- Rasulullah (S.A.V.)´In Mekke´de Verdiği Hükümler

Adsense kodları


Rasulullah (S.A.V.)´In Mekke´de Verdiği Hükümler

Smf Seo Versiyon , -- Seo entegre sistem.

Array
Esila
Wed 2 February 2011, 01:57 am GMT +0200
Rasulullah (S.A.V.)´In Mekke´de Verdiği Hükümler


Rasûlullah (S.A.V.)´In Fetihten Sonra Halid B. Velidi Kinane´den Olan Beni Cezime"Ye Göndermesi

Halid B. Velid´in Uzza Putunu Yıkmak Üzere Gönderilmesi

Peygamber (S.A.V.)´İn Mekke´de İkamet Müddeti

Rasulullah (S.A.V.)´In Mekke´de Verdiği Hükümler.

Fasıl

Hüneyn Gününde Hevazin Gazvesi

Hevazin Vakasının Ne Şekilde Cereyan Ettiği.Ve İşin Başındaki Firardan Sonra Güzel Sonucun Müttakiler Lehine Dönmesi

Fasıl

Fasıl

Fasıl

Evtas Gazvesi

Hüneyn Savaşında Ve Evtas Seriyyesinde Şehid Edilenler.

Hevazin Gazvesi Hakkında Söylenen Şiirler.



Rasûlullah (S.A.V.)´In Fetihten Sonra Halid B. Velidi Kinane´den Olan Beni Cezime"Ye Göndermesi


İbn İsnak, Ebu Cafer Muhammed b. Ali´nin şöyle dediğini rivayet etmiştir:

Rasûlullah (s.a.v.), Mekke´nin fethi sırasında Halid b. Velid´i sa­vaşçı olarak değil de davetçi olarak gönderdi. Onunla birlikte Arap­lardan Süîeym b. Mansur ve Müdliç b. Mürre kabileleri vardı. Beni Cezime b. Amir b. Abdumenat b. Kinane´nin topraklarına girdiler. Onlar, Halid´i gördüklerinde silaha sarıldılar. Halid şöyle dedi:

- Silahları bırakınız. Çünkü herkes Müslüman olmuştur artık. İbn îshak şöyle dedi: Beni Cezime´den bilgi sahibi arkadaşları­mızdan biri bana şöyle haber verdi:

Halid, silahı bırakmamızı emrettiğinde bizden Cehdem denilen bir adam şöyle dedi:

- Yazıklar olsun size ey Beni Gezime! Vallahi bu Halid´tir! Silahı bıraktıktan sonra mutlaka esir edileceğiz! Esirlikten sonra da mu­hakkak boyunlarımız vurulacaktır. Vallahi ben silahımı asla bırak­mayacağım!

Kavminden bir takım adamlar ona şöyle dediler:

- Ey Cehdem, bizim kanlarımızın dökülmesini mi istiyorsun Çünkü herkes Müslüman olmuştur.

Bunun üzerine silahı bıraktılar. Savaş sona erdi. Herkes güven duydu. Cehdem´in de silahını elinden alıncaya kadar herkes onunla uğraştı. Nihayet herkes Halid´in sözü üzerine silahı bıraktı.

İbn İshak, Ebu Cafer Muhammed b. Ali´nin şöyle dediğini rivayet

etti:

Silahı bıraktıkları zaman Halid emretti ve onların elleri arkadan bağlandı. Sonra onları kılıçtan geçirdi. Onlardan bir kısmını öldürdü. Bu haber, Rasûlullah (s.a.v.)´a ulaştığı zaman ellerini göğe doğru kal­dırdı. Sonra şöyle dedi:

- Allahım! ben, Halid b. Velid´in yaptıklarından beriyim. Onun yaptıklarından uzağım.

İbn Hişam şöyle dedi: Bana ulaşan habere göre Beni Cezime´den bir adam kaçıp kurtuldu ve Rasûlullah (s.a.v.)´ın yanma geldi. Ona bu haberi verdi. Rasûlullah (s.a.v.) da şöyle dedi:

- Ona karşı koyan ve bu yaptığını protesto eden kimse olmadı mı

- Evet, orta boylu, beyaz tenli bir adam ona karşı çıktı. Halid de onu engelledi. O da sustu. Daha sonra uzun boylu ve çelimsiz bir gö­rünüşe sahib başka bir adam karşı koydu. Birbirleriyle karşılıklı ce-vablaştılar. Bu konuşmaları şiddetlendi. Bunun üzerine Ömer b. Hat-tab dedi ki:

- Ya Rasûlallah! Birincisi benim oğlum Abdullah´tır. Diğeri ise Ebu Hüzeyfe´nin kölesi Salim´dir.

Sonra Rasûlullah (s.a.v.), Ali b. Ebi Talib´i çağırdı. Ona şöyle dedi:

- Ey-Ali, şu kavme git. Onların durumlarına bak. Cahiliye âdetle­rini ayaklarının altına al.

Ali, yola çıktı. Onlara geldi. Beraberinde bir miktar mal vardı. O malı Rasûlullah (s.a.v.) göndermişti. O da onlara kanlarının diyetleri­ni ve telef olup heder olan mallarının ücretini ödedi. Hatta onlara kö­peğin ağaçtan oyulmuş yalağının bedelim dahi verdi. Nihayet kandan ve maldan hiçbir şey kalmayıp hepsini ödedi. Yine de bir miktar mal arta kaldı. Ali işini bitirip oradan ayrılacağı zaman onlara şöyle dedi:

- Sizin ödenmemiş kan veya mal hakkınız kaldı mı

- Hayır kalmadı.

- Ben, işte bu maldan arta kalan bu bakiyyeyi de size veriyorum ki, Rasûlullah (s.a.v.) için, onun bilmedikleri, sizin de bilmediğiniz şeyler yerine geçsin.

Sonra Rasûlullah (s.a.v.)´m yanma döndü ve ona durumu anlattı. O da şöyle buyurdu:

- İsabet ettin, güzel yaptın.

Rasûlullah (s.a.v.), daha sonra kalktı, kıbleye döndü. Ayakta du­rup ellerini kaldırdı. Öyle ki omuzlarının altı (koltuk altı) görünüyor­du. Şöyle diyordu:

- Allahım! Ben Halid b. Velid´in yaptığı şeyden uzağım. Onun yap­tıklarından sana sığınıyorum.

Bu sözünü üç kez tekrarladı."

İbn İshak dedi ki: Halid´i mazur gösteren bazı kimseler, iddia e-derler ki, Halid şöyle demiştir:

- Ben onlarla savaşmaya çaktım. Fakat Abdullah b. Hüzafe es-Sehmî bana emretti. Rasûlullah (s.a.v.), İslâm´a girmeye yanaşmadık­ları için onlarla savaşmanı emrediyor, deyince onlarla savaşmaya başladım.

İbn Hişam, Ebu Arar el-Medinî´nin şöyle dediğini rivayet etmiştir: Halid, onlara geldiği zaman onlar şöyle dediler: "Biz dinimizden çıkıp Muhammed´in dinine girdik."

Bunlar, mürsel ve munkati rivayetlerdir.

İmam Ahmed b. Hanbel, Abdürrezzak kanalı ile İbn Ömer´in şöy­le dediğini rivayet etmiştir: "Rasûlullah (s.a.v.), Halid b. Velidı -zan­nedersem- Beni Cezime kabilesine gönderdi. Onları İslâm´a davet et­ti. Ama onlar İslâm´a girdik anlamına gelen "Eslemnâ" kelimesini gü­zelce telaffuz edemediler, kendi batıl dinlerinden çıktıklarını kastede­rek dinden çıktık anlamına gelen "Sebe´nâ sebe´nâ" demeye başladı­lar. Halid de onların bir kısmını esir almaya, bir kısmını öldürmeye başladı.

Bizden her bir adama bir esir verdi. Nihayet bir gün sabahladığı-mızda-Halid, elimizdeki esirleri öldürmemizi hepimize emretti. Ben:

- Vallahi esirimi öldürmem. Arkadaşlarımdan da hiçbiri, esirini öldürmeyecektir, dedim.

Bu seriyyedeki adamlar topluca Peygamber (s.a.v.)´in yanına dön­düler. Halidın yaptıklarım ona anlattılar. Peygamber (s.a.v.) ellerini kaldırıp şöyle dedi:

- Allahım! Halid´in yaptıklarından uzağım ve sana sığınıyorum. Bu sözünü iki kez tekrarladı."

İbn İshak dedi ki: "Cahdem, Halid´in yaptıklarını görünce Beni Cezime, döğüşü kaybettik. Sizi, içine düştüğünüz bu şeyden sakındır-mıştım, dedi."

İbn İshak dedi ki:

Bana gelen habere göre Halid ile Abdurrahman b. Avf arasında bu hususta bir konuşma geçmişti. Abdurrahman b. Avf, ona şöyle de­mişti:

- İslâm´da cahiliye işini işledin. Halid de şu karşılığı verdi:

- Sadece senin babanın intikamım aldım.

- Yalan söylüyorsun. Ben babamın katilini öldürdüm. Fakat sen, amcan Fakih b. Muğire´nin intikamını aldın.

Derken iMsi arasında kavga meydana geldi. Bu durum, Rasûlul­lah (s.a.v.)´a intikal edince şöyle buyurdu:

- Dur bakalım ey Halid, bırak ashabımı, vallahi eğer senin Uhud dağı kadar altının olsa, sonra onu Allah yolunda harcasan, ashabım­dan bir adamın ne bir sabah yürüyüşüne, ne de bir kere akşam yürü­yüşüne kavuşamazsın.

