sumeyye
Wed 21 September 2011, 12:54 pm GMT +0200
F. Sünnet'in Tanımı ve Kur'an
Burada üç hususa dikkat edilmesi gerekir:
1-Daha önce belirttiğimiz gibi Peygamber (S.A.V.)'in Sünneti "Peygamber'in dinde izlediği yoF'dan ibaret olup Peygamber'e ait söz ve lafızlarla sınırlı değildir. Sünnet, ne Peygamber'den sadır olan Kur'an gibi ilahî kelamdan ne de Peygamber'den varid olan kendisine ait sözlerden ibarettir. Bilakis sünnet, her iki çeşit kelamın yani ilahî kelam ile Peygamber sözlerinin delalet ettiği hususlardan {medlûlü'I-akvâl) ibarettir. [Başka bir deyişle] bu sözlü ifadeler [bizzat sünnetin kendisi değil, aksine] sünnetin göstergesi ve delilidir. Sünnetin belirlenmesi konusunda Peygamber'e ait fiil ve takrirlerle nasıl istidlal ediliyorsa aynı şekilde [Bir konuyla ilgili] sünnetin ne olduğu konusunda bu iki çeşit söze de başvurulur ve bunlarla da delil getirilir. Yoksa Peygamber'in sünneti sadece Peygamber'in fiil ve tak-rirleriyle -Kur'an'ı hariçte bırakacak manada- nebevî ifadelerin medlulünden ibaret değildir. Evet Peygamber (S.A.V.)'in Kur'an'la amel ettiğini mülâhaza edip Kur'an'ın da medlulü itibariyle nebevî fiiller kapsamına girdiği düşüncesiyle sünneti Peygamber'in fiil ve takrirleriyle ve nebevî sözlerin medlûlüyle sınırlandırmanın bir mahzuru yoktur. [Bu durumda tanımda geçen "fiil"in kapsamı geniş olup itikada konu olan hususları da içerir.] Peygamber (S.A.V.)'in inancını teşkil eden hususlar da nebevî fiiller kategorisine girer. Zira İtikad, iz'ân ve tasdiktenibarettir. Bu ise ilgili yerlerde açıklandığı gibi nefsî [ve kalbî] birfiildir.
2-Gözden kaçırılmaması gereken diğer bir husus şudur: Selef-i salihîn dediğimiz sahabe, tabiin ve onları takip eden kuşaklar şer'î konularda bir delil ileri sürerken istidlal makamının tabîaü gereği iki tasarrufta bulunmuşlardır:
a-Selef alimleri şer'î bir hükmü İsbat makamında zikredilen mutlak sünnet lafzını çoğunlukla Kitap/Kur'an mukabilinde kullanmışlar ve bu kullanımla iki delil (kitap ve sünnet)i birbirinden ayırmayı hedeflemişlerdir.[112] Nitekim böyle istidlal makamında kullanılan sünnetin, Kitab mukabili ndeki şer'î kaynak manasını ifade etmesi örf oluşturacak düzeyde yaygınlaşmıştır. Yoksa selef-i salihîn bununla Peygamber sözlerinde geçen sünnet kelimesini ya da mutlak şekliyle sünnet kelimesini Kur'ânî medlulün haricindeki hususlara tahsis etmeyi kasdetmiş değildir.
Meselenin özü şudur: İki delil (Kitap ve Sünnet) türü arasında bir ayınm yapma zarureti, selef alimlerinin istidlal makamında sünnet lafzını kelimenin içerdiği mana ve kapsadığı fertlerden {mâsadak) bazısına tahsis edip Kur'an mukabilinde kullanmalarına sebebiyet vermiştir. Onlar sünnetin Kitap mukabilinde zikredilmesini de mezkur tahsisin karinesi ve göstergesi olarak kabul etmişlerdir.
Ancak "sünnet" e bağlılık ve itaati teşvik makamında ya da "sünnet" in bid'a mukabilinde kullanıldığı makamlarda selef ve haleften bütün alimler sünneti geniş ve genel anlamıyla yani başta Kur'an olmak üzere Peygamber'in söz, fiil ve takrirlerinin delalet ettiği "dinde izlenen yol" (et-tarikatu'l-muttebetu fi'd-dîn) manasında kullanmışlardır. Bu bağlamdaki sünneti hiç kimse Kur'an mukabilinde kullanmış değildir.
b-Selef alimleri sünnet kelimesini Peygamber (S.A.V.)'in fiil ve takrirleri için kullandıklan gibi aslında sünnetin müştemilâtına girmeyen Peygamber sözleri için de kullanmışlardır. Bu da biraz önce belirtildiği gibi istidlal makamı tabiatının gereği olarak onların başvurduğu bir durumdur. Zira Peygamber'in fiil ve takrirleriyle istidlalde bulunulduğu gibi ondan sadır olan sözlerle de istidlalde bulunulur. Ancak şu fark var ki sözlerle yapılan istidlal sözlerin lafızlan itibariyle olmayıp delalet ettiği mana itibariyledir.
İşte bu mülâhaza ve düşüncelerle ve İrade olunan mananın da açık ve anlaşılır oluşu gözönüne alınarak selef alimleri Peygamber sözleri için de "sünnet" ifadesini kullanmışlardır.
Sonradan gelen usûl alimleri inceledikleri konuların ve uğraştıkları ilmî alanın tabiatı gereği yukarıdaki iki kullanımda selefe tabi olmuşlardır. Yani onlar da bir yandan istidlal makamında zikredilen sünnet kelimesini Kur'an mukabilinde kullandılar diğer yandan Peygamber sözlerini sünnet başlığı altında ele aldılar.
