- Tanımlar

Adsense kodları


Tanımlar

Smf Seo Versiyon , -- Seo entegre sistem.

Array
sumeyye
Thu 15 September 2011, 03:28 pm GMT +0200
1. Tanımlar


Hadis ve sünnet, tarif edenlerin mensup oldukları ilmî camiaya göre birtakım farklı tanımlara konu olmakla birlikte, genellikle Hz. Peygamber'den nakledilen söz, fiil ve takrirlerin toplamı olarak kabul edilmiştir. Ancak, "rey"in tanımı üzerinde bir ittifak yoktur. Ortalama bir ta­rifini şu şekilde yapmak mümkündür: "Arapça 'reâ' (görmek, düşünmek) fii­linden gelen rey, terim olarak düşünüp taşındıktan ve doğru olan ciheti an­lamak için araştırmada bulunduktan sonra varılan kanaat, görüş anlamına gelmektedir. Fıkıh usulünde, hakkında nass olmayan konulardaki içtihadın temeli olan rey, şeriatın gösterdiği düşünme yollarından gidilerek yapılan aklî bir faaliyettir.[79]

Lehinde ve aleyhindeki rivayetler göz önüne alınarak, memduh (mute­ber) ve mezmum (kötü) olarak ikiye ayrılan rey, her nedense İslâm kültür ta­rihinde genellikle ikinci anlamıyla şöhret bulmuştur. Bu hususa Goldziher şöyle işaret eder:

"Er-Rey kelimesi konuşulan Arapçada faydalı mana ifade eden bir kelimedir ve iyi, ihtiyatlı, doğru akıllıca bir görüş olarak, dü­şüncesiz bir karar, yanıltıcı ihtirasın ilhamı demek olan "hevâ" kelimesinin zıddıdır. Fakat müteassıp hadisçilerin hissiyatı yüzünden, ikinci kötü mana­sıyla ilahiyat dilinde hemen hemen hevânın aynısı bir kelime haline gelmiştir".[80] Nitekim Gazali, rey kelimesinin hem sahih hem de fasid olana şa­mil olduğunu, fakat hevâ ile aynı manaya gelen fasid reyin bazen rey ismiyle tahsis edildiğini belirtmektedir.[81]

İbn Hazm'a göre rey,

"Dinde nassa dayanmayan hükümdür".[82]

İbn Teymiyye de reyi mezmum ve makbul olarak ikiye ayırdıktan son­ra, Kitap, Sünnet ve temadan bir asla dayanan reyin makbul, hiçbir asla da­yanmayan reyin ise mezmum olduğunu belirterek bu ikincisine sırf rey (re'y-i malız) adını verir ve bunun batıl olduğunu söyler.[83]

Talebesi İbn Kayyım'a göre ise rey:

"Emareler birbiriyle tearuz ettiğin­de doğru olanı öğrenmek için derin tefekkür ve talepten sonra kalbin mutma­in olduğu görüştür ".[84]

Rey ehli ve hadis ehli tabirlerine gelince, bunların tanımları ve kap­samları üzerinde de bir ittifak yoktur. Hatib Bağdadî, ashab-ı hadisi, dinî yönden bütün iyi ve güzel sıfatları kendilerinde toplayan bir grup olarak kabul eder.[85]

Ebu Bekir b.Ayyaş'ın (ö.193) "Her devirde ehl-i hadis'in diğer alimlere nispeti, ehl-i İslam’ın diğer din müntesiplerine nispeti gibidir" sözünü nakle­den Şa'rani, buradaki ehl-i hadis'in, hadis hafızı olmasalar bile bütün ehl-i sünnet fukahasını kapsadığını söylemektedir.[86]

İbn Kuteybe ise ashab-ı hadisin özelliklerini şöyle sıralar:

"Bunlar, öteden beri sünnete müzahir, ona sıkı sıkıya bağlı idiler. Kimseye müdârâ et­medikleri halde halk her yerde onların gölgesine sığmıyordu. Kendileri kim­seden çekinmezken, çeşitli fırka mensupları onlardan köşe bucak kaçıyor­lardı. İnsanlardan haklarını mutlaka alıyorlar, kimseden çekinmiyorlardı. Onların yücelttiklerinden başkası ilimde yükselemez, batırdıklarından gay­risi perişan olmazdı. Kervanlar hadisçilerin övdüklerini anarak giderlerdi".[87]

Fahreddin Râzî'nin tanımladığı hadisçiler ise, İbn Kuteybe’nin tanımla­dıklarından farklıdır. O şöyle der: "İnsanlar Şafiî'den önce ashab-ı hadis ve ashab-ı rey diye iki fırka idiler. Ashab-ı hadis münazara ve mücadeleden aciz, hatta ashab-ı rey'in yolunu tezyiften dahi aciz idiler. Bu yüzden onlar­dan dine kuvvet, Kitap ve Sünnet'e nusret hasıl olmadı. Ashab-ı rey'e gelin­ce, bütün say ve gayretlerini reyleriyle ahkâm istinbatına ve fikirleriyle bu ahkâmın tanzimine sarf ettiler. Çalışma ve gayretleri nassların teyidi yolun­da olmadı".[88]

Daha sonra Râzî, ashab-ı hadisin tarifini şu şekilde yapar:

"Hadis as­habı, hadisleri destekleyenler, insanları ona bağlanmaya teşvik edenler ve bunun dışındakilere yapışmaktan sakındıranlardır. Dünya üzerinde Şafii ashabından başka bu sıfatla mevsuf hiçbir taife yoktur".[89]

Başka bir yerde de hadis ashabını tanıtırken, "Onlar Resulullah'ın ahbârını hıfzetmekle beraber, cidal ve münazaradan aciz idiler. Rey ashabın­dan her kim onlara bir sual veya bir mesele sorsa aciz ve şaşkın bir şekilde elleri yanlarına düşerdi" demektedir.[90]

Râzî muhaddis ile sahib-i hadis arasında da ayırım yaparak şöyle der:

"Sırf muhaddis, sadece rivayete ve râvilerin hallerini bilmeye muktedir olan kimsedir. Fakat iş, haberle istidlale ve ondan ahkâm istinbatı usûlüne gelin­ce o zaman bundan aciz olur ve böyle birine sahib-i hadis ismi verilemez. Çünkü sahib-i hadis ismi, hadise temessüke, onun hakkındaki soru ve ta'nları defetmeye gücü yeten kimseye hastır".[91]

Râzî, ashab-ı rey için de, "...kendi reylerine tabi oldukları için bu la­kapla lakaplanmışlardır"[92] demektedir.

İbnü'l-Cevzî, hadis ehlini, ömürlerini hadis semai için rıhletle, birçok rivayet tariklerini toplamakla, âlî isnadları ve garip metinleri talep etmekle geçiren kimseler olarak tanıttıktan sonra, bunları iki kısma ayırır. Birincisi, sahih hadisi sahih olmayanından ayırarak şeriatı korumayı gaye edinenler­dir ki bu niyetlerinden dolayı teşekküre layıktırlar. İkinci grup ise hadis se­maını çoğaltırlar, fakat maksatları sahih hadis talebi olmadığı gibi çeşitli tariklar yoluyla sahihi, sahih olmayandan ayırmayı da istemezler. Onların arzusu, âlî isnadları ve garip metinleri bulmaktır. Birilerine, "falanca ile kar­şılaştım. İsnadları bana aittir, başkasının değildir. Bende başkasında olma­yan hadisler var" diyebilmek için diyar diyar dolaşırlar".[93]

Zehebî'nin bu tür muhaddisleri tavsifi ise daha serttir. O şöyle der:

"Muhaddislere gelince, çoğu bir şey anlamaz, hadisi öğrenme ve onunla amel etmede himmetleri yoktur. Bilakis yanlarında sahih de uydurma da ay­nıdır. Gayretleri, cahil şeyhlerden hadis dinlemek, rivayetlerin ve cüzlerin sayısını çoğaltmaktan ibarettir. Hadis âdâbıyla edeplenmez ve sema sarhoş­luğundan ayılmazlar. Bir yandan cüz dinler, diğer yandan kendi kendine bu­nu elli sene veya daha uzun bir süre nasıl rivayet edebileceğini düşünür. Ya­zıklar olsun senin bu uzun emeline ve kötü ameline! Süfyân Servî:

“Eğer hadis mal olsaydı mal gibi tükenirdi” demekte mazurdur ve vallahi doğru söylemiştir".[94]

Hadis ehlinin, hadis rivayeti dışında hiçbir şeyle uğraşmadıkları ve uğraşanları da sevmedikleri belirtilmektedir. Mus'ab ez-Zübeyri’nin nakletti­ğine göre, bir gün babası ve Şâfıî karşılıklı olarak şiir söylüyorlardı. Şâfıî, Hüzeyl'in şiirini ezberden okuyunca Zübeyrî’nin babası;

"Bunu hadis ehlin­den kimseye söyleme, çünkü onlar buna tahammül edemezler" demişti.[95] Fahreddin Râzî'nin, hadis ashabının reisi saydığı ve taraftarlarınca "nâsıru's-sünne" olarak isimlendirilen Şâfıî bile hadis ehlinin hışmından emin de­ğildir.

Hadis ehlinin bundan daha basit şeylere bile karşı çıktıkları görülmek­tedir. Meselâ; hadislerin bablara ayrılarak tasnif edilmesi bunlardan biridir. Abdullah b. Mübarek'e, Tarsus'ta hadis rivayet ederken uğrayan Hammad b.Usâme el-Küfî, "Ey Ebû Abdurrahman, bu babları ve yaptığınız bu tasnifi hoş karşılamıyorum. Şeyhlerimizin böyle yaptıklarım görmedik" demiştir.[96] Halbuki bu tasnif, daha sonraki meşhur muhaddislerin tabii işi haline gelecektir.

Ebu Gudde bunları naklettikten sonra, "Hadis tasnifine bile karşı çıkan bu insanların, nassları anlamada ve tevilinde gerektiği yerde reyle amel edenlere çok daha şiddetle karşı koyacaklarında şüphe yoktur" demektedir.[97]

Ehl-i rey tabirine değişik bir tanım getiren Şah Veliyyullah Dehlevî'nin bu konudaki görüşleri şöyledir:

"Bazıları zanneder ki, ehl-i zahir ve ehl-i reyin dışında üçüncü bir fırka yoktur ve her kıyas ve istinbat yapan ehl-i reydendir. Vallahi hayır! Reyden murat, bizatihi akıl ve anlayış değildir. Çünkü bu, hiçbir alimden ayrı düşünülemez. Bu, sünnete dayanmayan reyde değildir. Çünkü hiçbir müslüman bunu benimseyemez. Bu, istinbat ve kı­yasa güç yetirmek demekde değildir. Çünkü Ahmed ve İshak, hatta Şâfıî itti­fakla rey ehlinden değildirler.[98] Fakat istinbat ve kıyas yapıyorlardı. Bila­kis rey ehlinden murat, müslümanların tamamı veya cumhuru tarafından üzerinde icma edilmiş meseleleri, mütekaddimînden bir alimin usulüne göre tahriç eden kimselerdir. Bunların işlerinin çoğu, bir görüşü kendisine ben­zeyen diğerine hamletme ve asıllardan bir asla ircadan ibarettir. Hadisleri ve eserleri tetebbu değildir".[99]

Dehlevî, hadis ehlinin özelliklerinden bahsederken, onların rey ve kı­yastan hoşlanmayan, mecbur kalmadıkça istinbatta bulunmayan ve fetva vermeyen, vuku bulmamış olaylara hüküm vermekten kaçınan, bütün güçle­rini hadis toplamaya ve rivayet etmeye sarf eden kimseler olduğunu belirtir.[100]

Son olarak Muhammed el-Hudari’nin, hadis ve rey ehli tabirlerine ge­tirdiği tanımları nakledelim:

"Hadis ehli, Kur'an'ın tamamlayıcısı ve Şârie, kendisiyle kulluk yapılabilecek nasslar olması itibariyle, kıbleleri sünnet olan kimselerdir, Bunlar Şâriin gözettiği hiçbir sebebe ve müçtehidin müra­caat edeceği hiçbir asla, muhtelif baplarla ilgili hiçbir usule bakmazlar. Bun­lar şeriata harfi harfine uymayı amaçlarlar. Bu yüzden bir meselede hiçbir nass bulamadıkları zaman susarlar ve fetva vermezler.

