- 3. delil sahabe kavilleri tabii fetvalari

Adsense kodları


3. delil sahabe kavilleri tabii fetvalari

Smf Seo Versiyon , -- Seo entegre sistem.

Array
sidretül münteha
Fri 17 September 2010, 03:16 pm GMT +0200
3. Delil : SAHABE KAVİLLERİ TABİİ FETVALARI

125- Ashabın Yüksek ve Şerefli Mevkii:


İmam Mâlik, öğreniminin ve çalışmalarının ilk yıllarında sahabe fetvalarını, onların hükümlerini, istinbat ettikleri mes´eleleri öğrenmeğe çok meraklıydı. Yukarıda geçtiği üzere, Abdullah İbni Ömer´in fetvaları­nı, azadlısı Nâfi´den öğrenmeğe ne kadar önem verirdi. Abdullah´ın kavillerini sormak için gece gündüz Nâfi´nin peşindeydi. Hz. Ömer b. Hattab´ın Allah ondan razı olsun) verdiği hükümleri öğrenmeğe de pek meraklıydı. Medine de olan yedi fakihten ilim aldı, onlardanashabtn ihtilaflarını, fetvalarını yargılarını, Hz. Peygamber´in Hadisleriyle birlikte öğrendi. İmam Mâlik´in hayatını, büyük bir dikkatle ve araştırma ile incelemiş bir yazar sıfatıyla çekinmeden diyebiliriz ki, onun içinde yeti­şip büyüdüğü, fıkhını kurduğu, esasını tesbit ettiği bu mesleğin ilmi, Hz. Peygamber Aleyhisselam´ın Hadisleriyle sahabe kavillerine ve fetvala­rına dayanır, onun metodunun kaynağı onlardır. Onun için onun istinbat usulünde sahabe fetvalarının büyük yeri vardır, onları alır, onların dışına çıkmazdı. Medine ehlinin amelini aldı, Çünkü sahabe oradaydılar, onların yatağı orasıydı. Mısırdaki Leys b. Sa´d´a yazdığı risalesinin başında şöyle der:

«Allah seni rahmetinde daim kılsın, bilesin ki, bana gelen haberlere göre sen, bizim bu memleketteki (yani Medine) halkın amel ettiği şey­lere aykırı olarak insanlara türlü fetvalar veriyormuşsun! Sen emânet ve fazilet sahibisin. Memleketinde mevki sahibisin, oradakiler sana muh­taçtır, senin söylediklerine itimad ederler, kendilerini tehlikeli işlere atma. Seni kurtuluşa götürecek şeylere tâbi olmalısın. Allah kitabında şöyle buyurmuştur;« Muhacirlerle Ensar´dan birinci dereceyi kaZananlar...» Yine Allah Teâlâ buyurur: «O halde sözü dinleyip en güzeline uyan kullarımı mücdeie...» İnsanlar Medine halkına tabidirler. Çünkü hicret oraya yapılmış, Kur´an orada inmiş, haram ve helâl orada bildi­rilmiştir. Ayrıca Hz. Peygamber onların arasında yaşadı. Onlar vahye, Kur´an´ın inişine şahid oldular. Peygamber onlara emir veriyor, onlar da ona itaat ediyorlardı. Yüce Mevlâ onun vefatını dileyerek kendi nezdine davet edinceye kadar o, onlara sünnetlerini anlattı, onlar da ona uydu. Allah´ın salât ve selâmı, rahmet ve berekâtı ona olsun.»

«Peygamberden sonra»ümmeti arasında insanların ona tâbi olan­larından işbaşına geçenler yeni olaylarla karşılaştılar. Bunlar bildiklerini yerine getirmişler, tatbik etmişlerdir, bilmediklerini de sormuşlar, yaptık­ları ictihadlarda ve ilk zamanlarda kuvvetli bulduklarını almışlardır. Eğer birisi onlara muhalefet ederek daha kuvvetli ve daha üstün birşey söylemişse, kendi görüşlerini bırakıp onunla amel etmişlerdir.» (Mektubun tamamı 1. kısmın 102´nci bendindedir.) Bu açık sözlerden görüyorsun ki, sahabe kavillerini almak lâzımdır. Onların kavillerinden başka türlüsünü söyleyen veya onların fetvaların­dan daha kuvvetlisi vardır, diyenlerin sözlerini terkederdi. Ve bu sözle­rinde onların kavillerini almağa onu sevk eden sebebi açıkça söylüyor ki, onların Muhacir ve Ensar´dan ilk Müslüman olanlardır. Bu dine hizmetleri vardır. Allah Teâfa, onlara uyanları medih ve sena etmiştir. Hiç şüphe yok ki, onların kavillerini almak, onlara tâbi olmaktır. Onları Kur´an öğmüştür, Hz. Peygamberin Asrı Saadetinde yaşamışlardır, vahiy inerken hazır bulunmuşlardır. Peygamber onlara buyurur, onlar itaat ederlerdi, buyruğuna uyarlardı. Sünneti beyan eder, onlar ona tâbi olurlardı. Onlar bu dini en iyi bilenlerdir. Hz. Peygamberin sünnetini en iyi tanıyanlardır, onların kavillerini almak, sünneti almaktır, ona uymak­tır. .