Sonra İbn İshak, Fakih b. Muğire´nin kıssasını şöyle anlatır: Halid b. Velid´in amcası Fakih b. Muğire b. Abdullah b. Ömer b. Mahzum, Avf b. Abdi Avf b. Haris b. Zühre, oğlu Abdurrahman, Affan b. Ebu´l-As b. Ümeyye b. Abdu´ş-Şems ve oğlu Osman ile birlikte tica­ret için Yemen´e gittiler. Yemen dönüşünde orada vefat eden Beni Ce-zime´den bir adamın malı da yanlarında idi. Bu malı, müteveffa ada­mın varislerine teslim etmek üzere develerine yükleyip getirmekteidiler. Onlardan kendisine Halid b. Hişam denilen bir adam, o malın kendisinin olduğunu iddia etti ve müteveffanın ailesine ulaşmaların­dan önce Beni Cezime´nin topraklarında onlarla karşılaştı. Onlar da malı ona vermek istemediler. Bunun üzerine kendisiyle birlikte kav­minden olan kimselerle malı almak için onlarla savaştılar. Onlar da onunla savaştılar. Avf b. Abdi Avf ve Fakih b. Muğire öldürüldü. Af-fan b. Ebu´l-As ve oğlu Osman kurtuldu. Onlar, Fakih b. Muğire´nin malı ile Avf b. Abdi Avf m malını ele geçirdiler ve götürdüler. Abdur-rahman b. Avf, babasının katili olan Halid b. Hişam´ı o seriyyede öl­dürdü. Kureyşliler, Beni Cezime ile savaşmaya azmettiler. Beni Cezi-meliler de şöyle dediler:

"Kabilemiz size birşey yapmamış. Bizden bazıları bilmeyerek böy­le bir iş yapmışlar. Bizim bundan haberimiz yok. Biz size, sizin kan veya malınızın diyetini öderiz."

Kureyşliler de bunu kabul ettiler ve savaşı bıraktılar.

İşte bunun içindir ki Halid, Abdurrahman b. Avf a:

- Ben sadece senin babanın intikamım aldım. Hani bir zamanlar Beni Cezimeliler onu öldürmüşlerdi ya.

Abdurrahman b. Avf da ona cevaben demişti ki:

- Ben babamın intikamını aldım ve katilini öldürdüm. Sen sadece amcan Fakih b. Muğire´nin intikamını aldın. Hani bir zamanlar onu öldürüp malını almışlardı ya!

Bu ikisinden de tahmin edilen şudur ki, bu söylediklerini gerçek niyetle söylemiş değillerdi. Ancak birbirleriyle tartışma anında söyle­nen sözleri söylemişlerdir. Aslında Halid b. Velid, İslâm´a ve Müslü­manlara yardım etmek istemişti. Her ne kadar o kendi işinde yanıl­mış idiyse de Beni Cezimelilerin: "Dinimizden çıktık, dinimizden çık­tık." diyerek İslâm´ı noks ani aştırdıklarını sanmıştı. Onların Müslü­man olduklarını anlayamamıştı. Bunun üzerine onlardan çoğunu öl­dürmüş, kalanlarını da esir almıştı. Sonra esirlerin de çoğunu öldür­müştü. Bununla beraber Rasûlullah (s.a.v), onu görevden azletmemiş, komutanlığını devam ettirmişti. Her ne kadar bu yaptıklarından ötü­rü Allah´a sığınmış ve yaptığı işlerden beri olduğunu söylemişse de, onun hataen yaptığı cinayetlerin ve telef ettiği malların diyetini, be­delini ödemiş. Ama yine de onu komutanlıkta bırakmıştı.

Bu rivayette bir delil vardır. Şöyle ki: Alimler, hata yapan devlet başkanının para cezasının kendi malından değil de Beytü´l-maldan ödeneceği hususunda iki kavil ileri sürmüşlerdir. İşte bu vakıa, bu hususta bir delil teşkil etmektedir. Doğrusunu Allah bilir.

Bu sebepledir ki Ebu Bekir es-Sıddık halife iken, Halid´in irtidad hadiseleri esnasında Malik b. Nüveyre´yi öldürmesi esnasında da onu görevden azletmemiştir. Sonra Halid´in, Malik b. Nüveyre´yi öldürüp karısı Ümmü Temim´i kendine zevce olarak almasını da haklı bazı se­beplere dayandırmıştı. İşte bu esnada Ömer b. Hattab, Hz. Ebu Be­kir´e şöyle demişti:

- Halid´i görevden azlet. Çünkü onun kılıcında zulüm var. Ebu Bekir es-Sıddık ona şu cevabı vermişti:

- Allah´ın müşriklere karşı çektiği bir kılıcı kınına sokmam.

İbn İshakj İbn Ebi Hadred el-Eslemî´nin şöyle dediğini rivayet jt-miştir:

Ben, o zaman Halid b. Velid´in süvarilerinin arasında idim. Beni Cezime´den bir delikanlı -ki o benim yaşlarımda idi, eski bir iple elleri boynuna bağlanmıştı, kadınlar da ondan uzakta olmayan bir yerde toplu halde duruyorlardı- bana şöyle dedi:

- Ey delikanlı!

- Ne var, ne istiyorsun

- Bu ipi tutup beni o kadınların yanma götürür müsün Onların görülecek bir ihtiyacı varda o ihtiyacı yerine getireyim. Sonra da beni geri getirip dilediğinizi yapınız.

- Vallahi istediğin bu şey kolaydır.

Onun ipini tuttum. Onu yederek götürdüm. Kadınların yamnda durdu ve şöyle dedi:

"Ey Hudeyre, hayatım tükenmek üzere iken teslim ol.

Seni gördüm, çünkü sizi aramış ve sizi Hilye´de ya da Hevanik´de bulmuştum.

Bir aşık vuslata layık değil midir Gecede ve gündüzün öğle vak­tinin şiddetli sıcağında yürümeyi göze al.

Benim bir günahım yoktu. Ailemizle birlikte iken demiştim, musi­betlerden birinden önce sevgi ile geri dön.

Ayrılık uzaklaştırmadan, ayırıcı emir, uzak kılmadan önce, sevgi ile geri dön.

Çünkü ben bir emanetin gizliliğini ihlal ettim. Onu zayi ettim.

Benim gözüme senden sonra insanlardan hiçbir güzel, hoş görün­mez.

Ne var ki, aşirete ulaşmak, sevgiliyi engelleyicidir.

Ancak sevginin olması bundan müstesnadır."

Hubeyşe de o delikanlıya şöyle dedi:

- Sen onyedi sene yaşadın -iki sekiz (onaltı) ve bir de tek sene (toplam onyedi sene) yaşadın.- Sonra onu getirdim. Boynu vuruldu.

İbn İshak, Cezimeli bir takım yaşlıların, orada o hadisede hazır bulunan kimselerden naklederek şu haberi verdiklerini söylemiştir: Bunun üzerine Hubeyşe, onun boynu vurulduğu zaman kalkarak ona doğru yürüdü ve üzerine kapandı. Durmadan onu Öpüyordu. So­nunda Hubeyşe de onun yanında öldü.

Hafız el-Beyhakî, Hümeydî kanalı ile İbn İsâm adındaki Müzey-neli bir adamın kendi babasından naklen şöyle dediğini rivayet etmiş­tir:

Rasûlullah (s.a.v.), bir seriyye gönderdiğinde şöyle dedi:

"Bir mescid gördüğünüzde veya bir müezzini duyduğunuzda (ezan okurken) herhangi bir kimseyi öldürmeyin."

Rasûlullah (s.a.v.), bizi bir seriyye ile gönderdi ve bize de aynı em­ri verdi. Biz Tihame taraflarına gittik. Bazı binek hayvanlarını güt­mekte olan bir adamı yakaladık. Ona: "Müslüman ol" dedik. O da: "İs­lâmiyet nedir " diye sordu. Ona İslâmiyet´i anlattık. Bir de baktık ki, o İslâmiyet´i anlamıyor. Bize: "Eğer dediğinizi yapmazsam, bana ne yaparsınız " diye sordu. Biz de: "Seni öldürürüz." dedik. Bunun üzeri­ne: "Binek hayvanlarıma ulaşıncaya kadar beni bekler misiniz " diye sordu. Biz de: "Evet biz sana ulaşırız." dedik. Bunun üzerine o hay­vanlarının peşine düştü. Onlara yetişti ve şöyle dedi: "Ey Hubeyşe, hayat geçip gitmeden önce Müslüman ol."

Diğeri de şöyle dedi: "Onyedi yaşında iken Müslüman ol. (İki se­kiz, bir tek, toplam onyedi sene yaşadın)." Böyle dedikten sonra önce­ki sayfada geçen şiiri şu cümleye kadar okudu: "Ayrılık uzaklaştırma­dan, ayırıcı emir uzak kılmadan önce sevgi ile geri dön."

Sonra bize döndü ve: "Dilediğinizi yapabilirsiniz." dedi. Biz de ü-zerine gidip boynunu vurduk.

Diğeri de devesinin üzerindeki mahfesinden yere yuvarlandı. Ü-zerine çöktü. Ölünceye kadar öylece kaldı.

Beyhakî, İbn Abbas´m şöyle dediğini rivayet etmiştir: Rasûlullah (s.a.v.), bir seriyyeyi yola çıkardı. Bu seriyye savaştı. Bir miktar gani­met ele geçirdi. Bazı adamları esir aldı. Esirler arasında bir adam vardı ki, seriyyedeki askerlere şöyle dedi: "Ben bunlardan değilim. Ben bir kadına aşık olmuştum, onun yanına geldim. Bırakın da bir kez ona bakayım. Sonra bana ne yaparsanız yapın." Seriyyedekiler bir de ne görsünler: Baktılar ki, kanlı canlı, uzun boylu bir kadın. Adam ona şöyle dedi: "Hayatın sona ermesinden önce Müslüman ol ey Hubeyşe." Böyle dedikten sonra o iki beyti de söyledi.

