- 10. Delil şeddi zeria

Adsense kodları


10. Delil şeddi zeria

Smf Seo Versiyon , -- Seo entegre sistem.

Array
sidretül münteha
Fri 17 September 2010, 02:57 pm GMT +0200
10. DELİL : ŞEDDİ ZERİA

218- Şeddi Zeria Ne Demektir?


Bunda Niyete Değil, Neticeye Bakılır:

İmam Mâlik in fıkıhta çok itimad ettiği delillerden biri de budur.

İmam Ahmed de ona yaklaşmaktadır. Önce onun mânasını ve kısımla­rını öğrenelim, sonra da onu delil sayan kaynağı bilelim.

Zeria: Vesile demektir. Şeddi Zeria: Vesileyi kaldırmak, sebebi tıkamak demektir. Harama vesile olan haramdır, vacibe vesile olan vacibdir. Fuhuş haramdır, ecnebi kadının avrat yerine bakmak haranv dır, Çünkü fuhşa vesile olur. Cuma namazı farzdır, namaza gitmek için yürümek de farzdır, gitmek için alış verişi bırakmak da farzdır. Farz haccı ifa için Kabe´deki hac merasimini yapmak farzdır. Bunun izahı şöyledir: Hükümler iki kısım olur: Maksatlar ve vesileler. Aslında masla­hat ve zararı havi olan şeyler maksattır, hükümden maksat bunların kendisidir. Bir de onlara götüren yollar vardır. Bunlar vesiledir, vasıtadır, ancak bunlar da maksadın hükmünü alır. Harama götüren haram, helale vesile olan helal olur. Ancak bunlar hüküm bakımından maksat­tan daha aşağıda kalır. Karâfî şöyle der: Üstün maksata götüren vesile de üstündür, kötü maksada götüren vesile de kötüdür. Onda olana sebeb de ortadadır.[1] İbnü Kayyım, bu değerli asılı, güzelce şöyle anlatır:

«Maksatlara madem ki bir takım vesilelerle, sebep ve yollarla ulaşılıyor, o yollar da maksada tâbi olur, onun hükmünü alır. Haram ve helal olan şeylere vesile olanlar da onlar gibi memnu´dur, Çünkü birbirle­rine bağlıdırlar. Taat ve sevaba vesile olanlarda, onlara sebep oldukla­rından onlar gibi matlub ve sevilen şeylerdir. Maksada vesile olan maksada tabiidir, her ikisi de maksud olur. Biri maksad olarak, diğeri de vesileolarak hüküm alır. Rabbimiz bir şeyi haram ederse, ona götüren vesile ve yollar da haram olur. Çünkü haramdan sakınmak ancak bu suretle gerçekleşir. Eğer ona vesile olan şeyleri mubah kılmış olsa. bu haram kılmakla zıd düşer, bir nevi´ teşvik olur. Allah´ın hikmeti ile bu asla bağdaşmaz. Dünya hükümdarlarının siyaseti bile bunu yapmaz. Çünkü onlardan biri ailesini, askerlerini veya teb´asını birşeyden me-netse de sonra o yasak olan şeye götüren yollan, sebepleri mubah kılsa, bu tenakuz olur. Maksadının tersi hasıl olur. Doktorlar, bir hasta­lığı tedavi için o hastalığa sebep olan şeyleri yasaklarlar, yoksa tedavi etmeyi başaramazlar. Hikmet, maslahat ve kemalin en üst derecesinde olan bu dini, sen ne sanıyorsun? Elbet en iyisini yapar. Onun kaynakla­rını düşünen bilir ki, Cenab-ı Hak ve Peygamberi harama vesile olan yollan kapamış, onları da yasaklayıp haram kılmıştır.[2]

