- Şefaat

Adsense kodları


Şefaat

Smf Seo Versiyon , -- Seo entegre sistem.

rray
saniyenur
Sun 1 January 2012, 11:51 pm GMT +0200
2. Şefaat


“Kebire sahipleri hakkında peygamberlerin ve hayırlı mümin­lerin şefâatta bulunma yetkileri vardır. Bu husus (tevatür de­recesine ulaşmayan, fakat ahad haberlerden de kuvvetli olan müstefiz ve) meşhur hadislerle sabittir”

Mutezile bu konuda Sünni görüşüne muhalefet etmiştir. Bu ih­tilaf, biraz evvel temas edildiği gibi “şefaat sözkonusu olmadan (Allah'ın kulunun günahını) af ve mağfiret etmesi caiz olunca, şeraatla caiz-olacağı, çok daha fazla tabiîdir”, şeklinde temel görüşe dayanmaktadır. Mutezile onu caiz görmediği için bunu da caiz görmemiştir [21].

Delillerimiz: “İmanlı erkekler, kadınlar ve kendi günahın için af dile” (Muhammed, 47/19). (Hz. Peygamber'in müminler için af di­lemesinin faydası yoksa, bu âyetin manâsı nedir?) “Onlara (yani kâfirlere) şefâatçıların şefaati fayda vermez” (Müddessir, 74/48). Bu cümlenin üslûbu ve ifade şekli esas itibariyle' şefaatin var olduğunun delilidir. Aksi halde hallerini kötülemek ve içinde bulundukları sıkıntılı durumun mahiyetini ortaya koymak için, “kâfirlere, hiç bir şefaatçinin şefaatinin faydası olmaz” demenin manâsı olmazdı, Bu gibi yerlerde kullanılan bu nevi ifadeler, sadece kâfirlere mahsus olan alâmetleri ifade eder, onlarla başkaları arasında müşterek olan nitelikleri göstermez. (Şefâatcıya sahip olmama sadece kâfirlerin özelliğidir), Buradaki hükmün kâfirlerle ilgili olmasından maksad, onlardan başkası da “şefâatcıya sahip olmaz” (ve kâfirlerin haricin­de kalan kimselerin şefâatcıları da kendileri için faydalı olamaz) de­mek değildir. Onun için bu âyet, “muhalif mefhuma” inananları red­detmek için de delil değildir.

 (Şafiîlere göre muteber olan mefhum-i muhalefet Hanefîlere gö­re muteber değildir. Onun için bu âyetle, “mademki şefaatin kâfirle­re faydası yoktur, o halde müminlere faydası vardır”, şeklinde şe­faat için delil getirilmemiştir. Tersine şefâatın cevazı bu âyetin üslû­bundan ve ifade tarzından çıkarılmıştır: Ey kâfirler, siz öyle kötü ve zor bir. durumdasınız ki, herkese faydası olan şefâatın bile size men­faati olmaz!, denmek istenmiştir.)

Peygamber (s.a.)in: “Şefaatim, ümmetimden kebîre sahipleri içindir” [22], buyurması da şefaat için bir delildir. Bu meşhur bir hadistir. Hatta bu konudaki hadisler mânâ yönünden mütevatirdir.

Mutezilenin delilleri: “Hiç bir kimsenin, diğer bir kimseden fay­dalanmayacağı, kimseden bir şefaat kabul edilmeyeceği... günden korunun.” (Bakara, 2/48), “Zalimlerin ne bir dostu, ne de itaat ede­cekleri bir şefâatcıları vardır”  (Gâfir, 40/18), gibi âyetler.

