- Selâm Bölümü

Adsense kodları


Selâm Bölümü

Smf Seo Versiyon , -- Seo entegre sistem.

rray
saniyenur
Fri 7 October 2011, 10:19 pm GMT +0200
39-) Selâm Bölümü
(Ki tâ bu's-Selâm)


1451-) Ebû Hureyre (r.a.)'dan. Hz. Peygamber (s.a.v.): "Küçük büyüğe, yürüyen oturana, az çoğa sefam verir." buyurmuştur. [1483]

 
1452-) Ebû Hureyre (r.a.)'dan. Rasûiülfah (s.a.v.): "Müs/üman/n, Müslüman üzerindeki hakkı altıdır." buyurdu: "Ey Allah'ın Rasûiü, ne­dir onfar?" denildi: "Onunia karşılaştığında ona selam ver, seni davet ettiğinde davetine git, senden nasihat istediğinde nasihat ver, ak-sırdığmda ve "el-Hamdülillah" dediğinde, "yerhamükeiiah" de, hasta olduğunda ziyaretine git, vefat ettiğinde cenazesinde bu­lunmuyordu. [1484]

 

1453-) Enes (r.a.)'dan. Hz. Peygamber (s.a.v.)'in ashabı: "Ehli Kitap, bize selam veriyor. Selamını nasıl alalım?" dedi. 0 da: "Siz de:"Ve aieyküm"deyiniz" buyurdu. [1485]

 

1454-) İbni Ömer (r.a.)'dan. Rasûlüllah (s.a.v.): "Yahudiler size selam verdiğinde ve: "es-Sâmü aieyküm (öium üzerine olsun)" dedi­ğinde sen de: "Aleyke"(senin üzerine o!sun) fe"buyurmuştur. [1486]

 

1455-) Hz. Âişe (r.a.)'dan. Yahudilerden bir topluluk Rasûlüllah (s.a.v.)'in yanına girmek için izin istemişler ve (selâm verirken es-seiâmu

aleyköm   (=Selâm   üzerinize   olsun)   şeklinde   selâm   vermeyip)   eS-Sâmu   aleyküm

(=Ölüm üzerinize olsun)" demişler. Âişe (r.a.) da: "Bilakis size es-Sâmu ve'l-La'netü aieyküm (=Ölüm ve lanet sizin üzerinize olsun)" demiş. Bunun üzerine Rasûlüüah (s.a.v.): "Ey Âişe, şüphesiz Allah bütün işlerde yumuşaklık ve kolaylığı sever." buyurmuş, o da: "Söylediklerini duymadın mı?" demiş: "Ben de: "Ve aieyküm (=Sizin üzerinize dedim" buyurmuştur. [1487]

 

1456-) Enes b. Mâlik (r.a.) çocuklara uğramış, onlara selâm ver­miş: "Hz. Peygamber (s.a.v.) böyfe yapardı." demiştir. [1488]

 

1457-) Hz, Aişe (r,a,)'dan: "Şevde (r.a.) perde gerisinde durma (hicap) ayeti indikten sonra bir haceti dışarı çıkmıştı. Kendisi diğer ka-dıniardan daha uzun ve iri yapılı idi, kendisini tanıyanlardan gizli olamıyordu. Derken Ömer onu gördü: "Ey Şevde bil ki, vallahi bizden gizii olamıyorsun nasıl dışarı çıktığına bir bak!" dedi. Hemen geri dönüp eve geidi. Rasûlüilah (s.a.v.) benim evimde akşam yemeği yiyordu e-linde etli kemik vardı. İçeri girdi: "Ey Allah'ın Rasûlü, (hacetim içm) dışarı çıkmıştım, bunun üzerine Ömer bana şöyle şöyle söyledi" dedi, arka­sından Allah, kendisine vahiy indirdi, sonra kendisinden vahiy etkisi kaldırıldı, bu sırada kemik elinde idi, koymamıştı; "Şu biline ki, kendi ihtiyaçlarınız için dışarı çıkmanıza size izin "buyurdu. [1489]

 

1458-) Ukbe b. Amir (r.a.)'dan. Rasûlüllah (s.a.v.): "Kadınların yanına girmekten sakınınız."'buyurdu. Ensar'dan bir kimse: "Ey Al­lah'ın Rasûlü, bir kadının kocasının erkek akrabaları hakkında ne buyu­rursun?" dedi. O da: "Kadının erkek akrabaları ölümdür. "buyurdu,

(Kadının kocası tarafındaki erkek akrabaları kayın, amca, dayı ve bunların o-ğullandır. Bîr kadının yanına yabana erkeğin girmesinin sakıncasına dikkat çekilir­ken, kocanın erkek akrabaları için "üVwmdı/r"buyrulması, yabancı bir erkekten do-ğabiiecek istenmeyen hadiselerin bu kimseler için daha müsait olması nedeniyledir. Çünkü söz konusu akrabaların kadının yanına girebilme imkânı yabana erkeklere nazaran daha kolaydır. Hadisin İbni Abbâs (r.a.)'dan gelen rivayetinde ise: "Hiçbir erkek, yanında nikah düşmeyen bir kimse c-'madan bir kadının yanında asla yalnız kalmasın, "şeklindedir. (Buhârî, Nikâh: ) [1490]

 

1459-) Hz. Peygamber (s.a.v.)'in hanımı Safıyye (r.a.)'dan. Ken­disi Ramazan'ın son on gününde mesciddeki itikafında (geceleyin) Rasûlüllah (s.a.v.)'i ziyaret etmeye gelmiş ve bir müddet yanında ko­nuştuktan sonra geri dönmek için ayağa kalkmış, Rasûlüllah (s.a.v.) de onu uğurlamaya kalkmış. Nihayet Ümmü Seleme'nin kapısının yanın­daki mesdd kapısına geldiklerinde Ensar'dan iki kişi uğramış ve Rasûlüllah (s.a.v,)'e selâm vermişler. Bunun üzerine Rasûlülla'h (s.a.v.)onlara: "Biraz durun, bu yanımdaki kadın (hanımım) Safiyye bintü Huyey'dir"demiştir. Bu şekildeki tutum kendilerine ağır gelmiş ve ya­dırgayarak: "Subhanellah, Ey Allah'ın Rasûlü?" demişler. Bunun üzerine Rasûlüllah (s.a.v.): "Şüphesiz, şeytan insanda kanın ulaştığı yere ulaşır. Bu nedenle ben sizin kalbinize bir şeyler atmasından endişe ettim." buyurmuştur.

(Bu hadiste Hz. Peygamber (s.a.v.)'in şüphe uyandıracak durumlarda açıklama yaparak muhataplara bilgi verdiğini görmekteyiz. Artık itimadın zirvesine ulaşmış bir kimse bu şekilde davranırsa, onun seviyesinin altındakilerin böyle durumlarda haydi haydi açıklık getirmesi gerekmektedir.) [1491]

 

1460-) Ebû Vâkıd el- Leysî (r.a.) anlatır: "Rasûlüllah (s.a.v.) etra­fındaki insanlarla birlikte mescidde otururken üç kişi belirdi. İkisi, Rasûlüllah (s.a.v.)'e yöneldi diğer birisi de başka yere gitti. Bu ikisi Rasûlüllah (s.a.v.)'in karşısına durdular, bu sırada birisi mesciddeki halkada bir boşluk bulup aralarına oturdu diğeri de arkalarına oturdu. Bu gelen üç kişiden üçüncüsü çekip gitti. Rasûlüllah (s.a.v.) konuşma­sını bitirdiğinde: "Bu üç kişinin durumunu size bildireyim mi? Bi­rincisiAllah'a sığındı, Allah da onu barındırdı. İkincisi (cemaate sıkmtı vermekten) çekindi- Allah da (onu boş çevirmekten) çekindi. ise bırakıp gitti Allah da onu bıraktı." buyurdu. [1492]

 

1461-) Abdullah b. Ömer (r.a.)'dan. Hz. Peygamber (s.a.v.): "Bir kimse diğer bir kimseyi oturduğu yerinden kaidınp oraya kendisi oturmasın. Ancak siz yer açınız, genişleyiniz, (desin) "buyurmuştur.[1493]

 