Şeddi Zeria´de asıl olan, fi´lin doğuracağı neticeye bakmaktır. Eğer o filde bir fayda ve maslahat varsa ki, insanların birbiriyle olan muame­lelerinde maksad ve gaye budur, o fi´l maksud olan güze! bir şeydir. Eğer kötülük doğacak, zarar gelecekse, o dâ gelecek zarar nisbetinde haram olur. Bu hususta fi´lin maksat ve niyetine bakılmaz, o işten doğacak neticeye ve işin semeresine bakılır. Niyetine göre ahirette sevap veya ikab görür, fakat fi´lin neticesine ve verdiği meyveye göre dünyada o iş ya yasaklanır, ya müsaade alır. Çünkü dünyada işler vardır ki. onda iyi niyete bakılmaz, işin neticesine bakılır. Mesela bir kimse iyi niyet ve ihlas üzere putlara sövse, niyetine göre sevap umar. Fakat Allahu Teâlâ bunu yasakladı. Çünkü müşriklerin kinini körükler. Onlar da Allah´a küfür ederler, kötülüğe sebep olur diye bunu menetti: «Allah´tan başkasına dua edenlere sövmeyin, onlarda bilmeyerek düşmanlık gös­tererek Allah´a söverler.» Bu yasaklama, iyi niyetler için değil, neticenin vukuu mülahazasıyla olmuştur.


219- Umumun Menfaati Daima Tercih Olunur:



Bu yasaklamadan da görülüyor ki, günaha ve fesada sebep olan vesiie de niyete bakılmaz, fi´li netice dikkate alınır, onun vereceği mey­veye bakılır. Allah Teaia iyi niyeti bilir, fakat neticeye göre hüküm verilir. Kişi mubah bir fi´lle kötü birşey kasdedip yaparsa, bu Allah ile onun arasındadır, onu başkası bilip onun tasarrufunun batıl olduğuna hük-rnedemez. Mesela, bir kimse ticarette rakibini batırmak için malım ucuzlatır, bu mubah bir iştir, fakat başkasına zarar verdiğinden günaha vesiledir. Bununla beraber bunun batıl olduğuna hüküm olunamaz yani yargı yoluyla bu engellenemez. Niyeti kötü olduğundan bu şer bir iştir. Fakat diğer yandan da faydası otur, halk ucuza mal alır, fiyatlar düşer, adam malını satar, ticaret biraz canlanır.

Prensip olarak Şeddi Zeria´de, niyete, şahsın maksadına bakıl­maz. Bunda umumun menfaatına ve umumi zararın define bakılır. Maksatla beraber neticeye veyahut sadece netice dikkate alınır, Şâtıbî şöyle bir faraziye ortaya atar: Adam kendi faydasını, başka birisinin zararını kasdediyor, bunda ne umumi fayda, ne´de umumi zarar var. Şöyle ki: İslam´da zarar ve zararla mukabele olmadığından, başkasına zarar kasdettiği için bu men´ olunur. Fakat diğer yandan bunda kendisi için de fayda vardır. Burada kendi faydasıyla başkasının zararı bir arada toplanıyor, başkasına zarar olduğundan men´ olunur mu? Yoksa ken­disine fayda olduğundan, asıl olan da mubah olmak olduğundan, buna göre aslı üzere yapmak caiz, sadece kötü niyetinden ötürü günaha girmiş olur mu? Bunda ihtilaf var. Şöyle ictihad olunabilir: Eğer bu işi yapmadan da kendi faydası sağlanacak, o zarar defi olunacak ise, o zaman o işten men´ olunur. Çünkü bu işi yapmakta başkasına zarar var, vazgeçmekte ise ona zarar yok...[3] (Buna benzer bir mesele: Bir kimse, komşusunun güneşine, aydınlığına ve havasına mani olacak şekilde duvar yapması böyledir).


220- Şeddi Zeriâ, Maslahatı Celb Kaidesini Gerçekleştirir:


Bu sözlerden anlıyoruz ki, Şeddi Zeria da niyet izin ve men´i de işin cevheri olarak itibar olunmuyor. Burada neticeye ve hasıl olan meyveye bakılıyor. Eğer işte umumun faydası varsa, vacib olur, fesada sebep olursa, yasaklanır. Çünkü fesad memnu´ olduğu gibi ona götüren şey de rnemnu´dur, maslahat matlubdur, ona sebep de matbuldur. Bu açıdan bakınca bu asıl, yani Şeddi Zeria kaidesi, bundan önceki asıl yani maslahatı celb, zararı defi kaidesini gerçekleştirici bir asıldır. Dinin amacı, vicdanlara hakim olan dinin hükümleri uyarınca, dünya maslahatlarını sağlamak, nerede olursa olsun fesad ve zararı defetmek olduğundan, bu maksadın husulüne vesile olan. maslahatı ceib, zararı defeden şeye götüren şey de maksat olur. Umumun faydasını sağla­mak, insanların büyük bir kitlesine zarar vereni kaldırmak dinin amacı-dır. Onun için bir şahıs için mubah olan bir menfaat, eğer umumun zararına sebep olursa o men´ olunur. Çünkü umumun faydası tercih olunur. Pazar yerine gelmeden malları yolda karşılayıp almak yasaktır. . Bu aslında mubah ise de, yolda almakta, satanı aldatmak, halka zarar vermek, pazarda kıtlık yaratmak vardır. Bu Şeddi Zeria için yasaklanır, bazısının iyi niyeti, olsa da ona bakılmaz.


