sumeyye
Fri 11 March 2011, 02:05 pm GMT +0200
İKİNCİ BÖLÜM
Vezirlik Ve Vezirler Tâyini
Vezirlik Ve Vezirler Tâyini
A- VEZİRLİĞİN ÇEŞİTLERİ
Vezirlik iki kısımdır, a) VEZÂRET-İ TEFVİZ: Tam Yetkili Vezirlik, b) VEZÂRET-İ TENFÎZ: Yürütme, (Görevleri Yerine Getirme) Vezirliği.
a) TEFVÎZÎ VEZİRLİK (Tam yetki ile donatılmış vezirlik): Halîfenin, işlerin yürütülmesinde kendi görüş, fikir ve içtihadına göre serbestçe hareket edebilen bir şahsı tâyin etmesidir. Bu türlü vezirliğin doğru olabileceği hususunda Cenâb-ı Hakk'm Hz. Musa'dan haber verdiği:
ırBana kendi ailemden bir de biraderim Harun'u vezir ver. Onunla sırtımı kuvvetlendir. Onu işimde ortak yap."
(K.K. 20:29-30) âyetleri mevcuttur.
Böyle bir vezirlik Peygamberlik görevini ifada caiz olunca halifelik için evleviyetle caizdir. Halîfenin, âmmenin işlerini görmede vermiş olduğu vekâlet, vekilin bütün işlerde aynı kudrete sahip olduğunu göstermez. Ancak halîfeye nâib olarak hareket eder. Halîfenin işlerine ortak olan vezirin, nâibliği daha çok devlet işlerinin yerine getirilmesinde ve halifeliğe zarar verecek işlerin dışında, kendi kendine hareket etmesi gerekir.
Tam yetkili vezir tâyininde aranılan şartlar: Neseb şartının dışında, bir halîfede aranılan şartların aynısıdır. Tam yetkili vezirin görüşlerinin keskin, muteber ve makul olması için bir müctehid hukukçuda bulunması gerekli sıfatlar kendinde bulunmalıdır. Hilâfetteki şartlara ek olarak harp ve haraç vergisi gibi işlere görevlendirildiğinde, bu işlere yeterli bilgi sahibi biri olmalıdır. Harp ve vergiler konusunda bilgisi bulunmalıdır. Bunları bazan bizzat yerine getirecek, bazan kendine nâib de tâyin edebilecektir. İşe lâyık olan, ancak kendi gibi birini nâib tâyin eder. Bilgisiz bir kimsenin böyle bir işe girişmesi ne kadar uygun düşmezse, bilgisiz bir vezirin durumu da aynıdır. Vezire nâib olacaktaki şartlar vezirlik için aranılan şartların aynısıdır. Devlet işleri ancak böyle ağır ve önemli şartları taşıyan insanlarla yürütülebilir.
Anlatıldığına göre: Me'mun, vezir tâyininde aradığı vasıfları şöyle yazar: "Ben işlerimin idaresi, yürütülmesi için her türlü üstün sıfatları, şartları şahsında toplamış bir adam seçtim. O yaratılışında, huylarında iffetli, tuttuğu yolda doğruluk sahibidir. Edeplerini güzel, tecrübelerini kuvvetli buldum. Sırlarıma emin, güvenilir bir şahıstır. En mühim işleri yerine getiricidir. Yumuşaklılıkla susar, ilimle konuşur, anlamlı bir bakış ona maksadı anlatmaya yeter. Onda komutanların kuvveti, hikmet sahibi filozofların isabeti, âlimlerin alçak gönüllülüğü, hukukçuların anlayışı mevcuttur, İyilik edildiğinde teşekkür eder. Kötülüklere mâruz kaldığında sabreder. Yarınından mahrum kalma uğruna bu günün nasibini satmaz. Güzel açıklaması, tatlı lisanı ile insanların kalbini çalar."
Bazı Arap şâirleri bu vasıfları şiirlerinde Özlü bir şekilde belirtmişlerdir. Abbasî Devleti vezirlerinden bazılarına bu konuda şiirler yazmışlardır. Bunlardan biri şöyledir:
"İnsanlar için bazı işler şüpheli, kapalı göründüğünde o vezirin açıklaması, düşünmesi, anlayışı bir anda olur.
