hafiza aise
Sat 13 August 2011, 11:52 am GMT +0200
6- İsimleri:
Hz. Peygamber'in (s.a.) isimlerinin hepsi övgü isimleridir; sırf şahsı belirleyici olsun diye konmuş özel isimler değildir. Onda var olan, medhe-dilmesi ve olgunluğunu icap ettiren birtakım sıfatlardan türetilmiş isimlerdir. Bunlardan bazıları:
1- Muhammed: En meşhur ismidir. Tevrat'ta bu ismiyle açık bir şekilde anılmıştır. Nitekim bu hususu: Cilâu'l-Efhâm fiFazli's-Salât ve's-Selâm ala Hayri'l-Enâm adlı eserimizde açık ve kesin delille açıkladık. Bu kitabımız, anlattığı konu itibariyle eşsiz, faydalarının çokluğu ve bolluğu bakımından da benzeri daha önce yazılmamış bir eserdir. Bu kitapta Hz. Pey-gamber'e (s.a.) salât ü selâm getirme konusunda gelen hadisleri aktardık ve sahih, hasen ya da malul olanlarını açıkladık. Malul olaniarındaki illetleri yeteri kadar açıkladıktan sonra sırasıyla; bu duanın esrarengiz yönlerini, şerefini ve içerdiği hüküm ve faydalarını, Hz. Peygamber'e (s.a.) sala-vat getirilecek yer ve mahalleri de açıkladık. Daha sonra bunlardan ne kadarının gerekli olduğu, ilim adamlarının bu konudaki görüş ayrılıkları, aeırlıklı olanların tercihi, çürük olanların çürüklüklerinin gösterimi konu-l tanrıdan söz ettik. Kitabın okunup incelenerek öylece karar verilmesi anla-| tımından üstündür.
Sözün özü, onun ismi, ehl-i kitabın inanan kesiminden her âlimin bül görüşe katılacağı bir tarzda, Tevrat'ta Muhammed olarak açıkça geçmektedir.!
2- Ahmed: Sözünü ettiğimiz kitapta anlattığımız bir sırdan dolayı Hz.| İsa, onu işte bu isimle anmıştır.
3- Mütevekkil, 4- Mâhî, 5- Haşir, 6- Âkıb, 7- Mukaffî, 8- Nebiyyü't-Tevbe, 9- Nebiyyü'r-Rahme, 10- Nebiyyü'l-Melhame, 11- Fâtih, 12- Emin.)
Bu isimlere şunlar da ilâve edilebilir: Şâhid, Mübeşşir, Beşîr, Nezîr, Kasım, Dahûk, Kattâl, Abdullah, es-Sirâcü'1-Münîr, Seyyidu Veledi Âdem, Sâhibu Livâu'1-Hamd, Sâhibû'l-Makâmi'l-Mahmûd... vs. Çünkü onun isimleri övgü sıfatları olursa her sıfatından bir ismi olur. Ancak ona has, yahut onda çoğunlukla bulunup da kendisinden onun için bir isim türetilen vasıfla; müşterek olup da bu yüzden ona mahsus bir isim olmayacak vasfın arasını ayırmak gerekir.
Cübeyr b. Mut'im diyor ki: Allah Rasûlü (s.a.) bize, kendisinin isimlerini şöyle sıraladı: "Ben Muhammed'i m. Ben Ahmed'im. Ben Mâhî'yim: Allah küfrü benimle mahvedecektir. Ben Haşir'im: İnsanlar benim önümde haşrolunacaklardır. Ben Âkıb'im: Benden sonra peygamber gelmeyecektir.'[130]
Hz. Peygamber'in (s.a.) isimleri iki türlüdür:
1) Ona has olup başka peygamberlerin kendisine ortak olmadıkları. Muhammed, Ahmed, Âkıb, Haşir, Mukaffî ve Nebiyyü'l-Melhame... gibi.
2) Anlamında başka peygamberlerin ortak olup da ancak onda kemâli bulunan isimler. Ona has olan kısmı aslı değil, kemâl derecesidir. Rasûlul-lah, Nebiyullah, Abdullah, Şahid, Mübeşşir, Nezîr, Nebiyyu'r-Rahme, Nebiyyu't-Tevbe... gibi.