Hubeyşe de ona şöyle dedi: Evet sana feda olayım!

Adamı Öne götürüp boynunu vurdular. O kadın da geldi, adamın üzerine düştü, bir veya iki çığlık attıktan sonra Öldü.

Seriyyedekiler, Rasûlullah (s.a.v.)´m yanına geldiklerinde duru­mu ona anlattılar. O da: "Aranızda hiç mi merhametli bir adam yok­tu " dedi. [1]



Halid B. Velid´in Uzza Putunu Yıkmak Üzere Gönderilmesi


İbn Cerir dedi ki: Uzza putu, fetih senesinde ramazan ayının ka­lan son günlerinde yıkıldı.

İbn İshak dedi ki^Rasûlullah (s.a.v.), Halid b. Velid´i Uzza putuna gönderdi. Uzza, Nahle´de idi. Kureyş, Kinane ve Mudar´m meydana getirdiği, saygı gösterdiği bir ev idi. Onun bakımı ve perdedarlığı, Be­ni Haşim´in müttefikleri Beni Süleym´den olan Beni Şeyban´da idi. Uzza´nın, Şulemi kabilesinden olan perdedarı, Halid´in ona doğru yü­rüdüğünü işitince üzerine kılıcını astı ve kendisi o evin bulunduğu yerdeki dağa çıktı. Şöyle diyordu:

"Ey Uzza! Acımasız bir şekilde Halid´in üzerine saldır.

Silahı at ve süratli bir şekilde kaç.

Ey Uzza! Eğer kişiyi yani Halid´i öldürmezsen,

Acil bir günahla geri dön veya Hristiyanlık dinine gir."

Halid, Uzza putunun yanma vardığında onu yıktı. Sonra Rasûlul­lah (s.a.v.)´m yanma döndü.

Vakidî ve diğerlerinin rivayet ettiklerine göre Halid b. Velid, ra­mazanın bitimine beş gün kala Uzza putunun yanma vardığında onu yıktı ve geri döndü. Yıktığını da Rasûlullah (s.a.v.)´a haber verdi. Ra­sûlullah ona:

- Ne gördün diye sordu. Oda:

- Birşey görmedim, dedi. Bunun üzerine Rasûlullah (s.a.v.) ona, tekrar Uzza putunun bulunduğu yere dönmesini emretti. Dönünce orada karşısına o evden siyahı, saçı-başı dağınık bir kadın çıktı. Ka­dın, velvele ile feryad ediyordu. Halid, putun üzerine çıkıp şöyle dedi:

"Ey Uzza! Seni inkar ediyorum. Sen yüce ve münezzeh değilsin. Çünkü gördüm ki, Allah seni hakir kılmıştır."

Böyle dedikten sonra putun içinde bulunduğu evi yıkıp tahrip et­ti. İçindeki malları da aldı. Allah ondan razı olsun ve onu hoşnut kıl­sın. Bundan sonra dönüp durumu Rasûlullah (s.a.v.)´a haber verdi. Rasûlullah (s.a.v.)´da şöyle buyurdu: "O kadın, Uzza idi. Artık ona e-bediyen ibadet edilmeyecektir."

Beyhakî, Muhammed b. Ebu Bekr el-Fakih kanalı ile Ebu Tu-feyl´in şöyle dediğini rivayet etmiştir:

Rasûlullah (s.a.v.), Mekke´yi fethettiğinde Halid b. Velid´i Nahle´ye gönderdi. Orada Uzza putu vardı. Halid oraya gitti. Put, üç mızrak üzerine konulmuştu, mızrakları kesti. Evi yıktı. Sonra Rasûlullah (s.a.v.)´ın yanma gitti. Yaptıklarını anlattı. Rasûlullah: "Geri dön. Sen birşey yapmış değilsin." dedi. Halid, tekrar putun bulunduğu eve git­ti. Putun bakıcıları ve perdedarlan Halid´e baktıklarında var güçle­riyle dağa doğru koştular. Koşarken de şöyle diyorlardı:

"Ey Uzza! Onu delirt. Ey Uzzaî Onu kör et. Yoksa ben yüzüstü düşüp öleceğim!"

Halid, putun yanma gittiğinde orada çıplak, saçı başı,dağmık bir kadın gördü ki, saçma basma yüzüne, toprak saçıyor. Halid, kılıcıyla üzerine gitti, onu vurdu. Sonra peygamber (s.a.v)´in yanma döndü. Yaptığını ve gördüğünü haber verdi. Peygamber (s.a.v.): "İşte o kadın Uzza idi." dedi. [2]



Peygamber (S.A.V.)´İn Mekke´de İkamet Müddeti


Peygamber (s.a.v.)´in ramazan ayında Mekke´de kalıp namazı kı­salttığı ve orucu yediği hususunda ihtilaf yoktur. Bu da âlimlerden; "Seferi kişi, ikamete karar vermediği takdirde namazı kısaltarak kı­labilir, oruç tutmayabilir. Bu ruhsatı, onsekiz güne kadar devam ede­bilir." diyen âlimler için bir delildir. Bu, iki kavilden biridir. Diğer ka­vil ise, yeri geldiğinde anlatılacaktır.

Buharî, Ebu Nuaym kanalı ile Enes b. Malik´in şöyle dediğini ri­vayet etmiştir:

"Rasûlullah (s.a.v.)´la birlikte on gün ikamet ettik. Bu süre zarfın­da namazı kısaltarak kılıyordu."

Buharî, Abdan kanalı ile İbn Abbas´ın şöyle dediğini rivayet et­miştir:

"Rasûlullah (s.a.v.), Mekke´de ondokuz gün ikamet etti. (Dört re-katlık namazları) iki rekat olarak kılıyordu."

Ahmed b. Yunus, Ahmed b. Şihab kanalı ile İbn Abbas´m şöyle de­diğini rivayet etmiştir: ^

"Bir seferde Rasûlullah (s.a.v.)´la birlikte ikamet ettik. Ondokuz gün boyunca namazı kısaltarak kılıyordu."

İbn Abbas dedi ki: "Biz kendi aramızda ondokuz gün boyunca na­mazı kısaltarak kılıyorduk. Bu süreyi fa zl al aş tır dağımızda namazı tam kılıyorduk."

Ebu Davud, İbrahim b. Musa kanalı ile İmran b. Husayn´ın şöyle dediğini rivayet etmiştir:

"Rasûlullah (s.a.v.)´la birlikte gazaya gittim. Onunla beraber fe­tihte hazır bulundum. Onsekiz gece ikamet etti. Ancak namazı iki re­kat olarak kılıyor ve: "Ey belde halkı, siz dört rekat olarak kılın. Biz seferiyiz." diyordu."

Ebu Davud, İbn Abbas´ın şöyle dediğini rivayet etmiştir: "Fetih senesinde Rasûlullah (s.a.v.), onbeş gece ikamet etti. Bu süre zarfında namazı kısaltarak kılıyordu."

İbn İdris, Muhammed b. İshak´m, Zührî´nin, Muhammed b. Ali b. Hüseyin´in, Asım b. Amr b. Katade´nin, Abdullah b. Ebi Bekrin, Amr b. Şuayb´ın ve diğerlerinin şöyle dediklerini rivayet etmiştir: "Rasû­lullah (s.a.v.), (fetih senesinde) Mekke´de onbeş gece ikamet etti." [3]



Rasulullah (S.A.V.)´In Mekke´de Verdiği Hükümler


Buharî, Abdullah b.Mesleme tariki ile Hz. Aişe´nin şöyle dediğini rivayet etmiştir:

"Utbe b. Ebi Vakkas, kardeşi Sa´d´a, Velidetü Zem´â´nın çocuğunu alıp yanında tutmasını tembihlemiş ve o çocuğun kendi oğlu olduğu­nu ifade etmişti. Rasûlullah (s.a.v.), fetih zamanında Mekke´ye geldi­ğinde Sad b. Ebi Vakkas, Velidetü Zem´â´nın çocuğunu alıp Rasûlul­lah (s.a.v.)´m yanma getirdi. Onunla birlikte Abd b. Zem´â da Rasû-lullah´ın yanma geldi. Sa´d b. Ebi Vakkas dedi ki:

- Bu benim kardeşimin oğludur. Çünkü kardeşim, bu çocuğun kendi oğlu olduğunu bana söyledi.

Abd b. Zem´â da şu cevabı verdi:

- Ya Rasûlallah, bu benim kardeşimdir. Bu da Zem´â´mn oğludur. Onun yatağında doğmuştur.

Rasûlullah (s.a.v.), Velidetü Zem´â´nın çocuğuna baktı ki, o, daha ziyade Utbe b. Ebi Vakkas´a benziyor. Bunun üzerine Utbe´ye şöyle dedi:

- Çocuk senindir. (Böyle dedikten sonra dönüp Abd b. Zemâ´ya da şöyle dedi):

- Bu çocuk senin kardeşindir ey Abd b. Zem´â. Çünkü bu, Utbe´-nin yatağında doğmuştur."

Rasûlullah (s.a.v.), çocuğun Utbe b. Ebi Vakkas´a benzediğini gö­rünce Şevde hanıma şöyle dedi: "Ey Şevde, buna karşı örtün."

İbn Şihab, Hz. Aişe´den rivayet ederek, Rasûlullah (s.a.v.)´ın şöyle buyurduğunu söylemiştir.

"Çocuk yatağa aittir. (Yani kimin yatağında doğmuş ise onun­dur.) Zina edene de recin cezası vardır."

İbn Şihab dedi ki: Ebu Hüreyre açıkça bunu söylüyordu.