Cevap: Bu ve benzeri naslarm bütün şahıslara, zamanlara ve hallere delâlet eden umumî bir ifade olduğunu kabul etsek bile (ki önce bunu kabul etmeyiz, ama kabul ve teslim ettiğimiz farzedilse dahi) birbirine muarız bulunan ve âyet ve hadis neviden olan) de­lilleri telif etmek için bu çeşit nasları kâfirlere tahsis etmek gerekmektedir. Af ve şefâatm esası, Kur'an, hadis ve icmaa dayanan ke­sin delillere istinad ettiği için Mutezile, “mutlak olarak küçük gü­nahların, tevbeden sonra da büyük günahların affını kabul etmiş” ve, “şefaat (günahların affına vesile değildir, sadece)  sevabın art­masını temin eder”, demiştir.

Fakat bunlar hatalı görüşlerdir. Birinci şıkkın yanlış oluşu, şun­dandır: Mutezileye göre büyük günahtan tevbe eden veya büyük gü­nahlardan kaçınmak şartiyle küçük günahları işleyen, esasen onla­ra göre azabı hak etmiş değildir. Onun için de affın manâsı yoktur, îkinci şıkka gelince, naslarda bahis konusu edilen şefaatin; işlenen cinayet ve günahtan af taleb etmek manâlına geldiği (ve sevabı ar­tırmaktan ibaret olmadığı)  hususunda şübhe yoktur.

Tevbesiz dahi   vefat etmiş olsalar, “kebîre sahibi olan müslümanlar Cehennemde ebedî olarak kalmazlar”

Delilleri: “Kim zerre kadar hayır işlerse, onu görecektir” (Züzal, 99/7). İmanın kendisi hayırlı bir ameldir; “Cehenneme girmeden ev­vel (Cennette) bunun karşılığı görülür, som dbedî olarak yanmak üzere Cehenneme girilir,” demek mümkün değildir. Zira bunun bâ­tıl olduğu konusunda icmâ ve ittifak vardır. Şu halde geriye, (işle­nen günah miktannca ve Allah'ın dilediği zamana kadar) Cehen­nemde kaldıktan sonra oradan çıkmak şıkkı kalır.

“Allah, mümin erkeklere ve kadınlara, altından ırmaklar akan Cennetler vaad etmiştir” (Tevbe, 9/73), “İman edip salih ve iyi amel işleyenlerin ağırlanacakları yer Firdevs Cennetidir” (Kehf, 18/107). Müslümanların cennetlik olduklarına delâlet eden bunlar gibi daha pek çok nas vardır. Ayrıca, günah sebebiyle bir müslümanın iman dairesinden çıkmayacağı, yukarıda kesin delillerle gösterilmişti.

Bir de şu var: Cehennemde ebedî kalmak, cezaların en büyüğü­dür. Onun için Cehennemde ebedî kalmak, en büyük cinayet ve gü­nah olan küfre karşılık kılınmıştır. Bu büyük ceza ile kâfir olmayan­lar (günahkâr müslümanlar) da cezalandırılırsa, cezanın cinayetten ve suçtan fazla olması lazım gelirdi. Bu ise adalete sığmaz.

Mutezileye göre, Cehenneme girenler orada ebedî olarak kalır­lar. Zira Cehenneme ya kâfir veya tevbesiz ölen kebire sahibi girer. Günahsız olanlar, veya günahına tevbe edenler veyahut da kebîre-den sakınmak şartıyla küçük günah işleyenler esasen Cehennemlik değillerdir. Nitekim bununla ilgili Mutezilenin dayandığı esâslar anlatılmıştı.

Mutezileye göre, kâfirin Cehennemde ebedî kalacağı konusunda icma ve ittifak vardır. îki bakımdan kebire sahibi de aynı durumda-

1. Kebîre sahibi azaba müstehak olmuştur, Azab, daimî ve hâlis zarar demektir. Şu halde bu manâdaki zarar ve azab daimî ve halis menfaat demek olan sevabı hak etmeye aykırıdır.

Cevap: Azabın tarifindeki “daimî” kaydını kabul etmiyoruz. Hat­ta onların kasdettikleri manâda “müstehak olmak” veya “hak et­mek” kavramlarım da kabul etmiyoruz. Çünkü onların “istih­kak” ve “hak etmek”ten anladıkları isticabdır, yani amelin karşılığını zaruri olarak almaktır. Halbuki sevap Allah'ın bir fazlı ve lütfudur, azab da adaletidir. Bundan dolayı Hakk Taâlâ kebîre sahibine dilerse azab eder, dilerse bir süre azab ettikten sonra Cen­nete sokar.