Rey ve kıyas ehline gelince, bunların şeriatın manasının anlaşılabilir olduğunu kabul ederler. Kur'an-ı Kerim'de, sünnetin de teyit ettiği umumi asıllar bulunduğunu söylerler. Ayrıca her fıkıh babı için Kur'an ve Sünnet'ten aldıkları asıllar olduğunu kabul ederler ve o babla ilgili bütün mese­leleri, o konuda nass yoksa bile bu asıllara irca ederler. Sıhhatini tevsik et­tikleri takdirde sünnet karşısındaki tutumları öncekiler (hadisçiler) gibidir"[101]



[79] Abdülkadir Şener, Kıyas, İstihsan, Istıslah, 51  (Hallaf’ın "Masadıru't-Teşrîi'l-İslâm kitabından naklen).

[80] Ignaz Goldziher, Zahiriler (çev. Cihat Tunç). 10.

[81] Gazali, Ihyau Ulumi’ d-Din, I. 262.

[82] İbn Hazm, Ibtalu’l-Kıyas, (Zahirîler kitabının içinde), 167.

[83] Laknevî, er-Refu ve't-Tekmîl, 86 (A. Ebu Gudde'nin notu).

[84] İbn Kayyım el-Cevziyye, İ'lâmu'l-Muvakkıîn,   I, 66. (Rey konusunda geniş bilgi için bkz. Age.,1. 47-85)

[85] Bu sıfatların bir listesi için bkz, Bağdadî, Şeref, 145-146.

[86] Şa’rani, Mîzan, I, 47.

[87] Abdülfettah Ebu Gudde,"Halk-ı Kur'an Meselesi" (çev. Müctebâ Uğur). AÜ1FD, XX. 318; Krs. İbn Kuteybe. el-İhtilaf fi'1-Lafz, 0-10; İbn Kuteybe'nin diğer bir tanımı için bkz. Tevil. 73-4

[88] Fahreddin Râzî, Menâkıbuş-Şafii. 245.

[89] Age., 245.

[90] Age.. 242.

[91] Age., 246.

[92] Age., 248.

[93] İbnü’l-Cevzî, Telbîsu İblîs, 113.

[94] Zehebî, Beyânu Za'lı’l-İlm, 6.

[95] Yâkut el-Hamevî, Mıı'cemü'l-Üdeba, XVII. 299-300 den naklen A. Ebu Ğudde'nin nofu, bkz. er-Ref u

ve'l-Tekmîl, 88.

[96] Ebu Nuaym el-Isfahânî, Hılyetü't-Evliyâ, VIII. 165 ten naklen Ebu Ğudde'nin notu. er-Ref. 88.

[97] Laknevî, er-Ref’u ve't-Tekmîl. 88 (Ebu Ğudde'nin notu).

[98] Dehlevî'nin, Ahmed, Ishak ve Şafiî'nin ehl-ı reyden sayılmadıkları konusunda bahsettiği ittifakta bir

istisnası için bkz. İbn Kuteybe. el-Maarif, 169-171; Te'vilu Muhtelifi'l-Hadis. 17.

[99] Şah Veliyyullah ed-Dehlevî. el-İnsaf, 73-74

[100] Age-, 32.

[101] Muhammed el-Hudari. Tarihu'l-Teşrîi’l-İslâmi, 200. Dr. İsmail Hakkı Ünal, İmam Ebu Hanife'nin Hadis Anlayışı Ve Hanefi Mezhebinin Hadis Metodu, Diyanet İşleri Başkanlığı Yayınları: 27-31