- Şükrün Sabır Üzerine Üstünlüğü

Adsense kodları


Şükrün Sabır Üzerine Üstünlüğü

Smf Seo Versiyon , -- Seo entegre sistem.

Array
neslinur
Sun 18 July 2010, 03:58 pm GMT +0200
بســـم الله الرحمن الرحيم
 
 
Şükrün Sabır Üzerine Üstünlüğü
 
 

Ebu'l-Melih demiştir ki:

"Musa aleyhisselam:

"Ya Rabbi en faziletli şükür nedir?" dedi. Allah Teala:

"Her zaman beni şükretmendlr" buyurdu.

Bekir b. Abdullah bir kardeşine:

"Bana bir şey öğret" dedim.

O da: "ben ne söyleyeceğimi bilmiyorum. Ancak bir kula yakışan Allah'a hamd etmekten ve istiğfar etmekten yorulmamalıdır. Çünkü Adem oğlu nimet ile günah arasında bulunmaktadır. Nimet faydalı olmaz, ancak hamd ve şükürle faydalı olur. Günah da ancak tevbe ve istiğfar ile zararsız hale gelir." dedi.

"Bana istediğimden daha çok şey öğretti." dedi.

Abdülaziz b. Ebu Davud demiştir ki:

"Muhammed b. Vasi'in elinde bir yara gördüm. Muhammed b. Vasi, benim yaraya üzüldüğümü görünce bana:

"Bu yarada, Allah Teala'nın, benim üzerimde ne kadar büyük bir nimeti vardır, biliyor musun?. Çünkü Allah Teala, bu yarayı gözbebeğimde, dilimde ve beynimde kılmamıştır" dedi. Bunun üzerine onun yarası beni rahatlattı.

El-Ceriri'nin, Ebu'l-Verd'den, o da Hallac'dan o da, Muaz b. Cebel (r.a.)'den, rivayet ettiğine göre Muaz b. Cebel, demiştir ki:

"Resulullah (sallallahu aleyhi ve sellem) bir adamın yanına geldi. O adam:

"Allah'ım ben senden nimetin tamamını isterim" diyordu.

Bunun üzerine Resulullah (sallallahu aleyhi ve sellem) ona:

"Ey Ademoğlu! nimetin tamamı nedir biliyor musun?" buyurdu.

O da: "Ya Resulullah (sallallahu aleyhi ve sellem) kendisiyle hayır ümid ettiğim bir dua ile dua ettim." dedi.

Bunun üzerine Allah Resulü: "Nimetin tamamı, cehennemden kurtulup, cennete girmektir" buyurdu. (Tirmizi)

Sehim b. Seleme:

"Bana anlatıldığına göre, bir kimse, yemeğe başlarken Besmele çekerse, sonunda da, "Elhamdülillah" derse (kıyamette) o, yemek nimetinden sorulmaz." demişti.

Şüphe yok ki, Allah Teala, afiyetin istenilmesini sever. Allah'dan afiyetten daha sevimli bir şey istenmemiştir. Nitekim Müsned'de, Ebu Salih'den, o da Ebu Hureyre (r.a.)'den naklen rivayet edildiğine göre, Ebu Hüreyre (r.a.) demiştir ki, "Ebu Bekir (r.a.) minbere çıktı ve, "Ey mü'minler, Allah'dan afiyet isteyin. Çünkü bir kula imandan sonra afiyetten daha hayırlı bir şey verilmemiştir" dedi. (Tirmizi, Nesei, İbn-i Mace)

İşte bunlar şükrün, sabırdan üstün olduğuna delalet eder.

Diğer bir hadis-i şerif de:

"Şüphe, yok ki, insanlara bu dünyada afdan ve afiyetten daha üstün bir şey verilmemiştir. O halde bunları Allah azze ve celleden isteyin." buyrulmuştur.

Resulullah (sallallahu aleyhi ve sellem), amcası Abbas (r.a.)'a:

"Ey amcam, dua ederken afiyeti çok iste" buyurdu.

Tirmizi'de Abbas (r.a.), ben:

"Ya Resulullah! bana bir şey öğret onu Allah'dan isteyeyim" dedim.

Resulullah (sallallahu aleyhi ve sellem):

"Allah'dan afiyet iste" buyurdu.