1462-) Ümmü Seleme (r.a.): "Hz. Peygamber (s.a.v.) yanıma gir­di. Bu sırada yanımda kadın tabiatlı (hünsa) bir kimse vardı, (bu kimse, kardeşim) Abdullah b. Ümeyye'ye: "Ey Abdullah yarın Allah size Taifin fethini nasip eylerse ne dersin? Bak Gaylân'ın kızını sana tavsiye ede­rim. Gelirken (kamı) dört büklüm kıvrımlı, giderken sekiz büklüm kıvrım­lıdır." derken işitti. Bunun üzerine: "Bu herifler yanınıza asla gir­mesin!" buyurdu" demiştir. [1494]

 

1463-) Esma bintü Ebû Bekir (r.a.): "Zübeyr benimle evlendi, bu sırada kendisinin yeryüzünde bir at, bir de su çeken devesinden başka ne bir malı ne de bir kölesi vardı. Ben atını yemler, suyunu verir, su çektiği kovasını diker, hamur yoğururdum, ama ekmeği güzel pişire-mezdim. Ensar'dan birtakım komşum olan kadınlar pişiriverirlerdi, bun­lar iyi ve doğru kimselerdi. Bu arada Rasûlüllah (s.a.v.)'in Zübeyr'e verdiği araziden başımda hurma çekirdeği taşırdım. Burası bana üçte iki fersah uzaklıkta idi. Yine bir gün çekirdek taşımadan gelmiştim ki başımda çekirdek varken yanında Ensar'dan birtakım kimselerle birlikte, Rasûlüilah (s.a.v.) ile karşılaştım, beni çağırdı sonra da beni arkasına bindirmek için devesine çökmesi için: "Ih! Ih!" dedi. Bu arada ben, er­keklerle birlikte yürümekten çekindim, bir de Zübeyr'in kıskançlığı ak­lıma geldi, kendisi insanların en kıskancı idi. Bunun üzerine Rasûlüllah (s.a.v.) benim utanıp çekindiğimi anladı, yürüyüp gitti. Arkasından Zübeyr'e geldim: "Başımda çekirdek varken Rasûlüllah (s.a.v.) benimle karşılaştı, yanında ashabından birtakım kimseler vardı. Binmem için devesini çökertecekti, ben çekindim, senin kıskançlığını hatırladım" de­dim. O da: "Allah'a yemin olsun ki senin böyle hurma çekirdeği taşı­man bence onun yanına binmenden daha ağırdır." dedi. Babam Ebû Bekir bu olaydan sonra nihayet atın bakımını yapacak bir hizmetçi gön­derdi ki sanki beni hürriyete kavuşturmuş oldu." demiştir. [1495]

 

1464-) İbni Ömer (r.a.)'dan. Rasûlüllah (s.a.v.): "Üç kişi bir a-rada bulunduğunda, iki kişi diğerini bırakıp kendi arasında gizlice konuşmasın." buyurmuştur. [1496]

 

1465-) Abdullah b. Mes'ûd (r.a.)'dan. Hz. Peygamber (s.a.v.): "Üç kişi bir arada bulunduğunuzda, iki kişi diğerini bırakıp kendi ara­sında gizlice konuşmasın. Çünkü böyle yapmak onu üzer. Ancak

cemaatin kanşıkolması bunun dışındadır, "buyurmuştur.

(Son cümleden hareketle bir yerde bulunanlar üçten fazla iseler iki kişinin bu şekilde kendi aralannda konuşmasında bir sakınca görülmemiştir. Nitekim 220. ha­diste Hz. Peygamber'in Mescid'de böyle konuştuğu bildirilmişti.) [1497]

 

1466-) Hemmâm b. Münebbih, şöyle demiştir: "Bunlar, Ebû Hureyre (r.a.)'ın, Allah'ın Rasûlü Muhammed'den bize anlattığı bilgilerdir hadisler­dir. Kendisi bize bir kısım bilgiler hadisler zikretmiştir. Bu bilgilerde / ha­dislerde Rasûlüllah (s.a.v.): "Göz değmesiAator" buyurmuştur, [1498]

 

1467-) Hz. Aişe (r.a.) anlatır: "Hz. Peygamber (s.a.v.)'e büyü yapıl-" mış, sonunda yapmadığı halde bir şeyi yaptığını zanneder olmuştu. Niha­yet bir gün tekrar tekrar dua etti. Rasûlüllah (s.a.v.) sonra bana: "Allah­'ın bana içerisinde şifam olacak şeyi bildirdiğini biliyor musun: Bana iki kişi geldi, birisi baş ucuma diğeri de ayak ucuma oturdu, biri diğerine: "Bu kimsenin rahatsızlığı nedir?" dedi, o da: "Büyü yapılmış"dedi: "Kim yaptı?"dedi: "Lebîdb. el-A'sam"dedi: "Ne içinde yaptı?" dedi: "Tarak, tarantıdan dökülen kıl ve erkek hur­man/n kurumuş kapçığı içerisinde" dedi. Diğeri: "O nerededir?" dedi: "Zervân Kuyusu'ndadır." dedi. Arkasından Hz. Peygamber (s.a.v.) kuyuya gitmek için yola gktt (işim bitirdikten) sonra döndü ve döndü­ğünde Hz. Aişe'ye: "Kuyunun yanındaki hurma ağaçlan adeta şey­tanların başlan gibi idi"buyurdu, ben de: "Onu meydana gkardın mı?" dedim: "Hayır meydana çıkarmadım, çünkü Allah bana şifa verdi, artık bu işle hak üzerinde kötülüğün yayılmasından endişe ettim  buyurdu, sonra da kuyu toprakla gömüldü."

(Sihir ve etkisi ve ayrıca Hz. Peygamber (s.a.v.)'e sihir yapıiması hususunda "Sahîh-i Buhârî Muhtasan Tecnd-t Sarîh" isimli çalışmamızdaki 1383. hadisin açıkla­masına bakabilirsiniz.) [1499]

 

1468-) Enes (r.a.)'dan. Yahudi bir kadın, Rasûlüllah (s.a.v.)'e ze­hirli bir koyun getirdi, o da bu koyundan yedi. Arkasından kadın Rasûlüllah (s.a.v.)'e getirildi. Rasûlüllah (s.a.v.), niçin yaptığını sordu. Kadın: "Seni öldürmek istedim" dedi. Rasûlüllah: "Allah, bana karşı sana imkan verecek değildir"buyurdu. Ashab: "Onu öldürelim mi?" dedi: "Hayır" buyurdu. Enes (r.a.): "Rasûlüllah (s.a.v.)'in diş etlerin-deki bu zehirin etkisini sürekli tanırdım" demiştir. [1500]

 

1469-) Hz. Aişe (r.a.)'dan. Rasûlüllah (s.a.v.) bir hastaya gittiğinde veya kendisine bir hasta getirildiğinde şöyle dua etmiştir: "Ey insanların Rabb % rahatsızlığı gider. Şifa veren Sensin. Senin şifandan başka şifa yoktur, Öyle şifa ver ki hiçbir hastalık bırakmasın." [1501]

 

1470-) Hz. Aişe (r.a.)'dan. Rasûlüllah (s.a.v.) hastalandığında kendisine "İhlâs, Felak ve Nâs" Surelerini okuyup üflerdi. (Vefat ettiği) rahatsızlığı arttığnda kendisine ben okuyup bereket umarak eliyle (vücu­duna) sürüp meshederdim" demiştir. [1502]

 

1471-) Hz. Aişe (r.a.): "Hz. Peygamber (s.a.v.) bütün zehirli haşe­relere karşı okuma tedavisi (rukye) konusunda izin verdi." demiştir. [1503]

 

1472-) Hz. Aişe (r.a.): "Hz. Peygamber (s.a.v.) hastaya: "BismillahI Türbetu ardına, Birikatiba'dınâ, Yüşfâ sekîmenâ, Bi izni Rabb'inâ=Allah'ın adıyia arzımızın toprağı, birimizin tükrüğü, Rabb'imizin izniylehastamız şifaya kavuşturulur." diye dua ederdi." demiştir.

(Her türlü hastalığın Yaratıcısı Allah'tır. Dolayısıyla her şeyin Yaratıcısı Allah'a sığınarak hastalıktan kurtulmayı istemek tabiî bir şeydir. Dua, insanın yaratıcısı kar­şısındaki acziyetini itiraf etmesidir.

