neslinur
Fri 25 June 2010, 04:08 pm GMT +0200
C) Râbıtaya Karşı Yazılmış Makaleler, ya da Müteferrik İfadeler
Daha önce de işaret edildiği gibi râbıta, çok yakın geçmişte işlenen bir konu olduğu ve son dönemin Nakşibendîliği ile sınırlı kaldığı için İslâm âlimlerinin dikkatini çekmemiştir.
Ayrıca İslâm Dünyası'nda asırlardır yaşanan perişanlık ve çöküş, özellikle XIX. yüzyılda en derin kertesini bulduktan sonra râbıta ve benzeri sapkın inanışlar daha fazla yayılma imkanını bulmuş, buna karşın Müslümanlardaki araştırma ruhu da tam anlamıyla söndüğü içindir ki zindeliğini yitirmiş olan ilim çevreleri, bunun pek farkına varamamıştır. Aynı zamanda kapasiteli şahsiyetler, İslâm'ı bir bütün olarak hedef alan çok daha tehlikeli ve acil sorunların yanında sinsi ve hissedilmez râbıta gibi yabancı sızıntılara karşı uğraş verecek yeterli zamanı ve uygun ortamı bulamamışlardır.
Her şeye rağmen çok geniş anlamda olmasa bile, bazı kimseler râbıtayı sorgulamışlardır. Birtakım kısa açıklamalarla ve tek tük makalelerle sınırlı kalsa bile râbıtayı ele almış, onu tartışmış bulunanların varlığını biliyoruz. Ne var ki bu kimseler, Nakşibendîlerin şiddetli saldırılarına uğradıkları için yazıp çizdiklerinin hemen tamamı imha edilmiş, bize ancak bunların çok azı intikal edebilmiştir.
Örneğin bunlardan biri, râbıta aleyhinde yazdığı bir risâleden dolayı (en az 1874'den önce) Edirne'de müftü olan Mehmed Fevzi adında bir adamın diline düşmüş ve yazdığı risâle büyük ihtimalle imha edilmiştir. Bu kitapçıktan geriye kalan üç beş cümleyi ise ancak Mehmed Fevzi'nin O'na karşı yazdığı reddiye'nin içinde bulabiliyoruz.
Adı geçen müftü Mehmed Fevzi'ye ait Ayn'ul-Haqıyqa adlı risâlede yazarın nakledilen bu birkaç cümlesi şöyledir:
«Ey birader! tarîkat ve hakikat ve marifet dahl olunmaz. Bu fakirin dahl eylediği: tarîkatın menşe-i Feyzi addolunan ve “Râbıta-i Şerîfe“ tesmiye kılınan “Hâlet-i pût-i şerîf“ demek ve şeytanî ve şer'in hilâfı ve şirk makûlesi bir keyfiyettir. »
«Ve şeytânî olduğunun alâmet-i akliyyesi, İblis Aleyh'il-La'ne'yi şeyhin yerine râbıta eylese, şeyhe râbıtada hasıl olan keyfiyet, laîn'e râbıtada hasıl olmaktadır.»
Eğer sen, râbıta hakkında: “Halid Efendi'nin vesairlerinin risâleleri ve cevâzı hakkında delilleri vardır.“ dersen, onların her birisi mütâlaa olunup “Ewhen'u min beyt'il-Ankebût“ olduğuna ittila' olunmuştur.»
«Ve bu râbıtanın vücûdunu bulmak için kütüb-i tefâsîr ve ehâdîs ve kütüb-i sofiyye mütâlaa ve teftiş olunmuştur. Bir perde şeriatta vücûdunu müfîd bir şey bulunmamıştır. Belki müteahhiriynden cehele-i sofiyyenin ihdâs eylediği tevhide münâfi, dinde bir fitne-i azıymedir.»[1]
Bundan başka iki tane de kısa yazı vardır.
Biri, Mehmed Durmuş tarafından Türkçe kaleme alınmış ve Türkiye'de İktibas Dergisi'nin Haziran-1991 sayısında yayınlanmıştır.
Bu makalede râbıta, Kur'ân ölçüleri içinde eleştirilmektedir.
İkincisi ise Ercüment Özkan tarafından yine Türkçe yazılmış olan “Tasavvuf ve İslâm“ adlı kitabın kısa bir bölümünü oluşturmaktadır. 379 sayfadan ibaret olan bu kitap, Türkiye'de 1993 yılında yayınlanmıştır.
Mehmed Zâhid Kotku tarafından sadeleştirilen Risâle-i Hâlidiyye'nin, “Râbıta Edebi“ bölümü bu kitaba aktarılarak eleştirisi yapılmıştır. Bu tenkid, kitabın 79'uncu sayfasında yer almaktadır.