2. Kebîre sahibinin 'Cehennemde ebedi kalacaklarına delâlet eden naslar: “Kim, bir mümini kasden öldürürse, cezası ebedî olarak Cehennemde kalmaktır” (Nisa, 4/93), “Kim Allah'a ve Resulüne âsi olur ve onun hududuun tecavüz ederse, Allah onu ebedî kalmak üze­re Cehenneme sokar” (Nisa, 4/14. Muhalled fi'n-nâr, hulûd), “Kötülük işleyip suçu kendisini kuşatmış olan kimseler, ebedî olmak üze­re Cehennemliklerdir”  (Bakara, 2/81).

Cevap: Bir müslümam, sırf müslüman olduğu için, kâfirden baş­kası katletmez. Allah'ın cizdiği bütün sınırları tecavüz eden... ve gü­nahı her taraftan kendisini çeviren ve kuşatan... kişi için söylenecek söz de aynıdır. (Sırf Allah çizdi, diye bir sınırı, kâfirden başkası aş­maz). Hulûd'dan, asli ve lafzi manânın kasdedildiği kabul edilse bi­le, hulûd bazan, bir yere uzun süre kalmak manâsında da kullanı­lır: “Sicnûn muhaledün (müebbed hapis) sözünde olduğu gibi. “Hulûdun daima” “ebedilik' manâsına geldiği kabul edilse bile bu sefer, hulûda ve ebediyete de'âlet eden naslar (kebîre sahibi için) hudûd ve ebedîlik olmadığına delâlet eden âyetlere muarız olur, (onlarla çatışır ve çelişir. Onun için de hulûda delâlet etmeyen naslar esas alınarak öbürleri buna göre te'vil edilir ve yorumlanır, böylece ara­daki çatışma ve çelişme hali ortadan kaldırılır. Hulûda delâlet eden âyetler kâfirlere tahsis e/dilerek naslarm arası telif edilir).[23]


[21] İbn Teymiye ve Vehhabîlerin, peygamberlerin şefaatini inkâr ettikleri, özellikle mutasavvıflar ve Şiîlerce ısrarla müdafaa edilmektedir. Şefaatin üç manâsı vardır:

1. Hz. Peygamber hayatta iken, bir kimsenin hidâyete ermesi ve gü­nahlarının affedilmesi için Allah katında şefaatçi olur. Allah da habibinin şefaatini kabul ederek o kulu hidâyete erdirir, affeder veya af­fetmez. Nitekim ResûlüIIah'ın anası hakkındaki şefaat ve af dileği ge­ri çevrilmişti  (Bk. Tevbe, 9/113).

2. Hz. Peygamber mahşer günü de şefâatta bulunacaktır, şefâat-ı uzma ve şefâat-ı kübra, en büyük gefâat ona aittir. Bu iki manâdaki şefâatı Vehhabîler,  diğer  Sünnîler  gibi   aynen   ve  Allah'ın iznine  bağlı olarak kabul ederler.

3. Hz. Peygamber vefat ettikten sonra ve kıyameti müteakip dirilme­den önce acaba şefaat edebilir mi edemez mi?  Bu soruya Sûfîler ve Şiîler evet; Vehhabîler, fıkıhçılar, kelâmcıîar ve hadisciler hayır ceva­bını vermişlerdir.