Şayet ona; Sâdık, Masdûk, Raûf-Rahîm... vb. gibi vasıflarından her-biri alınarak bir ad konacak olsa isimleri iki yüzü aşar. İşte "Allah'ın bin ismi, Hz. Peygamber'in (s.a.) de bin ismi vardır." sözünü söyleyenler bu
anlamı kasdetmislerdir. Bunu söyleyen Ebu'I-Hattâb b.Dıhye [131]olup isimlerden maksadı vasıflardır. [132]
[130] Buharı, 65/1 (Saf), 61/17; Müslim, 2354; Tirmizî, 2842; Ahmed, 4/80, 81, 84. Hadisin sonundaki "Benden sonra peygamber gelmeyecek" cümlesi, râvilerden birinin Âkıb kelimesinin anlamını açıklamasıdır. Müslim ve Ahmed'deki rivayete göre Ma'mer diyor kî: Zührî'ye: "Âkıb, ne demektir?" diye sordum; "kendisinden sonra peygamber gelmeyecek olan demektir", cevabını verdi. Müslim'deki bir başka rivayette: "Ben kendisinden sonra hiçbir kimsenin gelmeyeceği Âkıb'im" ve Tirmizî'deki rivayette ise: "Kendisinden sonra hiçbir peygamber gelmeyecek olan Âkıb, benim" denmektedir.
[131] Ömer b. Hasan b. Ali b. Muhammed Ebu'I-Hattâb îbn Dıhye el-Kelbî (544/1149-633/1235), Endülüs'teki Belensiye halkından edebiyatçı tarihçi ve hadis hafızı bir zattır. Danye kadılığına görevlendirildi. Merakeş, Şam, Irak ve Horasan'ı gezdi, dolaştı, Mısır'da yerleşti. Âlimler ve imamlar hakkında çok sert laflar ederdi. Bu yüzden bazı çağdaşları onunla konuşmaktan uzaklaştılar ve onun nesebinin Dıhye'ye ulaştığının yalan olduğunu söyleyerek: "Dıhye el-Kelbî'nin nesli devam etmedi" dediler. Kahire'de vefat etti. Eserlerinden bazıları: el-Mutrib min Eş'arî Ehli'l-Mağrib, Nihayetü's-Sûl fi Hasâisi'r-Rasûl, et-Tahrir fî Mevtidi's-Sirâci'l-Münîr... vs.
[132] İbn Kayyim el-Cevziyye, Za’du’l-Mead, İklim Yayınları: 1/82-84.
Hz. Peygamber'in (s.a.) isimlerinin hepsi övgü isimleridir; sırf şahsı belirleyici olsun diye konmuş özel isimler değildir. Onda var olan, medhe-dilmesi ve olgunluğunu icap ettiren birtakım sıfatlardan türetilmiş isimlerdir. Bunlardan bazıları:
1- Muhammed: En meşhur ismidir. Tevrat'ta bu ismiyle açık bir şekilde anılmıştır. Nitekim bu hususu: Cilâu'l-Efhâm fiFazli's-Salât ve's-Selâm ala Hayri'l-Enâm adlı eserimizde açık ve kesin delille açıkladık. Bu kitabımız, anlattığı konu itibariyle eşsiz, faydalarının çokluğu ve bolluğu bakımından da benzeri daha önce yazılmamış bir eserdir. Bu kitapta Hz. Pey-gamber'e (s.a.) salât ü selâm getirme konusunda gelen hadisleri aktardık ve sahih, hasen ya da malul olanlarını açıkladık. Malul olaniarındaki illetleri yeteri kadar açıkladıktan sonra sırasıyla; bu duanın esrarengiz yönlerini, şerefini ve içerdiği hüküm ve faydalarını, Hz. Peygamber'e (s.a.) sala-vat getirilecek yer ve mahalleri de açıkladık. Daha sonra bunlardan ne kadarının gerekli olduğu, ilim adamlarının bu konudaki görüş ayrılıkları, aeırlıklı olanların tercihi, çürük olanların çürüklüklerinin gösterimi konu-l tanrıdan söz ettik. Kitabın okunup incelenerek öylece karar verilmesi anla-| tımından üstündür.
Sözün özü, onun ismi, ehl-i kitabın inanan kesiminden her âlimin bül görüşe katılacağı bir tarzda, Tevrat'ta Muhammed olarak açıkça geçmektedir.!
2- Ahmed: Sözünü ettiğimiz kitapta anlattığımız bir sırdan dolayı Hz.| İsa, onu işte bu isimle anmıştır.