Dua ile tedavinin temelini, başa gelen sıkıntının kaldırılması için her şeyin yara­tıcısı, ilah ve sahibi olan Allah'a sığınma oluşturur.

İnsanı yaratan Allah'ın, ozon tabakasıyla atmosferi koruduğu gibi insanı da bir­takım zehirli ışın ve çekimlerden koruyacak bazı mekanizmalar yaratması mümkün­dür. Dua ile bu mekanizmalar harekete geçerek göz değmesi veya benzeri olaylar karşısında insanı koruması mümkündür.

Başımıza gelen her türlü zararın giderilmesi için hem maddi sebeplere sarılmalı hem de dua yaparak kainatın sahibine müracaat etmeliyiz. Şu bilinmelidir ki, her şe­ye gücü yeten Odur.

Ateşe yakma özelliğini veren, aspirine ağrı kesici özelliğini veren hep Odur. Bi­liyoruz ki maddi sebep dediğimiz şeylerin sahibi de yine Allah'tır. Aspirin her ne ka­dar maddi sebep olarak görünse de buna ağrı kesici özelliğini veren Allah'tır. İslâm akidesine göre aspirin kullanma sonucu ulaşılan şifa ile dua sonucu ulaşılan şifanın arasında fark sadece dış sebeplerdedir, işin hakikatında ise her iki vakada şifayı ve­ren Allah'tır. Derdi veren Allah devasını da vermiş, verdiği bu devasını çeşitli sebep-iere bağlamıştır. Hastalıktan şifa bulma bazen bir ilaçta, bazen cerrahi müdahalede, bazan de duadadır. Bu arada şu genel bir hükmü belirtmeliyiz; hastalığın çeşidine 9öre tedavi değişir. Mide ülserine aspirin verirseniz sonuç alınamadığı gibi zarar da verir. Öyleyse aspirinle yapılacak tedaviyi aspirinle dua ve okuma ile yapılacak SÖzdeğmesi ve büyü gibi hastalıkları da dua ile tedavi yapmasını bilmeliyiz. Gerekdua ile tedavi gerektiren ve gerekse maddi birtakım ilaç veya tıbbi müdahele gerek­tiren tedavilerde velhasıl her türlü tedavide neticeye ulaşmak İçin Allah'tan yardım ve başarı dileme şeklindeki dua eylemi ise devamlı göz önünde bulundurulmalıdır.) [1504]

 

1473-) Hz. Aişe (r.a.): "Rasûlüllah (s.a.v.), gözdeğmeşinden dolayı okuma tedavisi (rukye) yapılmasını emretti -veya- bana emretti." demiştir. [1505]

 

1474-) Ümmü Seleme (r.a.)'dan. Hz. Peygamber (s.a.v.) Ümmü Seleme'nin evinde benzinde solukluk bulunan bir kız çocuğunu görmüş ve: "Bu çocuğa okuma tedavisi (rukye) yapınız, çünkü onda nazar vardır."buyurmuştur. [1506]

 

1475-) Ebû Said el-Hudrî (r.a.) anlatır: "Hz. Peygamber (s.a.v.)'in as­habından bir topluluk gidecekleri bir yolculuğa çıkmışlardı, nihayet Arap kabilelerinden bir kabilenin yanında konaklayıp kendilerini misafir almaları­nı istediler, fakat onlar misafir kabul etmediler. Bu sırada kabilenin reisini akrep soktu, reis için her şeyi seferber kıldılarsa da hiçbir şey fayda ver­medi. Arkasından içlerinden birisi: "Burada konaklayan şu topluluğa gitse­niz olmaz mı, belki onlardan birisinin yanında fayda verecek bir şey olabi­lir." dedi. Hemen ashabın yanına gelip: "Ey cemaat, reisimiz (akrep tarafından) sokuldu, kendisi için her şeyi seferber yaptık hiçbir şey fayda vermedi, a-caba sizden birinizin yanında fayda verebilecek bir şey var mı?" dediler. Bunun üzerine hemen ashabdan birisi: "Evet, vallahi ben okuyup onu te­davi ederim, ancak biz sizden misafir kabul edilmemizi istedik, misafir al­madınız, bu sebeple ben size ancak bize ücret verirseniz okuyup tedavi ederim." dedi. Neticede bir bölük davar üzerine onlarla anlaştılar. Sahabe kabile reisinin üzerine "el-Hamdü lillâhi Rabb'il-Âlemîn" Suresi'ni okuyup üflemeye başladı, sonunda bağdan çözülmüş gibi dirilip kalktı ve yürüme­ye başladı, kendisinde hastalık kalmadı. Akabinde kabiledekiler kendisine anlaştıklan ücretlerini verdiler. Ashab'dan birisi: "Davarlan aramızda bölüş­türünüz." dedi. Okuyup tedavi eden de: "Hz. Peygamber (s.a.v.)'e varıp kendisine olayı anlatana kadar bir şey yapmayın, sonunda bize emir bu­yurduğu şeye bakarız." dedi, nihayet Rasûlüllah (s.a.v.)'e gelip kendisine olayı anlattılar, bunun üzerine okuyup tedavi eden kimseye: "Bunun okuma tedavisi duası olduğunu nereden bildin?" buyurdu, arkasın­dan da: "Doğru yapmışsınız, haydi paylaştırın, sizinle beraber ba­na da birpay ay/rar?, "buyurdu, arkasından Rasûlüliah (s.a.v.) güldü." [1507]

 

1476-) Âsim b. Ömer b. Katâde'den. Şöyle demiştir: "Cabir b. Ab­dullah, bizim hanemize gelmişti. Bu sırada bir kimse çıban veya yara­dan rahatsızdı. Cabir: "Rahatsızlığın ne?" dedi: "Çıbanım, bana çok sı­kıntı verdi" dedi, Cabir: "Evlat, bana bir hacamatçı getir" dedi. Adam: "Ey Ebû Abdullah, hacamatçıyı ne yapacaksın?" dedi: "Yaraya hacamat şişesi taktıracağım" dedi: "Vallahi, sinekler konuyor veya elbise değiyor da bana eziyet veriyor, bana zor geliyor?" dedi. Cabir, adamın bundan geri durduğunu görünce: "Rasûlüllah (s.a.v.)'i: "Eğer sizin ilaçları­nızdan bir şeyde hayır varsa bu, hacamat bıçağında veya bal içmede yada ateşle dağlamadadır. Ancak ben, dağlamayı sevmiyorum"buyururken işittim" dedi. Hacamatçı geldi ve ha­camat yaptı, bunun arkasından adamın duyduğu rahatsızlık geçti." [1508]

 

1477-) İbni Abbâs (r.a.): "Hz. Peygamber (s.a.v.) hacamat oldu ve hacamat yapan kimseye ücret verdi. Eğer hacamat ücreti haram ol­sa idi bunu vermezdi." demiştir. [1509]

 

1478-) Enes b. Malik (r.a.): "Hz. Peygamber (s.a.v.), hacamat yaptırır ve hiç br kimsenin ücretinde haksızlık yapmazdı" demiştir[1510]

 

1479-) İbni Ömer (r.a.)'dan. Hz. Peygamber (s.a.v.): "Humma, cehennemin şiddetlenip kaynamasmdandır. Dolayısıyla siz bunu su ile serinletiniz, "buyurmuştur. [1511]

 

1480-) Hz. Aişe (r.a.)'dan. Hz. Peygamber (s.a.v.): "Humma, cehennemin şiddetlenip kaynamasmdandır. Dolayısıyla siz bunu su ile serinletiniz, "buyurmuştur. [1512]

 

1481-) Esma bintü Ebî Bekir (r.a.)Va dua etmesi için hummaya tutul­muş bir kadın getirildiğinde, su alıp yakasından içerisine döker ve: "Rasûlüllah (s.a.v.), humma ateşini su ile serinletmemizi emrederdi," derdi. [1513]

 

1482-) Rafi b. Hadic (r.a.): "Rasûlüllah (s.a.v.)'i: "Şüphesiz ki, humma cehennemin şiddetli kaynamasındandır. Dolayısıyla siz bunu su ile serinletiniz"diye buyururken işittim" demiştir[1514]

 