221- İbni Kayyımın Vesileleri Taksimi:



İbni Kayyım, neticelerine göre vesileleri dörde ayırmıştır: Zarara götüren fi´il ve kaviller iki kısımdır:

1- Aslında zararlıdır. İçki sarhoşluğa sebep olur, namuslu kadına laf etmek iftiraya sebeptir. Zina tohumun karışmasına, neslin bozulma­sına sebeptir. Bu fi´iller ve sözler böyle zarar ve fesadlara sebeptir, bunların başka türlüsü yoktur.

2- Aslında caiz veya müstehab bir şeye mevzudur, fakat ya harama kasden vesile yapılır veya kasdsız vesile olur. Hülle kasdıyla nikah kıymak veya riba kasdıyla beyi akdi yapmak birinci nev´idendir. Müşriklerin tanrılarına, yüzlerine karşı sövmek ikinci nev´idendir. Sonra Zeria´nın bu kısmı da iki nev´idir. Fi´ilin maslahatı, zararından râcih olur,o da dört kısımdır.365

1- Yasak olan şey behamehal fesada götürür, şarap içmek, kazfde bulunmak, zina yapmak gibi.

2- Caiz olan şeyi fesada vasıta yapmak.

3- Caiz olan şey bazen fesada sebep olabilir, fakat maslahat yönü râcihdir.

4- Zarar ve fesad yönü râcih olur.

Bu kısımlar, akil açıdan böyledir) Fakat birinci kısım Zeria´dan sayılmaz, onlar maksad nev´indendir. Çünkü şarap, zina, kazf; bunlar riba, batıl yolla insanların malını, yemek, gasb; hırsızlık gibi haddizatında mefsedettir, zarardır. Başka bir zarara vesile olan şeylerden değildirler, onların kendilerinden daha büyük fesad mı olur?

Bizim sözümüz, fesada zarara vesile olup da defi ve men´ olunan şeyler hakkındadır, ki onlar da Şeddi Zeria denenlerdir. Bunlar masla­hatı celb, zararı def´r sebepleri olur. Karâfi bunlara (Feth-i Zeria) adı verir. Onun tabirince -birazda haklı olarak- zarara sebep olanlara Şeddi Zeria, maslahata sebep olanlara Feth-i Zeria demek doğ­rudur.


222- Şâtıbî´nin Taksimi:


Birinci Şeddi Zeriâ´dan sayılmaz, Çünkü kendisi mefsedet. Kalan üç kısma bakalım. Niyet, dünyevi bakımdan Şeddi Zeria´da itibara alın­maz, sevap ve ikab bakımından itibara alınır. Biz dünyevi hükümleri dikkate aldığımızdan, Şâtıbî´nin taksimini muteber tutup terettüp eden zarar veya âmilden başkasına gelen zarar bakımından onu dinleyelim: «Şâtıbî dört kısma ayırmıştır:

1- Yapması kafi zarar getirir. Ev kapısının ardına karanlıkta kuyu kazmak gibi, eve giren oraya mutlaka düşer.

2- Yapması, zarara nadir hallerde götürür, içine düşmek ihtimali az olan yere kuyu kazmış, ekserisi zarar vermeyen yiyecek maddeleri satmak gibi.

3- Zannı galibe göre ekseriya zarara vesile olan şeyler, fitne zamanı silah satmak, şarapçıya üzüm satmak böyledir. Bunlar kati değilse, zannı galibe göre zarara vesiledir.