Bir kaç gün bekledim. Sonra Resulullah (sallallahu aleyhi ve sellem)'a gelip:

"Ya Resulullah! bana bir şey öğret onu Allah'dan isteyeyim" dedim.

Bunun üzerine Resulullah (sallallahu aleyhi ve sellem), bana:

"Ey Abbas! Ey Resulullah'ın amcası; dünyada ve ahirette Allah'dan afiyet iste" buyurdu.

Resulullah (sallallahu aleyhi ve sellem):

Taif günü duasında:

"İlahî! kuvvetimin zayıf olduğunu, çaresiz kaldığımı, halk nazarındaki hakirliğimi ancak sana arzederim. İlahî eğer bana karşı gazablı değilsen çektiğim zahmetlere, belalara hiç aldırmam. Ancak şu da var ki senin afiyetin daha geniştir" demiştir.

Resulullah (sallallahu aleyhi ve sellem) Allah'ın afiyetine sığınmıştır. Nitekim şu duasında da afiyete sığınarak:

"Allah'ım, senin gazabından rızana sığınırım. Senin azabından affına sığınırım. Senden sana sığınırım" demiştir. (Müslim, Ebu Davud, Nesei, Tirmizi, İbn-i Mace)

Bir hadis-i şerifin sonunda:

"Allah'dan afiyet ve muafat isteyin" buyrulmuştur. (İbn-i Mace)

İşte bu dua, geçmiş zamanda (işlenen günahların) affını, şimdiki zamandaki afiyeti, gelecek zamandaki afiyetin devamıyla, muafatı içine almaktadır.

Abdullah et-Teymi şöyle derdi:

"Allah'dan afiyeti çok isteyin. Çünkü belaya uğramış kimsenin belası ne kadar şiddetli dursa olsun dua etmeye afiyette olan şahıstan daha layık değildir. Çünkü afiyette olan şahıs belaya uğramayacağından emin değildir. Bugün belaya uğramış olanlar, dün afiyette olanlardır. Bugünden sonra belaya uğrayacak olanlar, bugün afiyette olanlardır. Eğer bela hayra götürürse biz bela ehlinden değiliz. Yani bela bizim doğru yola dönmemize ve sevab kazanmamıza sebep oluyorsa bu bela bela değildir. Bilakis bizim için bir nimettir. Çünkü nice belalar vardır ki, sahibini hem dünyada yorar hem de ahirette rezil ve kepaze eder. Uzun zaman Allah'a isyan eden kimsenin ömrünün geri kalan kısmında kendisini dünyada helake sürükleyecek ahirette de rezil ve kepaze edecek belaya uğramasından emin değildir."

Abdullah et-Teymi bunları anlattıktan sonra:

"Nimetlerini sayacak olsak sayamayacağımız, onun için ne kadar amel etsek karşılığını veremeyeceğimiz, dünya durdukça bize ömür verilip nimetleri içinde yaşasak nimetlerini eskitemeyeceğimiz, Allah'a hamd olsun" derdi.

Resulullah (sallallahu aleyhi ve sellem), Allah'dan sabır isteyen bir adamın, yanından geçti. Ona:

"muhakkak sen bela istedin. Allah'dan afiyet iste" buyurdu. (Tirmizi, Nesei)

Sahihi Müslim'de, Resulullah (sallallahu aleyhi ve sellem), müslümanlardan, zayıflamış da kuş yavrusu gibi olmuş bir zatı ziyaret etti. Resülullah (sallallahu aleyhi ve sellem) ona:

"Allah'a bir şeyle dua ediyor yahut ondan bir şey istiyor muydun?" diye sordu.

O zat; "Evet, Allah'ım bana ahirette ne ile ceza vereceksen, onu bana peşin ver, diyordum" cevabını verdi.

Bunun üzerine Resulullah (sallallahu aleyhi ve sellem):

"Sübhanallah! Sen buna takat getiremezsin -yahut senin buna gücün yetmez- Allah'ım bize dünyada iyilik, ahirette de iyilik ver. Ve bizi cehennem azabından koru, deseydin ya!" buyurdu.

Sonra Resulullah (sallallahu aleyhi ve sellem), o adam için Allah'a dua etti. Allah da şifasını verdi.