Buharî, Muhammed b. Mukatil kanalı ile Urve b. Zübeyr´in şöyle dediğini rivayet etmiştir:

Rasûlullah (s.a.v.)´m zamanında Mekke fethi gazvesinde bir ka­dın hırsızlık yaptı. Kadın (cezalandırılacağı endişesiyle) korkuya ka­pıldı. Rasûlullah katmda kadına şefaatçi olması için Üsame b. Zeyd´e ricada bulundular.

Üsame gidip şefaatçi olduğunda Rasûlullah (s.a.v.)´m yüzünün rengi değişti ve şöyle dedi:

- Allah´ın hadlerinden bir had hususunda mı benimle konuşuyor­sun

- Ya Rasûlallah, günahımın affedilmesi için mağfiret dile. Akşam olunca Rasûlullah (s.a.v.), kalkıp insanlara hitabede bu­lundu. Allah´a layıkıyla hamdü senada bulundu. Sonra şöyle dedi:

"Sizden önceki insanlar sırf şu yüzden helak oldular: Onların ara­sında şerefli biri hırsızlık yaptığı zaman, onu cezasız bırakırlardı. On­ların arasında güçsüz biri hırsızlık yaptığında ona haddi tatbik eder­lerdi (ceza verirlerdi.). Muhammed´in nefsi elinde bulunan zata ye­min ederim ki, Eğer Muhammed´in kızı Fatıma hırsızlık yaparsa mu­hakkak ki onun da elini keserim."

Rasûlullah (s.a.v.), daha sonra hırsızlık yapan o kadının elinin kesilmesini emretti. Eli kesildi. Daha sonra o kadın tevbe etti. Tevbe-sini güzelce tuttu ve evlendi.

Hz. Aişe dedi ki: Sonraları, o kadın yanıma gelir, ihtiyacını bana söyler, ben de ihtiyacını Rasûlullah (s.a.v.)´a arzederdim.

Sahih-i Müslim´de, Sebre b. Mabed el-Cühenî´nin hadisinde şu ifadelere yer verilmiştir:

"Rasûlullah, fetih senesinde Mekke´ye girdiği zaman bize mut´a nikahı yapmamızı emretti. Sonra oradan çıkmadan bu nikahı yasak­ladı."

Bu hadisin bir başka varyantında Rasûlullah´m şöyle buyurduğu nakledilmektedir:

"Bilesiniz ki, mut´a nikahı içinde bulunduğunuz şu gününüzden kıyamet gününe kadar haramdır. Haramdır."

Ahmed b. Hanbel´in "Müsned´mde ve sünen kitablarında yer alan bir rivayette şöyle denmektedir: Bu hadise, Veda haccmda olmuştur. Doğrusunu Allah bilir.

Sahih-i Müslim´de, Ebu Bekr b. Ebi Şeybe kanalı ile Seleme b. Ekva´m şöyle dediğini rivayet edilmiştir:

"Evtas muharebesinin yapıldığı senede Rasûlullah (s.a.v.) bize mut´a nikahı yaparak kadınlarla evlenmemize üç kez ruhsat verdi. Sonra bizi mut´a nikahından menetti."

Beyhakî dedi ki: Evtas muharebesi, Mekke fethi senesinde yapıl­mıştır. Şu halde bu rivayet ile Sebre´nin hadisi aynıdır.

Ben derim ki: Mut´a nikahının Hayber gazvesinde yasaklandığını sabit kılan kimse şöyle demiştir: Mut´a nikahı, iki kez mubah kılındı. İki kez haram kılındı.

Şafiî ile diğerleri bu hususta kesin ifadeler kullanmışlardır.

Denildi ki: Mut´a nikahı, iki defadan fazla mubah kılındı ve ha­ram kılındı. Doğrusunu Allah bilir. Sadece bir kez haram kılındığım söyleyenler de olmuştur ki, o bir kez de fetih gazvesinde olmuştur.

Denildi ki: Mut´a nikahı sadece zaruret dolayısıyla mubah kılın­mıştır. Şu halde zaruretle karşılaşıldığı zaman yine mubah kıhnabi-lir. Bu, İmam Ahmed´den gelen bir rivayettir.

Denildi ki: Mut´a nikahı mutlak surette haram kılınmış değildir. O, yine mubahlığı üzeredir. Bu, İbn Abbas ile ashabından ve bir grub sahabeden gelen meşhur rivayettir. Bununla ilgili tafsilatlı açıklama "el-Ahkam" adlı kitaptadır. [4]



Fasıl


İmam Ahmed b. Hanbel, Abdürrezzak kanalı ile Muhammed b. Esved b. Haleften şöyle rivayette bulunmuştur: "Muhammed, babası Esved´in fetih gününde Rasûlullah (s.a.v.)´ı insanlarla bey´a ti esirken gördüğünü ve bu hususta kendisine şu haberi verdiğini nakletmiştir:

Rasûlullah (s.a.v.), Ka´be´nin karşısındaki kayalığın üzerine çıkıp oturdu. İslâmiyet ve şahadet üzere insanlarla bey´atleşti.

Ben dedim ki, şahadet nedir

Bana dedi ki: Muhammed b. Esved b. Halef bana haber verdi ki; Rasûlullah (s.a.v.) insanlarla; Allah´a iman etmek ve Allah´tan başka ilâh olmadığına, Muhammed´in de onun kulu ve elçisi olduğuna şaha­det etmeleri üzerine bey´atleşti."

Beyhakî´den gelen rivayette de şöyle denmektedir: "Büyük küçük, kadın erkek bütün insanlar, Rasûlullah (s.a.v.)´m yanma geldiler. O da onlarla, İslâmiyet ve şahadet üzerine bey´atleşti."

İbn Cerir dedi ki: Sonra insanlar, Mekke´ye Rasûlullah (s.a.v.) ile islâm üzere bey´atleşmek için toplandılar. Bana gelen habere göre o da Safa tepesine çıkıp onlarla bey´atleşmek için oturdu. Ömer b. Hat-tab da onun aşağı tarafında oturdu. Ömer, insanlardan Allah´a ve Ra-sülüne elden geldiğince itaat etmeleri sözünü aldı.

Rasûlullah (s.a.v.), erkeklerle bey´atleşmeyi tamamladıktan sonra kadınlarla bey´atleşmeye başladı. Kadınlar arasında Hind binti Utbe de vardı. Hamza´ya yaptığı kötülükten dolayı tanınmasın diye yüzüne peçe takmış ve sesini de değiştirmişti. Rasûlullah, konuşmasından kendisim tanımasın diye böyle yapmıştı. Tanınmaktan korkuyordu.

Kadınlar, kendisiyle bey´atleşmek için Rasûlullah (s.a.v.)´m yanı­na yaklaştıklarında o, kendilerine şöyle buyurdu:

- Allah´a hiçbir şeyi ortak koşmamak üzere benimle bey´atleşin. Hind de şu karşılığı verdi:

- Vallahi sen, erkeklerden almadığın sözü bizden alıyorsun.

- Hırsızlık yapmamak üzere benimle bey´atleşin.

- Allah´a yemin ederim ki ben, Ebu Süfyan´m malından azar azar çalmışımda*. Bunun da helal olup olmadığını bilmiyorum. Orada Hind´in sözlerini duyan Ebu Süfyan da şöyle dedi:

- Şimdiye kadar çalmış oldukların sana helal olsun. Rasûlullah (s.a.v.) da şöyle buyurdu:

- Şu halde sen Utbe kızı Hind´sin, öyle değil mi

- Evet. Geçmişte yaptıklarımı affet. Allah da seni affetsin.

- Zina yapmamak üzere benimle bey´atleşin.

- Ya Rasûlallah, hür kadın hiç zina yapar mı

- Çocuklarınızı öldürmemek üzere benimle bey´atleşin.

- Biz onları küçükken besleyip büyütüyoruz da büyüdükten sonra onları öldürür müyüz hiç Sen ve onlar bunu daha iyi bilirsiniz.

Hind´in bu sözü üzerine Hz. Ömer katıla katıla güldü. Rasûlullah (s.a.v.), daha sonra şöyle buyurdu:

- Elleriyle ayakları arasında bir iftira dizip getirmemek üzere ka­dınlar benimle bey´atleş sinler.

- Ya Rasûlallah, Allah´a yemin ederim ki, böyle bir iftira dizip ge­tirmek çok çirkin birşeydir ve muhakkak ki, tecavüzün bazısı cezaya tam denk gelir.

- Emrime karşı gelmemek hususunda benimle bey´atleşin.

- Maruf ve meşru olan emirler hususunda sana karşı gelmemek üzere bey´at ederiz.

Bunun üzerine Rasûlallah (s.a.v.), Ömer´e şu emri verdi:

- Bu şartlar üzerine kadınlarla bey´atleş ve onlar için Allah´tan mağfiret dile. Çünkü Allah bağışlayan, esirgeyendir."

Hz. Ömer de bu şartlar üzerine kadınlarla bey´atleşti. Rasûlullah (s.a.v.), kadınlarla asla tokalaşmazdı. Allah´ın kendisine helal kıldığı zevcelerinden veya mahremleri olan kadınlardan başkasına el sür­mezdi.

Buharî ve Müslim´in sahihlerinde açıkça ifade edilen bir rivayete göre Hz. Aişe şöyle demiştir:

"Hayır vallahi, Rasûlullah (s.a.v.)´m eli hiçbir kadının eline değ­memiştir."

Başka bir rivayette de şöyle denilmiştir:

"Rasûlullah, kadınlarla bey´atleşmezdi. Sadece konuşur ve şöyle derdi: "Benim bir kadınla konuşmam, yüz kadınla konuşmam gibi­dir."