3-Daha önce belirttiğimiz gibi Peygamber (S.A.V.)'in hadislerinde geçen sünnet kelimesi "Peygamber'in nübüvvet ve risâlet vasfıyla getirmiş olduğu dinî yol ve yöntem" anlamına gelmektedir. İster Peygamber (S.A.V.)'in hadislerinde, isterulemadan herhangi birinin ifadelerinde geçsin, itaati teşvik bağlamında ve bid'at mukabilinde kullanılan sünnet kelimesinin bu manaya geldiğini ve bu anlamdaki sünnetin Peygamber'e ait fiil, söz ve takrirleri ihtiva ettiğini de daha önce ifade etmiştik. Ancak burada sözkonusu edilen "fiiller"den maksadın Peygamber (S.A.V.)'e özgü olmayan ve Peygamber'in tebliğ ve ibadet amacıyla gerçekleştirdiği fiiller olduğu hususuna dikkat çekmek istiyoruz. Dolayısıyla Peygamber (S.A.V.)'e hâs olan uygulamalar ve Peygamber'den sadır olan (oturup-kalkma, yeme-içme, uyuma, alış-veriş gibi) cibillî fiiller mezkur manada sünnete dahil olmazlar. Zira "dînde izlenen nebevî yol ve yöntem" şeklinde tanımlanan sünnetten maksat, mükelleflerin dinî açıdan Peygamber'e itaat etmekle yükümlü olduğu şeylerdir. Adı geçen fiiller ise kişinin dinî bakımdan Peygamber'e uyması İstenen nitelikte değildir. Evet, yeme-içme ve uyuma şekli gibi Peygamber (S.A.V.)'in bazı cibillî fiillerinin özel bir görünüm ve şekil kazandığı doğrudur. Bu tür fiillerde ortaya çıkan görünüm ve hey'et de sünnete dahil edilir ve mükelleften bunada uyması İs-tene bilir.
Unutmamak gerekir ki bütün bu söylediklerimiz sünnet kelimesinin, muhatapları itaata teşvik bağlamında ve bid'at mukabilinde kullanılması durumunda söz konusudur. Ancak kelimenin istidlal makamında ve delil türlerini sıralama sadedinde kullanılması durumunda ki bu usûlcülerin kullanımıdır sünnet kelimesi, Peygamber (S.A.V.)'e ait bütün fiilleri kapsar. Zira Peygamber (S.A.V.)'e ait herhangi bir fiil mutlaka teklîfî veya vaz'î hükümlerden birine delalet eder. En azından yapılan fiilin mübahlığına veya gerçekleştirilen akdin sıhhatine delalet eder.
Son olarak şu hususu tekrar hatırlatmak istiyoruz. Sünnetin hüccet değeri, sünnet lafzının mefhumuyla alakalı değildir. Sünnet lafzıyla ilgili iddiaları faraza kabul etsek bile bu durum, İddia sahiplerine bir şey kazandırmaz. Zira sünnetin hüccet değeri ve bağlayıcılığı Peygamber'e itaatin gerekliliği gerçeğine bağlıdır. Bu İse Kitap, Sünnet ve bütün ümmetin mütevatir uygulamasına dayanan kat'î delillerle sabittir. Keza bu durum, Peygamber'in haiz olduğu risalet vasfının da bir gereğidir. "Biz her peygamberi -Allah'ın izniyle- ancak kendisine itaat edilmesi için gönderdik.[113]
[112] Bariz bîr örnek olarak meşhur Muâz hadisi hatırlanabilir. Bu hadiste Muâz (r.a.) Kur'an'da bulamadığı açıklamalar için sünnete başvuracağını belirtmekte ve Sünneti, Kur'an'ın mukabilinde ve onun redifinde ikinci bir delil türü olarak zikretmektedir. Sünnetin deliller hiyerarşisi içindeki konumunu ve derecesini belirlemek ve açıklamakla meşgul olan usûlcüler de içinde bulundukları bilimsel çerçevenin yapısının gereği olarak aynı kullanımı sürdürmüşlerdir. Zira bilindiği gibi usûl, serî delilleri ve bu delillerden hüküm istinbat etme yöntemini konu edinir. Böyle bir bağlamda yani sünnetin Kur'an ve diğer deliller mukabilinde, müstakil bir deli! türü ve kaynak çeşidi olarak zikredilmesi gereken bir makamda Kur'an'ı sünnetin tarifi içerisinde zikretmenin imkansız olduğu açıktır.
Fakat sünnetin bid'a mukabilinde kullanıldığı yerlerde öyle bir sınırlamadan söz edilemez. Mesela "Kim benim sünnetimden yüz çevirirse benden değildir." hadisi ile "Benim sünnetime ve hak ve hidayet üzere bulunan halifelerin sünnetine uyunuz. Bunlara sımsıkı sarılıp sonradan [dinde] ihdas edilen şeylerden sakınınız. Zira bütün bid'atler dalalettir." hadisinde geçen sünnet kelimesi bu geniş nitelikli kullanıma örnek verilebilir. Bu bağlamda zikredilen sünnet, bütün alimlere göre, başta Kuran olmak üzere dinî her hangi bir delile dayanan bütün tasavvurları ve uygulamaları içine alan bir muhteva taşır. -Çev-
[113] Nisa, 64 Muhammed Salih Ekinci, Hüccet Değeri ve Tedvin Açısından Sünnet, Rağbet Yayınları: 63-67.