3- Mütevekkil, 4- Mâhî, 5- Haşir, 6- Âkıb, 7- Mukaffî, 8- Nebiyyü't-Tevbe, 9- Nebiyyü'r-Rahme, 10- Nebiyyü'l-Melhame, 11- Fâtih, 12- Emin.)
Bu isimlere şunlar da ilâve edilebilir: Şâhid, Mübeşşir, Beşîr, Nezîr, Kasım, Dahûk, Kattâl, Abdullah, es-Sirâcü'1-Münîr, Seyyidu Veledi Âdem, Sâhibu Livâu'1-Hamd, Sâhibû'l-Makâmi'l-Mahmûd... vs. Çünkü onun isimleri övgü sıfatları olursa her sıfatından bir ismi olur. Ancak ona has, yahut onda çoğunlukla bulunup da kendisinden onun için bir isim türetilen vasıfla; müşterek olup da bu yüzden ona mahsus bir isim olmayacak vasfın arasını ayırmak gerekir.
Cübeyr b. Mut'im diyor ki: Allah Rasûlü (s.a.) bize, kendisinin isimlerini şöyle sıraladı: "Ben Muhammed'i m. Ben Ahmed'im. Ben Mâhî'yim: Allah küfrü benimle mahvedecektir. Ben Haşir'im: İnsanlar benim önümde haşrolunacaklardır. Ben Âkıb'im: Benden sonra peygamber gelmeyecektir.'[130]
Hz. Peygamber'in (s.a.) isimleri iki türlüdür:
1) Ona has olup başka peygamberlerin kendisine ortak olmadıkları. Muhammed, Ahmed, Âkıb, Haşir, Mukaffî ve Nebiyyü'l-Melhame... gibi.
2) Anlamında başka peygamberlerin ortak olup da ancak onda kemâli bulunan isimler. Ona has olan kısmı aslı değil, kemâl derecesidir. Rasûlul-lah, Nebiyullah, Abdullah, Şahid, Mübeşşir, Nezîr, Nebiyyu'r-Rahme, Nebiyyu't-Tevbe... gibi.
Şayet ona; Sâdık, Masdûk, Raûf-Rahîm... vb. gibi vasıflarından her-biri alınarak bir ad konacak olsa isimleri iki yüzü aşar. İşte "Allah'ın bin ismi, Hz. Peygamber'in (s.a.) de bin ismi vardır." sözünü söyleyenler bu
anlamı kasdetmislerdir. Bunu söyleyen Ebu'I-Hattâb b.Dıhye [131]olup isimlerden maksadı vasıflardır. [132]
[130] Buharı, 65/1 (Saf), 61/17; Müslim, 2354; Tirmizî, 2842; Ahmed, 4/80, 81, 84. Hadisin sonundaki "Benden sonra peygamber gelmeyecek" cümlesi, râvilerden birinin Âkıb kelimesinin anlamını açıklamasıdır. Müslim ve Ahmed'deki rivayete göre Ma'mer diyor kî: Zührî'ye: "Âkıb, ne demektir?" diye sordum; "kendisinden sonra peygamber gelmeyecek olan demektir", cevabını verdi. Müslim'deki bir başka rivayette: "Ben kendisinden sonra hiçbir kimsenin gelmeyeceği Âkıb'im" ve Tirmizî'deki rivayette ise: "Kendisinden sonra hiçbir peygamber gelmeyecek olan Âkıb, benim" denmektedir.
[131] Ömer b. Hasan b. Ali b. Muhammed Ebu'I-Hattâb îbn Dıhye el-Kelbî (544/1149-633/1235), Endülüs'teki Belensiye halkından edebiyatçı tarihçi ve hadis hafızı bir zattır. Danye kadılığına görevlendirildi. Merakeş, Şam, Irak ve Horasan'ı gezdi, dolaştı, Mısır'da yerleşti. Âlimler ve imamlar hakkında çok sert laflar ederdi. Bu yüzden bazı çağdaşları onunla konuşmaktan uzaklaştılar ve onun nesebinin Dıhye'ye ulaştığının yalan olduğunu söyleyerek: "Dıhye el-Kelbî'nin nesli devam etmedi" dediler. Kahire'de vefat etti. Eserlerinden bazıları: el-Mutrib min Eş'arî Ehli'l-Mağrib, Nihayetü's-Sûl fi Hasâisi'r-Rasûl, et-Tahrir fî Mevtidi's-Sirâci'l-Münîr... vs.
[132] İbn Kayyim el-Cevziyye, Za’du’l-Mead, İklim Yayınları: 1/82-84.