126- Sahabe Kavillerini, Sünnetten Sayması:



İmam Mâlik´in görüşüne göre,sünnet Ashab-ı Kiram´ın kabullendik­leri şeydir. Nasıl ki, Ömer b. Abdülaziz sünneti yaymak, neşretmek istediği zaman sahabe fetvalarını ve yargılarını toplamayı emretmiştir. O bu âdil halifenin bu sözünü nakleder dururdu. Hz. Peygamber Aley-hisselam sünnetler vaz´etti, ondan sonra emir sahipleri de bazı sünnet­ler vaz´ettiler. Onları almak Allah´ın kitabını tasdiktir. Ona itaat tamam­lamaktır, dini kuvvetlendirmektir. Kimsenin onları bozmak ve değiştirmek yetkisi yoktur. Onlara muhalif Rey´in bir değeri olmaz. Onların sünnetine uyan, hidayeti bulur. Onlardan yardımlanan yardım görür. Onlara muhalefet edip mü´minlerin yolundan başka bir yol tutanı, Allah kendi haline bırakır, onun varacağı yer cehennemdir. Orası ne kötü yerdir.[1]

Ömer İbni Abdülaziz´in sözü, Mâlik´in çok hoşuna giderdi, onu tutardı Onu alıp ona göre yol tutmak, sağlam sünnete uymaktır. O bunu tuttu Muyatta´da, Hz. Peygamberin Hadisleri yanısıra sahabe fetvala­rına da yer verdi. Hz. Peygamberin Hadislerini toplayıp yazdığı gibi onların fetvalarını ve yargılarını da topladı.


127- Muvatta´da Sahabe Kavilleri:



Muvatta´ı okuyan kimse, onun rivayet ettiği sahabe kavillerini bul­makta hiç de güçlük çekmez, Çünkü Muvatta´da topladıkları boldur. Sen muvatta´ın sahifelerini karıştıracak olursan, gözün mutlaka bir sahabe fetvasına rastlar, mevzumuza misâl bulursun, bunlardan bazıları şun­lardır:

a) Veresiye ödünç verilen bir malın teslim yeri hakkında akid za­manında başka bir yer şart edilirse ne olur? Muvatta´da şöyle diyor: Mâlik´e ulaşmıştır ki, bir adam birisine ödünç yiyecek verdi, ancak başka bir yerde teslim edilmesini şart koştu, Hz. Ömer bunu mekruh gördü, teslim başka yerde olunca taşıma ücreti ne olacak?»dedi. Böy­lece Mâlik, Hz. Ömer´in bu fetvasına dayanarak bu nevi şart koşmayı menetmiştir, Ömer´in kavlini beğenmiştir.[2]

b) Yine Muvatta´da veresiye veren kimse ileride kendisine daha iyisinin ödenmesini şart koşmasına dair şöyle der: «Malik´e ulaştığına göre: Bir adam, Abdullah İbni Ömer´e geldi ve: «Ey Ebû Abdurrahman, dedi. Ben adama ödünç verdim, bana daha iyisini ödemesini şart koştun, Abdullah da: «O ribadır»- dedi. Adam, «bana ne emredersin, ne yapayım» dedi. O da şöyle cevap verdi: «Ödünç vermenin üç yönü vardır: Bir nevlnde Allah rızasını gözetirsin, onda Kârin Allah´ın nzasını kazanmaktır, Bir nev´inde dostunu memnun etmek, onun gönlünü hoşetmek istersin, bu da iyi. Bir nev´i de vardır ki, verdiğin maldan daha iyisini almak istersin, gerçekte temiz malını vermiş, murdarını almış olursun ki, işte bu da ribadır.» Adam öyleyse ben ne yapayım, dedi. O da, yaptığın sözleşmeyi bozarsın, dedi, verdiğin malın mislini verirse, kabul edersin, verdiğinden daha aşağısını verirse, alırsan, ecrini görür­sün. Eğer kendiliğinden daha iyisini verirse, bu sana bir teşekkürü demektir, mühlet verip beklediğinin karşılığıdır.