Tirmizi'de rivayet edildiğine göre, Ebu Hüreyre demiştir ki:

Resulullah (sallallahu aleyhi ve sellem)'dan ezberlediğim şu duayı hiç bırakmıyorum:

"Allah'ım beni senin şükrüne tazim edenlerden, seni çok zikredenlerden, senin nasihatına uyanlardan, senin emirlerini ve yasaklarını koruyanlardan kıl."

Şeyban demiştir ki,

"Hasan-ı Basri bir meclise oturduğu vakit şöyle derdi:

"Allah'ım bizi müslüman kıldığın için yalnız sana hamd ederiz. Bize Kur'an'ı ihsan ettiğin için, yalnız sana, hamd ederiz. Bize aile, mal verdiğin için, bize bol nzık verdiğin için, bize emniyet ve afiyet verdiğin için senden her istediğimizi bize verdiğin için yalnız sana hamd ederiz. Bize çok nimet ve çok hayır verdiğin için, bizden bir çok şerleri ve kötülükleri giderdiğin için yalnız sana hamd ederiz. Celil, Baki ve Daim olan Zatın için yalnız sana hamd ederiz."

Selefi Salihinden bazıları şöyle derlerdi:

"Allah'ım, dinimizde ve dünyamızda, geçmiş zamanda bizim üzerimizde devam etmiş olan, ve gelecekte de bizim üzerimizde devam edecek olan, nimet, afiyet ve ihsan yalnız sendendir. Sen birsin ve senin ortağın yoktur. Bu yüzden bizim üzerimize yalnız sana hamd etmek lazımdır. Ancak minnet, ihsan, fazl-u kerem sana aittir. Bize ve bütün mahlukata vermiş olduğun nimetlerin adedince sana hamd olsun. Hiçbir ilah yoktur, ancak sen varsın."

Mücahid demiştir ki:

"İbn-i Ömer (r.a.) seferde iken sabah olunca sesini yükselterek üç defa:

"Allah Teala'nın bizim üzerimizde bir hak olarak bulunan hamdini, nimetlerini ve güzel imtihanlarını herkes duysun" diye nida ederdi. Sonra:

"Allah'ım bize arkadaş ol! fazl-u kereminden bize ihsan et... Ateşten (cehennemden) Allah'a sığınırız... Günahlardan dönüş ve taata olan güç de ancak Allah'ın yardımıyladır" diyerek, bunu üç kerre tekrarlardı.

İmam Ahmed zikretti ki:

"Allah Teala, Musa b. İmran aleyhisselama:

"Ya Musa! uyanık ol. Kendine dostlar edin. Benim muhabbetim üzere sana gelmeyen her dostla arkadaş olma, çünkü o senin düşmanındır ve kalbini karartır. Şükrü eda etmiş olman için ve nimetin artması için beni çok zikret" diye vahyetti.

Hasan-ı Basri demiştir ki:

"Allah Teala, Adem aleyhisselam'ı yarattığı zaman cennetlikleri onun sağ tarafından, cehennemlikleri de onun sol tarafından çıkardı. Onlardan kimi âmâ, kimi sağır, kimi de hastalıklı olarak yeryüzünde debelenmeye başladılar. Bunun üzerine Adem aleyhisselam, "Ya Rabbi! Niçin çocuklarımın arasını eşit kılmadın? dedi. Allah Teala, "Ey Adem! Bana şükretmelerini istedim." buyurdu.

Sünen'de zikredildiğine göre, Resulullah (sallallahu aleyhi ve sellem), bir kimse sabaha çıkınca:

"Allah'ım bana verdiğin nimet ve mahlukatından her birine verdiğin nimet ancak sendendir. Sen birsin, senin ortağın yoktur, hamd de, şükür de, ancak sana mahsustur" derse, o kimse o günün şükrünü eda etmiş olur. Bir kimse bu duayı akşam olunca okursa, o gecenin şükrünü eda etmiş olur.