Buharî ve Müslim´in sahihlerinde Hz. Aişe´den rivayet olunduğu­na göre Ebu Süfyan´m karısı Hind binti Utbe, Rasûlullah (s.a.v.)´m

yanına gelip şöyle dedi:

- Ya Rasûlallah, Ebu Süfyan cimri bir adamdır. Bana ve çocukla­rıma yetecek kadar nafakayı vermiyor, onun bilgisi olmadan malını alırsam günahkar olur muyum

- Sana ve çocuğuna yetecek miktarda meşru şekilde onun malın­dan al.

Beyhakî, Yahya b. Bükeyr kanalı ile Hz. Aişe´den rivayet etti ki; Hind binti Utbe şöyle demiştir:

- Ya Rasûlallah, daha önce senin oba halkının zelil olmasından hoşlandığım kadar hiçbir şeyden hoşlanmazdım. Ama bugün yeryü­zünde senin oba halkının güçlenip başkalarıyla savaşmalarından hoş­landığım kadar başka hiçbir şeyden hoşlanmıyorum.

Rasûlullah (s.a.v.) da şöyle buyurdu:

- Muhammed´in nefsi kudret elinde bulunan zata yemin ederim ki, ben de öyleyim.

"Ya Rasûiallah, Ebu Süfyan cimri bir adamdır. Onun malından bilgisi olmaksızın- alıp yersem günahkar olur muyum

- Meşru Ölçüde ve uygun miktarda alırsan hayır."

Ebu Davud, Osman b. Ebi Şeybe kanalı ile İbn Abbas´m şöyle de­diğini rivayet etmiştir:

"Rasûlullah (s.a.v), Mekke´nin fethedildiği gün şöyle buyurdu:

"Artık hicret yoktur. Ama cihad ve niyet vardır. Savaşa çağnlır-sanız savaşa koşun."

İmam Ahnıed b. Hanbel, Affan kanalı ile SafVan b. Ümeyye´den rivayet etti ki; kendisine şöyle denilmiş:

"Hicret etmeyen kimse Cennet´e giremez."

Bana böyle denilince ben de: "Ben bunu Rasûlullah (s.a.v.)´a sor­madan evime gitmeyeceğim." dedim ve Rasûlullah (s.a.v.)´m yanma gittim. Bana söylenen bu sözü kendisine naklettim. O da şöyle buyur­du:

"Mekke´nin fethinden sonra hicret yoktur. Ama cihad ve niyet vardır. Eğer savaşa çağrılırsanız savaşa koşun."

Buharı, Muhammed b. Ebi Bekr kanalı ile Mücaşi b. Mesud´un şöyle dediğini rivayet etmiştir:

Kendisiyle hicret üzere bey´atleşmek için Peygamber (s.a.v.)´in yanına giden Ebu Mabed´in yanma gittim. Bana şöyle dedi: "Hicret, sahihleri için geçip gitmiştir. Ben ise, İslâmiyet ve cihad üzere Pey­gamber (s.a.v.)´le bey´atleşeceğim."

Mücaşi´den rivayette bulunan ravi diyor ki: Ben de Ebu Mabed´le karşılaştım. Durumu ona sordum. O şöyle dedi: "Mücaşi doğru söyle­miştir."

Buharî, Amr b. Halid kanalı ile Mücaşi´nin şöyle dediğini rivayet etmiştir:

Fetih gününden sonra kardeşimi Rasûlullah (s.a.v.)´m yanma gö­türdüm ve şöyle dedim:

- Ya Rasûiallah, kendisiyle hicret üzere bey´atleşmen için kardesimi sana getirdim.

- Hicret ehli, hicretin hükmünü götürdüler. .

- Ya sen şimdi kardeşimle ne üzere bey´atleşeceksin

- Onunla İslâm, iman ve cihad üzerine bey´atleşeceğim.

Daha sonra Ebu Mabed´le karşılaştım. Ebu Mabed, Mücaşi ile kardeşinden yaşça daha büyük idi. Bu durumu kendisine sordum. O da: "Mücaşi doğru söylemiştir." dedi.

Buharî, Muhammed b. Beşşar kanalı ile Mücahid´in şöyle dediği­ni rivayet etmiştir:

İbn Ömer´e: "Şam´a hicret etmek istiyorum. Ne dersin " diye sor­dum. O da şu cevabı verdi:

"Artık hicret yoktur. Ama git bakalım, kendi nefsini arzet. Eğer birşey bulabilirsen ne ala. Yoksa geri dönersin."

Ebu´n-Nadr, Şube kanalı ile Ebu Bişr´in şöyle dediğini rivayet et­miştir: Mücahid´in şöyle dediğini işittim:

Hicret hususunu İbn Ömer´e sorduğumda o bana şu cevabı verdi:

"Bugün (veya Rasûlullah (s.a.v.)´dan sonra) hicret yoktur."

İshak b. Yezid, Abdullah b. Ömer´in şöyle dediğini rivayet etmiş­tir: "Fetihten sonra hicret yoktur."

Buharî, İshak b. Yezid kanalı ile Ata b. Ebi Rebah´m şöyle dediği­ni rivayet etmiştir: Ubeyd b. Ümeyr´le birlikte Aişe´yi ziyaret ettim. Ubeyd, Aişe´ye hicretin hükmünü sordu. O da şu cevabı verdi:

"Bugün hicret yoktur. Daha önce müminlerden biri dininde fitne­ye düşmekten korktuğu için Allah´a ve Rasûlüne kaçıp hicret ediyor­du. Ama bugün Cenâb-ı Allah, İslâmiyet´i hükümran kılmıştır. Mü­min kişi dilediği yerde ve şekilde Rabbine ibadet eder. Bugün hicret yoktur. Ama cihad ve niyet vardır."

Bu hadisler ve eserler şuna delalet ediyor ki, ya tamamen veya mutlak olarak Mekke fethinden sonra hicret ortadan kalkmıştır. Çünkü insanlar, grup grup Allah´ın dinine girmişler ve İslâmiyet hü­kümran olup sütunları yeryüzüne yerleşip sabit olmuştur. Artık hic­rete gerek kalmamıştır. Ancak harp ehline mücavir olmak ve onlar nezdinde dini izhar etme gücünün kalmaması gibi hicreti gerektiren bir hal meydana gelirse, o zaman İslâm diyarına hicret etmek vacip olur ki, bu vaciblik hususunda âlimler arasında ihtilaf yoktur. Ama bu hicret, Mekke fethinden önceki hicret gibi değildir. Nitekim Allah yolunda yapılan her türlü infak ve cihad meşrudur ve kıyamet günü­ne kadar da beğenilen bir davranıştır. Fakat yine de Mekke fethir den önceki infak ve cihad kadar faziletli olamaz. Zira yüce Allah, buyur­muştur ki:

"İçinizden Mekke´nin fethinden önce sarfeden ve savaşan kimse­ler, daha sonra sarfedip savaşan kimselerle bir değildirler. Berikiler daha üstün derecededirler. Allah, hepsine Cennet´i vadetmiştir." (el-Hadîd, 10.)

İmam Ahmed b. Hanbel, Muhammed b. Cafer kanalı ile Ebu Said el-Hudrî´nin şöyle dediğini rivayet etmiştir: en-Nasr sûresi nazil oldu­ğu zaman Rasûlullah (s.a.v.), bu sûreyi baştan sona kadar okudu ve şöyle buyurdu:

"İnsanlar hayırlıdır. Ben ve ashabım hayırlıyız. Mekke fethinden sonra hicret yoktur. Ama cihad ve niyet vardır."

Ebu Said el-Hudrî´nin böyle bir rivayette bulunması üzerine Mer-van ona: "Yalan söylüyorsun." dedi. Bu esnada yanında da Rafı b. Ha-dic ile Zeyd b. Sabit kanepe üzerinde oturmakta idiler. Ebu Said şöyle dedi:

- Eğer bu iki kişi isterlerse bu hususta sana açıklamada buluna­bilirler. Ama bunlardan biri, kendisini kavminin liderliğinden azlet­menden korkar. Diğeri ise kendisini zekat toplama memurluğundan azletmenden korkar.

O iki kişi, Mervan´m, Ebu Said´e vurmak için kamçısını kaldırdı­ğını gördüklerinde: "Ebu Said doğru söyledi." dediler.

Buharî, Musa b. İsmail tariki ile İbn Abbas´m şöyle dediğini riva­yet etmiştir:

Ömer, beni Bedir şeyhleri arasına katıyor, onlarla aynı muamele­ye tabi tutuyordu. Öyle sanıyorum ki, onlardan biri bundan rahatsız oldu ve şöyle dedi:

- Şunu niye aramıza katıyorsun Halbuki bunun yaşında oğulla­rımız var

Hz. Ömer:

- O sizin bildiğiniz kimselerdendir dedi. Onları bir gün toplantıya çağırdı ve beni de aralarına kattı. Herhalde onlara göstermek için be­ni onlarla birlikte yanına kabul etti ve şöyle dedi:

- Yüce Allah´ın: "Allah´ın yardım ve fethi geldiği zaman (en-Nasr sûresi)" kavi-i şerifi hakkında ne dersiniz

Oradakilerden bazıları şöyle dediler:

- Bize yardım olunduğu ve fetih müyesser kılındığı zaman Allah´a hamd edip istiğfarda bulunmamız, bu ayette emredilmiştir.

Diğerleri ise susup birşey demediler. Hz. Ömer dönüp bana şöyle sordu:

- Ey îbn Abbas! Bu ayet hakkında sen de böyle mi diyorsun

- Hayır, ben aynı fikirde değilim.