İmam Malik, bu görüşü aldı. Bir kimse ileride ödenmek üzere bir şey verir, daha fazla veya daha iyisi ödenmesini şart koşarsa, bu batıl olur, ancak verdiğini alır. En iyisi müddeti bekler, müddet bitince alır,

şart batıldır.

c) Yine bu nev´iden bir misâl şudur. Hibe, kabz edilmeden önce ölüm veya hastalık vukubûlursa batıl olur. Bunda Hz. Ebû Bekir´in ve Hz. Ömer´in fetvalarını almıştır. Muvatta´da şöyle der: «Mâlik İbni Şi-habdan, o da Urve b. Zübeyr´den, o da Hz. Peygamber Aleyhisselâm´ın zevcesi Aişe´den rivayet ediyor, Hz. âişe demiştir ki, babası Hz. Ebû Bekir´in Medine´nin kenarında Aliye denen yerdeki malından ona yirmi yük hurma hibe etmişti. Ölüm hastalığı halinde Aişe´ye demiş ki: Ey kızcağızım en istediğim şey benden sonra senin varlıklı olmandır, benden sonra senin yoksulluğun bana çok ağır gelen birşeydir. Ben sana yirmi yük kadar hibe etmiştim,´ eğer onları sana verip teslim etseydim, onlar senin olurdu, fakat bugün onlar artık miraö malına dahil kalıyor, onlarda erkek ve kız kardeşlerinin hakkı var, onları Allah´ın kitabına göre aranızda taksim edin.»[3]

Muvatta´da aynı yerde şu da var: Mâlik, İbni Şihab´dan, o Urve b. Zübeyr´den... Hz. Ömer b. Hattab şöyle demiştir: Ne oluyor bu adam-lara da oğullarına hibe yapıp duruyorlar, sonra da ellerinde tutuyorlar. Eğer onlardan birinin oğlu ölürse, malım benim elimde, onu bir kimseye vermedim diyor. Eğer o kendisi ölür veya ölümü yaklaşırsa, o zaman da: Onu oğluma vermiştim, diyor. Bir kimse hibe yaparsa onu ayırıp, versin, ölmeden bunu yapsın, yoksa batıl olur. İmam Mâlik, Hz. Ebû Bekir´in ve Hz. Ömer´den nakil olunan bu iki rivayeti almıştır.(Allah cümlesinden razı olsun).


128- Mâlik, Sünnet İmamıdır:


Görüldüğü üzere İmarn Mâlik sahabe fetvalarını çok alırdı ve onları sünnetten sayardı. Onları çok alması nedeniyle, ŞâtibVye göre, çağında sünnet imamı sayıldı. Muvafakât´ta şöyle der: «İmam Mâlik ashaba bu derece önem verip onların hidayetine uyanları, onların sünneti üzere olanları yüksek tutmağa, Allah Teâiâ onu başkalarına da örnek kıldı. Mâlik´in çağında yaşayanlar, onun asarına tâbi oldular, onun işlerine uydular. Bu da onun Allah´ın ve Resulünün öğdüğü kimselere uyması bereketiyle olmuştur. Çünkü o ashabdan Allah razı olsun, onlar da Allah´ın rızasını kazanmışlardır. Onlar Allah´ın taifesidir. Allah Teâlâ söyle buyurur: «Bilmiş olun ki, Allah´ın taifesi, felah bulanlar ise işte onlardır.» .


