- Yasağı Delen Kılıç

Adsense kodları


Yasağı Delen Kılıç

Smf Seo Versiyon , -- Seo entegre sistem.

rray
reyyan
Wed 28 September 2011, 07:00 pm GMT +0200
Binbir Damla



Kasım 2007 107.SAYI
 

Yusuf YAVUZ kaleme aldı, BİNBİR DAMLA bölümünde yayınlandı.


Yasağı Delen Kılıç


1857-1944 yılları arsında yaşamış meşhur seyyah ve dava adamımız Abdürreşid İbrahim, Japonya hatıralarını anlatırken şöyle diyor:

Üç-beş gün sonra Japonya’yı terk etmek üzere bulunuyordum. Her gün veda ziyaretleri ile meşgulüm. İşte bu günler de, hayatım boyunca geçirdiğim günlerin en kıymetli günleri idi.

Gayet samimi görüştüğüm zevât-ı kirâmın en büyüklerinden birini ziyaret ediyorum. Gayet uzun görüşme ve antlaşmaları müteakip, yadigâr olarak bana bir kılıç hediye etti. Kılıcı bana teslim etmek üzere eline aldığı zaman, gözlerini gözlerime dikti:

– Evvela “birader” derdim, şimdi “peder” diyeceğim. Benim varım yoğum, kendimce en kıymetli ve en sevdiğim bir şey varsa, işte şu kılıçtır. Bu kılıç, benim elli yıllık
arkadaşımdır. Dahili ve harici savaşlarda kullandım. Son defa olarak 18 düşman kafası kesmiştir. Bu kere manevi pederime sunuyorum. Bugüne kadar bu kılıç sayesinde ben bahtiyar idim, bugünden itibaren kalbim bahtiyar, dedi. Ardından da:

– Ey kılıç! Sana veda ediyorum, sen Peygamber s.a.v. Efendimiz’in memleketine gidiyorsun. Benim namım anılmayacak, benim yerime sen nam sahibi olacaksın, diyerek kılıcı benim elime verdiği zaman hemen gözleri yaşarmıştı. Ben de kendimden geçmiştim.

Bu kılıç hakkında Japon gazetelerinde gayet ayrıntılı makaleler vardır. Japonların tarihlerinde de zikredilen kılıcın bir mevkii varmış. Ben bu kılıç hakkında yalnız şunu diyeceğim: Bu kılıç benim hakkımda gayet kıymetli idi. Bu kılıcı taşıdığım halde, Japonya’dan Mekke-i Mükerreme’ye kadar geldim. Seyahatim esnasında karşılaştığım zorluklar pek çoktu; taşınamayacak pek çok eşyayı bıraktım gittim, fakat bu kılıcı elimden bırakmadım. Hatta Hindistan’da silah taşımak kesinlikle yasak iken, İngilizler kimseye büyükçe bir bıçak bile gezdirmeye müsaade etmedikleri halde, ben bu kılıcı daima yanımda bulundurdum.
Allah’a şükür ki kimse “Bu nedir?” demedi ve bir şey de söylemedi. Sonunda Mekke-i Mükerreme’ye vardığımda, sahibinin hüsn-i rızasıyla Mekke-i Mükerreme emiri Şerif Hüseyin cenaplarına hediye olarak takdim
ettim.

Abdürreşid İbrahim, Âlem-i İslâm, 1/619-20



Kâbe’yi Tavaf Ederken


Yine Abdürreşid İbrahim’den:

Hicri 1328 (M. 1910) senesinde Mina’da birinci günü bir tek cenaze vaki olup, o da seksen yaşında bir ihtiyara ait idi. Demek oluyor ki, umumi sıhhat berkemal idi. Yani, bulaşıcı hastalık ve kolera için ortam gayet müsait olmasına rağmen, hac mevsimi vukuatsız da geçebilir. Tıpkı bu sene olduğu gibi... Cenab-ı Mevlâ lütuf ve inayet ederse, üç yüz elli bin kadar hacı tahmin olunduğu halde, hamdolsun hastalık da olmadı. Bu da her zaman görülmekte ve bu mübarek senede de görüldü. Umumi sıhhat berkemal, katiyen hastalık yok...

Mekke’de bakteriyoloji mütehassısları tetkikler yapar da fennî araştırmalarda bulunurlarsa, ben ümit ederim ki fen nokta-i nazarından, Mekke-i Mükerreme’nin havasının kolerayı yok etme özelliğinin olması ihtimali de uzak değildir. Tabiidir ki bunları zaman ispat edecektir...