Bir hadis-i şerifde:

"Belaya uğradıklarında sabredenler, kendilerine, verilenlere şükredenler, kendilerine haksızlık edildiğinde, affedenler, kendileri haksızlık ettiğinde af dileyenler var ya! İşte korkudan emin olmak onların hakkıdır. Hidayete erenler de onlardır" buyrulmuştur. (Taberani, Beyhaki)

Resülullah (sallallahu aleyhi ve sellem) bir adama şu üç şeyi tavsiye ederek:

"Ölümü çok an ki, başka şeylerle uğraşmaktan seni alıkoysun, duaya devam et çünkü senin duanın ne zaman kabul edileceğini bilmezsin, şükre devam et çünkü şükür, nimetin artmasının sebebidir" buyurmuştur. (İbn-i Ebi'd-Dünya, Beyhaki)

Resulullah (sallallahu aleyhi ve sellem) yemek yedikten sonra:

"Beni yediren, beni sulayan, bana hidayet veren, her güzel bela ile beni imtihan eden Allah'a hâmd olsun. Rızık veren o metin kuvvete sahib olan Allah'a hamd olsun. Allah'ım bize vermiş olduğun faydalı şeyleri ve bize rızık olarak vermiş olduğun faydalı şeyleri bizden alma, bizi sana şükredenlerden kıl" diye dua ederdi.

Resulullah (sallallahu aleyhi ve sellem), yemek yedikten sonra:

"Yediren, sulayan yemeyi, içmeyi kolaylaştıran, yemeğin faydasız olan kısmının dışarı çıkmasına yol kılan Allah'a hamd olsun" diye dua ederdi. (Ebu Davud, Nesei)

Urve b. Zübeyr'in, önüne yemek konulduğunda şu duayı okumadıkça el atmazdı:

"Bize hidayet veren, bizi yediren, bizi sulayan, bize nimet veren Allah'a hamd olsun, Allah büyüktür, Allah'ım bizi nimetine alıştırdın, biz bütün şeref ve iyiliklerle sabaha dahil olduk. Bütün hayır ve iyiliklerle akşama dahil olduk. Nimetin tamamını ve onun şükrünü senden isteriz. Senin hayır ve ihsanından başka hayır ve ihsan yoktur. Ey salihlerin İlahı! Ey alemlerin Rabbi! Senden başka ibadete layık ilah yoktur. Hamd Allah'a mahsusdur. Allah'dan başka ibadete layık ilah yoktur. Allah'ın dilediği olur. Kuvvet ancak Allah'ın yardımıyladır. Allah'ım bize rızık olarak verdiğin şeyi bizim için mübarek kıl, bizi ateş (cehennem) azabından koru."

Vehb b. Münebbih demiştir ki:

"Nimetlerin en büyükleri üçdür,

Birincisi İslam nimetidir ki nimetler ancak onunla tamam olur.

İkincisi, afiyet nimetidir ki hayat ancak onunla hoş olur.

Üçüncüsü, zenginlik nimetidir ki yaşamak ancak onunla tamam olur."

Vehb, gözleri kör, cüzzamlı, kötürüm, çıplak, yaralı bir kimsenin yanından geçti. O kimse:

"Allah'a vermiş olduğu nimetlerden dolayı hamd olsun" diyordu.

Bunun üzerine Vehb'in yanında bulunan bir adam, ona:

"Senin üzerinde hangi nimet kalmış ki, ondan dolayı Allah'a hamd ediyorsun?" dedi. O kimse de ona:

"Şehir halkına bir göz at. Halkının çokluğuna bak. Orada benden başka Allah'ı tanıyan yoktur. Ben Allah'a nasıl hamd etmeyeyim." dedi.

Bir hadis-i şerifde:

"Allah Teala, bir kula bir nimet verir de o da, Allah'a o nimetten dolayı hamd ederse, nimetin şükrünü eda etmiş olur" buyrulmuştur.

Ali b. Ebu Talib zikretmiştir ki:

Buhtunnasır'a Danyal aleyhisselam getirildi. Onun hapsedilmesini emreder. Bunun, üzerine onu zindana attılar ve yanına da iki vahşi aslan koydular. Beş gün sonra zîndanın kapısını açtıklarında Danyal aleyhisselam'ın namaz kıldığını aslanların da zindanın bir tarafında yatmış olduklarını ve ona dokunmamış olduklarını gördüler. Buhtunnasır ona:

"Zindana atıldığında ne söyledin de aslanlar sana dokunmadı?" dedi. O da:

"Kendisini zikredeni unutmayan Allah'a hamd olsun.