Müslümanların yaşadığı diğer ülkelerde Nakşibendîlik tanınmadığı için tabiatıyla râbıta, hemen hiç kimsenin dikkatini çekmemiş, dolayısıyla râbıta aleyhinde -Türkiye dışında- herhangi bir tepkiye rastlanmamıştır. Bu da râbıtanın, hatta tasavvuf ve tarîkat kavramlarının, Türklerin bir bölümünden başka dünya Müslümanlarını hiç ilgilendirmediğini, binaenaleyh tarîkat adı altında varlık gösteren örgütlerin ve bunlara ait doktrinlerin, tören ve âyinlerin, İslâm'a yabancı şeyler olduğunu açıkça kanıtlamaktadır.[2]
[1]. Çok ağdalı olan bu sözleri -anlaşılabilmesi için- güncel dille şu şekilde sadeleştirebiliriz:
«Ey kardeş! Tarîkat, hakikat ve marifete karışılmaz. Benim müdâhale etmek istediğim: Tarîkat için nur kaynağı sayılan ve “Râbıta-i Şerîfe“ diye adlandırılan “Mübârek Put“ anlamındaki şeytânî durum ve Yüce Şerîat'a aykırı düşen şirk sözünden ibarettir.»
«Bunun, şeytan işi olduğuna ilişkin akılcı kanıtı şudur: Eger kişi, şeyh yerine (onun şekline girebilecek olan) lânetlenmiş şeytana râbıta yapacak olursa, bu râbıta, şeyhin kendisine değil, şeytana yapılmış olacaktır.»
«Yok eğer dersen ki: Râbıtanın meşrûluğu hakkında Halid Efendi'nin ve birçok kimsenin kitapları ve delilleri vardır; Ben de derim ki: Onların hepsi, tarafımdan gözden geçirilmiş, olup, örümcek ağından çok daha gevşek (zayıf ve önemsiz) oldukları anlaşılmıştır.»
«Ayrıca bu râbıta denen şeyin varlığını bulmak için tefsir, hadis ve tasavvuf kitapları, tarafımdan kolaçan edilmiş ve incelenmiştir.»
«Ancak şeriatta buna ilişkin en ufak bir şey bulunmamıştır. Bilakis râbıta son zamanların cahil sofîleri tarafından uydurulmuş tevhide aykırı ve dinde büyük bir fitnedir.»
[2]. Bk. BÖLÜM - II/6. Rûhânîler ve Râbıta (Halid Bağdâdî)
Daha önce de işaret edildiği gibi râbıta, çok yakın geçmişte işlenen bir konu olduğu ve son dönemin Nakşibendîliği ile sınırlı kaldığı için İslâm âlimlerinin dikkatini çekmemiştir.
Ayrıca İslâm Dünyası'nda asırlardır yaşanan perişanlık ve çöküş, özellikle XIX. yüzyılda en derin kertesini bulduktan sonra râbıta ve benzeri sapkın inanışlar daha fazla yayılma imkanını bulmuş, buna karşın Müslümanlardaki araştırma ruhu da tam anlamıyla söndüğü içindir ki zindeliğini yitirmiş olan ilim çevreleri, bunun pek farkına varamamıştır. Aynı zamanda kapasiteli şahsiyetler, İslâm'ı bir bütün olarak hedef alan çok daha tehlikeli ve acil sorunların yanında sinsi ve hissedilmez râbıta gibi yabancı sızıntılara karşı uğraş verecek yeterli zamanı ve uygun ortamı bulamamışlardır.
Her şeye rağmen çok geniş anlamda olmasa bile, bazı kimseler râbıtayı sorgulamışlardır. Birtakım kısa açıklamalarla ve tek tük makalelerle sınırlı kalsa bile râbıtayı ele almış, onu tartışmış bulunanların varlığını biliyoruz. Ne var ki bu kimseler, Nakşibendîlerin şiddetli saldırılarına uğradıkları için yazıp çizdiklerinin hemen tamamı imha edilmiş, bize ancak bunların çok azı intikal edebilmiştir.
Örneğin bunlardan biri, râbıta aleyhinde yazdığı bir risâleden dolayı (en az 1874'den önce) Edirne'de müftü olan Mehmed Fevzi adında bir adamın diline düşmüş ve yazdığı risâle büyük ihtimalle imha edilmiştir. Bu kitapçıktan geriye kalan üç beş cümleyi ise ancak Mehmed Fevzi'nin O'na karşı yazdığı reddiye'nin içinde bulabiliyoruz.
