- Yetmiş İki Millete Kurban Kestiren Vali

Adsense kodları


Yetmiş İki Millete Kurban Kestiren Vali

Smf Seo Versiyon , -- Seo entegre sistem.

Array
reyyan
Sun 3 June 2012, 11:46 am GMT +0200
Dün Bugün Yarın


Sadık Ilgaz |
Şubat 2012 | DÜN BUGÜN YARIN


Yetmiş İki Millete Kurban Kestiren Vali


Zarif bir zat olan Birader Kasım, bir gün Bursa’dan İstanbul’a gelir. Divanda devlet erkânı ile sohbet ederken vezirler kendisine sorarlar:

– Bursa’da ne var ne yok? Ahali ne haldedir?
– Hamdolsun, iyilikten başka bir şey yok. Ahali ise yiyip içip hoş geçinmekteler.
– Nasıl olur? Biz uzun zamandan beri Bursa’da et bulunmadığını, narhın tutulmadığını işitiyoruz. Sen ise ahali yiyip içip geçiniyor diyorsun!
– Efendim, o narh zenginler içindir. Fukara onu bilmez. Eline ne geçerse alır, ölçüye tartıya bakmaz. Ete gelince, bolluğundan kimse yüzüne bakmıyor. Dükkânlarda kokuyor.
– Etin bu bolluğuna sebep nedir?
– Kulunuz Bursa’dan hareket etmeden önce valimizin haberi geldi. Herkes sevincinden kurban kesti. Sebep budur!
– Behey birader, bu dediğin bolluk Kurban Bayramı’nda bile olmaz.
– Şüphesiz olmaz. Zira Kurban Bayramı’nda müslümanlar kurban keser. Ama valimizin azil haberi duyulunca yetmiş iki millet kurban kesti, demiş.

Avni Arslan – Ziya Demirel, Osmanlı Tarihi’nden İlginç Hikâye ve Anekdotlar, Akçağ Yay., Ankara 2010, s. 198-199.


Mahmud Efendi’ye Açık, Sultan Mahmud’a Kapalı Kapılar


Resuhi Baykara anlatıyor:

Babam Yenikapı Mevlevihanesi son şeyhi Abdülbaki Efendi’den dinlemiştim.

İkinci Sultan Mahmud’un ilk devirleri… Yenikapı Mevlevihanesi’nde Ali Nutki Dede Efendi şeyh. Sözü sohbeti dinlenir, hakikaten içi ve dışı temiz bir zat. Meşhur şairimiz Şeyh Galib’in müşarünileyhin (bu kişinin) dervişi olduğunu söylemek, kendisi hakkında fazla söz söylemeye lüzum bırakmaz, sanırım.

Sultan Mahmud ikide bir tekkeye gelmekte, ayinde bulunduktan sonra da dervişlere ihsanlar vermekteydi. Şeyh Efendi Padişah’ın bu hareketini doğru bulmuyor fakat durup dururken de:

– Dervişlere para vermeyin, ihsanda bulunmayın, diyemiyor. O zamanın terbiye ve adabına aykırı. Bir taraftan da dervişlerin Padişah ihsanına alışmamalarını istiyor.

Bir gün Sultan Mahmud yine dergâha geliyor ve ayini müteakip şeyhin odasında Ali Nutki Dede ile konuşmaya koyuluyor. Bir aralık:

– Şeyhim, diyor, benden bir şey emretmez misin? Dede Efendi:

– Estağfurullah, yok, diyor. Padişah ısrar ediyor:

– Canım, bir şey emredin de yapayım.

Koca dede artık dayanamıyor:

– Var amma yapamazsınız!

Bu cevap, bilhassa Sultan Mahmud gibi mağrur bir padişahın garibine gidiyor ve asabiyetini belli eder bir şekilde:

– Nasıl olur, diyor, söyleyin de yapayım.

O zaman Şeyh Efendi şöyle bir doğrularak cevap veriyor:

– Öyleyse bir daha bu tekkeye gelmeyin! Padişah şaşırmış bir halde soruyor:

– Beni evliyaullah kapısından kovuyor musunuz?

Dedenin cevabına bakın:

– Buraya “Mahmud Efendi” olarak gelirseniz gelin, yoksa “Sultan Mahmud” olarak gelip de dervişlere ihsanlarda bulunarak onların kalbini Allah’tan sizin kesenize çevirecekseniz gelmeyin.

Mustafa Armağan, Osmanlı’nın Mahrem Tarihi, Timaş Yay., İstanbul 2008, s. 184-185.


Hatıraya Hürmetten Fukaralık Çekmek


II. Mahmud ve Abdülmecid devirlerinde iki defa kaptan-ı derya olan Çengeloğlu Tahir Paşa’yı, azlinden sonraki günlerde eski ahbaplarından biri ziyarete gelir. Bir müddet sohbetten sonra söz döner dolaşır, geçim ve maişet meselesine gelir. Paşa geçim sıkıntısından şikayetle halini yana yakıla anlatmaya koyulunca, adamcık pek yufka yürekli imiş, bir müddet sonra dayanamayıp ağlamaya başlar. Paşa anlatır, o ağlar. “Sen bu hallere düşecek adam mıydın?” diye de hayıflanır, devletlûlere verip veriştirir. Derken, Paşa sözün mecrasını değiştirir ve:

– Gerçi, der, gayet kıymetli murassa bir kılıcım varsa da cennetmekân efendimiz filanca zamanda hediye ettiği için feda edemiyorum. Bir de murassa çubuk takımım var ama o da cennetmekân yadigârı olduğu için kıyamıyorum. Yine şevketmeab efendimizin ihsan-ı şahanesi olan kakmalı bir mücevher kutusu da var ama hatırasına hürmeten elden çıkaramıyorum, der.

Tahir Paşa bu tür eşyalarından olmak üzere yemek takımları, at koşumları, kürkler vs. saydıkça, ağlamakta olan dostunun yüzü gitgide değişir. Paşanın tam da “Hünkârımız efendimizin yadigârı olan mineli saat…” derken adam öfkeyle içini boşaltır:

– Be adam! Bu kadar malın var da bir saattir beni ne diye ağlatıp duruyorsun; satıp yesene!..

Avni Arslan – Ziya Demirel, Osmanlı Tarihi’nden İlginç Hikâye ve Anekdotlar, Akçağ, Ankara 2010, s. 136-137
.