129- Sahabe Kavilleri ve İmamların Tutumu:



İmam Mâlik´in sahabe fetvalarına ve yargılarına bakışı böyledir. İmam Mâlik ve İmam Ahmet (Allah onlardan razı olsun) sahabe fetvalarını almakta diğerlerinden çok daha ileridirler. Onlara çok önem verirler, onlara sarılırlar, onları birer kaide ittihaz ederler. Sahabe fetva ve kavillerini, diğerlerinde aradıkları şartlan aramaksızın alıp kabul ederler. Halbuki başkalarında zayi, vasıf, tutum, görüş ve saire ararlar. Görüşleri arasında ihtilaf bulunursa, o zaman sayıca çok cemaate en yakın olanlar seçilir. Sahabe hakkındaki bu meselenin aslında dört imam arasında ittifak vardır. Ancak fıkıhlarında bunun miktarı biraz farklıdır. İmam Mâlik ve İmam Ahmet onlara çok itimad ederler. Hattâ onları ictihadlarının bir rüknü sayarlar. Fıkıh çalışmalarında onla­rın yolunu tuttular. İmam-ı A´zam Ebû Hanife ve İmam Şafiî onlardan daha az aldılar, ancak temayülleri birbirine yakın, gaye ve yönleri birdir.

Dört mezheb imamlarının hepsi de sahabe kavillerini aldıkları halde, ulemadan yalnız Hz. Ebû Bekir ile Hz. Osman´ın kavillerini alanlar, veya dört Hulefa-i Râşidin´in kavillerini alıp diğerlerini almayan­lar bulunmuştur. Bu mes´ele de muhalif kalan bu grubun tutumu ne olursa olsun, Selef-i Sâlihin cümlesi, tabiVnin selef ve halefleri, onlar­dan sonra gelenler ashabe muhalefetten sakınmışlar, onlara muvafa-katen gayret göstermişlerdir. Bunu, imamlar arasındaki ihtilaflı mes´ele-lerde çok canlı olarak görürsün. Her biri kendi mezhebine göre hük­münü verir ve bu görüşünü takviye etmek için sahabeden o reyde olanların kavlini gösterir. Bunu yapmasının sebebi, kendisini ve muha­lefetin ashaba olan hürmet ve itimadındandır. Onların görüşünü kuv­vetli buluyorlar, dinde onların yeri büyüktür.[4]



130- Sahabe Kavli Sünnetten Sayılır mı?


İmam Mâlik başta olmak üzere dört mezheb imamları hepsi de ´sahabe kavillerini almaktadırlar. Ve bazen verdikleri fetvaların sahabe ^fetvalarına dayandığını da tasrih ederler. Biz,burada bir mes´eleye ! değinmek istiyoruz. Acaba İmam Mâlik sahabe kavillerini bir hüccet ve î|delil, sünnetin bir kolu olarak mı alıyordu? Zira sahabe kavli ya Pey-igamber´den bir nakildir ki, o şüphesiz sünnettir, yahud da ictihad ve Rey´dir. Sahabenin Rey´le yaptıkları ictihad da dine ve sahih sünnete en yakın olandır. Çünküonlar vahyin inişi zamanında bulundular, onların jjkavli, sarih sünnet değilse de, sünnete mülhak değil midir? Bu soruya cevap vermeden önce şunu belirtelim ki, Mâlik´in taie-; besi olan Şafiî´ye göre, Ashab-ı Kiram bir mes´elede ittifak etmişlerse, ijcma´ olması itibariyle onu hüccet ve delil sayardı, onlara tabi olurdu. ; Eğer ihtilaf etmişlerse o zaman sünnete en yakın olanı veya sahih \ kıyasa uygun düşeni alırdı. Eğer yalnız bir kavil nakil olunduysa onlara !tâbi olarak onu.alır, onların Reyleri, bizim için kendi Reylerimizden îidaha hayırlıdır, derdi. Ancak sahabe kavillerini sünnetten olarak değil-de; onları takfid ederek alırdı. Ve bazılarının Rey´lerini, diğerlerine tercih de ederdi, en salim yol olarak bunu bulurdu. Ebû Hanİfe´ye gelince, Hanefi Mezhebi fukahası onun görüşle­rini iki türlü anlamışlardır: Ebû Sâid Berâzil´den Pezdevl usulünde şöyle nakleder: Sahabeyi taklid etmek vacibdir, onunla kıyas terk olunur. Biz üstadiarımızdan böyle işittik, böyle gördük.» Ona göre üstadları, ki Ebû i Hanife de bunlara dahildir, Sahabeyi taklid ediyorlar, onlara uyuyor­lardı. Ebû Hanife´den nakil olunan sözler de bu mânayı göstermektedir. Hanefî Mezhebinin tahric erbabından olan Kerhiye göreyse sahabe kavlini almak, sünnet kabilinden sayılır.-Onun için kıyasla anlaşilama-yacak hususlarda onlar alınır, meselâ namaz vakitleri gibi, nakle bağlı şeyler bunlardandır. Bu konuda sahabenin kavli nakil olarak alınır. Rey olarak değil. Bu bakımdan sahabe kavlini almak mücerred onu taklid için değil, belki sünnet olarak almaktır.[5]