1483-) Hz. Aişe (r.a.): "Hz. Peygamber (s.a.v.)'in hastalında is­temediği haide ağzına ilaç akıttık, bize ilaç akıtmamamızı işaret etti. Biz de: "Hastanın ilaçtan hoşlanmaması nedeniyle böyle yapıyor" dedik. Ayıldığında: "Ben size, bana ilaç vermenizi yasaklamadım mi?" buyurdu, biz: "Hastanın Haçtan hoşlanmadığından böyle yaptığını zan-. nettik." dedik. Bunun üzerine: "Evde ağzına ilaç akıtılmayan hiçbir kimse kalmasın hem de gözümün önünde. Yalnız Abbâs dışın­da, çünkü o sizin yanınızda bulunmadı,"'buyurdu.' demiştir. [1515]

 

1484-) Ümmü Kays bintü Mihsan (r.a.) anlatır. Kendisi henüz ye­mek yemeyen küçük oğlunu Rasûlüllah (s.a.v.)'e getirmiş, Rasûlülah (s.a.v,) de onu kucağına oturtmuş, derken çocuk Hz. Peygamberin el­bisesine küçük abdestini bozmuş. Bunun üzerine Hz. Peygamber (s.a.v.) su isteyip elbisesine su serpmiş (tamamen) yıkamamıştır. [1516]

 

1485-) Ümmü Kays bintü Mihsan (r.a.): "Rasûlüllah (s.a.v.)'i: "Şu Ödi Hindi'ye önem veriniz, çünkü bunda yedi şifa vardır. Boğaz hastalığından dolayı buma çekilir, zâtulcenb hastalığında (akci­ğer zarı iltihabında) hastaya için'lir," diye buyururken işittim, bu sıra­da henüz yemek yemeyen bir oğlan çocuğu ile yanına girmiştim, çocuk üzerine küçük abdestini bozdu. 0 da su isteyip üzerine serpti." demiştir. [1517]

 

1486-) Ebû Hureyre (r.a.)'dan. Kendisi Rasûiüllah (s.a.v.)'i: "Si­yah tanelerde {çörek otunda) ölüm dışında hür türlü hastalı­ğın şifası vardır"diye buyururken işitmiştir. [1518]

 

1487-) Hz, Peygamber (s.a.v.)'in hanimt Hz. Aişe (r.a.)'dan. Ken­disi ailesinden birisi vefat ettiğinde ve bunun için kadınlar toplanıp son­ra dağılıp yalnız ev halkı ve yakınları kaldığında Hz. Aişe (r.a.) çömleğe telbine konulup pişirilmesini emreder, sonra tirit yemeği yapılır ve tiri­din üzerine telbine dökülürdü. Sonra da: "Bunu yeyin, ben Rasûlüllah (s.a.v.)"Telbins hastanın kalbine rahatlık verir, bir kısımüzüntüyü giderir." tiye buyururken işittim." dedi.

(Te!bine: Jn, süt ve bahn karışımıyla yapılan bulamaçtır. Tirit: Doğranmış ek­meğin üzerine etsuyu dökülerek yapılan meşhur bir yemektir.) [1519]

 

1488-) Eixi Saki (r.a.)'dan. Bir kimse Hz. Peygamber (s.a.v.)'e geldi: "Kardeşim kamından rahatsızdır?" dedi. O da: "Bal içir" buyurdu. İkinci kez geldi, yine; "B3//pr"buyurdu. Üçüncü kez geldi, yine: "Baliçir"bu-yurdu. Sonra yine geldi: "Söylenileni yaptım (hâlâ iyi olmadı)?" dedi. Hz. Pey­gamber (s.a.v): "Allah doğru söylemiş, kaidesinin karnı yalan söy­lemiştir. Ona bal içir"buyurdu. O da içirdi, sonunda iyi oldu.

(Allah doğru söylemiştir, ifadesini «...Balda insanlar için şifa vardır...» (Nafci: 60) ayetinden hareketle söylemiştir.) [1520]

 

1489-) Zeyd (r.a.)'a: "Rasûlüllah (s.a.v.)'den Tâûn hastalı­ğı hakkında ne duydun?" denildi, Üsâme (r.a.): "Rasûlüllah (s.a.v.): "Tâ­ûn, İsrailoğulları'na veya sizden önceki bir kavme gönderilmiş bir azabtır. Bir yerde bu hastalığın olduğunu duyarsanız oraya git­meyiniz. Eğer bir yerde Tâûn olmuş ve siz de orada iseniz ondan kaçarak çıkıp gitmeyiniz, "buyurdu" demiştir. [1521]

 

1490-) Abdullah b. Abbâs (r.a.)'dan. Ömer b. Hattâb (r.a.), Şam'a gitmek için yola çıktığında (Tebûk yakınlarındaki) Serğ'a vardığında bölge ko-mutanlanndan Ebû Ubeyde b. Cerrah ve arkadaşları kendisini karşılamış ve Şam'da veba hastalığının ortaya çıktığını bildirmişlerdi. İbni Abbâs (r.a,) şöyle devam eder: "Bunun üzerine Ömer (r.a.): "İlk muhacirleri bana ça­ğır" dedi. Ben de onlan çağırdım. Kendileriyle görüş alış verişinde bulundu ve Şam'da veba hastalığının ortaya çıktığını onlara bildirdi. Nasıl davranıla-cağı konusunda ihtilaf ettiler. Kimisi: "Sen bir iş için yola çıktın, senin bundan geri dönmemen görüşündeyiz" dedi. Kimisi de: "Yanındakiler, Rasûlüllah (s.a.v.)'in ashabı, sahabenin geride kaianlandır, onları bu veba hastalığının üstüne götürmemen görüşündeyiz" dedi. Ömer: "Şimdi siz ye­rinize gidin" dedi. Sonra: "Ensan bana çağır" dedi. Ben de onları çağırdım. Kendileriyle görüş alış verişinde bulundu. Onlar da muhacirleri gibi hareket ettiler, onlar gibi ihtilaf ettiler, Ömer: "Şimdi siz de yerinize gidin" dedi: Sonra: "Mekke fethinden sonra Medine'ye gelen Kureyş yaşlılanndan bu­rada bulunanlan bana çağır" dedi. Ben de onîan çağırdım. Onlardan iki kişi bile ihtilaf etmeksizin: "Yanındakilerle beraber geri dönmen ve onları şu veba hastalığının üzerine götürmemen görüşündeyiz" dediler. Ömer, ya­nındakilere: "Sabahleyin bineğime bineceğim, siz de binin" diye seslendi. Ebû Ubeyde b. Cerrah: "Allah'ın kaderinden kaçarak mı?" dedi. Ömer: "Ey Ebû Ubeyde, keşke bunu senden başkası söyleseydi" dedi. -Ömer ona muhalefet etmek istemezdi- Şöyle devam etti: "Evet, Allah'ın kaderinden, Allah'ın kaderine kaçıyoruz. Ne dersin, senin develerin olsa ve bir tarafı ve­rimli diğer tarafı verimsiz bir vadiye Inseler. Bunları verimli tarafta otlatsan ! da Allah'ın kaderiyle otlatmış olursun, verimsiz tarafta otlatsan da yine Allah'ın kaderiyle otlatmış olursun, değil mi?" Derken, Abdurrahman b. Avf geliverdi, bir haceti için orada bulunmuyordu: "Bu konuda benim bilgim var. Rasûlüllah (s.a.v.)'i: "Bir yerde veba hastalığının olduğunu du­yarsanız oraya gitmeyiniz. Eğer bir yerde veba hastalığı ortaya çıkar, siz de orada bulunuyorsanız, vebadan kaçmak için oradan çıkmayınız" diye buyururken işittim" dedi. Bunun üzerine Ömer b. Hattab, Allah'a hamdetti ve sonra oradan ayrıldı"[1522]

 

1491-) Ebû Hureyre (r.a.)'dan. Rasûlüllah (s.a.v.): "{Aitah dilemezse kendiliğinden) hastalık bulaşması diye bir şey yoktur. Baykuş ve Safer ayının uğursuzluğu diye de bir şey yoktur." buyurmuş bu­nun üzerine bir bedevi, bu söz üzerine: "Ey Allah'ın Rasûlü, kumsaldaki ceylan gibi develerimin durumu nedir? Uyuz bir deve gelip aralarına onları da uyuz ediyor" demiş, o da: "Pekiyi, o uyuz deveye hastalığı veren ''buyurmuştur.