4- Yapması çok defa zarara sebep olur, fakat bu çokluk, daima zarara götürmeyi zannedecek dereceye ulaşmamıştır. Ribaya götüre­bilecek riba, şüpheli satışlar böyledir.[4]


223 - Zararı Kesin Olan Vesile:


Şimdi bu dört ktsım üzerinde birer birer konuşalım; açıklayalım:

1- Kesin zarara götüren şey, fiil-eğer kendisi memnu´ ise, birde fesada götürdüğünden iki kat yasaktır: Bizzat memnu´ fesada vesile olduğundan memnu´dur. İki kat memnu, haram olması da öyle. Eğer fiil aslında müsaade olunan bir şey ise, iki açıdan bakılır. Aslında yasak değil, ancak zarara vesile olduğundan yasaktır. Zarar râcih ve câri âdet üzere zacar kesin olursa ve bunu yapınca zarar mutlaka gelecekse, o zaman bu fiili yapan zararı öder. Çünkü tecavüz etmiştir, tecavüz eden zararı öder.[5]


224- Zarar Nadirse, Vesile Caizdir:


2- Zarara nadir hallerde vesile olan; bu fiil aslında caiz olduğun­dan asıl üzere kalır. Çünkü işlerde galib ve ekser olan itibara alınır, nadir olanlara itibar olunmaz. Aslında iş izin verilmiş birşeydir, demek .ki bunun maslahat ciheti galib ki, ona müsaade edilmiş. Bazı nadir hal­lerde zarar tereîtüb etmesi şundandır: Halis maslahat olan bir şey çok nadir bulunur. Din hükümlerinde maslahatın galip olmasına bakar. nadir olana değil. Şâtıbî şöyle der: «Zararın nadir olduğunu bildiğinden, işi yapanın maslahat celbini veya mazarret defini kasdederek işlemesi taksir sayılmaz, zararı kasdetmemiştir. Fiili yapmak aslında caizdir de. Meşru´ olan kaideler böyledir. Kan davalarında mal ve namus davala-- rında şehadetle hüküm böyledir. Şehadette yalan vehim, hata, ihtimal varsa da, bunlar nadir şeylerdir, itibara alınmaz, galib olan maslahat muteberdir.»[6]


225- Zararda İhtiyat Gerektiğinden, Zan Galibde Men Olunur:


3- Zarara vesile olduğu zan-ı galibe dayanan bu nev´ide, zarar kafi sayılmaz, nadir de sayılmaz. Bu hale zan-ı gelip kafiye ilhak olunur, Çünkü mefsedet ve zararda mümkün mertebe ihtiyata riayet olunur, şüphesiz ki, ihtiyat da zan-ı galibi almayı gerektirir. Ameli hü­kümlerde zan, ilim mertebesinde tutulur, burada da öyledir. Bir de buna müsaade etmek, günaha ve düşmanlığa yardım sayılır, bu da caiz değildir.


226- Zarar Galîb Olmayınca Ebû Hanîfe Ve Şafiî´nin Görüşleri:


4- Bu nev´ide zarar çöksa da galib ve râcih derecesine ulaşma­mıştır. Fakat zararı defi için zarar tarafı tercih olunup menedilir. Galip olmasa da ribaya sebep olan müddetle satış böyledir. Burada İki asıl Çatışmaktadır. O fiilin işlenmesine aslında İzin var, izin verilmesi masla­hatından dolayı, onun için ona müsaade edilmiş. Fakat galib olmasa da zarar yönü de var. Ebû Hanife ve Şafiî aslındaki müsaadeye baka­rak bu tarifi caiz gördüler. Çünkü ilmî bir esasa dayanarak aslındaki izine muarız olan biışey yok. Sonra burada işi yapana zararı yüklemeye yol yok, Çünkü onu kasdetmedi. Sonra o galib bir zarar değil ki, ihtiyata ondan sakınmak gerekli.olsun. Ebû Hanife´nin ve Şafiî´nin görüşleri böyle olup müsaade ve izin tarafını tercih ettiler, Çünkü asıl olan izindir.


227- İmam Mâlik´e Göre Galib Olmasa da Zarar Vesilesi Yasaktır:


İmam Malik başka açıdan baktı. Galib olmasa da madem ki bu fiilde bir zarar vardır, öyleyse o memnu´dur. Bu da üç şeyden ileri gelir:

1- O maksada değil, vukuu bulana, olana bakıyor. Madem ki bu fiile çok zarar terettüb eçiiyor, galib olmasa da zarar var, onu mülahaza etmeli, İhtiyat yapmalı. Fıkıhta malum bir kaidedir: Zararı defetmek, menfaati celb etmeye tercih olunur. Toplumun kemiklerine işleyen bir zararı bırakmakta, ne avamın, ne de havasın salahı olmaz. Öyle olunca zarar tarafı, maslahat tarafına tercih edilir, def olunur.