Kendisine tevekkül edeni başkasına bırakmayan Allah'a hamd olsun.

Çarelerimiz kesildiği vakit tek dayanağımız olan Allah'a hamd olsun.

Amellerimize güvenimiz olmadığı vakit tek ümidimiz olan Allah'a hamd olsun.

Üzüntümüzden sonra sıkıntımızı gideren Allah'a hamd olsun.

Güzel amele karşılık güzel mükafat veren Allah'a hamd olsun.

Sabırla dertlerden ve belalardan kurtaran Allah'a hamd olsun dedim." dedi.

Resulullah (sallallahu aleyhi ve sellem) aynaya baktığı vakit:

"Vücudumu ve ahlakımı güzel yaratan, başkasında çirkin olan şeyi bana zinet kılan Allah'a hamd olsun" derdi.

İbn-i Sîrin demiştir ki:

"İbn-i Ömer aynaya çok bakardı. Yolculukda bile yanında ayna taşırdı.

Ona: "Niçin aynaya devamlı bakıyorsun?" diye sordum.

O da: "Başkasının yüzünde çirkin olan şeyi benim yüzümde güzel kılan Allah'a hamd etmek için bakıyorum." diye cevap verdi.

Ebu Bekir b. Ebu Meryem'e:

"Nimetin tamamı nedir?" diye soruldu.

O da: "ayağının biri sırat köprüsü üzerinde iken diğerini cennete koymandır" diye cevap verdi.

Bekir b. Abdullah demiştir ki:

"Ey Ademoğlu! Allah'ın senin üzerinde olan nimetini bilmek istersen iki gözünü kapat ve âma olanların nasıl yaşadıklarını düşün."

"Allah, zahir ve batın bütün nimetlerini üzerinize yığmıştır" (Lokman/20)

Mukatil, bu ayeti kerimedeki "Zahir nimet" ile İslamiyet murad edilmiştir, "batın nimet" ile de Allah Teala'nın günahlarınızı örtmesi murad edilmiştir" demiştir.

İbn-i Şevzeb demiştir ki:

"Abdullah b. Mes'ud:

"Allah Teala'nın, cehennem ehline de nimeti vardır. Çünkü Allah Teala, onlara içinde bulundukları azabdan daha şiddetli azab etmek isteseydi elbette ederdi." demiştir.

Ebu Süleyman ed-Darani demiştir ki:

"Kıyamet günü Allah'a dost olacakların bir çok hasletleri vardır; asalet, cömertlik, yumuşaklık, şefkat, merhamet, şükür, iyilik, sabır."

Ebu Hüreyre (r.a.) demiştir ki:

"Bir kimse belaya uğramış bir şahsı gördüğünde;

"Sana vermiş olduğu beladan bana afiyet veren ve yaratmış olduğu mahlukatının birçoklarından beni üstün kılan Allah'a hamd olsun" derse o nimetin (afiyet nimetinin) şükrünü eda etmiş olur."

Abdullah b. Vehb demiştir ki:

"Abdurrahman b. Zeyd'i şöyle derken işittim:

"Şükür hamdin aslını esasını ve dallarını içine alır".

Abdurrahman b. Zeyd:

"Bedenindeki, kulağındaki, gözündeki, ellerindeki, ayaklarındaki ve diğer azalarındaki Allah'ın nimetlerine bakıyor bunlardan herbiri, Allah Teala'nın bize vermiş olduğu nimetleridir. Kulun, bedenindeki nimetleri Allah Teala'nın taatında kullanması lazımdır. Rızıkda da başka bir nimet vardır. Kulun kendisine Allah'ın rızık olarak vermiş olduğu nimeti de Allah'ın taatında sarf etmesi lazımdır. Bir kimse böyle amel ederse, tam şükretmiş olur" demiştir.

Ka'b (r.a):

"Allah Teala dünyada bir kula bir nimet verir de o nimetten dolayı Allah Teala'ya şükrederek, alçak gönüllü olursa, mutlaka Allah Teala dünyada o kula o nimetin faydasını ihsan eder. Ahirette de o nimet yüzünden onun derecesini yükseltir. Allah Teala, dünyada bir kula bir nimet verir de bu nimetten dolayı Allah'a şükrederek, alçak gönüllülük göstermezse mutlaka Allah Teala dünyada, o kula o nimetin faydasını men eder. Ve onun için ateş (cehennem) tabakalarını açar dilerse ona azab eder, dilerse affeder" demiştir.