(Hadiste belirtilen "Safer" kelimesi Araplarca uğursuz kabul edilen Safer ayı olarak açıklandığı gibi bir çeşit bulaşıcı kann hastalığı olarak da açıklanmıştır. Herşey Allah'ın dilemesi ile olur. Hastalık da Allah dilerse olur, dilemezse olmaz. Bu ne­denle bulaşıcı hastalık var diye paniğe kapılmaya gerek yoktur. Allah dilemezse hiç­bir hastalığın etkisi olamaz. Hayatımızda bizleri hayrette bırakan hâdiselerle karşıla­şabiliyoruz. Mesela, hiç sigara içmeyen ve sürekli spor yapan bir kimsenin akciğer kanserinden dolayı ölmesi gibi. Halbuki bu kimse, kansere neden olan sigaradan uzak durmuş, vücudunu zinde tutacak şeylerle meşgul olmuştu. Bu nedenle aklen kansere yakalanmaması gerekirdi.

Tıbbın verilerine göre normalde hastalanması gereken vakalarda hastalığın ol­madığı veya tedavinin cevap veremeyeceği belirtilen vakıalarda hastanın iyi olduğu yaşanılan hadiselerdir. Bununla birlikte incelemekte olduğumuz hadisten bulaşıcı hastalıklara karşı önlem alınmaması da çıkarılmamalıdır. Bu durum İkinci rivayette görüldüğü gibi bedevinin kafasını kurcalamış uyuz hastalığı bulaşan develerini sor­muştur. Buna cevap olarak, hastalığın ilk yaratıcısına dikkat çekilerek bunların Allah­'ın takdiri olduğu belirtilmiştir. Burada dikkat edilmesi gereken husus hastalık siraye­tinin Allah'ın iradesi dışında kendiliğinden oluşacağı fikrini reddetmektir. Yukarıda belirttiğimiz gibi bu ifadeden, bulaşıcı hastalıklara karşı önlem alınmaması çıkarıl­mamalıdır. Çünkü, "Cüzzamlıdan, aslandan kaçar gibi kaç!" ifadesi (Buhâri, Tıb: 19) işi Allah'a bırakmakla birlikte önlemini de al demektir. Sen önlemini al ama her şeyin yaratıcısının Allah olduğunu da bil. Hastalık da şifa da Allah'ın takdiridir. Nite­kim Hz. Peygamber (s.a.v.) aşağıdaki hadiste: "Hastalık yayan hayvanı sağlam olan hayvanın yanma götürmeyiniz!"buyurmuştur.) [1523]

 

1492-) Ebû Hureyre (r.a.): "Hz. Peygamber (s.a.v.):  "Hastalık yayan hayvanı sağlam olan hayvanın yanına götürmeyinizl"buyurdu." demiştir. [1524]

 

1493-) Ebû Hureyre (r.a.): "Rasûiüllah (s.a.v.)'i: "Uğursuzluk diye bir şey yoktur, bu takım şeylerin en iyisi FeTdir." diye bu­yururken işittim. Oradakiler: "Fe'l nedir?" dediler: "Birinizin duyacağı güzel sözdür." buyurdu." demiştir. [1525]

 

1494-) Enes (r,a,)'dan. Hz. Peygamber (s.a.v.): 'tAiiah dilemezse kendi­liğinden) hastalık bulaşması diye bir şey yoktur. Uğursuzluk diye bir şey de yoktur. Güzel ve hoş söz olan fe 'I hoşuma gider" bu­yurmuştur.

(Uğursuzluk, gelecek zamanda kötü bir şeyin olacağına kanaat getirmektir. Cahiliyye döneminde bazı şeylerin kötülük habercisi olduğuna inanılırdı. Baykuş görmek, karga sesi duymak gibi. Bu, bir bakıma gelecek hakkında bilgi vermektir. Geleceğin (gaybın) bilgisi Allah'a aittir. {Bakara: 255, En'âm; 59) Allah gaybını dilediği el­çisine de öğretebilir, (Gn: 26-27)

Gelecekte ne olacağını asla bilemeyecek olan bir kimsenin, bazı şeylerden ha­reketle gelecekte şöyle şöyle kötü şeyler olacak diye bilgi vermesi asılsız bir iddiadan öteye geçemez. Durum böyle olunca baykuş görme, karga sesi işitme ve benzeri bir takım hadiselerden hareketle karamsarlığa kapılma dayanaksız bir davranıştır. Bu nedenle Efendimiz (a.s.) böyle davranışların geçersiz olduğunu bildirmiş: "Uğur diye bir şey yoktur"'buyurarak meseleye ışık tutmuştur.

Fe'l İse olaylan iyiye hayra yormak, iyi şeyler beklentisi İçerisinde olmaktır. Ge­leceği bilemeyen insan, karamsarlığa değil iyi şeyler beklentisine yönelmelidir. FeT de bir bakıma geleceğe yönelik beklentilerdir. Ancak, bizim gelecekte iyi veya kötü ne olacağını bilme imkanımız yoktur. Madem geieceği bilemiyorsak o halde olaylar hakkında iyi beklentilerde bulunmak hem ruh sağlığı hem de toplum düzeni için manüklı bir hareket olacaktır.

Âlimler Fe'l'i çeşitli Örnekler vererek agklamışlardır. Mesela, bir olay anında "Emin (=Güvenilir)" isimli bir kimsenin gelivermesi üzerine oradakilerin: "İnşallah i-şimiz güven ve emniyette olur" demesi gibi. Burada olaylara güzel yönden yaklaş­maya özendirme vardır. Uğursuzlukta ise karamsarlık ve çekimserlik vardır.) [1526]

 

1495-) İbnİ Ömer (r.a.)'dan. Hz. Peygamber (s.a.v.): "Eğer u-ğursuzluk gerçek olsa idi bu, atta, kadında ve evde olurdu."buyurmuştur. [1527]

 

1496-) Sehl b. Sa'd (r.a.)'dan, Rasûlüilah (s.a.v.), uğursuzluğu kastederek: "Eğer olsa idi bu, kadında, evde ve meskende olur­du" buyurmuştur,

(Âlimler "olsa «//"ifadesinden bunun olmadığını çıkarmış, uğursuzluk di­ye bir şey yoktur demişlerdir. Yine Hz, Peygamber (s.a.v.) başka bir hadiste: "Uğursuzluk yoktur." buyurmuştur. (Buhârî, Tıb: 19, Müslim, Selâm: 103, Ebû Dâvûd, Tıb: 24 İbni Mâce, Tıb: 43)

Bu nedenle yukarıdaki hadiste bildirilen kadında, evde ve atta, yine başka hadislerde silahtaki uğursuzluk şudur: Bunlar, cahiliye dönemindeki Araplar'ın inancına göre uğursuz sayılanlardır. "Uğursuzlukyoktur''ifadesi ile tüm bun-farın yanlış olduğu ifade edilmiştir. Söz konusu bu hadis Hz. Aişe (r.a.)'ya bildi­rildiğinde çok öfkelenmiş ve: "Kur'ân'ı Muhammed'e gönderen Allah'a yemin ol­sun ki Rasûlülİah kesinlikle böyle bir şey söylememiştir, ancak o: "Cahiliye in­sanı bunlarda uğursuzluk olduğuna inanırlardı." buyurmuştur." demiştir. (Tahavî'dert naklen Aynî Umdetu'1-Kârî, XI. 396)

Açıklamasını yaptığımız hadisin Hz. Peygamber (s.a.v,)'den eksik dinlendi­ğini, ravinin konuşmanın yarısında yanına gelmesi nedeniyle Rasûlüilah (s.a.v.)'in maksadım tam anlayamadığını bildiren nakiller de mevcuttur. Doç. Dr. Nevzat Âşık şu bilgileri vermektedir: 'Tayâlisî'nin Müsnedi'nde bulunan MekhûTe ait bir rivayete göre, Ebû Hureyre'nin Rasûlüllah'in: "Uğursuzluk üçşeydedir: Evde, kadında ve atta." buyurduğunun Hz. Âişe tarafından duyulması üzerine O: "Ebû Hureyre ezberieyemedi, Rasûlüllah, yahûdilerin uğursuz saydı­ğı şeylerden bahsediyor ve bunun için onlara beddua ediyordu. Şöyle demişti: "Allah, yahûdilerin cezasını versin. Çünkü onlar şöyle derler: "Şüphesiz uğur­suzluk üç şeyde: Evde, kadında ve attadır." Ebû Hureyre bu esnada içeriye gir­di. Hadisin baş tarafını değil son tarafını işitti." demiştir. Tayâlisî, s, 215. nr.1537 (Dokuz Eylül Ünv. İlahiyat Fak. Dergisi IV. 1987 s. 95) [1528]