131- Sahabe Kavli Sünnetten Sayılır:



Mâlik´i usul kitaplarına ve Muvatta´e müracaattan anlıyoruz ki, İmam Mâlik de Ahmed b. Hanbel gibi sahabe kavillerini, fıkhın kaynağı ve delil olarak alıyor ve onu Hz. Peygamber´in sünnetinin bir şubesi sayıyordu. Ona göre sahabe kavillerini iyi bilen, sünneti de İyi bilir ona karşı çıkan bid´atcıdır. İbni Kayyım Cevzl, sahabe kavlinin sünnetten olduğu İ´İâmül-MuvakkuVde şöyle açıklar:

Sahabi bir kavli söyledi rriC, veya bir hüküm ve fetva verdi mi, ona mahsus olup onun bizden ayrı bildiği bir yönü vardır, bizim ona katıldı­ğımız, anladığımız yerler de vardır. Ona mahsus olan yönü, Hz. Pey­gamber Aleyhisselam´dan doğrudan onyn lisanından işitmiş, veya diğer bir sahabi vasıtasıyla duymuş olabilir. Onların bilip de bizim bil­mediğimiz şeyler çoktur. Onlar Hz. Peygamber´den her duyduklarını rivayet etmiş değildirler. Hz. Ebû Bekir´in, Hz. Ömer´in ve diğer ulu sahabilerin duyduklarına göre, rivayet ettikleri nerede? Ebû Bekir Sıd-dik´tan 100 Hadis bile rivayet olunamıyor. Halbuki o daima Hz. Pey­gamber´in yanındaydı. Ondan hiç ayrılmazdı. Peygamberlik gelmezden önce bile onunla arkadaşlık yapardı. Bisetinden önce ve sonra irtihalle-rine kadar hep beraberdi. Hz. Peygamber´in yaptıklarını, onun efgalini, ahvalini, slretini, ümmet İçinde en iyi bilen o dur. Diğer sahabe ululan da öyle. Hz. Peygamberden işitip duyduklarına, gördüklerine göre, rivayet ettikleri gayet azdır. Eğer her duyduklarını ve gördüklerini rivayet etse­lerdi, onların rivayetleri Ebû Hüreyre´nin rivayet ettiklerinden kat kat fazla olurdu. Çünkü o, Hz. Peygamber´in sohbetinde ancak dört yıl kadar bulundu, halbuki rivayet ettikleri çok. Birisi çıkar da : £§er o sahabilerin indinde de birşey olsaydı, rivayet ederlerdi, diyecek olursa, bu söz, ashabın slretini, ahlâk ve ahvalini bilmeyenin sözüdür. Çünkü onlar, Hz. Peygamberden rivayetin çok büyük ve mes´uliyetli birşey olduğunu biliyorlar, bundan eskiniyorlardı. Ziyâde ve noksan yapmak endişesiyle az rivayet ediyorlardı. Ancak Hz. Peygamber´den de.-, fa´larca duydukları bir şeyi rivayet ediyorlar ve işittik de demiyoriasii-Çünkü: Peygamber dedi. Demek kolay birşey değildir. Peygamber dedi,derken bazı ashabı bir titreme alırdı.

Ashabdan birinin vermiş olduğu bir fetva ve hüküm altı şeyden

birine dayanır:

1- Onu Hz. Peygamberden duymuştur.

2- Onu, Peygamber Aleyhisselam´dan işiten birinden duymuştur.

3- Onu bir ayetten anlamıştır. Biz anlayamıyoruz.

4- Onlar o mes´ete hakkında ittifak etmişlerdir. Fakat bize ittifak nakil olunmamış, ancak fetvayı verenin kavli nakil olunmuştur.

