- 1898 Balıkesir depremi karşısında Tevfik Fikret

Adsense kodları


1898 Balıkesir depremi karşısında Tevfik Fikret

Smf Seo Versiyon , -- Seo entegre sistem.

Array
hafiza aise
Wed 1 August 2012, 12:20 pm GMT +0200
1898 Balıkesir depremi karşısında Tevfik Fikret
Ali Şükrü ÇORUK • 83. Sayı / TARİH


Türk Edebiyatı’nda “sanat için sanat” düşüncesi etrafında faaliyet göstermiş olan Servet-i Fünûn topluluğunun sosyal ve siyasal meseleler karşısında duyarsız kaldığı ve bu yönüyle gerek içerisinde bulunduğu devirde gerekse daha sonraları eleştirildikleri malûm. Başta Halit Ziya Uşaklıgil, Hüseyin Cahit Yalçın ve Mehmet Rauf olmak üzere Cumhuriyet sonrasında hatıralarını kaleme alan topluluk üyeleri bu eleştirilere karşı kendilerini savunmak için Abdülhamid istibdadını öne sürmüşler, siyasî ve sosyal meseleler etrafında eser yazamamalarının sebebi olarak bu dönemde uygulanan sansürü sebep göstermişlerdi. Meselenin taraflarından birisi olarak topluluk üyeleri tarafından dile getirilen ve hâliyle tamamen “sübjektif” olan bu düşünce elden geldiğince “objektif” davranması gereken edebiyat araştırmacıları tarafından da kabul edilmiş ve lise ders kitapları sayesinde toplumun geneline yayılmıştı. Acaba bu düşünce doğru mu, yahut gerçeği ne derece yansıtıyor? Servet-i Fünûncular’ın böyle bir tavır sergilemelerinde Abdülhamid idaresinin payı neydi? Topluluk üyeleri gerçekten de Abdülhamid istibdadı ve sansürü yüzünden mi sosyal ve siyasî konulara giremediler, yoksa sanat anlayışlarının ve aldıkları eğitimin tabiî bir sonucu olarak toplumla aralarına koydukları mesafeden dolayı mı böyle bir tutum sergilediler? İlk planda akla gelen bu sorulara verilecek cevaplar bile Servet-i Fünûncular’ın yukarıdaki iddialarını zayıflatıyor, en azından bu iddia üzerinde ciddi bir şüphe duymamıza neden oluyor.

II. Meşrutiyet ve Millî Mücadele’de Servet-i Fünûncular

Bir defa 1877-78 Osmanlı-Rus savaşının kaybedilmesinin tesiriyle Sultan Abdülhamid’in ülke yönetiminde otoriter bir tavır sergilediği, bütün yetkileri kendisinde topladığı bir gerçek. II. Meşrutiyet’e kadar süren bu dönemde siyasî faaliyetlerin yasaklandığını, basın ve yayın hareketlerinin sansür marifetiyle sıkı bir kontrol altına alındığını görüyoruz. Böyle bir ortamda siyasî faaliyetlerini yurt içinde gerçekleştiremeyen Meşrutiyet taraftarı Jöntürkler yurt dışına çıkmışlar ve Abdülhamid’e karşı olan mücadelelerini artılarıyla eksileriyle Avrupa’da sürdürmüşlerdi. Bireysel bir tercihle toplumsal ve siyasal meselelerin uzağında bir sanat görüşünü savunan Servet-i Fünûncular bu tercihin tabiî bir sonucu olarak Jöntürk hareketinin dışında kalmayı tercih etmişlerdi. Geçmişten günümüze kadar gelen sanat hareketleri içinde doğal karşılanması gereken böyle bir tercihin şekillenmesinde bütünüyle Abdülhamid’in idare tarzını sebep olarak göstermek ikna edici olmaktan uzaktı.