Bu konu esas itibariyle şudur: Günah işleyen bir kişi dünyada iken af için Allah'la arasına bir şahsı ve Ölünün ruhunu aracı ve şefaatçi olarak koyabilir mi, koyamaz mı? İhtiyaçları olan bir müslüman, ha­cetinin görülmesi için bir şahsın ve ölünün vesile ve vasıta olmasını is­teyebilir mi, isteyemez mi? Kısaca kul ile Mevlası arasına üçüncü bir şahsın şefaatçi ve aracı olarak girmesinin hükmü nedir, konusudur. El-Hidaye'nin “Kitabu'l-kerâhiyyet”, bölümünün sonunda aynen şöyle denilmektedir: “ve yukrehu en yekûle fî duaihi, bihakkî fûlan ve bi-hakki enbiyâike ve rusulike...” (Bir kimsenin dua esnasında: Ya Rabbi falanın hakkı için veya nebi ve rusûllerinin hakkı için, yani onların yüzü suyu hürmetine şu işimi gör, beni mağfiret et, demesi mekruh­tur). Bu ifade bütün Hanefi fıkıh kitaplarında ve aynı bölümde yer almıştır.

İmam Muhammed'e göre kerahet haram olmak, mekruh da haram ma­nâsına gelir. Buna göre, kime ait olursa olsun ölülerin ruhlarından yardım istemek, onlardan meded ummak, şefâatlarını ummak ve aracı olacaklarım beklemek (istiâne, istimdad, İsti$fa' ve tevessül) caiz değildir. Bu maksatla kabir ve türbeler ziyaret edilemez. Kabir ve türbeler sadece iki  maksat için ziyaret edilir:

1. İbret ve ders almak için. Buna ilâne-i kulûb veya terkik-i kulûb için kabirleri ziyaret etmek denir.

2. Kabir, ve türbede yatan zata faydalı olmak için. -Ondan faydalan­mak için değil-. Ziyaret sırasında okunan dua ve Kur'an, kabirde ve türbede yatan ve gömülü olan zatın ruhuna faydalı olur. Bu iki mak­satla kabir ziyareti, îbn Teymiye ve Vehhabîler dahil bütün Sünnîlerce caiz görülmüştür. İhtilaf konusu olan kabirde yatan ve gömülü olan kişileri, onların ruhlarından ve maneviyatlarında istifade etmek mak-sadiyle ziyaret etmek meselesidir.

Vehhabîler ve îbn Teymiye bu konuda biraz ileri giderek ve biraz da sert çıkışlar yaparak, diğer Sünnîlerce mekrhu sayılan kabir ve türbe ziyaret biçimlerini kesin surette haram saymışlar ve hatta bunu küfre kadar götürmüşlerdir. Burada esas ihtilaf Vehhabîlerle Şiîler ve Mutasavvıflar arasındadır.

[22] Ebu Davud, Sünnet, 21; Tirmizî, Kıyamet, 11; îbn Mace, Zühd, 37; îbn Hanbel, III, 213. Ayrıca Beyhakî, Hakim ve îbn Hibban tarafından da rivayet edilmiştir. Bk. Aclunî, II, 10.

Mutezile bu hadisin uydurma olduğunu ileri sürmüştür. Hadisin sene­dini zayıf görenler vardır.

[23] Sadreddin Taftazani, Kelâm İlmi ve İslâm Akaidi (Şerhu’l-Akaid, Hazırlayan Süleyman Uludağ), Dergâh Yayınları: 271-275.


ceren
Fri 1 June 2018, 03:36 am GMT +0200
Esselamu aleyküm. Rabbim bizleri peygamber efendimizin yolunda onun sunnetine tabi yaşayan ve ona layık bir ümmet olup onun sefaatine erisip cennet ehli olacak kullardan eylesin inşallah. Rabbim razı olsun paylasimdan kardeşim. ..

Bilal2009
Fri 1 June 2018, 01:51 pm GMT +0200
Ve aleykümüsselam Şefaat Allah Teâlâ nin dilediklerine verdiği bir rahmettir Rabbim paylaşım için razı olsun

Sevgi.
Sat 2 June 2018, 02:15 am GMT +0200
Aleykümüsselam ahirette şefaat çok önemli ve gereklidir Efendimiz in şefaatından mahrum kalmayalım inşaAllah