisinde hiç bir zuhurat olmayan meczubdan fazilet itibarı ile daha değerlidir.
7. Hadis-i Şerif: Resulullah (SAV) Efendimiz şöyle buyurdu:
"Şayet Hakkı tam manası ile bilseydiniz su üzerinde yürürdünüz, dağlar sizinle kayardı..."
Bu Hadis-i Şerifte özellikle fena bulma haline işaret edilmektedir. Anlatılmak istenen mana kısaca şudur:
"Eğer Hakkın varlığında fani olup, O´nunla beka bulsaydınız, elbette herşeye karşı bir tasarruf sahibi olurdunuz... Özellikle icad ve yok etme babında. Ama her iki ülkede. Âfakta ve enfüste..." Yani, hem batınî alemde, hem de zahirî alemde.
8. Hadis-i Şerif: Resulullah (SAV) Efendimiz şöyle buyurdu:
"Hemen herkes dünyadan susuz çıkar. Ancak `Rahman, Rahim Allah adı ile´ diyenler hariç."
Burada, Yüce Hakk´ın İlahî ismi ile kaim olmaya işaret edilmektedir. Böyle bir hale eren sonunda Hakk´ın bir halifesi olmuş olur. Hem de bütün sıfatlarda... Hatta, Halikiyet, Razıkiyet ve Kadiriyet sıfatlarında da.
Şimdi, bu Hadis-i Şerifın biraz şerhini yapalım ve burada bize anlatılmak istenen mana üzerine biraz söz edelim: Her noksan olan, kemal derecesine yönelmek zorundadır. Ta ki O´nu bile. Şayet O´nu bilmiyorsa hakikî kemali bulamaz. Meğer ki bütün esma ve sıfatlarla tahakkuk etmiş ola. Ama hem celâl tarafındaki sıfatları ile hem de cemâl tarafındaki sıfatları ile.
9. Hadis-i Şerif: Resulullah (SAV) Efendimiz Allah-ü Teâlâ´dan hikaye yolu ile şöyle anlatıyor:
"Eğer Âdemoğlunun iki dere dolusu altını olsa üçüncüsünü arzular... Âdemoğlunun boşluğunu ancak toprak doldurur."
Manasından anlaşıldığı gibi bu Kudsî bir Hadis-i Şeriftir. Bu Hadis-i Şerifin şerhini yapmak istediğimiz zaman şöyle diyebiliriz:
"Bir kalp için iki vadi olsa... İş bu iki vadi, ruhun ve nefsin vadileridir. Ve bunlar ledünnî ilimlerin altını ile dolsa, mutlaka üçüncü bir vadinin de dolmasını ister. Çünkü onun istidadı vardır. Özellikle ilahî feyzi kabul etme babında; bir de... evet bir de feyiz veren zatta hakikati bulması babında; bir de... evet bir de verilen feyizle hakikate kavuşmak üzerine." Burada bilhassa, Âdemoğlunun gözünü dolduran şeyin toprak olarak anlatılmasından murad, zül haline varan bir fena halini bulmaktır. Özellikle burada fani bir varlığın izzet burcundan zillet enginine düşmesine işaret vardır. Buraya kadar anlatılan manaları şu Ayeti Kerime’ nin özlü manasına bağlamak icab eder: "Mirası, helal haram demeyip alabildiğinize yersiniz. Malı da pek çok seversiniz." (Fecr Suresi, Ayet 19-20)
10. Hadis-i Şerif: Resulullah (SAV) Efendimiz şöyle buyurdu:
"Allah-ü Teâlâ bir kulu severse, onu çeşitli denemelere tâbi tutar."
Yani iptilaya uğratır. Kul o iptilalara sabrettiği takdirde ona üstünlük vererek sever. Şayet şükür yoluna girerse bu sefer onu zatına seçer.
Bu Hadis-i Şerifle anlatılması istenen mana şudur:
Allah-ü Teâlâ bir kulu severse onu fena hali denemelerine sokar. Bundan sonra, fenadan da fena haline geçirir. Daha sonra fena halini de kaldırır beka makamına vardırır. İş bu manaya şu Ayet-i Kerime ile işaret edilmektedir: "Allah-ü Teâlâ, müminlerin mallarını ve canlarını satın aldı... Ki onlara cennet vardır." (Tevbe Suresi, Ayet-111 )
11. Hadis-i Şerif: Resulullah (SAV) Efendimiz şöyle buyurdu:
"Su hacmi iki kulleyi (büyük küpü) aşınca artık pislik taşımaz..."