5 - O sahabi, dili ve kelimenin delâletini çok iyi bildiğinden, biz anlayamadığımız halde, o güze! anlamıştır, zira sözün söylenişini, kari­nelerini iyi bilir. Hz. Peygamber´in yanında uzun süre bulunmanın ver­diği bereketle, onun ef´alini, ahvalini, sîretini, maksadını bilmesi, sözle­rini dinlemesi, vahyin inişini, bilfiil onun nasıl te´vil yaptığını görmenin verdiği feyizle bizim anlayamadığımız şekilde anlamıştır. Bu beş nok­taya göre onun kavli bize delildir, ona tâbi olmak vâcibdir.

6- Birde beşer olması hasabiyle Hz. Peygamber´in murad etmediği şekilde anlamış, anlayışta yanılmış, olabilir.[6]

Bu altıncı ihtimal, farazi bir ihtimaldir, vukuu uzaktır. Özellikle İslâm dininin nesillere nakleden büyük sahabilerden bu beklenmez...


132- Sahabe Kavlinde Şafiî İle Mâlik Arasındaki Ayrılık:


İbni Kayyım´ın bu sözleri, İmam Mâlik´in sahabe kavillerini delil olarak almasının güzel bir açıklamasıdır. O, bu kavilleri sünnet olarak alıyor, mücerred takid ve tâbi olmak değil. Bu iki görüş arasında önemli fark vardır. Mâliki fıkhını usulünün iktizasına göre yöneltmek için buna tenbih etmek gereklidir. Zira: Sahabe kavilleri sünnet olarak kabul, olunursa, tearuz halinde haber-i vahidlerle aynı yere konur, Muhtelif tercih sebeplerine göre biri diğerine tercih olunur. Yok, Şafiî ve Ebû Hanife´nin yaptıkları gibi mücerred takltd ve İttiba´ etmek için alınırsa, o takdirde, ancak Hadis olmadığı zaman delil olarak kabul olunur.

Birinci görüş İmam Mâlik´in mesleğidir. Talebesi Şafii ile araların­daki ihtilafın sebebi budur. Şafiî kitabında buna Mâlikle ihtilâf, namını vermiştir. Orada açıkça dediğine göre, bazı mes´elelerde Mâlik Haber-i vahidi bırakıyor, sahabe kavlini alıyor. Şafiî buna muhaliftir. Hocasını tenkid eder. El-Um kitabında Mâlik ile ihtilâf, bahsinde şöyle diyor.

a) Hac aylarında umre yapmak, Mâlik´e göre bu mekruhtur, bu konuda Hz. Ömer b. Hattab´ın kavlini alıyor, Sa´d b. Ebl Vakkas´ın Hz. Peygamber´den rivayet ettiği Hadisi almıyor: Kitapta şöyle yazıyor: Şafiî´ye hac mevsiminde umreyi sordum. İyidir, mekruh değildir, dedi. Bu konuda delilin nedir? dedim. Birkaç yönden sabit olan Hadisler, İdedİ. Onların bazısını Mâlik bize rivayet eder: Mâlik İbni Şihab´dan , o Muhammed Abdullah b. Haris Nevfel´den, o diyor ki, Muâviye b. Ebû jSüfyan´ın hac ettiği yıl, Sa´d b. Ebî Vakkas´la Dahhâk b. Kays´ı dinle­ndim, onlar hac zamanı umre yapmayı müzakere ediyorlardı. Dahhak:

Bunu Allah´ın emrini bilmeyen yapar, dedi. Sa´d: Ey kardeş oğlu, çok kötü söyledin dedi. Dahhak da: Hz. Ömer bunu nehyetti, dedi. Sa´da : Bunu Hz. Peygamber yaptı, onunla beraber bizde yaptık, dedi. Bunu üzerine Şafiî´ye: Mâlik, ben Dahhak´ın kavlini Sa´d´ın kavlinden daha çok beğenirim, Ömer Hz. Peygamberi, Sa´d´dan daha iyi bilir, dedi.»[7]

Bundan da görüyoruz ki, Mâlik Ömer´in kavlini tercih etti, Sa´d´ın Hadisini reddetti ve Ömer, Hz. Peygamberi Sa´d´dan daha iyi bilir, dedi. O Hz. Ömer´in sözüne, sünnet olarak itimad etti. Ona diğer bir Hadis tearuz edince, birini tercih etmek yolu açık, o da Hz. Ömer´in kavlini tercih edip aldı.