 

1497-) Âişe (r.aO'dan. Şöyle demiştir: "Bir takım kimseler, Rasûlüllah (s.a.v.)'e kahinleri sordular. O da: "Bildikleri bir şey yok­tur" buyurdu: "Ey Allah'ın Rasûiü, bu adamlar bazen bir şey söy iüyortar, o da gerçek çıkıyor?" dediler. Rasûlüllah (s.a.v.): "Bu söyle­dikleri cinin sözüdür. Cin bu sözü (kulak hırsızlığı üe) çalıp kapar vedostunun kulağına tavuk sesi şeklinde ater"buyurdu."

(Yüce Allah, kader ve kaza ile ilgili gelecekte olan şeyleri gökteki görevii meleklere bildirir. Bu melekler bu kararları kendi aralarında konuşup müzakere ederken şeytanlar kulak hırsızlığı yaparak bazı şeyler dinlerler, {Buhârî, Bedü'i-Haik; 6; Buhârî, Tefsir, Hıcr: i; Müslim, Selâm; 124} Ancak bu durum, Kur'ân-ı Kerim indirildiği zaman gökteki trafik sıkı tutulduğundan dolayı olağanüstü denetimle engellen­miştir. (Bakınız Cin: 8-9, aynca 229. hadise de bakınız. Gökteki çözetleyiciler Hıcr: 16-18, Sâfrat: 6-10 ayetlerde de anlatılır.)

Onların bu şekilde engellenmeleri Hz. Peygamber (s.a.v.) döneminde baş­lamıştır. Vahiy bittikten sonra semadaki bu sıkı tutumun hâlâ devam edip et­mediği konusunda açıklık yoktur. Bazı âlimler bunun vahyi koruma önlemi ola­rak o dönem için geçici bir uygulama olduğunu vahiy kesildikten sonra bu halin kalktığınt veya en azından hafifletildigini belirtmişlerdir. Bu konudaki tartışmalarbakiniz, Âlûsî, Ruhu'l-Meâni.. XIX. 139-142

Bu konuda DİA "Kâhin" maddesinde şu bilgiler verilir "Kâhinlerle cin ve şey­tanlar arasında bir iletişimin bulunduğunu kabul edenler, bunun Resûl-i Ekrem'in nübüvvetinden sonra devam edip etmediği konusunda farklı görüşler ileri sür­müşlerdir. Bir kısmına göre cinlerin gökten haber aşırmalan nübüvvet öncesi dö­neme ait olup daha sonra böyle bir olay gerçekleşmemiştir. {Beyhakî, n, 237) İbn Haldun'un da dahi! olduğu bazı âlimler ise nübüvvetle birlikte gökten haber aşır­manın engellendiği ve sadece hayal gücüne dayalı kehanet devam ettiği, Hz. Peygamber'in vefatından sonra ise cin ve şeytanlar vasıtasıyla haber aşırmanıntekrar görüşündedir (Mukaddime, I. 413, Mâverdi, Alâmii'n-Nübüvve, s. 103)"

Cinlerle irtibata geçen bazı kimseler bunlar aracılığıyla bizim göremediğimiz o-layiar hakkında bilgi alırlar. Bu bilgiler geçmiş zaman veya şimdiki zaman için olursa verilen habere bir alet yardimıyla uzaktaki bir şeyden haber verme gözü ile bakılır, Bizim için bilinmeyen (gayb) başkaiarı için bilinebilir, söz gelimi elinde termal kame­ra olan bir kimse İçin malum olan karanlıktaki bir eşya bizim için meçhul olabilir. Bu tür bilgiler, sadece bir haberdir. Haberi veren doğru ve güvenilir ise kabul ederiz, fâsık bir kimse ise doğruluğunu araştırmak zorundayız. (Hueûrât: 6) Ancak, gerek cinlerin insanlarla olan aralarındaki husumet ve gerekse cinlerle irtibata geçenlerin ya-şantilan, bu kimselerin verdikleri haberin doğruluğunu araştırmak zorunda olduğu­muz kimselerden olduğunu gösterir. Bu açıdan verilen bilgilere zanla yaklaşmak ge­rekir, ama doğru da olabilir. Doğru ise kabul ederiz.

Bu tür kimselerin verdiği gelecekle ilgili haber ise bunun yukarıdaki hadis­te anlatıldığı gibi meleklerin kendi aralarındaki konuşmalardan kulak hırsızlığı ile çalınan bilgilerdir. Kesin değildir. Bir doğruya yüz yalan katılmıştır. Bunlara i-nanmak kişinin itikadına zarar verir. Geleceği yalnız Allah bilir, Bunlara inanıp/ tasdik etmek hadislerde kesin olarak yasaklanmıştır. Rasûlüllah (s.a.v.): "Kim arrâfa (gelecekten haber veren kimseye) gider de ona bir şey sorar ve bunu tasdik ederse, onun kırk gün namazı kabul edilmez." buyur­muştur. (Müslim, sdâm; 125) Başka bîr rivayette ise Hz. Peygamber (s.a.v.)'e indiri­leni İnkâr etmİŞ Olacağı birdirilir. (Ebû Dâvûd, Tıb: 21, Tirmızî, Taharet: 102, İbni Mâce, Taha­ret: 122) Bu ifadeler, sakındırmak için söylenmiş uyarı ifadeleri olarak anlaşılabi­leceği gibi gerçek anlam olarak da anlaşılabilir.) [1529]

 

1498-) İbni Ömer (r.a.): "Hz. Peygamber (s.a.v.)'i minberde: "Yı­lanları öldürünüz, bilhassa sırtı iki beyaz çizgili ve kısa kuy­ruklu olanını öldürünüz. Zira bu iki kısım gözü köre/tir, hamile kadına çocuğunu düşürtür."dtye buyururken işittim. Biz bu hal Çi­zere iken bir defasında öldürmek için bir yılan kovalıyordum. Bu sırada Ebû Lübâbe: "Onu öldürme!" diye bağırdı, ben de: "Rasûlüllah (s.a.v.) yılanların öldürülmesini emretmiştir." dedim, o da: "Fakat kendisi daha sonra evde yaşayan ev yılanlarını öldürmeyi yasakladı." dedi." demişti. [1530]

 

1499-) Abdullah b. Mes'ûd (r.a.)'dan. Şöyle demiştir: "Hz. Pey­gamber (s.a.v.) ile birlikte (Mina'da) bir mağarada iken "Mürselât Suresi" inmişti. Biz, kendisinin ağzından bu sureyi sıcağı sıcağına alıyorduk. Derken karşımıza yılan çıktı. Hz. Peygamber: "Bunu öldürün!" bu­yurdu. Hemen üzerine atıldık, ama yılan kaçıp gitti. Bunun üzerine Rasûlüllah (s.a.v.): "Allah, Sizi onun şerrinden korunduğu gibi onu da sizin şerrinizden korudu, "buyurdu. [1531]

 

1500-) Ümmü Şüreyk (r.a.)'dan: Rasûlüllah (s.a.v.) zehirli alaca kelerin Öldürülmesini emretmiş ve:   "Zehirli alaca keler İbrahim(a.s.)1in ateşini körüklüyordu"buyurmuştur.