- O halde ne diyorsun

- Bu ayette, Rasûlullah (s.a.v.)´m ecelinin gelmiş olduğu kendisi­ne bildirilmiştir. "Ey Muhammed! Allah´ın yardımı ve zafer günü (fe­tih) geldiği zaman..." İşte bu senin ecelinin alametidir.

"İnsanların Allah´ın dinine akın akın girdiklerini görünce, Rabbi-ni överek teşbih et. Ondan bağışlanma dile. Çünkü O, tevbeleri dai­ma kabul edendir."

Ömer b. Hattab, o topluluğa hitaben şöyle dedi:

- Ben de bu sûreden, İbn Abbas´m anladığı manayı anlıyorum."

Başka yollarla gelen rivayetlerde de görüldüğü gibi İbn Abbas, bu sûreyi tefsir ederken, Rasûlullah (s.a.v.)´ın ecelinin geldiğini haber vermiştir. Mücahid, Ebu Aliye, Dahhak ve bazı tefsirciler de böyle de­mişlerdir. Nitekim İbn Abbas ile Ömer b. Hattab da böyle demişler­dir.

İmam Ahmed b. Hanbel´in, Muhammed b. Fudayl kanalı ile Said b. Cübeyr´den rivayet ettiği hadise gelince: İbn Abbas dedi ki:

"en-Nasr sûresi nazil olduğu zaman Rasûlullah (s.a.v.): "Nefsime ölüm haberi geldi." dedi. O senede ruhunun teslim alınacağı kendisi­ne bildirildi."

Bunu sadece İmam Ahmed b. Hanbel rivayet etmiştir ve senedin­de Ata b. Ebi Müslim el-Horasanî vardır ki, onun raviliğinde zayıflık vardır. Onun hakkında birçok hadis imamı cerh edici beyanlarda bu­lunmuştur. "Rasûlullah (s.a.v.)´m ruhunun o senede teslim alınacağı" şeklindeki ifadeye gelince, bunda da büyük bir münkerlik vardır ve batıldır. Çünkü Mekke´nin fethi, hicretin sekizinci senesinin ramazan ayında gerçekleşmiştir ve bu hususta ihtilaf yoktur. Oysa ki Rasûlul­lah (s.a.v.), hicri onbirinci senenin rebiyülevvel ayında vefat etmiştir ve bu hususta da ihtilaf yoktur.

Hafız Ebu´l-Kasım et-Taberanî, İbn Abbas´m şöyle dediğini riva­yet etmiştir:

"Kur´ân´ın en son nazil olan sûresi, en-Nasr süresidir."

Bunda da münkerlik vardır. Senedi üzerinde de konuşulabilir. Muhtemeldir ki bu sûre, Kur´ân´ın toplu olarak bir defada nazil olan en son süresidir. Doğrusunu Allah bilir.

Tefsirimizde de bu sûre-i celile üzerinde yeteri kadar bilgi verdik. Hamd ve minnet Allah´adır.

Buharî, Süleyman b. Harb kanalı ile Amr b. Seleme´nin şöyle de­diğini rivayet etmiştir: Ebu Kılabe bana dedi ki: Biz, insanların uğ­rak yeri olan bir su başında idik. Kervanlar bize uğrar, biz de onlara sorardık: İnsanların durumu nasıl Şu Mekke´de peygamber olarak ortaya çıkan adamın durumu nasıl

Bize derlerdi ki: O, Allah tarafından peygamber olarak gönderil­diğini ve kendisine vahiy geldiğini iddia ediyor.

Ben onların bu sözünü kafama yerleştirdim. Sanki kalbime yapış­tı.

Araplar, İslâm´a girmek için fethi bekliyorlar ve: "Muhammed ile kavmini başbaşa bırakın. Eğer o kavmine üstün gelirse, doğru sözlü bir peygamberdir." diyorlardı.

Mekke fethi gerçekleşince, her kavim İslâm´a girmek için heyetler halinde süratle Rasûlullah (s.a.v.)´m yanma gidiyorlardı. Babam da İslâm´a girmeleri için kavmini Rasûlullah´m yanma götürdü. Dönü­şünde: ´Vallahi ben, size gerçek bir peygamberin yanından geldim." dedi. Sonra da sözünü şöyle sürdürdü: "Şu vakitte şu namazı, şu va­kitte de şu namazı kılın. Namaz vakti geldiğinde biriniz ezan okusun, Kur´ân´ı en çok okuyanınız da size imamlık yapsın."

Oradakiler, baktılar, benden daha çok Kur an okuyan birini bula­madılar. Çünkü ben kervanları karşılıyordum. Beni öne geçirdiler. İmamlık yaptım. Altı veya yedi yaşında bir çocuk idim. Üzerimde bir aba vardı. Secdeye vardığımda üstüm açılıyordu. Kabileden bir ka­dın: "Okuyucunuzun arkasını örtemiyor musunuz " dedi. Bunun üze­rine kumaş satın aldılar ve benim için bir gömlek biçtiler. Ben de o gömleğime sevindiğim kadar hiçbir şeye sevinmedim." [5]



Hüneyn Gününde Hevazin Gazvesi


Yüce Allah buyurdu ki:

"Andolsun ki Allah, size birçok yerde ve çokluğunuzun sizi böbür­lendirdiği fakat bir faydası da olmadığı, yeryüzünün geniş olmasına rağmen size dar gelip de bozularak arkanıza döndüğünüz Hüneyn gü­nünde yardım etmişti.

Bozgundan sonra Allah, peygamberine ve mü´minlere güvenlik yerdi ve görmediğiniz askerler indirdi. İnkar edenleri azaba uğrattı. İnkarcıların cezası budur.

Allah, bundan sonra da dilediğinin tevbesini kabul eder. Allah bağışlar ve merhamet eder." (et-Tevbe, 25-27.)

Muhammed b. İshak b. Yesar, kitabında şöyle der: "Rasûlullah (s.a.v.), hicri sekizinci sene şevval ayının beşinde fetihten sonra He-vazin´e doğru gitti."

Muhammed b. İshak´m ifadesine göre Mekke, ramazan-ı şerifin bitimine on gün kala fethedildi. Yani Hevazin´e gitmeden onbeş gece önce fethedildi.

Vakidî dedi ki: Rasûlullah (s.a.v.), şevvalin altısında Hevazin´e doğru yola çıktı. Şevvalin onunda Hüneyn´e ulaştı. Ebubekir es-Sıd-dik dedi ki: "Bugün sayımızın azlığından dolayı mağlup edilmeyiz."

Hezimete uğradılar. Bunlar için de hazimete ilk uğrayanlar Beni Süleym kabilesi oldu. Sonra Mekkeliler, daha sonra da diğer kalanlar hezimete uğradılar.

İbn İshak dedi ki: Hevazinliler, Rasûlullah (s.a.v.)´ı ve Allah´ın ona müyesser kıldığı Mekke fethini duydukları zaman, Malik b. Avf en-Nasrî onları topladı. Hevazin ile birlikte Sakif in tamamı, Nasr ve Cüşem´in hepsi, Sa´d b. Bekir ve Beni Hilal´den de az bir grup onlara katıldılar. Kays b. Aylan´dan sadece bunlar toplulukta hazır bulundu­lar. Hevazin´den ne Ka´b, ne de Kilab kabileleri, o toplulukta hazır bulunmadılar. Onlardan meşhur hiçbir kimse o toplulukta hazır bu­lunmadı.

Beni Cüşem kabilesinde Düreyd b. Simme vardı. Bu yaşlı bir kimse idi. Ondan, sadece görüşü ile ve savaş bilgisi ile uğur bekleni­lirdi. Tecrübeli bir ihtiyardı. Sakifte de onların iki efendisi vardı. Müttefiklerden de Karib b. el-Esved b. Mesud b. Muattib vardı. Beni Malik´ten de Zü´1-Himar Sübey´a b. Haris b. Malik ve onun kardeşi Ahmer b. Haris vardı. Hepsinin idaresi, Malik b. Avf en-Nasrî´nin elinde toplanıyordu. O, Rasûlullah (s.a.v.)´ın üzerine yürümeye az­mettiği zaman, ordusuyla birlikte mallarını, kadınlarını ve çocukları­nı da şevketti. Evtas´a indiği zaman ordusu onun yanına toplandı. Onların içinde Düreyd b. Simme vardı. Deve üstünde, gölgelik altın­da taşınıyordu. İndiği zaman şöyle dedi:

- Siz hangi vadidesiniz

- Evtas vadisindeyiz.

- Ne güzel at koşacak yerdir! Ne keskin kayalı tepelik, ne de top­rağı yumuşak düzlüktür. Ne oluyor Deve sesi, eşek anırması, çocuk ağlaması ve davar melemesi işitiyor gibi oluyorum.

- Malik b. Avf, halk ile birlikte mallarını, kadınlarını ve çocukla­rını da sevk edip getirdi.

- Malik nerededir -İşte Malik...

Malik çağrıldı, Düreyd ona şöyle dedi:

- Ey Malik ne oluyor Deve sesini, eşek anırmasını, çocuk ağla­masını ve davar melemesini işitiyor gibi oluyorum.

- Millet ile birlikte onların mallarını, çocuklarını ve kadınlarını da önüme katıp getirdim.

- Bunu neden yaptın

- Onlardan her bir adamın ardında, onun ailesini ve malını koy­mak istedim ki, erkekler onları savunarak savaşsınlar.

Bunun üzerine Düreyd onu kovdu, onun bu yaptığını yadırgadı. Sonra şöyle dedi:

- Koyun çobanı, ne olacak. Anlamaz ki! Vallahi, savaştan dağılıp kaçan kimseyi, hiçbir şey geri çevirebilir mi Çünkü savaş senin le­hinde olur ise, kılıçlı ve mızraklı erkekten başka kim sana fayda vere­bilir Eğer savaş senin aleyhine olur ise ailenin ve malının içinde de rezil olursun.