Menâsiklerin (hac esaslarının) edasının ardından hacılar Mekke-i Mükerreme’ye iner. O gün mutlaka Mekke’de üç-dört yüz bin kişi Kâbe’yi tavaf eder. Bunlar arasında Hacer-i Esved’i bir kere olsun istilâm etmeyen (selamlamayan) bir tek Ehl-i Sünnet bulunmaz. Yüz binlerce mümini orada görmek basiret sahipleri için kâfidir. O noktada hiçbir zaman edep dışı bir muamele görülemez. Herkes büyük bir arzu ve iştiyakla Hacer-i Esved’i istilâma hazırdır. Burada güzel edeplere riayet edebilmek için, İslâm terbiyesinden başka hiçbir kuvvet kullanılamaz. Yüz binlerce insan (bugün milyonlarca); erkeği var, kadını var,
zayıfı var, garibi var, hastası var... Diğer kardeşlerinin arkasında ve omzunda da tavaf edenler bulunur. Böyle iken, bunların hepsi Hacer-i Esved’i istilâm eder. Kimse kimseyi incitmez ve kimse de kimseden incinmez. Burada görülen nizam ve intizam gayet tabii ve ahlâkîdir.

Mekke-i Mükerreme’de ziyaret tavafı ve dinî vazifelerini ifa ettikten sonra, hacıların bir kısmı doğrudan doğruya memleketine gitme hazırlığı yapar. Diğer kısmı da Medine-i Münevvere ve Ravza-i Mutahhara ziyaretine gideceğinden, bir hafta kadar boş vakitlerinde müsait bir şekilde Mekke’de ikamet ederler. Dönecek hacılar da alışverişle meşgul olurlar. Böyle iken Mekke’nin kalabalığı, iki-üç gün devam eder.

Âlem-i İslâm, 2/516-19


Medine’ye Girerken


1328 (M. 1910) senesinin 9 Muharreminde, Belde-i Tayyibe’ye (Medine-i Münevvere’ye) geldik. Medine-i Münevvere bir vadide olduğu halde pek uzaktan görülür. Hacılar hangi yoldan gelirse gelsin, Belde-i Tayyibe’yi çok uzaktan görürler. Bilhassa Rasulullah s.a.v. Efendimiz’in merkadi olan Kubbe-i Saadet, mutlaka on iki, belki de on beş kilometrelik bir mesafeden görülür.

Son menzilden hareket ederek kuşluk vaktine kadar deve üzerinde gelmiştik ki, Yeşil Kubbe gözüktü. Çok garip bir manevi cazibe. Kubbeyi gören deveden iniyor. Hiçbir şekilde teklif olmaksızın herkes deveden inerek, arada sırada Kubbe-i Saadet’e bakarak, devenin yanında yayan yürümeye başlar. Artık Kubbe-i Saadet gözünde parladıkça parlar, hacı gözünü kubbeden alamaz olur. Deveyi ve arkadaşını hatırından çıkarır, adımlarını sıklaştırır, biraz daha gelir. Bir müddet Kubbe-i Saadet hacının gözüne öyle gelir ki, hacı gözünü kubbeden alamaz olur. Mütemadiyen gözünü kubbeye diker, ayaklarını sıklaştırdıkça
sıklaştırır. Derken iradesiz yürümeye başlar, gözü kubbede boyuna koşar, koşar, koşar... Müsabaka falan değil, herkes koşar, kimse de kendine mâlik değil; genç de koşar, ihtiyar da koşar. Bu koşuşlar da bir saat kadarsürer. Herkes gözünü kubbeye dikmiş, öyle acayip bir süratle koşarlar ki, insanın o mesafeyi iradesiyle katiyen o süratle katedebilme ihtimali yoktur.

Bir aralık Seyl-i Akik dedikleri vadiye iner, kubbe de gözden kaybolur. Hacı artık kendini dahi kaybeder, bir şey kaçırmış gibi bütün kuvvetiyle koşmaya başlar; bu vadi dahilinde koşar koşar tükenmez. Bir müddet koştuktan sonra, harabe binalar içinden geçerek Belde-i Tayyibe’nin yanına çıkar. Bir de bakar ki, Kubbe-i Saadet hemen yanına gelmiş!.. Hacı aklını başına toplar, hiç haberi yok, on iki kilometre mesafeyi kat etmiş.

Bir taraftan lokomotif bağırır, yine “hoş geldin” demiş gibi olur. Durmaksızın doğru Bâbü’s-Selâm’a gelerek, hemen dünya gözüyle cennete girmiş gibi, Harem-i Nebevî kapısından içeri girdik. El bağlayarak: “es-salatü ve’s-selâm aleyke ya Rasulallah” diyerek salât ü selam getirdik. Ravza-i Mutahhara’da bir de tahiyyetü’l-mescid namazı kıldık. Elhamdülillah, maksat hasıl oldu.

Âlem-i İslâm, 2/532-34

ceren
Mon 15 December 2014, 08:24 pm GMT +0200
Esselamu aleykum.Rabbim razı olsun paylaşımdan Reyyan abla.

Mevlüde
Sat 23 July 2016, 09:50 am GMT +0200
Hatirlaar cok hos ve sasirtici.Allah dostlarinin kerametleirnin alametlerinden yine.Allah razi olsun payalsim icin