Bu Hadis-i Şerife şöyle bir mana verebiliriz: "Bir irfan sahibi, zata has olan şehadet makamına yerleşirse, gerek esma gerekse sıfatların müşahedesi ona perde olamaz."
Allah-ü Teâlâ bu manayı bize şöyle anlatır:
"Onlar kötülüğü iyilikle savarlar." (Ra´d Suresi, Ayet-22) Yani yapılan iyilikle kir darlığını def ederler. En iyi bilen ve en iyi hükmü veren Allah-ü Teâlâ´dır.
12. Hadis-i Şerif: Resulullah (SAV) Efendimiz şöyle buyurdu:
"Allah-ü Teâlâ Âdemi kendi sureti üzerine yarattı."
Bu Hadis-i Şerife verilecek mana şudur: "Allah-ü Teâlâ Adem´i, yani insan suretini zatına bir ayna kıldı. Sıfatlarına da mazhar, fıillerine de tecelligah... Ta ki onda zuhura gele,"
Bütün bu manalara tüm olarak şu Ayet-i Kerime işaret eder: "Vaktaki, Rabb’ın meleklere ‘Ben, yeryüzünde bir halife yaratacağım...´ dedi..." (Bakara Suresi, Ayet-30) Azim olan Allah daima doğruyu anlatır, söyler.
13. Hadis-i Şerif: Resulullah (SAV) Efendimiz Rabbından naklen şöyle anlatıyor:
"İhlas sırrımdan bir sırdır. Onu kullarımdan sevdiğimin kalbine bir vedia olarak bıraktım..."
Bu Kudsî Hadis-i Şerife şu şekilde bir mana vermek mümkündür: "İhlas varlık sırrımdan bir sırdır. Ama bu taayyünatla kapalı olan varlığımın sırrından. Sevdiğimin kalbinde onunla tecelli ederim. Ve onu varlığımda fani kılarım. O kadar ki benden başkası onu bilemez, onun haline muttali olamaz... Hatta bunu kendisi de bilemez." Yani, ihlas sahibi... Çünkü o, ihlasta o kadar ileri gitmiştir ki ihlasını da unutmuştur.
Hatta kendisi ile ihlasa geçilen şeye nisbet edilen ihlastan yana da fena halini bulmuştur... Ve o, Mutlak Hakk´ın müşahedesine o kadar geçmiştir ki vahdetten de kesretten de olmuştur... Çok çok ötelere varmıştır.
En iyi bilen Allah-ü Teâlâ´dır.
14. Hadis-i Şerif: Resulullah (SAV) Efendimiz şöyle buyurdu:
"Allah-ü Teâlâ şöyle buyurdu:
-O kimse ki kazama rıza gösternıez, belama sabretmez, nimetlerime de şükretmez, artık varsın Benden başka bir Rabb arasın..."
Görüldüğü gibi bu da Kudsî bir Hadis-i Şerif´tir. Bunun manasını anlatmaya şu yoldan girebiliriz:
"Mutlak Rububiyyetim, nimetlerin ve belaların bir arada bulunmasını icab ettirir. Ta ki zıt isimleri ve birbirine benzeyen sıfatların rağmına Zatım tam kemali ile zuhura gelsin. Durum böyle olunca her kim zıtlara razı olursa Zatıma nail olur, Ben de onun Rabbı olurum. ...Ve her kim ki onlara razı olmaz, Ben onun Rabbı değilim. Sebebine gelince, o, bir vasfa bağlı kalmakta, diğerini de atmaktadır. Bir hükme tabi olmakta, diğerini de kabul etmemektedir. Halbuki Ben bütün vasıflara câmi bulunmaktayım. Bütün incelikleri ile cümle hükümlere müştemil bulunmaktayım... Hatta çeşitli yaratılışlara da. Çünkü, Zatım bütün açık hakikatleri ihata etmektedir."
Bu manayı şu Ayet-i Kerime gayet açık bir şekilde anlatır: “Evvel O´dur; Ahir O´dur; Zahir O´dur..." (Hadid Suresi, Ayet-3 )
Yüce Allah´ın kelamı daima sadâkat damgasını taşır.
15. Hadis-i Şerif: Resulullah (SAV) Efendimiz Allah-ü Teâlâ´dan naklen anlatıyor;
"Allah-ü Teâlâ şöyle buyurdu:
-Ey Ademoğlu, hasta oldum; ziyaretime gelmedin.