Hasan-ı Basri demiştir ki:

"Allah'ın nimetini yalnız yemede, içmede, giyinmede gören kimsenin ilmi noksan, azabı hazırdır."

Hasan-ı Basri, bir gün Bekil el-Müzeni'ye:

"Ey Ebu Abdullah kardeşlerin için dua et" dedi.

O da: "Allah'a hamd-ü sena, Resulullah'a selatu selam ettikten sonra, "Vallahi benim ile sizin üzerinizdeki iki nimetten hangisi daha faziletli ve üstündür bilmiyorum, ağız yolu nimeti mi? yoksa yenilen yemeğin faydalı olmayan kısmının dışarı atılma yolu nimeti mi? hangisi daha üstün bilemiyorum" dedi.

Hasan-ı Basri: "Yenilenin, faydalı olmayan kısmının dışarı atılma yolu, elbette yemek nimetine dahildir" dedi.

Aişe (r.a.) demiştir ki:

"Bir kul suyu içer de, su da eziyet vermeden girer ve faydasız kısmı dışarı çıkarsa o kulun bu nimete şükretmesi vacib olur."

Hasan-ı Basri demiştir ki:

"Nice nimetler vardır ki, lezzetle girer ve rahatlıkla faydasız kısmı dışarı çıkar. Bu memleketin hükümdarlarından bir hükümdar, hizmetçilerinden birinin küpden bir maşrapa suya doldurup, ayakta kana kana içtiğini görünce ona:

"Keşke ben de senin gibi içebilseydim" demişdi. Çünkü o hükümdar kana kana su içemezdi. Su içtiği vakit o suyun her yudumu onun için bir ölüm olurdu. Kana kana su içmek bile ne kadar büyük bir nimettir."

Alimlerden biri, kendi kardeşine yazmış olduğu mektubunda, şöyle diyordu:

"Bundan sonra bilmiş ol ki, çok günahkar olmamıza rağmen Allah Teala'nın bize vermiş olduğu nimetleri sayamayız. Bizi sevindiren güzel nimetlerine mi, yoksa, çirkinliklerimizi örtme nimetine mi? Bunlardan hangisine şükredeceğimizi bilemiyoruz."

Hasan-ı Basri'ye denildi ki:

"Burada insanlara karışmayan bir adam var."

Hasan-ı Basri onun yanına gidip, insanlara niçin karışmadığını sordu.

O da: "Ben günah ile nimet arasında akşamlayıp sabahlıyorum. Günahdan istiğfar etmekle, nimetten dolayı Allah'a şükretmekle meşgul olduğum için insanlara karışacak vakit bulamıyorum" dedi.

Bunun üzerine Hasan-ı Basri ona:

"Ey Allah kulu sen bana göre Hasan'dan daha fakihsin, bulunduğun hal üzere devam et" dedi.

"And olsun, eğer siz şükrederseniz elbette size nimetimi artırırım" (İbrahim/7).

Ali b. Salih bu ayet-i kerimedeki:

"artırırım" ile "Allah'ın taatının artırılması" murad edilmiştir." demiştir.

Netice olarak; Allah'ın taatının artırılması nimetlerin en büyüklerindendir.

İbn-i Ebi'd-Dünya, zikretmiştir ki,

Muharib b. Disar, geceleri bazen sesini yükselterek şöyle derdi:

"Ben, terbiye ettiğin küçüğüm, hamd ancak Sana mahsustur.

Ben, mal verdiğin züğürdüm, hamd ancak Sana mahsustur.

Ben, evlendirdiğin bekarım, hamd ancak Sana mahsustur.

Ben, giydirdiğin çıplağım, hamd ancak Şana mahsustur.

Ben, arkadaş olduğun misafirim, hamd ancak Sana mahsustur.

Ben, geri çevirdiğin gaibim, hamd ancak Sana mahsustur.

Ben, ihsanda bulunduğun dilenciyim, hamd ancak Sana mahsustur.

Ben, duasını kabul ettiğin duacıyım, hamd ancak Sana mahsustur.