2- Bu durumda iki asıl tearuz ediyor demektir: Bu fiile aslında müsaade var, fakat ikinci asıl var ki, o da insanı başkasının zararından, ezasından korumak lazım. Burada ikinci asla uyulur, kötülükten, zarar­dan men için Şeddi Zeria kaidesi işler, fiil yasaklanır,

3- Aslında müsaade edilmiş bulunan bir takım şeylerin haram edildiğine dair bir çok sahih hadisler var. Onlarda zarar galib olmasada madem ki zarara vesile oluyorlar, yasaklanmıştır. Hz. Peygamber Aleyhisselam ecnebi kadınla tenha kalmayı, kadının yanında mahremi olmadan sefere gitmesini nehyetti. Ölülere tapılmasın diye mezar üze­rine mescid yapmayı, canı evlenmek istediğinden, iddeti içinde belki yalan söyler diye, iddet bekleyen kadına talib çıkmayı, ileriye ma´tuf satışı borçludan hediyeyi, bayram günü oruç tutmayı yasakladı. Bunla­rın hepsinde nehyin sebebi, bunlardan bazı mefsedet ve zararlar doğ­masından dolayıdır, bunlar zan-ı galibe veya kesin bir şeye dayanmasa da ihtiyat evladır. Şâtıbî bu konuda şöyle der: Din ihtiyat üzerine kurul­muştur, her şeyde hazim ve dirayet lazımdır, zarara, yol açabilecek herşeyden korunmak gerekir.[7]



228- Muhiddin-i Arabi´nin Bir Görüşü:


Burada şunu da tenbih edelim ki, Muhiddin-i Arabi, Ahkâm-ı Kur´an kitabında, yetimler ayetini tefsir ederken öksüze vasi olan kim­senin onun malını satın alabileceğini söyler. Zira nass, mahzur varsa onu yasaklar, yoksa mutlak surette değil. Sözüne şöyle devam ediyor: Öksüzün malını satın almaya cevaz verilince, Şeddi Zeria kaldırılmış olmuyor mu? denirse, hayır, olmaz deriz. Bu eğer yasaklanacak şeye götürürse, hileli alırsa, o zaman yasaktır. Eğer emanete riayet edilirse bu Allah´ın müsaadesi dahiline girer. Allah Teala emanete riayeti em­reder ve «Allah fesada ile ıslah edeni bilir» ayeti öksüzün malına vasi olanı uyarır. Allah emaneti gözetmeyi emreder ve bunu vicdanda bıra­kır. Kadınları da iffet ve namus hususunda emin kılmıştır, onların sözle­rinde emin olduklarını kabul etmiştir, hüküm ona göredir, halbuki buna: Helal ve haram olmak, nesebin sübutu gibi çok önemli hükümler bağlı­dır, yalan söylemeleri caiz ise de bu ihtimale itibar olunmamış, onlar emin kabul edilmiştir.»[8]

Bu sözlerden anlaşılıyor ki, ona göre vesile nassla yasaklanan bir şeye götürürse o zaman yasaktır. Fakat Mâliki usul ve furu´ kitaplarını araştıran kimse görür ki, fesada vesile olan her vesile onlarca Şeddi Zeria´ya girer, Galib üzere fesada götüren şey, bu fesad nassla tasrih olunsun olunmasın, memnu´dur. Çünkü zarar ve zararla mukabele yok­tur, nehyinin umumuna her zarar dahildir.


229- Umumun Maslahatı İçin San´atlar Farz-ı Kifayedîr:


Buraya kadar sözümüz, hep şeddi Zeria, fesad vesilesi olan şey­leri önlemeye dair oldu. Bu arada önemle belirttik ki,Şeddi Zeria´da neticeye bakılır,´ netice fesad ve zarar ise vesileyi menetmek lazımdır. Çünkü fesad memnu´dur, ona vesile olan da memnu´ olur. Eğer vesile maslahata götürürse o zaman alınır, Çünkü maslahat matlubdur. Fe­sada götüren vesileyi yasaklamaya Şeddi Zeria denildiği gibi masla­hata götürene de Feth-i Zeria denir. İmam Malik Şeddi Zeria gibi Fethi Zerja´yı da almaktadır. Karâfi, Fürûk´da şöyle der: «Bilki, vesile­leri sed etmek lazım olduğu gibi, fethetmek de gereklidir, bazen mekruh, mendup ve mubah olur. Zeria vesile demektir.Harama vesile olan haram olur, vacibe vesile olan da vâcib olur, cuma ve hac için say etmek böyledir.»[9]