Bir gün müşavirler ve müşirler yorulup âciz kalsalar da o vezir bütün işlerini ömrü boyunca hâl ve zabteder.
Her kalb sıkıntılardan daralsa, üzülse de onda sıkıntılara karşı koyucu, geniş kâlb vardır."
Bu vasıflar iyi bir idarecide bulunursa görüşlerine irâde ve idaresine ait bütün işler tam olur. Eğer noksan vasıflı olursa vezirin iyiliği de bozulur, noksan olan sıfat nisbetinde aksar, işlerde, idarelerde o nisbette gecikme, bozukluk, atâlet meydana gelir. Bu şartlar her ne kadar dînî şartlar değilse de milletin doğruluğa şevki, iyiliğe taalluk eden dînî şartlarla kaynaşması siyâsî şartlardır. Vezirliğe lâyık bir şahısta bütün bu vasıflar tam olunca, vezir tâyin edecek olan halîfenin muteber, açık sözleri ile tâyini gerekir. Çünkü vezirlik bir akid, anlaşmadır. Akidler ise ancak açık, anlamlı sözlerle olur. Halîfenin bir şahsa vezir gözü ile bakması, ona izin vermesi, onun hükmen vezir tâyinini gerektirmez. Örfen, vezir idarecilik makamına gelse, vezirliği iki şartı taşıyacak bir sözle sabit ve kesin olur. 1- Genel bir fikir, 2- Nâiblik.
1- Yalnız genel bir fikirle görevlendirilmişse idareciliğe tâyini hususî olmuştur, hususi idarecidir. Böyle genel bir fikir ve düşünce ile vezir tâyini olamaz.
2- Yalnız Nâiblikte tâyin: Belli olmayan bir işe nâib tâyin edilir. Özel olarak veya bir işin yapılması, görevin devri şeklinde olursa yine vezirlik akdi teşekkül etmez. Bu iki ayrı şartın ikisini bir arada taşıyan söz, vezirliğin tâyinini tamamlar; vezâret anlaşması meydana gelir. İki şartı birden bulundurma da iki suretledir.
1- Akitlerde tâkib edilen yolla olur. "Seni kendime vezir tâyin ettim", "Seni kendime nâib tâyin ettim." derse vezirlik meydana gelir. Çünkü böyle bir söz genel bir fikri ve bu fikirde nâibliği, vezirliği toplamıştır. "Bana ait olan şeylerde bana nâib ol" derse bir ihtimâle göre vezirlik teessüs etmiştir. Çünkü bu sözde de genel bir fikir ve özel bir nâiblik tâyini mevcuttur. Bir diğer ihtimâlde de vezirlik teessüs etmemiştir. Çünkü akdin teşekkülü ve müteakiben de izin verilmesi gerekir. Yani akid mâhiyetinde olan işlerde akid hükümleri o husustaki akdin yapılmasından sonra yürür. Fakat "Bana ait hususlarda seni nâib tâyin ettim" denilirse vezirlik tamam olmuş olur. Çünkü yalnız izinden akid sözlerine geçebilme imkânı mevcuttur. Şayet "Bana ait şeylere bak" derse vezirlik akdi teşekkül etmez. Böyle bir sözde yüz çevirerek bakma, o işi yerine getirme veya o işin başında durma mânâları mevcuttur. Halbuki akidler ihtimalli sözlerden uzak ve net olmalıdır.
Sultanlar ve milletlerin hükümdarları genel olan akidler-den, tekidli şartlardan meydana gelen özel akitlerden, faydalandıkları kadar faydalanmamışlar, genel akidlerle vezir tâyinine iki sebepten pek müracaat etmemişlerdir. Birincisi, halîfe ve hükümdarlar sözün kısa olanını, uzununa tercih etmişler, az sözle konuşmayı âdet edinmişlerdir. Bu durum onlara mahsus bir örf olmuştur. Sözün ağır geldiği her yerde açık bir dînî hüküm bulunmadığında kısaltmışlar, işaretle yetinmişlerdir. Böylece onların bu türlü Örflerinden hukukî hükümler çıkarılmıştır.