İşin ilginç yönlerinden biri de her ne hikmetse kendi toplumunun meselelerine duyarsız kalan bu topluluğun bazı üyelerinin 1900 yılında İngiliz ordusuna girip bu ülke hesabına Güney Afrika’da cereyan eden sömürge savaşına katılmaya teşebbüs etmeleriydi. (Ayrıntılı bilgi için bkz. “İngiliz Ordusunda Savaşmak İsteyen Servet-i Fünûncular”, Mostar, Mart 2011)

Servet-i Fünûncular’ın Abdülhamid sonrası dönemdeki konumları da dikkat çekiciydi. Siyasal ve sosyal meselelerle ilgilenememelerinin sebebi olarak Abdülhamid istibdadını öne süren Servet-i Fünûncular, -Hüseyin Cahit Yalçın dışında- II. Meşrutiyet döneminde de eski tavırlarını sürdürerek bir anlamda hakikatten kaçıp hayal ikliminde yaşamaya devam ettiler. Aynı durum Mütareke ve Millî Mücadele için de söz konusuydu. Topluluğun önemli isimlerinden Tevfik Fikret II. Meşrutiyet sonrasında kısa süreliğine İstanbul’a “indi”, ancak çevresiyle anlaşamadığı, bulunduğu toplumu yadırgadığı için tekrar Aşiyan’a dönerek, geleceğe yönelik “ütopik” şiirler yazmayı sürdürdü. Halit Ziya Uşaklıgil, Sultan Abdülhamid sonrasında etkisiz bir padişah olarak tahta geçen Sultan Reşad’ın başkâtipliği görevindeydi. Servet-i Fünûncular’ın toplumsal ve siyasal konularla ilgilenmemelerine sebep olarak Abdülhamid yönetimini suçlamaları gerçekçi değildi.

“Sanat için sanat” prensibiyle hareket etmelerine, hayatın gerçeklerinden kaçıp “muhayyel”, hayalî mekânlara sığınmalarına rağmen Servet-i Fünûncular’ın da kendilerine göre arzu ettikleri bir insan ve toplum modeli vardı. Özellikle Tevfik Fikret’in “Halûk’un Amentüsü”, “Tarih-i Kadîm” ve “Tarih-i Kadîme Zeyl” şiirlerinde geçmişin değerlerinden kopuk, mevcut moral değerleri tasfiye etmiş, materyalist bir insan ve toplum arzusu yüksek sesle dile getiriliyordu. Toplumda radikal bir değişimi öngören bu anlayışın hareket noktası ise uzun süren felsefî bir arayışın neticesinde ulaşılmış ve kapsamı belirlenmiş bir düşünce yerine toplumla yaşadığı aidiyet sorunuydu. Nitekim Tevfik Fikret’in 1898 yılında Balıkesir’de meydana gelen deprem üzerine yazdığı şiirde de hayatı boyunca yaşadığı aidiyet sorunu ile toplumla arasına koyduğu mesafenin izlerini görebiliriz.

VERİN ZAVALLILARA!
-Balıkesir Musâbîni İçin-

Harâb-ı zelzele bir köy; şu yanda bir çatının
Çürük direkleri dehşetle fırlamış; öteden
Çamur yığıntısı şeklinde bir zemîn katının
Yıkık temelleri manzûr, uzakta bir mesken
Zemine doğru eğilmiş, hemen sukut edecek;
Önünde bir kadın... Off, artık istemem görmek!

Bu levha kalbimi tahrik içinse kâfîdir;
Tasavvur eyleyemem bir yürek, velev münker,
Velev haşîn ü mülevves, ki böyle bir hâli
Görüp de sızlamasın... Şimdi siz bu timsâli,
Bu levh-i mâtemi her türlü dehşetiyle alın,
Şu muhterem vatanın bir kenâr-ı bâridine;
Bütün o manzara-i cân-şikâfı bir de kalın
Ridâ-yı berf ile örtün ki titresin de yine
-İçinde saklayarak sûziş-i felâketini-
Yabancı gözlere göstermesin sefâletini...
Nasıl tahammül eder sonra karşısında bunun,
Bunun, bu sahne-i pür-ye's ü girye-meşhûnun
Biraz hamiyyet ü rikkatle sızlayan dil-i pâk?...

Derin, iniltili çarpıntılarla sîne-i hâk
Teessürâtını söyler bu levh-i âlâma;
Sizin kalbiniz elbet acır, değil mi? Verin,
Verin şu dullara, yoksul kalan şu eytâma,
Verin enînine gâyet, şu bir yığın beşerin!...