(Hadisimizde el-Vezağ denilen ve Türkçe'ye zehirli alaca keler, zehirli iri keler diye çevirisi yapılan bu hayvanın ne olduğu hakkında ayrıntılı bilgi yoktur. Araplannbugün 'Sâmmü Abraş' dedikleri kertenkele olduğu görüşü meşhurdur, ed-Demîrî'nin Hayâtü'i-Hayvan isimli eserinde bu hayvan hakkında anlatılan efsanevi bilgiler geç­miş dönem kitaplarımızda yaygın olarak mevcuttur. Bu kitaplarda söz konusu hay­vanın pis ve zehirli olduğu insana aiaca hastalığı bulaştırdığı anlatılmaktadır. Bugün sürüngenler familyası üzerinde en ince ayrıntıları ele alan müstakil bilimler oluşmuş, pek çok bilimsel veriler elde edilmiştir. Keler cinsinin faydalı, zararlı, eti yenen ve yenmeyen cinsleri vardır. Müslüman bilim adamlarımızın bu konuyu inceleyip Hadisi Şerifte neyin murat edildiğini tespit etmelerini beklemekteyiz.

Sözkonusu kertenkelenin, Hz. İbrahim (a.s.)'ın atıldığı ateşi körklediği hadisi­mizde bildirilmektedir. Ravilerinin güvenilir (sika) olduğu belirtilen diğer rivayette ise (ibni Mâce, Sayd: 12) arzdaki tüm hayvanlar ateşi söndürmeye çalışirken bu kelerin ate­şi körüklediği, bu nedenle Efendimizin onun öldürülmesini emir buyurduğu bildirilir. Bu hayvanın Arabistan gibi sıcak bölgelerde çok bulunduğu ve evlere girerek yiye­ceklere zarar verdiği kitaplarda kayıtlıdır.) [1532]

 

1501-) Hz. Peygamber (s.a.v.)'İn hanımı Aişe (r.a.)'dan: (s.a.v.) kelere "fâsıkçık" dedi ama kelerin öldürülme emrini kendisinden duymadım." demiştir. [1533]

 

1502-) Ebû Hureyre (r.a.)'dan: "Rasûlüllah (s.a.v.)'i: "Bir karın­ca, Peygamberlerden birisini ısırdı, o da emir verip, karıncala­rın yuvasını yaktırdı, bunun üzerine Allah: "Seni bir karınca ı-sırdı, sen de teşbih eden ümmetlerden bîr ümmeti yaktın" di­ye vahyetti"'diye buyururken işittim." demiştir. [1534]

 

1503-) Abdullah b. Ömer (r.a.)'dan. Rasûlüllah (s.a.v.), şöyle buyur­muştur: "Bir kadın kedi yüzünden azaba uğramıştır. Kediyi, ölene kadar hapsetmişti bu yüzden cehennem girdi. Onu hapsettiğinde ne doyurmuş ne de su vermiş ne de yerin haşerelerinden yemesi için salıverdi." [1535]

 

1504-) Ebû Hureyre (r.a.)'dan. Rasûlüllah (s.a.v.): "Bir kimse yolda yürürken çoksusadı, bir kuyuya inip su içti, sonra dışarı çıktı. Birde baksa ki dilini sarkıtmış soluyan, susuzluktan top­rağın nemini yalayan bir köpekle karşılaştı: "Bana ulaşan şid­detli susuzluğun bir benzeri buna da ulaşmış" dedi. Hemen ayakkabısını su ile doldurdu ve ağzıyla tutarak yukarı çıktı, köpeğe su verdi. Bu yüzden Allah onu övdü ve bağışladı." buyurdu. Oradakiler: "Ey Allah'ın Rasûlü, hayvanlara yap iğimiz /ilikten bize bir sevap var mıdır?" dediler: "Her ciğtr taşıyan anlı için (yapı­lan iyilikte) sevap vardır, "buyurdu. [1536]

 

1505-) Ebû Hureyre (r.a.)'dan. Rasûlüllah (s.a.v. , şöyle buyur­muştur: "Bir köpek kuyu başında susuzh ktan ö. cek hale geh iniş kıvranırken, İsrailoğullaımın kötü kadınları, fan (fahişele­rinden) kötü bir kadın (fahişe bir kadı i) köpeoı gördü ve a-yakkabısmı c karıp ayakkabı ile köpeği suladı kv yüzden mağ­firet olunup bağışlandı."

(Her canlıyı dikkate almalı, ona iyi davranm?. akla gelme­yen basit şeylerde de bulunabileceğini unutmamalıyız.

İslâm'ın büyük günahlardan saydığı fuhu düşmüş bir kadının köpeğe su vermekle bağr 'anması üzerinde duru.naşı gere':en bir husustur. Bu kadınm köpeği suladığı anda lıâlâ fuht.îa irtibatı dup olmadığı Hadiste bildirilmemektedir. Belki ka­dın yaptığı günahlara son vermiş ve tevbe etrr.,ş. olabilir. Köpeğe karşı bu davranışı da bağışlanmasına sebp olmuş  Hadisimizde anlatılan ve bir kediyi açlıktan ölene kadar hapseden kadın hak­kında Yusuf el-Karadavİ olaya "Merhametetmeyene merhameteefifmez''hadi­sime bakarak şöyie demektedir; "Açlıktan Ölünceye kadar kedinin hapsedilmesi, o kadının kalbinin donukluğuna, Allah'ın zayıf yaratıklarına karşı katlığına, merhamet ışıklarının kalbine girmediğine dair en açık bir delildir. Cennete ise ancak merhametli oianiar girer. Allah, ancak, merhametlilere merhamet eder. Eğer o kadın yerdekilere merhamet etseydi, Yüce Allah da ona merhamet ederdi. Şüphesiz bu ve benzeri ha­disler, insani değerler açısından İslâm için övünç kaynağı sayılmaktadır. Öyle ki her cantı mahlûka hizmet ediliyor, her yaş ciğer taşıyan canlıyı gözetmekten dolayı ecirveriliyor" Sünneti Anlamada Yöntem, çeviren, B. Erul, s, 118. Üçüncü baskı) [1537]


[1483] Muhammed Fuâd Abdülbâki, (Tahhik, Abdullah Feyzi Kocaer), Müttefekul Aleyh Hadisler, Hüner Yayınları: 448.

[1484] Muhammed Fuâd Abdülbâki, (Tahhik, Abdullah Feyzi Kocaer), Müttefekul Aleyh Hadisler, Hüner Yayınları: 448.

[1485] Muhammed Fuâd Abdülbâki, (Tahhik, Abdullah Feyzi Kocaer), Müttefekul Aleyh Hadisler, Hüner Yayınları: 448.

[1486] Muhammed Fuâd Abdülbâki, (Tahhik, Abdullah Feyzi Kocaer), Müttefekul Aleyh Hadisler, Hüner Yayınları: 448.

[1487] Muhammed Fuâd Abdülbâki, (Tahhik, Abdullah Feyzi Kocaer), Müttefekul Aleyh Hadisler, Hüner Yayınları: 448.

[1488] Muhammed Fuâd Abdülbâki, (Tahhik, Abdullah Feyzi Kocaer), Müttefekul Aleyh Hadisler, Hüner Yayınları: 449.

[1489] Muhammed Fuâd Abdülbâki, (Tahhik, Abdullah Feyzi Kocaer), Müttefekul Aleyh Hadisler, Hüner Yayınları: 449.

[1490] Muhammed Fuâd Abdülbâki, (Tahhik, Abdullah Feyzi Kocaer), Müttefekul Aleyh Hadisler, Hüner Yayınları: 449.

[1491] Muhammed Fuâd Abdülbâki, (Tahhik, Abdullah Feyzi Kocaer), Müttefekul Aleyh Hadisler, Hüner Yayınları: 449-450.

[1492] Muhammed Fuâd Abdülbâki, (Tahhik, Abdullah Feyzi Kocaer), Müttefekul Aleyh Hadisler, Hüner Yayınları: 450.

[1493] Muhammed Fuâd Abdülbâki, (Tahhik, Abdullah Feyzi Kocaer), Müttefekul Aleyh Hadisler, Hüner Yayınları: 450.

[1494] Muhammed Fuâd Abdülbâki, (Tahhik, Abdullah Feyzi Kocaer), Müttefekul Aleyh Hadisler, Hüner Yayınları: 450.

[1495] Muhammed Fuâd Abdülbâki, (Tahhik, Abdullah Feyzi Kocaer), Müttefekul Aleyh Hadisler, Hüner Yayınları: 451.

[1496] Muhammed Fuâd Abdülbâki, (Tahhik, Abdullah Feyzi Kocaer), Müttefekul Aleyh Hadisler, Hüner Yayınları: 451.