Böyle dedikten sonra sözünü şöyle sürdürdü:

- Ka´b ve Kilab ne yaptı

- Onlardan hiçbir kimse o toplulukta hazır bulunmadı.

- Hiddet ve şecaat kayboldu. Eğer yücelme ve yükselme günü ol­saydı, ondan ne Ka´b, ne de Kilab geri kalmaz ve kaybolmazdı. Sizin de Ka´b ve Kilab gibi bu topluluğa katılmamanızı dilerdim. Bu toplu­lukta sizden kim hazır bulundu

- Amr b. Amir ve Avf b. Amir hazır bulundu.

- Amir´in bu iki kuzusunun ne faydalan olur, ne de zararları.

- Ey Malik, sen, Hevazin topluluğunu atların göğüslerine doğru ileri sürmekle birşey yapmadın, onları beldelerinin korunaklı yerlerine ve kavimlerinin üst taraflarına götür. Sonra Müslümanları atlar üstünde karşıla. Eğer savaş senin lehine olursa arkada kalanlar sana yetişirler. Eğer savaş senin aleyhine olursa en azından aileni ve malı­nı korumuş olursun. Malik dedi Ki:

- Allah´a yemin ederim ki, bunu yapmam. Yaşlandığın gibi aklın da yaşlanmış. Vallahi ey Hevazin topluluğu! Ya bana mutlak itaat edersiniz veya sırtımdan çıkıncaya kadar bu kılıcın üzerine dayanı­rım!

O, Düreyd b. Simme´nin bu toplulukta adının anılmasını ve görü­şünün geçerli olmasını istemiyordu.

Hevazin topluluğu da ona şu cevabı verdi:

- Sana itaat ettik.

Bunun üzerine Düreyd şöyle dedi: Bu öyle bir gündür ki, ben, ne hazır bulundum, ne hazır bulunmadım. Sonra da şu şiiri okudu:

"Keşke o toplulukta genç olsaydım. Onda yürür ve koşardım.

Saçları uzun, bağının bağlandığı yerin üst tarafında saçı olan bir atı yediyorum. Sanki o at ne büyük, ne küçük, orta halli bir yaban eşeğidir."

Sonra Malik, insanlara şöyle dedi: Onları gördüğünüz zaman kı­lıçlarınızın kınlarını kırınız. Sonra bir tek adamın saldırışı gibi saldı­rınız.

İbn İshak, Ümeyye b. Abdullah b. Osman´ın şöyle dediğini rivayet etmiştir: "Bana anlatıldığına göre Malik b. Avf, adamlarından bir ta­kım gözetleyiciler gönderdi, ona geldiklerinde onları, eklemleri âdeta kopmuş bir vaziyette gördü. Onlara şöyle dedi:

- Yazıklar olsun size! Bu ne haldir

- Beyaz benekli atların üzerinde beyaz bazı adamlar gördük. Val­lahi onlara ilişir ilişmez, bizi gördüğün bu hale soktular. Vallahi bu durum onu, kasdettiği gaye üzerine yürüme niyetinden geri döndür­medi."

İbn İshak dedi ki:

Peygamber (s.a.v.), onları işitince, onlara Abdullah b. Ebi Hadred el-Eslemî´yi gönderdi ve ona, onların içine girmesini, onların arasında kalmasını ve bilgilerini almasını, sonra onların haberini kendisine getirmesini emretti.

İbn Ebi Hadred de gitti ve aralarına girdi. Orada kaldı. Rasûlul­lah (s.a.v.) ile savaşmak için yapmış oldukları şeyi dinleyip öğrendi. Malik ve Hevazin´in durumunu gördü, dediklerini dinledi, sonra döndü ve Rasûlullah (s.a.v.)´m yanına geldi. Olayı ona haber verdi.

Rasûlullah (s.a.v.), Hevazin ile karşılaşmak için üzerlerine yürü­meye karar verdiği zaman ona, SafVan b. Ümeyye´nin yanında zırhla­rın ve silahların olduğu anlatıldı. Rasûlullah onu çağırdı. O zaman Safvan müşrik idi. Ona şöyle dedi:

- Ey SafVan, bu silahlarını bize emanet ver ki, onlarla yarın düş­manlarımızı karşılayalım, savaşalım.

- Ya Muhammedi Gasb olarak mı alıyorsun

- Hayır, aksine emanet olarak alıyorum. Ben onları sana geri ve­rinceye kadar onlar kefalet altındadır.

- Öyleyse olur. Bunda bir sakınca yok.

Bunun üzerine SafVan, Rasûlullah´a yüz zırh ile yeter miktarda silah verdi. Anlatıldığına göre Rasûlullah (s.a.v.), ondan o silahları taşıma işini de üstlenmesini istedi. O da taşıma işini yerine getirdi."

Yunus b. Bükeyr´den gelen bir rivayette de yukarıdaki hadise ol­duğu gibi anlatılıyor, zırhlardan bahsediliyor ve İbn Ebi Hadred´in keşiften dönüp de Rasûlullah (s.a.v.)´a Hevazinlilerin haberini verdiği zaman Ömer b. Hattab´m onu yalanladığı ifade ediliyor. Bunun üzeri­ne ibn Ebi Hadred, ona şöyle cevap vermiş:

- Eğer beni yalanladmsa ey Ömer, hakkı da yalanlayabilirsin. Bunun üzerine Hz. Ömer şöyle demişti:

- Ya Rasûlallah, ibn Ebi Hadred´in söylediğini işitmiyor musun Bunun üzerine Rasûlullah (s.a.v.) da şu cevabı vermiş:

- Ey Ömer, sen dalalette idin. Allah seni hidayete iletti.

İmam Ahmed b. Hanbel, SafVan b. Ümeyye´nin şöyle dediğini ri­vayet etmiştir:

"Rasûlullah (s.a.v.), Hüneyn gününde Ümeyye´den emanet olarak zırhlar aldı. Ümeyye:

- Ya Muhammedi Bunu gasb olarak mı alıyorsun diye sordu. Rasûlullah (s.a.v):

- Hayır, aksine kaybolması ve telef olması halinde tazmin edile­cek bir emanet olarak alıyorum, dedi.

Bu zırhların bir kısmı zayi oldu. Rasûlullah, (s.a.v.), tazminatını ödemeyi teklif edince Ümeyye:

- Ya Rasûlallah, ben bugün İslâm´a girmeye daha çok rağbet edi­yorum, dedi."

Ebu Davud, Yezid b. Harun tariki ile Abdullah b. Safvan ailesin­den bazı kimselerin şöyle dediklerini rivayet etmiştir: "Rasûlullah (s.a.v.):

- Ey SafVan, senin yamnda silah var mı diye sordu. SafVan da:

- Emanet olarak- mı, yoksa gasb olarak mı istiyorsun diye sorunca, Rasûlullah:

- Hayır, emanet olarak istiyorum, dedi.

SafVan da otuz, kırk kadar zırhı Rasûlullah´a emanet olarak ver­di. Rasûlullah, Hüneyn gününde savaştı. Müşrikler hezimete uğra­dıklarında SafVan´ın emanet olarak verdiği zırhlar toplandı. Bazıları kayboldu. Rasûlullah (s.a.v.), Safvan´a:

- Senin zırhlardan bazılarını kaybettik. Bedelini sana ödeyelim mi diye sordu.

SafVan da şu cevabı verdi:

- Hayır ya Rasûlallah, bugün benim kalbimde bir duygu ve inanç var ki, zırhları sana emanet olarak verdiğim günde yoktu."

Bu da mürsel bir rivayettir.

İbn İshak dedi ki: Rasûlullah (s.a.v.), daha sonra beraberinde Mekke halkından 2.000; kendisiyle birlikte çıkan ve kendileriyle Al­lah´ın Mekke´yi fethettirdiği ashabından da 10.000 kişi ile yola çıktı. Böylece onlar, 12.000 kişi oldular.

Ben derim ki: Urve, Zührî ve Musa b. Ukbe´nin kavillerine göre Rasûlullah´m Hevazin´e götürdüğü askerlerin sayısı, toplam olarak 14.000 bin kişi olmuştur. Çünkü o, adı geçen bu kişilerin kavline göre Mekke´ye 12.000 askerle gelmişti Mekke´de serbest bırakılan 2.000 kişi de bunlara eklendi. Böylece 14.000 kişi oldular.

İbn İshak´m anlattığına göre Rasûlullah (s.a.v.), şevvalin beşinde Mekke´den Hevazin´e doğru yola çıktı. Mekkeliler üzerine Attab b. Üseyd b. Ebu´l-İs b. Ümeyye b. Abdu´ş-Şems el-Ümevî´yi tayin etti.

Ben derim ki: O zaman Attab´m yaşı yirmiye yakın idi.

Rasûlullah (s.a.v.), Hevazinlilerle karşılaşmak niyeti ile yola ko­yulup gitti.

Ravi burada Abbas b. Mirdas es-Süîemî´nin şu kasidesini zikret­miştir:

"Benden Hevazin´in yukarısına ve aşağısına bir öğüt mektubu gö­tür ki, şu açıklama vardır:

Zannediyorum ki, Rasûlullah, size kumandanları olan bir ordu ile yerin boşluğunda hücum edecektir.

Onların içinde kardeşiniz Süleym sizi terkedip bırakacak değil­dir. Müslümanlar Allah´ın kullarıdır. Hiddetli gençlerdir.

Sağ yanındaki desteğinde Beni Esed ve Ecreban (Uyuzlar) Beni Abs ve Zübyan vardır.

Az kaldı ki, onun korkusundan yer sarsılsın. Onların önünde de Evs ve Osman vardır."