Genel akidlere müracaat etmeyişlerinin ikinci sebebi, sultan ve hükümdarların bir şahsı vezirliğe davetlerinde durumun şahitleri, belirtileri bir ihtimâle fırsat vermeden kasdolunan fikri kısa sözlerden anlamak için açık ve keskin sözlerle hareket etmişlerdir. Bir diğer görüşe göre: tâyin hususunda özel akidlere müracaat bir örfdür. Meselâ, "Nâibliğe yükselmek üzere seni vezir tâyin ettim" demesi gibi. Burada "Seni vezir yaptım" genel bir fikri ile "Nâibliğe yükselmek üzere" sözündeki "Nâiblik" özel durumu bir arada bulunmuştur. Vezirlik kesinleşmiştir. Niyabet söz konusu olduğundan Tenfîzî Vezirlik: İşleri yürütme vezirliği, Tefvizi Vezirlik: "Tam yetkili vezirliğe yükselmiştir. Sultan şayet "Seni vezirliğime tam yetkili olarak görevlendirdim" derse bir ihtimâle göre vezirlik "Tefviz: Tam yetkili" kelimesinin kullanılın as iyi e meydana gelmiştir. Yürütme vezirliği değil tam yetkili, Tefvîzî vezirliktir. İkinci ihtimâle göre: "Tam yetki" kelimesinin hüküm taşıyabilmesi de kendinden önce bir akdin yapılmasına lüzum gösterir. Bu bakımdan böyle bir söz hükiim ifade etmez. Birinci ihtimâl daha doğrudur. Bu duruma göre "Seni vezirliğe tam yetkili olarak görevlendirdik" sözü de hüküm ifade eder. Çünkü işleri idare eden çoğul sîgası ile başka bir şahsı sözüne ortak yapmamak suretiyle kendini büyütüyor. Bu bakımdan "Seni vezirliğe tam yetkili olarak görevlendirdik" sözü "Seni vezirliğe tam yetkili görevlendirdim" sözünün aynısıdır. "Vezâret" ve "Vezâretî": Vezirliğim" sözleri makamı ifade eder. İkinci söz daha kuvvetlidir. Buna göre "Onu tam yetkili vezirliğe tâyin ettim" sözünden "Onu vezirliğime tam yetkili olarak görevlendirdim" sözü daha kesin ve kuvvetlidir. Hükümdarlardan başkaları izafeti, tamlamayı terk ederek çoğul sîgasmı nefislerinden kinaye olarak kullanırlarsa kinaye söz alışılan lisan örfünün dışında olduğundan bir tek şahsa delâlet etmez.
Halîfenin "Seni vezirliğime tâyin ettim" veya "Seni vezirliğe tâyin ettik" sözleri tefvîzî vezirliğe delâlet etmez, o anlama gelmez. Ancak "Tefviz: Tam yetkili" kelimesini veya ona işaret edici sözleri kullanmakla "tam yetkili vezirlik" olur. Çünkü daha önce geçen "Bana kendi ailemden bir de kardeşim Harun'u vezir ver, onunla sırtımı kuvvetlendir. Onu işimde ortak kıl." (K.K. 20: 29-32) âyet-i kerîmelerinde Allah Teâlâ, Musa Peygamberden haber verirken Hz. Musa yalnız vezir istemiyor, vezirle sırtını kuvvetlenmesini, işlerine vezirin de ortak olmasını istiyor. Zira "Vezâret isminin türemesinde üç ayrı fikir vardır. a) "Vizr: ağırlık" kelimesinden alınmıştır. Çünkü vezir de halîfenin yüklerinin bir kısmını yüklenmektedir, b) "Ezr: Sığınak" kelimesinden alınmıştır. Âyet-i kerimede de: "Hayır hiç bir sığınak yok" (KK 75:ll)tur buyurulmuştur. Halîfe de vezirinin görüşlerine, yardımlarına sığınmaktadır. Bu bakımdan "Vezîr" denmiştir, c) "Ezr: arka, sırt" kelimesinden alınmıştır. Çünkü halife veziri ile kuvvet bulmaktadır. Aynen vücudun kuvvetinin de sırtla oluşu gibi. Her üç kökün hangisinden tü-rerse türesin hiçbirinde de işlerde istibdadı uzak durmayı ge-rektirici, hak verici bir mânâ yoktur.[30]
[30] El-Ahkâmu’s-Sultaniyye, Ebu’l-Hasan Habib, Bedir Yayınevi, 1/ 63-68.