(musâbîn: Felâketzedeler, manzûr: Görünen, sukut: Düşme, münker: İnkâr olunmuş, haşîn: kırıcı, mülevves: kirlenmiş, levh-i mâtem: Matem levhası, bârid: Soğuk, cân-şikâf: Can alıcı, ridâ-yı berf: Kar örtüsü, sûziş-i felâket: Felâketin yakıcılığı, pür-ye’s: Ümitsizlik dolu, girye-meşhûn: Gözyaşı dolu, hamiyet: vatanperverlik, rikkat: Acıma, dil-i pâk: Temiz yürek, sîne-i hâk: Toprağın kalbi, levh-i âlâm: Üzüntüler levhası, eytâm: Yetimler, enîn: İnleme)

29 Ocak 1898 tarihinde Ramazan ayında iftara yarım saat kala gerçekleşen Balıkesir depremi şehirde büyük bir tahribata yol açmış, can kaybı az olmakla beraber mevcut binaların yarısından fazlası yıkılmıştı. Kış ortasında meydana gelen bu felâket üzerine depremzedelere ulaştırılmak üzere başta İstanbul olmak üzere yurdun çeşitli yerlerinde yardım kampanyaları düzenlenmişti. Bu felâkete duyarsız kalmayan Tevfik Fikret, gazetelerde gördüğü Balıkesir depremiyle ilgili bir fotoğraftan hareketle yukarıdaki şiiri kaleme almıştı. 4 Mart 1898 tarihli Servet-i Fünûn dergisinde yayımlanan bu şiirde şair, halkı depremzedelere yardım etmeye davet ediyor. Kuşkusuz bu davranış “sanat sanat içindir” düşüncesini savunan bir şair için toplumsal duyarlılık adına olumlu bir davranıştı. Ancak bu duyarlılığın ifade edilmesinde, her şeyden önemlisi Fikret’in kendi vatanında meydana gelen bir felâket karşısındaki konumunda eleştiriye açık bazı noktalar var.

Öncelikle şiir, bir bütün olarak değerlendirildiğinde insanlığın uğradığı bir felâket karşısında merhamet duygularını dile getiren ve meseleye uzaktan bakan Avrupalı bir şairin kaleminden çıkmış izlenimini uyandırıyor. Böyle bir şairin kendi vatanından uzakta meydana gelen bir felaketten etkilenenler için çeşitli sebeplerle “zavallılar” nitelemesini yapmasını olağan karşılayabiliriz. Fikret’in kendi insanı için bu ifadeyi kullanması ise açıkça bir ötekileştirme, araya bir mesafe koyma anlamı içeriyor. Şairden beklenen öncelikle “muhterem vatanın” bir köşesinde yaşanan bu felâketi kendi felâketi olarak kabul etmesi, depremzedelere sahip çıkması, hatta yaraların sarılmasında ön ayak olmasıydı. Böyle durumlarda herkesin yekvücut olması, “ben” yerine “biz” şuuruyla hareket edilmesi felâketin etkilerinin giderilmesi adına toplumsal sorumluluğun bir gereğiydi. Bir başka deyişle Fikret’in “Verin” diye topluma çağrıda bulunması yerine “Verelim, yardım edelim, bütün imkânlarımızı kullanarak halkımızın yaralarını saralım” demesi gerekirdi. Maalesef bu noktada bütün yükü başkalarına yükleyen Fikret, toplumsal sorumluluktan uzak durmayı tercih etmekte veya yazdığı şiirle kendisine düşen görevi yaptığına inanmaktaydı. Hayatı boyunca devrin idarecileriyle siyasî mücadele etmekle, bu noktada başta sürgün olmak üzere çeşitli sıkıntılar çeken, sonraki nesiller üzerinde yaşayışıyla örnek olan, topluma küsmeyen, araya mesafe koymayan Namık Kemal’in hiçbir zaman terk etmediği “biz” duygusu ve şuuru Tevfik Fikret’te ve diğer Servet-i Fünûncular’da yok. “Of, artık istemem görmek!” diye deprem fotoğrafına bakmaya bile dayanamayan Fikret’i “zavallı” depremzedelerin yaralarını sararken görmek bizim için sadece bir “hayal”.

Balıkesir depremi örneğinde Servet-i Fünûncular’ın böyle bir felâket karşısında bile topluma mesafeli yaklaşmaları Abdülhamid sansürüyle nasıl açıklanır, bilemiyoruz. Gerçi her kötülüğün başı olarak Abdülhamid’i görenlerin bu durum için de muhakkak bir açıklaması vardır!