İbn İshak dedi ki: Evs ve Osman, Müzeyne kabileleridir.

İbn İshak, Zührî kanalı ile Haris b. Malik´in şöyle dediğini riva­yet etmiştir:

"Rasûlullah (s.a.v.)´la birlikte Hüneyn´e çıktık. Biz cahüiyetten henüz çıkmış kimselerdik. Onunla birlikte Hüneyn´e doğru yürüdük. Kureyş kafirlerinin ve onlardan başka diğer Arapların yeşil renkli büyük bir ağaçları vardı. Ona Zatu Envat denilirdi. Her sene onun yanma gelirler, silahlarını onun üzerine asarlar, yanında kurban ke­serler ve bir gün itikaf yaparlardı. Biz, Rasûlullah (s.a.v.) ile birlikte yürürken, büyük yeşil bir ağaç gördük. Yolun yan taraflarından birbi­rimize şöyle seslendik:

- Ya Rasûlallah, bize de Zatu Envat ağacı gibi bir ağaç kıl. Onla­rın Zatu Envat ı olduğu gibi bizim de olsun.

Rasûlullah (s.a.v.) da şöyle dedi:

- Allahu Ekber!.. Muhammed´in nefsi elinde bulunan zata yemin ederim ki, siz de tıpkı Musa´nın kavminin Musa´ya dediği gibi dedi­niz:

«"Ey Musa! Onların tanrıları gibi bize de bir tanrı yap." dediler. Musa: "Doğrusu siz bilgisiz bir milletsiniz." dedi.» (ei-A´râf, ıss.) Yani bu bir âdettir. Siz geçmişlerin âdetine uyuyorsunuz." Ebu Davud, Ebu Tevbe kanalı ile Sehl b. Hanzeliyye´nin şöyle de­diğini rivayet etmiştir: "Biz, Rasûlullah (s.a.v.)´la birlikte Hüneyn gü­nünde akşama dek yol yürüdük. Öğle vakti olduğunda Rasûlullah (s.a.v.)´ın yanında idik ki, o esnada atlı bir adam geldi ve şöyle dedi:

- Ya Rasûlallah! İşte önünüze geldim. Ben falan falan dağlara çıktım. Bir de baktım ki, sabahleyin Hevazinliler kendi binekleri, bü­yük ve küçük baş hayvanları ile birlikte Hüneyn´de toplanmışlar.

Rasûlullah (s.a.v.) gülümsedi ve: "İnşaallah yarın bütün bunlar Müslümanlara ganimet olacaktır." dedi, sonra da:

- Bu gece bizi kim bekleyecek diye sordu. Enes b. Mersed:

- Ya Rasûlallah, ben sizi beklerim, dedi. Bunun üzerine Rasûlul­lah:

- O halde atma bin, dedi. Enes de atma bindi ve Rasûlullah (s.a.v.)´m yanma geldi. Rasûlullah, ona şöyle emir verdi:

- Şu boğaza git ve yukarıya çık. Bu gece senin tarafından bize bir baskın gelmesin.

Sabahladığımızda Rasûlullah (s.a.v.) namazgahına gitti. İki rekat namaz kıldı. Sonra:

- Süvarinizi duydunuz mu diye sordu. Dediler ki:

- Ya Rasûlallah, onu duymadık.

Bunun üzerine Rasûlullah, insanları namaza çağırdı. Namaz kılmaya başladı. Sonra namazım tamamlayınca boğaza dönüp baktı ve: "Size müjdeler olsun. İşte süvariniz geldi." dedi. Boğazdaki ağaçların arasından bakmaya başladık. Bir de baktık ki, süvari geldi. Rasûlul­lah (s.a.v.)´m önünde durdu ve şöyle dedi:

"Ben şu boğazın üst taraflarına doğru gittim. Rasûlullah in bana emrettiği yerde beklemeye başladım. Sabah olunca boğazın iki yanma keşif için gittim. Baktım, kimseyi göremedim."

Rasûlullah (s.a.v.) ona sordu:

- Geceleyin nöbet yerinden aşağıya indin mi

- Hayır, sadece namaz kılmak veya def-i hacette bulunmak için indim.

- (Cennet´i kendine) vacib kıldın. Artık bundan sonra çalışman ge­rekmez." [6]



Hevazin Vakasının Ne Şekilde Cereyan Ettiği.Ve İşin Başındaki Firardan Sonra Güzel Sonucun Müttakiler Lehine Dönmesi


Yunus b. Bükeyr ve başkaları, Muhammed b. İshak kanalı ile Ca-bir´in babası Abdullah´ın şöyle dediğini rivayet etmişlerdir: "Malik b. Avf, beraberindeki adamlarıyla birlikte Hüneyn´e doğru hareket etti. Rasûlullah (s.a.v.)´dan önce oraya ulaştı. Onlar da vadinin dar ve eğik yerlerinde hazırlıklarını yaptılar. Rasûlullah ve ashabı da oraya yö­neldi. Sabahın alacakaranlığında vadiye indi. İnsanlar vadiye inerler­ken, atlar yüzlerine karşı saldırdılar. Bu da onların zoruna gitti. He­zimete uğrayarak döndüler. Dönüşlerinde de birbirlerine bakmaksı­zın kaçışıyorlardı. Rasûlullah (s.a.v.), sağ yandan ayrıldı. Sonra şöyle dedi: "Ey insanlar! Nereye Bana geliniz. Ben Allah´ın Rasûlüyüm. Ben Muhammed b. Abdullah´ım." Büyük bir mesele idi. Develer birbi­ri üzerine binmişlerdi. Rasûlullah (s.a.v.), insanların bu durumunu gördüğünde yanında Ehl-i Beyt´inden bir grub vardı ki onlar da şun­lardı: Ali b. Ebi Talib, Ebu Süfyan b. Haris b. Abdülmuttalib, Ebu Süfyan´ın kardeşi Rebia b. Haris b. Abdülmuttalib ye Fadl b. Abbas, Fadl ve Ebi Süfyan, Ümmü Eymen´in oğlu Eymen, Üsame b. Zeyd ve Kuşam b. Abbas ile diğer bazı kimseler de orada idiler. Ayrıca arala­rında Ebu Bekir, Ömer gibi zevatın da bulunduğu bir grub Muhacir de orada idi. Abbas, beyaz katırının gemini tutmuş, gemi çekmişti ki, hayvan ağzını açmıştı.

Hevazin´den bir adam, kırmızı bir erkek devesi üzerindeydi. Elin­de siyah bir bayrağı vardı. Bu bayrak, onun uzunca bir mızrağının ucuna takılı idi. Hevazinlilerin önünde bulunuyordu. Hevazin ise, onun ardmdaydı. Kavuştuğu zaman mızrağıyla vururdu. Onlar onu kaybettiklerinde arkasındakiler mızrağını yukarı kaldırır, onlar da onun peşini takip ederlerdi.

O bu halde iken Ebu Talib oğlu Ali ile Ensâr´dan bir adam, üzeri­ne gittiler. Ali arkadan gitti. Devesinin iki ayağına vurdu. Deve arka­sı üstü yere düştü. Ensârî de üzerine atıldı. Ona bir darbe vurdu. Ba­cağının yarısıyla birlikte ayağım kopardı, adam da devesinden yere düştü. İnsanlar da güçlenip cesaret buldular. Allaha yemin ederim ki, Müslümanlar dağılıp kaçtıklarında geri dönenler, Rasûlullah (s.a.v)´-ın yanında esirlerin elleri arkadan bağlı olduklarını gördüler."

İbn İshak dedi ki: Rasûlullah (s.a.v.), Ebu Süfyan b. Haris b. Ab-dülmuttalib´e dönüp baktı. O, o gün sabredip Rasûlullah´m yanında kalan kimselerdendi. Müslüman olduğunda İslâm´ı güzelce yaşadı. O, Rasûlullah (s.a.v.)´ın katırının eğerinin arkasını tutmuştu. Rasûlul­lah (s.a.v.):

- Bu kimdir diye sordu. O da:

- Ananın oğludur ya Rasûlallah, dedi.

İbn İshak dedi ki: "Müslümanlar dağılıp kaçtıklarında bedevile­rin kaba saba adamlarından bazıları, içlerindeki kin dolayısıyla ko­nuşmaya başladılar. Ebu Süfyan Sahr b. Harb şöyle dedi:

- Onların hezimeti denize kadar gitmez. Fal okları da okluğu için­de beraberinde idi.

Ana bir kardeşi olan Safvan b. Ümeyye´nin beraberinde bulunan müşrik Kelde b. Cebele b. Hanbel de şöyle dedi:

- Bilesiniz ki, bugün büyü bozulmuştur artık. Safvan, ona şöyle dedi:

- Sus, Allah ağzım mühürlesin. Vallahi Kureyş´ten bir adamın ba­na hakim olması, Hevazinîi bir adamın bana hakim olmasından daha iyidir."

İmam Ahmed b. Hanbel, Affan b. Müslim kanalı ile Enes b. Ma-lik´in şöyle dediğini rivayet etmiştir:

"Hüneyn gününde Hevazinliler, kadınlarını, çocuklarını, develeri­ni ve koyunlarını getirip saf halinde dizmişler, böylece Rasûlullah (s.a.v.)´m gözüne çok kalabalık görünmek istemişlerdi. Müslümanlar­la karşılaştıklarında, Müslümanlar dönüp kaçmaya başlamışlardı ki, yüce Allah da bunu beyan ediyor. Müslümanların kaçması üzerine Rasûlullah (s.a.v.):

"Ey Allah´ın kulları! Ben Allah´ın kulu ve elçisiyim. Ey Ensâr top­luluğu! Ben Allah´ın kulu ve elçi