[1497] Muhammed Fuâd Abdülbâki, (Tahhik, Abdullah Feyzi Kocaer), Müttefekul Aleyh Hadisler, Hüner Yayınları: 451.

[1498] Muhammed Fuâd Abdülbâki, (Tahhik, Abdullah Feyzi Kocaer), Müttefekul Aleyh Hadisler, Hüner Yayınları: 452.

[1499] Muhammed Fuâd Abdülbâki, (Tahhik, Abdullah Feyzi Kocaer), Müttefekul Aleyh Hadisler, Hüner Yayınları: 452.

[1500] Muhammed Fuâd Abdülbâki, (Tahhik, Abdullah Feyzi Kocaer), Müttefekul Aleyh Hadisler, Hüner Yayınları: 452.

[1501] Muhammed Fuâd Abdülbâki, (Tahhik, Abdullah Feyzi Kocaer), Müttefekul Aleyh Hadisler, Hüner Yayınları: 453.

[1502] Muhammed Fuâd Abdülbâki, (Tahhik, Abdullah Feyzi Kocaer), Müttefekul Aleyh Hadisler, Hüner Yayınları: 453.

[1503] Muhammed Fuâd Abdülbâki, (Tahhik, Abdullah Feyzi Kocaer), Müttefekul Aleyh Hadisler, Hüner Yayınları: 453.

[1504] Muhammed Fuâd Abdülbâki, (Tahhik, Abdullah Feyzi Kocaer), Müttefekul Aleyh Hadisler, Hüner Yayınları: 453-454.

[1505] Muhammed Fuâd Abdülbâki, (Tahhik, Abdullah Feyzi Kocaer), Müttefekul Aleyh Hadisler, Hüner Yayınları: 454.

[1506] Muhammed Fuâd Abdülbâki, (Tahhik, Abdullah Feyzi Kocaer), Müttefekul Aleyh Hadisler, Hüner Yayınları: 454.

[1507] Muhammed Fuâd Abdülbâki, (Tahhik, Abdullah Feyzi Kocaer), Müttefekul Aleyh Hadisler, Hüner Yayınları: 454-455.

[1508] Muhammed Fuâd Abdülbâki, (Tahhik, Abdullah Feyzi Kocaer), Müttefekul Aleyh Hadisler, Hüner Yayınları: 455.

[1509] Muhammed Fuâd Abdülbâki, (Tahhik, Abdullah Feyzi Kocaer), Müttefekul Aleyh Hadisler, Hüner Yayınları: 455.

[1510] Muhammed Fuâd Abdülbâki, (Tahhik, Abdullah Feyzi Kocaer), Müttefekul Aleyh Hadisler, Hüner Yayınları: 455.

[1511] Muhammed Fuâd Abdülbâki, (Tahhik, Abdullah Feyzi Kocaer), Müttefekul Aleyh Hadisler, Hüner Yayınları: 455.

[1512] Muhammed Fuâd Abdülbâki, (Tahhik, Abdullah Feyzi Kocaer), Müttefekul Aleyh Hadisler, Hüner Yayınları: 455.

[1513] Muhammed Fuâd Abdülbâki, (Tahhik, Abdullah Feyzi Kocaer), Müttefekul Aleyh Hadisler, Hüner Yayınları: 456.

[1514] Muhammed Fuâd Abdülbâki, (Tahhik, Abdullah Feyzi Kocaer), Müttefekul Aleyh Hadisler, Hüner Yayınları: 456.

[1515] Muhammed Fuâd Abdülbâki, (Tahhik, Abdullah Feyzi Kocaer), Müttefekul Aleyh Hadisler, Hüner Yayınları: 456.

[1516] Muhammed Fuâd Abdülbâki, (Tahhik, Abdullah Feyzi Kocaer), Müttefekul Aleyh Hadisler, Hüner Yayınları: 456.

[1517] Muhammed Fuâd Abdülbâki, (Tahhik, Abdullah Feyzi Kocaer), Müttefekul Aleyh Hadisler, Hüner Yayınları: 456.

[1518] Muhammed Fuâd Abdülbâki, (Tahhik, Abdullah Feyzi Kocaer), Müttefekul Aleyh Hadisler, Hüner Yayınları: 456.

[1519] Muhammed Fuâd Abdülbâki, (Tahhik, Abdullah Feyzi Kocaer), Müttefekul Aleyh Hadisler, Hüner Yayınları: 457.

[1520] Muhammed Fuâd Abdülbâki, (Tahhik, Abdullah Feyzi Kocaer), Müttefekul Aleyh Hadisler, Hüner Yayınları: 457.

[1521] Muhammed Fuâd Abdülbâki, (Tahhik, Abdullah Feyzi Kocaer), Müttefekul Aleyh Hadisler, Hüner Yayınları: 457.

[1522] Muhammed Fuâd Abdülbâki, (Tahhik, Abdullah Feyzi Kocaer), Müttefekul Aleyh Hadisler, Hüner Yayınları: 457-458.

[1523] Muhammed Fuâd Abdülbâki, (Tahhik, Abdullah Feyzi Kocaer), Müttefekul Aleyh Hadisler, Hüner Yayınları: 458-459.

[1524] Muhammed Fuâd Abdülbâki, (Tahhik, Abdullah Feyzi Kocaer), Müttefekul Aleyh Hadisler, Hüner Yayınları: 459.

[1525] Muhammed Fuâd Abdülbâki, (Tahhik, Abdullah Feyzi Kocaer), Müttefekul Aleyh Hadisler, Hüner Yayınları: 459.

[1526] Muhammed Fuâd Abdülbâki, (Tahhik, Abdullah Feyzi Kocaer), Müttefekul Aleyh Hadisler, Hüner Yayınları: 459-460.

[1527] Muhammed Fuâd Abdülbâki, (Tahhik, Abdullah Feyzi Kocaer), Müttefekul Aleyh Hadisler, Hüner Yayınları: 460.

[1528] Muhammed Fuâd Abdülbâki, (Tahhik, Abdullah Feyzi Kocaer), Müttefekul Aleyh Hadisler, Hüner Yayınları: 460-461.

[1529] Muhammed Fuâd Abdülbâki, (Tahhik, Abdullah Feyzi Kocaer), Müttefekul Aleyh Hadisler, Hüner Yayınları: 461-462.

[1530] Muhammed Fuâd Abdülbâki, (Tahhik, Abdullah Feyzi Kocaer), Müttefekul Aleyh Hadisler, Hüner Yayınları: 462.

[1531] Muhammed Fuâd Abdülbâki, (Tahhik, Abdullah Feyzi Kocaer), Müttefekul Aleyh Hadisler, Hüner Yayınları: 462.

[1532] Muhammed Fuâd Abdülbâki, (Tahhik, Abdullah Feyzi Kocaer), Müttefekul Aleyh Hadisler, Hüner Yayınları: 462-463.

[1533] Muhammed Fuâd Abdülbâki, (Tahhik, Abdullah Feyzi Kocaer), Müttefekul Aleyh Hadisler, Hüner Yayınları: 463.

[1534] Muhammed Fuâd Abdülbâki, (Tahhik, Abdullah Feyzi Kocaer), Müttefekul Aleyh Hadisler, Hüner Yayınları: 463.

[1535] Muhammed Fuâd Abdülbâki, (Tahhik, Abdullah Feyzi Kocaer), Müttefekul Aleyh Hadisler, Hüner Yayınları: 463.

[1536] Muhammed Fuâd Abdülbâki, (Tahhik, Abdullah Feyzi Kocaer), Müttefekul Aleyh Hadisler, Hüner Yayınları: 463-464.

[1537] Muhammed Fuâd Abdülbâki, (Tahhik, Abdullah Feyzi Kocaer), Müttefekul Aleyh Hadisler, Hüner Yayınları: 464.

Rüveyha
Thu 5 December 2013, 07:26 am GMT +0200
Herşey selamla başlar selamla biter..Sadece bu iki kelime karşı tarafla gönül bağı kurmaya yetiyorda artıyor bile..Başta Allahın selamı üzerine olsun, son da yine Allahın selamı üzerine olsun..Ne anlamlı bir dua..Rabbim bizleri selamı yayan kullarından kılsın.