Hülasa, maslahata götüren herşey, o maslahatın kendisi gibi mat-lubdur. Eğer vâcib ise ona götüren yo!, vesilede vâcib olur. Eğer maşla-hat müsâade edilen birşeyse vesile de öyle olur. İşte bundan doiayı umumun maslahatına vesile oldukları için, san´atlar vâcib oldu, her san´atın erbabı yetişmeli, Çünkü memleketin bayındırlığı ona bağlı, in­sanlar onlardan müstağni kalamaz, ma´murluğa ihtiyaç var. Bu san´at­lar! yetecek kadar öğrenmek farz-ı kifâyedir, farz-ı aynı değil. Çünkü insanların hepsi zan´atcı olmak istemez. Ülkenin ma´mur olması için yeteri kadar sanayiin işlemesi, kurulması lâzımdır. Bunun için de farz-ı kifâye olması yeter.


230- Daha Büyük Zararı Def? Veya Bir Maslahatı Temin İçin Memnu´, Matlub Olur:


Dinlerin gayesi insanların maslahatlarını temindir. İslam dininin gayelerinden biri de odur ve bu başta gelen bir gayedir. Eğer memnu´ olan birşey kesin bir maslahata götürüyor, o maslahat memnu´ olandan doğacak zarardan daha büyükse, diğer bir ifadeyle bu maslahatın gerçekleşmesiyle defi olacak zarar, memnu´ olan şeyi işlemekle doğa­cak zarardan daha büyükse, o memnu´ şeye müsaade olunur. İki zarardan büyüğü defedilir. Buna ait örnekler aşağıdadır:

a- Müslüman esiri kurtarmak için, düşmana mal vermek: Asıl itibariyle muharib düşmana para vermek haramdır. Çünkü bu onu kuv­vetlendirmektir, bunda müslümanlara zarar vardır. Fakat esir için buna cevaz verildi. Çünkü bununla daha büyük bir zarar defediliyor, müslümanlar esirlikten kurtarılıyor, onlar serbest kalınca müslümanlara katılı­yor, müslümanlar kuvvetleniyor.

b- Kendisine zarar getirecek bir kişiye, defi bela kabilinden para verip kurtulmak bu nevi´dendir. Çünkü gelecek zarar, para vermek zararından daha büyüktür.

c- Muhârib devlete, onun saldırısını defetmek için para vermek de böyledir. Müslümanların; devleti, memleketi korumak için kuvvetleri olmayınca çaresiz bunu yaparlar.[10]

ç- Şâtıbî´nin zikrettiğine göre, zalimin zulmünden kurtulmak için başka çare yoksa, ona para vermek, haraca mani olanlara, haracı alıncaya kadar para vermek, bunların hepsi yasak bir şeyi işleyerek daha büyük bir zararı defetmektir.[11]

Bunlardan da görülüyor ki, memnu´ olan birşey, daha büyük bir. zararı defetmek veya bir maslahatı celbetmek için işlenir. Çünkü bu durumda o zararına rağmen daha büyük bir zararı defeden veya fayda sağlayan bir şey oluyor. Maslahat ve daha büyük zarar itibara alınıyor.


231- Karâfî, Zeria Anlatıyor:


Şeddi Zeria´nın bir asıl olarak fıkıhta itibare alınması. Mâlikllerce meşhurdur. Fukahanın iddiasına göre, onlardan başka diğer fıkıhlarda bu asıl alınmamıştır. Fakat Malikller, başka fukahanın da, bunun bir çoklarında kendilerine katıldıklarını söylüyorlar, ancak buna aynı ismi vermiyorlar. Karâfî Tenkıhul-Fusul´de şöyle der:

«Zeria üç kısımdır: Biri icmaen muteberdir: Umumî yollara kuyu kazmak, yiyeceklere zehir katmak, Allah´a küfre sebep olacağını bildiği yerde putlara sövmek gibi. İkincisi, icmaen hükümsüzdür. Üzüm bağı yetiştirmek gibi, şarap yapılacak diye bu men´ olunamaz. Üçüncüsü ihtilaflıdır. Müddetli satışlar böyledir. Biz (yani Malikller) bunda zeriayı itabar ederiz, diğerleri bize muhalftir. Hasılı Kelam, biz şeddi zeraiaya diğerlerinden çok kailiz, Çünkü o bize hasdır.»[12]