Adı geçen müftü Mehmed Fevzi'ye ait Ayn'ul-Haqıyqa adlı risâlede yazarın nakledilen bu birkaç cümlesi şöyledir:
«Ey birader! tarîkat ve hakikat ve marifet dahl olunmaz. Bu fakirin dahl eylediği: tarîkatın menşe-i Feyzi addolunan ve “Râbıta-i Şerîfe“ tesmiye kılınan “Hâlet-i pût-i şerîf“ demek ve şeytanî ve şer'in hilâfı ve şirk makûlesi bir keyfiyettir. »
«Ve şeytânî olduğunun alâmet-i akliyyesi, İblis Aleyh'il-La'ne'yi şeyhin yerine râbıta eylese, şeyhe râbıtada hasıl olan keyfiyet, laîn'e râbıtada hasıl olmaktadır.»
Eğer sen, râbıta hakkında: “Halid Efendi'nin vesairlerinin risâleleri ve cevâzı hakkında delilleri vardır.“ dersen, onların her birisi mütâlaa olunup “Ewhen'u min beyt'il-Ankebût“ olduğuna ittila' olunmuştur.»
«Ve bu râbıtanın vücûdunu bulmak için kütüb-i tefâsîr ve ehâdîs ve kütüb-i sofiyye mütâlaa ve teftiş olunmuştur. Bir perde şeriatta vücûdunu müfîd bir şey bulunmamıştır. Belki müteahhiriynden cehele-i sofiyyenin ihdâs eylediği tevhide münâfi, dinde bir fitne-i azıymedir.»[1]
Bundan başka iki tane de kısa yazı vardır.
Biri, Mehmed Durmuş tarafından Türkçe kaleme alınmış ve Türkiye'de İktibas Dergisi'nin Haziran-1991 sayısında yayınlanmıştır.
Bu makalede râbıta, Kur'ân ölçüleri içinde eleştirilmektedir.
İkincisi ise Ercüment Özkan tarafından yine Türkçe yazılmış olan “Tasavvuf ve İslâm“ adlı kitabın kısa bir bölümünü oluşturmaktadır. 379 sayfadan ibaret olan bu kitap, Türkiye'de 1993 yılında yayınlanmıştır.
Mehmed Zâhid Kotku tarafından sadeleştirilen Risâle-i Hâlidiyye'nin, “Râbıta Edebi“ bölümü bu kitaba aktarılarak eleştirisi yapılmıştır. Bu tenkid, kitabın 79'uncu sayfasında yer almaktadır.
Müslümanların yaşadığı diğer ülkelerde Nakşibendîlik tanınmadığı için tabiatıyla râbıta, hemen hiç kimsenin dikkatini çekmemiş, dolayısıyla râbıta aleyhinde -Türkiye dışında- herhangi bir tepkiye rastlanmamıştır. Bu da râbıtanın, hatta tasavvuf ve tarîkat kavramlarının, Türklerin bir bölümünden başka dünya Müslümanlarını hiç ilgilendirmediğini, binaenaleyh tarîkat adı altında varlık gösteren örgütlerin ve bunlara ait doktrinlerin, tören ve âyinlerin, İslâm'a yabancı şeyler olduğunu açıkça kanıtlamaktadır.[2]
[1]. Çok ağdalı olan bu sözleri -anlaşılabilmesi için- güncel dille şu şekilde sadeleştirebiliriz:
«Ey kardeş! Tarîkat, hakikat ve marifete karışılmaz. Benim müdâhale etmek istediğim: Tarîkat için nur kaynağı sayılan ve “Râbıta-i Şerîfe“ diye adlandırılan “Mübârek Put“ anlamındaki şeytânî durum ve Yüce Şerîat'a aykırı düşen şirk sözünden ibarettir.»
«Bunun, şeytan işi olduğuna ilişkin akılcı kanıtı şudur: Eger kişi, şeyh yerine (onun şekline girebilecek olan) lânetlenmiş şeytana râbıta yapacak olursa, bu râbıta, şeyhin kendisine değil, şeytana yapılmış olacaktır.»
«Yok eğer dersen ki: Râbıtanın meşrûluğu hakkında Halid Efendi'nin ve birçok kimsenin kitapları ve delilleri vardır; Ben de derim ki: Onların hepsi, tarafımdan gözden geçirilmiş, olup, örümcek ağından çok daha gevşek (zayıf ve önemsiz) oldukları anlaşılmıştır.»
«Ayrıca bu râbıta denen şeyin varlığını bulmak için tefsir, hadis ve tasavvuf kitapları, tarafımdan kolaçan edilmiş ve incelenmiştir.»
«Ancak şeriatta buna ilişkin en ufak bir şey bulunmamıştır. Bilakis râbıta son zamanların cahil sofîleri tarafından uydurulmuş tevhide aykırı ve dinde büyük bir fitnedir.»
[2]. Bk. BÖLÜM - II/6. Rûhânîler ve Râbıta (Halid Bağdâdî)