Âdemoğlu sordu:
-Ya Rabbi, Sen âlemlerin Rabbisin... Seni nasıl ziyaret edeyim?
Allah-ü Teâlâ buyurdu:
-Bilmiyor musun? Falan kulum hasta oldu... Ama sen onu ziyaret etmedin. Eğer onu ziyaret etseydin Beni yanında bulacaktın...
Allah-ü Teâlâ devamla buyurdu:
-Ey Ademoğlu, senden yemekle doyurulmamı istedim, ama sen Beni doyurmadın.
Âdemoğlu sordu:
-Ya Rabbi, seni yemekle nasıl doyurayım? Sen âlemlerin Rabbisin.
Allah-ü Teâlâ anlattı:
-Falan kulum senden yemek istedi. Ama ona yedirmedin. Bilemedin mi? Ona yedirseydin beni yanında bulacaktın.
Allah-ü Teâlâ devamla buyurdu:
-Ey Ademoğlu, senden su istedim, ama vermedin.
Âdemoğlu sordu:
-Ya Rabbi sana nasıl su vereyim?. Sen âlemlerin Rabbisin.
Allah-ü Teâlâ anlattı:
-Falan kulum senden su istedi, vermedin. Ona su verseydin Beni yanında bulacaktın... Bunu da mı anlayamadın?"
Bu da Kudsî bir Hadis-i Şeriftir. Mana kapısını şu şekilde aralayabiliriz:
"Ey Âdemoğlu..." şeklinde yapılan hitap rûhadır. Bu ruh ise kalptir. Bilhassa nefsanî perde ile perdelenen kalp. Bu kalbe şöyle hitab edilmektedir:
"Ben, belli bir zuhur yerine tecelli ettim. Zuhura geldim orada. Yine belli bir taayyünde de aynı şekilde tecelli ettim; zuhur eyledim. Fakat, bu has zuhurla perdelendim, gizlendim...Özellikle mutlak hakikatimi müşahade edilmeden yana sakladım. Belli bir şekle girmekten ve bir kayda sığmaktan yana kendimi kapadım. Bütün bu işler, bu belli taayyünün özünde oldu. Gel gör ki sen bu taayyünü bilmedin. Ki O mutlak hakikatimin aynıdır.
Burada "Ya Rabbi, sen âlemlerin Rabbisın, Seni nasıl ziyaret edeyim?" cümlesi bir başka mana taşır. Onu da burada anlatmak icab eder. Şu demektir:
"Belli bir surette Seni nasıl müşahede edebilirim? Bilhassa, keyfıyeti ve şekli olan bir şeyde... Halbuki Sen bu gözle görülen âlemlerin suretine inhisar etmekten ve belli bir şekil almaktan yana münezzehsin."
“Bilmiyor musun?..." kelimeleri ile başlayan cümleye verilecek mana ise şu şekilde olur:
"Sen şöyle bir marifete sahib olmadın mı ki, mutlak varlığım her taayünde, yani göze gelen her belli şeyde vardır. Sonra taayyün halini her mutlak olan mana taşır. Halbuki sen, anlatıldığı gibi, kendinde bir irfana sahip olmadın. Sonra bilmedin ki, o hasta kulun hakikati Hakikatimin aynıdır. Zira onda zahir olan Benim."
Bu zuhurun belli bir mana şekli şöyle olabilir: İsmin isim verilene nisbeti gibi ki, bu, o hasta kulun `Hakikatime´ nisbeti babında bir misaldir, benzetmedir. Kaldı ki, isim, müsemmaya göre ayrı değil, aynıdır.
Yukarıdaki açıklama nazara alınarak, "Bilmiyor musun?" şeklinde gelen cümlenin devamı olan "Eğer onu ziyaret etseydin Beni yanında bulacaktın..." cümlesine de bir başka mana vermek icab eder:
"Durum yukarıda anlatıldığı gibi olunca, anlayamadın ki Mutlak Varlığım onun izafı varlığında seyrini tamamlamaktadır. Onu zuhura getirmektedir."
Yukarıda anlatılan manaların tümüne şu Ayeti Kerime işaret etmektedir:
"O küfredenlerin amelleri ise çöldeki serab gibidir ki susuz onu su zanneder." (Nur Suresi, Ayet-39) Mevzumuz olan Hadis-i Şerifın hepsini burada açıklayamadık. Ama kendisi ile bir kıyas yapılacak kadarını açıkladık. Kaldı ki bir kıyas usulü de vardır. Kalanı da buna göre kıyas eyle.