Ey Rabbimiz! Çok hamd ancak Sana mahsustur."

Hatiplerden biri hutbesinde şöyle dedi:

"Ey mü'minler! Allah Teala, sizin için güzel bir burun çizmiş onu yükselterek güzel bir şekil vermiş, sonra sizin için yuvarlak gözler kılmış, onu kapatmak için kapaklar vermiş, kapaklara kirpikler asmış, sonra sizi halden hale nakletmiş. Annenizin babanızın kalbini size karşı şefkatli ve merhametli kılmış. Allah Teala'nın nimetleri sizi örtmüş ve sarmıştır."

"Allah'ın nimetlerini saymaya kalksanız (kabil değil) sayamazsınız" (Nahl/18).

Bu ayet-i kerime hakkında bazı alimler şöyle demişlerdir:

Nimetlerin bilinmesi için bir sınır kılmayan ancak nimetlerinin sonsuz olduğunu bilmeyi, mümkün kılan Allah'ı tesbih ve tenzih ederiz. Nitekim, Kendisi'nin de idrak edilebilmesi için bir sınır koymamış ancak idrak edilemeyeceğini bilmeyi idrak kılmıştır. Allah Teala, nimetlerini bilmekten aciz olduğumuzu bilmeyi şükür kılmıştır. Nitekim insanların Allah Teala'nın idrak edilemiyeceğini bilmelerini, iman kılmıştır. Çünkü kulların Allah'ın nimetlerini bile tam olarak bilmeleri mümkün değildir.

Abdullah b. Mübarek, Müsenna b. el-Sabbah'dan, o da Amr b. Şuayb'dan, o da babasından, o da dedesinden naklen rivayet etti. Dedesi, Resulullah (sallallahu aleyhi ve sellem) şöyle derken işittim demiştir:

"Her kimde iki haslet bulunursa, Allah Teala onu sabredici, şükredici yazar. Kimde de bu iki haslet bulunmazsa onu sabredici, şükredici yazmaz.

Dinde kendisinden üstün olana bakıp ona uyan ve dünyalıkta kendisinden aşağısına bakıp kendisini ondan üstün kıldığı için Allah'a hamd eden kimseyi Allah Teala sabredici ve şükredici yazar.

Dinde kendisinden aşağısına dünyalıkta kendisinden üstününe bakıp, kendisinde buIunmayan nimete üzülen kimseyi Allah Teala, sabredici ve şükredici yazmaz".

Bu isnad ile Abdullah b. Amr'den mevkuf olarak rivayet edilen bir hadis-i Şerifde:

"Dört haslet kimde bulunursa, Allah Teala, onun için cennette bir köşk yapar,

-"La ilahe illallah"a devam etmesi,

- Başına bir musibet geldiğinde, "innalillah ve inna ileyhi raciun" demesi,

- Kendisine" bir şey verildiğinde, "Elhamdülillah" demesi,

- Günah işlediği zaman Allah'dan mağfiretini ve affını dilemesidir" buyrulmuştur.

"Nuh çok şükreden bir kul idi" (İsra/3).

Mücahid bu ayet-i kerimenin tefsirinde şöyle demiştir:

"Nuh aleyhisselam, bir şey yediği vakit mutlaka Allah Teala'ya hamd ederdi.

Bir şey içtiği vakit mutlaka Allah Teala'ya hamd ederdi.

Yürüdüğü zaman mutlaka Allah Teala'ya hamd ederdi.

Bir şey tuttuğu zaman mutlaka Allah Teala'ya hamd ederdi. Bundan dolayı, Allah Teala onu, "çok şükreden bir kul idi" diye övmüştür.

Muhammed b. Ka'b:

"Nuh aleyhisselam, yemek yedikten sonra: "Elhamdülillah",

su içtikten sonra, "Elhamdülillah",

elbisesini giyince, "Elhamdülillah",

bineğe binince, "Elhamdülillah" derdi.

Bundan dolayı Allah Teala, ona "Çok şükreden bir kul idi" diye isim vermiştir" demiştir.

İbn-i Ebi'd-Dünya, hükemanın birinden naklen zikretmiştir ki:

"Allah Teala, insana günahından dolayı azab etmiyecek olsaydı, nimetlerine şükür için ona karşı isyan edilirdi."