Karâfl, ihtilaflı olan üçüncü kısmı, Furuk´ta şöyle açıklar: Ulema bu kısımda ihtilaf etti, buna itibar edilir mi, edilmez mi? Müddetli satışlar böyledir. Bir kimse bir malı bir ay müddetle on dirheme satsa, ay tamam olmadan onu beş dirheme alsa. Mâlik diyor ki, o şimdi beş verir ayın sonunda on dirheme alır. Bu beş verip on almaya bir vesiledir, men´ olunur. Şafiî´ye göre satışın suretine bakılır, iş zahirine göre hami olunur ve caizdir. Bu tarz satışlar Mâliki mezhebinde bin kadar olduğu söylenir, Şafiî bunlarda Mâlik´e muhaliftir. Bu nevi´i ihtilaflardandır; Kadınlara bakmak zinaya götüreceğinden haram olur mu, olmaz mı? Hakimin bildiğine dayanarak (İlim kadı ile) hükmü haram mı, değil mi? Çünkü bu kötü hakimin, batılla hüküm vermesine vesile olabilir! San´at erbabının, mala yaptıkları zararı tazmin edip etmeyeceklerinde ihtilaf vardır. Malı değiştirebilirler, dikkat etsinler, iyi korusunlar diye tazmine gidenler var. Aslında mal onlarda emanettir, onlar ecirdir, ecir emindir ödemez. Yemek taşıyanlar da böyledir, fakat elleri yemeğe uzanmasın diye tazmin eder. Bu türlü meseleler çok, biz bunlarda kötüye yol vermemek için şeddi zeria alıyoruz. Şafiî bunu kabul etmiyor, almıyor. Şeddi zerâi İmam Mâiik´e mahsus değildir, ancak o diğerlerinden daha çok kullanı­lır, aslında hepsi alır.»[13]


232- Bütün Fukaha Şeddi Zeria´yı Alırlar :


Bizim kanımıza göre de bu ismi vermeseler de bütün ulema şeddi zeria kaidesini almaktadırlar. Bir çoktan da, gaye için tek yol oiarak taayyün ettiği takdirde, vesileye gaye hükmünü vermektedirler. Ancak kesin ilim veya galib zan yoluyla gaye için tek taayyün etmezse, o zaman şeddi Zeria´yı yalnız İmam Mâlik almaktadır, müddetli satışlar olduğu gibi. Zira bu gibi ahvalin çoğunda netice ribaya götürür, çoklu­ğundan ve riba vesilesini sed için haram olur. Diğer imamlar, bunda Mâük´e muhaliftirler. Onlara göre tasarruflarda asıl olan, onların mubah olmasıdır. Bu, ancak jiirn ifade eden, en azından zan-ı galibe dayanan bir delille kalkar. Burada bu tür bir delil yok. Ancak bir hadis, bir tahmin var. Akidler, müeerred tahminle bozulmaz, ancak ilim ifade eden, zan-ı galibe dayanan delille bozulur.


233- Şeddi Zeria Kitap Ve Sünnetle Sabittir:


Şeddi Zeria´nın aslı, Kur´an ve sünnetle sabittir. Ayet-i kerime şöyle buyurur: «Allah´tan başkasına ibadet edenlerin putlarına sövme­yin, zira onlar da düşmanlık güderek bilmeksizin Allah´a küfür ederler.» Rivayete göre müşrikler Hz. Peygamber Aleyhisselam´a: Bizim Tanrı­larımıza küfür etmekten behemahal vazgeçmelisin, yoksa biz de senin Tanrına söveriz, dediler. Hz. Peygamber, şeddi zeria olarak vaz geçti. Yine Kur´an şöyle der: «Ey inananlar, Râinâ, bizi gözet demeyin, bize bak, deyin! Ve dinleyin, (Bakara Sûresi; Ayet: 104) Burada müsiüman-lann maksadı güzeldi, bizi koru anlamına Râinâ diyorlardı. Fakat Yahu­diler bu kelimeyi kendi dillerince bir küfür ve hakaret kelimesi gibi söylüyorlar, bunu Hz. Peygamber´e küstahça dil uzatmaya vesile yapı­yorlardı. Bunu önlemek için, öyle demeleri mü´minlere yasaklandı, bu şeddi zeria içindir.