b) İhrama giren kimse kan aldıramaz, ancak zaruret hali müstesna, bu konuda da Hz. Ömer´in kavlini alıyor. Yine Üm şöyle der: «Şafiî´ye ihramda iken kan aldırmayı sordum, kan aldırır, ancak traş olamaz, zaruret yokken de kan aldırır, dedi. Delil nedir? dedim. Şöyle dedi: Mâlik, Yahya b. Saîd´den, o Süleyman b. Yesar´dan bize haber verdi ki, Hz. Peygamber ihramda iken kan aldırdı. Bunun üzerine, Şafiî´ye: Biz zaruret olmadıkça ihramlı kimse kan aldıramaz, diyoruz. Mâlik de böyle dedi, dedim.[8] Görüldüğü üzere o, bu konuda İbni Ömer´in kavlini, Hz. Peygamber´den bir rivayet olarak alıyor, diğer rivayeti bırakıyor, fakat her ikisini de rivayet ediyor. Biriyle ameli terketmesi bilerek ve bir fıkıh mesleği gereğidir, yoksa rivayet ve Hadis bilgisizliğinden değil.

c) Yine bu nevi´ mes´etelerden biri de hacda ihramlı kimsenin koku sürünmesidir. Mâlik muttasıl bir senedle rivayet eder ki, Hz. Peygamber koku sürünürdü. Fakat bu haberi rivayet eden Mâlik, bunun mekruh olduğuna da fetva vermiştir. Bunu da Hz. Ömer´in ihramdan çıkmadan ön´ce koku sürünmekten nehyetmesinden almıştır. Çünkü Ömer´i, Hz. Peygamberden en doğru rivayet eden kişi olarak kabul etmektedir.[9]


133- Sahabe Kavliyle Haberi Reddetmenin Sebebi:



Sahabe kavlini sünnetten sayma kaidesine göre: Sahabe kavli bazı haberlerle tearuz edince, Mâlik onları birbiriyle mukayese eder, ölçüsüne göre tercih yapar, sahabe kavlini habere takdim ettiği olurdu. Rey veya Medine halkının ameli, halkın örfi, şer´in umumi bir kaidesi, sahabe kavlini tercihi gerektirirse onu alırdı; fakat bu halele Hz. Pey­gamberin sünnetini terkediyor demek değildir. Çükü bu konuda sünnet­ten iki rivayet var demektir. Bunlar birbirine muhalif, o ikisini belli ölçüde mukayese yaptı, birini kabule şayan buldu, diğerini reddetti Bu sahabe kavüyle, Peygamber´in kavlini reddediyor demek değildir. Belki Pey-gamber´den gefen haberi, daha sağlam bir haberle red ediyor sayılır. Talebesi İmam Şafii ona bu hususta muhalif kaldı. Ve şöyle dedi: O aslı füru´lffred ediyor,, kuvvetli olanı zayıf olanla red ediyor. Fakat Mâliki fıkhıyla bağdaşan zâhfre göre Mâlik, sahabe kavlini bir Rey itibar ede­rek Peygamber Aleyhisselâm´ın haberine takdim ediyor değil. Allah esirgesin, bu hicret yurdu imamının, hadis üstadının mesleği olamaz. Doğrusu bizim yukarıda belirttiğimiz üzere, ona göre sahabe kavli, Hz. Peygamberden alınmadır. Onun eseri sayılır. Ondan sadık bir nakildir. Onunla Peygamberden gelen haber arasında bir mukayese yapılınca, Hz. Peygamberden gelen İki haber arasında mukayese demektir. Çünkü sahabe kavli olan bu haber, uzun müddet onun sohbetinde bulunan bir sahabiden alınmıştır.


[1] İbni Kayyım, hâmül-Muvakkİîn, C. IV. S. 132, Şâtıbi, Muvafakat, C. IV, 42.

[2] Mâlik, Muvatta1, C. III, S. 147.

[3] Mâlik, Muvatta´, C. İH, S. 217.

[4] Şâttbı, Muvafakat, C. IV, S. 41

[5] Yazarın Ebû Hanife adlı kitabına bak. Bu eser tarafımdan tercüme olunmuş ve basıimışür.

[6] lbni Kayyım, İ´lâmül-Muvakkiîn C. IV, S. 128.

[7] Şafiî, El-Um, Mâlik´le İhtilâf, C. VII, S. 198.

[8] Aynı Kaynak, S. 196.

[9] Şafiî, El-Um. C. Vtl, S. 200.