Sünnete gelince, Hz. Peygamber´in hadisleri, sahabe fetvaları pek çoktur. Hz. Peygamber hak ettikleri halde, münafıkları öldürmemiş­tir. Çünkü bu, müşriklerin, Muhammed ashabını öldürüyor, demelerine vesile olacaktı. Hz. Peygamber Aleyhİsselam Ödünç veren kimsenin, borçludan hediye almasını yasakladı. Çünkü bu hediyeden ötürü borç müddetinin uzatılmasına vesile olur, bu da ribaya götürür. Hz. Pey-namber savaş esnasında hırsızın elini kesmedi, cezayı tatbik etmedi. Çünkü bu hırsızın ceza korkusundan düşman tarafına kaçmasına sebep oiur. Bunun gibi savaş sırasında had cezaları uygulanmaz. Ashab-t Kiram, ilk müslümanlar, ölüm hastasının boşadığı kadını mirasçı yaptı­lar. Çünkü mirasdan mahrum etmek maksadıyla boşamış olabilir, bunu önlemek için miras hakkını verdiler, boşama bir vesile olmasın diye ´ böyle yaptılar. Hz.Peygamber intikân yasakladı. Çünkü ihtikâr, insanla­rın muhtaç oldukları şeylerde zaruri olan gıdalarda darlığa düşmelerine sebep olur. Ancak zaruriyat ve hâcât nev´ine girmeyen ziynet ve süs eşyası bunun dışındadır. Hz. Peygamber sadaka veren kimsenin, ver­diği kimseden sadakasını satın almasını yasaklamıştır, pazarda satılır­ken görse bile alamaz. Bu Allah rızası için elinden çıkanı, bedelle de olsa, geri almayı önlemek içindir, şeddi zeriadır. Bedelini vererek almak yasak olunca, bedelsiz almak elbet evveliyetle yasaktır. Bundan mak-sad yoksulu korumak, onu hiyleli yollarla aldatmayı önlemektir. Zengin malının sadakasını verir, sonra onu düşük fiatia almak ister, yoksul da ihtiyacı olduğundan satar... Böyle hiyleleri önleyici, zararları def´edici yolda Hz.Peygamber´in ve ashabının birçok kavilleri ve fiilleri vardır. İbnü Kayyım, İ´lâmül-Muvakkıinde şeddi zerâi kabilinden 99 kadar âsârı delil olarak zikrederler.[14]

Şeddi Zeria ve Karâfî´nin deyimiyle fethi zeria bir asıl olarak itibar olunmak; İmam Mâlik´in kuvvetle sarıldığı maslahat prensibini te´kid ve takviye edici bir kaidedir. Mâiik´e göre maslahat, dinin kabul ettiği, muteber tuttuğu, teşvik ve davet ettiği bir meyvedir. Matlup ve maksut gayedir. Onun zıddı olan mefsedet, zarar ise memnu´dur. Kafi yolla, galib-i zan veya çoğunluk itibariyle maslahata götüren herşey matiub-dur. Kesin surette veya zan-ı galibse veyahut da çoğunlukla fesad ve zarara götüren, sebep olan herşey memnu´dur. Kafi nasslardan sonra maslahat aslı ve kaidesi, Mâliki Mezhebinin mihveri sayılır, onun ile böyle bereketli ve bol meyveli olmuştur.


[1] Karâfî, Tenkıhül-füsül, S. 200,-Furûk, C. II, S. 22.

[2] İbni Kayyım, İ´lâmül-Muvakkıîn, C. III, S..119.

[3] Şâtıbî, Muvafakat, C. ti, S. 242.

[4] Şâtıbî, Muvafakat, C. II, S. 242.

[5] Şâtıbî, Muvaîakât, C II, S. 249

[6] Aynı Kaynak, S. 250.

[7] Şâtıb´ı, Muvafakat, C. IIT S. 253.

[8]İbnül-Arabı, Ahkam-ı Kur?an, C ,III, S,65

[9] Karâfi, Furûk, C. II S. 33.

[10] Karâfi, Furuk, C. II, S. 33.

[11] Şâtıbt, Muvafakat, C. II, S. 244.

[12] Karâfi, Tenkıhul-füsûl, S. 200.

[13] Karâfi, Furûk, S. 33.

[14] İbni Kayyım, hâmüi-Muvakkıîn, C. IH, S. 120-140.